No : 26 (İki Kitap)

By beyzaalkoc

16.2M 926K 1.8M

Mine internet üzerinden Yeşil Küpeli Kız takma ismiyle magazin haberleri yaparak milyonlarca takipçiye ulaşmı... More

Giriş Bölümü
Başrol Tanıtımı ve Alıntılar
1.Bölüm : Daire 7.
2.Bölüm : Hayal Et.
3.Bölüm : Merhaba Ruhum.
4.Bölüm : 3652 Günbatımı.
5.Bölüm : Kayıp Şehir.
6.Bölüm : Bir Şeyler.
7.Bölüm : Yeşil Küpeler.
8.Bölüm : Arkadaş.
9.Bölüm : Ece.
10.Bölüm : Kırmızı Bisikletli Çocuk.
11.Bölüm : Müzik Kutusu
12. 13. ve 14.Bölümler
15.Bölüm : 10 Eylül.
16.Bölüm : Dans Edelim Mi?
17.Bölüm : Sana Sürüklenmemeliydim.
18.Bölüm : Dünyanın Tanımı.
19.Bölüm : No. 26
20.Bölüm : Ağlatan Müzikler.
21.Bölüm. : Beş Sokak Ötemde.
22.Bölüm : Başardık mı?
23.Bölüm : Gök Kuşu.
24.Bölüm : Efe'nin Notaları.
25.Bölüm : Rengarenk Acılar.
26.Bölüm : Görünmez.
27. ve 28. Bölümler
29. Bölüm : Gözlerini Kapat.
30.Bölüm : Çiçek Dürbünü.
31 ve 32.Bölümler.
33.Bölüm : Neon Yansımalar.
34.Bölüm : Uyu Bebeğim.
35.Bölüm : Efe ve Mine'nin Devri.
36.Bölüm : Ruhun Sancısı.
37.Bölüm : Bataklık Çiçekleri.
38.Bölüm (FİNAL) : Dünyanın En Güzel İsmi.
DAİRE 7 - 1.Bölüm : Dört Duvar
Daire 7 - 2.Bölüm : Kırgın Şehir.
Daire 7 - 3.Bölüm : Dumanları Dağıtmak.
Daire 7 - 4.Bölüm : İki Cümle, Bir Ev.
Daire 7 - 5.Bölüm : Dört Duvar Arasında.
Daire 7 - 6.Bölüm : Misafir.
Daire 7 - 7.Bölüm : Beyaz Bulut.
Daire 7 - 8 ve 9.Bölümler
Daire 7 - 10.Bölüm : Boş Sandalye.
Daire 7 - 11.Bölüm : İlk Kar.
Daire 7 - 12.Bölüm : Kül Bataklığı.
Daire 7 - 13.Bölüm : Çiçek Mezarlığı.
Daire 7 - 15.Bölüm : Külden Saçlar.
Daire 7 - 16.Bölüm : İki Kişilik Masa.
Daire 7 - 17.Bölüm : Sıfır Noktası.
Daire 7 - 18.Bölüm : Hatırasız Duvarlar.
Daire 7 - 19.Bölüm : Terk Edilmiş Çiçek.
Daire 7 - 20.Bölüm : Mavi. (FİNAL)

Daire 7 - 14.Bölüm : Bataklığın Çamuru.

80.5K 6.2K 7.5K
By beyzaalkoc

Selam canımın içleri <3 

Bölümü okumadan önce bölüm müziğini açmayı unutmayın, buraya ekliyorum, iyi okumalar dilerim. <3 

Bölüm müziği : 



14.Bölüm : Bataklığın Çamuru.

*Bataklığın çamuru içimdeki çocuğun her yanını sarmıştı.*

-

Hava soğuk ve karanlık. İnsanların işten döndükleri, akşam kuşağı televizyon dizilerinin özetlerinin başladığı saatlerdeyiz. Efe ise hala evde değil. Meraktan ve endişeden aklımı kaçıracak gibi hissettiğim gerçeği saatlerdir iç sesimin bir sorusu ile çakışıyor.

O zaman neden aramıyoruz?

Bilmiyorum İç Ses, bilmiyorum...

Balkonda oturmuş her zamanki sokağımızı izliyorum. Birbirleriyle ayak üzeri sohbet eden insanlar, kepenklerini kapatan dükkanlar, arabalar, kaldırıma dökülen mamalarını yiyen kediler... Her şey aynı. Bir umut Efe'nin arabasını görmeyi beklerken deliler gibi üşüyordum. Eskiden üşümeyi çok severdim, bana var olduğumu hissettirirdi. Şimdi ise var olduğumu bilmek, hissetmek istemiyordum...

Balkonda yaklaşık yarım saat oturduktan sonra içeriye, salona geçtim. Koltuğa uzanıp yalnızca ses duymak istediğim için televizyonu açtım. Bir yemek yarışmasına denk geldim ve gözlerimi tavana dikip konuşmaları dinleyerek iç dünyamdan uzaklaşmaya çalıştım.

Acaba Efe iyi mi?

Lütfen sus İç Ses, lütfen...

Hayata dair ne istediğimi, yolumu nasıl çizeceğimi bilmiyordum. Aslında kendime bir yol çizmek de istemiyordum. Efe'yi bu halimle yaşamaya zorlamak ise ona yapabileceğim en büyük haksızlıktı. O ne yaşanırsa yaşansın ayakta kalmaya ve beni de ayağa kaldırmaya çalışırken ben onu da kendimle birlikte dibe çekiyordum.

"Belki de gitmelisin."

Televizyondan duyduğum cümle ile başımı çevirdim. Programdaki yarışmacılar kendi aralarında eleme günü hakkında tartışırken duyduğum cümle benim içimde bir yerde bambaşka bir yere oturmuştu, bu cümlenin bende çok farklı bir karşılığı olmuştu.

"Belki de gitmeliyim." diye mırıldandım kendi kendime.

Uzun uzun tavana baktım. Düşündüm durdum. Çaresizlikler denizinde süzülürken hangi kıyıya vuracağımı düşünürken kapının açıldığını duydum. Yavaşça doğruldum ve kapıya doğru ilerledim. Efe ayakkabılarını çıkarıyordu. Ya da çıkarmaya çalışıyordu...

"İyi misin?" diye sordum, eğilmiş ayakkabılarını çıkarmaya çalışırken sendeliyordu.

Başını kaldırıp bana baktı. Yüzü kıpkırmızı, saçları darmadağınıktı.

"İyi miyim?" dedi. Zar zor konuşuyordu.

Eğilip kolundan tuttum ve nihayet çıkardığı ayakkabılarını kenara itip onu içeri çektim.

"Efe sen içtin mi?" diye sordum, "Bu halin ne böyle?"

"İçtim mi?" dedi.

Ne o benim dediklerimi anlıyordu ne ben onun dediklerini. Onu hiç bu kadar sarhoş görmemiştim. Ayakta bile zor duruyordu. Kendini duvara yaslayıp gözlerini kapattı.

"Gel," dedim, "Bana tutun. Seni yatağa götüreyim..."

"Sana dokunmamı istemiyordun..." dedi, "Kolunu çekmiştin..."

Derin bir nefes alıp hüzünle kolunun altına girdim. Ona yardımcı olmaya çalışarak yürümesini sağladım ve zar zor yatak odasına geldik. Efe'yi yatağa yatırıp doğrulacağım sırada kollarını belime sardı ve beni kendisine çekti. Yüzü yüzüme o kadar yakındı ki içtiği her şeyin kokusunu duyabiliyordum.

"Özlemişim..." dedi, "Bu kadar yakınında olmayı..." Bana özlemle bakıyordu.

"Duş almak ister misin?" dedim, "İyi görünmüyorsun Efe."

"İyi görünmüyor muyum?"

Öfke içinde bir nefes aldım ve kendimi ondan çekip doğruldum. Yatakta yanında oturdum ve üzerindeki kot gömleği çıkarmak için ona doğru uzandım.

"Kimle içtin sen? Neden bu kadar içtin?"

Bir yandan konuşuyor bir yandan kıyafetlerini çıkarmaya çalışıyordum.

"Kendimle." dedi, "Bir de seninle. Sen kafamın içindeydin. O yüzden bu kadar içtim... Çünkü seninle başka türlü konuşamıyorum..."

Yüzüne hüzünle baktım. Onu kot gömlek ve pantolonundan kurtardıktan sonra yatağa uzanmasını sağladım.

"Dikkat et. Dur... Üzerini örteyim..." Üzerini yorganla örttüm ve ayağa kalktım. O ise hala konuşuyordu. Gözleri kapalıydı. Kendi kendine konuşuyordu.

"Kafamın içinde seni hala gülümserken hayal edebiliyorum Mine... Seni hala beni severken hayal edebiliyorum..."

Yatak odamızın karanlığında ayakta durdum ve onu uzun uzun izledim, dinledim.

"Bana sarıldığını, benimle güldüğünü, seni mutlu edebildiğimi hayal edebiliyorum..."

Onu böyle görmek başıma gelmiş en acı şeylerden biriydi. Onu bu hale getiren bendim. Gücünü kaybeden, kendini ayağa kaldıramayan bendim. Bana uzanan elleri tutamayan da bendim. O an Efe konuşurken aklımda yarım saat önce duyduğum o cümle yankılandı.

"Belki de gitmelisin."

Efe gözleri kapalı bir şekilde konuşmaya devam ediyordu, burada değil gibiydi. Arkamı döndüm ve dolabı açtım. En üst rafta duran küçük valizimi çıkardım. Birkaç kıyafetime katladım ve valizin içine yerleştirdim.

"Seninle balkon sohbetlerimiz, sana besteler yapmak, seninle kahvaltı yapmak, seninle akşam yemeği yemek... Hepsi bir hayale dönüştü."

Efe alkolün etkisiyle içinde olan her şeyi döküyordu ama etrafında olup bitenlerin farkında bile değildi. Yavaş yavaş akan gözyaşlarımı umursamadan elime geçen birkaç şeyi daha valize attıktan sonra üzerime uzun siyah montumu geçirdim. Hazırlanmam yalnızca on beş dakika sürmüştü. Hayattan hiçbir beklentisi olmayan bir insanın hazırlığı ancak bu kadar sürerdi.

Gidiyor muyuz Mine? Efe'yi ve bu evi bırakıyor muyuz?

Biz çoktan gittik İç Ses...

Valizimi kapıya götürüp bıraktıktan sonra yatak odasına döndüm. Telefonumu montumun cebine koydum ve yatağa doğru ilerleyip Efe'ye son kez yukarıdan baktım. Elimi ona doğru uzattım ve onu uyandırmamaya çalışarak saçlarına dokundum. Ona son bir şey söylemeli miydim? Söyleyecek hiçbir şeyim yoktu. Aklımda kalan tek bir cümle dışında... Bana az önce "Seni hala beni severken hayal edebiliyorum..." demişti. Oysa bunun hayaline kurmasına gerek yoktu, ben onu her daim sevecektim. Kulağına doğru eğildim ve uyuduğuna emin olduktan sonra dudaklarımı araladım.

"Ben seni hala çok seviyorum Efe..." diye fısıldadım, "Hep çok seveceğim."

Artık konuşmayı bırakmış, uykunun derinliklerine dalmıştı. Kendimi tutamadım ve gözyaşları içinde ona doğru eğilip ona sıkıca sarıldım, yanağını öptüm ve boynunu kokladım. Sonra doğruldum ve kendimi hızla kapıya attım. Biraz daha durursam gidemeyecektim ve Efe'yi kendinden ve hayattan uzaklaştırmaya devam edecektim.

Valizimle beraber asansörle aşağı indim. Kapıda durup yakınlardaki taksi duraklarından birini aradım ve bir taksi rica ettim. Nereye gideceğime dair hiçbir fikrim yoktu. Gidebileceğim hiçbir yer yoktu, hiç kimsem yoktu. Her şeyimi burada, No 26 yazılı tabelanın ardında bırakmış ve bilinmezliğe doğru gidiyordum. Başımı çevirip o tabelaya son kez baktım. Elimi "No 26" yazısının üzerine koydum ve gözlerimi kapattım. Burada ne çok şey başlamış ve ne çok şey bitmişti...

Elimi tabeladan sıyırıp yola doğru birkaç adım attım. Taksi tam önümde durduğunda bagajı açıp valizimi yerleştirdim ve hiç beklemeden arka koltuğa geçtim.

"İyi akşamlar. Nereye gidiyoruz?" Taksicinin yüzüne bomboş bir ifadeyle baktım. Birkaç saniyelik sessizliğin ardından aklıma gelen ilk şeyi söyledim.

"İstanbul Havalimanı'na gidebilir miyiz?"

"Tamam efendim."

Oraya neden gittiğimizi bilmiyordum. Başka bir şehre gitmek isteyip istemediğimi bile bilmiyordum ama en azından oraya gittiğimde düşünecek vaktim olacaktı. Yol boyunca açık camdan esen rüzgarı ve taksinin radyosundan gelen müzikleri dinledim. Efe'yi öylece bırakıp gitmemin doğruluğunu sorguladım. Ona bir şeyler yazmak, söylemek istedim... Telefonumu çıkarıp ona bir mesaj yazmaya başladım. Hiçbir şey söylemeden gitmek istemiyordum. Efe bir vedayı hak ediyordu.

"Efe, dünyanın en güzel kalpli hayat arkadaşı... Sen bu satırları okuduğunda ben nerede olacağım inan ben bile bilmiyorum. Tek bildiğim şu, yanında olamayacağım. Hayatına girdiğim günden beri sana yalnızca üzüntü getirdim. Ya da ben buna inanıyorum. Hayat benden sevdiğim herkesi ve her şeyi bir bir alırken sen hep yanımdaydın ve ben kendimle birlikte seni de hırpaladım, üzdüm, yordum. Sen ise beni hep sakinleştirdin, üzüntümü aldın ve taşıdın. Sen hep benim kırıklarımı birleştirdin ama bilmediğin bir şey vardı, kırıklarımı birleştirmeye çalışırken kesilen eller senindi. Artık seni üzmek istemiyorum. Bana bir saat kadar önce 'Kafamın içinde seni hala gülümserken hayal edebiliyorum.' dedin ve ben senin gülümsediğini yalnızca kafanda hayal edeceğin biriyle olmanı istemiyorum. Ben artık gülümsemek istemiyorum. Sen bu dünyada benim başıma gelmiş en güzel şeysin ve hep güzel kalman için kendimi senden alıyorum. Seni hep sevdim, hep seveceğim ama artık seni de kendi bataklığıma çekmeyeceğim. Kendine iyi bak Efe. Bu her şeyden önemli..."

Bir yazdığım bir sildiğim mesajımı nihayet bitirip gönderdim. Başımı kaldırıp içimi serinletmek için rüzgara doğru derin bir nefes aldım. Havalimanına gelmek üzereydik. Hiçbir yere yetişmek zorunda olmamanın yavaşlığıyla toparlanıp taksicinin parasını ödedikten sonra kapımı açtım.

"İyi akşamlar." dedim ve bagaja doğru ilerledim.

"Size de iyi akşamlar, iyi yolculuklar."

Valizimi alıp havalimanına doğru ilerledim. Kapıdaki güvenlikten geçtikten sonra kendimi havalimanının karmaşasına bıraktım ve boş koltuklardan birine oturup etrafımı izlemeye başladım. Koşturan insanları, vedalaşma sarılmalarını, anne ve babalarının ellerinden tutan çocukları izledim. Herkes bir yerlere yetişmeye çalışıyordu. Kimileri sevdiklerini arkalarında bırakıyordu, kimileri sevdikleri ile kavuşmaya gidiyordu. Ben ise ne yapacağımı bilmeden burada oturuyordum. Elimde ne bir bilet vardı, ne bir rota. Ayağa kalkıp valizimi çekerek havalimanının büyük ekranlarından birinin önünde durdum. Yakın zamanda kalkacak uçakların tamamına tek tek baktım. Çok yakın zamanda kalkacak uçakların hepsini pas geçtim, hiçbirine yetişemezdim. Sonra gözüme tam iki saat elli dakika sonra kalkacak bir uçak çarptı.

"İstanbul – Ankara – Türk Havayolları"

Bu uçuşun beni neden çektiğini tam olarak bilmiyordum. Sanırım gideceğim yerin bana yaşadığım şehri hatırlatmasından korkuyordum ve Ankara'nın denizi yoktu. İstanbul ise tam bir deniz şehriydi.

Umutsuzluk ve isteksizlik içinde valizimi çekerek bilet satın alma noktalarına doğru ilerledim. Üç kişinin beklediği sıranın en sonuna geçip cüzdanımdan kredi kartımı ve kimliğimi çıkardım. Kimliğimi çıkardığım an gözüme çarpan "Duran" soyadı beni bir anlığına sarsmıştı.

Nereye gidiyoruz Mine ya? Baksana soyadımız bile onun soyadı!

Sen bunları düşünme İç Ses.

Önümdeki herkes işini hallettikten sonra sıra bana geldiğinde kartımı ve kimliğimi masaya bıraktım ve konuşmaya başladım.

"Merhaba. Eee, şeye bir bilet alabilir miyim?"

Şu an nereye gideceğimi bile unutacak kadar uzaktım yaşamaya. Etrafıma bakındıktan sonra konuşmaya devam ettim.

"Pardon, Ankara'ya. Biraz dalgınım da."

"Tabi, bilet kalmış mı bir bakalım..." Görevli kadın bilgisayarının ekranına bakıp klavyesine bir şeyler yazarken bekliyordum.

Beklediğim dakikalar boyunca duyduğum anonsları dinledim. Bir uçak Samsun'a gitmek için kalkmıştı, başka bir uçak İzmir'den gelmiş ve buraya inmişti. Bir yolcu uçuşa geç kaldığı için ismi anons ediliyordu, bir başka yolcu ise kayıp çocuğu için bir anons yaptırıyordu. Havalimanı kafamın içi kadar karışıktı.

"Koltuk tercihiniz var mı?" Görevli sonunda başını bilgisayardan kaldırıp bana baktı.

"Hayır, fark etmez." diye mırıldandım.

"Bagaj hakkı satın almak ister misiniz?"

"Hayır, yalnızca kabin bagajım var."

"Peki dönüş bileti de kesmemi ister misiniz?"

"Hayır," dedim, "Hayır. Dönüş bileti de istemiyorum. Sadece gidiş."

Kadın başını sallayıp bilgisayar ekranına döndü.

"İki buçuk saat sonra kalkacak olan uçaktan bilet istiyordunuz, değil mi?" diye sordu emin olmak için.

"Evet, o uçuş."

Kadın kimliğime uzanıp tekrar ekrana döndü ve kimlik bilgilerimi yazmaya başladı. Arkamda uzunca bir sıra birikmişti. Aklımı evden, Efe'den ve bizden uzaklaştırabilmek için sürekli etrafımı inceliyor, dikkatimi çevremde olan bitene vermeye çalışıyordum.

"Biletiniz dört yüz yirmi beş lira tutuyor. Ödemeniz nasıl olacak?"

"Kredi kartıyla ödeyeceğim." diyerek masaya bıraktığım kredi kartımı geri aldım ve kadına uzattım. Kadın kartımı alıp pos cihazını şifremi yazmak için bana uzattığında kendi içimde bir sarsıntı daha yaşadım. Kredi kartımın şifresi 2607'ydi. 26 bina numaramızdan, 07 ise daire numaramızdan geliyordu. Şifreyi bunu düşünerek seçmiştim. Bizi düşünerek...

"Teşekkürler, bu fişiniz. Biletinizi de yazdırıyorum." Ödeme işlemim gerçekleştikten sonra kadının bana uzattığı fişi ve yazdırılan biletimi aldım.

"Teşekkür ederim, iyi akşamlar."

"İyi akşamlar."

Biletimi ve kimliğimi çantama koyup sıradan çıktım ve bir kez daha karmaşanın ortasında öylece ayakta durup şişmiş gözlerle etrafıma bakındım. İçimden bir ses bunun yanlış bir karar olduğunu, Efe uyanmadan eve dönmem gerektiğini söylüyordu. Ayaklarım ise havalimanının çıkış kapısına doğru ilerlemeyi hiçbir zaman kabul etmeyecekti. Biliyordum.

Ağır adımlarla ilerleyip havalimanının içindeki nadir sakin yerlerden birine, bir kafeye doğru yürüdüm, kendime bir kahve aldım, ödemesini yaptım ve uçak pistine bakan camların önündeki sandalyelerden birine oturdum. Montumu çıkarıp kahvemi yudumladım ve pistte kalkış hazırlığı yapan uçakları izlerken derin bir iç çektim. Yaklaşık iki saat sonra bu uçaklardan birinin içinde olacaktım.

Ya da buradan çıkalım ve eve dönelim Mine, ne dersin? Efe'nin yanına uzanalım ve uyuyalım... Olmaz mı?

Ona üzüntüden başka hiçbir şey veremiyorum İç Ses. Artık çok geç.

Peki ne yapacaktım? Ankara'ya inince her şey bitecek miydi? Efe benim kocamdı. Ben onun soyadını taşıyordum, parmağımda onun bana aldığı ve ona çıkarmayacağıma dair söz verdiğim o yüzük vardı. Ondan boşanacak mıydım? Bu yüzüğü parmağımdan çıkaracak mıydım? Bir bilet almıştım, evet ama gidince ne yapacaktım? Nerede kalacaktım? Kendime hayatımın geri kalanını uyuyarak geçirmek için bir ev mi bulacaktım? Peki nasıl para kazanacaktım? Artık Yeşil Küpeli Kız sayfasını kullanmıyordum. Sayfadan kazandığım reklam gelirleri yokken nasıl para kazanacak ve yaşayacaktım? Sadece hayatta kalmak için Efe ile kalamazdım. Onu mutsuz ettiğimi ve hiçbir zaman mutlu edemeyeceğimi biliyordum çünkü ben bir daha asla mutlu olmayacaktım. Belki de başka bir iş bulup çalışmalıydım. O zaman nasıl bütün gün uyuyacaktım? Bu aptal depresyonun içinde hem uyuyup hem çalışabileceğim bir iş var mıydı? Şimdilik bunları düşünmek istediğimden emin değildim. Yeşil Küpeli Kız'ın reklam gelirleriyle yaptığım birikim bana bir süre yeterdi.

Peki ya sonra?

Sonra umurumda bile değildi.

"Pardon." Arkamdan gelen genç bir kadın sesiyle başımı çevirdim. Yüzüme bakan heyecanlı yüze baktım ve kadının konuşmaya devam etmesini bekledim.

"Buyurun."

"Siz şey değil misiniz..." Kadın konuşurken içime düşen korkuyla bekledim, "Yeşil Küpeli Kız?"

Donakaldım. Bu ismi burada birinden duymayı beklemiyordum. Ne diyecektim? Yalan söylesem inanacak mıydı? Doğru söylesem ne değişecekti?

"Anlamadım, kim?" diye mırıldandım.

"Yeşil Küpeli Kız." dedi kadın, bu sefer daha yüksek sesle konuştu.

"Anlamıyorum, öyle birini tanımıyorum." dedim ve kaşlarımı çattım.

Kadın benim Yeşil Küpeli Kız olduğumdan emin gibiydi, verdiğim cevap onu tahmin etmese de bunu kabullenmekten başka çaresi yoktu. Kaşlarını çatıp yüzüme baktıktan sonra elini kaldırdı.

"Pardon ya, çok özür dilerim." dedi, "Sizi bir internet fenomenine benzettim de."

"Sorun değil." dedim ve daha fazla konuşmaması için önüme döndüm.

İşte şimdi başım gerçekten ağrımaya başlamıştı. Görünmek istemiyordum, yok olmak istiyordum. Bana Yeşil Küpeli Kız ismini hatırlatılmasını da istemiyordum çünkü ben artık kim olduğumu hatırlamak istemiyordum. Bu zamana kadar geldiğim yolu unutmak istiyordum. Verdiğim kayıpları, hırslarımı, üzüntülerimi, acılarımı, yaralarımı unutmak istiyordum. Keşke kendimi aylar önce rüyamda gördüğüm o kül dünyasına kapatabilseydim. Keşke yalnızca ben ve küllerden oluşan o dünyada sonsuza kadar yapayalnız kalsaydım. Önümdeki sıcak kahveyi kendime gelebilmek umuduyla resmen kafama diktim. Hayatım boyunca hiç bu kadar "iyi olmadığıma" şahit olmamıştım ve kendi kendimi nasıl iyileştirebileceğimi bilmiyordum. Üstelik kimseden bir yardım da istemiyordum. Tek isteğim yalnızlıktı, yapayalnızlık.

Yarım saat boyunca kendi sessizliğim içinde uçak pistini izledim. Gözlerim hipnoz olmuş gibi uçuşa hazırlanan bütün uçakların üzerinde gezindi. Haftalardır tüm günlerimi uyuyarak geçirdiğim için gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum. Uçuşuma bir saatten biraz fazla kalmıştı. Kollarımı önümdeki masaya koyup başımı da kollarımın üzerine koydum ve gözlerimi kapattım. Bilinçaltım beni anında Efe'nin yanına, yatağımıza götürdüğü sırada kulaklarımın duyduğu tanıdık bir sesle gözlerimi açtım.

"Ama bu olmaz, böyle yaşayamam..."

Kafede çalan şarkıyı duyduğum kalbimde büyük bir sancı hissettim. Şarkıyı söyleyen ses benim sonsuza kadar nefretle hatırlayacağım bir sesti. Naz Özgür'ün sesi. Ayağa kalkıp hızla montumu aldım, montumu üzerime geçirip çantamı da aldıktan sonra oradan kaçarcasına uzaklaştım. Naz'ın sesini duymaya tahammül edebilecek bir durumda değildim ve hiçbir zaman öyle bir durumda da olmayacaktım.

Onu en son o gün şirkette kanamam başlamadan önce görmüştüm. Efe, Bora, Enis ve Boğaç her şeyi öğrenmişti ve Naz'ın sözleşmeleri hiçbir problem olmadan iptal edilmişti. Efe de kendi hisselerini Bora'ya satıp şirketten ayrılmıştı ve bir daha isimlerini hiç duymamıştım. Tek duyduğum Naz ve Bora'nın ilişkilerinin kısa bir ayrılık sonrasında devam ettiğiydi... Naz ile ilgili bütün planlarım o günden sonra yaşadığım acı ve depresyonla unutulup gitmişti. O hiçbir şey yaşanmamış gibi kariyerine devam etmiş ve amacına ulaşmıştı. Artık şarkıları her yerdeydi, konser posterleri her an karşınıza çıkabilirdi. O kazanmıştı ve biz kaybetmiştik.

Aslında bakarsanız onun kazanması umurumda bile değildi. İnsanların yaşadıklarına sevindikleri şeylerle mutsuz olmamayı öğrenmiştim. Benim derdim kendi yaşadıklarımdı ve Naz bana her zaman o dönemi, özellikle de o günü hatırlatacaktı. Bacaklarımın arasından akan kanı, içimde hissettiğim kaybetme korkusunu ve Efe'nin gözlerinde gördüğüm acıyı...

Kendimi kafeden dışarı attım ve havalimanının karmaşasına, insan kalabalığının arasına döndüm. En azından burada çok fazla ses vardı, en azından bu kalabalığın arasında küçücük bir noktaydım, sıradan bir insandım. Kimsenin tanıdığı değildim, herkese yabancıydım.

Havalimanının koltuklarından birine oturdum ve akan gözyaşlarımı umursamadan yüzümdeki dümdüz ifadeyle kalabalığı izledim. O an içimde kendi kendime itiraf etmekte zorlandığım bir hissiyat belirdi.

"Keşke," dedim içten içe, "Keşke bir annem olsaydı."

Ayaklarına kapanmak ve bana yardım etmesi için yalvarmak isteyecek kadar üzücü bir haldeydim. Kendimi hep güçlü görmüş, güçlü tutmuş ve güçlü olmak için çabalamıştım ama şimdi o güçten hiçbir eser yoktu. Şuraya, tam şuraya , yere uzanıp hüngür hüngür ağlamak istiyordum. Bağıra çağıra ağlamak, kendime sarılmak... Kimsenin dikkatini çekmeden, kimse tarafından görülmeden şuraya kıvrılıp yatmak istiyordum.

Annemin karnında olduğu gibi...

Ben hep duygularını geri plana iten o güçlü çocuk olmuştum. Sevgisiz büyüyen ve buna üzülmediğini iddia eden o yalancı, güçlü çocuk. Hayata en çok da o çocuk için, kendi çocukluğum için kırgındım.

Bataklığın çamuru içimdeki çocuğun her yanını sarmıştı. Bataklık çocuğu içine istiyordu. O çocuk artık yorulmuştu. O çocuk artık çok yorulmuştu... Ve tek isteği uyumaktı.

Görmeden, görülmeden, duymadan, duyulmadan, sonsuza kadar uyumak... 



Mine aslında evinden, Efe'den, şehrinden değil kendisinden kaçtı. Ama bu kaçış onu gerçekten de her şeyden uzaklaştırabilecek mi? Hep birlikte göreceğiz. Yarın akşam yeni bölümümüz "Külden Saçlar" 20.00'da burada olacak, görüşmek üzere. Sizi çok seviyorum. Kendinize çok iyi bakın güzellerim. <3 

Continue Reading

You'll Also Like

117K 7.2K 22
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
2.7M 85.5K 60
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı?
YUVA By _twclr

Teen Fiction

799K 39K 50
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
747K 33.4K 19
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...