GAYRİMEŞRU PRENSES

By kayipyazar13

113K 9.3K 1.8K

Gayrimeşru bir prensesten kraliçeliğe gidilen meşakkatli bir yol... En büyük varisi ölen kral, kızını öldürme... More

1.BÖLÜM: Gayrimeşru Prenses
2.BÖLÜM: Saraya İlk Adım
3.BÖLÜM: Taht Odası
4.BÖLÜM: Kabul Töreni
5.BÖLÜM: Balo
6.BÖLÜM: Maskeli Yabancı
7.BÖLÜM: Saraydan Ayrılma
8.BÖLÜM: Düşmüş Yıldız
9.BÖLÜM: İsyan
10.BÖLÜM: Kurtuluş
11.BÖLÜM: Ceza
12.BÖLÜM: Saray Adabı
13.BÖLÜM: Gizlice
14.BÖLÜM: Tahtın Varisi
15.BÖLÜM: Kaçırılma
16.BÖLÜM: Kayıp Prenses
17.BÖLÜM: Kaba Adam
18.BÖLÜM: Son Görüş
19.BÖLÜM: Prens Richard
20.BÖLÜM: Tahtın Yasal Varisi
21.BÖLÜM: Boş Taht
22.BÖLÜM: Tutsak
23.BÖLÜM: Acı
24.BÖLÜM: Öfke
25.BÖLÜM: İntikam
26.BÖLÜM: Dost
27.BÖLÜM: Dost Görünümlü Düşman
28.BÖLÜM: Düşman
29.BÖLÜM: Yüzleşme
30.BÖLÜM: Avuçtaki Kan
31.BÖLÜM: Sevgi
32.BÖLÜM: Terkediş
33.BÖLÜM: Yas
34.BÖLÜM: Yenilgi
35.BÖLÜM: Zindan
37.BÖLÜM: Paramparça
38.Bölüm: Günahkar
39.BÖLÜM: Gizli Hazine
40.BÖLÜM: Kraliçe
41.BÖLÜM: Yargılanma
42.BÖLÜM: Kral John
43.BÖLÜM: Evlilik
44.BÖLÜM: Sadakat
45.BÖLÜM: İtiraf
46.BÖLÜM: Uzaklara
47.BÖLÜM: Saadet
48.BÖLÜM: Krallığın Sonu
49.BÖLÜM: Sır
50.BÖLÜM: İntikam Yemini
51.BÖLÜM: Haber
52.BÖLÜM: Çığlık
53.BÖLÜM: Matem
54.BÖLÜM: Kayıplar
55.BÖLÜM: Uyanış (Final)

36.BÖLÜM: Kan

897 93 8
By kayipyazar13

İki gündür tutulduğum hücremden her zaman yaptığım gibi birliğimi gözlüyordum. Kral Charles askerlerime bir ulak yollamış ve ülkelerine geri dönmelerini söylemişti. Ele geçirildiğim için savaşmaya gerek olmadığını...

Büyük bir merakla uzaktan görebildiğim kadarıyla birliğime baktığımda çadırların toplanmaya başladığını gördüğümde içimden bir şeylerin koptuğunu hissetmiştim. Neden şaşırıyordum ki? Belki de kral beni çoktan öldürdüğünü söylemişti. Veya Dük Aaron ona verdiğim son emri yerine getiriyor, kalan askerlerin ve soyluların can güvenliği için ülkeye geri dönmek istiyordu.

Onların varlığı bana güç veriyor da olsa eminim ki birkaç gün içinde bu güç benden çekilecek, onlar ülkeye geri dönecek ve ben düşman sarayında yalnız kalıp ölümü tadacaktım.

"Ölmek için yalvaran kimmiş bakalım?"

Duyduğum ukala sesle kaşlarımı çatarak arkamı döndüğümde hücremin demir parmaklıklarının arkasında bütün kibriyle dikilen Richard'ı gördüm. Gülümsedim. "Kardeşim..." Eteklerimin uçlarından tutup alayla reverans yaptım. "Seni görmek ne hoş."

Keyifle gülümseyip beni süzdü. "Kardeşini özledin mi?"

Parmaklıklara yaklaşmaya başladığımda yüzündeki ifadeden gerildiğini anlayıp tek kaşımı kaldırdım. "Benden çekinmiyorsun değil mi? Sana zarar vermeyeceğim."

Çenesini sıktığında yanakları içeri göçtüler ve bakışlarını sertleştirdi. "Bir hücrede kilit altındayken bana zaten zarar veremezsin. Artık korkması ve yalvarması gereken sensin."

Dudaklarımı büzdüm. "Beni öldürecek misin?"

Kaşlarını hızla çattı. "Elbette. Sen yaşamayı hak etmiyorsun. Ölmelisin!"

"Yoksa günahlarını benim boynuma kılıp öldüğümde hepsinden arınabileceğini mi sanıyorsun?" Alayla gülümsedim. Gözlerimdeki muzip kıvılcımları gördüğünde rahatsız oldu. "Ne kötü bir evlatsın. Ve ne kötü bir kardeş. Beni öldürmek istemeni dahi anlıyorum. Lakin öz ailene neden kıydın kardeşim?"

Göz bebekleri titremeye başladı. Onu gördüğümden bu yana oldukça zayıflamıştı. Soyluluk belirten uzun saçları kesilmiş, askeri bir traş olmuştu. Cezasını çekerken onu canından bezdirdileri belliydi. Artık ikimiz de aynıydık. Vücudundaki yaralar üstündeki fiston gömlek ve cekete rağmen gözüme çarpıyordu. İşkenceler gördüğü belliydi.

"Sen ölmeliydin! Babam değil!"

Gülerek hücremde yürümeye başladım. "Ben ölecektim ve babam cezanı sonlandırarak seni tek veliahtı kılacaktı. Böylece o öldüğünde rahat rahat tahta çıkabilecektin. Öyle mi?" Dişleri gibi yumruklarını sıkmaya başladığında kahkaha attım. "Ah Richard... Hangi krallıkta gördün kardeş katlini? Herkes taht için sırasını beklemek zorundayken sen ve annen savaşa girerek bizi diğer ülkelere küçük düşürdünüz."

"En güçlü krallıklardan biriyiz! Kimse bizimle alay edemez. Herkes günün sonunda gelip bize biat etmek zorunda."

Öfkesi beni daha çok keyiflendirdi. "Baksana, konu ülkemizin namı olunca benimle bile aynı cepheye girebilirsin." Tam ağzını açacak ve öfkeyle konuşacakken ben konuştum. "Merak ettiğim bir şey var Richard. Seneler önce odama gelip bana sarılmış ve küçük bir kız kardeşin olmasını hep çok istediğini söylemiştin. Sözlerin doğru muydu? Yoksa her zamanki gibi yalan mı?"

Sorumla öfkesi geçti ve yüzü yumuşamaya başladı. Yumruk yaptığı ellerini açarken çenesini de sıkmayı bırakmıştı. Gözlerini hücremde gezdirip arkasına döndü ve kimsenin olmadığında emin oldu. "Doğruydu," diye fısıldadı. Gözleri uzaklara daldı. "Gerçekten bir kız kardeş isterdim küçükken. Senin varlığını öğrendiğimde ağabeyim gibi yanına gelmek istemiştim ama kraliçe annem izin vermemişti." Kirpiklerimi kırpıştırdığımda derin bir nefes aldı. "Sözlerime belki inanmayacaksın ama..." Ona beklentiyle bakmaya başladığımda gözlerini gözlerime kilitledi ve burukça gülümsedi bana. "Senden ne kadar nefret etsem de seni hep sevdim Beatrice. Buna Tanrı'nın huzurunda yemin ederim."

Şaşkınlıkla ve içimdeki tarif edemediğim duygularla bir adım geriledim istemeden. "Bana her kafa tuttuğunda öfkelensem de bir yandan oldukça gururlandım. Ne kadar güçlü ve cesur, diye düşündüm. Ama içimde sana olan nefretimi bir türlü aşamadım. Taht için mücadele etmeyeceğini ve bana boyun eğeceğini bilsem seni öldürmek istemezdim. Anneme verdiğim sözü tutmazdım. Ve senin de kendine bir aile kurduğunu görmek, her zaman yanında olmak isterdim."

Bu cümleleri beni rahatsız ediyordu. Çünkü bazı duygularımı harekete geçiriyordu ve yapmam gereken Richard'ın duygularıyla oynamaktı, kendi duygularımı düşünmek değil.

"Tanrı senden sevdiklerini korusun Richard. Babamı ve ağabeyimi öldürdün. Ölmemek için anneni öldürmemi kabul ettin. Sen sevgi nedir bilmiyorsun. Yazık."

Önce kaşlarını çatsa da ardından küçük bir çocuk gibi öne atılıp demir parmaklıkları sıkıca tuttu. Beklentiyle bana bakmaya başladı. "Eğer yolumdan çekilir ve tahta çıkmama izin verirsen seni bağışlarım. Ölmek zorunda değilsin."

Ağzım şaşkınlıkla açıldı isteğiyle. Az önce yaşamayı hak etmediğimi söyleyen kardeşim şimdi ölmek zorunda olmadığımdan bahsediyordu. Gerçekten annesinin soyunda bir problem olmalıydı ki o da delirmeye başlamıştı sanki. Hayatım boyunca benim canımı almak isteyen ve birkaç sene önce babam gelmese kellemi uçuracak kardeşim beni bağışlamaktan bahsediyordu.

"Richard," diye fısıldadım fakat bir şey söyleyemedim. Ne diyeceğimi bilemedim.

Elini susmam için havaya kaldırarak sanki demir parmaklıkları açıp arasından bana uzanabilecekmiş gibi parmaklıklara daha çok yaklaştırdı başını. Gözlerinde heyecan vardı.

"Annemi öldürmen, yıllarca beni kürek mahkumluğuna çarptırarak ceza çektirmen..." Elleriyle gömleğini iki yanından tutup yırttı ve aynı sırtımda olduğu gibi göğsündeki deri kamçı izlerini görmemi sağladı. "Çektiğim işkenceler... Hiçbiri önemli değil. Seni affederim. Canını bağışlarım. Yeter ki tahttan feragat et." Yeniden parmaklıklara yapıştı. "Öldürmem seni. Öldürmem Beatrice."

Dilim tutulmuştu. Çektiği işkencelerle aklını mı kaybetmişti? Büyük bir beklentiyle gözlerimin içine bakıyordu. Sanki teklifini kabul etsem hemen hücremin kilidini açıp bana sarılacaktı. Bir kız kardeşi olmasını bu kadar mı çok istiyordu?

"Bana olan nefretin hiç bitmeyecek Richard. Bir gün nefretin sevginden üstün gelecek ve canımı alacaksın."

Başını hızla iki yana salladı. "Hayır, söz veriyorum öyle bir şey olmayacak. Ailemden hayatta kalan tek kişi sensin. Dayım Charles'a yaptıklarımı anlatmışsın ama önemli değil, seni affettim. Ülkemize döneriz, tahta ben çıkar kral olurum ve sen hep yanımda olursun."

Soyluları, danışman konseyini ve kiliseyi ben olmadan ikna edemeyeceğini bildiğinden onun kral olmasına yardım ettikten sonra beni öldürecek olabilir miydi? Yoksa onun da kimsesiz kaldığı için içinde büyük bir keder mi vardı? Ve bu keder bana bile hayranlık beslemesine yol açıyordu? Yahut aklını kaybetmesine?

Parmaklıklara yaklaşıp parmaklıklara sardığı ellerine dokundum. Birbirimize yakından baktık ve ilk kez kardeş sevgisini gözlerinden gördüm. Kendimi sıksam da gözlerim bu haline dolmuşlardı. Şuurunu yitirmiş gibiydi. Bu hali içimi parçaladı.

Burukça gülümsedim merakla cevabımı bekleyen ona. "Seni affediyorum kardeşim. Tek bir ah etmeyeceğim." Tam kocaman gülümsüyordu ki başımı iki yana salladım. "Lakin bunları kabul etmem mümkün değil. Ancak beni çiğneyerek çıkabilirsin tahta, bunu biliyorsun. Bak, elindeyim. Öldür beni. İçin rahat olsun, affediyorum seni."

Onu ilk kez böylesine kederli bir vaziyette görüyordum. Çenesi titremeye başladığında küçük bir çocuk gibi ağlayacak sandım. Alnını parmaklıklara vurmaya başladı. "Öldüremem. Lütfen kabul et teklifimi. Seni de öldüremem."

Sağ elimi elinin üstünden çekip başını vurmaya başladığı için iki parmaklık arasından elimi uzatıp alnını tuttum. "Dur Richard. Yapma."

Titreyen göz bebekleriyle bana baktı yeniden. Çenesi gibi dudakları da titremeye başlamıştı. "Gerekirse yalvarırım Beatrice. Yeter ki kabul et."

Ellerinin üstünden ellerimi çekerek geriye doğru adımladım. "Üzgünüm kardeşim fakat şerefli bir şekilde ölmeyi tercih ederim."

Bana acı çekiyormuş gibi baktı. "Henüz değil," diye mırıldandı. Başını iki yana salladı. "Henüz değil!"

Sanki bir nöbet geçiriyordu. Oldukça garip davranıyordu. Sözleri gibi hareketleri de tuhaftı. Gerçekten de şuurunu yitirmiş olduğunu anladım.

"Ölüm haberimi almadıkları sürece askerlerim gitmeyecek Richard. Canını ancak beni öldürerek koruyabilirsin."

Gözleri irileşti ve adeta çığlık attı. "Seni öldürmeyeceğim! Sus artık! Sus!"

İki eliyle kulaklarını kapattığında ona üzüntüyle baktım. Ülkemizin geleceği tutsak bir prenses ve delirmiş prense kalmıştı. Ne acı.

"Richard," diye mırıldandım.

Ellerini daha çok bastırdı kulaklarına. "Tek sen kaldın! Ailemden tek sen kaldın," diye haykırdı. Ve arkasını dönüp koşar adım mahzenin içine doğru gitmeye başladı.

"Öldür beni!" Bağırdım arkasından fakat geri gelmedi. Beni öldürmek zorundaydı. Onun tutsağıydım. Beni öldürmek zorundaydı, çünkü ülkemizin istikbali ona bağlıydı. Ben kraliçe olursam soyu devam ettiremezdim. Bu gerçeği herkesten saklıyor olsam da içten içe geçmişin acı anılarına yeniliyordum. Ne kadar istemesem de, ordumu toplayıp onunla savaşmaya gelmiş olsam da hükümdar o olmalıydı. Ben kusurlu bir köylü kızından ibarettim yalnızca. O ise krallığımızın tek umuduydu. Ama bunu itiraf etmeye dilim varmadığı gibi herkese karşı rol yapmaktan başka çarem de yoktu.

🏹🏹🏹

"Demek tahttan vazgeçmiyorsun prenses..."

Kral Charles'a baygın bakışlarımla baktım. "Sizce vazgeçer miyim? Taht benim hakkımken bunu neden yapayım?"

Kral babacan bir tavırla gülümsedi. "Yeğenim seni affedeceğini söyleyip askerlerimi savaş alanından geri çekmemi istedi. Karşılığında tahttan vazgeçeceksin. Böylece hayatta kalacaksın."

Ona acıyarak baktım. "Yeğeninizin gerçek yüzünü size gösterdiğimde üzüntüden neredeyse ölüyordunuz. Şimdi ise gelmiş kendi kanından olan insanlara kıyan kardeşimin tahta geçmesini istiyorsunuz." Alaylı bir nefes verdim burnumdan. Gözlerimi ondan çekip iki gündür aç olduğumdan servis yapılmış yemeği yemeye devam ettim. "Niyetiniz ülkemizin içten parçalanması ise kararınız yerinde."

Göz ucuyla karşımda oturup bana eşlik eden kralın sinirden titreyen ellerine baktım. "Usulleri bile bilmiyorsun. Senin gibi gayrimeşru bir kız koskoca ülkeyi nasıl yönetecek? Topraklarınız komşu üç ülkenizin birleşiminden bile büyük. Her şeyi sana bırakacağımı mı sanıyorsun?"

Bez mendille ağzımı silip tabağımı öne doğru ittim. Ve sert bakışlarımı fersiz yeşil gözlerine diktim. "Siz kimsiniz de benim krallığımın başına kimin geçeceğine karar veriyorsunuz? Papa mısınız siz?" İkimiz de aynı anda kaşlarımızı çattık. "Bütün o topraklar ve içinde yaşayan en ufak hayvanlar dahi bana ait! Haddinizi bilin!"

Kralın gözleri kocaman açıldı. Geldiğimden beri ona saygısızlık yapmamaya çalışsam da artık sabrım tükenmişti. "Siz kendi krallığınızı düşünün. Ölümüzün ardından asıl sizin ülkeniz parçalanacak. Çünkü bir veliahtınız bile yok. Eğer kardeşlerinizin aksine şuurunuz yerindeyse çok sevdiğiniz yeğeninizi veliahtınız ilan edersiniz. Lakin ben ülkemi size ve o soysuza bırakmam!"

Yaşlı adam çenesini sıkmaya başladığında sandalyemi iterek hızla ayağa kalktım. "Şayet kudretin varsa Kral Charles, tahtıma bir haini çıkarmak için canımı alman gerekir!"

Krala arkamı dönerek taht odasından çıktım ve kapıdaki muhafızların beni yeniden kuledeki hücreme çıkarmasına izin verdim. Söylediğim bunca laftan sonra canımı almaları gerekiyordu. Beni öldürmeleri gerekiyordu. Sırf bu yüzden son ana kadar tahttan vazgeçmediğimi söyleyecektim onlara. Benden korkup canımı almaları lazımdı. Başka çarem yoktu.

🏹🏹🏹

Gece yarısı kirli zemini önemsemeden yere kıvrılmış ve derin sayılmayacak bir uykudayken gürültülü top sesleriyle gözlerimi açıp hızla kalktım. Mahzendeki tutsaklar korkuyla bağırmaya başladılar.

"Neler oluyor?"

"Savaş devam ediyor!"

Kaşlarımı çattım söylenenlerle. Ne savaşından bahsediyorlardı? Askerlerim birkaç gün önce toplanıp gemilere binmiş ve gitmişlerdi. Tutsak olduğum hücrenin küçük penceresinden denize açılmalarını üzüntüyle izlemiştim.

Yaklaşık iki haftadır hücredeydim. Richard birkaç kere daha yanıma gelmiş ve beni bağışlayacağını söylemişti. Onu kaale alamadım. Davranışları da söyledikleri de oldukça tuhaftı. Hatta öyle ki Kral Charles bile anlamıştı şuurunu yitirmeye başladığını.

"Vicdan azabı çekiyor. Seni öldürmemem için bana yalvardı. Kararı ona bıraktım. Eğer canını almak isterse alacak."

Her seferinde şartlarını reddetmiş ve beni öldürmesini istemiştim ondan. Bunu onu sınamak için yapmıştım. O ise her beni öldür dediğimde bana bağırıyordu. Öldürmeyeceğini, ben ikna olana kadar beni tutsak edeceğini söylüyordu. Anlamsız bir şekilde iki haftadır bu hücrede tutuluyordum. Vaktiyle Kraliçe Elenor'un da söylediği gibi; ölmeyi bile beceremeyen, aptal bir kızdım ben.

Ben de neyi beklediğimi bilmiyordum. Gerçekten beni öldürmesini mi istiyordum ondan? Yoksa kaçıyor muydum taht savaşından? Gerçi bir tutsakken savaşmam da pek mümkün değildi. Askeri birliğimin de gittiğini düşünürsem...

Bir topun daha surları vurmasıyla içinde bulunduğum kule sarsıldı. Neler oluyordu? Gecenin bir yarısı kim Kral Charles'a saldırıyor olabilirdi ki?

Dışarıya baktığımda kalbim hızlı hızlı atmaya başladı sevinçle. Ana ordum... Gelmişlerdi. Eskisinden kat kat çadır vardı sarayın ilerisindeki açıklıkta. Ateş yakılmış olduğundan kalabalığın silüetini görebiliyordum.

"Kurtulacağım."

Kuleden ve sarayın bahçesinden gelen seslerle ordumun saldıracağını bilmeyen düşman askerleri seferber olmuşlardı. Ansızın yapılan saldırıdan dolayı kimse surlardan çıkamıyordu.

"Prenses!" Sesin sahibi olan genç şövalyeye döndüğümde gergin yüzüyle karşılaştım. "Başından beri planın buydu değil mi? Bizi tuzağa düşürmek için teslim oldun!"

Keyifle gülümsedim. "Sana oldukça alıştım, Şövalye Lupin. İstersen savaşı kazandığımda hizmetime girebilirsin."

Daha çok öfkelendi ve parmağını tehdit edercesine salladı. "Boşuna sevinme prenses," dedi tükürürcesine. "Burada bizimle sıkışıp kaldın!"

Tek kaşımı kaldırdım. Parmaklıklara yaklaşıp tutundum. "Hayır şövalye. Siz benimle burada sıkışıp kaldınız."

Anlamaya çalışır gibi gözlerini kısarak bana baktığında omuz silkip arkamı döndüm ve yeniden düşmana saldıran ordumu pencereden izlemeye başladım. Alevli oklar hızla surların üstündeki askerleri vuruyordu.

"Tek başınasın. Askerlerin içeri giremeyecekler. Bu surlar yüzyıllar boyunca hiçbir düşmanı içeri almadılar, en kuvvetli olacak şekilde dikildiler."

Kahkaha attım. "Baş düşmanınız içerideyken bir orduya gerek mi var?" Başımı çevirip yan gözle ona baktım. "Unutma ki genç şövalye: Krallıklar bir kadın için fethedilir, bir kadın uğruna da yitirilir. Komutanın kendisi kadın ise..." Dolu bir kahkaha attım içime sığmayan sevinçle. "İstersen yerin bin kat dibine gir, seni gözlerinin içine bakarak öldürür." Öfkeyle demir parmaklıklara vurup sarstığı sırada yeniden toplarım surları vurdu. "Biraz daha yaşamak istiyorsan kaçıp saklansan iyi edersin."

🏹🏹🏹

Gün ağardığında ordumu daha net görebilme şansım oldu. Gemiler geri dönmüştü. Onların gittiklerini sanmıştım. Neler olduğunu bilmemek beni meraklandırıp endişelendirirken mahzenin içinde adım sesleri duydum.

"Kralımız senin gibi değersiz biriyle neden görüşsünler? Gir şu hücreye!"

Lupin birini yanımdaki hücreye getirip demir parmaklıkları açtı ve onu içeriye itti. İttiği kişi karşılık vermeden boyun eğerek hücreye girdiğinde Lupin bana baktı. "Esirimizle tanış prenses," dedi ve ukalaca gülümsedikten sonra gitti.

Gözlerimi yanımdaki hücredeki adama çevirdiğimde kolunda ülkemin bayrağının sembolünü görmemle iyice yaklaştım. "Asker... Sen kimsin?"

Esir alınan asker arkasını döndü. "Duydum ki komutanımız teslim olmuş. Kendisini yalnız bırakmak istemedim."

Mutlulukla parmaklıklara tutunup başımı daha çok yaklaştırdım. "Aldous."

Her zamanki muzip gülümsemelerinden birini yaparak o da parmaklıklara yaklaştı. "Beatrice," diye özlemle fısıldadı koyu gözleri yüzümü incelerken.

Hemen yüzümdeki yumuşak ifade yerini sert ifadeye bıraktı. Elimi kaldırıp ona uzanabildiğim kadar uzandım ve omzuna vurmaya başladım. "Aptal! Öldüğünü sandım!" Gülerek elimi yakaladı ve tuttu. "Neden bana haber göndermedin? İki ay sizi bekledik!"

Ona sert çıkışımı önemsemeden gülmeye devam etti. Beni gördüğü için mutlu olduğu belliydi. Bende mutlu olmuştum fakat binlerce soru vardı aklımda. Tabii bazı sorunlarım da...

"Anthony de iyi mi? Neden geç kaldınız? Söylenildiği gibi ordum satın mı alınmıştı?"

Parmaklığa tutunan diğer elimi de alıp tuttu ve sanki aramızda demir parmaklıklar yokmuş gibi yüzünü bana doğru eğdi. Sakalları oldukça uzamıştı. Zaten sert olan çehresi daha da sertleşmişti.

"Başına bir şey geldi diye meraktan öldüm," diye fısıldadı. Sıcak tanıdık nefesi yüzüme vurdu.

"Bende öyle," dedim dudaklarımı büzerken. "Ordugahta beni öldürecekler sandım Aldous. Beni teslim edeceklerdi. Eğer Dük Aaron olmasa belki de ölmüştüm."

Kaşlarını çattı. "Kimler yaptı bunu? Askerler mi?"

Başımı iki yana salladım. "Bir grup soylu. Ama çok korktum. Sizden de haber gelmediği için gücümü kaybettim."

Alnında derin bir çizgi oluştu. Sorgulayan gözlerle bana baktı. "Sana iki ulak yollamıştım. Yazdıklarımı okumadın mı?"

Kaşlarımı çattım. "Ulak mı yolladın? Kimse gelmedi ki."

Vücuduna yayılan öfkeyi sıcak parmak uçlarından hissedip titredim. Dişlerinin arasından mırıldandı. "İçimizde hainler varmış desene." Gözlerini yumup derin nefesler almaya başladı. "Sana ordunun geliş güzergahını değiştirdiğimi yazmıştım. Şehirden gelseydik eğer, korkan halk zarar görecekti. Bu yüzden vadiden geçirdim orduyu. Bu da geç gelmemize neden oldu. Bir süre için geri çekilmenizin daha doğru olacağından bahsetmiştim."

"Ya gönderdiğin ulaklar yolda öldürüldüler ya da satın alındılar. Benim ulaklarım da geri dönmedi."

Ağır ağır başını sallayıp gözlerini açtı. "Üçüncü ulağım orduya ulaşmış olmalı ki Dük Aaron mektubumu aldığında Kral Charles'a geri çekilmiş gibi yapmak için gemilere atlayıp karşıdaki adaya geçmişler." Bu her şeyi açıklıyordu. "Aaron bana yaptığın planı anlattı. Kendini neden riske attın Beatrice? Ya gelmemiş olsaydık? Richard seni bu zamana kadar öldürmediği için şanslıyız."

Fısıldadım mahzendeki başka bir tutsağın duymasından çekinerek. "Richard şuurunu kaybetmiş Aldous."

Şaşkınlıkla gözleri büyüdü. "Ne?"

Bir elimi elinden koparıp işaret parmağımı dudaklarıma götürdüm susmasını sağlamak için. "Ona tahtı bırakmam karşılığında canımı bağışlayacağını söyledi. Hep yanında olmamı istiyormuş. Sanırım gördüğü işkencelerden dolayı ve kimsesi kalmadığı için aklını kaybetmiş."

Aldous sözlerime inanamıyor gibi kaşlarını kaldırdı. "Sözlerine nasıl inanırsın? Seni ikna ederse konseyin ve kilisenin ancak öyle onayını alacağını biliyor. Bu yüzden rol yapıyor."

Başımı hızla iki yana salladım. "Hayır hayır. Sözleri gerçek. İki haftadır elindeyim Aldous. Öldürmek istese çoktan yapardı bunu. Aklını kaybetmesi büyük şansımdı. Lakin o haline üzüldüm. Hiç normal değil. Görsen anlarsın."

Merakla bana baktı. "Teklifini kabul ettin mi?"

"Hayır elbette. Tahta çıkması için beni öldürmesinin şart olduğunu, aksi taktirde buna izin vermeyeceğimi söyledim. Beni ikna edene kadar tutsağı olacağımı söyleyip durdu."

Aldous kaşlarını sertçe çattı. "Ondan intikam almak için yıllarca bekledim," dedi dişlerinin arasından öfkeyle. "Edward'ı öldürmeye çalıştığı için onun canını alacaktım. Lakin o aklını mı kaybetti?"

Yükselen sesiyle arkamı dönüp birinin duyup duymadığını anlamaya çalıştım. "Kimse bilmemeli. Sessiz ol," diye uyardım.

Elimi bırakıp birkaç adım gerilerken uzun saçlarını çekiştirdi. "Duysalar ne olur? Zaten her şey ortada diyorsun." Çenesini kıracak gibi sıktığı belliydi. "Hain köpek! Cezasını benden çekmeden, her işkencemi iliklerine kadar hissetmeden nasıl aklını kaybeder?"

Öfkeyle taş duvara yumruk attığında yerimden sıçradım. Ona düz bir ifadeyle bakmaya başladım. "Ağabeyimi o değil ben öldürdüm Aldous. Eğer intikam almak istiyorsan benden al."

Şaşkınlıkla bana döndüğünde öfkesinin yerini yumuşak bir ifade almaya başladı gözlerimde gördükleriyle. "Öyle demek istemedim. Onunla savaşım başka. Senden intikam almam."

Alayla dudağımın köşesini havaya kaldırdım. "Deli kardeşimden de alacak bir intikamın yok."

Sözlerim onu hayrete düşürdü. Ve beni de. Richard'a olan öfkem geçmiş miydi yoksa? Kinim? Gözüme iki haftadır acılı küçük bir çocuk gibi göründüğü ve sevgisini bana kanıtlamaya çalıştığı için onu içten içe öldürmek istemekten vaz mı geçmiştim? Belki de artık gerçeklerin farkında olduğum için böyle düşünüyordum. Richard'ın yaşaması gerekiyordu. Ölmesi gereken bendim.

"Bir haftadır o korkağa tahammül ettiğim yetmezmiş gibi bir de Richard'ı affettiğini mi söyleyeceksin bana?"

Öfkeli sorusuyla kaşlarımı çattım. "Hangi korkağa?"

Ağzından kaçırmış gibi panikleyip gözlerini benden kaçırdığı sırada büyük bir gürültü ve sarsıntıyla yere düştük.

"Beatrice!"

Kulaklarım çınlıyordu. Gözlerimi açtığımda etraf beyaz bir toz bulutuyla kaplanmıştı. Boğazıma kaçan tozlarla öksürerek ne olduğunu anlamaya çalıştım. Toz bulutu yavaş yavaş dağılırken Aldous'un da öksürük seslerini duyabiliyordum. Hücreme bir top güllesi isabet etmişti ve demir parmaklıklar parçalanmıştı.

Endişeyle yerden kalmaya çalışıp Aldous'a baktım. Kolunu ağzına yaslamış öksürüyordu. Gözleri bendeydi fakat benim gibi kulakları çınladığı yüzündeki rahatsız ifadeden belliydi. "Bak," dedi öksürüklerinin arasından parmaklıklarımı işaret ederken. Ellerimi kulaklarıma bastırıp çınlamanın geçmesini dilerken o da ayağa kalktı. Hâlâ öksürüyordu. "Kaç, Beatrice!''

Bir ona bir geçebileceğim büyüklükte parçalanmış demir parmaklıklara baktım. "Sen ne olacaksın?'' Kolumu onun gibi ağzıma götürüp öksürüklerimi kesmeye çalışıyordum.

"Beni düşünme. Kaç."

Ordumun attığı top hücremin tam ortasından geçmişti. Eğer pencereden bakıyor olsaydım çoktan ölmüştüm. Ne trajik olurdu ama. Kurtarmaya çalıştıkları müstakbel kraliçelerini öldüren bir ordu...

Öksürmeye devam ederek boşluktan geçtim ve hücremin dışına çıktım. Etrafa bakınıp Aldous'u nasıl çıkaracağımı düşünmeye başladığımda Aldous eliyle bir yeri gösteriyordu. İleride duvara asılı bir anahtarlık vardı. Koşarak anahtarlığı elime aldığımda neredeyse yere düşürecektim. Elli kadar anahtarın olduğu ağırca bir anahtarlıktı.

Taşımaya bile zorlanırken birini seçip Aldous'un kapısını açmaya çalıştım fakat başaramadım. Aldous uzanıp elimi tuttu. "Sen git, zaman kaybetme. Ben hallederim."

Gözlerim tozdan sulanırken mahzendeki tutsakların bağırışları kulağıma geliyordu. Onları da çıkarmam için yalvarıyorlardı. Anahtarlığı Aldous'un ellerine bırakıp koyu kahverengi gözlerine baktım. "Acele et."

Arkamı dönüp koşarak mahzenden çıktım. Hiçbir muhafız yoktu. İşin kötü yanı belki bir muhafız olsa onu alaşağı edip kılıcını alabilirdim. Fakat muhafızlar da ani saldırıdan dolayı savaşa çağırılmış olmalıydılar.

Kulenin merdivenlerinden inerken bir top daha çarptı ve parçaladı az önce inmiş olduğum kule merdivenlerini. Sarsıntıdan ayağım kaydığında birkaç basamak düşüp son anda duvara tutunup kendimi durdurdum. Öfkeyle homurdandım. "Aptallar, beni öldürecekler!"

Merdivenlerden inip doğu kanadına girdiğimde bir köşeye geçip saklandım. Koşuşturan bir grup askeri gördüm. Sanırım hepsi güney kadına kralı korumaya gidiyordu. Siyah kalın perdenin arkasından çıkarak hizmetli bir kadının arkasından yavaş yavaş yürümeye başladım. Sarayı bilmediğimden kaybolmadan çıkışı bulmak istiyordum.

Kadının köşeyi dönmesiyle ben düz devam etmeye karar verdim ve koşmaya başladım. Arkama baktığımda iki üç askerin bu tarafa yöneldiğini görüp girdiğim ilk kapıdan içeriye girdim. Ve şansıma...

Balo salonu olduğunu tahmin ettiğim salonun içinde başka bir kapı aramak için koşuştururken gördüğüm tek kapıdan Richard girdi. "Kardeşim... Nereye gidiyorsun?"

Telaşla bana yaklaşan adımlarından dolayı geriye doğru adımlamaya başladım. "Hiçbir yere gitmiyorum."

Yüzündeki ifade sertleşmeye başladı. Haykırdı. "Gidemezsin zaten! İzin vermem!"

Başımı etrafa çevirip bir çıkış yolu bulmaya çalışırken iyice dibime girip beni yakaladı. "Bırak beni," dedim kolumu sertçe sıkan elinden kurtulmaya çalışırken.

"Senin canını bağışlamışken beni bırakıp nereye gidiyorsun?" Dişlerinin arasından adeta hırladı. Gözleri irileşmişti. "Yoksa beni mi öldürecektin? Bu yüzden mi kaçıyorsun?"

Başımı hızla iki yana salladım. "Kral Charles beni öldürecek Richard. Kaçmak zorundayım." Yalanım inandırıcı olsun diye ona korkulu gözlerle baktım. "Ailemden tek sen kaldın. Sen benim kardeşimsin. Seni öldürmem," dedim onu sınamak için.

Bakışları yumuşadı ve kolumu tutan elini gevşetti. "Yalan söylemiyorsun değil mi? Sen de bana kıyamazsın. Değil mi?"

Başımı salladım. "Elbette kıyamam." Ellerimi yüzüne yaklaştırıp yanaklarını kavradım ve sevecen şekilde gülümsedim. "Ama dayın bana kıyacak Richard. Beni saklamalısın."

Endişelendiğinden göz bebekleri titredi. Ellerimin üstüne ellerini yasladı. "İzin vermem kardeşim. Sana kimse zarar veremez." Tam onu ikna ettiğimi sanmışken kaşlarını merakla kaldırdı. "Kabul ediyor musun tahta çıkmamı?"

Ellerimi yanaklarından çektim. Omuzlarımı dikleştirdim ve keskin bakışlarla ona baktım. "Hayır Richard. Artık tahta çıkman mümkün değil." En azından bir süreliğine...

Kaşlarını çattı. "Bu da ne demek oluyor? Beni affetmiştin, tahta çıktığımda yanımda yer alacaktın."

Başımı dudaklarımı ısırarak iki yana salladım. "Ülkemizi yönetebilecek vaziyette değilsin Richard. Aklını yitirmişsin."

Bana şaşkınlıkla baktı. "Ne diyorsun sen Beatrice? Benim aklım yerinde!"

Ona doğru bir adım attığımda ürkekçe geri çekildi. "Gel beraber topraklarımıza gidelim. Orada hekimler sana baksınlar. İyi olacaksın."

Derin nefesler almaya başlayıp geriye doğru adımlayıp benden kaçmaya çalıştı. "Beni öldüreceksin! Beni affetmedin!" Gözyaşları gözlerinden akmaya başladı. Çıldırmış gibi bağırdı. "Bana yalan söyledin! Beni öldüreceksin!"

"Hayır, ben..." Kılıcını bir anda çekip boynuma dayadığında kalakaldım. "Richard... Ne yapıyorsun?"

Gözyaşları hâlâ akarken bağırdı. "Sana söz vermiştim! Seni bağışlayacaktım!"

Yerimden kıpırdayamazken titrekçe bir nefes aldım. "Seni öldürmeyeceğim Richard. Benimle ülkemize..."

Richard'ın arkasındaki karartıya gözüm takıldı. Siyah pelerinli, başına pelerinin kapüşonunu geçirmiş bir adam Richard'a ok doğrultuyordu. Ne yapacağımı bilemedim. Onu kurtarmalı mıydım? Şuurunu yitirdiği için tahtta artık önümde engel değildi. Eğer ikna edip ülkeye geri götürebilirsem onu kilit altında tutabilirdim. İyileşince de tahta çıkmasına izin verirdim. Krallığımızın istikbali ona bağlıydı. Ben harcanmaya değerdim bu uğurda.

"Richard, çekil!"

Richard uyarımla irkilip baktığım yöne bakmak için dönerken okçu yayını daha sıkı gerdi ve havaya kaldırarak saldı. Ne olduğunu bile anlayamadan gösterişli avize Richard'ın üstüne düştüğünde kendimi yana atıp kurtuldum.

"Richard!" Acı dolu inlemesi kulaklarıma gelirken yerimden kalkıp onun yerdeki bedenine baktım.

Her yer cam kırığıydı. Avizenin metal plakası Richard'ın karnına saplanmıştı ve yüzü gözü cam kırıklarından kanıyordu. Koşarak yanına gittim.

"Beatrice," diye fısıldadı bedeni titrerken bana acılı gözlerle bakıp.

"Sana yardım edeceğim," dedim endişeyle. Lakin bunun mümkün olmadığı apaçık ortadaydı. Avize öylesine ağırdı ki kaldırmam mümkün değildi. Ve metal parçaları bedenine saplanmışken avizeyi kaldırdığımda kan kaybından ölecekti. Öyle derin gözüküyordu ki yaraları, organları bile parçalanmış olabilirdi.

İstemsizce gözlerim dolduğunda yaşlar yanaklarımdan süzülmeye başladı. Neden ağlıyordum? Ailemi öldürmüş biri için neden? Kulaklarımda annemin ölürken attığı çığlıklar varken son umudumu kaybediyor olmak göğsümü yakıp kavuruyordu. Ölemezdi. Ölmemesi gerekiyordu.

"Öldür beni," dedi zorlukla. Ona hayretle baktım. "Canım çok acıyor. Yalvarırım öldür beni."

Senin sonunu ellerimle getireceğim! Seni mahvedeceğim Richard! Bana yalvaracaksın!

Böyle demiştim ona. Bana ölmesi için yalvaracağı hakkında yemin etmiştim kendime. Kendime verdiğim sözü tutmuştum. Ölmek için bana yalvarıyordu. Lakin hayal ettiğim bu değildi. Böyle ölmesi değil.

Acılı inlemeleri ve yakarışları dinmiyordu. Öylece dikilmiş ne yapacağımı bilemeyerek can çekişen bedenine bakıyordum. "Yalvarıyorum işte! Al canımı. Ne olur al canımı."

Bu savaşı sen başlattın. Ve emin ol söylediğim gibi ölmek için yalvarmadığın sürece senin canını almayacağım.

Sertçe yutkundum. Kendimi ikna etmek ister gibi başımı sallayarak buğulu gözlerimi etrafta gezdirmeye başladım. Richard'ın yerdeki kılıcını gördüm.

"Beatrice... Al canımı. Durma al. Çok acı çekiyorum."

Sesi kısık kısık geliyordu. Kılıcı titreyen elimle kavrayıp yanına yürüdüm. Tepesinde dikilip ona bakarken acıyla kısılmış gözlerini kaldırıp bana baktı.

"Sözünün eriymişsin kardeşim. Hükümdarlığın daim olsun."

Bu sözleri ondan duymayı beklemiyordum. Maalesef ilk kez hakkımda dilediği tek iyi şey gerçekleşmeyecekti. Burukça gülümsedim ve fısıldadım. "Huzur içinde uyu kardeşim."

Kılıcı hızla havaya kaldırıp göğsüne sapladım. Titreyen bedeni durdu ve yavaşça gözleri kapandı. Kendi kılıcıyla kardeşi tarafından öldürüldü.

Gözyaşlarımı silip onun ölü bedenine daha fazla bakmamak için bizi izleyen pelerinli adama döndüm. Ona dönmemle başını eğdi. Kapı açıldı ve içeriye Aldous girdi.

"Düşman saraya girdi!"

"Prens Richard nerede?"

"Prenses kaçmış!"

Açılan kapının ardından koşuşturan askerlerin sesleri kulaklarıma dolarken Aldous'un şaşkın bakışlarıyla karşılaştım. Pelerinli adama döndü ve yumruklarını sıktı.

Açık kapının önünden koşturan askerler dönüp bizi gördüklerinde duraksadılar. Herkes yavaş yavaş içeriye girmeye başlarken fısıltılar çoğaldı. Hepsi hayretle öldürdüğüm kardeşime bakarken Şövalye Lupin de onlara katılmıştı. Ben ise kardeşimi öldürmeme neden olan okçuya kilitlenmiştim.

Aldous'un yaklaşıp ona bir şey söylemesiyle pelerinli adam pelerininin kapüşonunu açtı ve tanıdık gözleri beni buldu.

İçimde bir ateş yanmaya başladı. Bu ateş ruhumu esiri aldı. Richard ölmüştü, tahtta artık önümde hiçbir engel yoktu. Lakin kardeşimin ölümüyle onun korkusu benim gerçeğim oldu. Ailemden herkesin ölümüne yol açmış oldum. Kimsesiz kaldım. Yapayalnız.

Ölen o oldu lakin cehennem ateşlerinde ben yanmaya başladım.

Continue Reading

You'll Also Like

21K 1.3K 25
"sende mi gideceksin benden " dedi adam kadın arkasına dönmeden sildi gözyaşlarını ve derin bir nefes alıp " bizim kisi KAN İÇİNDE AŞK Azer bize mut...
65.8K 7.8K 23
Uzun uğraşlar sonucu, koruyucumun aşkına tüm kalbimle inanmıştım. Şimdiyse sırada krallığımızı kurmak, orayı neşeli kahkahalarla süsleme zamanıydı. O...
380K 39.5K 33
EJDERHALAR SERİSİ 2.KİTABIDIR ... Freya, öğrendiği geçmişi ile intikam almak için geri dönüyor. Acı, keder ve yıkım tek bir çözümle biterdi. Freya'nı...
VAZİFE By ALGON

Historical Fiction

10.3K 607 26
Osman bey Alaeddine vazife vermişdir. Ama bu vazife onların planladığı gibi olmaz ve başka kötü şeyler olur