GAYRİMEŞRU PRENSES

By kayipyazar13

113K 9.3K 1.8K

Gayrimeşru bir prensesten kraliçeliğe gidilen meşakkatli bir yol... En büyük varisi ölen kral, kızını öldürme... More

1.BÖLÜM: Gayrimeşru Prenses
2.BÖLÜM: Saraya İlk Adım
3.BÖLÜM: Taht Odası
4.BÖLÜM: Kabul Töreni
5.BÖLÜM: Balo
6.BÖLÜM: Maskeli Yabancı
7.BÖLÜM: Saraydan Ayrılma
8.BÖLÜM: Düşmüş Yıldız
9.BÖLÜM: İsyan
10.BÖLÜM: Kurtuluş
11.BÖLÜM: Ceza
12.BÖLÜM: Saray Adabı
13.BÖLÜM: Gizlice
14.BÖLÜM: Tahtın Varisi
15.BÖLÜM: Kaçırılma
16.BÖLÜM: Kayıp Prenses
17.BÖLÜM: Kaba Adam
18.BÖLÜM: Son Görüş
19.BÖLÜM: Prens Richard
20.BÖLÜM: Tahtın Yasal Varisi
21.BÖLÜM: Boş Taht
22.BÖLÜM: Tutsak
23.BÖLÜM: Acı
24.BÖLÜM: Öfke
25.BÖLÜM: İntikam
26.BÖLÜM: Dost
27.BÖLÜM: Dost Görünümlü Düşman
28.BÖLÜM: Düşman
29.BÖLÜM: Yüzleşme
30.BÖLÜM: Avuçtaki Kan
31.BÖLÜM: Sevgi
32.BÖLÜM: Terkediş
34.BÖLÜM: Yenilgi
35.BÖLÜM: Zindan
36.BÖLÜM: Kan
37.BÖLÜM: Paramparça
38.Bölüm: Günahkar
39.BÖLÜM: Gizli Hazine
40.BÖLÜM: Kraliçe
41.BÖLÜM: Yargılanma
42.BÖLÜM: Kral John
43.BÖLÜM: Evlilik
44.BÖLÜM: Sadakat
45.BÖLÜM: İtiraf
46.BÖLÜM: Uzaklara
47.BÖLÜM: Saadet
48.BÖLÜM: Krallığın Sonu
49.BÖLÜM: Sır
50.BÖLÜM: İntikam Yemini
51.BÖLÜM: Haber
52.BÖLÜM: Çığlık
53.BÖLÜM: Matem
54.BÖLÜM: Kayıplar
55.BÖLÜM: Uyanış (Final)

33.BÖLÜM: Yas

960 97 11
By kayipyazar13

"Senin görevin krala ve prensese gelen her yemeği önceden tatmak değil mi? Sen nasıl hayattasın?"

Aldous'un öfkeli sesiyle gözlerimi yumup elimi alnıma götürdüm ve başım ağrıdığından ovuşturmaya başladım.

"Yemin ederim bütün yemeklerin tadına baktım efendim. Tanrı şahidim ki baktım."

Sert adım seslerinin ardından bir tokat sesi yankılandı büyük salonda. Ardından bir tane daha. "Sen bizimle oyun mu oynuyorsun? Kimin köpeğisin?"

Adamın ağlamaklı sesi yalvarır gibiydi. "Bağışlayın. Tatlılar mutfaktan çıkmadan onların da tatlarına baktım. Yemin ederim ki baktım. Şahitlerim de var."

Başka bir adamın sesi duyuldu. "Evet efendim. Tatlıyı yapan bendim. O da tadına baktı. Ardından bir uşak gelip bizden aldı ve prensesin odasına götürdü."

Anthony kulağıma doğru eğildi. "Mutfaktan sizin odanıza gelirken tatlıya zehir koymuş olabilirler." Gözlerimi açıp ona baktım. Ağır ağır başımı salladım.

"Kralımızın tabağı geri getirildi mutfağa. İsterseniz tadına bakarım."

Çeşnicibaşı Aldous'u ikna etmeye çalışırken kaşlarımı çattım. Aldous eliyle masadaki tatlıyı gösterdiğinde adam titreyen elleriyle tatlıdan bir çatal aldı. Birkaç dakika bekledik fakat gayet iyi durumdaydı.

Ayağa kalktım. Kalkmamla saray mutfağında görevli herkes korkuyla başlarını eğdiler. Masaya yaklaşıp tatlı tabağına baktım. Kaşlarımı kaldırdım. "Bu tabak kimin demiştiniz?"

Tatlıyı yapan adam hemen öne çıktı. "Kralımızın tabağı."

Tabağı elime aldım. "Nereden biliyorsunuz? İki tabak da aynıydı."

Adam başını iki yana salladı hızla. "Hayır prensesim. Kralımızın tabaklarının altında her zaman isimlerinin baş harfi olur. Bu bir kuraldır."

Tabağı kaldırıp altına baktım ve altın rengindeki L harfini gördüm. Gözlerimi iri iri açarak Aldous ve Anthony'e baktım. "Zehirlenmek istenen bendim! Kral babam değil." İkisi de yanıma gelip tabağı ellerine alıp altındaki harfi gördüler. "Uşağa tatlımı geri götürmesini söyledim. Babamın tabağını ona verdim. Babam da benim tatlımı yedi. Uşağın hali de bir tuhaftı." Hızla ip gibi dizilmiş hizmetkârların karşısına geçip onları incelemeye başladım. "Nerede o? Tatlıyı getiren uşak hanginiz?" Kimseden ses çıkmayınca öfkeyle bağırdım. "Hanginiz?"

Çeşnicibaşı ve tatlıyı yapan aşçı birbirlerine bakıp ardından uşakların olduğu tarafa baktılar. Aşçı tedirginlikle mırıldandı. "Burada değil."

"Nerede o halde?" Anthony'e çevirdim başımı. "Bul onu. Çabuk bul onu!"

Anthony aşçıyı ve çeşnicibaşını yanına alarak salondan çıkarken başım döndüğünden masanın kenarına tutundum. Aldous yanıma gelip beni kolumdan ve belimden tutarak destekledi. "Muhafızlar, atın şu işe yaramazları zindana! Hepsi tek tek sorguya çekilecek."

Muhafızlar onları götürürken Aldous bana sandalye çekti. Gözlerimden yaşlar akmaya başladığında başımı ellerime yasladım ve masaya kapandım.

"Benim yüzümden öldürüldü. Canı alınmak istenen bendim." Ciğerlerim çıkarcasına ağlayıp masayı yumruklamaya başladım. "Benim suçum! Kendi tatlımı ona verdim! Hepsi benim suçum!"

Babam dün gece ölmüştü. Hekimler geldiklerinde müdahale edemediler. Zehirlenmiş olduğunu söylediler. En acısı da babam ağabeyime verdiğim zehirle zehirlenmişti. Eğer o tatlıyı ben yeseydim ağabeyimle aynı sonu yaşayacaktım. Ama lanet olsun ki bunu babam yaşamıştı. Dün gece sabaha kadar sarayda çığlıklarım yankılanmıştı. Sonunda hekimler sakinleşmem için daha önce koklattıkları kokuyu bana koklatıp zorla bir çay içirdiklerinde sakinleşip kendime gelebilmiştim.

Anthony sabaha karşı Aldous'a haber vermişti. O gelip bütün saray mutfağındaki çalışanları ve yemekleri bize getiren uşakları tespit edip sorguya almıştı. Lakin hiçbir sonuca ulaşamamıştık.

Nasıl olmuştu da fark edememiştim gece tatlıyı getiren uşağın endişesini? Her şey apaçık ortadaydı. Lakin aklıma dahi gelmemişti.

"Bul o uşağı Aldous! Kim benim canıma kastedip babamı öldürdü bilmek istiyorum! Onu sağ olarak bana getir ki ciğerini sökebileyim," dedim öfkeyle tıslayarak.

"Sana onu getireceğim Beatrice."

🏹🏹🏹

Gözyaşlarım hiç durmadan akarken çığlık atıp acımı yere göğe haykırmak istiyordum. Babamın soğuk elini tutup acıyla inlerken elinin üstünü öpmeye başladım. "Affet beni baba. Benim yüzümden öldün. Affet."

Kapalı gözlerine ve silmiş olmalarına rağmen dudaklarının kenarından belli olan kurumuş kanlara bakıp iç çektim. Daha dün benimle gülerek akşam yemeği yerken şimdi cansız bedeniyle yatağında öylece uzanıyordu.

"Anneme kavuştun. Ağabeyime de öyle. Gerçekleri öğrendiysen eğer benden nefret ediyor olmalısın. Ağabeyim kendisini benim öldürdüğümü sana söylemiştir." Kendi kendime mırıldanmalarımla aklımı kaybediyormuş gibiydim. "Sana ihtiyacım var. Kimsesiz kaldım. Seni de kaybettim. Nasıl dayanacağım? Yapayalnızım. Ben ne yapacağım? Baba, lütfen kalk."

Kalbim öyle şiddetli ağrıyordu ki, nefes almakta zorlanıyordum. Cayır cayır yanıyordum. Gözlerim babamın ölümüne şahitlik ettiğim anları yeniden bana gösterirken kulaklarımda kraliçenin sözleri yankılanıyordu.

Hiçbir şey sandığın gibi olmayacak. Sarayda yaşamanın kolay olduğunu mu sanıyorsun? Bu saray içinde yaşayanlara bedel ödetir. Bedel ödemeye hazır mısın? Bana ilk geldiğin gün söylediklerini hatırlıyor musun? Yalnız olduğumu, muhafızların maaşlarını iki gün geciktirirsem isyan edeceklerini, korkmam gerektiğini söylemiştin. Benim varlığımın burada olmasına gerek yok. Senin korkmak için yeteri kadar nedenin olacak. Saraya girebilmeyi hatta kraliyet tarihinin en kudretli kraliçesini alt etmeyi başardın. Lakin görecek ve anlayacaksın ki küçük kız, sarayda barınmak sandığın kadar kolay olmayacak.

Etrafında sana samimiyetle yaklaşan kimse kalmadığında, herkes senden ve gücünden faydalanmak istediğinde, sana saygı duydukları için değil senden korktukları için itaat ettiklerinde, kraliyetin en küçük sorunu bir çığ gibi büyüyüp omuzlarına bindiğinde, sevdiğin ve seveceğin herkes seni terk ettiğinde... Senin de sonun benim gibi olacak. Ben bu ülkenin kraliçesiydim, uzun yıllar babanla birlikte ben yönettim bu kudretli toprakları. Sense bir hiçsin. Kraliyet soyundan olman tahta geçeceğin anlamına gelmiyor. Bir isyan daha için benim burada olmama gerek yok. Halk arasında kulaktan kulağa yayılan ufak bir fısıltı senin sağır olmana yetecek.

Maalesef bir gün tahta istemesen de oğlum Richard çıkacak. O gün geldiğinde daha büyük acılar çekmemen için ölmeni istemiştim. Sense öylesine ahmaksın ki, ölmeyi bile beceremedin. Ne Richard ne halk... O gün geldiğinde şimdi en sadık olduğunu düşündüğün Percival bile sana ihanet edecek. Seni çiğ çiğ parçalayacaklar. Kimse sana merhamet etmeyecek.

Bunu biliyorum. Çünkü yaşadım. Ama aramızdaki en büyük fark şu ki: Ben gerçek bir prensestim. Ve gerçek prensesler tahtın uğruna gerekirse ölmeyi değil öldürmeyi seçerler. En yakınlarımın kanları avuçlarıma doldu yıllarca. Ben onları öldürmesem onlar beni öldüreceklerdi.

Haklıydı. O gün kaale almayıp alay ettiğim bütün sözlerinde haklıydı. Ağabeyimin ve babamın kanı avuçlarıma dolmuştu. Ben bir katildim. Kendi kanından olan ağabeyine kıyan korkak bir katil... Sonunda babamı da kaybetmiştim.

Babamın ölümünü öğrenince halk üzerime yürüyecekti. Kimse beni onların elinden kurtaramayacaktı. Çiğ çiğ parçalayacaklardı beni. En güvendiğim insan, bana her daim sadık olan Percival da burada değildi. Sevdiğim ve seveceğim herkes tarafından terk edilmiştim. Kimse bana merhamet etmeyecekti.

Hırıltıyla nefes almaya başladığımda deli gibi atan kalbimin üstüne yasladım elimi. Ağabeyim öldükten sonra geçirdiğim gibi bir nöbet geçirmekten korkarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım.

Kapı tıklandı. Babamın elini ve alnını son kez öpüp odadan çıktım. Anthony beni bekliyordu. "Uşak bulundu. Şehirden kaçmaya çalışırken onu yakaladık."

Dişlerimi sıktım. "Nerede o soysuz?"

Önüme geçip onu takip etmemi istediğinde alt kata inip taht odasına girdik. Birkaç muhafız onu yere çöktürmüşken Aldous adama öfkeyle bağırıyordu.

Beni gördüğünde kenara çekildi. Dün geceki uşağa nefretle baktım. "Söyle! Bunu neden yaptın? Beni zehirlemeye çalışıp kralımızın ölümüne nasıl sebep oldun?"

Uşak ondan beklemediğim şekilde korkusuzca bakıyordu gözlerime. Hatta bir o kadar da rahattı. Dudaklarını büzdü. "Ölmesi gereken sendin, kralımız değil. Ne yazık ki babana zehirli tatlıyı kendi ellerinle ikram ettin prenses."

Aldous adamın üstüne çullanacakken Anthony önüne geçti. Kendimi sakin olmaya zorladım.

"Kim verdi bu emri sana?"

Başını kaldırıp kendini omuzlarından bastırıp yerde zorla tutan muhafızlara baktı alayla. Sonra aynı ifadeyle gözlerime. "En güvendiğiniz kişi. Bu emri bana Kont Percival verdi."

O gün geldiğinde şimdi en sadık olduğunu düşündüğün Percival bile sana ihanet edecek.

Aldous ve Anthony şaşkınlıkla bana döndüklerinde yumruklarımı sıktım. "Yalan söylüyorsun!"

Gülümsedi. "Nerede olduğunu biliyor musunuz? İhanet edenin o olmadığı ne malum?"

Muhafızlara verdiğim işaretle onu ayağa kaldırdılar. Şimdi karşı karşıyaydık. "Canının bağışlanmasını istiyorsan bana asıl emri verenin kim olduğunu söyle."

Kahkaha attı. "Bağışlanmak mı? Masumlara bile acımayan prenses, kral babasını öldürdüğüm halde beni mi bağışlayacak? Muhafızların tarafından böyle tutulurken sözlerin hiç ikna edici gelmiyor."

Ellerimi birbirine kenetleyip avuçlarımı ovuştururken Anthony'le birbirimize baktık. Bu adam sadece bir uşak değildi. Eğitilmiş biriydi. Bunu anlamıştık. Muhafızlara elimle çekilmelerini işaret ettim. "Geri çekilin." Derin bir nefes alıp serbest kalmış uşağa baktım. "Söyle. Emri kim verdi?"

Adam bir anda koşmaya başladığında muhafızlar da peşinden koşturdular. Taht odasının diğer ucuna babamın ve benim tahtımın arkasına koştu. Muhafızların önüne geçip aramızda birkaç adım olan adamın karşısına dikildim. İki tahtın arasındaydı.

"Söyle diyorum sana!"

Çenemi sıkıp ona gözlerimi irileştirerek baktım. Kahkaha attı. Ve kuşağının içinden hançerini çıkardı. Aldous ile Anthony hemen beni korumak için yanıma geldiler.

Parmağıyla babamın tahtını gösterdi. "Prens Richard gelecek ve hakkı olan tahtı alacak. Çok yaşa, Kral Richard!"

Ardından hançeriyle boğazını kesti ve yere yığıldı. Biz ise hayretle onun yerdeki bedenine bakıyorduk. Tam bu sırada koşarak bir ulak girdi kapıdan. Anthony'nin önüne gelip telaşla konuştu. "Şövalyem... Emrettiğiniz gibi prensin tutulduğu adadan geliyorum. Prens Richard firar etmiş."

Bacaklarım boşalırken kendimi üç basamaklı merdivenin ortasına bıraktım. Derin derin nefes almaya başladım. Kalbim sıkışıyordu.

"Bu nasıl olur? Oradan nasıl kaçabilir?"

Anthony'nin telaşlı sorusuyla ulak yerine sindi. Endişeli gözlerini babamın tahtına ardından bana çevirdi. "Kral Charles onu kaçırmış. Prens Richard büyük bir orduyla tahta yürüyecekmiş."

Kulaklarımda yeniden kraliçenin sesi yükseliyordu: Bu saraydan bugün ayrılıyorum lakin elbet geri döneceğim. Üstelik oğlum Richard kral olmuş bir şekilde ve mutlak mülkiyet bana ait olarak.

Kraliçe geri dönemeyeceği bir yere gitmişti. Lakin Richard hâlâ hayattaydı. Ve eminim ki durmayacaktı.

Senin cezan yaşamak olacak! Sevdiğin herkesin ölümüne sen sebep olacaksın. Cehennem ateşlerinde yanmayı burada, ait olmadığın sarayda kalarak tadacaksın. Cayır cayır kavrulacaksın Beatrice. Ölmek için, ölebilmek için tanrıya yalvaracaksın. Halkın yıllardır dilinde dolaştığı gibi lanetli olduğunu anlayacaksın. Sen uğursuzsun. Günah tohumusun. Benden çaldığın hayatın bedelini yemin ederim ki ödeyeceksin. Hem de her gün!

🏹🏹🏹

"Burada bulunmanız doğru değil prensesim. Tahtın veliahtısınız. Size bir şey olursa..."

Anthony'e boş boş baktım ve arkamızdaki halkın içindenmiş gibi giyinmiş muhafızları gösterdim. "Bu kadar asker beni koruyamayacaksanız sizin göreviniz ne?"

Başını eğip sessiz kaldığında iç çekerek bende önüme döndüm. Pelerinimin kapüşonunu başıma geçirdim. Kimse beni tanımadan sıradan biriymiş gibi girdiğimiz kasabada gözlerim herkesin üstündeydi.

Yaşlı bir adamla eşi olduğunu düşündüğüm kadını gördüğümde Anthony'e işaret yaptım. Onların yanına doğru yürümeye başladık. Ben arkamı dönerken Anthony konuştu.

"İyi günler. Biz birini arıyoruz. Tanıyor olabilir misiniz?"

Yaşlı adamla eşi konuşmayı kestiler. Göz ucuyla onlara baktığımda Anthony'i süzdüler ve gözleri benimle arkamızdaki adamlara kaydı.

"Kimi arıyorsunuz? Aradığınız kişi bu kasabadaysa muhakkak tanıyorumdur."

Heyecanla derin bir nefes aldım. Umarım babam bana doğru bilgi vermişti. Ölmeden önce kulağıma Percival'ın bu kasabada yaşadığını söylemişti. Tabii birkaç şey daha. Onları düşünmek için daha erkendi. Önceliğim Percival'ı bulmaktı.

"Percival adında yirmilerinin sonunda bir delikanlı."

Yaşlı adam kaşlarını kaldırarak eşine baktı. Çenesindeki uzamış sakallarını kaşıdı. "Percival mı? İsmi hiç tanıdık gelmiyor."

Kaşlarımı çatarak beni tanımayacaklarını umup onlara döndüm. Anthony'i gösterdim. "Bu beyefendinin boylarında, uzun kumral saçlı, yeşil gözlü."

Yaşlı adam bizi yeniden süzerken gözleri düşünceliydi. Eşi konuştu. "Tarif ettiğiniz gibi çok delikanlı yaşıyor bu kasabada. Ailesi var mı? İsimlerini biliyor musunuz?"

Anthony bana baktığında umudum gittikçe azalıyordu. Birkaç saniye düşünmeye çalıştım. Kendini nasıl tanıtmış olabilirdi ki? Bir kont olduğunu ve görevlerini bırakıp kaçtığını söyleyecek hali yoktu.

"Ailesi yok. Buralı da değil. Yaklaşık bir buçuk yıl önce buraya yerleşmiş olmalı."

Adam hatırlamış gibi gülümsedi. "Evet evet, o genç adam... Uzaklardan geldiğini söylemişti. Kimsesi yokmuş. Kılıç ustasıymış. Madenlerden çıkartılan metallerden kılıç döverdi."

Anthony ve ben birbirimize şaşkınca baktığımızda eşi merakla sordu. "Siz onu nereden tanıyorsunuz? Kimsesi olmadığını söylemişti."

Anthony kadına baktı. "Benim eski bir ahbabım. Ona borcum vardı. Burada yaşadığını öğrenince de onu ziyaret edip borcumu vermek istedim."

Yaşlı adam eliyle beni gösterdiğinde benim kim olduğumu merak ettiğini anladık. "Eşiyim," dedim Anthony'i işaret ederek.

Yaşlı kadın büyük bir beğeniyle beni süzdü. "Benim gençliğimdeki gibi çok güzelmişsin. Şansın hep açık olsun."

Gülümseyerek teşekkür ettim. Yaşlı adam konuyu tekrar toparladı. "Siz George'u arıyorsunuz o zaman."

Anthony bana baktığında adama baktım. "Evet evet, onu arıyoruz. Vaftiz babasının ismini kullanmaya başladığından beri böyle karışıklıklar yaşıyoruz maalesef."

Kadın üzüntüyle dudaklarını büzdü. "Ama George gitti."

Endişeyle sordum. "Nasıl? Nereye gitti? Ne zaman?"

Babam öleli bir hafta oluyordu. Halka birkaç güne öldüğünü duyuracaktık. Biz duyurmasak saraydakiler ağzından kaçıracaktı yoksa. Babam da hemen ölmeden önce Percival'ı nerede bulacağımı söylemişti. Eğer gitmiş olsa bilirdi.

"Üç gün önce sabaha karşı kasabadan ayrıldı," dedi yaşlı adam.

"Nereye gittiğini söylemedi mi?"

Kadın başını iki yana salladı. "Hayır. Burası küçük bir kasaba. Kılıçlarını alacak pek insan olmuyordu. Kendilerine yeni bir hayat kuracaklarını söylediler ve gittiler."

Kalbim sıkışmaya başladı. "Kiminle gitti?"

Yaşlı adam ilerideki evlerden birini eliyle işaret etti. "Kasabamızın fırıncısının kızıyla. Evleneceklerdi."

Başım dönmeye başlarken neye uğradığımı şaşırdım. Sanki üstüme kaynayan bir kazan devrilmişti. Percival evleniyordu. Kızı da alıp kasabayı terk etmişti. Derin derin nefes almaya başlayıp onlara arkamı döndüm ve at arabasına doğru yürümeye başladım. Kalbim atmayı durdurmuş gibiyken gözümden bir damla yaş aktı esen rüzgarla.

Bana olan sevgisi bitmişti ve onu bir daha bulmamak üzere kaybetmiştim. Tek ümidim de solmuştu. Kimsesizdim.

Saraya döndüğümüzde Aldous öfkeli bir halde karşıma dikildi. Anthony'nin yanımda olmasını umursamadan benimle hadsizce konuşma cüretinde bulundu.

"Seni bırakıp giden biri için hayatını tehlikeye mi atıyorsun? Böyle bir dönemde saraydan ayrılman akıl alır gibi değil!" Suskun kalıp çenemi sıktım ve yanından geçip yürümeye başladım. Arkamdan geldi. "Seni öldürmek isteyip babanın canını alanın o olmadığı ne malum? Uşak ölmeden önce emri Percival'ın verdiğini söyledi."

Canım yeteri kadar acırken ve sabrım tükenmişken hiddetle ona döndüm. "Her fırsatta onu suçlamaktan vazgeç! Burada değil ve dönmeyecek! Ne olursa olsun Percival'a güvenim tam. Asla böyle bir şey yapacağına ihtimal vermiyorum."

Alayla güldü. "Sırf sen beni seçtiğin için saraydan ayrıldı. Hem de büyük bir öfkeyle. Yakında Richard ile tahta yürüyecek ve senin kelleni alıp meydanlarda gezdirecek. İşte Percival'ın gerçek yüzü bu!"

Kurduğu cümlelerle beynime kan sıçrarken elimi kaldırdım ve ona tokat attım. Yüzünü yana çevirdi. Anthony bile irkilirken çıldırmış gibi bağırdım. "Kapa çeneni! Ona karşılık seni seçeceğimi mi sanıyorsun? Kimsin sen? Canımı dahi alma noktasında olsa Percival'a güvenmeye devam edeceğim! Sen onun yanında bir hiçsin!"

Bana hayalkırıklığı ve adeta kinle baktı. "Duydun mu? Bir hiç!"

🏹🏹🏹

Babamın ölümü halka duyurulduktan sonra üç günlük yas ilan edilmişti. Bu süre zarfında sarayın bütün kapıları giriş çıkış olmamak üzere kapanmıştı. Soylularla görüşmeler yapmaya başlamış ve babamı öldürenin Richard olduğunu söylemiştim. Kral Charles'ın ordusuyla birlikte Richard'ı tahta çıkarmak için üstümüze yürüyeceğinden bahsetmiştim. Konseyde onu bertaraf etme kararı alındı. Çünkü yasal veliaht bendim.

Kilise Mahkemesi ise sessiz kalmıştı. Bu durumda burnuma kötü kokular gelirken vakit kaybetmeden başpiskoposla görüşme ayarlamıştım. Lakin beklediğim gibi bir görüşme olmamıştı.

"Elbette sizin tarafınızda yerimizi alırız prenses. Sadece birkaç şartımız var," demişti destekleri olmadığı taktirde kaybedeceğimi bilerek. "Tarihimizde ilk kez gayrimeşru biri kraliyete kabul edildi. Ve bunda da size yardımcı olmuştum. Şartlarımız kilisenin sözünden çıkmayıp ülkenin idaresini bize bırakmanızdır. Son yüzyılda kraliyet ailesi hakimiyeti tamamen eline alıp kiliseyi sadece mahkeme olarak kullandığından beri dinimiz zarar gördü. Eğer kraliçe olmak istiyorsanız istediğimiz haklarınızı kiliseye devretmek zorundasınız."

Söyledikleri beni öfkeden köpürtürken elbette bunu kabul etmem mümkün değildi. Sözleri bana resmen hakaretti. Tacımı taktıktan sonra hiçbir siyasi işe dahil olmayacağım gibi topraklarımızın yönetiminde de onlara danışacaktım(!)

Ben zaferlerimi ve içimdeki yenilgileri boşuna vermemiştim! Kardeşlerimi dahi çiğnerken mutlak gücümü kiliseyle paylaşacak değildim. Bunları da başpiskoposa söyleyip onu huzurumdan kovarken kilisenin desteklemediği bir savaşı kazanamayacağımı biliyordum.

Prangalarla yaşayan bir kraliçe olmaktansa hep yaptığım gibi cesurca savaşmış bir prenses olacaktım.

Ben Gayrimeşru Prenses Beatrice. Yemin ederim ki ölecek dahi olsam gireceğim en büyük savaşta, düşmanımın her daim kabusu olacaktım.

Continue Reading

You'll Also Like

758K 60.7K 40
EJDERHALAR SERİSİ 1.KİTABIDIR ... Onlar Tanrıların yeryüzüne gönderdiği en güçlü, en kudretli, en korkunç katillerdi. Diz çökmek, yalvarmak bile canı...
414K 38.6K 59
Unutulmuş bir diyardan yazılan masallarla büyümüştüm. Tanrıların lanetlediği, uğursuz kimselerin kol gezdiği o yer aslında benim evimdi. Ancak yalnı...
VAZİFE By ALGON

Historical Fiction

10.4K 611 26
Osman bey Alaeddine vazife vermişdir. Ama bu vazife onların planladığı gibi olmaz ve başka kötü şeyler olur
486K 43K 79
Üniversite öğrencisi Eylem; bol bol gezmeyi, kahkahalarla gülmeyi ve kelebekleri fazlasıyla severken, kitaplardan, yalnızlıktan ve ciddi olan her kon...