No : 26 (İki Kitap)

By beyzaalkoc

16.2M 926K 1.8M

Mine internet üzerinden Yeşil Küpeli Kız takma ismiyle magazin haberleri yaparak milyonlarca takipçiye ulaşmı... More

Giriş Bölümü
Başrol Tanıtımı ve Alıntılar
1.Bölüm : Daire 7.
2.Bölüm : Hayal Et.
3.Bölüm : Merhaba Ruhum.
4.Bölüm : 3652 Günbatımı.
5.Bölüm : Kayıp Şehir.
6.Bölüm : Bir Şeyler.
7.Bölüm : Yeşil Küpeler.
8.Bölüm : Arkadaş.
9.Bölüm : Ece.
10.Bölüm : Kırmızı Bisikletli Çocuk.
11.Bölüm : Müzik Kutusu
12. 13. ve 14.Bölümler
15.Bölüm : 10 Eylül.
16.Bölüm : Dans Edelim Mi?
17.Bölüm : Sana Sürüklenmemeliydim.
18.Bölüm : Dünyanın Tanımı.
19.Bölüm : No. 26
20.Bölüm : Ağlatan Müzikler.
21.Bölüm. : Beş Sokak Ötemde.
22.Bölüm : Başardık mı?
23.Bölüm : Gök Kuşu.
24.Bölüm : Efe'nin Notaları.
25.Bölüm : Rengarenk Acılar.
26.Bölüm : Görünmez.
27. ve 28. Bölümler
29. Bölüm : Gözlerini Kapat.
30.Bölüm : Çiçek Dürbünü.
31 ve 32.Bölümler.
33.Bölüm : Neon Yansımalar.
34.Bölüm : Uyu Bebeğim.
35.Bölüm : Efe ve Mine'nin Devri.
36.Bölüm : Ruhun Sancısı.
37.Bölüm : Bataklık Çiçekleri.
38.Bölüm (FİNAL) : Dünyanın En Güzel İsmi.
DAİRE 7 - 1.Bölüm : Dört Duvar
Daire 7 - 2.Bölüm : Kırgın Şehir.
Daire 7 - 3.Bölüm : Dumanları Dağıtmak.
Daire 7 - 4.Bölüm : İki Cümle, Bir Ev.
Daire 7 - 5.Bölüm : Dört Duvar Arasında.
Daire 7 - 6.Bölüm : Misafir.
Daire 7 - 7.Bölüm : Beyaz Bulut.
Daire 7 - 8 ve 9.Bölümler
Daire 7 - 11.Bölüm : İlk Kar.
Daire 7 - 12.Bölüm : Kül Bataklığı.
Daire 7 - 13.Bölüm : Çiçek Mezarlığı.
Daire 7 - 14.Bölüm : Bataklığın Çamuru.
Daire 7 - 15.Bölüm : Külden Saçlar.
Daire 7 - 16.Bölüm : İki Kişilik Masa.
Daire 7 - 17.Bölüm : Sıfır Noktası.
Daire 7 - 18.Bölüm : Hatırasız Duvarlar.
Daire 7 - 19.Bölüm : Terk Edilmiş Çiçek.
Daire 7 - 20.Bölüm : Mavi. (FİNAL)

Daire 7 - 10.Bölüm : Boş Sandalye.

93.4K 6.4K 6.5K
By beyzaalkoc

Merhaba sevgili sevgililerim^^ Nasılsınııız? 

Bölüm şarkımız : Vugar Huseynov - Beni neden sevmedin? 

Şarkıyı dinleyerek okursanız çok mutlu olurum çünkü ben bu bölümü yazarken tekrara alıp yaklaşık 50 kere filan bu şarkıyı dinledim hfbsnffnd Şarkıyla okursanız tüm duygular size daha iyi geçecek diye düşünüyorum.

İyi okumalar dilerim, bölüm sonunda görüşürüz <3

Şarkı :




10.Bölüm : Boş Sandalye.

"Sevgilim..."

"Efe?"

"Sen uykunu bölme, Bora ile klip çekimleri için mekan bakmaya gidiyoruz. Uyandığında beni ara, seni seviyorum..."

Efe yanağıma bir öpücük kondurup benden uzaklaşırken ben hala uykumu açabilmiş değildim. O gitti ve ben bir kez daha uykunun beni kendine bağlayan o tatlılığına kapıldım. Onlarca rüya arasında gidip geldim, kendimi görmek istediğim her yerde ve görmek istediğim herkesle gördüm. Gözlerimi yanağımda hissettiğim bir sertlikle açtığımda yastığımın başımın altından kaydığını ve Naz'ın defterinin üzerinde yattığımı fark ettim.

"Defteri bile zarar..." diye söylenerek doğruldum ve elimi acıyan yanağıma götürdüm.

Yataktan kalkıp hızlı bir duşa girdim. Aynada kendime baktığımda defterin sivri köşesinin yanağıma küçük bir iz bıraktığını gördüm. Duştan çıkıp üzerime siyah taytlarımdan birini ve uzun mavi kazağımı geçirdim. Bir şeyler atıştırmak için mutfağa geçtiğim sırada havanın bugün ne kadar da kasvetli olduğunu düşünüyordum. Sanki benden yayılan enerji tüm dünyayı etkisi altına alıyordu, havayı bile...

Kendime kahvaltı hazırlamak için buzdolabını açtığım an karşıma hazır bir kahvaltı tabağı çıktı. Krepler, kiraz domatesler, süzme peynir, vişne reçeli... Efe'nin sabah erkenden kalkıp işe gitmeden önce bana kahvaltı hazırladığına inanmak istemiyordum. Üzerinde not olan geniş kahvaltı tabağını buzdolabından çıkardım ve üzerindeki kağıdı elime alıp notu okudum.

"Kreplerini ısıtmayı unutma... Afiyet olsun güzel karım."

Notu ve kahvaltı tabağını masaya bırakıp yatak odasına döndüm. Şarjda bıraktığım telefonumu alıp mutfağa geri döndüm ve Efe'yi aradım. Bir yandan kreplerimi mikrodalgaya yerleştirirken bir yandan Efe'nin telefonu açmasını bekliyordum.

"Günaydın, sonunda!" Efe'nin sesini telefonda duyduğum an kendi kendime gülümsedim.

"Sana inanamıyorum," dedim, "Bunu neden yaptın? Kendimi sürekli sana karşı borçlu hissediyorum..."

"Birileri notumu bulmuş." derken gülüyordu, "Kendini bana hiçbir şey için borçlu hissedemezsin Mine, karnında bebeğimizi taşıyorsun." O sırada mikrodalgadaki kreplerimi çıkarıyordum, "Hadi, kahvaltını yap." dedi Efe, "Mikrodalganın sesini duyabiliyorum."

"Sen neredesin?" diye sordum, "Ne yaptınız?"

Bora ile olduğunu biliyordum ama içten içe Naz'ın da herhangi bir noktada onlara katılmış olabileceğinden korkuyordum.

"Mekanları bulduk." dedi, "Şirkete geçtik, birkaç yönetmen ile görüşeceğiz."

"Sadece yönetmenlerle mi?" diye sordum.

"Nasıl yani?"

"Yani şey... Diğerleri de gelecek mi? Enis ve Boğaç filan..."

Enis ve Boğaç filan mı? Zaten üç kişiler Mine!

"Hayır tatlım, onlar bugün gelmeyecek. Neden sordun?"

"Merak ettim. Tamam o zaman, siz işinize bakın, ben de kahvaltımı yapayım. Sonra yine konuşuruz, seni seviyorum."

"Ben de seni seviyorum güzelim."

Telefonu kapattıktan sonra kendime bir bardak portakal suyu doldurdum ve masaya geçip bir yandan kahvaltımı yaparken bir yandan Naz'ı araştırmaya başladım. Gittiği okulları, yakın arkadaşlarını, ailesini, eski sevgililerini... Arama sayfasından çıkıp mesaj uygulamasına girdim ve en güvenilir kaynağıma hızlıca bir mesaj yazdım.

"Merhaba, bir süredir yoktum, biliyorum ama sana ihtiyacım var. Benim için Naz Özgür hakkında detaylı bir araştırma yapar mısın? Sıradan, herkesin bildiği şeyleri değil, kimsenin bilmediği bir şeyleri istiyorum. Güzel bir ödeme yapacağım, bana güvenebilirsin."

Mesaj uygulamasından çıkıp kendi araştırmama döndüm. Naz'ın fotoğraflarını tek tek inceledim, vakit geçirdiği mekanlara, fotoğraf açıklamalarına, tarihlere, etiketlere, her şeye baktım. Gittiği yerler hep en ünlü kişilerin gittiği yerlerdi. Kız daha ünlü değilken bile hep oralardaydı, tüm amacı kendine bu renkli dünyadan bir yer bulmaktı.

Kendimi Naz'ın dünyasına kaptırmışken telefonumdan gelen bildirimle irkildim. Kaynağımdan gelen mesaja tıkladım ve bana verdiği yanıtı okumaya başladım.

"Selam YKK, bu kadar hep bir görünüp bir kayboluyorsun. Umarım işler yolundadır. Tabi ki, senin için Naz'ı araştırırım. Bu ne işe yarar bilmiyorum ama bugün elime bir fotoğraf gelmişti, henüz satacak birini bulamadığım için kimse ile paylaşmadım ama seninle mazimiz derin. Fotoğrafı ekte gönderiyorum. Açıklama yazmama bile gerek yok sanırım. Görüşürüz."

Mesajın hemen altında ek dosya olarak gönderilen fotoğrafa tıkladım. Karşıma Naz'ın büyük bir kalabalık içinde kollarını havaya kaldırmış eğlenip poz verirken bir fotoğrafı çıktı. Kaşlarımı çattım ve fotoğrafa daha dikkatli baktım.

"Ah, hayır..." diye mırıldandım. Bu fotoğraf Efe'nin ilk konserinde çekilmişti. Onu adım adım takip etmeyi bırak, konserlerine gitmeyi de ihmal etmemişti.

Telefon ekranımı kapatıp kendime bir kahve yaptım. Kahve fincanımla birlikte balkona çıktım ve bir süre boyunca dışarıdaki melankolik ve kasvetli havayı izledim. Hava yalnızca rengiyle bile tüylerimi ürpertmişti.

"Baba, baba!" Aşağıdan gelen küçük kız çocuğu sesiyle başımı aşağı çevirdim, "Bak nasıl şişirdim!"

Küçük bir kız çocuğu elinde tuttuğu mor balonu babasına gösteriyor ve heyecanla onu nasıl şişirdiğini anlatıyordu.

"Aferin sana." dedi babası, "Ver de balonunu bağlayayım. Yoksa söner."

Kendi kendime hüzünle gülümsedim. Aklım küçük bir çocukken ekmek aldığım paradan arta kalan bozukluklarla aldığım, şişirdiğim ama bağlayamadığım, bu yüzden sönüp giden balonlara gitti... Sağ gözümden bir damla yaş aktığını fark ettim. Keşke yalnızca balon şişirmeyi bilmediğim için ağlasaydım ama ben ekmek parasından arda kalan bozukluklarla balon aldığı için cezalandırılan bir çocuktum. Sevilmeyen, sevgiyi bilen ama hiç görmeyen bir çocuktum.

O an aklıma ve kalbime belki de kime anlatsam "kötü" diyecek bir fikir düştü. Ben ise o "kötü"nün arkasından gitmeye karar verdim. İçeri geçtim. Mutfağı toparladım, saçlarımı ördüm, üzerime siyah trençkotumu geçirip kol çantamı aldım ve Efe'ye haber bile vermeden evden çıktım.

Binanın kapısında beklerken önce kendime bir taksi çağırdım. Taksiyi beklerken en yakınımdaki karakolun telefon numarasını buldum ve orayı arayıp onlara durumumu anlattım. Onlara babamın cezaevinde olduğunu öğrendiğimi, onu görmek istediğimi söyledim. Kızı olduğumu kanıtlamak için kimlik bilgilerimi verdim ve sonunda yerini öğrendim. Şanslıydım ki bugün onunla görüşebilecektim, ne şans ama... (!)

Taksi yaklaşık on dakika sonra kapının önündeydi. Adama "Metris cezaevine lütfen..." dediğimde bana aynadan şaşkınlıkla baktığını görebiliyordum. Yola çıkar çıkmaz sessizce telefonuma gömüldüm. Ben Naz'ın sosyal medya profillerini incelemeye devam ederken takside çalan şarkı günümün konusuyla o kadar uyumluydu ki bir saniyeliğine durup gözlerimi telefonumdan ayırdım.

"Bana neden gülmedin?" diyordu şarkı,
Beni neden sevmedin?
"

Ben ise beni hayatım boyunca bir saniye bile sevmeyen babamı görmeye, ona sorularımı sormaya gidiyordum. Bu bir aşk şarkısıydı ve kızların ilk aşkları babaları olur derler. Benim hiç ilk aşkım olmamıştı. Benim bir babam yoktu, hiç olmamıştı... Ben hep yarım hissetmiştim.

"Pardon," diye mırıldandım, "Şarkıyı değiştirebilir misiniz?"

"Tabi ki." Taksici şarkıyı değiştirdi, ben de bir kez daha telefonuma gömüldüm.

Şarkı sözlerinin bana dipte hissettirdiği birkaç saniye gücümü kaybediyor gibi olmuştum. Neredeyse taksiyi durduracak, inecek ve ona gitmekten vazgeçecektim. Eve koşa koşa dönecek, her şeye ve herkese lanet edecek, dizlerimi karnıma çekip hüngür hüngür ağlayacaktım. Oysa kaçmaktan çok yorulmuştum, dizlerim artık karnıma çekilmek istemiyordu, ben artık dibi görmek istemiyordum.

Yol boyunca ne kadar denersem deneyeyim Naz'a odaklanamadım. Yalnızca babamı düşünüp durdum. Son zamanlarda ne çok yere dağılmıştım, sanki her yerden kırık bir parçam çıkıyordu. Araba nihayet durduğunda yolun ne kadar sürdüğünün bile farkında değildim.

"Geldik hanımefendi. Yüz yetmiş beş lira."

"Teşekkürler. Kolay gelsin."

Taksicinin ödemesini yaptıktan sonra beni geri dönmeye ikna etmeye çalışan bacaklarıma inat cezaevinin önünde indim. Sonraki yarım saati nasıl geçirdiğimi bile bilmiyorum. Üç farklı güvenlik kontrolünden sonra kendimi görüş odasında, bir sandalyede otururken buldum. Telefonumu ve çantamı içeri almadılar. Aklım bir yandan Efe'nin beni arama ihtimalinde kalmışken şu an içinde bulunduğum durumun bundan çok daha ciddi olduğunun farkındaydım. Efe'ye 'Uyuyordum, duymamışım.' diyebilirdim, bu durumu her türlü geçiştirebilirdim, belki ona gerçeği bile söyleyebilirdim ama birazdan hayatı benim için kabusa çeviren o adamla, babamla görüşecektim.

Gözlerim karşıdaki boş sandalyeye bakarken etrafım aileleriyle, arkadaşlarıyla görüşmede olan mahkumlarla doluydu. Hepsi birer masada oturmuş ya ağlıyor, ya gülerek özlem gideriyorlardı. Bizimki onlarınkinden çok farklı olacaktı. Gözyaşı olmayacak, gülücükler olmayacaktı, bizim masamızda sadece nefret olacaktı.

"Geç, boş sandalyeye otur. Minimum yarım saat, maksimum bir buçuk saatiniz var." Gardiyanın sesini duyduğum an başımı kaldırdım ve ayakta öylece kalmış bana bakan o zavallı adama baktım.

O bir zavallıydı çünkü ruhu sevgiyle hiç tanışmamıştı.

O bir zavallıydı çünkü ruhu nefretten başka hiçbir duyguyu bilmiyordu.

O bir zavallıydı çünkü o acınacak haldeydi.

Beni görünce bir süre durakladı. Olduğu yerde öylece durdu ve bana baktı. Şaşkındı, burada beni görmeyi beklemiyordu. Para ile hizmet aldığı sevgililerinden ya da birlikte o borç batağından bu borç batağına savrulduğu arkadaşlarından birini bekliyor olmalıydı.

"Mine?" deyiverdi orada, ayakta. Sesi şaşkındı.

"Sandalyeye geç." diye uyardı gardiyan. Uyarıyı duyunca telaşla sandalyeye oturdu. Üstü başı dağınık ve kirliydi.

"Temiz çamaşır getiren olmadı mı?" diye sordum.

"Kim getirecek kızım, kimsem yok ki... Senden başka."

Bana belki de hayatımda ilk defa "kızım" demişti. Kendimi gülmemek için çok zor tutuyordum. Burada birilerine o kadar muhtaçtı ki benden bile medet umacak ve beni "kızım" diyerek babalığına inandıracak kadar zavallıydı.

"Üzerindekiler bile senin için fazla temiz." dedim.

Yüzündeki sahte merhamet söndü, buraya ona yardım etmeye gelmediğimi anlamış olmalıydı.

"Ne için geldin?" dedi, "Halimi görüp eğlenmeye mi?"

"Halinde bir şey yok, sen hep böyle zavallı görünüyordun zaten. Seninle ilgili hiçbir şey beni eğlendiremez." Sesim öyle nefret doluydu ki boğazım gerginlikten ağrımaya başlamıştı.

"O zaman ne için geldin?" diye sordu, onun sesi de aynı nefreti taşıyordu. O beni hiç sevememişti.

"Sana bir soru sormaya geldim." dedim.

"Bana sakın annen ile ilgili bir şey sorma, kalkar giderim."

"Sana istediğimi sorarım, sen de kalkıp hiçbir yere gidemezsin ama ne sen ne annem umurumda bile değilsiniz."

Sinirlenmiş gibi derin bir nefes aldı. Belki de ondan hala korktuğumu düşünüyordu.

"Ne soracaksın o zaman?"

"Benim hakkımda magazine söylediklerini sormaya geldim... Sana bu aklı kim verdi?"

Alaycı bir tavırla güldü.

"Sence benim bunu kendi başıma yapacak kadar aklım yok mu Mine?"

Başımı salladım.

"Hiç sanmıyorum." dedim.

"O zaman babanı hiç tanıyamamışsın. Senden para istedim, vermedin. Ben de böyle şeyler için para verdiklerini duyunca gittim ve paramı aldım. Bir nevi çalıştım ve kazandım. Bir de çalışıp evine ekmek getirmiyorsun derler."

O kadar pişkindi, o kadar bencildi ve o kadar alaycıydı ki onunla konuşmaya tahammül etmekte çok zorlanıyordum.

"Bunun için ödeme yaptıklarını kimden duydun?" deyince ağzından bir şey kaçırmış gibi bozuldu.

"Sağdan soldan, daha önce duyduğum bir şeydi..."

"O kadar kolay yalan söylüyorsun ki... Yalan söylediğin her halinden belli oluyor. Neyse, her şeyin bir çaresi vardır." diyerek elimi üzerimdeki trençkotun cebine götürdüm.

Cebime ayırdığım üç yüz lirayı çıkardım ve masaya koydum. Parayı görünce gözleri o kadar çok aydınlandı ki onu hiç bu kadar mutlu görmemiştim. Çok değildi ama onun için üç yüz lira yarım günlük alkol parasıydı ve bu onu konuşturmaya yeterdi.

"Ben seni senden bile iyi tanıyorum. Sen tüm hayatını yarı ayık yarı sarhoş geçirirken ben seni bilincimin en açık olduğu dönemde yaşadım. Bunu kendi aklınla yapmayacağını her şeyden iyi biliyorum. Sana bunu kim söyledi?" dedim.

Sustu ama gözleri paradaydı.

"Söylersen bunu sana veririm." dedim.

"O buna yetmez." dedi.

Karşımdaki adam, babam, oturmuş benimle para için pazarlık yapıyordu. Hayal kırıklığı içinde güldüm. Sonra gülüşüm yüzümden silindi ve yüzüne nefretle baktım.

"Daha fazla yok." dedim, "Ya söyleyip bunu alırsın ya da söylemeyip burada bir kuruşun bile olmadan yaşarsın."

Susmaya devam etti.

"Sen bilirsin." dedim. Masadaki paraları toparlayarak ayaklanıyordum ki elini uzattı ve bana durmamı işaret etti.

"Tamam," dedi, "Tamam, dur. Söyleyeceğim."

Başımı salladım.

"Tabi ki söyleyeceksin." dedim.

Sandalyeme tekrar yerleştim ve üç yüz lirayı masaya geri bıraktım. Başımı kaldırıp ona baktığımda o artık bana bakmıyordu bile. Gözleri sadece masadaydı. İşte böyle bir insan tarafından büyütülmüştüm, işte böyle bir insan tarafından sevilmemiştim.

"Sana geldiğim akşam..." diye söze girdi, "Ben o gece evime geri döndüm ama ilerleyen saatlerde kapımın önüne bir araba geldi. Lüks, siyah bir araba. Şu yüksek olanlar var ya, onlardan..."

"Uzatma." dedim.

Kalbim o kadar hızlanmıştı ki duyacaklarıma hem hazırdım hem de hiç hazır değildim. Karnımda hissettiğim gerginlik için içimdeki bebekten binlerce kez özür dilemek zorundaydım, bu onun kaderi olmayacaktı, onu bu üzücü hayattan kurtaracaktım. Ona her şeyi düzelttiğim bir hayat sunacaktım. Sunmak zorundaydım.

"İçinden bir kadın indi. Gelip benimle konuşmak istedi."

"Kimdi?" dedim, "İsmi neydi?"

"Bilmiyorum."

"İsmini bilmiyor musun?" diye sordum öfkeyle. Anlatmaya başladı.

"Bana ismini hiç söylemedi. Sadece seni sordu, ona seni anlatmam için bana para vereceğini söyledi. Güzel de para verdi. Beni arabasına aldı, ona bir saat kadar seni anlattım. Sonra bana bir iş ayarlayacağını, bir kanala gidip söylediği şeyleri anlattığımda bunun için bana hem kendisinin hem kanalın para vereceğini söyledi. Sonra bunlardan kimseye bahsetme dedi, yoksa tehlikeye girermişim. Gideceğim yerin, stüdyo mu neydi, adresini verip gitti." dedi.

"Kim olduğuna dair hiçbir bilgi vermedi mi? Saçları nasıldı, gözleri?" diye sordum çaresizce.

"Saçları kıvırcıktı," dedi kaşlarını çatarak, hatırlamaya çalışıyor gibiydi, "Saçları galiba kahverengiydi, bundan emin değilim, gözleri de mavi ya da yeşildi, karanlıkta tam ayırt edemedim. Çıkarabildin mi?"

Sinirle güldüm. Başımı salladım.

"Çıkarabildim." dedim.

Çevremde bana zarar vermek isteyebilecek, beni dibe çekmek isteyebilecek kaç tane kıvırcık saçlı, renkli gözlü zengin kadın olabilirdi ki? İçten içe zaten biliyordum ama sanki içimde bir yerlerde de "Bu kadar da ileri gitmez," diyordum. O da bir kadındı ben de. Beni kaybettiğim kardeşimle üzmek isteyeceğine inanamıyordum ama karşımdaki adam da babamdı işte. Beni en çok üzen insan... Beni dünyaya getiren ve sonra o dünyayı benim için cehenneme çeviren adam...

"Artık parayı alabilir miyim?" dedi, "Kadına bir şey söylemeyeceksin, değil mi?"

Omuz silktim.

"Ona her şeyi anlatacağım." dedim ayaklanırken, "Ve o gerçekten o kadar tehlikeli bir kadın ki her saniye tetikte olsan iyi olur, başına her an her şey gelebilir..."

Masadaki parayı aldım ve tek tek üzerine saçtım. Onun beni aç susuz olduğumu umursamadan odama kilitleyip eve çağırdığı kadınların üzerine tek tek para saçtığı o gece yaptığı gibi.

"Ona bir şey söyleme, yalvarırım." dediği sırada yerdeki paraları topluyordu.

Cevap bile vermedim. Huzursuz geceler geçirme sırası ondaydı. Canı yanar mı, başına bir şey gelir mi, ona zarar verirler mi diye düşünüp uykularından olma sırası ondaydı.

İçimde bir şeyler daha yerine oturmuştu. Onun karşısına geçmiş ve onun ne kadar güçsüz olduğunu kendime ispatlamıştım. Bana yalvaracak haldeydi, bana para için yalvaracak kadar acınası haldeydi. Kendimi ona karşı hiç olmadığım kadar güçlü hissediyordum ve anlamıştım ki derinlerde içimde bir yerde ondan hala korkan o küçük Mine'yi yaşatıyordum ve bugün o Mine'nin tüm korkusu silinmişti. Babamla olan tüm meselem burada kapanmıştı. Sırada bambaşka meseleler vardı.

Cezaevinden tüm eşyalarımı alarak çıktıktan sonra telefonumun cevapsız aramalar ve mesajlarla dolu olduğunu gördüm. Efe meraktan deliye dönmüş olmalıydı. Bir saniye bile beklemeden onu aradım. Telefon ilk çalışında açıldı.

"Mine, neredesin sen?" Efe'nin sesi o kadar telaşlı geliyordu ki hiç şaşırmamıştım.

"Ben... şey..." dedim, "Yürüyüşe çıkmıştım. Telefonumu sessiz moda almışım ve bu aralar çok dalgınım, biliyorsun... Özür dilerim."

"Sana bir şey oldu diye çok korktum! Yarım saattir seni arıyorum, yola çıktım, eve geliyordum."

"Saçmalama!" dedim, "Bana her ulaşamadığında işini bırakıp eve mi geleceksin?"

"İşim zaten bitmek üzereydi ama öyle olmasaydı bile evet, sana her ulaşamadığımda çıkıp geleceğim."

O an aklımda bir milyon tane düşünce vardı. Yürüyüş yapmaya çıktığımı söylemiştim ama evden uzakta, alakasız bir yerdeydim. Naz'ın defterini yastığımın altına geri koyup koymadığımı hatırlamıyordum ve Efe eve gidiyordu.

Bir gün için bu kadar gerginlik biraz fazla değil mi Mine, gerçekten bayılacağız şimdi!

"Sen ne zaman evde olursun?" diye sordum.

"Trafikteyim. Yarım saatim var daha..."

"Anladım..." dedim, bir yandan yürüyordum, "Ben de şey diyecektim... Neyse boş ver."

"Ne diyecektin tatlım?" diye sordu Efe merakla.

"Ben sanırım aşermeye başladım." deyiverdim bir anda.

Mine, bu aralar o kadar zekisin ki sana inanamıyorum.

Teşekkürler, İç Ses.

"Ciddi misin?" dedi Efe, sesi o kadar keyifli geliyordu ki buna bu kadar sevineceğini düşünememiştim, "Ne istiyor canın? Söyle, hemen alayım."

Öyle bir şey düşünmeliydim ki Efe o şeyi ararken eve benden geç gelmeliydi. Ne olabilirdi, ne?

"Çok saçma bir şey..." dedim zaman kazanmak için.

"Sana annemin kuzeninin hamileyken terlik aşerdiğini anlatmıştım Mine. Bundan saçma bir şey olamaz herhalde."

"Eh, tabi, ondan saçması olamaz..." diyerek birkaç şey geveledikten sonra birden konuşuverdim, "Hani şu şeyler var ya... İsmi de aklıma gelmiyor. Heh, akide şekeri! Canım onlardan çekti. Marketlerde de satılmıyor. Her yere baktım."

"En son çocukluğumda yemiştim, nereden aklına geldi, şaka gibi." dedi Efe gülerek, "Ama merak etme, biraz zor olacak ama bulacağım. O zaman şimdi kapatıyorum, birkaç yeri arayıp sorayım. Akide şekerlerimle geldiğimde görüşürüz."

"Görüşürüz sevgilim, teşekkür ederim."

Telefonu kapatır kapatmaz telaşla taksiye bindim. Efe ile konuşurken yürüye yürüye bir durak bulmuştum. Taksiye evin adresini verdim ve neyse ki ben eve Efe'den daha yakındım. Öyle yıpratıcı bir gün geçirmiştim ki tek isteğim eve gitmek ve sorunsuz bir şekilde koltukta Efe'nin kollarının arasına kıvrılmaktı.

Artık Naz'ın kim olduğunu, nasıl bir tehlike olduğunu biliyordum. Çok az kalmıştı. Beni incitmek için ellerinde tuttuğu tüm kırıklar kendi ellerini kesecekti... 



Tekrar merhaba canımın içleri^^

Bu bölüm uzun zamandır hayalini kurduğum bir bölümdü. Mine'yi babasının karşısında böyle güçlü görmek, babasını ise onun karşısında böyle güçsüz görmek beni o kadar mutlu etti ki yazmayı en sevdiğim bölümlerden biri oldu bu. 

Mine'nin giderek güçlendiğini, Efe'nin ise Mine'ye her geçen gün daha çok aşık olduğunu okuyoruz resmen. Efe'yi böyle romantik yazdıkça çıtayı aşırı yükselttiğimin farkındayım ama umarım her biriniz bir gün hayallerinizdeki aşkı bulursunuz. <3 

Bugünlük benden bu kadar, YARIN YENİ BÖLÜMLE GÖRÜŞMEK ÜZERE^^

Sizi seviyorum, sıkı sıkı sarılıyorum her birinize. Yarın akşam 20.00'da burada olmayı unutmayın :')

Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 15.3K 38
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...
96.5K 5.2K 33
Size bir gün gelip on yedi yılınızın çöp olduğunu ve çektiğiniz acıların boşa olduğunu söylüyorlar. Ne yapardınız? Kendimce en mantıklı olanı yaptım...
25.5M 906K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
YUVA By _twclr

Teen Fiction

799K 39K 50
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...