No : 26 (İki Kitap)

By beyzaalkoc

16.2M 926K 1.8M

Mine internet üzerinden Yeşil Küpeli Kız takma ismiyle magazin haberleri yaparak milyonlarca takipçiye ulaşmı... More

Giriş Bölümü
Başrol Tanıtımı ve Alıntılar
1.Bölüm : Daire 7.
2.Bölüm : Hayal Et.
3.Bölüm : Merhaba Ruhum.
4.Bölüm : 3652 Günbatımı.
5.Bölüm : Kayıp Şehir.
6.Bölüm : Bir Şeyler.
7.Bölüm : Yeşil Küpeler.
8.Bölüm : Arkadaş.
9.Bölüm : Ece.
10.Bölüm : Kırmızı Bisikletli Çocuk.
11.Bölüm : Müzik Kutusu
12. 13. ve 14.Bölümler
15.Bölüm : 10 Eylül.
16.Bölüm : Dans Edelim Mi?
17.Bölüm : Sana Sürüklenmemeliydim.
18.Bölüm : Dünyanın Tanımı.
19.Bölüm : No. 26
20.Bölüm : Ağlatan Müzikler.
21.Bölüm. : Beş Sokak Ötemde.
22.Bölüm : Başardık mı?
23.Bölüm : Gök Kuşu.
24.Bölüm : Efe'nin Notaları.
25.Bölüm : Rengarenk Acılar.
26.Bölüm : Görünmez.
27. ve 28. Bölümler
29. Bölüm : Gözlerini Kapat.
30.Bölüm : Çiçek Dürbünü.
31 ve 32.Bölümler.
33.Bölüm : Neon Yansımalar.
34.Bölüm : Uyu Bebeğim.
35.Bölüm : Efe ve Mine'nin Devri.
36.Bölüm : Ruhun Sancısı.
37.Bölüm : Bataklık Çiçekleri.
38.Bölüm (FİNAL) : Dünyanın En Güzel İsmi.
DAİRE 7 - 1.Bölüm : Dört Duvar
Daire 7 - 2.Bölüm : Kırgın Şehir.
Daire 7 - 3.Bölüm : Dumanları Dağıtmak.
Daire 7 - 4.Bölüm : İki Cümle, Bir Ev.
Daire 7 - 5.Bölüm : Dört Duvar Arasında.
Daire 7 - 6.Bölüm : Misafir.
Daire 7 - 7.Bölüm : Beyaz Bulut.
Daire 7 - 10.Bölüm : Boş Sandalye.
Daire 7 - 11.Bölüm : İlk Kar.
Daire 7 - 12.Bölüm : Kül Bataklığı.
Daire 7 - 13.Bölüm : Çiçek Mezarlığı.
Daire 7 - 14.Bölüm : Bataklığın Çamuru.
Daire 7 - 15.Bölüm : Külden Saçlar.
Daire 7 - 16.Bölüm : İki Kişilik Masa.
Daire 7 - 17.Bölüm : Sıfır Noktası.
Daire 7 - 18.Bölüm : Hatırasız Duvarlar.
Daire 7 - 19.Bölüm : Terk Edilmiş Çiçek.
Daire 7 - 20.Bölüm : Mavi. (FİNAL)

Daire 7 - 8 ve 9.Bölümler

127K 7K 16.4K
By beyzaalkoc


Merhaba canımın içleri, Daire 7'nin güzel sakinleri <3 

Nasılsınıııız?

Çok uzun zaman oldu, farkındayım. Ama bu süreçte birçok yerde kendimi ifade etmeye çalıştım aslında. Fuar döneminde yaşadığım can sıkıcı olaylardan sonra her şeyi tamamen bıraktığım bir süreç geçirdim. Sonra güzel haberlerle toparlanmaya çalıştım, duymayan var mı bilmiyorum ama 3391 Kilometre film oluyor! :') 

Bu süreçte hem film ile ilgili çalışmalar yaptım, hem Daire 7 için bölümler yazıp biriktirdim. Bu akşam telafi amaçlı iki bölüm birden yayınlayacağım, 10.bölüm ise Çarşamba günü gelecek.

Yukarıdaki bölüm şarkısını açmayı unutmayın, başka yerden açacaklar için şarkının ismi "Femrez - İz." 

İyi okumalar dilerim, bölümlerin sonunda görüşmek üzere^^




DAİRE 7

8.Bölüm : Yüklerimiz.

Yağmurlu bir İstanbul gününe uyandım. Günlerdir olduğu gibi elim hemen karnıma gitti, korkuyla onun hala orada olup olmadığını anlamaya çalıştım. Ağrım yoktu, kanamam yoktu, hala orada olmalıydı... Yanı başımda kollarını bana sarmış bir halde uyuyan Efe'ye baktım. Öyle derin uyuyordu ki bunca zamandır içinde yaşadığı tüm yorgunlukları telafi etmek istiyor gibiydi. Sessizce doğrulup pencerenin önüne doğru ilerledim. Perdeyi aralayıp dışarıya baktım. Uzun zamandır böylesine şiddetli bir yağış görmemiştim, yağmuru izlerken tüylerimin ürperdiğini hissettim. Zihnim beni yine yıllar öncesine, çocukluğuma götürdü ve kendimi gece kondu evimizin kapı önünde, yağmurun altında uyumaya çalışırken buldum. O gece eve alınmamıştım, sebebini ise hiç anlamamıştım. Oysa şimdi sebebinin babamın o gece eve getirdiği kadınla baş başa kalmak istemesi olduğunu gayet iyi biliyordum. Keşke hala anlamıyor olsaydım.

Keşke bazı geceler ve bazı acılar hep sebepsiz kalsaydı.

Zihnimi çocukluğumdan kurtarıp şimdiye döndüğümde ellerim hala karnımdaydı, ben hala pencerenin kenarında durmuş yağmuru izliyordum. Gözlerim evlerin çatılarına vuran yağmur damlalarına kaydı. Yağmur suyu ile ıslanan balkonlara, pencerelere, habersizce asılmış çamaşırlara baktım. Karşı binada bir kadın kurumuş çamaşırlarını ıslanmasınlar diye telaşla topluyordu. Hüzünle gülümsedim. Bazı insanlar yağmur yağarken uykusundan uyanıp telaşla çamaşırlarını toplarken dünyada günlerini ve gecelerini dışarıda geçirmeye çalışan ve umursanmayan milyarlarca canlı vardı. Bazı kıyafetler bazı canlılardan daha değerliydi.

Perdeyi sessizce çektim ve banyoya girdim. Önce sıcak bir duş aldım, sonra üzerime bir tayt ve Efe'nin kapüşonlularından birini geçirdim. Onun kıyafetlerini giymeyi kendiminkileri giymekten daha çok seviyordum. Ona ait bir şeyleri taşımak beni mutlu ediyordu, gerçi karnımda bebeğini taşıyordum, bunun ötesi var mıydı?

Efe'nin uyanmadığından emin olup sessizce mutfağa geçtim. Çay yapmak için çaydanlığa su koydum ve suyun kaynamasını beklerken hızlıca bir kahvaltı hazırladım. Artık toparlanmalıydım. Ben içimdeki bebeğin yuvasıydım, onu hüzün dolu bir yuvada büyütmek istemiyordum.

"Günaydın sevgilim." Efe'nin mutfak kapısından gelen uykulu sesini duyduğumda hazırlayacağım omletin yumurtalarını kırıyordum, ona dönüp gülümsedim.

"Günaydın ama seni ben uyandıracaktım." dedim uyanmasına üzülmüşüm gibi.

"Senin yokluğunu hisseder hissetmez uyandım." dedi, "Asıl sen neden kalktın? Kendini yormamalısın Mine. İçinde bebek var!"

"Dokuz ay boyunca hiç kalkmasa mıydım yani?"

"Keşke kalkmasan... Dokuz ay boyunca seni her yere taşırdım..."

Gülerek omuz silktim.

"Kahvaltımız hazır." dedim ve omleti diğer kahvaltılıkların ortasına yerleştirdim.

"Olmaz mı?" dedi Efe arkamdan sarılıp ellerini karnımda birleştirerek, "Dokuz ay seni her yere taşısam..."

Sesi kulağımda bir fısıltıydı. Dudakları sağ kulağımın hemen altını, boynumu yavaşça öptü. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve ortamın güzelliğini gerçekçiliğim ile bozdum.

"Bel fıtığı olursun diye düşünüyorum."

Bravo Mine, tam bir aşk insanısın!

"Problem değil," dedi Efe, "Senden gelecek her şeye razıyım."

Gülümseyerek sandalyeme oturdum. Dışarıdaki rüzgar evin pencerelerini zorlarken Efe ile hayatımızdaki tüm gerçekliklerden soyutlanmış bir sohbet içinde kahvaltımızı yaptık. Bize hayatımızdaki sorunları anımsatmayan her şeyden bahsettik. Bitkilerden, kafeinsiz kahveden, ışığın ve sesin hızından, yere düşen saç tokamın çıkardığı sesten... Bizi hayatlarımızın gerçekliğinden uzak tutabilecek her şeyden konuştuk... Ama hayattan kaçamıyorduk, burada onun en içinde, tam ortasındaydık. Efe'nin çalan telefonu bizi tekrar ait olduğumuz yere, gerçek dünyaya çekerken çayımdan bir yudum aldım.

"Bora arıyor." Efe'nin cümlesi daha çok soru sorar gibiydi. Sanki telefonu açması bile beni üzecekmiş de benden izin almak istiyormuş gibiydi...

"Açsana." dedim gülümseyerek.

Bora onun iş arkadaşıydı, dostuydu. Bu onun işiydi. Bana, bebeğimize, kendisine, bize sağlamak istediği gelecek için yapması gerekenler vardı.

"Günaydın abi." Efe Bora'yla konuşurken ben yemeye devam ediyordum. Bu sabah hayatımın en uzun kahvaltısını yapmıştım. Bu gidişle birkaç ay içinde iki katıma çıkacaktım.

"Mine'ye sormam lazım," dedi Efe, "Ayrıca sence gereği var mı ki? Fazla uzamadı mı bu mevzular?"

Başımı kaldırıp soran gözlerle Efe'ye baktım.

"Tamam, tamam, haber vereceğim..."

Efe telefonunu kapatıp masaya koyduğu sırada bir elimde çayım bir elimde çikolata sürülü bir dilim ekmek ile ona bakıyordum.

"Dinliyorum." dedim.

"Naz..." dedi, "Bizi iş kutlaması için akşam yemeğine davet etmek istiyormuş. Tüm ekibi."

"Evine mi?" diye sordum, "Ailesi ile yaşamıyor muydu?"

"Taşınma sürecindeymiş. Taşınmış."

"Peki yemek ne zaman olacakmış?"

"Bu akşam."

Bize çok erken haber vermiş ya, yemekten yarım saat önce haber verseymiş...

"Olur." dedim bir anda.

Olur mu, sen deli misin Mine? Allah aşkına oturalım evimizde ya, aksiyona koşuyorsun resmen!

Bize bir kötülüğü olmadı İç Ses, oldu mu?

"Bunu yapmak zorunda değilsin Mine." dedi Efe, "Bu akşamı sessiz sakin bir şekilde evimizde de geçirebiliriz."

"Ve sen yavaş yavaş işini kaybedersin. Bizim bir bebeğimiz olacak Efe, bazı şeyleri aşmamız lazım."

Ortam kısa bir süreliğine sessizleşti.

"Üstelik buraya geldikleri akşam kötü değildi." dedim, "Yani kötüydü ama onlar yüzünden değildi. Babam yüzündendi. Geçmişim yüzünden..."

Cümlelerimi sıraladıktan sonra konuşmaya içimden devam ettim, "Dolaylı olarak benim yüzümden..."

Sanki geçmişimi bir sırt çantası gibi hep yanımda taşıyordum. Yürürken, otururken, gülerken, koşarken, konuşurken, yerken, içerken, sarılırken, eğlenirken o hep oradaydı, sırtımda.

Biz sırtında çantalarla yaşayanlarız. İçi bizi acıtan anılarla, bizi kıran bilgeliklerle ve bizi mahveden tecrübelerle dolu sırt çantalarımız hep sırtımızda. Bazılarımızın yükü daha ağır, bazılarımızın yükü daha hafif ama hiçbirimiz tamamen özgür değiliz, çantaları bir kenara bırakamadığımız sürece...

"Geçmişin yüzünden değil Mine. O adam senin geçmişin, şimdin veya geleceğin değil. O adam senin hiçbir şeyin. Ve inan bana... Onu bir daha görmeyeceksin."

Başımı kaldırdım ve Efe'ye soran gözlerle baktım.

"Ne demek bu?"

"Ne demek olduğu açık. Onu bir daha görmeyeceksin."

"Ne demek onu bir daha görmeyeceğim Efe? Bundan nasıl bu kadar emin olabilirsin ki?"

"Eminim çünkü babanı tutuklattım Mine."

Sessizlik. Yaşadığım şokun sebebi onun bir gün gerçekten birilerine yaptıkları yüzünden ceza alabileceğine inanamamam mıydı yoksa bunu Efe'nin yapmış olmasına inanamamam mıydı bilmiyordum. Yalnızca şoktaydım ve garip bir şekilde içimde bir noktanın ferahladığını, rahatladığını hissediyordum.

"Ne?" diyebildim yalnızca, "Nasıl?"

"Babanı uzun zamandır izletiyordum." diye açıkladı Efe, "Belki bir gün bizi tekrar rahatsız ederse ona karşı kullanmam için bir koz bulurum diye... Sağ olsun, öyle çok suç işliyor ki birkaç gün sonra onu takip ettirmeme bile gerek kalmadı. Elimde yeterince delil oluşmuştu... Eğer bizi bir kez daha rahatsız etmeseydi bunları ona karşı kullanmayacaktım ama bu bardağı taşıran son damlaydı."

Verecek bir cevabım yoktu. Ne hissedeceğimi, nasıl hissedeceğimi bilmiyorum. Sanki küçük Mine'nin şiddet dolu günlerinin bir kısmı silinmişti. Ruhumda sonsuza kadar birer iz olarak kalacaklarını düşündüğüm morlukların bazıları bir anda iyileşivermişti. Onun özgür olmadığını bilmek sırtımdaki o soyut çantadan birkaç yük eksiltmişti. Oturuşumu dikleştirdim. Efe'ye doğru uzandım ve yanağına bir öpücük kondurdum.

"Teşekkür ederim." diye fısıldadım, "Beni yine kurtardın. Hep olduğu gibi..."

"Keşke senin üzülmeni sonsuza kadar engelleyebilsem Mine... Bu imkansız, biliyorum. Artık anladım. Birileri, bir şeyler seni üzebilir... Buna engel olamam, olamıyorum. Yine de bildiğim bir şey var, kim seni üzerse ben onu çok daha fazla üzeceğim. Benim hayat amacım bu. Seni kıranı paramparça ederim."

Yapardı, biliyordum. Eğer yüklerimi taşıyan soyut sırt çantamı görebilseydi onu sırtımdan alıp kendi çantasıyla beraber taşıyacağına emindim. Ona öyle aşıktım ki bunu anlamaya da anlatmaya da ömrüm yetmezdi.

O gün Efe şirkete geçtikten sonra kendimi o kadar uykulu hissediyordum ki koltuğun bir köşesine kıvrıldığım gibi uyudum. Saat başı Efe'nin "Nasılsın? Bir problem var mı? İyi misin?" telefonlarıyla uyansam da akşama kadar uyukladım.

Bebek uyumak istiyordu, bebek benim de uyumamı istiyordu. Hatta bu uyuma isteğinden öte, bayılma isteğiydi! Uyuyor uyanıyor değil de bayılıyor ve ayılıyor gibiydim. Gözlerimi Efe'nin bugünkü yedi bin yedi yüz yetmiş yedinci(!) aramasına açtığımda saat 19.26'ydı. Esneyerek uzandım ve hemen yanımda duran telefonumu alıp kulağıma götürdüm.

"Günaydın güzellik," dedi Efe, "Sen şimdi ne güzelsindir... Uykulu uykulu esniyorsundur."

"Sen benim güzelliğimi biraz abartıyorsun bence." diye mırıldandım esnerken.

Efe güldü.

"Hala Naz'a gitmek istiyor musun?" diye sordu.

"Uyuyacak halim yok ya. Tabi ki." dedim.

"Saçmalama, sen uyumayı sevmezsin zaten." dedi Efe.

"Uykuyla ne işim olur. Bugün alt tarafı günün yüzde doksanını uyuyarak geçirmişim."

Efe karşımda gülerken ben de uykulu gözlerle hem gülüyor hem esniyordum.

"Şimdi kalkıp hazırlanacağım, sen ne zaman burada olursun?"

"Ben yoldayım. On beş dakikaya gelmiş olurum. Gelirken almamı istediğin bir şey var mı? Bebeğim nasıl? Babasından bir şey istiyor muymuş?"

Dudaklarım heyecanla kıvrıldı.

"Sadece gelmeni istiyoruz..." dedim, "Üzerini değiştirecek misin?" diye sordum ve kalkıp yatak odasına doğru yürüdüm.

"Hayır sevgilim, ben böyle geleceğim."

"Tamam, ben hazırlanıp iniyorum. Sen hiç yukarı çıkma. On beş dakikaya aşağıdayım. Öptüm."

Telefonu Efe'nin yüzüne kapatıp banyoya girdim. Hızla elimi yüzümü yıkadıktan sonra gardırobumun karşısına geçtim. Karşımda bir sürü kıyafet vardı ama boş dolaba bakar gibi bakıyordum.

Sadece bir yemek Mine, zaten uykum var, bir şey al da giy lütfen!

Öyle bir durumdaydım ki iç sesimin bile benden ayrı uykusu vardı. Dolaba uzanıp siyah dar kesim balıkçı yakalı elbisemi çıkardım. Elbisemi hızlıca üzerime geçirdikten sonra saçlarımı taradım ve fön makinesinin altına tutup olabildiğince hızlı ve yalancı bir fön çektim. Makyajımı arabada yapmayı planlayarak çantama birkaç makyaj malzemesi attım ve en sonunda kapıya doğru ilerlemeyi başardım. Kapıyı açıp elbisemin altına siyah beyaz düz taban ayakkabılarımı geçirdim. Evi kilitleyip merdivenlere yöneldim. Asansörü kullanmak istemedim çünkü merdivenleri kullanmamın bana kilo verdireceğine inanıyordum.

Sabah kahvaltıda otuz beş dilim çikolatalı ekmek yiyip bütün gün uyuduktan sonra asansör değil de merdiven kullanarak kilo vereceğine inanman beni çok duygulandırdı Mine.

En azından biraz hareket ediyorum, İç Ses.

Vay canına, sağlıklı yaşam senin hayat stilin olmuş resmen...

İç sesimin bile benimle eğlendiği bir hayattan çok da bir şey beklememeliydim sanırım. Merdivenleri yavaş yavaş indikten sonra apartmanın kapısına doğru ilerlerken Efe'nin arabasının inanın önüne yanaştığını gördü. Aynı anda gelmiştik, saate hiç bakmamıştım ve söylerken de inanmamıştım ama gerçekten de on beş dakikada hazırlanmış olmalıydım.

Arabaya doğru ilerlediğim sırada Efe arabadan inip benim için arabanın kapısını açtı.

"Selam." diye mırıldandım.

"On beş dakikada nasıl bu kadar güzel oldun demek isterdim ama senin güzel olmak için bir saniye harcamana bile gerek yok."

Gülerek koltuğuma oturdum. Efe kapımı kapatıp kendi koltuğuna geçti ve arabayı çalıştırdı.

"Bebeğim nasıl?" diye sordu.

"İştahlı ve uykulu."

"Ona ninni açayım mı?" Efe arabasına bağladığı telefonundan ninni açana kadar şaka yaptığını düşünüyor ve gülüyordum.

"Ciddi misin sen?" dedim ufak bir kahkaha atarak.

Ninniyi söyleyen kadın, "Sen güzel bir meleksin..." derken Efe de kendisini gülmemek için zor tutarak ona eşlik ediyordu. Gülmekten bayılmak üzereydim ki uzanıp ninninin sesini kıstım.

"Tamam," dedim, "Bu duruma müdahale etmem lazım. Bu espri mi yoksa gerçek mi? Gerçekten artık arabaya bindiğimizde şarkı yerine ninni mi dinleyeceğiz?"

"Bencil olma Mine, hep bizim istediklerimiz dinlenecek değil ya. Çocuk bunları dinlemek istiyor. Değil mi babacığım?"

Efe elini uzatıp karnıma koyduğunda tamamen espri yaptığını anlayarak rahatladım. Bir yandan da kendimi gülmekten alıkoyamıyordum.

"Tamam, şakaymış. Rahatladım."

"Çok kıskançsın ya. İnsan bebeğini de kıskanmaz ki. Tamam, senin sevdiğin şarkılardan açayım." diyerek telefonunda kayıtlı şarkılardan birinin ismine tıkladı. Çalmaya başlayan şarkı kendi şarkılarından biriydi.

"En sevdiğim sanatçı." diye mırıldandım, "Müziği bıraktı ama bana hala söylüyor... Çok şanslıyım."

"Sen onu ilhamısın. Asıl o çok şanslı..."

Yol boyunca Efe'nin şarkılarını dinledik. Rengarenk Acılar hariç... Bu akşam onu ikimiz de istemedik, bize Ece'yi hatırlatacağına biliyorduk. Yaklaşık yarım saat sonra Naz'ın yaşadığı sitenin otoparkındaydık. Efe arabayı park ettikten sonra arabadan indim ve arka koltukta duran tatlı kutusunu aldım. Ellerimiz boş gelmek istememiş ve yol üzerinde bir pastaneye uğramıştık.

"Kaçıncı katmış?" diye sordum.

"Bora yazmıştı. Bakayım..." Telefonunu çıkarıp Bora ile olan mesajlaşmasını okudu, "Dördüncü kat, daire on altı."

El ele asansörlere doğru yürüdük.

Sağlıklı yaşama ne oldu Mine, neden merdivenlerden çıkmıyorsun?

Bu kadar hareket yeterli, İç Ses.

Efe ile birlikte asansöre biner binmez karşımızda duran aynaya döndük. Aynalı asansör görür görmez ikimizin de eli telefonlarımıza gitti. Bunu aynı anda fark edip gülmeye başladık.

"Aynalı asansörün kuralı bu," dedi Efe. Kamerasını açtı ve aynaya doğru tutup beni koluyla sararak kendine çekti.

"Üç kişilik ilk fotoğrafımız..." dedim.

"Ve bir kutu tatlı..." dedi Efe gülerek. Kıkırdamaya başladım.

Böyle gülerek, mutlu fotoğraflar çekilmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki en son bir fotoğrafta ne zaman bu kadar mutlu çıktığımı bile hatırlamıyordum. Asansörün kapısı açıldığında Naz'ın evinin asansörün tam karşısındaki daire olduğunu gördük.

Efe uzanıp zile bastı ve beklemeye başladık. İçeriden gülüşme sesleri geldiğine göre diğerleri bizden önce gelmiş olmalıydı.

"Kimler gelecekti?" diye sordum.

"Aynı ekip."

O sırada kapı açıldı, Naz mor asılı bluzu ve siyah şortuyla karşımızda duruyor ve bize gülümsüyordu.

"Hoş geldiniz! Geçsenize! Nasılsınız?" Bizi keyifle karşıladı.

Onu çok da samimi olmayan bir öpücükle selamladıktan sonra pastamızı uzattım. Ayak üstü selamlaşmalarımızdan sonra birlikte salona geçtiğimizde herkesin geldiğini gördüm. Bora, Boğaç ve Enis bizden önce gelmişlerdi.

"Hoş geldiniz!"

Diğerleriyle de selamlaştıktan sonra biz henüz ayaktayken Naz'ın "Hadi masaya geçelim, sohbetimize orada devam ederiz." demesiyle masaya geçtik.

"Evin çok tatlıymış," dedim, gözlerim kahverengi köşe koltukta, beyaz halılarda ve jüt detaylarda gezindi.

"Teşekkür ederim Mine, çok tatlısın! Ah, şey... Herkes çorba içer, değil mi? Sizin için yaptım. Fransız soğan çorbası."

"O zaman içmemek olmaz." dedi Boğaç, "Naz hayatında ilk kez yemek yaptı da."

Naz çorbalarımızı kaselerimize koyarken Bora ve Efe işle ilgili bir sohbete dalmışlardı. Tam karşımda oturan Enis telefonunu bana doğru çevirip bana bir şeyler anlatmaya başladı.

"Bu mesajları her gün alıyorum..." dedi. Bana gösterdiği görüntü ona gelen bir mesajdı. Kaşlarımı çatarak okumaya başladım.

"Merhaba Enis! YKK ile arkadaş olduğunuzu biliyorum. O iyi mi? Onu gördüğünde ona onu sevdiğimizi söyle lütfen!"

"Yeşil Küpeli Kız'ın takipçileri seni çok merak ediyor. İyi olup olmadığını bilmek istiyorlar." dedi Enis gülerek.

Hüzünle gülümsedim.

"Teşekkür ederim, yani mesajı gösterdiğin için... Bir süredir kendimi dış dünyadan uzaklaştırmaya çalışıyordum ama artık sona geliyorum."

"Yeşil Küpeli Kız geri mi dönüyor?" diye sordu Naz merakla.

"Belki de." diyerek gülümsedim.

Bir yandan çorbamı içiyor bir yandan ise onların klip mevzuları hakkında yaptıkları konuşmaları dinliyordum. Yönetmenler, klip senaryoları, klip oyuncuları... Eski Yeşil Küpeli Kız olsa burada duyduğu her şeyi not alırdı. Ben ise gözlerimi Naz'ın evinde gezdiriyor ve evin dekorasyonu hakkında düşünüyordum. Evin dekoru güzeldi ama sanki bir şeyler eksikti... Sanki evde yaşam yoktu, evin bir ruhu yoktu. Hiçbir fotoğraf, bize onu anlatan hiçbir emare yoktu. Ailesine, arkadaşlarına, hayatına dair hiçbir işaret yoktu.

"Sıradaki yemeğimiz kremalı mantarlı hindi. Herkes yiyor, değil mi?" Naz kaselerimizi toplarken ayağa kalkmaya yeltendim. Naz elini uzatıp koluma dokundu.

"Hayır, hayır, kalkma lütfen! Bana Boğaç ve Enis yardım edecek. Onlar da ev sahibi sayılır. Hadi çocuklar!" Gülümsedim.

"O zaman ben lavaboya gideyim. Neredeydi?"

"Ah, şeyde..."

"Lavabonun yerini unutmuş olamazsın Naz." dedi Boğaç bir yandan kaseleri toplarken.

"Taşınalı beş gün oldu!" dedi Naz gülerek, "Kapıdan çıkınca koridorun sağındaki ikinci kapı."

"Ben de geleyim mi?" diye sordu Efe, kulağıma doğru eğilerek, "İyi misin?"

"Pek iyi değilim. Çok çişim var!" dedim olabildiğince sessiz bir fısıltıyla.

Efe ile gülüştükten sonra ayağa kalktım ve diğerlerinin peşinden salondan çıktım. Onlar sola, mutfağa yönelirken ben sağa, lavaboya doğru yöneldim. İkinci kapıyı açtım ve içeri girdim. Burası büyük, düzenli ve güzel bir banyoydu. Evin diğer bölümlerinde yeterli depolama alanı olmasa gerek ki Naz bazı saklama kutularını, kitap ve defterlerini şimdilik buraya, çamaşır makinesinin üzerindeki raflara dizmişti.

Hamileliğimi öğrendiğimden beri bu kadar fazla tuvalet ihtiyacı hissetmem normal miydi? Sanki saat başı on beşer litre su içiyordum. Ellerimi yıkamak ve makyajımı kontrol etmek için lavabonun başına geçtiğimde aynada kendime baktım. Saçlarımı kulaklarımın arkasına yerleştirip arabada yaptığım acele makyajımı kontrol ettim. Göz altıma bulaşan rimelimi parmağımla sildim. Uykusuz görünüyordum. Daha ne kadar uyuyabilirdim ki? Aynada kendimle uğraşırken gözlerim arkamdaki rafların yansımasına kaydı. Gözüme raflarda duran dergiler takıldı. Ne kadar çok magazin dergisi vardı... Merakla oraya yöneldim. Tek tek dergilerin isimlerine baktım. Naz'ın piyasadaki bütün magazin dergilerine aboneliği olmalıydı.

Şu kutuların içlerine de hızlıca baksak fena olmaz sanki, ne dersin Mine?

Saçmalama İç Ses!

Dergilere öylesine göz attıktan sonra burada çok kaldığımı fark edip ellerimi yıkadıktan sonra banyonun kapısına yöneldim. Çıkıp salona geçtiğimde ana yemeklerin geldiğini gördüm. Hepsi oturmuş Boğaç'ın anlattığı bir hayran karşılaşması anısını dinliyordu.

"Hoş geldin güzellik." Efe kulağıma doğru sessizce konuştuktan sonra masaya döndü.

"Selam." diye fısıldadım Efe'ye. O sırada Boğaç hala hayranıyla yaşadıklarını anlatıyordu.

"Sonra kızın abisi geldi, 'Sen kimsin de kız kardeşimle konuşuyorsun?!' filan derken yakama yapıştı. Kız bizi 'Abi o çok ünlü birisi!' diye zar zor ayırdı."

"Hayranının abisinden dayak da yemezsin be Boğaç!" dedi Bora kahkahalarla.

"Abi adam beni tanımıyor ki! Ona göre kız kardeşiyle yolun ortasında sarılıp fotoğraf çekilen bir serseriyim!"

"Ergenlik dönemimde ben de aynen o kız gibiydim. Kimin hayranı olsam takıntı yapar o ünlüyü gider bir şekilde bulur kendimi kollarına atardım! Sadece görebilmek için kapısının önünde kamp yaptıklarım bile oldu!" dedi Naz gülerek.

Bu depolanmış yüzlerce magazin dergisini açıklıyordu sanırım.

"Ben sanırım bu zamana kadar hiçbir ünlüye hayranlık duymadım." diye mırıldandım.

"Bir ünlüyle evlendin!" dedi Boğaç gülerek. Yaşadığım anlık farkındalıkla gülmeye başladım. Efe de yanımda oturmuş sırıtıyordu.

"Tanıştığımızda ona hayran değildim. Artık öyleyim!"

"Sahi ya," dedi Enis, "Siz nasıl tanıştınız?"

"Uzun hikaye." dedi Efe gülerek, "Belki bir ara anlatırız."

Bir yandan sohbet edip bir yandan yediğimiz yemeğimizin sonuna gelmiştik. Konu yine bir şekilde klip çekimi mevzusuna bağlanmıştı. Bora Enis ile çekim için düşünülen oyunculardan bahsederken Naz ayağa kalktı.

"Koltuklara geçelim isterseniz," dedi, "Masa böyle kalsın. Ben sonra toplarım. Size içecek bir şeyler getireyim, şarap, çay, kahve... Ne istersiniz?"

"Ben bu akşam alkol almayacağım," dedi Bora, "Kahve içsem daha iyi olacak."

"Ben de kahve alayım." dedim.

"Bence sen hepimize birer sade kahve yap." diye söze girdi Efe, "Yarın stüdyoya gideceksiniz, siz de alkol almayın."

"Tamam, hemen geliyorum!"

Naz mutfağa gittiği sırada biz de masadan kalktık ve koltuklara geçtik. Bir yanım Naz'a yardım etmek istiyordu ama bir yandan da o kadar halsizdim ki koltuğun köşesine kıvrılıp uyuyabilirdim. Koltuğun en köşesine oturdum ve başımı yanımdaki Efe'nin göğsüne yasladım.

"İyisin, değil mi?" diye sordu Efe.

"Uykuluyum." dedim, "Bu hep böyle mi olacak?"

"Sanırım... Bir süreliğine..." Efe alnıma bir öpücük kondurdu ve elini saçlarıma götürdü.

Orada öylece oturup başım Efe'nin göğsünde salondaki konuşmaları dinledim.

"Peki maç ne olur? Ne diyorsunuz?"

Konu hep bir şekilde buraya bağlanıyordu. Sohbet esnasında birkaç saniyeliğine bir yeri kaçırıyordum ve duyduğum ikinci cümle bu oluyordu, "Maç ne olur?"

"Ben Beşiktaş alır diyorum." Efe, "Yeni transfer çok iyi."

"Çok da sakatlık yaşadılar ama..." dedi Boğaç.

O sırada Naz içeri elinde bir tepsiyle girdi. Şu an tüm ihtiyacım gerçekten de bir fincan kahveydi. Yoksa gerçekten uyuyacaktım.

"Teşekkürler." dedim kahveye doğru uzanırken, "Bugün litrelerce kahveye ihtiyacım var!"

"Evet, çok yorgun duruyorsun Mine. Hasta filan değilsin, değil mi?" diye sordu Bora.

"Eh, çok bir şeyim yok." dedim, "Biraz üşütmüşüm. O yüzden uykuluyum biraz."

Bir de hamileyiz...

"Bilseydim sana ıhlamur yapardım!" dedi Naz.

"Teşekkür ederim, kahve şu anki halime daha iyi gelecektir." diyerek gülümsedim ve kahvemden soğuk bir kış gününde battaniyeme kavuşur gibi bir yudum aldım.

"Bu arada kahve yaparken aklıma geldi," dedi Naz, "Sana beste defterimi gösterecektim Efe. Belki oradan da bir şeyler çıkabilir."

"Tabi ki, bakalım. Arşivden her zaman güzel şeyler çıkar."

Naz kahvesini orta sehpaya bırakıp oturduğu krem rengi berjerden kalktı ve tam karşımızda duran ahşap televizyon sehpasının altındaki dolaplardan birini açtı. Dolapta üst üste duran defterleri dolabın içinden incelemeye çalışırken pes etti ve hepsini alıp orta sehpaya koydu. O sırada defterlerden biri kayıp tam önüme düştü. Gözlerim önüme sayfalarından biri açık bir şekilde düşen deftere kayar kaymaz Naz telaşla önüme doğru eğildi ve defteri kapatıp aldı. Fakat o an orada Naz'ın hızının yetişemediği bir şeyler vardı. Hayatımın son yıllarını "Efe Duran" ismini odak noktam yaparak geçirmiştim ve o isim benim algı noktamdan asla kaçmazdı. Naz'ın defteri önüme düştüğü anda sayfanın ortasında bir yerlerde gördüğüm o iki kelimeyi de anında seçmiş, anında okumuştum.

"EFE DURAN" kalın harflerle, bastıra bastıra yazılmıştı.

Sebebini bilmiyordum. O mor kapaklı ajandanın içinde Efe'nin ismi neden geçmiyordu, yazının içeriği neydi, hiçbir fikrim yoktu. Belki yalnızca bir iş defteriydi, belki Efe'nin ismi orada yalnızca yaptıkları işten ibaretti ama her şey bir yana içinizde hep bir his olur ya hani, ne olursa olsun onu dinlemeniz gerektiğini bilirsiniz. O his bana o deftere bir şekilde bakmam gerektiğini söylüyordu. O his bana o defterin ayaklarımın dibine düşmesinin evrende bir yerlerde bir sebebi olduğunu söylüyordu. Evren bana bir mesaj veriyordu ve ben o mesajı geri çeviremezdim.

İşte şimdi uykum açılmıştı...

O defteri oradan almak zorundaydım.



-


9.Bölüm : Mor Kapaklı Defter.

Yaklaşık üç saattir Naz'ın evindeydik. Yemek yemiş, kahvelerimizi içmiş, Naz'ın bestelerini incelemiş ve bol bol sohbet ederek çay faslına geçmiştik. Aklım hala o defterdeydi. Hangi dolapta, kaçıncı sırada olduğunu, rengini, kapak desenini her şeyden çok daha iyi biliyordum. O defteri oradan almam delilikti, bunun da farkındaydım ama hislerim bana bunu yapmak zorunda olduğumu söylüyordu ve ben her zaman onları takip ederdim... Hislerimi.

"Çocuklar, ben bir balkona çıkıp geleyim." Bora böyle dediğinde sigara içmeye gittiğini biliyorduk, bu akşam onuncu kez balkona gidiyordu ve öylece balkona çıkıp iki dakika kadar boş boş durup içeriye sigara kokusuyla girmeyeceği kesindi.

"Abi sen döndüğünde kalkalım o zaman. Geç oldu." dedi Efe.

"Otursaydınız!" dedi Naz morali bozularak.

Gerçekten de gitmemizi istemiyor muydu? Evde ne zaman birileri olsa 'Biz artık kalkalım' cümlesi hep benim cennetim olurdu.

"Çok geç oldu Naziko, sen bize şu şeyleri ver de almayı unutmayalım..." dedi Boğaç.

"Hangi şeyleri? Ha! Onlara bir şifonyer verecektim de." dedi Naz, "Kendim için aldım ama yatak odama büyük geldi, duvarı yanlış ölçmüşüm. İade etmek yerine Boğaç ve Enis'in yeni evleri için hediyem olsun dedim. Ama sizin gelip bana yardım etmeniz lazım. Kendim taşıyamam!"

"Siz ev arkadaşı mı olacaksınız?" diye sordum gülerek.

"Hem de bu sitede." dedi Enis, "Hem Naz'a komşu olacağız hem birbirimizin ev arkadaşı."

"Harika. Muhtemelen en yakın arkadaşınla ev arkadaşı olarak her erkeğin en büyük hayalini gerçekleştiriyorsun." Konuştuğum sırada bir yandan da acaba onlar şifonyeri almak için içeri gittiklerinde defteri alabilir miyim diye düşünüyordum.

"Bazı erkeklerin en büyük hayali hayatlarının aşkı ile tanışıp sonsuza kadar onunla yaşamaktır." dedi Efe, "Kankalarıyla değil."

Utanarak gülümsedim.

"Efe abi çıtayı daha ne kadar yükseltebilirsin ki?" diye sordu Enis gülerek.

"Efe haklı," dedi Boğaç, "Muhtemelen birkaç aya birer sevgilimiz olur ve kavga edip ayrı evlere dağılırız." diye devam ettiği sırada sırıtıyordu.

"Büyük ihtimalle," dedi Enis, "Neyse hadi şu şifonyeri alalım. Hani şu evleri ayırdıktan sonra bende kalacak olan şifonyeri..."

Onlar gülüşerek Naz ile birlikte koridorun soluna yönelirken ben Efe'ye döndüm. Bora balkonda sigara içiyordu. Ona başımla balkonda duran Bora'yı işaret ettim.

"Morali mi bozuk?" diye sordum.

"Yoo, yani bilmem... Öyle gibi mi?"

"Bana öyle geldi. Bir problemi mi var acaba? Gitmeden bir sorsan mı?"

Efe birkaç saniyeliğine kaşları çatık bir şekilde balkona baktığı sırada ben Bora'nın bir anda içeriye girmeye karar vermemesi için dua ediyordum.

"Bir bakıp geleyim sevgilim. Gelmek ister misin?"

"Belki özel bir konu vardır. Ben de bir lavaboya gideyim. Sonra çıkarız zaten..."

Efe başını sallayarak endişeli bakışlarla balkona yöneldiği sırada ayağa kalktım. Tamam, Bora ve Efe balkonda, diğerleri ise içerideydi. Planın bir kısmı başarıyla tamamlanmıştı ve salonda yalnız kalabilmiştim.

Kızım sen tam bir dâhisin! Senin iç sesin olmakla gurur duyduğum anlardan birini yaşıyorum, ve evet, ağlıyorum Mine...

Berjerin arkasındaki ahşap konsolun üzerinde duran kol çantamı alırken bir yandan da içeriye kulak misafiri olmaya çalışıyordum. Henüz gelecek gibi değillerdi, şifonyerin çekmecelerini söküp ayrı ayrı taşımaktan bahsediyorlardı. Balkona göz attığımda ise Bora ve Efe gerçekten de dertleşiyor gibi görünüyorlardı. Adamın gerçekten de bir derdi mi vardı acaba?

Eğilip televizyon sehpasının altındaki dolabın üçüncü kapağını açtım ve hedefim tam da oradaydı işte. Tüm defterlerin arasında bana bakan ince mor bir ajanda. Elimi uzatıp ajandayı hızla almam ve çantama sokuşturmam yalnızca üç saniyemi aldı. Kendimi banka soyuyor gibi hissediyordum. Dolabın kapağını hızla kapattım. Yüzümün kıpkırmızı olduğuna emindim çünkü alev alev hissediyordum. Bu defteri bir şekilde burada inceleyip yerine geri koyabilir miydim acaba? Öylece çalar gibi alıp gitmek istemiyordum ama bu defterde benim de hakkım vardı, öyle olmalıydı. İçinde Efe'nin isminin yazdığı bu defteri alıp incelemek hakkım olmalıydı. Bilmiyorum... Belki de bu yaptığım yanlıştı.

Salonun ortasında elimde kol çantam ile öylece durmuştum. İçinde bulunduğum oyunu oynayan kişiden komut bekleyen oyun karakterleri gibi hissediyordum. En sonunda kol çantamla birlikte lavaboya yöneldim. Koridordan geçip lavaboya girdim ve klozetin kapağını kapatıp bir sandalyeymiş gibi üzerine oturdum. Kol çantamı yere koyup gizlice aldığım defteri açtım ve gözlerimi kapattım. Burada karşılaşacağım şey her şey olabilirdi. Bunu okuduktan sonra hayatım yine hiç beklemediğim şekilde karmakarışıklaşabilirdi ya da olduğu gibi kalabilirdi. Buna hazır mıydım?

Ben her şeye hazırdım...

Neden titrediğini bile bilmediğim ellerim mor ajandanın kapağını açtı. İlk sayfada Naz'ın ismi yazılıydı.

"Naz Özgür."

İkinci sayfa ise tam bir felaketti. Tam bir karmaşa...

"EFE DURAN HAKKINDA ÖĞRENDİKLERİM"

Bu başlığı okuduğum an ne hissedeceğimi bilemedim. Başlık hem öyle tanıdıktı hem öyle uzaktı ki... Gözlerim korkuyla maddelerin üzerinde dolaşırken çenem bile titriyordu.

-Göktürk'te yaşıyor.

-Babasının apartmanında yaşıyor ama anne ve babası o apartmanda yaşamıyor.

-Sorunlu bir öğrencilik hayatı, disiplin cezaları...

-Lisedeki kız arkadaşlarından birinin ismi Alin. Şu anda hiçbir bağlantıları yok gibi görünüyor, kız mağaza yöneticiliği yapıyor.

-Onu ünlü yapan viral olan ilk videosunu çeken kişilerle sosyal medya hesaplarından takipleşmiyor.

Başımın ağrıdığını hissediyordum. Ateşimin çıktığına da emindim. Gözlerim sayfanın sağ üst köşesindeki ufak nota takıldı. Bu bilgiler Efe'nin ünlü olduğu ilk zamanlarda yazılmıştı. Efe ile benim henüz tanışmadığımız dönemde. Kimdi bu Naz? Bunları neden yazmıştı? Üstelik henüz defterin diğer sayfalarına bakamamıştım bile. Efe'ye benim gibi yaklaşmaya çalışan bir magazinci miydi yoksa ona takıntılı bir hayran mıydı?

"Mine!" Efe'nin kapıdan duyduğum sesiyle telaş yapıp defteri kucağımdan düşürdüm.

"Geliyorum!" diye seslendim. Uzanıp ses olması için sifonu çektim ve telaşla defteri toparlayıp çantama koydum.

Hızla ellerimi yıkadım. Kızaran yanaklarımı ellerimle havalandırarak rahatlatmaya çalıştım ve derin bir nefes alıp tuvaletten çıktım. Efe beni kapıda bekliyordu.

"İyi misin? Miden mi bulanıyor yoksa? Yüzün de kızarmış... Doktora gidelim mi?"

"Sadece biraz midem bulanıyor." dedim, "Başka bir şeyim yok. Merak etme. Eve gidip dinlenince geçer."

Efe elini alnıma ve yanaklarıma koyduğunda yüzü oldukça endişeli görünüyordu.

"Gidince sana güzel bir bitki çayı yaparım, rahatlarsın." dedi ve elimi tuttu.

Birlikte kapıya doğru ilerledik. Diğerleri de oraya geçmiş, ayakkabılarını giyiyorlardı. Naz'ı gördüğüm an midemin bulandığını hissettim.

"Görüşürüz! Hepinize çok teşekkür ederim, iyi ki geldiniz!" dedi Naz, yine oldukça coşkulu konuşuyordu.

Kız delinin önde gideni çıktı Mine! Anla artık!

"Bir dahakine bizim evdesiniz, tamamen yerleşelim ilk sizi çağıracağız." dedi Boğaç, "Size barbekü yapacağım, kendinizi hazırlayın."

Herkes gülüşüyor, ayak üstü sohbet ediyordu ama benim aklım yine bambaşka yerlerdeydi. Nihayet hepsi ile vedalaşıp arabamızda baş başa kaldığımızda kendimi rahatlatmak için camı açtım ve derin birkaç nefes aldım. İçimde büyüyen bir yaşam olduğunu unutmamalıydım. Her şeyden önce kendimi rahatlatmalıydım çünkü onun yaşam alanını cehenneme çeviremezdim.

"Eşiyle sıkıntıları varmış." dedi Efe.

"Kimin?"

"Bora'nın. Morali bozuk görünüyor demiştin ya, son zamanlarda sık sık tartışıyorlarmış. Canı çok sıkkındı." Başımı salladım.

"Canının sıkkın olduğu belliydi." diye mırıldandım.

Bütün akşam hiç de canı sıkkın gibi gelmemişti...

"Sebep neymiş?" diye sordum merakla, "Yani çocukları var... Bu kadar tartışıyorlarsa önemli bir sebepleri olmalı."

"Çok ayrıntıya girmek istemedi." dedi Efe, "Sanırım sebep kıskançlık. Bora'nın vakit geçirdiği insanlardan rahatsız olmaya başlamış..."

"Mesela Naz." deyiverdim bir anda, "Yani en çok vakit geçirdiği isimlerden biri."

"Evet," dedi Efe başını sallayarak, "Sanırım Naz birkaç tartışmalarına konu olmuş ama Bora'nın söylediğine göre aralarında iş ilişkisi dışında hiçbir şey yok. Olay tamamen kıskançlık."

Sinirle gülümsedim.

"Belli olmaz." dedim, "Belki senin bilmediğin şeyler de vardır."

"Benim bilmediğim şeyler var mı?" diye sordu Efe, "Senin bildiğin ama benim bilmediğim..."

"Hayır," dedim, "Ama belki hem senin hem de benim bilmediğim şeyler vardır..."

"Bunu araştıracağım." dedi Efe, "Eğer Bora ve Naz arasında bir şeyler varsa..."

"O zaman ne olacak?"

"Onlarla yollarımı ayıracağım."

Peki Naz sana takıntılı bir manyaksa Efe, o zaman ne yapacaksın?

"Siz ortaksınız, nasıl yollarını ayıracaksın?"

"Bir yol her zaman vardır." dedi, "Şimdi bunu konuşmak için erken. Ama eğer böyle bir şey varsa... Karısını aldatan bir adam iş arkadaşım bile olamaz."

Bu işin arkasında tam olarak neler olduğunu ve Naz'ın aklından tam olarak neler geçtiğini deliler gibi merak ediyordum. Gerçekten Efe'ye olan takıntılı hayranlığını geçmişte bırakıp Bora'yla ilgilenmeye başlamış olabilir miydi yoksa Bora'yı yalnızca kariyer basamaklarını tırmanırken bir basamak olarak mı görüyordu? Belki de Bora bile onun için Efe'ye ulaşmanın bir adımıydı. Tek istediğim bir an önce eve dönüp şu defteri tamamen incelemekti.

Eve döner dönmez kendimi ilk olarak duşa attım. Yaşadığım stres yüzünden kendimi gerçekten de hasta gibi hissetmeye başlamıştım. Eskiden olsa yemeden içmeden nefes bile almadan ilk iş olarak o defteri okurdum ama şimdi bunu yapamazdım. Önce iyi olmalıydım çünkü ben iyi olmazsam kötü hissedecek birileri vardı hayatımda. Duştan çıkıp üzerime pijamalarımı geçirdiğim sırada Efe'nin bana ıhlamur getirdiğini gördüm.

"Hadi, yatağa geç bakalım." dedi.

"Bebek olan ben değilim," dedim gülerek, "Bebek olan henüz doğmadı!"

Efe ıhlamurumu gülerek yatağımın yanında duran sehpaya bıraktı ve elimdeki havluyu alıp saçlarımı kurulamaya başladı. Ben yatağımızın önündeki pufta oturmuştum, Efe ise tam arkamda durmuş havlu ile saçlarımın nemini alıyordu.

Havluyu bırakıp uzandı ve şifonyerde duran saç kurutma makinesini alıp çalıştırdı. Saçlarımı saç kurutma makinesi ile kuruturken saç diplerimde hissettiğim parmakları benim için huzurun tanımıydı. Gözlerimi kapatıp kendimi bir süreliğine bu güzel anı hissetmeye adadım. Sanki bu anın çiçekli bir kokusu vardı, huzur verici bir tınısı vardı. Efe saçlarımı kuruttu, taradı, yanağımı öptü... Beni o kadar güzel sevdi ki bir süreliğine aklımdaki her şey uçup gitti, kendimi pamuklara sarılmış gibi hissettim.

"Sen şimdi yatağa geç bebeğim, ıhlamurunu içip uyu. Ben de duşa girip geleceğim."

Başımı sallayıp ona sıkıca sarıldım. Efe banyoya girer girmez ise yatağa geçmek yerine çantama yöneldim. Çantamda duran mor ajandayı aldım ve yatağa onunla geçtim. Önce ıhlamurumu içtim ve hemen sonra defterin ikinci sayfasını açtım. Bu sayfa çok daha içler acısıydı. Burada Efe'yi takip ettiği günler, onu takip edip dışarıda çektiği fotoğraflar vardı. Fakat o günlerde Efe nedense üst üste ailesinin evinde kaldığı için henüz Efe'nin ev adresine ulaşamamıştı, yalnız ailesinin adresini bulmuştu.

Sayfalar ilerledikçe Naz'ın ne derece bir deli olduğuna dair tüm tahminlerim boşa çıktı. Naz tahminlerimden çok daha ötedeydi, o bizim için gerçekten de bir tehlikeydi.

Efe'nin adresini öğrenmeyi başarmıştı. Efe'nin sıklıkla yemek yediği restoranlar, hafta sonu rutinleri, o dönemki grup arkadaşlarının adreslerini bile biliyordu... Sonra ben çıkagelmiştim ve Naz sayfaya kocaman "Bu kız da kim şimdi? ARAŞTIR!" diye not almıştı. Beni araştırmış ama hakkımda hiçbir şey bulamamıştı.

Elinde Efe ve benim balkondayken çekilmiş fotoğraflarımız, benim balkonumda tek başıma otururken çekilmiş fotoğraflarım bile vardı. Beni en hazırlıksız yakalayan fotoğraflar ise Ece ile çekilmiş fotoğraflarımdı... Onlara bakarken bir süreliğine defteri kapatmış, elim kalbimde öylece kalakalmıştım. Artık bunları kendisinin çektiğini düşünmüyordum. Bunlar için birini tutmuş olmalıydı. Efe'nin fotoğraflarında yüzünün etrafına hep kalp çizmişti ve sınırı çok fazla aşmıştı, çok fazla...

Bora'dan, Ece'nin durumundan, her şeyden haberdardı ve sanki Efe'ye yaklaşıp bir şekilde hayatına girebilmek için doğru anı beklemişti. Şöhreti seviyordu, ünlü insanlara karşı ne kadar büyük bir hayranlığı olduğu yazdıklarından belliydi. Hem ünlü olmak hem de ünlü biriyle olmak bu kızın bu hayattaki tek hayaliydi.

Hiç bu kadar deli bir insan görmemiştim Mine...

Onunla ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Kendimi bir yangının ortasında kalakalmış gibi hissediyordum. Efe duştan çıkmak üzereydi ve şu an ona bunu göstermem için doğru bir zaman değildi. Gidip Naz'dan hesap sormak isteyebilir ve her şeyi daha kötü bir hale getirebilirdi. Defteri yastığımın altına koydum ve başımı yastığıma yaslayıp gözlerimi kapattım. Şimdilik bunları bilen tek kişi ben olmalıydım. Bunları Naz'ın yüzüne vuran ilk kişi de ben olmalıydım. Yaptıklarıyla, düşündükleriyle, hissettikleriyle sınırı çok aşmıştı ve onu hiç beklemediği bir yerden, hiç beklemediği bir şekilde vurmalıydım. Madem tüm benliğiyle bu kadar tanınmak istiyordu, o zaman onun tanınmasına yardımcı olmak benim görevimdi. Magazine yön veren isim olarak... Yeşil Küpeli Kız olarak... Ona şöhretin en güzelini verecektim. 



Tekrar merhaba canımın içleriiiiii <3

Ne desem bilemedim o kadar çok şey oldu ki Efe'nin Mine'nin babasını tutuklatmasından mı bahsedeyim, Naz'ın defterinden ve şizofrenin önde gideni çıkmasından mı, Efe'nin Mine'ye aşırı düşkünlüğünden mi neyden bahsedeyim ashbfdssdgds

Naz ile ilgili en baştan beri şüpheleriniz vardı zaten, ve haklı çıktınız, ama ne kadar etkisi olur, Efe ve Mine'yi ne kadar etkiler birlikte göreceğiz.

Sizce Naz Efe ve Mine'nin ilişkilerine zarar verebilecek mi?

Sizce Naz ile ilgili Efe ve Mine'yi neler bekliyor?

Siz Mine'nin yerinde olsaydınız o defteri bulup okuduğunuzda ne yapardınız?

Bir de son olarak bana Daire 7 ilhamı verebilecek şarkı önerileriniz varsa tam bu satırın altına yazarsanız çok mutlu olur seve seve dinlerim. 

Çarşamba günü 10.bölümle görüşmek üzere, sizi çok seviyorum! 

Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 15.3K 38
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...
25.5M 906K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
335K 12.3K 47
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
1.7M 56.8K 24
"Zorla evlendik farkındasın değil mi?" dedim dehşetle. Umursamadı ve gözlerimin en derine bakıp, belimde olan eli belimi okşamaya başladı. "Evet kar...