Kaçış

By MaysaBerran

181K 15.2K 3.9K

Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar iç... More

1.Giriş
2.İlk Kaçış
3.İkinci Kaçış
4.Son Kaçış
5.Eşim
6.Son Çırpınış
7.Asla
8.Dengesiz
9.Tehdit
10.Mera Asamana
11.Rubies Gezegeni
13.Ev
14.Sarı Çiçekler
15.Ajayu
16.Kitap
17.Kördüğüm
18.Rheyold Değil
19.Sızı
20.Kalp Çarpıntısı
21.Gwrach
22.Anlaşma
23.Sır
24.Mühür
25.Mağara
26.Korku
27.Kabulleniş
28.Omirler
29.Savaş Çağrısı
30.Argent
31.Dünya
32.Çiçek-1
33.Çiçek-2
34.Karar
35.Kırmızı
36.Yıldızlar
37.Çaresizlik
38.Gerçek
39.Geçmiş-1
40.Geçmiş-2

12.Kalbe Temas

4.7K 427 124
By MaysaBerran

Merhabaa, gece kuşlarına selam olsunn 🤭

Ayrıca, bölümün yarısını bir günde yazan ve geri kalanını iki haftada anca yazabilen yazarlara da selam olsun 😂

Keyifli okumalar diliyorum.

(Not: Düzenleme yapılmadı, ikinci kez okunmadı. Çünkü bu yazar her an bölümü kaybetme korkusu yaşıyor)

***

Bu nasıl bir şeydi? Nefret ettiğin, korktuğun varlığa sığınmak, nasıl bir çaresizlikti? Yoksa güven denilen şey bu muydu? Ona sığınmak neden gururumu incitmiyordu? Cevaplaması zor bir sürü soru dolaşıyordu zihnimde. Sırtı gerilmekten kaskatı kesilmiş bedene biraz daha yaklaştım ve kafamı tamamen iki kürek kemiğinin altına gömdüm. Beni sadece o koruyabilirmiş gibiydi, diğer herkes yok olmuştu.

Nefes almaya dahi çekiniyordum. En ufak bir hareketimde kıvılcımlar çıkan bu gergin ortam alev alacakmış gibi hissediyordum. Kimsenin tek bir hareket ya da kelime dahi etmemesi de beni korkutuyordu.

Daha ne kadar bekleyeceğimizi düşünürken tanıdık ama bilmediğim bir dilde konuşan kişi ile 'sonunda' dedim. Bu dili bilmiyordum ama kelimelerin içine saklanmış sertliği algılayabilmiştim. Bir süre ses gelmedi, daha sonra ise hırıltılı bir ses aynı sertlikle karşılık verdi.

Biz şu an neredeydik? Hangi konuma düşmüştük?

''İnsan dilini biliyoruz. Misafirimiz çekinmesin.'' Ağır aksanı vardı. Duraklayarak konuşmuştu. Bu sesi tanımıyordum ve karşı taraftan birileri olduğunu düşünüyordum. Öyle ki bu sözler sığındığım bedeni fazlasıyla rahatsız etmişti. Bileğine sarılı olan elim şişen damarları hissetmişti.

''O misafir değil, benim eşim!'' Kesinlikle karşı çıkmamam gereken bir ortamdaydım.

Evet onun eşiyim! diye çığlık dahi atabilirdim.

Parmaklarımı sıkılaştırarak çok hafif bir şekilde şişmiş pazılarının yanından başımı hafifçe çıkararak karşıya baktım. Ben Akirlilere canavar diyerek haksızlık yapıyordum. Asıl canavarlar bu kırmızı varlıklardı. Beyaz göz bebekleri ve kırmızı irisleri ile şeytan tasvirlerine benziyorlardı. Kurak topraklar gibi çatlamış tenlerinin aralarında kırmızı sıvımsı şeyler gözüküyordu. Onların kan olmadığını düşünmek istiyordum. Açıkta kalan tek gözüm ile onları izlerken en önde duran, kırmızı taşlarla süslü tacı olan bedenin kırmızının en koyu tonunda ki gözleri direkt benim mavi korkuyla açılmış gözlerime kilitlendi.

Kirpiklerim dahi titrerken karşımda ki varlığa bakmaya devam ettim. Kirpik denilen bir şeye sahip değildi. Kaşlarının olması gereken yerde de derin çentikli kırmızı çizikler vardı. Gözlerinde ki açlık üst üste yutkunma isteği doğuruyordu. Tekrar Rheyold'un arkasına saklandığımda önümde ki bedenin titrediğini hissettim.

''Gözlerini eşimden çek!'' Son kelimesi dudaklarının arasından deprem etkisi yaratacak şeklinde çıkmıştı.

Yine aynı dilde karmaşık ve sert sözler yankılandı. Hemen ardından da hareketlenmeler oldu. Gemiden çıkan bir kaç asker daha etrafımızı sardığın da her şeyin bir kabus olmasını diliyordum. Eğer bu bir kabussa uyandığım da tamamen hür irademle Rheyold'a sarılacak ve bir süre bırakmayacaktım.

Hiç savaşı görmeyen gözlerim, kavgalara dahi karışmayan bedenim, bu durum da elbette normal tepkiler vermeyecekti. Tek başına yaşayan ırklar bile barışı sağlayamamışken, farklı ırkların sağlamasını beklemek aptallık olurdu. Kaldı ki burada tam üç farklı ırk vardı. Benim etkim sıfır dahi olsa, gerginliğin sebebinin ben olduğumu anlayabiliyordum. Olası bir kargaşa da en çok zarar görecek kişi de bendim, zaten bu yüzden büyük bir bencillikle Rheyold'a sığınıyordum.

Beni ondan başka kim koruyabilirdi?

''Rheyold.'' diye fısıldadım. Sesim ona ulaştığında kasılmış bedeni hafifçe gevşedi ve omuzunun üstünden bana baktı. Bu sırada da bileğinde ki elimi elleri arasına aldı. Kararmış gözleri benimkilerle çarpıştığın da garip bir dürtüyle ona daha çok yaslandım. Hafif aralık dudaklarının arasından sivrilmeye başlamış dişlerini görüyordum.

Kuruyan boğazım bir şeyler söylememi engelliyordu. Ama bu ortamdan da bir an önce çıkmak istiyordum. Onun biraz olsun sakinleşeceğini düşündüğüm şeyler söylemek mantıklı olacaktı.

''Evimize ne zaman gideceğiz?'' Gözlerini esir alan karanlığa yavaşça sızan aydınlığı gördüm. Sanırım işe yaramıştı. Onun ısrarla bana kabul ettirmeye çalıştığı şeyleri fütursuzca söyleyince şaşırdığını ve mutlu olduğunu hissediyordum.

''Birazdan evimiz de olacağız.'' Çatallı sesine başımı salladım ve arkasında kalmaya devam ettim.

''Bu konu tartışmaya açık değildir. İstediğiniz gibi gezegeninize iniş yaptık. İstediğinizi aldıysanız gidiyoruz.'' Rheyold kaba bir sesle, karşısında bulunan insanlarla hiçte dost gibi davranmıyordu. Hatta buranın sahibi gibiydi. Karşısında duranları ezmekten asla çekinmiyordu.

''Komutan Rheyold, doğruyu söylemek gerekirse istediğimizi alamadık.'' Hırıltılı ve alaycı ses az önce konuşan tacı olan kişi olmalıydı. Rheyold öne doğru güçlü bir adım attığında, bu hamleyi beklemeyen bedenim sarsıldı. Kısa bir süreliğine ellerim ondan uzaklaştığında, panikle onun bir adımına karşılık benim için iki adımlık mesafeyi kapatmaya çalıştım. Aynı anda Rheyold'da bana dönünce dirseği bedenimi savurdu.

Son anda beni tutup göğsüne yaslayan adamın, neden zırh denilen şey ile yanımda durmadığını daha iyi kavrıyordum. Sert bir temas olmamasına rağmen nevrim dönmüştü.

''Rana, iyi misin?'' Az önce ağzından ateşler püskürterek konuşmasına rağmen, şu an sesi oldukça endişeli çıkmıştı. Üstelik ismimi ilk defa telaffuz etmişti. Dudaklarının arasından çıkan ismimin telaffuzu endişeli ve şefkatli çıkmıştı. En son ismimi kim böyle söylemişti. Küçükken düştüğümde bile ne annem ne babam bana böyle seslenmişti. Bana sevgisini gösteren Çiçek ve ailesi olmasaydı eğer, koca dünya da bomboş kalırdım.

Şimdi ise bu adam bana aç olduğum hisleri korkusuzca veriyordu. İstikrarla reddetmem hiçbir işe yaramıyordu.

''Canın mı yandı? Ne oldu?'' Dolan gözlerimi kırpıştırarak başımı iki yana sallasam da Rheyold çoktan uzun kollu penyemi sıyırmaya başlamıştı.

''İyiyim gerçekten. Sadece gidelim buradan.'' Rheyold tereddütle gözlerime baktı. Bir kolumu hala sıkıca tutuyordu. Baş parmağı göz kenarlarımı zarifçe okşadı. Beni tekrar arkasına alarak savunma pozisyonuna geçti.

''Hiçbir zaman alamayacaksınız. Daha fazla zorlarsanız savaşmaktan kaçınmayacağız.'' Korktuğum kelimeler teker teker Rheyold'un dudaklarından çıkıp kulaklarımda çınladı. Diğer askerler bu sözlerle resmen savaş pozisyonuna geçerek, silahlarına davrandılar.

''Komutan, tekrar karşılaşacağız. En kısa zamanda.'' Kısa bir sessizliğin arkasından Rheyold bir şey demeden beni önüne alarak ilerlemeye başladı. Rahat bir nefes verirken, sağ salim ayrıldığımız için şükrediyordum.

Fakat her zamanki gibi erken sevinmiştim. Tam geminin içine girmek üzereyken aynı alaycı, gür sesiyle tekrar konuştu.

''Karanlık gezegenine, mavi bir gökyüzü bulmuşsun. Mutluluklar dilerim.'' Tüylerim ürpertiyle diken diken oldu. Rheyold ani bir manevrayla arkasını dönecekken son anda bileğine sarılarak gözlerine baktım.

''Lütfen, gidelim.'' Rheyold kararmış gözleri ile, sivri dişlerini birbirine kilitledi. Başını arkaya çevirmesine, elimi çenesine koyarak engel oldum. Bu sefer ben kararmış gözlerinin kenarını okşadım.

''Lütfen.'' Gözlerini sıkıca kapatarak derin bir nefes aldı.

''Gidiyoruz!'' diye bağırarak bileğimi tuttu ve beni hızlı adımlarına ayak uydurmak zorunda bıraktı.

Sanırım şu an da hesap verme vaktiydi!

***

Korku ve gerginlikle sindiğim koltukta nefes alıp vermekten başka bir şey yapmıyordum. Gözlerim sürekli panellerin önünde öfkeyle bir şeyler yapan adamdaydı. Kısa süre önce hareket etmeye başlamıştık fakat Rheyold'un öfkesi asla geçmemişti. Her an bir şeylere saldıracakmış gibi duruyordu. Stres karnıma vurmuş, deli gibi ağrıyordu. Fakat lavaboya gitmeye dahi çekiniyordum. Tam şu an da buhar olup boşluğa karışabilirdim.

Yaptığım salaklığın bedelini ağır çekmemeyi diliyordum. En azından Rheyold'un öfkesi az da olsa kendimden uzak dursa iyi olurdu. Ama ne yazık ki bu aralar hiç şanslı değildim.

Kapı tıklatılıp iki yana açıldığında gözlerim içeri giren Hiyam'a takıldı. Sarımtırak gözleri çekinikçe Rheyold'a bakıyordu. Hiyam bir şeyler söylemek için dudaklarını aralasa da, Rheyold sert bir şekil de,

''Çık dışarı!'' dedi. Sesi beni ne kadar etkilediyse, Hiyam'ı da o kadar etkiledi. Hiyam bir adım geri gitti fakat söyleyeceği şey önemli olacak ki,

''Efend-'' diyerek konuşmaya çalıştı.

''Çık dışarı!'' Gemiyi titreten ses beni yerimden sıçrattı. Hiyam donmuş bir şekilde kalırken Rheyold öfkesini çıkartacak birini bulmuştu.

''Sana çık dışarı dedim!'' Masanın üstünde duran ağır nesneyi Hiyam'a fırlattı.

Korku dolu bir nida dudaklarımdan fırlarken nesne kapalı kapıya çarparak büyük bir gürültü yarattı. Hiyam ise üstüne doğru gelen tehditle, kaçar gibi kendini odanın dışına atarak gözden kayboldu.

Neden nefes almak bu kadar zordu? Göğüs kafesim yaşadığı şok yüzünden görevini yapmayı reddediyordu. Nefesim boğazımda takılı kalmıştı, bedenim sıtma hastaları gibi titriyordu.

Oda gittikçe küçülüyor muydu? Yoksa Rheyold üstüme geldiği için mi yaklaşıyorduk? Sırtımı koltuğa iyice yasladım. Gözlerim de nasıl bir ifade vardı bilmiyordum fakat Rheyold üstüme yürümeyi kesmişti. Yarı yolda duran sert adımlarını panele doğru yöneltti. Göğüs kafesimde ki ağırlık hafifçe kalkarken, nefes alabilmeyi başarmıştım.

Sessiz geçen bir kaç dakikanın ardından Rheyold panellerin durduğu masaya sertçe vurdu. Aldığı darbe ile şekli değişen masa, tıpkı şu an da yüzümün aldığı ifade gibiydi.

''Söz vermiştin! Bana söz vermiştin!'' Gözlerinin hedefi yamulttuğu masaydı. Bana bakmasa da gözlerinin simsiyah olduğuna emindim. Bükülmüş sırtı boğum boğumdu. Sanki iki katı olmuş gibiydi. Bir bilim kurgu filminde oynayan öfkelenince yeşile dönüşen canavar gibiydi. Biraz daha öfkelense içinden başka bir şey çıkacaktı. Gerçi, zaten çıkıyordu.

Ondan korkuyordum. Ama bir o kadar da güveniyordum. Bana zarar vermezdi. Bu iki his arasında savrulup duruyordum.

Bu seferde bir şeyleri mahvetmiştim ve bunu kabul ediyordum. Gerçekten suçluydum. O yüzden kendimi aklamak adına tek kelime etmedim. Kaderime boyun eğecektim.

"Neden, neden sözünü tutmadın? Cevap ver bana!" Bağıran sesiyle gözlerimi sıkı sıkı yumdum.

Hiçbir hareket hissetmediğimden gözlerimi yavaşça araladım. Islanmış göz pınarlarım etrafı puslu görmemi sağlıyordu. Fakat onu anın da seçmiştim. Hala aynı pozisyon da duruyordu. Sanki kendini masaya zincirlenmiş gibiydi. Bana zarar vermemek için mi yapıyordu? Yoksa başka bir sebebi mi vardı?

Aklıma sadece ilk olasılık geliyordu. Zaten bu yüzden kendimi daha da kötü hissediyordum. Kısa sürede yaşadığım şu olaylar beni fazlasıyla hassaslaştırmıştı. Eskiden de bu kadar çok ağlıyor muydum, diye düşünüyordum.

Onun hareket etmeyeceğini anladığımda tüm cesaretimi toplayarak ayağa kalktım. Küçük adımlarla ona ilerlerken tek yaptığı zifiri karanlık gözlerini omzunun üstünden bana çevirmek olmuştu. Gözleri beni bir kaç saniye duraklatıp, arkama bakmadan kaçma isteğimi tetikledi.

Titrek bir nefes alıp ona doğru yürümeye devam ettim. Aramız da bir adımlık mesafe kalınca durdum. Ne söylemeliydim? Ya da bir şeyler söylemeli miydim?

Yine de açıklama yapmam gerekiyordu. Biraz da şirinlik. Çünkü bunun bir geri dönüşü mutlaka olurdu.

"Özür dilerim. Ben gerçekten sözümü tutuyordum. Fakat o kadar uzun süre yoktun ki, çok endişelendim." Titreyen sesim kendini fazlasıyla ele veriyordu. İstemsizce heyecanlanıyor ve korkuyordum.

"Yine de bu lanet odada kalmalıydın!" Biraz daha sakin çıkan sesi ile cesaretimi topladım. Buz tutan parmaklarımı bileğine sardım.

"Bilerek yapmadım gerçekten. Çok acıkmıştım ve sen ilk defa beni bu kadar yalnız bırakmıştın."

Gözleri saniyelik bileğini tutan elime baktı. Pürüzsüz çelik bir zırha dokunuyormuş gibiydim. Ama yavaş yavaş o dokunun yumuşadığını fark ettim.

"Yanına geldim. Uyuyordun." Dudaklarımı büzerek bakışlarımı kaçırdım.

"Bilmiyordum ki."

"Tamam. Bu sefer bir şey demiyorum." Sevinçten çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. Sanırım bu adamın açığını bulmuştum. Biraz tatlı dil, biraz şımarıklık!

"Gerçekten mi?" Gülen yüzüm gözlerini görünce tekrar solmaya başladı.

"Ama hala öfkelisin." Parmakları yüzüme düşen saçları zarifçe, okşayarak itti.

"Öfkem sana değil." Rahatlayarak, tekrar gülümsedim. 'Kime?' diye sormayacaktım. Çünkü biliyordum. Gözlerimin önüne tekrar kırmızı gözler düşünce içim titredi.

Bir daha asla o şeyleri görmek istemiyordum!

Eminim ki, onu durdurmasaydım bir savaş başlatırdı. Korkusu yoktu! Bu ihtimale korkunç bir senaryo olacak şekilde zihnimde kısa çaplı bir tiyatro sergiledi. Ama beni dinlemiş ve bu senaryo gerçekleşmemişti. Beni önemsediğini bir kez daha anlamıştım.

Değer görmenin verdiği o sıcak hiç içimi okşarken, daha sonra pişman olacağım o şeyi yaptım.

Parmak uçlarım da yükselerek ancak uzanabildiğim çenesine belli belirsiz bir öpücük kondurdum. Çenesini kaplayan sert sakallar nemli dudaklarımın tenine düğmesine izin vermese de hissettiğini biliyordum. Omuzlarına tutunan ellerim gövdesine kaydı. Saklanma iç güdüsüyle başımı göğsüne gömdüm ve yavaşça sarıldım.

Kalbim deli gibi çırpınıyordu ve yanaklarımın kıpkırmızı olduğuna emindim. Ben ne yapmıştım!

"Teşekkür ederim." Titreyen sesim kısık çıkmıştı. Kendime güvenim yerlerdeydi.

Rheyold benden daha fazla şok olmuş olacak ki bir kaç dakika hiç tepki vermedi. Hatta bir an nefes dahi aldığını hissetmedim. Bu kadar çok utanmasam yüzüne bakardım. Ama malesef yerin dibine girmek üzereydim.

Tam geri çekilmek üzereydim ki kollarını belime sardı. Benim hafif sarılışım aksine beni sıkıca tuttu. Artık istesem de çekilemezdim. Belimi tamamen saran kolları beni kendine tutsak etmişti. İnce kıyafetimden tenime kadar ulaşıyordu, sıcaklığı. İlk defa duyduğum güçlü kalp atışları kulaklarımda uğulduyordu. Gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım. Kendimi bu ana bir o kadar yabancı, bir o kadar tanıdık hissettim. Hızlıca, kaçmak istermiş gibi atan kalbim yavaşça sakinleşti ve kendini huzurlu ritimlere bıraktı.

Evet, tek kelime ile anlat deselerdi bu anı, 'Huzur' derdim.

En son ne zaman bu kadar huzurlu ve iyi hissetmiştim hatırlamıyordum. Dingin soluklarımın arsına tanıdık bir koku girince, daha iyi anlayabilmek için derince soludum. Bu kokuyu hatırlıyordum. Beni ilk aldığında üzerimde kullandığı kokuydu. Fakat bu sefer daha farklı hissettirmişti. İnce ince yağan karın altında kalmış gibi hissettiren koku, bedenimi rahatlatmıştı içimi güvenle doldurmuştu. Fakat zihnim açık bir şekilde benimleydi. Bir önceki gibi puslanmamıştı. Bu da onun bir özelliği miydi?

Omuzlarımdan büyük bir yük kalkmış gibiydi. Bulutların üstünde uçacak kadar hafiflemiştim. Belimdeki bir eli saçlarımın arasına girerek, saç derimi okşadı. Bu onun her zaman ki yakınlığıydı, fakat benim için değildi. Yaptığım bu davranışın sonuçlarını merak ediyordum. Bir şeyleri kabullenmiş gibi duruyor olmalıydım. Nedense bu düşünce eskisi kadar korkunç gelmiyordu.

Beni kendine biraz daha çekti ve dudaklarının baskısını saç diplerimde hissettim. Sanırım uzaklaşma vaktim geliyordu. Eskisi kadar çekinmiyor olsam da, bir anda da kendimi bırakamazdım. Bazen hala beni yiyecekmiş gibi hissediyordum. Mesela şu an ki gibi. Bedenim onun sert bedeni ile neredeyse bir olmuştu. Göğüslerim ikimizin arazında eziliyordu ve bu beni fazlası ile utandırırken bir de hiç alışık olmadığım bir baskı hissediyordum.

Tam karnımda!

Sanırım sarılmak pek mantıklı bir karar değildi. Endişe ile karışık bir heyecan bedenimi yokladı. Boğazımı temizleyerek geri çekilmek istedim. Elbette ilk denemem başarısızlıkla sonuçlandı. İkincisi ve üçüncüsü de. Artık tüm bedenim endişe ile dolduğunda, bir daha bu adama sarılmamaya yemin ettim. Elimi versem kolumu kapıyordu. Ne kolu! Tüm bedenimi!

Ellerimi göğsüne koyarak tekrar kendimi geri itmeye çalıştım. Sert göğsü ellerimin altında titredi. Bu adamlar gerçekten büyük bir yokluğun içindeydi.

''Rheyold, boğuluyorum!'' Sesimle, sanki transtan çıkmış gibi irkildi. Kolları yavaşça bedenimi çözerken, keşke daha önce seslenseydim diye düşündüm.

Nefes nefese çok uzaklaşmadan geri çekildim. Yanan yüzüm ile ona baktım ve kalakaldım. Daha önce de defalarca kez beni derin bir ifadeyle izlemişti. Ama bu seferki bambaşkaydı. Civa rengi gözlerinin rengi açılmış, kırpmaksızın bana bakıyordu. Dikkatli bakışları bir kanca gibi takılmıştı bana. Gözlerimi çekmeye çalışsam başaramazdım.

Ortamda ki ambiyas onun kokusu ile birlikte yoğunlaşıyordu. Kaçmak istiyordum ama beynim inatla bu komutu işlemiyordu. Midemin içinde gezinen şeyler neydi? Ya da kalbimde ki şu anlamsız sızı? Kendimi gerçekten iyi hissetmiyordum. Bu ortamdan nasıl kurtulacağımı düşünürken, düşmanım olan ama şu an da kurtarıcım durumuna düşen Hiyam odaya girdi.

Transtan çıkan il ben olmuştum. Bir kaç adım uzaklaşarak içeri tereddütle giren Hiyam'a baktım. Yaşadığı dehşet dolu anları atlatmış gibiydi. Fakat üzerindeki gerginliği hissedebiliyordum. Sarımtırak gözleri ikimizin arasında gidip geldi. Kafasını hafif kaldırarak havayı kokladı. Kaşları hafif kalkarken yüzünde imalı bir gülüş oluştu. Onunla göz göze geldiğimde ise kaşlarım hafifçe çatıldı. Komik bir şey mi vardı? Kokuyu almış olamazdı değil mi? Yoksa olabilir miydi? Lanet olsun ya, onlar hakkında neden doğru düzgün bir şey bilmiyordum ki?

''Hiyam!'' Rheyold'un uyarı dolu sesi ile anında yüzünde ki gülüşü sildi ve başını saygıyla eğdi.

Aptal!

''Efendim emriniz üzerine gemi Rubies gezegeni sınırlarından çıkmak üzere. Enerjimiz tahmin ettiğimizden daha fazla kaldı. İsterseniz tam yükleme ile yol alabiliriz. Hesaplarımıza göre otuz dakika içinde gezegenimize varmış olabiliriz.''

Ben Rheyold'un ne zaman emir verdiğini düşünürken, diğer duyduğum cümlelerle şok geçirdim. Bu kadar hızlı mıydı? Bir dakika, ben kendimi hiç hazır hissetmiyordum.

''Tam yükleme yapılsın. Fakat sarsıntı istemiyorum. Yedek kalkanı da devreye alın.'' Hiyam aldığı emirle ayrılırken yine baş başa kalmış olmanın verdiği gerginlik üzerime serpildi.

Ağır bakışlarından kurtulmak için boğazımı temizledim. Ezbere bildiğim odayı bir kez daha ayrıntılı bir şekilde izledim. Fakat bu şekilde de kurtulamayacağımı anladığımda bir kaç kelime de olsa konuşarak dikkatini dağıtmak istedim.

Ya ben bu adama sadece sarılmıştım, yani bir de öpmüştüm ama gerçek bir öpücük bile sayılmazdı! Buna rağmen bu kadar etkilenmesi beni korkutuyordu. İleriki aşamalarda başıma gelecekleri düşünmek dahi istemiyordum. Bunun patlaması çok fena olacaktı!

''Şey, sen ne zaman emir verdin ki gezegenden çıkmak için?'' Kısık sesim az da olsa dikkatini dağıtır diye umuyordum.

''Dayak yemek üzere olduğunda.'' Derinden gelen sesiyle yutkunmamak için zor durdum. Sanki boğazım kurumuştu. Çok kısa gözlerine baktığımda normale dönmüş olduğunu gördüm. Bu beni rahatlatmıştı. Bu adamın gözleri açık mesajlar veriyordu ve buna göre hareket etmek bana şu sıralar bana fazlasıyla mantıklı geliyordu.

''Anlamadım.'' dedim. Ona 'çık dışarı' demekten başka bir şey dememişti ki! Acaba aralarında anlaştıkları özel bir dil mi vardı?

''O, onlar. Bu yüzden benim askerim.'' Dikkatini tamamen üzerimden çekip panele verdi. Sanırım az önce yaşanan olayı atlatıyorduk. Üstelik koku da gitmek üzereydi.

''Hala aç mısın? Yoksa evimize kadar bekleyebilir misin?'' Hemen yanında duran bedenime kısaca baktı.

Evimiz. Sanırım buna alışıyordum. Alışmak zorundaydım.

''Bekleyebilirim.'' dedim. 'Evimiz' kısmını vurgulamadan. Buna pek takılmadı ve sadece başını salladı.

Bomboş beklemek istemediğimden ve biraz da yalnız kalmak istediğim için duş almaya karar verdim. Fakat bunu ona söyleyip söylememe konusunda kararsız kaldım. Aslında doğrusu söylememekti. Sonuçta duş olayı ile ilgili pek iyi anılarımız yoktu. En azından benim için.

Bir şey demeden odaya doğru yürümeye başladım. Fakat kendimi uzay boşluğuna atıp kaça bilme ihtimalim olduğundan, Rheyold sorgulama gereği duymuş olmalı!

''Nereye gidiyorsun? Yanımdan ayrılma!'' Sakin olmalıydım! Her ne kadar o sesini yükseltmiş olsa da ben sakin olmalıydım. Derin bir nefes alıp kaşları çatılmış yüze döndüm.

''Duş alacağım.'' Kaşları bir saniye bile düzelmezsen başını salladı. Fakat ben zaten çoktan arkamı dönmüştüm bile. Bıkkın bir iç çekiş sesi duyduğumda kendi kendime güldüm. Kabul ediyorum, onu sinirlendirmek bazen (!) hoşuma gidiyordu.

Kendi bedenime uygun kıyafetleri alıp banyoya geçtim. Evet kendi bedenim. Normalde kendime ait kıyafetlerin olduğunu öğrenmem biraz geç olmuştu. Manyak Akirli, sırf kendine ait kıyafetleri giymem için bana söylememişti. Tesadüfen bulmasam söylemeyeceğine de emindim.

Su bedenimden akıp giderken, aynı şekilde beni boğan düşünceleri de alıp gitmesini istedim. Artık hayatımın sonuna kadar yaşayacağım eve varmama dakikalar kalmıştı. Yanında yaşlanacağım adam ise bir kaç metre uzağımdaydı.

Ne yapacağım? diye sormaktan bıkmıştım. Cevabı asla veremiyordum. Sanırım zamana bırakacaktım. Onu sevmeyi deneyecektim. Kaçışım olmayacaktı, bunu biliyordum. Tek dileğim bana istemediğim şeyleri yapmamasıydı. Fakat bunun da uzun sürmeyeceğine emindim. Kaderim, o beni seçtiği andan itibaren bağlanmıştı. Artık tek çıkış yolum oydu.

Suyu kapatıp güzelce kurulandım. Saçlarımı açık bırakarak sırtıma saldım, üzerime kahve tonlarında, dizlerime gelen kalın askılı, önü düğmeli elbiseyi geçirdim. Beyaz, önü kapalı sandaletleri giyerek, ince iplerini bağladım. Derin bir nefes alıp aynadan çökmüş yüzüme baktım. Gözlerimin ışığı bile sönmüştü, hoş söneli üç yıl oluyordu.

Banyodan çıktığımda ne kadar zamanın geçtiğini bilmiyordum. Ama camdan gözüken kapkaranlık gezegen, bana açıkça bildiriyordu. Sona yaklaşmıştı.

Gezegene yaklaştıkça bizi içine alıyormuş gibiydi. Büyüdükçe büyüyordu. Hiç sarsılmıyor oluşumuz, teknolojilerinin ne kadar ileri düzey olduğunu bir kez daha yüzüme vuruyordu. Cama biraz daha yaklaşıp dikkatle bakmaya başladım. Karanlık toz bulutu gibi dağılırken fazlası ile hızlı olduğumuzu anladım. Dakikalar içinde gezegenin katmanlarına giriş yapmıştık. Bir kaç dakika karanlığın tonlarında geçiş yaptık. En sonunda ise bu derin düşüşün sonu gelmiş gibi boşlukta asılı kaldık. Şimdi grimsi bulutların üstündeydik ve bir uzay gemisinden çok uçakta gibiydik. Bulutların içinde ilerlerken aynı zamanda yere doğru da yaklaşıyorduk. Şimdi ise küçük küçük yerler görünüyordu. Yavaş yavaş bir şeyler netleşmeye başladığında gözlerim irice açıldı.

Burası nasıl bir yerdi!

Bu yüksek binalar gerçek miydi? Ya da yerle hiç teması olmadan giden şu araçlar, kıvrılarak giden yemyeşil bir nehir miydi? Bu kasvetli gezegende yeşillik bu kadar bol muydu? Taş ve kaya parçasından başka bir şey beklemediğim gezegen beni dumura uğratmıştı. Teknoloji ve doğa ancak bu kadar uyumlu olabilirdi. Doğaya hiç zarar vermeden bu kadar binayı, aracı, yolları nasıl yapabilmişlerdi? Üstelik, biz insanlar asılarca bunu başaramamışken.

''Akirya gezegenine hoş geldiniz! Bir ömür boyu mutlu ve huzurlu olun! Gezegenimiz, insan kadınlarına her zaman minnettar kalacaktır.'' Duyduğum robotik ses rüya olamayacak kadar gerçekti. Ayrıca geminin bembeyaz bir alanda durarak önümüze serdiği, burçları neredeyse gökyüzüne ulaşan devasa kale de gerçekti ve o kalenin önünde bekleyen kalabalık.

Belime sarılarak, göğsünü sırtıma yaslayan adam ise asıl kabusumdu.

''Sen benim en büyük zaferimsin. Evimize hoş geldin, güzel eşim.''

Doğan her kız çocuğu bir gün yakalanacağı düşüncesi ile büyürdü ve hep şöyle söylerlerdi;

Gökyüzünden inen gümüş bedenleri gördüğünüzde kaçmayın ve sizi almalarına izin verin. Çünkü bir Akirli sizi almak istiyorsa mutlaka alırdı.

Kaçmaya çalışmak bir cesaretti, başarmak ise mucize. İkisini de gerçekleştirmiştim. Fakat kulağımızda çınlayan bu söz haklıydı.

Ben Rana, bunu en acı bir şekilde tecrübe etmiştim.

***
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere 🥰😘

Continue Reading

You'll Also Like

383K 20.2K 31
Sıradan bir yaşamı olan garson kız Alyssa 'nın tek isteği, küçükken yangında kaybettiği ailesinin ölümüne kimin sebebiyet verdiğini bulmak. Ailesinin...
219K 30.3K 49
TAMAMLANDI. Duymayan birisine aşık olunur mu? Olunur, ben aşık oldum. Hiç duymadığım o sesine, anlam dolu gözlerine, o masum çocuk kalbine... Kusur...
763 353 17
"GERÇEK BİR HAYAT HİKAYESİNDEN ALINMIŞTIR Ömer ve Ayşe'nin unutulmaz, hayat hikayesi. İkisi de nasiplerini bekliyordu.. Tevafuklu iki gencin gönüll...
MOİRA By sy

Fantasy

23.1K 1.8K 104
Nefesini duydum yakamda. İçine çekiyordu. "Şu kokun yüzünden... kırk yıl sende kalacağım." Gözlerine bakmak istemiyordum. Yoksa kendimi durdurmam bir...