Elisa - Kehanetin Ateşi

By Azizegkc

54.4K 4.9K 1.2K

Korkunç bir tuzağa düşürülerek öldürülen Ela, yazdığı bir romanın büyülü evreninde yardımcı karakterlerden bi... More

~Tanıtım~
~1~
~2~
~3~
~4~
~5~
~6~
~7.1~
~7.2~
~8~
~9~

~7.3~

1.6K 246 70
By Azizegkc

Bütün gün kendi kendime önemsiz olduğunu, yok sayarsam belki de gerçekten yok olabileceğini söylediğim birisi vardı. Bana doğrulttuğu haset dolu bakışlar çıplak tenimde gezinen siyah örümcekler gibi ürpermemi sağlıyordu.

Eğer yalnızca bakarak bir insanı öldürmek mümkün olsaydı, şimdi hayatta olamazdım. Bana bu hissi veren kadın da kimdi?

Bugün tanıştırıldığım soylu leydilerden biri olsaydı kesinlikle yüzünü anımsardım ama onlardan değildi. Gün geceye dönmüş ve bu vakte dek beni selamlamaya bile zahmet etmemişti.  Çekinmeden gözlerini üzerime dikme cürretinde bulunmuştu. Bu gücü kimden alıyordu? Kendisini ne sanıyordu da bir düşese bu şekilde düşmanca bakabiliyordu? Ya deli olmalıydı ya da hayatı için endişe etmeye gerek duymayacak kadar Elisa karakteriyle bir yakınlığı vardı.

Onun farkında olduğumu anlaması için gözlerimi üzerine diktiğimde az önceye kadar gözlerinden yansıyan düşmanca duygularının üstü örtüldü ve bakışları yumuşadı.

Yüzünü gözleri haricinde sakınan yelpazesi, zarif bir bilek hareketiyle kapandı ve dolgun dudaklarındaki tebessüm açığa çıktı. Bu halini görünce sanki bir yanılsamanın içindeymişim gibi hissettirdi. Sanki masum bir kadını benden nefret ettiğini düşünerek boşu boşuna suçlamışım gibi... Eğer yüzündeki hoş tebessüm, mümkünmüş gibi beni daha da ürpertmeseydi bu şekilde düşünebilir, hislerimi sorgulamaya başlardım.

Kadın gerçek hislerini maskeliyordu.

Neden böyle bir şey yapmaya ihtiyaç duymuştu? Benim onun hakkındaki düşüncelerim onun için önemli olabilir miydi?

Kadının kim olabileceğine dair düşünmeye başladım. Kitapta dış görünüşleri keskin bir ayrım yapılabilecek şekilde detaylı yazmıştım, önemsiz bir yan karakter değilse kadını mutlaka tanımam gerekirdi.

Ona dikkatle baktım.

Kıvırcık kızıl kahve saçlarına, kavisli küçük burnuna, kemikli ve köşeli yüzüne, esmer tenine... Çok sıradışı bir güzelliğe sahip değildi. Onu diğer kadınlardan ayıran ve göze çarpmasını sağlayan tek fark kadının kuzeyli olmamasıydı.

Kadın uzun boyluydu. Dolgun vücut hatlarına sahip bir vücudu vardı. Sahip olduğu kıvrımlı hatları vurgulayan ancak günün anlamına da uygun siyah drapeli bir elbise giyinmişti.

Parlak kristal takıları, altın işlemeli ipekten yelpazesindeki egzotik kuş tüyleri ve takıp takıştırdığı nice mücevherle ne kadar zengin olduğu anlaşılıyordu. Ama kadını bir bütün olarak değerlendirdiğimde kadındaki uyumsuzluk bakan kişinin gözlerini zedeliyordu. Kelimenin tam manasıyla bir rüküşlük abidesiydi.

Bu özelliğiyle Kairos'un kadın hali gibi dersem yanlış olmazdı. Hatta tencere kapak kadar birbirlerine uyuyorlardı. Bu düşüncede takılı kaldım.

Onları yan yana görmediğim için birtürlü emin olamıyordum.

Kairos ile karısı pek çok soylunun da yaptığı gibi sözleşmeli bir evlilik yürütüyorlardı. Aralarında aşk yoktu. Yalnızca çıkarların bir araya getirdiği bir çiftlerdi. Bu yüzden şartlar gerektirmedikçe sosyete içinde bir araya gelmek gibi alışkanlıkları olmayabilirdi.

Kadın, Barones karakterine o kadar uyordu ki kendimi "Acaba?" demekten alamadım.

"Efendim?" Marcus onunla konuştuğumu sanmış olmalıydı.

Sanki çok normal bir durummuş gibi gülümseyerek "Kendi kendime konuşuyordum Marcus." dedim.

Cevabım onu tatmin etmemiş görünüyordu ama başka birşey söylemedi. Ben de tekrar ana odağıma döndüm ve o zaman merak ettiğim soruların cevabını öğrenmek için çok fazla beklemem gerekmeyeceğini anladım çünkü kadın, ardında onu takip eden iki genç kızla birlikte bana doğru geliyordu.

Marcus da bakışlarımı takip etti. Sıkıntılı bir şekilde nefesini bıraktı. Yüzüne baktığımda canının sıkıldığını görebiliyordum. "Barones ile tanışın," dedi sahte bir sevecenlikle. "Sevgili amcanızın eşi, Madam Penelope buraya doğru geliyor."

Ben de nefesimi üfleyerek bıraktım. Ne bekliyordum ki, kitap dünyasında tesadüf diye birşey olmasını mı? Kadın tam da şüphelendiğim kişi çıkmıştı.

Ardından Penelope'yi takip edenlere baktım.

"Sanırım onu takip edenler de kuzenlerimizdir. Uzun olan Emmarelde miydi? O halde diğeri de Beatrice olmalı."

"Evet, doğru."

"Hmm... Sanırım bu anı daha fazla erteleyemezlerdi." diye söylendim kendi kendime.

Barones kitabımdaki en zalim, en aç gözlü, en kıskanç ve belki de en işgüzar karakterdi. O yalnızca kötülükle bezenmiş bir ruhtu. Öyle ki, bu özelliğiyle Kairos'u bile geride bırakacak eylemlere imza atmış birisiydi.

O bir katildi.

Ruhu kararmış bir günahkardı.

Tüm günahları için kendince bir bahanesi daima olurdu. Aşk? Bunlardan yalnızca biriydi.

Penelope, başkentte tüccarlık yapan zengin bir vikont ailesinden geliyordu. Sarayda yapılan bir balo esnasında dükü görmüş ve ona o anda aşık olmuştu. Saf ve temiz duyguları asla bir karşılık bulmadığında bu durum onu o kadar incitmiş ve kalbini lekelemişti ki, düke yakın olabilmek için dükün erkek kardeşiyle evlenmesini bile sağlamıştı. Aklı sıra düke neler kaçırdığını gösterip, pişman olmasını sağlayacaktı... Bu fikrin ne kadar saçma bir fikir olduğunu ona kimse söylememiş olmalıydı...

Dük ile düşes evleninceyse kıskançlık krizleri geçirmişti; Uzak bir krallıktan adı sanı bilinmeyen, sözde soylu bir ailenin kızı olan annemle kendini karşılaştırıp durmuştu. Onu zehirlemiş, asla canlı bir bebek doğuramayacağından emin olmuştu. Düşesin tamamen kısır kalmasını istemiyordu, onun her yeni bebek haberinde daha fazla umutlanmasını seyretmek ve sonra da o bebeklerin ölümlerinden duyduğu ızdıraptan zevk almak istiyordu. Bu sırada kendisi barona oğullar veriyor, aklınca rahminin ne kadar verimli olduğunu kanıtlıyordu.

Marcus'un doğumu ortaya çıktığında şok oldu. Düşes'in asla göstermediği tepkileri gösterdi.

Kendisi değil de halktan bir kadın nasıl oluyordu da Dük'ün çocuğunu doğuruyordu? Bu nasıl mümkün olabilirdi? O düşük hizmetçi nasıl onun sahip olamadığı erkeği alabilirdi?

Orion bunu ona nasıl yapabilirdi?

Penelope varken neden bir başkası...

Dük'ün çocuklarını doğurmak için yaratılmış verimli bir vücudu vardı. Soylu kandan geliyordu. Zengindi. Bir kaleyi çekip çevirecek yetkinliklerle donatılmıştı. Penelope'ye göre düşes olmak en çok ona yakışırdı. Onun hakkıydı...

Hep yaptığı gibi bir kez daha Düşes'i zehirleyip, çocuğunun ölümüne sebep oldu ve sanki bunca zaman suçlu hep oymuş gibi suçu hizmetçinin, Marcus'un annesinin üzerine attı. Böylece kadından da çocuktan da aynı anda kurtulmayı başardı.

Anlayacağınız Penelope toksik bir kötü karakterden çok daha fazlası. O, şeytanın yeryüzündeki sureti.

Aynı kalede yaşadığımız göz önünde bulundurulduğunda onunla tanışmamızın kaçınılmaz olduğunu nasıl unutabilmiştim bilmiyordum ama bunun için kendime kızmadım. Durumlar ardı sıra geliştiğinden önemli önemsiz pek çok detayı unuttuvermiştim. Bir an olsun yalnız kalıp ne yapmam gerektiğine dair düşünebilmeyi isterdim.

Baş etmem gereken iki ayaklı bela ve onun aksine daha küçük çaplı da olsa  belacıklara karşı ne yapmalıydım?

Barones ve kızları kısa bir süre sonra karşımdaydı.

Kadın, diğer soyluların aksine  durması gereken sınırı da geçip muhafızların uyarılarını kulak ardı ederek yakınıma geldi. Beni kollarımdan tutup kendisine çekti ve bedenimdeki ezik ve yaraların yadsınamaz varlıklarını hatırlatacak kadar sıkı sarıldı.

Duyduğum acıya karşın kendimi tutmasaydım inleyebilirdim. Bunu muhafızlarım da farketmiş olacak ki onların gerildiklerini, havada oluşan ölümcül soğuk, boğucu baskı ve tuhaf sessizlikle anladım ama tepki göstermiyorlardı, belki de benden bir işaret bekliyorlardı.

Rohan ile göz göze geldiğimde durumun tam da düşündüğüm gibi olduğunu anladım. Şövalyemin sağ eli, kılıcının kabzasını sıkıca kavramış, çekip çıkartmaya hazırdı, en küçük bir işaretimi bekliyordu.

Başımı belli belirsiz olumsuz anlamda salladım. Dük'ün cenazesinde kan akıtmak kulağa pek de etik gelmiyordu.

Ancak kadının kemikli uzun parmakları sıkıca tutu omuzlarımı. Elbisemin katmanlı kumaşına rağmen tırnaklarının etime battığını hissetmek, bu eylemin kasıtlı yapıldığını, canımın acıtılmak istendiğini bilmek etik yargılarımı sorgulamamı sağladı. Az daha devam ederse olacaklardan ben sorumlu olmayacaktım.

Neyseki hiçbir şeyden haberi olmayan kadın, geri çekilerek kendi hayatını kurtarmış oldu. Ben de kontrolsüz gücünden ve ucuz kokan ağır parfümünün ciğerlerime yaptığı eziyetten kurtuldum. Onun yüzünden temiz bir nefesi içime çekmeye muhtaç hale gelmiştim. Kimdi bunların parfümcüsü? Karı koca aynı berbat kokuya sahipti.

"Elisa tatlım!"

Kadın ağzını açıp da konuşmaya başladığında dudaklarının arasından zehirli bir tatlılık damladı ve sesi öylesine yüksek bir perdeden çıktı ki kabul salonunda yankılanan müziği ve hatta konuşmaları bile bastırmayı başardı. Herkes dönüp ikimize doğru bakmaya başladı.

Penelope ellerini yanaklarıma yerleştirdi.

Başımı sağa sola oynatıp yüzüme daha dikkati baktı. Sanki çocuğu az önce yere düşüp dizlerini kanatmış bir annenin çocuğu için takınabileceği endişe hali içerisinde gibiydi.

Tek sorun bu halin sahte olmasıydı.

Aynı kalenin içinde yaşadığımız gerçeğini bir kenara bırakırsak, bütün gün aynı kabul salonu içerisindeydik, aynı havayı solumuştuk. Ben onu görmemiş olabilirdim ama onun bütüngün beni izlediğinin iddiasına bile girebilirdim. Buna karşın henüz yanıma gelmiş olması ve takındığı tavırlar...

"Canım benim... Beni hatırlıyorsun değil mi? Hı? Ben Penelope teyzenim." Ona ifadesiz gözlerle dik dik baktım. Tek kelime etmeme gerek yoktu çünkü benden bir cevap beklemiyordu. Tek önemsediği sergilediği oyuna titizlikle devam etmekti.

Kızlarını yanına çekip benden çok diğer soylulara tanıtmak ister gibi kızlarını gösterdi.

"Bak burada kimler var? Bu benim büyük kızım Emmeralde. Tanıyabildin mi? Ah, inanamıyorum..." Nerden çıkardıysa üzerinde Averia amblemi olan bir mendille olmayan gözyaşlarını kuruladı. "Canım kızım, biricik amcasının ve kuzeninin kaza geçirdiğini öğrendiğinde çok üzüldü. Ah, senin için ne kadar gözyaşı döküp, dua etti bilemezsin! Tanrıçanın ışığı hepimizi aydınlatsın. Onun içten duaları işitilmiş olmalı ki, uyandın Elisa. Benim kızım bir azize olmalı."

Bir dua ettiyse bile bunun uyanmam için olduğunu sanmıyorum. Ve azize mi? Bunun için yorum yapmaya bile değmezdi.

Ben sessizliğimi korurken hemen diğer kızını yanına çekti.

"Bu da Beatrice! Benim küçük kuşum senin için üzüldüğü için yemekten içmekten kesildiğinde ona senin uyanacağına dair yeminler ettim. Zorla yemekler yedirdim ama yine de ne kadar zayıfladığını görüyor musun? Ah, benim meleğim o."

Gülme isteğimi bastırmak için öksürdüm. Küçük kızın etli ve yusyuvarlak yanakları elma kadar kırmızıydı. Hiç de yemekten kesilmiş gibi görünmüyordu aksine iyice semirilmişti.

"Evet, görüyorum. Sevgili Beatrice o kadar... narin görünüyor ki..."

"Değil mi?"

"Evet öyle. Hatta benim için bu kadar süzüldüğünü görmek kendimi suçlu hissettirdi." Beatrice'e döndüm. "Hatrım için daha fazla yemelisin. Kaledeki aşçılara talimat vereceğim ki, senin seveceğin güzel yemeklerden yapsınlar."

"Gerçekten mi?" diye sordu Beatrice heyecanla. Seveceği türden yemeklerin düşüncesi şimdiden ağzını sulandırmaya başlamıştı.

"Elbette."

Beatrice mutlu olmuştu.

Annesi onu omzundan hafifçe dürttü ve uyarı yüklü kısa bir bakış attı.

"Hiç gerek yok, Elisa. Tatlım. Sen henüz hastasın. Hizmetkarlarla muhatap olmana hiç gerek yok. Ben herşeyi senin için halledebilirim."

"Olur mu hiç? Averia'daki misafirlerimizsiniz evsahibi olarak sizleri iyi ağırlamalıyız."

"Misafir?"

"Ah yanlış mı hatırlıyorum? Sanırım annem hastalandığında kaleye ziyarete gelmiştiniz ve... buradasınız." Gülümsedim. Sözlcüklerimin altındaki imaların kadına bir iğne gibi batıp rahatsız edişinden aldığım zevki yansıtıyordum. "Kaledeki herşeyle bizzat ilgilenmeliyim ki, bir sorun olmayacağından emin olayım. Siz de böyle düşünmüyor musunuz?"

"E-eğer böyle rahat edeceksen... Ama yine de yardım için yanında-"

Sözlerini duymazdan gelerek Beatrice'e dönerek konuştum.  

"Merak etme Beatrice. Sana Thera sarayındakilerden bile daha güzel kekler, pastalar ve kurabiyeler göndereceğim. Böylece kaybettiğin kiloları fazlasıyla geri alabileceksin. Zayıf ve sağlıksız olmanı istemem." Elimi kalbimin üstüne bastırdım. "Ancak böyle olursa beni suçluluk duymaktan kurtarabilirsin."

"B-ben zayıf mıyım?" diye sordu Beatrice kız kardeşine.

Emmarelde gözlerini devirdi ve "Sus Beatrice," diye çemkirdi. "Daha fazla yersen kapılardan geçemez hale geleceksin. Elisa'nın seninle dalga geçtiğini görmüyor musun? Hafızasını kaybetmiş olsa da bu huyu pek değişmemiş gibi görünüyor."

"Öhöm," Penelope öksürüp, kaş göz hareketleriyle kızlarını yeniden hizeya getirdi. "Hala şakalaşıp, iyi anlaşabildiğinizi görmek ne kadar da güzel. Hala aynısınız, Elisa. Sizler kardeş gibi büyüdünüz. Yediğiniz içtiğiniz asla ayrı gitmezdi ve birlikte aynı öğretmenlerden dersler alırdınız... Ne de olsa sizler Averia'nın leydilerisiniz."

Bir nefes verir gibi içten gelen gülüşümü bastıramadım.

Uyandığım andan beri ilk defa yüzyüze geldiğim pek sevgili kuzenlerim ve ben. Yakın mıydık? Hah, eminim yediğimiz içtiğimiz hiç ayrı gitmemiştir.

Ve ne?

Averia'nın leydilerisiniz mi?  Dalga geçiyor olmalıydı.

Hadi ben uzun süre kafa travması geçirmiş, hafıza kaybı yaşayan birisiydim. Bu yüzden beni kandırabileceğini düşünmüş olabilirdi ama peki ya kabul salonundaki diğer insanlar ne olacaktı? Onları da bu saçmalığa ikna edebileceğini mi sanıyordu? Bu kadın nasıl bir akıl tutulması yaşıyordu ki, kızlarına "Averia'nın leydisi" unvanını layık görebilmişti? Sırf aynı kalede yaşadığımız için kızlarına Avaria'nın leydisi diyerek pazarladığını görünce dilim tutuldu. Sosyeteye kızını pazarlamaya çalışan annelerin hiç şakası yoktu? Sözlerini sakın mıyor, saçmalamaktan da geri durmuyordu.

Birilerinin Barones'i kollarından tutup sarması ve haddini bildirmesi gerekiyordu. Ana aileye bağlı bir yansoy olduklarını, Averia soyadına bile sahip olmadıklarını hatırlatımalıydı. Bu kişi benden başka kim olabilirdi?

"Hmm" diye bir ses çıkartırken eğlenmekten uzak bir şekilde güldüm. "Averia'nın leydileri?"  Karşımdaki iki kızı sırayla ağır ağır baştan ayağa süzerken yüzümde yargılayan bakışlar vardı. Belki de anneleri kadar aptal değillerse burada asıl sorduğum sorunun Siz mi? olduğunu anlarlardı.

Penelope abartılı tiyatral oyunculuğuna yeniden büründü.

"Ah canım çocuğum! Hatırlamıyorsun değil mi? Bu ne korkunç bir şaka..."  Soylulara sergilediği oyunu, onun o yalandan üzüntüsünü umursamadım.

İlgim seyircilerimize kaymıştı.

Asil konuklarımız kendileri için sergilenen oyunu büyük bir ilgiyle takip ediyor ve kendi aralarında fısıldaşıyorlardı.

Kadın resmen bağırarak hafıza kaybı yaşadığımı herkese duyurmuştu. Bu normalde utanıp, küçük düşülecek bir durum değildir, olmamalı da. Ancak herkesin sizden çok büyük beklentilerinin olduğu yetişkinlerin dünyasındaysanız sergilediğiniz herhangi bir zayıflık, alaşağı edilmeniz için kullanılır. O yüzden şu zamana kadar hafızamı yitirdiğim bahanesini idare etmeye çalışmıştım. Bunun bir sonunun olacağını biliyordum ama tabii ki böyle açığa çıkmayı, Penelope'nin kasıtlı olduğu şüphe götürmez konuşmalarıyla olmasını beklemiyordum.

En başta, Elisa'nın bedenine girdiğimi fark ettiğim ilk anda büyük bir şok yaşamamış olsaydım, hafızamı kaybettiğime dair bir yalana tutunmak zorunda kalmazdım. Bu yüzden bunu düzeltmek için anılarımı yavaş yavaş geri kazandığımı söylemeyi düşünüyordum ama Penelope, bana bu şansı tanımamıştı. Beni baskı altında tutabilmek için bir zayıflığımı kullanmak zorundaydı ve tüm kuzeyli vassalların bir araya toplandığı bu günü değerlendirmeyi seçmişti. Hakkını teslim etmeliydim. Adice ama etkiliydi.

Barones, sürekli konuşmaya devam etti. O kadar yüksek perdeden konuşuyordu ki, özellikle en yakınında duranlardan biri olduğumdan başımda yeni bir ağrıya sebep oldu.

Gözlerimi kapatıp, sesli bir şekilde nefesimi bıraktım.

Uzayıp giden konuşmasına bir virgül kondurdu ve "İyi misin, tatlım?" diye sordu kulağa endişeli gibi gelen bir sesle. "Cildin çok solgun görünüyor. Eğer kendini kötü hissediyorsan odana çekilip dinlenmelisin, kendini bu kadar zorlamak zorunda değilsin. Amcan ile ben burada olup, senin adına misafirlerimizi ağırlayabiliriz."

"Hiç gerek yok. Ben iyiyim, yalnızca kulaklarımı rahatsız eden gürültülü seslere karşı biraz hassas durumdayım o kadar."

"Gü-gürültü diyorsun." Hemen elini ağzının üstüne örttü ve çarpık bir şekilde güldü. "Şu anda sesimden rahatsız olduğunu mu söylüyorsun?"

"Anladıysanız... Ne mutlu." Yaşımın bana verdiği şımarıklık yapma hakkımı kullanıyordum. "Bağırmasanız dahi size duyabilirim. Tabi sesinizi duyurmak istediğiniz başkaları varsa..." omuz silktim.

"Ha-hayır tatlım hiç de öyle bir niyetim yoktu. Heyecandan ses tonumu ayarlayamamış olmalıyım." dedi dişlerinin arasından.

Gülümsüyordu.

Ancak gözlerindeki öfkeyi saklamakta ne kadar zorlandığını gördüğümde biraz olsun eğlenmeye başlamıştım. Keyfim bir anda yerine gelmişti ve üzerimdeki yorgunluktan sıyrılıvermiştim.

Kadın elini yüzüme uzattı ve yara izimi örten saçlarımı kulağımın arkasına itti. Sanki bu izleri herkesin daha net görmesini arzuluyordu.

Konuştuğunda yanılmadığım ortaya çıktı.

"Amanın... Bu yara izi... Bir kızın en büyük hazinesi yüzüdür ama şu hale de bak..." Yine yüksek sesle ve herkesin duymanısı isteyerek konuşmuştu. Hemen eliyle ağzını kapattı ve bir ses çıkarttı. "Ups, benim sorunum da ne, rahatsızlık duyduğunu unutuverdim."

Yüzüme yaklaşıp yalnızca en yakınımdakilerin duyabileceği bir düzeyde devam etti. "... Tatlım yüzündeki yara izlerini hiç kafana takma. Sana artık çok çirkin olduğunu söylemeye çalışmıyorum, beni yanlış anlama lütfen. Yalnızca seni bu halinle beğenenlerin de çıkacağını söylüyorum. Yüzün her nasıl görünürse görünsün unvanın için seninle evlenmek isteyecek birileri çıktığında onlara karşı dikkatli olman gerekecek ama neyse ki ben daima senin yanında olup rehberlik edeceğim."

Elimi elinin üzerine getirip hafifçe sıktım ve yüzümden uzaklaştırdım. Bu, dokunuşlarından duyduğum rahatsızlığa karşı küçük bir uyarıydı.

Konuştukları on iki yaşındaki küçük bir kıza söylenecek sözler miydi?

Cidden kadının kötülüğü karşısında dilim tutulmuştu. Bedenimin bir önceki sahibinin hayattan soyutlanıp kendisini odasına kapatmasının sebebi tam da  karşımdaydı. Ona korkutup sindirebileceği küçük kızın artık burada olmadığını göstermeliydim.

"Sevgili Barones, elbette... O engin deneyimlerinizden edindiğiniz tecrübelerinizi benimle paylaşmaya devam etmenizi çok isterim. Ne büyük bir cömertlik örneğisiniz." diyerek karşılık verdim Barones'e.

"Ne?"

"Ah, yanlış mı anladım ki? Siz böyle bir şey deyince aklıma kaledeki hizmetçilerin amcam ile sizin evliliğiniz hakkında söyledikleri gelmişti."

"Hizmetçiler ne söylüyorlar ki hakkımızda?"

"Haberiniz yok mu? Amcamın sizinle evlenmesinin en büyük sebebi, babanızın sizin için hazırladığı servet değerindeki çeyizinizmiş. Hayret, bunu herkesin bildiğini konuşuyorlardı oysaki..."

Barones kolumu tutup, sıktı ve dişlerinin arasından tıslayarak  konuştu. "Sen bunları kimden duydun? Bana isimlerini söyle hemen!"

Kabul salonundaki tüm sesler kesildi ve nefesler tutuldu.

"Rohan," diye seslendim. "Kılıcını Barones'in boğazından çekmeni istiyorum."

"Barones ellerini sizin üzerinizden çekmezse isteğinize karşı gelmekten başka çarem kalmayacak."

Barones boğazına dayanmış soğuk çeliğin temasıyla titremeye başladı. Kımıldamaktan korkar haldeydi.

Ona yardımcı olmak zorunda kaldım.

"Sevgili Barones, şövalyelerimin sabrını daha fazla sınamamak güzel boynunuz için en hayırlısı olacaktır." Cümlemin meali açıktı:

Çek ellerini üzerimden!

Penelope titreyen ellerini üzerimden indirdi ve yavaş yavaş geri çekildi. Onu ardısıra takip eden kızlarıyla beraber bir köşede, dut yemiş bülbül gibi susup kalan Kairos'un yanına kaçtı. Kılıçlardan uzakta güvende hissettiği belli oluyordu.

"Kairos, bana yaşatılan hakareti görüyor musun?" diye sordu. Bu soru yalnızca kocasına değil, salondaki herkese yöneltilmişti. "Ben bunu hak edecek ne yaptım ki? Yalnızca Elisa ile konuşuyor-"

Şövalyem, kendi kendine konuşan kadına hitaben. "Barones!" diye seslendi ve uzun çelik kılıcını çınlama eşliğinde  kınına yerleştirdi. Rohan'ın sesi kabul salonundaki herkesin dikkatini üzerinde toplayacak kadar yüksekti. "Suçunuz efendimin bedenine onun izni olmadan dokunmak. Suçunuz efendime sesimizi yükseltmek. Suçunuz aristokraksinin kaidelerine uymayıp Ekselanslarına hak ettiği saygı ifadeleriyle hitap etmemektir."

"Ah, b-ben!" Kadın tekrar titredi. Yüzü kıpkırmızı olmuş, gözleri yaşlarla dolmuştu. Panikle etrafına bakındı. Herkesin durup ona baktığını, ne tür bir karşılık vereceğini beklediğini gördüğünde bayılacak gibi oldu. "Ama... Ben... baronesim ve... ve Elisa'nın amcasıyla evliyim," diye birşeyler geveleyince insanlar bunu komik bularak gülmeye başladılar. "Ya-yani demek istediğim biz akrabayız..."

Şövalyelerin kaptanı da beklediği karşılığı almaktan memnun bir şekilde gülüyordu. "Evet, Madam," dedi güldüğünü gizlemeyen sesiyle. "Baronessiniz. Sosyal statünüz düşesimizle konuşmak için bile yetersizken kendilerine dokunmak, adıyla hitap etmek..." Konuşmasının etkinliğini artırmak için susup tekrar devam etti. "Hem de birden fazla kez. Bu kabul edilemez."

Kairos hemen araya girerek karısının önüne geçti. "Ha-haddini bil!" diye çıkıştı Rohan'a. Onun da sesi titriyordu, korktuğu ortadaydı ama Barones'e göre daha iyi saklıyordu. "Senin karşında bir barones var. Karımla bu şekilde konuşamazsın!"

Rohan yeri sarsan adımlarıyla yürüdü ve Baron'un karşısına geçip, üstten üstten, bir parça pisliğe yukarıdan bakıyormuş gibi baktı onun yüzüne.

Baron, Rohan ile yüzleşebilmek için başını baya bir geriye atmak zorunda kalmıştı. Rohan'ın heybeti karşısında o da karısı da yerdeki küçücük, önemsiz bir detay gibiydi.

Muhafızım yüzümü tebessüm ettiren sahte bir kibarlıkla konuştu. "Saygıdeğer eşinizin duygularını incitmek niyetinde değildim, Lord Kairos... ancak ne eşiniz ne de bir başkası Düşes'imize böyle bir girişimde bulunup, resmiyetten uzak bir şekilde hitap edemez. Ederlerse uyarmak ve efendimin saygınlığını korumak için vazifelerimi yerine getirmem gerekir."

"Sen!... Sen kendini ne sanıyorsun? Ben onun amcasıyım! Ve benim yeğenim eşimin de yeğenidir. Akrabalar arasında resmiyeti abartmaya gerek yok."

Rohan, Kairos'un daha fazla kızmasını umursamadan tekrar kısık sesle güldü. "Sanırım önce sizi uyarmalıydım..." diye mırıldandı pek de sessiz olmayan bir şekilde ve başını hafifçe iki yana salladı. "Akraba ya da değil. Majesteleri İmparator dahi olsanız Ekselansları'nın karşısındayken haddinizi bileceksiniz." Elinin altındaki kılıcın kabzasını şefkatle okşadı. "Yoksa hiç deneyimlemek istemeyeceğiniz yaptırımlara uğrarsınız Baron."

Kairos kurbağa gibi bir nida attı. "Beni tehdit mi ediyorsun? Beni..."

Yaşananları izlerken aldığım keyife rağmen buna bir son vermem gerekiyordu. Rohan Kairos'u tek lokmada yutacak gibiydi. Boş ver yutsun, diyen içsesimi dinleyemezdim.

İsteksizce konuşmalarına dahil oldum.

"Sör Rohan. Lord Kairos. İkinizden de bu atışmayı kesmenizi istiyorum."

Kairos "Ama Elisa!" dedi çocuk gibi şikayetlerini sıralamadan önce. "Sen de duydun bu şövalye parçası beni ve karımı nasıl küçük görüyor. Ona haddini bildirmeni bekliyorum senden!"

Ayağa kalkıp Kairos'un yanına yaklaştım ve çocuksu bir merakla sordum. "Efendisinin saygınlığını korumaya çalışan muhafızıma ne dememi bekliyorsunuz ki?" Cevap gelmesini beklemeden Barones'e doğru kısa bir bakış attım. Kadın, kızlarının kollarında berbat bir oyunculukla ayılıp bayılıyordu. "Görüyorsunuz ya," dedim gördüğüm görüntüyle burnumu kırıştırarak. "Eğer Leydi Penelope toplum içinde takınması gereken davranışların biraz olsun farkında olsaydı böyle bir durum yaşanmayacaktı."

"Ama Elisa bu kabul edilemez."

Soğuk bir buz parçası  kadar gri olan gözlerimi soluk gözlerine sabitledim. Sessiz kaldığım her saniye daha fazla gerildiğini hissedebiliyordum.

"Yanıldığımı mı söylemeye çalışıyorsunuz?"

"B-ben..."

Birden ruh halim değişti ve üzülmüş r çocuk gibi dudaklarımı büktüm. "Çok yazık. Birlikte, bu koca kalede kocaman büyük bir aile olarak uyum içerisinde yaşayacağımızı düşünmüştüm ama bu kadar küçük bir olayda dahi benim düşüncelerimi kabul edemiyorsunuz..." devam etmedim. Zaten gerekte yoktu. Kairos ne demek istediğimi gayet iyi anlamıştı.

Kısık gözleri irileşmişti, bedeni bir kriz geçirir gibi titremeye, robotik hareketlerle başını iki yana sallamaya başlamıştı. Alnından boncuk boncuk terler boşalıyordu.

"E-elbette yanılmıyorsun." Duraksadı. "Y-ani yanılmıyorsunuz, Ekselansları Düşes. Aile olduğumuz için bir kayırma beklemem gereksiz ve saçma bir hareketti. Sör Rohan eşimin dengesiz davranışlarını uyarmakla en doğru olanı yaptı."

Barones, "Kairos!" diye bağırınca karısının yanına gidip onu kolundan çekiştirdi ve dik durmasını sağladı. Kulağına eğilip kısa ve net kelimelerle birşeyler söylüyordu. Duyduklarıyla renkten renge giren kadın hıçkırmaya başladı. Karı koca konuşmayı bitirdiklerinde bu sefer gerçekten de zar zor ayakta duruyor gibiydi.

Kocasının iteklemeleriyle karşıma geçip mümkün olabilen en son raddeye kadar eğilen Barones, az önce çığıran gür sesinin gölgesi olabilecek bir düzeyde konuştu. "Ekselanslarına karşı olan davranışlarımla haddimi aştığım için çok özür dilerim." Çenesi öyle kasılmıştı ki az sonra otuz iki dişi de yere dökülse şaşırmazdım. "Lütfen beni affetme onuru bahşedin, Ekselansları Düşes."

"Lütfen başınızı kaldırın, Barones. Bu kadar da abartmanıza gerek yok. Bu şekilde davranırsanız da kendimi kötü hissetmeye başlarım," dedim masumca kirpiklerimi kırpıştırırken.


...

Continue Reading

You'll Also Like

261K 17 2
Mel, basit bir dağ köyünde doğan cılız bir çocuktu. Köyün dışındaki yıkık evde yaşayan yaşlı adamla olan ilişkisi onu dünyanın en büyük gizemlerinden...
429K 45.8K 98
Ana karakterin eğlence amaçlı çıktığı yolculukta karşılaştığı üç kişi ve bir ejderle birlikte işler çoktan karışmaya başlamıştı. Ana karakterin bir d...
PSİKOZ By Meyra&Menekşe

Mystery / Thriller

1.7K 59 9
"İyileştirdiğiniz herkes bir gün sizi hasta edecek."
27.6K 5.4K 44
"Her renk göze şiir yazılabilirdi. Fakat seninkiler başlı başına şiirdi zaten..." Koskoca denizin ortasında yalnızlığa prangalanmış Kız Kulesi'nin, g...