~5~

3.6K 509 125
                                    

Güneşin kızıl ışıkları gri bulutların ardından sızmaktaydı. Yıkımın parmakları gözün alabildiğine uzanıp bir savaş alanına dönmüş saraydaki yaşayan her canlıyı yok etmişti. Kesik insan ve at uzuvları her yerdeydi. Can çekişen yaratıkların tiz çığlıkları, birbirine çarpan çeliklerin çınlamalarıyla kulakları dolduruyordu.

Ateş eski bir dost gibi cesetleri kucaklarken genizi dolduran dayanılmaz koku duman, kan ve çürümüşlüğün karışımıydı, insanda nefes almayı unutma isteği uyandırıyordu.

Tüm bu kaosun ortasında günışığı kadar parlak bir kadın görüyordum.

Erimiş altına benzer gözlerine bakıyordum. Dalgalı kızıl saçları omuzlarının arkasından yerlere kadar dökülüyordu. Sanki güneşten bir parçaydı. Etrafını çevreyen uhrevi bir ışık var gibiydi. O kadar kusursuz ve ilahi görünüyorduki ona bakmaktan alamıyordum kendimi. Bir görünüp kaybolan beyaz ışıktan kanatlarıyla tıpkı gökyüzünden inmiş bir meleği andırıyordu.

Ancak birşeyler yanlıştı. Bütün bu inanılmaz görüntüye karşıt bir sorun vardı. Kadın yaralıydı.

Beyaz ve ince kemikli ellerinin örtemeyeceği kadar büyük bir yarası vardı göğsünde. Eti ve kemikleri tek bir kılıç darbesiyle kesilmişti. Kan bir nehir gibi oluk oluk dışarı akmaktaydı.

Ona bakarken göğsümde bir karıncalanma hissettim sanki tanıdık birşeyler vardı. Sanki acısını içimde hissediyordum ve duyduğu acı, acım çok fazlaydı. Bir rüya gördüğümü biliyordum ama rüya aleminde acı olmazdı... Uyanabilmek için neler yapabileceğimi düşündüm. Bedenimi biraz olsun hareket ettirebilsem, gözlerimi kırpabilsem, uyababilir tüm bu acıdan ve gördüğüm yabancı kadının perişanlığından kaçabilirdim. Bunu istiyordum ama bir türlü kaçamadım.

Yaklaşmakta olan ölümün çığlıklarını kadınla beraber işitiyordum.

Bu his de tanıdıktı. Ölmek. Öleceğin anın yaklaştığını bilmek.

Bütün tanıdık hislerden kurtulmayı denedim ama ellerim ve ayaklarım bağlanmış bir şekilde bana sunulan ana tanıklık etmeye zorlanıyordum. Gitmek ya da kalmak benim tercihlerime bağlı değildi.

Kadın kanla kaplı sağ elini kaldırdı, bu eylem yaşamından birkaç saniyeye bedel gibiydi ve bütün acısı yüzüne anbean işleniyordu. Neye bu kadar ulaşmak istediğini anlamak için elini takip ettim ve baktığım yerde gri-siyah bir sis bulutunun olduğunu gördüm. Sis yaşayan bir varlık gibi hareket ediyor, kıvrılıp, bükülüyordu. Daha dikkatli baktım, sanki sisin içinden çıkıp kadına yaklaşmakta olan bir şey vardı. Ne olduğunu görmek istedim ama sis öylesine koyu ve yoğundu ki, içerisinde neyi sakladığını görmek mümkün değildi. Sadece içerisinden sızan, dalgalanarak yayılan karanlık gücü hissedebiliyordum. En karanlık arzuların karışımı gibiydi, ölümcül bir baskıydı.

Sonra sisin içerisinden çıkan mor bir ışık hüzmesi gözlerimi aldı.

Işık büyürken sisten duvar parçalanıp çökmeye, sürünerek merkezdeki dev kozaya doğru çekilmeye başladı.

Kozanın aslında kanatlar olduğunu fark ettim ama bu kanatlar, kadının kanatları gibi ince ve narin beyaz tüylerden değildi. Kuzgun tüylerini andıran, büyük, bıçak kadar keskin görünen siyah tüylerle kaplıydı. Kanatlar açılıp sahibinin omuzları üzerinde yükselerek ona insanüstü bir görünüm kazandırdı.

Genç bir adamdı. Güçlü hatlarını ve esmer altın renkli pürüzsüz cildindeki erkek güzelliğini göz ardı etmek mümkün değildi. Kaslı vücut hatlarını ortaya çıkaran dar kesimli savaş kıyafetleri kuşanmıştı. Gece karası saçları darmadağınıktı. Perçemleri, kapalı gözlerinin üstüne düşmüştü.

Elisa - Kehanetin AteşiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin