EĞER PEŞİNDEN GELİRSEM

By emregul_

630K 28.3K 66.7K

"Eğer peşinden gelirsem geri dönemeyeceğimi söylemiştin bana," dediğinde sesi titriyordu. "O gün seni dinleme... More

GİRİŞ
1.Bölüm: ORTAK HESAP
2.Bölüm: YANGIN MERDİVENİ
3.Bölüm: YOL ARKADAŞI
4.Bölüm: KAFES KUŞU
5.Bölüm: HARİTA
6.Bölüm: KISKANMAK
7.Bölüm: KARAR
8.Bölüm: YANLIŞ HAMLE
9.Bölüm: TESLİM OLMAK
10. Bölüm: KÂBUS
11.Bölüm: YOLUN SONU
12.Bölüm: GEÇMİŞİN GÖLGESİ, GELECEĞİN ÜZERİNDE
13.Bölüm: İHANETİN ALÇAK SURETİ
14.Bölüm: YENİDEN BAŞLARKEN ÖLMEK
15.Bölüm: VEDA
17.Bölüm: ATIŞ TALİMİ
18.Bölüm: BENİMLE YENİDEN TANIŞ
19.Bölüm: GEÇMİŞİN KIYAMETİ
20.Bölüm: BİR UMUT
21.Bölüm: YAKINDA DÜZELİRİZ
22.Bölüm: AĞACIN ALTINDA
23.Bölüm: MOTOR YARIŞI
24.Bölüm: YÜZLEŞME

16.Bölüm: GEÇMİŞTEN GELEN MİSAFİR

7.8K 725 782
By emregul_

Uzun bir aradan sonra geri döndük!

Geri dönüş konuşmamızı bölüm sonunda yaparız diye düşünüyorum. Şimdi doğrudan sizi bölümle baş başa bırakıp kaçıyorum. Sadece buraları ve sizi çookkk özlediğimi belirtmek isterim :')

Hikayemize devam etmeden önce yıldızları yakmayı unutmayalım 🌟

Oy ve yorumlarınızı eksik etmezseniz sevinirim :')

Keyifli okumalar!

*

Zaman hızla akıp gitmiş ve eski hayatımdan geriye kalan her şeyi de beraberinde alıp götürmüştü.

Saruhan'la birlikte bıçaklanıp eski evimde çaresizce yardım beklediğimiz geceden bu yana bir aydan fazla zaman geçmişti. Ardımda bıraktığım her an beni yeni hayatıma hazırlarken aynada baktığım yüzüm bile hala yabancı geliyordu.

Saruhan'la ilk tanıştığım gün gözlerinde kendi cenazesini kaldıran, kalbi solup gitmiş hayallerinin mezarlığı olan ve umutlarına dair tüm ışıklarını yitirmiş zavallı Armin'in tüm izlerini silmiş; her anlamda kendine yetebilecek, ayaklarının üstünde cesurca durabilen ve çok daha güçlü bir kadın vardı.

Dönüştüğüm yeni Armin'e alışmam biraz zaman alacak gibiydi. Aynanın karşısında gözlerimin içine her baktığımda kendimi daha güvende hissediyordum artık.

Korkularımı yenebilmiştim.

Hayal kırıklıklarını üzerimden silkeleyip atmıştım.

İntikam ateşiyle kavrulan kalbimi kısa sürede bir silaha dönüştürüp yüzleşme günü geldiğinde Sinan'ın karşısına çıkabilmek için hazırlamıştım.

Hazırdım.

Sinan'ın benden çaldığı paraları ele geçirmeye, yıllarca uğruna çabaladığım hayallerimin intikamını almaya ve başka insanların canını yakamasın diye ona büyük bir ders vermeye hazırdım.

Bana kalsa hemen şimdi Sinan'ı mahvedecek hamleyi yapabilirdim fakat Saruhan sürekli doğru anda doğru planla bunu yapmamız gerektiğini söyleyerek beni engelliyordu. Kendimi iyice eğitene kadar zamana ihtiyacım olduğu için de pek itiraz etmiyordum açıkçası.

Ardımda bıraktığım bir ayın her gününde Uygar'la derslere devam edip epey yolu ilerlemiştim. Yumruklarım çok daha güçlüydü artık. Tekmelerim kum torbasını sarsacak kadar atik ve sertti.

Tekme ve yumruk atmayı becerene kadar Saruhan kollarını göğsünün altında birleştirip ringin dışından beni izlemekle yetinmişti.

Kum torbasına tekme attıktan sonra yere düşecek kadar aptal olmadığımı görünce Uygar'la birlikte beni eğitmek için çabalamaya başlamıştı.

Hala ilk günkü gibi birbirimize çatıp duruyorduk fakat eskisine kıyasla günlerimiz öyle yoğun geçiyordu ki tartışmaya vakit bulamıyorduk.

Saruhan'la dövüşmeyi, Eymen'le el çabukluğunu, İpek'le de bölgeleri öğrenerek bir ay boyunca ciddi anlamda gelişim göstermeyi başarmıştım. Onların ekibindeydim ve işe çıktığımızda herkesin kendi işiyle ilgilenmesini istiyordum. Kimsenin anne, babammış gibi üzerime titremesini istemiyordum asla.

Saruhan kadar güçlü, Eymen kadar hızlı, İpek kadar zeki olmak istiyordum. Bu yüzden onların yanında geçirdiğim her anımı onlardan bir şeyler kapmak için bir fırsat olarak görüp tıpkı bilgiye aç bir öğrenci gibi davranmıştım.

Hayatımda güveneceğim, sırtımı yaslanacağım hiç kimse yokken onlarla tanışmıştım. Kısa sürede birlikte çok fazla şey yaşadığımız için çok fazla bağlanmıştık birbirimize. Aramızdaki güvenin yerle bir olduğu zorlu süreçleri aşabildiğimizde yeniden birlik olabilmeyi başarmıştık.

Ben onlardan biriydim.

Ben kimsesizdim.

Ben kimsesiz olan bu üç insanın kimsesiydim.

Saruhan, Eymen ve İpek hayatımdaki tek insanlardı ve onlarla birlikte olmak hiç olmadığım kadar güçlü hissettiriyordu.

Artık kimsesiz değildim.

Çünkü ben de onlardan biriydim.

Düştüğümde kaldıracak, mutluluğumda benimle birlikte gülecek, korktuğumda yanımda olacak üç kişiye sahiptim.

Kum torbasına sağlam bir yumruğun ardından savrulan toz taneleri yere düşmeden sağlam bir tane de tekme geçirdiğimde sessizliği delip geçen gürültünün kulaklarıma dolmasından haz duyarak geriye çekildim.

Her sabah olduğu gibi yine sabahın çok erken saatlerinde kulübe gelmiştim ve bahçede antrenman yapıyordum. Bizimkiler güne başlamadan her sabah buraya gelip vuruşlarımı demirden yumruğa dönüştürebilmek için çabalıyor, kendimdeki değişimi fark ettikçe de daha fazla gaza geliyordum. Böylelikle bir aydır disiplinimi bozmadan devam ediyordum.

Kimi zaman günde iki ya da üç antrenman da yaptığımız oluyordu. Kimi zaman Uygar'la, kimi zaman tek başıma, kimi zaman da bizimkilerle ders yaptığım için farklı açılardan çok fazla taktik öğrenme şansım oluyordu.

Toprak yolun ezildiğini duyduğumda göremediğim bir arabanın kulübün önünde durduğunu anlayarak antrenmanımı sona erdirdim.

Kısa sürede yabancı arabanın motoru söndü ve kapısının açılıp kapandığını duyunca birinin indiğini anladım.

Ayak sesleri her an daha da artarak yaklaşıyorken omzuma attığım havlunun ucuyla alnımdaki terleri silip kapüşonlu ceketimin fermuarını biraz daha kapattım. Altımda crop vardı ve öyle terlemiştim ki boş dururken havanın serin olduğunu daha net anlayabiliyordum.

Hafiften esen rüzgârın açıkta kalan göğsümü dişlemesine izin verirsem hastalanma ihtimalim çok yüksekti. Bu yüzden arabadan inen her kimse bahçeye ulaşmadan fermuarımı sonuna kadar çekip birkaç adımla öne çıktım ve çimenlerin ortasından antrenman alanına ulaşan taşlı yolda yürüyen kişiyi görmeyi bekledim.

Elimde duran havluyla son kez yüzümü kuruladıktan sonra tekrardan omzuma atıp bir adım daha öne çıktım.

"Saruhan."

Hava henüz aydınlanıyordu ve bahçe ışıkları hala yanıyordu. Bu yüzden binanın yanında iri bir siluet olarak beliren Saruhan'ın yüzünü görmeden tanıyordum artık. Gerginliğini soluduğum havayla kısa sürede hissetmiştim. Saruhan'ın bu hallerine alışık olduğum için pek etkilenmiyordum. Eskiden onun gerginliği bana da yansıyor ve istemsizce geriliyordum fakat alışmıştım artık. Günün her anında gergin olduğu için bunu normal hali olarak benimsemiştim.

"Sana abartmamanı söylemiştim," derken yanıma geldi.

"Sana, ne yapacağımı söyleyemeyeceğini söylemiştim," diyerek arkamı dönüp yürümeye başladım.

Ringin dışına bıraktığım su şişemi almak için harekete geçsem de Saruhan daha ilk adımımda bileğimden tutup gitmeme engel oldu.

"Benimle zıtlaşma."

"Asıl sen benimle zıtlaşma," diye yinelerken tam gözlerinin içine bakıyordum.

Tanıştığımız günden bu yana ona dair birçok şeye alışsam da gözlerinin tekinsizliğine bir türlü alışamıyordum. İlk günden beri hala gözlerine her baktığımda aynı his kalbime çöküyordu ve ben bunun sebebini bir türlü çözemiyordum.

Parmakları tarafından hapsedilen bileğimi esaretten kurtarmak için kendimi geri çektiğimde hiçbir işe yaramadı. Parmaklarının baskısı daha da arttığında kan akışımın yavaşladığını hissetsem de umursamadan yüzüne bakarak konuştum.

"Zamanım yok. Kendimi geliştirmem gerekiyor," dedim tükürür gibi. "Uyumak, evde durmak yapabileceğim şeyler değil. Şimdi olmaz, anlamıyor musun?" Öfkeyle sıktığım dişlerimin arasından konuşurken sesim kendime yabancıydı.

"Böyle olmaz," dedi sakince. "Her şeyin bir zamanı var."

Gözlerini kıstığında uzun kirpiklerinin gölgesi yeşillerine düştü. Nefesimi tuttum ve zihnimdeki kelimelerin infazını gerçekleştiren gözlerinden gözlerimi kaçırarak başımı yana çevirdim.

"Ben iyiyim," diye itiraz ettim.

Hastaneden çıktığımız günden beri üçü de bana karşı daha korumacı yaklaşıyorlardı. Özellikle Saruhan, her ne kadar belli etmese de yaşananlardan kendini sorumlu tuttuğu için iyileşme sürecinde yanımdan hiç ayrılmamıştı.

Yaralarımın iyileşmeye başladığı günden beri her sabah buraya geliyor, daha hava aydınlanmadan saatlerce talim yapıyordum. Saruhan ise sırf bu sebeple kendimi yorduğum için benimle tartışmaktan geri kalmıyordu.

Çoğu sabah onlar uyurken sessizce evden kaçıp buraya gelsem de birkaç saat sonra Saruhan peşimden gelip kolumdan tutarak beni zorla eve götürüyordu. Özellikle son günlerde bu olay o kadar çok tekrarlanmıştı ki, güne bu şekilde başlamaya alıştığımıza yemin edebilirdim.

Önce Sinan'dan sonra canımı yakan herkesten intikamımı alana kadar uyumak benim için zaman kaybıydı. Hayatıma girip bana zarar veren kim varsa karşısına çıkıp tüm gücümle onlardan hesap sormak için yanıp tutuşuyordum. İntikam gününün gelmesine Saruhan dahil kimse engel olamazdı.

"Zaten her gün antrenman yapıyoruz. Sabahları ayrıyeten çalışmak zorunda değilsin!"

"Zorundayım," dedikten sonra gözlerimiz birbirine kenetlendiğinde bu durumu fırsat bilerek kolumu hınçla geriye çekip bileğimi Saruhan'ın elinden kurtarmayı başardım. "Benim işime karışma."

"Seni eve kilitlerim," dedi duruşunu dikleştirerek.

"Zincire vur istersen," diye çıkıştım.

"Tam da aklımdan bu geçiyordu."

Saruhan'ın ağzından çıkan hiçbir kelime boşa söylenen sözler değildi. O yüzden daha fazla inatlaşırsam kendimi evde hapsedilmiş olarak bulma ihtimalim çok yüksekti. Hem de zincire vurulmuş bir şekilde...

"Eve gidelim," diyerek konuyu değiştirmeye ve ortamı sakinleştirmeye çalıştım.

Saruhan avına kenetlenmiş bir avcı gibi gözlerini üzerime dikmişti. Son söylediğime karşılık vermediği yetmezmiş gibi gözlerini iyice kısarak yüzümü incelerken kafasında dönen tilkilerin ayak sesleri huzurumu kaçırmaya yetmişti.

Peşimden gelmesini umarak omzumdaki havluyu elime alıp bahçe yoluna doğru yürümeye başladım.

Alandan ayrılmaya kalmadan Saruhan'ın sesiyle olduğum yerde durdum.

"Buraya gel," dedi sakince. "Karşıma geç."

Duyduklarım karşısında kafam karışmıştı ve nasıl karşılık vereceğimi bilemediğim için sessiz kalmayı seçmiştim.

Omzumun üstünden Saruhan'ı görmeye çalıştığımda doğrudan bana baktığını gördüm. İsteğini yerine getirmemi beklediği belliydi.

Ağır ağır dönerek yönümü Saruhan'a çevirdiğimde "Ne?" diye sordum hayretle.

"Duydun," dedi tok sesiyle. "Karşıma geç."

"Sebep?"

"Evden kaçtığın günler işe yaramış mı göster bakalım," diye meydan okuduğunda kaşlarımı çattım.

"Bana meydan mı okuyorsun?"

"Evet," derken dudağının kenarı öyle bir kıvrıldı ki beni küçümsediği her halinden belliydi. "Beni alt edemeden kimseyle yüzleşemezsin."

Şaşkınlıkla ağzım açık kaldığında "Benden iki kat uzunlukta dev bir adam olduğunun farkında mısın?" diye itiraz ettim. "Seni nasıl alt edeceğim?"

"Düşmanlarını sipariş üzerine mi seçeceksin?" diye alay ettiğinde iyice sinirlendim. "Kahve siparişi vermiyorsun kafes kuşu, hırsızlık yapıyorsun. Yüzlerce düşmanın olacak."

"Hırsızlık demeyelim de..." İlk günler bana sürekli söyledikleri cümleyi kullandığımda keyifle güldü fakat sırf onu gülerken görmemi istemediği için elini ağzına siper edip başını yana çevirdiği için kaşlarımı çattım.

"Ne diyelim?"

"Kötü insanları cezalandıran iyi insan diyelim," dediğimde gülmeden edemedim.

Benimle birlikte kıkırdarken başını eğip elini ensesine doğru attı ve saçlarını karıştırarak dikkatini dağıtmaya çalıştı. Günün ilk ışıklarıyla aydınlanan yüzünün gölge düşen kısımlarına rağmen gülüşü dikkatimden kaçmadı.

Güzeldi.

Saruhan Kalaycı'nın en az gözleri kadar gülüşü de tekinsizdi ve bu güzeldi.

"Geç karşıma da hünerlerini görelim, kötü insanları cezalandıran iyi insan."

Sözlerinden çok tepkisiz görünmeye çalışsa da yaptığı ufak mimiklerle beni kışkırtmayı başarmıştı. En az onunki kadar küçümseyici bir ifade ve gülüş takınarak birkaç adımla tam karşısına geçtiğimde gözlerimi dikmiş öylece gözlerinin içine bakıyordum.

Aramızda bir adımlık kısa bir mesafe vardı şimdi. Sesimin rahatlıkla ona ulaşacağına güvenerek "Şart koyalım," diye mırıldandım.

Meydan okumasını alevlendirmeyi başardığımı yüzündeki değişen ifadeden anlayabiliyordum.

"Aklında bir şey var sanırım," dedi kaşlarını kaldırarak.

Yoktu.

Kısa bir süreliğine sessiz kalarak hızlıca düşünmeye başladım. İlk günlerdeki Armin'le şimdiki arasında dağlar kadar fark olduğunu biliyordum. İpek'le burada ilk dersimize çıktığımda ayakta bile duramayacak kadar çaylaktım. Şimdi ise kum torbasının tozunu attıracak kadar güçlü darbelerim vardı.

Uygar'ın söylediği çoğu şeyi kendime rehber edindiğim için ciddi anlamda yol katetmiştim. Özellikle bu gelişimimde Uygar'ın etkisi çok fazlaydı. Kazandığım özgüvenle korkularımın çoğunu aşmış, öfkemi yönetmeyi başarmıştım. Böylelikle çılgınca intikam planlarına kapılmaktansa öfkemi bir silah gibi kullanacağım günü bekliyordum.

"Buldum," diyerek Saruhan'a döndüm tekrardan. "Bir kez olsun sırtını yere getirmeyi başarırsam..."

"İmkansızı diliyorsun," diye küçümsedi fakat duymazdan gelerek konuşmaya devam ettim.

"Bundan sonra hiçbir işime karışmayacaksın," diye şartımı sundum. "Hatta söylediklerimi duymazdan gelmeyi bırakacaksın ve sözümü dinleyeceksin."

"Bana şart koşamazsın."

Biraz önce şart koşma fikrimin hoşuna gittiğini belirtirken şimdi bunu yapamayacağımı söylüyordu. Saruhan Kalaycı'nın dengesiz hallerine değil aylar, yıllar geçse dahi alışabileceğimi sanmıyordum.

"Ayrıca bana ne yapacağımı söylemeyi ve emir vermeyi keseceksin," diyerek şartımı biraz daha açıkladım.

Duyduklarının hoşuna gitmediği belliydi çünkü ondan istediğim şeyi yaparak onu huzursuz ediyordum. Saruhan, kendisine ne yapacağının söylenmesinden nefret ediyordu. Tıpkı benim gibi...

Saruhan'la çok fazla ortak noktamız vardı. Belki de bu yüzden bir türlü anlaşamıyor ve en ufak konuda bile sürekli kendimizi tartışırken buluyorduk.

Biz zıt kutuplardık ve birbirimizi itmek kaderimizde vardı. Hiçbir zaman birlik olamayacak, orta yolu bulamayacak ve çatışacaktık. Bu ekip bir arada olduğu sürece birbirimizi idare edeceğimizi biliyordum fakat hiçbir zaman alttan alan taraf olmaya da niyetim yoktu.

"Pekâlâ," derken ağır ağır başını salladı. "Beni bir kere devirirsen özgürsün."

"Hiçbir şeye karışmayacaksın?" diye üsteledim kaşlarımı kaldırarak.

"Bazı şeylere," diye düzeltti.

"Hiçbir şeye!" diye yükseldim.

"Odana zincirlenmek istiyorsun sanırım?" derken ellerini beline yaslayıp duruşunu dikleştirdi.

"Tamam bazı şeylere," dedim bıkkınlıkla. "Ayrıca fikirlerimi dinleyip değer vereceksin?"

"Bazılarına," diyerek göz devirirken başını hafifçe yana yatırdı.

"Hepsine!"

"Biz yoldayken Eymen bodrumdan zincirleri çıkarıp hazır etsin istersen?"

Saruhan'ın hiçbir şeye tahammülünün olmayışına tahammül edemiyordum. Hayatımda onun kadar dik başlı, inatçı, otorite meraklısı bir insan daha tanımamıştım. Bu özelliklerinden nefret ediyordum.

"Beni tehdit edemezsin!"

Sıkıntılı bir şekilde oflarken dişlerini sıktığını hareketlenen çene kasları sayesinde görebildim. Hiçbir şey söylemeden tek elini belinden çekip arka cebinden telefonunu çıkardığında panikledim.

En son bu şekilde Eymen'i aradığında külüstürümü parçalatmaya götürdüğü için korkmuştum çünkü Saruhan ağzından çıkan her şeyi yerine getirecek kadar narsist bir domuzdu.

"Tamam, tamam!" diyerek engel olmaya çalıştım. Ekran ışığı sayesinde aydınlanan yüzüne öfkeyle bakarken gözleri telefonundan çekilip beni buldu.

Konuyu daha fazla uzatıp uzatmayacağımdan emin olmak ister gibi bir süre yüzümü inceledikten sonra telefonun tuş kilidin kapatıp cebine attı.

"Hazır mısın?" derken çarpık bir gülüşle dudağım kıvrılınca Saruhan da istemeden güldü.

Kazağının uçlarından kavrarken birkaç adım geriye çıktı. Arkasını dönerek tek seferde üzerinden çıkardığı kazağı ringin dışına bıraktı. Hemen sonra arka cebindeki telefonu da kazağının üzerine atarken olduğum yerde durmuş Saruhan'ın sırtındaki yara izini inceliyordum.

Birçok iz taşıyordu sırtında. Bir tanesi benim yüzümden olmuştu. Belli belirsiz olan birkaçı ise Sultan denen kalpsiz kadın yüzünden...

Saruhan beni kurtarmaya geldiğinde sırtından da bıçaklanmıştı. Yara iyileşmiş olsa da izi hala yeniydi ve doğrudan göze çarpıyordu. Diğer izler ise ilk günlerde anlattığı gibi; Sultan'ın verdiği bir işi kabul etmediği için çiftlikte eziyet görmüş meğer.

En az Sinan'dan nefret ettiğim kadar Sultan denen kadından da nefret ediyordum. Sırf Eymen, İpek ve Saruhan'a yaşattıkları yüzünden ondan da intikam almak istiyordum.

"Hazırım."

Saruhan beklemediğim bir anda arkasını dönüp bana baktığında onu dikizlediğimi anlamaması için aceleyle kapüşonlu ceketimin fermuarına uzanıp açtım.

Ceketi arkama doğru çimenlerin üzerine attıktan sonra havlumu da üzerine bırakıp Saruhan'ın karşısına geçtim.

Saruhan'la hiçbir zaman karşı karşıya gelmemiştik. Ders için bile karşıma geçmemişti hiç. Bu yüzden garip bir gerginlikle kalbim kasılırken nabzım her adımımda biraz daha yükseliyordu.

"Sert davranmak var mı?"

Saruhan'ın alaycı gülüşleri, küçümseyici bakışları ve ciddiye almayan duruşu yüzünden gardım her geçen saniye biraz daha düşüyordu.

"Elinden ne geliyorsa," diyerek geçiştirdiğinde korkmaya başladım.

Onu alt edebileceğimi zaten düşünmezken şimdi hiçbir hamlede bulunamayacağım düşüncesiyle kendimi zayıf hissetmeye başlamıştım.

Belki de bu onun taktiğiydi. Psikolojik olarak beni olumsuz etkileyip zayıf düşürmek ve yenilmemi sağlamak istiyordu. İlk karşılaştığımız gün de böyle yaparak beni intihar etmekten vazgeçirmişti.

Saruhan Kalaycı karşısındaki insanın zihniyle oynayarak düşünceleri dans ettiren usta bir dolandırıcıydı. O şeytanın tekiydi.

Gözlerimi Saruhan'ın yüzünden ayırmıyordum çünkü karşımda üstsüz durmasının dikkatimi dağıtmasına izin veremezdim.

Aklımdan geçenleri duyup beni zorlamaya çalışır gibi ellerini boynunun üzerinde birleştirerek uzun uzun gerindiğinde başımı yana çevirdim.   

Bir süre sonra önüme döndüğümde esneme hareketleriyle gerinmeye devam ettiğini gördüm. Hafifçe yana eğildiğinde kasılan karnının çukurlarıyla kasları iyice ortaya çıktı. Büyükçe yutkunarak ciddi anlamda iyi görünen vücudunu incelemeye devam ettim. Her ne kadar bunu yapmak istemesem de bana bakmadığı için arsızca Saruhan'ı dikizlemeye devam ettim.

Hatları belli olan ve formda görünen vücudu güzeldi fakat asıl iyi görünme sebebi yaralarıydı. Vücudunda ayların belki de yılların dokunduğu yaraların izleri yaşadığı kötü günlerin birer imzası gibi duruyordu ve bu güzeldi. Saruhan'ın bedeninde geçmişine ait çok fazla imza vardı.

Saruhan'ı bir kitap gibi görüyordum ve okudukça daha çok tanıma şansım oluyordu. Ona dair çevirdiğim her sayfada aramızdaki mesafe biraz daha kapanıyor gibi hissediyordum fakat o tanıştığımız ilk günden bu yana aylar geçmesine rağmen hala aynı soğuklukla yaklaştığı için tırnaklarımı çıkarmak ve hırçınlaşmak zorunda kalıyordum.

"Bütün gün seni mi bekleyeceğim?" diye huysuzlandığımda kollarını indirip doğruldu ve anlamayarak gözlerimin içine baktı.

Huysuzlandığımı anladığında ise hayretle kaşlarını kaldırarak yüzüme bakarken belli belirsiz başını salladı. Hazır olduğunu söyleyen bu tepkisi karşısında ellerimi yumruk yaparak çenemin hizasında kaldırarak harekete geçtim.

Yumruklarının üstünden gördüğüm gözlerindeki alaycı tavrı dikkatimi dağıtıyordu. Saruhan'ın gözlerine bakmak insanın kafasını karıştırıyordu çünkü orada zaman çok başka akıyordu.

Saruhan'ın gözleriyle buluşmak illüzyona kapılmak gibiydi ve ben çoktan kapılmıştım.

İkimiz de temkinli adımlarla birbirimize yaklaşıp uzaklaşıyorduk. Saruhan'ın ilk hamleyi benden beklediği belliydi. Bense en doğru şekilde hareket etmeye çalışırken zihnimde Uygar'ın sesi yankılanıp duruyordu.

"Rakibinin adımlarına dikkat et..."

"Yumruk hizasına iyi bak."

"Gözlerini gözlerinden ayırma."

"İlk hamleyi yapmaktan çekinme."

"Kendini savun."

"Dik duruş rakibi korkutur."

"İlk hamle afallatır."

"Rakibinin bir sonraki hamleni bilmesine izin verme."

"Sert ve hızlı ol."

Daha yüzlerce öğüt peş peşe zihnimde yankılanırken kafamın içindeki kalabalığın dikkatimi dağıtmasına engel olmaya çalışıyordum. Karşında duran insanı yenebilmek için aynı anda birçok şey yapman gerekiyordu ve beni en çok zorlayan şey de buydu.

Özellikle karşımdaki kişi Saruhan'ken ve ben onun gözlerinin içine bakarken başka hiçbir şeye odaklanamıyordum. Bu durumdan tüm kalbimle nefret ediyordum.

"Yaklaş ve vur."

Tok sesiyle tüm dikkatim dağılırken çenemin hizasında tuttuğum ellerimi hafifçe aşağı indirdim. Kaşlarım çatılırken neden böyle bir şey söylediğini sorgulayan gözlerimle yüzünü incelerken konuştum.

"Ne?"

"İlk hamleyi yap," dedi hemen.

"Nedenmiş?"

Yumruk yaptığım ellerimi iki yanıma bırakarak duruşumu dikleştirdiğimde sinirlenmişti.

"İlk hamleyi ben yaparsam öleceksin çünkü," dediğinde bana doğru bir adım yaklaştı.

"Bak sen!" dedim alaycı bir tonla. "Kendine fazla güveniyorsun."

"Kendimi biliyorum."

"İlk hamleyi yap öyleyse," diye meydan okurken yumruklarım yeniden çenemin altındaki yerini aldı.

Bedenim bir yay gibi gergin bir şekilde temkinli adımlarla Saruhan'a doğru yaklaşırken yapacağı hamleyi kaçırmamak için gözlerimi gözlerinden ayırmıyordum hiç.

"Vur."

"Bana ne yapacağımı söylemeyi kes," diye tersledim.

"Zincirleri hazırlatacağım," diye tehdit etti.

"Ceza zırvalıklarından sıkıldım," derken bir adım daha yaklaştığımda birbirimize çok yakın olduğumuzu fark etmekle gerilmeye başladım.

"Ve buna rağmen hala nasıl davranman gerektiğini öğrenemedin mi?"

"Ben senin kölen değilim," diye karşı çıkmaya devam ettim. "Ya da eğitmek için himayene aldığın bir öğrencin olmak da istemiyorum."

Beni eğitmesini istiyordum.

Bildiği her şeyi bana öğretmesini ve onlar kadar güçlü olabilmeyi tüm kalbimle diliyordum fakat bunu ona söyleyemeyeceğimi bildiğimden ona karşı koymaktan vazgeçmeye niyetim yoktu.

Son konuşan ben olmuştum. Söylediğime hiçbir karşılık vermemiş, kaşlarını çatarak bana doğru bir adım daha yaklaşmayı seçmişti.

Gerildim.

Dişlerini sıkarken aynı zamanda parmak boğumlarındaki gerginliği görünce yumruğunu da sıktığını gördüm. Omzundan köprücük kemiğine doğru uzanan bir damarın belirginleştiğini görünce tüm vücudunun kasıldığını anlamış ve ürkmüştüm.

Son bir adımın ardından Saruhan'ın gölgesi üzerime düştüğünde iyiden iyiye panikledim. İlk hamleyi kimin yapacağını bilmiyordum fakat bildiğim bir şey varsa o da Saruhan'ın korkumu rahatlıkla hissediyor ve bu durumla eğleniyor oluşuydu.

Sol ayağı belli belirsiz bir adım atmak için kıpırdadığı an sağ yumruğunu bana doğru savurduğunda hışımla yere eğilip sağlam bir darbe almaktan son anda kurtuldum.

Bir yandan Uygar'ın kafamın içinde yankılanıp duran sesi sayesinde ilk hamleden kurtulmayı başarmanın mutluluğunu yaşarken diğer yandan kalbim ağzımda attığı için kulaklarım uğulduyordu.

Yumruğundan kaçabildiğim için en az benim kadar Saruhan da bu durumdan memnundu. Her ne kadar gözlerini kısmış, avına yaklaşan bir yırtıcı gibi görünmeye çalışsa da takdir ettiğini belli eden, gurur dolu bakışlarını saklamayı beceremedi.

Gelişimimi gördüğü için benimle gurur duymaya devam ettiği kısa süreyi fırsat bilip usulca yaklaştıktan sonra sol yumruğumu yüzüne doğru savurdum. Kolunu kalkan gibi kullanarak yüzüyle yumruğum arasına çektiği için elimi boşa savurmuş oldum.

Kendinden emin gülüşüne gözlerim takıldı. Beni küçümsemeyi bırakmadığı her an sinirlerim iyice bozuluyordu. Bu yaptığına sağlam bir yumrukla karşılık vermek istesem de Saruhan'ın dövüş konusunda ne kadar iyi olduğunu biliyordum.

Beni eğiten Uygar'dı.

Uygar'ı ise Saruhan eğitmişti.

Nasıl olur da Saruhan'ı yere serebilirdim ki?

Şimdiden ona kafa tutmanın pişmanlığını yaşıyor olsam da bir şekilde haksız çıkıp rezil olmamak için bir yol düşünmeye çalışıyordum.

Yarım saatten fazla olmuştu ve biz hala birbirimizi yoklayan hamlelerle ağırdan alıyorduk. Saruhan kedinin fareyle oynadığı gibi benimle oynuyordu. Bu yüzden o tüm bu süreçten keyif alırken ben hala kalbimin ritmini normale çekmeye çabalıyordum.

Birkaç kez çeneme aldığım darbelerle sersemlemiş olsam da Saruhan'ın nazik davrandığını ve asıl gücünün bu kadar olmadığını biliyordum. Buna rağmen istemeden de olsa fazlasıyla canımı yakmıştı.

Benim ona vurduğum tekme ve yumrukların da ne denli etki ettiğinden emin değildim çünkü ona her vurduğumda yine benim canım yanmıştı. Kaslarının çelikten olduğuna yemin edebilirdim. Derisinin altında bir zırh taşıyordu sanki.

Saruhan'ı yere serebileceğim tek bir seçeneğim vardı ve ben istemeden o hamleyi yapabilecek ortamı saniyeler önce yaratmıştım.

Saruhan'ın yumruğundan kaçtıktan sonra kendi etrafımda dönerek Saruhan'ın arkasından dolanıp kenardaki çardağın yanında duran kolona ulaşıp sırtımı ona yasladım ve kendimi korumaya aldıktan sonra ellerimi duvara yaslayarak gözlerinin içine bakıyordum.

Nefes nefese kaldığımdan göğsüm hızla inip kalkıyordu. Saruhan'ın da çıplak göğsündeki ter damlalarına bakılacak olursa beklediğinden daha dişli bir rakip olmuş ve onu yormayı başarmıştım.

Soluklarının hızlanması ve sıcak nefesinin belli aralıklarla köprücük kemiklerime çarpmasıyla huzursuzca kıpırdandım. Buna rağmen keyifle kıvrılan dudaklarımın şekli epey süre bozulmadı ve gözlerim onun yeşillerinde oyalanmaya devam etti.

"Devam etmek istiyor musun?" Düzensiz solukları arasında sorduğu soruya karşılık vermeden öylece bakmaya devam ettim bir süre daha.

Zihnimin derinliklerinde sakladığım gizli silahımı kullanmamı söyleyen sese kulak verdiğim saniyeler boyunca sessiz kalmayı tercih edip odaklanmaya çalışsam da Saruhan'la bu kadar yakın duruyorken ve gözleri doğrudan benim üzerimdeyken epey zorlanıyordum.

Harelerinin ardındaki tekinsizliğe yenik düşerken gözlerini kaçıran ben oldum. Uzun kirpiklerinden dudaklarına doğru acele etmeden yol alan bakışlarım alt dudağının üzerinde durduğunda büyükçe yutkundum.

Çok kısa bir kaçamak bakışla gözlerine baktıktan sonra yeniden dudaklarına kenetlendim ve kuruyan dudaklarımı iştahla yalarken sırtımı kolondan ayırıp doğruldum.

Saruhan'ın gözleri de benim üzerimde, dudaklarımdaydı.

Sessizliğin tırnakları ruhuma takılırken Saruhan'ın sıcak nefesi dişlerini tenime geçirirken saniyeler birbirlerini kovalayıp ikimizi tam o ana sürükledi.

Yüzü ağır ağır benimkine yaklaşırken davetkar bir tavırla dudaklarımı araladım ve gülümsedim. Kıvrılan dudaklarımın iki kenarında da tehlike çanları kulaklarımı acıtırken Saruhan her şeyden habersiz bana yaklaşmaya devam etti.

Dudaklarımızın kavuşmasına çok az bir mesafe kaldığında usulca gözlerimi yumdum ve içimden üçe kadar sayıp Saruhan'ın karnına sağlam bir yumruk indirdim.

Beklemediği bu hamle karşısında iki büklüm olarak öne doğru eğildi. Uzun boyu böylelikle benim için ulaşılabilir bir hal aldığında vakit kaybetmeden sağ dizine ayağımı koyarken diğer ayağımla yerden destek alarak omuzlarından tutunup sıçradım.

Saruhan daha neler olduğunu anlamadan aceleyle dizine koyduğum ayağımı çekip omzuna tırmandım. Bacağımı boynuna doladığımda hiçbir hareket etme şansı kalmamıştı ve tam o an canımın yanmasından korkmayarak saniyeler içinde kendimi sırt üstü yere bıraktım.

Saruhan'ın bedeni benimle birlikte takla atarak yere serildiğinde yerden kalkmasına engel olmak için hızlıca düştüğüm yerden kalktım ve karnının üzerine oturup dizlerimi iki yanına sabitledim.

Ellerimi başının iki yanına yerleştirip öne doğru eğildiğimde yüzü hiç olmadığım kadar yakınımdaydı. Sadece bir anlığına da olsa yüzündeki dehşete kapılmış ifadeyle kazandığımı tescillemiş oldum.

Karnına ağırlığımı vermemek için ellerimden destek alırken hızla inip kalkan göğsü dikkatimi dağıtıyordu. Gözlerini gözlerime kenetlediğinde bunu son zamanlarda çok fazla yaptığını fark ettim. Kıstığı gözlerini uzun kirpiklerinin arasına saklayıp uzun uzun yüzümü inceliyor, gözlerimin içine bakıyordu. Bunu her yaptığında aynı şekilde karşılık veriyor olsam da ne düşündüğünü anlayamıyordum.

Saruhan'ın zihninde bir saat bile geçirebilmek için her şeyimi verebilirdim. Ne düşündüğünü ne hissettiğini anlamak mümkün olmuyordu ve bütün tekinsizliğini de tam olarak zihninden alıyordu. Kafasının içinde neler olup bittiğini ondan başka bilen yoktu çünkü.

"Beni yere serdin." Tok sesi içimi gıdıklarken zafer gülüşüyle karşılık vermekten geri kalmadım.

"Seni yere serdim," dediğimde iri dudakları kıpırdandı.

Saruhan Kalaycı'ya karşı zafer kazanabildiğime ve onun gibi birini yere serdiğime inanamıyordum. İpek sayesinde son hamle olarak onun verdiği aklı kullanmıştım ve sahiden de işe yaramıştı.

İpek'le yaptığımız antrenmanların çoğunda Saruhan'ın üzerinde kullandığım hareketi öğretmişti bana. Uygar'ın da dediği gibi atikliğim sayesinde bu hareketi kısa sürede kavramış ve ilk kez Saruhan'ın üzerinde denemiştim.

"Erkekler bizden daha büyük ve güçlü olabilirler. Evet, bu doğru ama unutma ki zekâ bizim en büyük silahımız. Ve erkeklerin bizim silahımız karşısında hiç şansları yok."

İpek'in bana öğrettiği en önemli şeydi bu. Erkeklerden daha zeki olduğumuzu her zaman savunuyor olmasına rağmen fiziksel güç olmadıktan sonra karşı koymamıza imkân olmadığını düşünüp bu düşüncenin haksız olduğuna inanıyordum. Ta ki biraz önce Saruhan'ı yere serene kadar...

Sahip olduğum özgüvenin neredeyse tamamını İpek'e borçluydum. İlk günden beri onun zekasını ve tek başına neler yapabileceğini gördükçe yürüdüğüm bu yolda onu ışık olarak görüp kendime güvenmeyi öğrenmiştim.

Farkında olmadan onlar sayesinde hayatım bambaşkaydı şimdi. Eski Armin'i zerre kadar özlemiyor ve onun saflığı yüzünden başıma gelen saçmalıklara gülüp geçiyordum artık.

Dalıp gittiğim düşüncelerden koparak hızla gözlerimi kırpıştırdım ve Saruhan'a dikkat kesildim. Kazanan taraf ben olmuştum fakat yenilgisine rağmen sinirlenmesini beklerken sakince yüzüme bakmaya devam etmesi ilginçti. Çok geçmeden belli belirsiz gülüşü usul usul solarken çene kasları belirginleşti.

Gözlerimi ablukaya alan bakışları tıpkı biraz önceki gibi dudaklarıma kaydığında bu kez afalladım ve ne yapacağımı bilemeyerek telaşlı bir şekilde yutkundum.

Beni benim silahımla mı vurmaya çalışıyordu yoksa?

Onun tuzağına düşecek kadar aptal olduğum zamanları çoktan geçmiştim. Uygar'ın da dediği gibi karşımdaki her kim olursa olsun bir an bile küçümsemeyecek, ciddiye almaktan vazgeçmeyecektim.

Dizlerimin iki yanında duran ellerinden biri yüzüme uzanırken irkilerek hafifçe geriye çekildim.

"Bana baş kaldırman hoşuma gidiyordu," diye mırıldandığında parmak uçları çeneme dokundu. "Şimdi karşımda böylesine güçlü durman..." Baş parmağı dudağımın kenarını çok kısa bir anlığına yokladığında nefesimin titrediğini hissettim. "Daha çok hoşuma gitti."

Son söylediğiyle birlikte ellerimin titrediğini anlamasından korkarak çimenlere daha çok bastırdım ve ifadesiz kalmaya çalıştım. Parmak uçları izinsizce tenimde dolaşırken bunu nasıl yapacağımı bilmesem de en azından çabalıyordum. Dudaklarımı dişleyerek, elimin altındaki çimenleri yolarak, dizlerimi daha fazla yere bastırarak ve başka şeyler düşünerek aklımı meşgul etmeye çalışarak...

Hayır.

Saruhan'ın dudaklarından gözlerimi alamıyor ve dokunup geçtiği yerlerin bıraktığı sıcaklıkla kanımın kaynamasına engel olamıyordum. Tanıdığım en zorba insan Saruhan'dı fakat buna rağmen sırf ondaki tarif edemediğim efsun yüzünden böyle zamanlarda kafamın karışmasına engel olamıyordum.

Saruhan Kalaycı'ya karşı hiçbir şey hissetmiyordum ama yine de ondan etkilenmekten kendimi alamıyordum.

Parmakları çenemden yukarı doğru kayarken sakinleşebilmek ümidiyle nefesimi tuttum. Bu yapmamın bir işe yaramadığını anlamak ise yalnızca birkaç saniyemi aldı.

"Dönüştüğün kadın hoşuma gidiyor." Bu kez sarf ettiği kelimeler heyecanla çarpan kalbimin iyiden iyiye kasılıp sıkışmasına sebep oldu. Herhangi ufacık bir şeyden Saruhan'ın hoşnut olmasına imkân yokken o şu an karşıma geçmiş hoşuna gittiğimi itiraf ediyordu ve bunu yaparken de yeşilleri gözlerime tutunuyordu.

Karnının üzerinde oturduğum için tamamen doğrulmasına engel oluyordum. Başını yerden kaldırıp hafifçe doğrulduktan sonra yerden destek aldığı diğer elini de uzattı ve böylelikle yüzümü avuçlarının arasına almış oldu.

Nefesimi tuttum. Gözlerimi kapatmak istesem de heyecanımı gizleyebilmek için bunu yapmadım. İçimden sürekli aynı şeyi tekrarlayıp duruyordum.

"Sakin ol."

"Sakin ol."

"Sakin ol."

Onunkinin yanında oldukça ufak kalan bedenimi oyuncakmışım gibi rahatlıkla kaydırıp tamamen doğrulduğunda kendimi Saruhan'ın kucağında otururken buldum. Huzursuzluğum tüm somutluğuyla ikimizin arasında duruyordu şimdi ve ben dehşete kapılmış ifademle önce Saruhan'ın kucağına sonra ise yeniden dönüp gözlerine baktım.

Biraz önce zafer naraları atarken şimdi ağzım açık, irileşen gözlerimle donup kalmıştım ve bu halimle ne kadar şapşal göründüğümü tahmin edebiliyordum. İpek karşımdaki kişiye kurnazlık yapıp rahatlıkla yere serebilmeyi öğretmişti fakat bu aşamadan sonra ne yapmam gerektiğini öğretmemişti.

Kahretsin!

Kendimi aptal gibi hissediyordum ve Saruhan'ın büyüsüne kapıldığım için tüm o güçlü ve kendini geliştiren Armin imajımı mahvetmeyi başarmıştım. Aptalın tekiydim sadece.

Büyükçe yutkunurken kuruyan dudaklarımı yaladım ve gözlerimi kaçırdım.

Yüzümdeki ifadeyle nasıl komik bir duruma düşmüştüm ki Saruhan'ın dudakları kıvrıldığında keskin hatları yumuşadı ve kahretsin ki bu hali fazlasıyla çekici geldi.

"Sana dokunmam hoşuna gidiyor," derken kulağımın arkasında ufak daireler çizen işaret parmağını durdurmak istedim. Nabzım öyle kuvvetli çarpıyordu ki parmağı baskı uyguladıkça nabzımın tenime uyguladığı kuvvet Saruhan tarafından daha hissedilebilir bir hal alıyordu.

"Hayır." Başımı hafifçe yana yatırarak parmağının etkisinden kurtulmaya çalıştım.

"Gözlerinin içine bakmam hoşuna gidiyor." Bu kez diğer eli gözümün ucuyla şakağım arasındaki boşluğa dokunurken konuştu.

"Hayır," dedim gözlerimi kısarak.

"Seni öpmemi istiyorsun," dediğinde dehşete kapılsam da ifadesiz kalmaya gayret ettim. Gözleri yeniden dudaklarıma kaydığındaysa panikleyerek zihnimi dağıtmaya çalıştım.

"Beni öpmesini istemiyorum."

"Onu öpmek istemiyorum."

"Hayır istemiyorum."

Takındığım ifade sanki iğrenç bir fikir sunmuş gibiydi. Bunu özellikle yaparak kendine bu kadar güvenen Saruhan'ın kibrini sarsmak istemiştim fakat gördüğüm kadarıyla söylediğim ve yaptığım hiçbir şeyin onun için anlamı yoktu. Umurunda bile değildi. Öylece gülümseyerek dudaklarımı süzmeye devam ediyor ve bu şekilde bana neler yapabildiğinin farkında olarak durumumdan keyif alıyordu.

Bir eli boynuma doğru kayarken soğuk parmak uçları kulağımın arkasına doğru uzanmıştı. Diğer eliyle de belimden kavrayıp vücutlarımızı iyice birbirine yakınlaştırdığında yeşillerinin karardığını gördüm. Gölgelerin ardına gizlenen harelerinin ışıltısıyla soluğum kesilirken alt dudağımı dişledim.

Hızla inip kalkan göğsümün telaşlı ritmiyle nefes alışverişlerim düzensizleştiğinde Saruhan'ın anbean yaklaştığını fark ettim. Dudaklarımız arasındaki mesafe usul usul kapanıyordu ve alıp verdiği her nefesi tenime iz bırakıyordu.

Henüz dudaklarıma dokunmamıştı fakat ben şimdiden varlığını, dudaklarının sıcaklığını hissedebiliyordum. Belki de kaçmak yerine izin vermeliydim. Saruhan'ı keşfetmek istiyordum ve bunun için dudaklarının oldukça yardımı dokunabilirdi.

"Beni öpmesini istiyorum."

Usulca gözlerimi yumarak kendimi onun dudaklarına teslim etmeye hazırlarken kulağımın arkasından enseme doğru uzanan eli saç diplerime karışırken heyecanımı anlamasını umursamadan beni öpmesini bekledim.

Tam o an saçlarıma karışan eli saçımı kavrayıp başımı geriye çektiğinde acıyla inledim ve ona karşı koymak yerine başımı arkaya atarak boynumun açıkta kalmasına izin verdim. İstediğim tek şey basit bir öpücüktü ve bunu neden yaptığını anlamamıştım. Ta ki saçlarımdaki baskı iyice artıp diplerine kadar acıyla sızlamasıyla kendimi yerde bulmam bir olana kadar...

Sırtım çimenle buluştuğunda Saruhan çoktan ağırlığına aldırmadan üzerime uzanmıştı. Vücudunu kullanarak bedenimi yerle kendi vücudu arasına hapsettikten sonra biraz önce benim yaptığım gibi kollarını başımın iki yanına dayadı ve doğrudan gözlerimin içine bakarak konuştu.

Hala saç diplerim acıyordu. Böylesine bir hamle yaptığı için öfkeden kızaran gözlerimi onunkilere dikerken içimden yüzlerce küfür savurmaya devam ettim.

Beni, benim silahımla gafil avlamıştı. Ona kandığıma inanamıyordum. Kendimi aptal ve iğrenç hissediyordum. Saruhan'dan öpücük dilenecek kadar alçaldığım için kendimden utanıyordum. Hem de ona karşı hiçbir şey hissetmezken nasıl bu kadar aciz düşebilirdim ki?

"Aptal Armin, aptal, aptal..."

Gülüşü dudaklarını kıvırdığında tek eliyle dağılan saçlarımın yüzüme düşen kısımlarını geriye taradı.

Saruhan'ın tekinsizliği gerçekti. İnsanın ruhunu hapseden yeşillerine odaklandığında uçsuz bucaksız bir ormanın kasvetli kokusu ciğerlerini sarıyordu. Saruhan bir ormandı ve onun hayatına girerek yolumu kaybetmekten korkuyordum.

Yüzümü saçlarımdan kurtardıktan sonra usul usul yaklaşıp bu kez kulağıma eğildi ve ben her seferinde olduğu gibi yine nefesimi tuttum.

"Sakın," diye fısıldadığında sıcak nefesi kulağımı okşadı. "Sakın kendini kaptırma, kaybolursun."

Biraz önceki zayıflığımdan bahsediyor ve beni göz göre göre ikaz ediyordu. Öfke tüm vücudumu ele geçirirken kalbim hınçla çarpmaya başladı. Damarlarımdaki kanın volkan misali kaynayıp patlamak üzere olduğunu hissettiğimde gözümü karartıp bağırdım.

"Kalk üzerimden!" Onu itmeye çalıştım fakat tüm gücümle saldırmama rağmen kıpırdamadı bile.

"Sakin ol." Göğsüne yasladığım ellerimi iki yanıma sabitleyerek tamamen hareketsiz kalmamı sağladığında keyifle güldü.

"Hayvansın!" diye bağırdım. "Canımı yaktın!"

Başını iki yana sallarken gülüşü soldu.

"Bir kadına şiddet uyguladın!" diye sözlerimle zarar vermeye çalıştım. "Bu seni fazlasıyla centilmen hissettirmiştir umarım."

"Hayır," diyerek doğrulduğunda kaşlarını çattı. "Bir kadına şiddet uygulamaya cesaret edebilecek birilerini öldürmek zorunda kalmamak için o kadını eğitiyorum sadece."

Ellerimi serbest bırakıp üzerimden kalktığında dirseklerimin üzerinde doğrulup dağılan saçlarımı omuzlarımdan aşağı attım.

"Buna ihtiyacım yok."

"Ölmemene ihtiyacım var," derken benden uzaklaştı. "Yaşarken bile başıma bela oluyorsun. Bir de ölünle uğraşacak vaktim yok."

"Sen kendini ne sanıyorsun?" derken hışımla ayağa kalktım.

"Hiç."

"Aynen öyle," dedim. "Hiçsin. Fazla yükseklerde uçuyorsun ve bir hiç olduğunu unutuyorsun." Öfkeyle ağzımdan çıkan sözlerin uçları zehirliydi. Ona bunları söylemem için bir sebebim yoktu. Tek istediği kendimi dışarıdaki kötülüklere karşı savunabilmeyi öğrenmemdi fakat ona karşı hırçınlığımı atamıyordum.

Kazağını boynundan geçirdikten sonra açıkta kalan karnını örterek yeniden karşımdaki yerini aldı ve bileğimden tutup canımı yakmayı umursamadan kendine doğru çekti.

"Eğer seni incitmek isteseydim, incitirdim." Öfkeyle çatallanan sesinden çok dişlerini sıktığında ortaya çıkan yüz hatlarından korktum.

"Kalpsizliğinle bunu yeterince yapıyorsun," dediğimde ifadesi dağıldı ve dondu. "Saçımı çekmenden söz etmiyordum zaten."

"Ben buyum," derken bileğimi acıtan parmakları gevşediğinde göz ucuyla eline baktım. Saruhan ise doğrudan bana bakıyordu.

"Ben de buyum," diye çıkıştım. "Sana hiçbir zaman boyun eğmeyeceğim, kendi bildiklerimi okumaktan geri kalmayacağım ve gerektiği her an sana baş kaldırmaktan çekinmeyeceğim. Ve inan bu hiç hoşuna gitmeyecek."

Gülüşü, gökyüzünü terk eden geceyi ağırlar gibi karanlık ve ışıltılıydı.

"Ama bu hoşuma gitti."

Benimle alay ediyordu ve sırf bu yüzden bile suratının ortasına sağlam bir yumruk indirmemek için kendimi zor tutuyordum.

"Eve gidelim," diyerek karşısından çekildikten sonra kapüşonlu ceketimi ve telefonumu bıraktığım yere yöneldim.

Saruhan hiçbir şey söylemeden kenarda hazırlanmamı bekliyordu. Kazağını giydiği için hazırdı çünkü. Havlu, su matarası, cüzdan ve anahtarımı alarak çantanın içine tıkıştırdım. Hemen sonra kapüşonlu ceketimi giydikten sonra hınçla fermuarı sonuna kadar çekip çantamı tek omzuma atarak bahçe yoluna doğru yöneldim. Bir an önce buradan ve Saruhan'ın yanından ayrılmazsam daha büyük tartışma çıkacağına emindim.

"Bekle."

"Kendi arabamla geldim," diye tersleyerek yürümeye devam ettim.

"Sana bekle dedim."

"İddiayı ben kazandım ve seni yere serdim. Bundan sonra bana karışmayacaksın," diye omzumun üstünden konuştuktan sonra yürümeye devam ederken hiçbir karşılık vermedi. Benim ayak seslerim dışında onunkileri de duyabildiğim için peşimden geldiğini anlamıştım.

Kulübün ağır bahçe kapısını iterken omzumun ağrıdığını hissettim. Saruhan saçımdan tutup beni yere yatırırken canımın yanacağını zerre kadar umursamadığı için omzumu yere çarpmıştım ve canım acıyordu.

Bahçeden çıkmamla birlikte hemen sol taraftaki kesilmiş halde duran kütüklerin birinde Uygar'ı otururken gördüm. Kaşına bez bastırdığını görünce hayretle donup kaldım.

"Uygar?"

Beni fark edip afalladığında avcunda tuttuğu bezi indirerek elini arkasına götürdü ve saklarken "Armin?" diye karşılık verdi.

Uygar'ın yüzündeki yaralar gecenin karanlığına saklanamayacağı kadar ilerlemişti saat ve hava tümüyle aydınlanmıştı.

"Kaşın patlamış!" Telaşla yanına koşarken Saruhan da kapıdan çıkar çıkmaz yanımıza gelip neler olduğunu sordu. "Kanıyor," dedim Saruhan'a bakarak.

"Anlatsana Uygar, ne oldu?" Saruhan'ın sorusuyla birlikte başını geriye çekerek ayağa kalktı Uygar.

"Önemli bir şey değil," diyerek geçiştirmeye çalışsa da Saruhan'ın ters bakışlarını fark edince konuşmaya devam etti. "Gelirken birileriyle takıştık."

"Nereden gelirken?" diye sordu çünkü Uygar'ın söylediklerine inanmadığı belliydi.

"Şey..." Önce Saruhan'a hemen sonra bana bakarak konuştu. "Yürüyüşten." Ne söyleyeceğini söylemek için duraksamış ve sonra konuşurken de kekelemişti. Gerçekten de neler olduğunu anlatmak yerine bize yalan söylemeyi tercih ettiği belliydi.

"Uygar!"

Saruhan'ın ikaz eder gibi çıkan sesiyle birlikte bir adım geri çıktım çünkü yüzü gerçekten kötü bir haldeydi. Özellikle Uygar gibi ustaca dövüşen birinin yoldan geçen alelade birilerinden dayak yemesine imkân yoktu.

"Nasıl dövüşebildiğini çok iyi biliyoruz," diye ekledim Saruhan'ın ikazına. "Herhangi biri sana dokunamaz bile."

"Dokundular işte, uzatmayın." Uygar'ın sinirli olduğunu şimdiye kadar anlayamamıştım. İlk kez Saruhan'a karşı sesini yükseltirken görmek garipti.

"Armin," dedi Saruhan omzunun üstünden bana bakarak. "Sen arabanla dön eve, ben arkandan geleceğim."

"Ben..."

"Söylediğimi yap."

Konuşmama engel olup gitmem konusunda direttiği için bir kez başımı sallayarak yanlarından ayrıldım. Neler olduğunu anlamıştı sanırım. Bu yüzden de yalnız kalmak istemişti Saruhan. Eğer konu Uygar'ı ilgilendiriyor olmasaydı asla Saruhan'ı dinleyip oradan ayrılmazdım fakat Uygar'ın hayatıyla ilgili bir meseleye zorla burnumu sokuyormuş gibi görünmek istemediğim için vakit kaybetmeden yanlarından ayrıldım.

On beş yirmi adım ileriye bıraktığım kırmızı Mercedes'imin kilidini uzaktan kumandasıyla açtıktan sonra sırt çantamı arka koltuğa atıp şoför koltuğuna yerleştim.

Emniyet kemerimi takarken başımı kaldırıp karşıya baktığımda Saruhan, Uygar'ın omzunun üstünden beni izliyordu. Gittiğimden emin olmaya çalışıyordu. Sanki zorla orada durmaya hevesliymişim gibi beni bu şekilde gözetlediği için arabayı üzerine sürmek istiyordum.

Ona itaat ediyormuş gibi göründüğüm için kendimden nefret ediyordum. Özellikle sözünü geçirebilmenin memnuniyetini yaşadığı suratını ve alaycı gözlerini uzağımda olmasına rağmen net bir şekilde gördükçe orta parmağımı çıkarmak ve suratına doğru sallamak istiyordum.

Onun yerine aklıma çok daha iyi bir fikir geldiğinde şeytani gülüşüm yüzümdeki yerini aldı.

Direksiyonun sağındaki tuşla arabayı çalıştırdığımda farlar açıldı. Sol taraftaki kolu ileri iterek uzun farları açtığımda Saruhan'ı rahatsız etmeyi başarmış olmalıydım ki acıyla başını yana çevirirken elini gözlerine siper etti. Farlar doğrudan gözlerini hedef aldığı için keyiften kafayı yemek üzereydim.

"Beter ol!"

Coşkulu bir şekilde kahkaha atarken acele etmeden telefonumun arabaya bağlanmasını bekledim. Şarkı açmadan yerimden kıpırdamaya niyetim yoktu. Böylelikle Saruhan'a işkence etme sürem de uzayacaktı ve bu iyi bir şeydi.

Yan koltuktaki telefonumu alarak çalma listemde dolaşmaya başladım. Farlar Saruhan'ın gözlerini oyarken ben sevdiğim şarkılar arasından hareketli bir tanesini seçene kadar listemde göz gezdirmeye devam ederek birkaç dakikayı ardımda bıraktım.

Şarkılara öyle dalmıştım ki arabamın camı tıklatıldığında küçük bir çığlıkla iç çekerek başımı kaldırdım ve korkulu gözlerle tepemde dikilen Saruhan'a baktım.

Camı açmamı söylercesine bir hareket yaptığında korkuyla yutkundum çünkü fazlasıyla sinirli görünüyordu.

Kapının üzerindeki düğmelerden en baştakiyle camı indirdikten sonra sessizce Saruhan'ın yüzüne bakmaya devam ettim.

"Beni sinirlendirmeye mi çalışıyorsun?" diye sorarken gözlerinden öfkesi taşıyordu.

"Ne?" diye sordum hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi.

Bir şey söylemeden önce camdan içeri uzandığında ne yapacağını bilmediğim için korkuyla geriye kaçtım. Direksiyonun yanındaki kolu geriye çekerek farları kıstıktan sonra doğrulup gözlerimin içine bakmaya devam etti.

"Beni kışkırtma," diye azarladı. "Sen zararlı çıkarsın."

"Ne yapabilirsin ki?" Onu sinirlendirmek keyfimi epey yerine getirmişti ve bu yüzden üzerine gidip daha da sinirlendirmenin sorun olacağını sanmıyordum.

"Külüstürüne yaptıklarımı hatırla," dedi net bir şekilde. "Aynısının bu güzeller güzeli arabanın da başına gelmesini istemiyorsan eğer..."

"Sakın!" diye çıkıştım. "Eğer öyle bir şey yaparsan..."

"En son bunu söylediğinin sabahına külüstüründen geriye hiçbir şey kalmamıştı," diyerek sözümü kesti.

"Bunu yapamazsın."

"Yapmamı istemiyorsan hareketlerine dikkat et," diye son kez uyardı ve karşılık vermemi beklemeden bir kez başını sallayarak yanımdan ayrıldı. Başını sallaması bile tehditkâr bir tavırdaydı.

"İt!" Homurdanarak camımı kapatıp el frenini indirdim ve toprak yolda ilerleyerek kulübün önünden ayrıldım.

On dakikaya yakın bir süre yol gittikten sonra zaman zaman dikiz aynasından arkayı kontrol ediyor ve Saruhan'ın arkamdan gelip gelmediğine bakıyordum. Gelmiyordu. Konuşmaları uzun sürmüş olmalıydı.

Uygar'ın neden o halde olduğunu ve aralarındaki gerilimin sebebini deli gibi merak etsem de Saruhan'ın keyfi söylemek isteyene kadar öğrenemeyeceğimi biliyordum. Ve asıl sorun Saruhan hayatımda tanıdığım en ruhsuz insan olduğu için asla Uygar hakkındaki meseleyi bana ya da bir başkasına anlatmayacaktı. 

Evin önüne geldiğimde arabayı her zamanki yerine park edip indim. Eve doğru yürürken arkamdan kumandayla arabayı kilitlemeyi unutmadım.

Bahçe kapısından içeri girdiğimde Eymen'i gördüm. Veranda da şınav çektiği için yalnızca bacaklarını görüyor olsam da yanına ulaşana kadar ayağa kalkacağını düşünüyordum.

"Günaydın."

Basamakları çıktıktan sonra Eymen'e engel olmamak için verandanın diğer ucuna geçtim ve ayağa kalkmasını bekledim.

"Armiko!" dedi güçlükle çünkü nefes nefese kalmıştı. "Günaydın!"

Son birkaç şınavın ardından sıçrayarak doğrulduktan sonra benden tarafa dönerken kumral saçlarını geriye atıp alnında biriken teri elinin tersiyle sildi.

"Sen evde değil miydin ya?" diye sorarken hayretle yüzüme bakan ela gözlerindeki çocuksu tavırla güldüm.

"Değildim." Başımı iki yana salladım. "Sabah erkenden çıkıp kulübe gittim. Antrenman yapmaya..."

"Neden?" diye sordu boş bakışlar eşliğinde. "Terminatör mü olmaya çalışıyorsun?"

"Kısmen."

"Niye?"

"İntikam alabilmek için."

"Kimden?"

"Canımı yakan herkesten."

"Niye?"

"Çünkü canımı yaktılar."

"Kim?"

"Herkes."

Eymen'le aramızda geçen bu seri ve saçma konuşmanın ardından gülüşerek konuyu geçiştirdik.

"Ben nasılım ama?" derken kollarını iki yana kaldırıp kol kaslarını sıkarak poz verdiğinde kıkırdadım.

"Çok daha iyi." Eymen de iki hafta önce benim yüzümden gaza gelip vücudunu geliştirmek istediğini söylemişti. Bu yüzden de istikrarlı bir şekilde olmasa da ara sıra spor yaparken bulabiliyorduk onu.

"Alev ateş bir şey olacağım bak görürsün," diyerek kollarını indirdi. "Ayrıca birinden intikam almak istiyorsan daha kargalar bokunu yemeden uyanıp antrenman yapmaya gitmek yerine isim ver, biz halledelim."

"Kendimi geliştirmek için gidiyorum," diye düzelttiğimde anladığını belirtmek için ağır ağır başını salladı.

"Saruhan da çıktı," deyiverdi ellerini beline koyarken. "En son ben uyandığımda evden çıkıyordu. Nereye gittiğini bile soramadım, hışımla ayrıldı evden."

"Biliyorum," diyerek başımı salladım. "Benim yanıma geldi." Göz devirmeden edemedim. "Ondan izinsiz evden çıktığım için esti gürledi."

"Şaşırmadım," diyerek omuz silktikten sonra bir kez daha elinin tersiyle alnını silerek sırıttı. "Kendisinden habersiz kuş uçmasına bile tahammülü yok."

"Baş belası," diye homurdandığımda Eymen'in duymasını istemesem de hala sinirli olduğum için gereğinden fazla sesli konuşmuştum.

"Öyledir." Beklemediğim tepkisi karşısında tüm sinirime rağmen güldüm.

Saruhan ve İpek'e kıyasla Eymen bir şeyleri anlatmak konusunda daha hevesli olduğu için Uygar meselesini ona sormak ve bilgi almak istemiştim. Tam kulüpte olanları anlatacakken de bunun yanlış olacağı düşüncesi beni durdurmayı başardı ve büyükçe yutkunarak önüme dönmek dışında bir şey yapmadım.

"Odama çıksam iyi olacak," derken omuz silktim. "Terim kurumadan duş almalıyım."

"Benim de sporum bitti sayılır." Aynı şekilde omuz silkerek verandanın merdiven tarafında duran sandalyeye astığı havlusunu eline alıp çıplak omzunun üzerine attı. "Hatta vakit kaybetmeden duşa girsem iyi olacak."

"Peki."

Dudaklarımı birbirine bastırarak silik bir tebessümle Eymen'e baktıktan sonra eve girmek üzere arkamı döndüm.

"Bir dakika!" Sadece birkaç adım atmışken Eymen seslendiğinde olduğum yerde durdum. Yüzüne bakmak dışında bir şey yapmadan beklediğim için Eymen konuşmaya devam etti. "Madem Saruhan senin yanına geldi. O zaman niye yalnızsın sen?"

"Gelince Saruhan'a sorarsın," diyerek geçiştirdim. Niyetim onu terslemek değildi. Uygar hakkında herhangi bir şey söylemek istemediğim için geçiştirmeye çalışmıştım sadece. Uygar'la benden çok daha önce tanışıyorlardı ve kimseye kimse hakkında olay taşımaya niyetim yoktu.

"Kavga mı ettiniz yine?"

"Her zamanki gibi," dedim yüzümü buruşturarak. "Beni sinirlendirmeden geçen bir günü olur diye ödü kopuyor sanki!"

Söylenerek eve girerken Eymen de peşimden geldi.

"Bu sefer ki konunuz ne, anlat bakalım?" Gerekli gereksiz Saruhan'la sürekli tartışıp birbirimize giriyor oluşumuz bir tek Eymen'i eğlendiriyordu.

Merdivenlerin başında durup bir anlığına öfkemi sakinleştirmek için derin bir nefes aldıktan sonra anlatmaya başladım.

"Neymiş efendim, sabahın köründe uyanıp tek başıma nasıl kulübe gidermişim." Sabah sabah tartıştığımız konuyu dile getirince daha çok sinirlendim çünkü dünyanın en saçma konusu olabilirdi.

"Tam Saruhan'lık bir tartışma konusu yalnız," dediğinde gülmemek için kendini sıktığı belliydi.

Kaşlarımı çatarak "Kontrol manyağı, ruh hastası!" diye homurdandım.

"Kontrol manyağı demeyelim de..." Eymen doğrudan korumaya geçtiğinde sıkıntılı bir şekilde oflayarak lafını kestim.

"Ona ne desem az kalır!" diye çıkıştım. "Dua etsin arabayla ezip geçmedim onu."

"Sakın!" Korkuyla iç çekerken kocaman açtığı gözleriyle ne kadar ciddi olduğumu anlamak için yüzümü inceledi.

"Merak etme. Arabam kadar değeri olmadığı için ona çarparak bu kötülüğü arabama yapamam."

"Yapma zaten. Öyle arabaya kıyılır mı?"

"Saruhan'a kıyılır," diye düzelttim. "Beni zincirlere vuracakmış da odalara hapsedecekmiş de... Kalpsiz domuz."

Yine kendime engel olamayarak aklımdan geçirmekle yetinmeyip dile getirdiğim her şeyi Eymen duyup kahkahayı patlatmıştı.

"Ne?" dedi gülüşlerinin arasından. "Seni odaya mı zincirleyecekmiş?"

"Evet."

Epey süre gülmeye devam ettikten sonra "Yapar," dedi gülmekten çatallanan sesiyle. "Kesinlikle yapar. Sakın bu konuda onunla zıtlaştığını söyleme."

"Biraz," dedim dudağımın kenarını dişlerimin arasına alarak. "Yani çok değil."

"Başka bir şey dedi mi?" diye sordu merakla.

"Zaman kaybetmemek için seni arayıp zincirleri hazırlamanı söyleyecekmiş," derken büyükçe yutkundum çünkü söylediği şeyleri gerçekleştirme konusunda şakası olmayan bir adamdan bahsediyorduk.

"Aramadı," dedi hemen.

"Yani?" diye sorduktan sonra kendi sorumu yanıtladım. "Demek ki yapmayacak."

"Umarım," diye mırıldandığında derin bir nefesle içimdeki sıkıntıdan kurtulmaya çalıştım.

Onlardan biri olduğum içini çoğu zaman seviniyordum fakat böyle zamanlarda, özellikle Saruhan'la tartıştığımız her an neden böyle bir hayatı seçtiğime dair kendimi sorguluyor ve aptal olduğumu düşünüyordum. İlk günlerde Saruhan'ın dediği gibi babamın yanına dönüp zengin ve lüks hayatımın tadını çıkarmak varken bir hırsız çetesine katılmayı seçmek tam da bana yakışırdı. Delilik...

Eymen zincir konusunda hala endişelendiğini belli etmek için alt dudağını dişlerken üst kattan gelen sesle ikimizin de bakışları o tarafa döndü.

"İpek uyandı," dedi sırıtarak.

"En azından birimiz dinlenebiliyor," diyerek omuz silktim. "Bu ekibin sağlıklı, aklı başında insanlara ihtiyacı var."

"Ayıp," derken son sözlerimi kınadığını belli eden bakışlarını yüzüme dikti.

"Kimden bahsettiğimi gayet iyi biliyorsun." Sevecen bir tebessümle omzuna dokunduğumda benimle birlikte gülümsedi.

Dışarıdan gelen tanıdık araba sesiyle birlikte elimi çektikten sonra bu kez Eymen'le birlikte kapıdan tarafa baktık.

"Geldi," diye mırıldandı sanki bu söylediğini birinin duymasından korkuyormuş gibi.

"Geldi." Göz devirerek yinelediğimde hala kapıdan tarafa bakıyorduk.

Arabanın kapısı öyle bir çarptı ki Saruhan'ın sinirli olduğunu daha o eve girmeden anlamış olduk. Sinirli olma sebebinin Uygar olduğunu bildiğim için bu gürültüyü sakinlikle karşılasam da Eymen'in meraklı bakışları sorularına cevap arar gibi yüzümde dolaştı.

"Ne oluyor?"

"Bilmiyorum," dedim.

Bir dakika bile geçmeden kendi anahtarıyla kapıyı açıp eve girdiğinde kapının girişinde durdu ve gözleri sırasıyla Eymen ve beni süzdü.

"Günaydın," dedi Eymen. Bense göz devirerek bakışlarımı Saruhan'dan çektim.

Dış kapıyı kapatıp yanımıza gelirken burnundan soluduğu için zıtlaşmanın pek de sağlıklı olmayacağı düşüncesiyle ifademi düzeltip konuşacağı anı bekledim.

"Saruhan?" Yanımda Eymen olduğu için şanslıydım çünkü biraz sonra merak ettiğim her şeyi onun soracağına ve cevap alana kadar direteceğine emindim. "Abi, iyi misin? Bu ne hal?"

Öfkeyle parlayan gözlerini üzerime dikmesinin sebebini anlayamasam da bakışlarına karşılık vermekten kendimi alamadım. Bu halde olma sebebinin benimle bir ilgisi olduğunu sanmıyordum çünkü bildiğim kadarıyla kulüpten ayrıldığımızdan beri onu sinirlendirecek hiçbir şey yapmamıştım. Ona hakaret etmek, karşı çıkmak ve arabanın farlarıyla sinirlerini bozup kışkırtmak dışında tabii...

Biraz sonra daha fazla karşımızda dikilmek yerine salona yöneldiğinde Eymen'le birbirimize baktık.

"Gidelim," diye fısıldadığında peşine takılıp bir adım arkasından salona girdim.

"Neler oluyor?" Eymen sorusunu yinelerken kendini tekli koltuğa bırakıp omzundaki havluyu kucağına aldı. Diğer tekli koltuğa da ben oturdum usulca.

"Uygar yine dövüşmeye başlamış," dedi pencerenin önünde dururken. Arkası bize dönüktü ve sesi boğuk çıkmıştı.

"Nasıl?" Eymen'in de yüzündeki ifade ciddileşirken kaşları çatılsa da onların aksine hala neler döndüğünü anlayamadım. Uygar'ın bir nevi işi buydu zaten, neden bu kadar tepki gösteriyorlardı?

"Bu kötü bir şey mi?" diye sordum bilmediğim için.

"Para karşılığında yapıyor bunu. Yıllar önce bu yüzden maç çıkışı bıçaklanmıştı," diye açıkladı Eymen hızlıca. Bıçaklanma dediği an yüzümü buruşturdum. En son yaşadıklarım en ufak hücrelerime kadar sinmişti ve o berbat geceyi hatırladığım her an ruhumun kenarlarında oluşan uçurumlardan aşağı düşüp enkazıma doğru yuvarlanıyordum.

"Asıl sorun bu değil," diye devam etti Saruhan.

"Neler oluyor?" Salonun girişinde duran İpek'in sorusuyla tüm dikkatler bir anlığına onun üzerine dönse de Eymen hızlıca bana söylediklerini ona da aktardıktan hemen sonra yeniden Saruhan'a döndük.

"Sultan'ın oğlu dönmüş..." Geçmişinin gölgesi sesinin üzerine düşmüştü. "Devran."

"Ne?"

İpek'in çığlığıyla sessizlik bir bıçak gibi kesildiğinde korkuyla iç çekerek arkamı döndüm. Yüzündeki ifadeyi tarif edecek herhangi bir kelime yoktu ve kireç gibi bembeyaz olmuştu. Korkmuş muydu yoksa yaşanmışlıklar onunda mı ifadesini perdelemişti, emin değildim.

"Uygar maç için Barlas'ın mekanına gittiğinde görmüş. Kalabalığın arasında gerçek olup olmadığından emin olamamış ilk başta fakat çıkışta Devran'ın motorunu görmüş."

Barlas ismi tanıdık gelse de takılacağım bir nokta değildi ve Saruhan'ın anlattıklarını kaçırmak istemediğim için kafamı kurcalamaya niyetim yoktu.

Ben anlatılanlardan hiçbir şey anlamıyorken diğerlerinin nutku tutulmuştu. Kimdi bu Devran?

"Sahiden dönmüş mü?" İpek'i ilk kez bu halde görüyordum. Kekeliyordu ve sesi titriyordu.

Cevap vermeden önce Saruhan bize dönüp birkaç adımla yanımıza ulaştığında sırayla üçümüzün yüzüne baktı ve hemen sonra İpek'in yanına gitti.

Yanında olduğunu söyler gibi omuzlarından tutarken ben hala şaşkınlık içinde olanları idrak etmeye çalışıyordum.

"Merak etme," derken adeta fısıldadı fakat buna rağmen bir fısıltısıyla bile karşısındakine güven verecek kadar güçlü duruşu vardı. "Sultan'la birlikte onu da cehenneme postalayacağız."

İpek titriyordu.

Saruhan böyle zamanlarda başkaydı, çok başka. Sesi, dokunuşu, bakışı, duruşu... Bizimle ilgili herhangi bir mesele olduğunda tekinsizliğinin boyutu yoktu ve ölümcüldü. Onun hakkında emin olduğum tek şey buydu. Eğer onun değer verdiği birine zarar gelirse karşısına çıkan kim varsa onu yok etmekten çekinmezdi ve ben olmasam da İpek ve Eymen, Saruhan'ın dünyasıydı.

*

Bölüm sonu.

Yeniden selaamm! Umarım bölümü çok sevmişsinizdir. Yeni sezonun ilk bölümü olarak beni fazlasıyla heyecanlandırdı. Bundan sonra başımıza geleceklerin şerrinden şimdiden Allah hepimizi korusun ajsjfkfkglhl

Bilmeyenler için öncelikle şunu söylemek isterim. EĞER PEŞİNDEN GELİRSEM kitap oluyor!

Çok çok yakında, hatta bir aksilik olmazsa önümüzdeki ay raflardaki yerini alacak. Hatta bugün kapağın ilk taslağı geldi ve güzelliğinden kalbim duracaktı!!!!! Kavuşacağımız anı iple çekiyorum.

Şimdi gelelim wattpaddeki akıbetine. Eğer Peşinden Gelirsem'in yeni sezonu aynı zamanda ikinci kitabın da başlangıcı olacak. Yani evet bu zamana kadar koca bir kitap uzunluğunda EPG okuduk. Bundan sonra da uzunca bir yol bizi bekliyor.

Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar. Tam tarih vermiyorum ama bundan sonra her fırsatta bölüm gelmeye devam edecek. Diğer yandan yakında minik bir sürprizim olabilir. Mesela burada EPG'nin yanında yepyeni bir kurgu... Anlayacağınız bomba gibi döndük🥲😭😭😭

Heyecanla yorumlarınızı okuyor olacağım. Yanımda olduğunuz için teşekkür ederim. İyi ki varsınız, iyi ki benimlesiniz. Bu sizinle çıktığım kaçıncı yolculuğum bilmiyorum ama hepsi birbirinden değerli ve özel. Sizi çok seviyorum, gerçekten❤️

Yeni bölümde, yeni hikayede görüşmek üzere...

Bölümü okuduktan sonra twitterda #eğerpeşindengelirsem ve #ewregul tagleriyle paylaştığınız her şeye bakacağım❤️

Sizi çoooookkk seven eg, kaçar <3

instagram: _emregul
twitter: ewregul

Continue Reading

You'll Also Like

1.2K 336 21
Kendimce yazdığım, naçizane şiirler. Okumanız dileğiyle. Kendinize iyi bakın.
654 80 10
''Her ruh bir benzeriyle doğar ve diğeri tarafından bulunmayı bekler.''
1.2M 20.3K 31
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
2.9M 106K 70
Umut'un hayatında her şey yolunda giderken, yaşadığı bir kaza sonrasında her şey değişir. İç dünyasında kendiyle hesaplaşmaya çalışırken hiç beklemed...