Görevimiz Mutluluk 2

By hnde_cevk

31.9K 2.2K 165

Görevimiz Mutluluk devam kitabıdır. Tüm yaşanılanlardan sonra Bade, toparlanıp yeniden hayata tutunmak için ç... More

2- Sağ Olmak
3- Kapanmayan Yara
4- Geri Dönüş
5- Üç saniye
6- İmkansızlıklar Denklemi
7- Güneş Gibi
8. Emanet
9- Tuhaf His
10- En Önemli Adım
11- Yadigar
12- Miş Gibi
13- Yer Edinmek
14- Sürpriz Çiçek
15- Umut
16- Şaşkınlık
17- Sadece
18- Stefano
19- Beyaz Bayrak
20- Kaçak
21- Yüzleşme
22- Tuzak
23- Kader Sayfası
24- Umut
25- Takip
26- Uyanış
27- Teşekkür
28- Cevap
29- Durmak
30- Karalamak
31- Dünya Küçük
32- Nokta
33- Mutluluğun Bedeli
34- Evliliğin Zamanı
35- Mucize
36- Feryat
37- Çıkmaz Yol
38- Sessizlik
39- Vazgeçiş
40- Tehdit
41- Teklif
42- Sürpriz
43- Güneşi Olmayan Kadın
44- Son
Teşekkür

1- Yabancı

2.3K 91 9
By hnde_cevk

"Grazie." Barmenin elinden aldığım muzlu milkshake içeceğini şahane italyanca aksanımla hüplettim. "Fantastico." Ağzım kulaklarıma varıyordu.

Hayranlığımı ilk günkü gibi belli edebilmem bence benim hayata ne denli pozitif bakabildiğimi gösterir demeyi çok isterdim; ama ah şu psikiyatrik ilaçlar... Bir ruhum olduğunu ve acı çekmeyi istediğimi hiçe sayarak benliğime mutluluk enjekte edip beni bir barmene bile sevgiyle bakmama zorluyorlardı. Tıpkı şey gibi... Şey... Şey işte... Deli...

Barmen bana rağmen kafa sallayıp güldü.

Bu ayki yeni uğraşım farklı bir eğlence yeri keşfetmekti. İçine girmeyince bilmiyor insan, meğer ne çok varmış bu tip yerlerden; ama en sevdiğim yer burası. Çünkü İtalyancayı seviyorum. Yani... Konuşamasam da.

Her neyse. Önemli olan günü güzel bitirmek. Belki bu akşam farklı olur ve o kabus dolu günleri anımsamadan bir geceyi daha bitirebilirim.

"O milkshake mi?"

Gülerek dans eden insanları seyrederken yanımdaki adamın sorusuyla somurttum. Yüzü Atilla'yı anımsatmıştı, konuşmaları Cesur'u, giyimi ise saf egoyu ve yalnızlığı. Yoksa kim bu kadar manyak derecede güzel kızlar içinde en problemli, bakışları ve hareketleri en anormal, bir gece kulübünde eşofman giyen bir kadına laf atardı ki...

Bakışlarımı tekrar dans edenlere geri çevirdim. Belki cevap vermezsem soru sormayı bırakır diye düşünüyordum.

"O milkshake mi?"
Bu defa daha yüksek bir sesle söyledi. Yanımdakiler bile tuhaf bir şekilde bana bakmıştı.

"Hayır." Şaşırmış gibi yüzüne baktım. "İçindeki özel bir içki karışımı. Hem etrafına bir bak burada öyle bir içecek satılamaz. Ortama aykırı bir kere."

"Tabii, sen de öyle."
Üzerime göz gezdirdi. Ona cevap vermeden sırtımı döndüm. Milkshake'ten büyük bir yudum daha alıp ağzımda beklettim ve sonra yuttum.

Milkshake meselesinin sebebi basitti. Unutmak istediğim şeyler vardı ve ben zihnimi içkiyle dondurup sonra yeniden acıyla karşılaşınca tekrar dondurma yolunda giden ona bağımlı tiplerden değildim. Gerçi fena olmazdı ama şimdilik milkshake de işimi görüyordu. Bir alkolik olmamak için milkkolik olmak daha iyi bir tercihti sanırım. Tamam, kabul, espri berbattı. Ben de iyi sayılmam zaten.

Kendimi bulmam adına gittiğim terapistim bu tarz yerlerde illa içki içmemin gerekli olmadığını söylemişti. O yüzden buradaydım. O yüzden anlamını bile bilmediğim italyanca şarkıları ezberleyip canlı grupla birlikte şarkı söylemekten zevk alıyordum. Bu her ne kadar kendimi bulma sürecinden sapmış bir yol olsa da sakinleşmem için yeterli oluyordu.

Ondan iki adım uzaklaşıp etrafta gülen ve dans eden insanları izlemeye devam ettim.

"Kaç yıldır İtalyanca konuşuyorsunuz?"

Ancak egosu olan biri konuşmak istemeyen birini konuşturmaya zorlardı.

"Bilmem. Saymadım." Omuz silktim. Canlı performans için mola verip şimdi yeniden başlayacak olan italyan grubun öndeki izleyici kitlesine elimdeki milkshake içeceğiyle dans ederek daha çok yaklaştım.

Müzik başladı. Şarkılar eşliğinde içeciğimi yudumlarken gözlerimi kapatıp kendimi, tüm benliğimi şarkıya adadım.

Başlangıçta her şey güzel gidiyordu. Müzik sesi, dans, huzur... Sonra aniden müzik sesleri içinde silah sesi yankılandı. Bu aylar sonra ilk kez oluyordu. Sıçradım. Sesler boğuklaştı, müzik sesi uzaktan geliyordu artık. Kendi nefesimi daha net duyabiliyordum.

Yerde gözleri açık, kanlar içinde yatan Tolga, duvarda Atilla'nın o mahzun gülüşü, Cesur'un teskin eden elleri ve ben... Sanki üzerinden üç yıl değil de bir saat bile geçmemişti.

Koş, koş, koş... Bacaklarımda derman kalmamıştı o gün. Bir anda üç yıl önceki anılarıma geri dönmek de nereden çıkmıştı şimdi. Atlatmıştım. Üç aydır hiçbir şey görmüyordum. Korku dolu kabuslarımın bittiğini zannediyordum.

Sesler boğuklaştı. Tıpkı ameliyat sırasında anestezik madde kullanmışım gibi. Yoksa içeceğime bir şey mi... Hayır, bu mümkün değil. O barmeni tanıyorum. Her akşam çaktırmadan getirdiğim milkshake içeceğimi sanki oradaymış gibi bana uzatmaktan keyif alıyordu. Beni tanıyordu.

"Senin çocuğunu ben öldürdüm. Senin yüzünden de ben kızımı ve torunumu kaybettim çünkü."
Şükran Hanım'ın mahkeme öncesi benimle
konuşma anına da geri dönmüş olmamam gerekiyordu. Köpeğe benzeyen suratı ve konuşurken etrafa saçılan tükrükleri midemi bulandırıyordu.

"Senin kızını, torununu ben öldürmedim! Eğer kızınla birazcık ilgin olsaydı onun intihar edeceğini önceden bilirdin! Onların sorumlusu ben veya Atilla değil! Sensin! Bu yüzden bu kadar gözün dönmüş senin!"

Atilla'nın verdiği bellek, tüm kanıtları gözler önüne sermişti. En azından onun ismini aklamıştım. Şimdi yattığı yerde huzurla beni bekleyebilirdi.

"Anne kes artık! Hatalısın! Yanlış yaptın! Bedeli neyse sessizce ödemen gerekiyor!"

Cesur'un savunmasıyla omurgama şiddetli bir tekme yemiş gibi başım dönmüştü.

Aniden ortam değişti zihnimde. Şimdi mahkeme salonundaydık. Mahkeme salonu, hakim, savcı, avukatlar... Hepsini çift görüyordum, avukatın ağzını ise kocaman.

"Azmettirme ağır bir suçtur. Ama müvekkilimin o anki yaşadıkları da yeterince ağır bir durumdur. Bu durum göz önünde bulundurularak ceza indirimi yapılmasını talep ediyorum."

Bla... Bla... Bla... Boş sözler, boş savunmalar...

"Ceza indirimi kabul edildi."
Hayretle hakime bakakalmıştım. Hakimin tokmağının sesinin beynimde hala yankılanıyor olması kesinlikle normal değil.

Yeniden devam eden duruşmalarca sadece suyla yaşadığımı söylemek yanlış olmaz. Sıfır bedene yaklaşmış gibiyim.

"Hapis cezasının tazminata dönüştürülmesini talep ediyorum."
Şükran Hanım'ın bıyık altı gülüşü, Cesur'un yüzüme attığı acınası bakışlar... Üzgün olmasından bile nefret ediyordum.

"Tazminat talebi kabul edildi." Hakimin ikinci tokmak sesi başımı döndürdü. Bunu ne zaman kabul ettim ki.

Melina, Birce, Dolunay... Şimdi hatırlıyorum. Onların bu olaydan olabildiğince en az etkilenmelerini istediğim için olan zaten oldu deyip o kadının serbest kalmasına izin vermiştim. Aptal kafam!

"Gidemezsin!"

Şimdi Cesur'un evindeydik. Hazırladığım bavulu tutuyordu. Kızlar Kiraz teyzeye sarılmış ağlıyorlardı. Dolunay'ın bana gelmek isteyip de onu alamayışım hala vicdanımı rahatsız ediyor. Ona bu terkedilmişlik hissini yaşattığım için kendimden nefret ediyorum.

Ama bu defa öyle kararlıydım ki feriştahı gelse bir an bile tutamazdı beni o evde.

"Sana sormuyorum. Tercihlerin beni ilgilendirmiyor. Seni istemiyorum!"

Kızlara bakmamaya çalıştım. Bilerek çocukların görmesini istiyordu zaten. Dayanamayım diye, ayrılmayayım diye. Onlara verdiği zarar umurunda bile değildi. Keşke biraz mantıklı düşünebilseydi...

"İstediğin kadar bunu söyleyebilirsin! Bir gün beni isteyeceksin!"

"Senden nefret ediyorum!"

"Seni çok seviyorum!"

"Sevme beni! Git kandırabileceğin başka bir kadın bul! Ha ama yok! Kimse benim kadar aptal değildir çünkü. Kimse etrafındakilere bu kadar ahmakça bağlanmaz!"

"Sana bunu söylemeyi denedim! İstemeyen sendin!"

"Ben benimle ilgili değil, seninle ilgili şeyleri duymak istemedim!"

"Eğer benimle ilgili şeylerle birazcık ilgilenseydin Atilla'yı benden saklamak yerine benimle paylaşırdın zaten. Bebeğimiz de ölmemiş olurdu!"

"Ha hah. Gerçekten mi? O gün tüm önlemleri aldığını söylemiştin! Tolga sırf bu yüzden oradaydı! Üstelik beni Atilla vurmadı, Atilla o gün ölmek için yanıma geldi. Sana, ailene, her şeye rağmen..."

"Evet ve artık öldü! O öldü! Bunu ne kadar çabuk kabul edersen o kadar iyi!"

"Etmiyorum! Bunu kabul etmiyorum!"

"Etmek zorundasın! Çünkü dibinden asla ayrılmayacağım!"

"Kes artık! Seninle olmaktansa ölürüm daha iyi!"

"Ne!" Hayal kırıklığıyla gözlerime baktı. Ağlamamak için zor tutuyordu kendini. "Sen ne dediğinin farkında mısın?"

"Bırak artık beni! Git düzgün bir hayat yaşa kızlarınla! Onların sana ihtiyacı var."

"Hayır! Onların da benim de sana ihtiyacımız var!"

Cesur'un son cümlesi zihnimde yankılanırken belimde bir el hissettim. Ağır ağır gözlerimi araladım. Atilla'yı görünce gülümsedim. Tıpkı gerçek gibi, hiç ölmemiş gibi yanımda duruyordu.

"Atilla, seni çok özledim." Gözlerim buğulandı.
"Ölmediğini biliyordum. Geleceğini biliyordum."

Ona sımsıkı sarıldım. Sesler eski haline geri döndü. Müzik durmuş, insanların acıyan ve şaşırmış bakışlarıyla fısıldaşmaları arasında gözlerim netliğini geri kazanmıştı. Sarıldığım adamla göz göze geldim.

Az önceki yabancı olduğunu görünce toparlanıp ayağa kalktım. O sırada elimdeki milkshake yere dökülüp yuvarlandı ve onun ayaklarının önünde durdu. Sessizce yere eğilip karton bardağı aldı ve içinden bir yudum içti.

"Tahmin ettiğim gibi. Bu milkshake."

Gülerek bana baktı herkes.
"Milkshake mi? Şaka mı bu kadın?"
"Şu tipe bak, eşofmanla gelmiş."
"Zavallı, deli olmalı."
"Deli olduğu için buraya gelebilmesi haksızlık."
"Girişe deliler alınmaz diye yazı astırmak lazım. Onun yüzünden tüm eğlencemiz mahvoldu."
Tanımadığım İtalyanlar bile en az kendi ırkım kadar acıyla ve korkuyla süzüyordu beni.

Bir karınca kadar küçüldüğümü hissettim. Sanırım Alice Harikalar Diyarı'ndaki kitaptaki yazar da bunu betimlerken Alice böyle hissetmiş olmalıydı.

Masal diyarının gerçek hayattaki Alice'i işte tam karşınızda. Kim bilebilirdi ki o neşeli, etrafına ışık saçan, başarılı bir öğrenci, çalışkan bir fizyoterapistin böyle bahtsız bir bedeviye dönüşebileceğini.

Güvenlik yanıma gelirken koşar adımlarla oradan uzaklaştım. Dışarıya çıkınca rahatlarım sanıyordum ama dışarıdaki sesler beynimi daha çok tırmalıyordu. Arabaların önüne atlayıp kornaya basmamaları için yalvaracaktım neredeyse. Çöp kamyonları çöp tenekelerini sessiz almaları için bir sistem geliştirmelilerdi artık. Çocuklar daha az ağlamalı, insanlar birbirleriyle gülüşürken daha sessiz kahkaha atmalıydı.

Büyük gece kulübünün aynalı kapısında kendime baktım. Bu defa herkesin bakışlarındaki o Bade delisini ben de görmüştüm. Uyumsuz, zavallı ve çaresiz bir ben. Bu durumda yapabileceğim en iyi şey sakinleşmek için daha gürültülü bir yere gitmekti. Fakat beynimdeki bu kaosun içinde bu hiç mümkün görünmüyordu. Ayaklarım zemine yapışmıştı sanki.

O anda aklma gelen fikirle yüzümde güller açtı. Kulaklık... Evet, evet bir kulaklıkla Vivaldi'nin dört mevsimi ya da hayır, hayır, Joseph Haydn'ın 92. Senfonisi, belki de Franz Schubert'in Kış Yolculuğu'nu dinlemeliydim.

Üzerimi yokladım. Çantamı içeride unuttuğumu fark edince daha çok panik yaptım. Uğultular, geçmişteki konuşmalar, gülücükler, Atilla'nın yüzü, kan, korna, Tolga, çöp kamyonu, koşma sesi, insan nefesi...

Nabzım hızlandı. Kesik kesik nefes alıp veriyordum. Sanki karanlık bir kuyunun içinde mahsur kalmıştım ve sesim çıkmıyordu; ama ben yine de fark edilmeyi bekliyordum.

"Bayan! Bayan! Çantanız!" diye bağırdı bir adam arkamdan. Ona doğru döndüm hızla. Yine aynı yabancı. Çantayı bana uzattı. Benden ne istediğini düşünmek yerine madde bağımlıları gibi çantamın içini yere hızla boşalttım. İlacımı bulmuş gibi sevinçle kaptım kulaklığı. Hızlıca telefonumdaki listeden bir müzik açtım. Şansıma klasik eserler yerine bilindik bir rap şarkısı çıktı. Olsun, bu da şu ana sıkışıp kalmaktan kurtarmaya yeterdi beni.

Sakinleş Bade... Nefes al, nefes ver... Sakinleş... Bitti. Her şey geçmişte kaldı. Atilla hayatta değil ama artık katil olarak anılmayacak. Tolga öldü, Cesur'u yıllardır görmedin. Güvendesin. Sakinleş... Sen güvendesin.

Sonunda nabzım normale döndü. Gözlerimi gülümseyerek açtım. Karşımdaki yabancı bir çift göz açıklama bekler gibi telaşla bana bakıyordu.

Continue Reading

You'll Also Like

58.9K 5.4K 37
Bazı kadınlar güzel gülerler azizim. Hatta öyle güzel gülerler ki gülüşüne kuş konmuş sanırsınız. Neşe o kadınlardan yalnızca bir tanesiydi. Mutlu o...
298K 16.3K 38
Caballero España 🌚🌝 Siz: Ben ağlamayayımda kim ağlasın. CRY MOMENT... Görüldü... +34-910-827***: ¿Quién eres? (Kimsiniz?) Siz: ¿? Siz: Derya biliyo...
208K 9.3K 38
Bade ve Gökalp... Ne aşkları yalan ne hikayeleri sıradan. Gökalp gök gözlü yiğit demekti. Gerçekten de yeşillerinde kaybolduğu Bade'nin gök gö...
5.1K 491 13
Delfin, kendi ayakları üzerinde durmak için verdiği çabalar sonunca hayallerindeki mesleğe kavuşmuştur. Musa Varlıklı'nın himayesi altında kendi aya...