FÜG

By klclygmr

2.5M 210K 142K

Bu kurgu tamamen bana aittir ve tüm hakları saklıdır. . . . . . . Kapak: pinterestten alıntıdır. More

TANITIM
1.BÖLÜM
2.BÖLÜM
3.BÖLÜM
4.BÖLÜM
5.BÖLÜM
6.BÖLÜM
7.BÖLÜM
8.BÖLÜM
9.BÖLÜM
10. BÖLÜM
11.BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18.BÖLÜM
19.BÖLÜM
20.BÖLÜM
21.BÖLÜM
22.BÖLÜM
23.BÖLÜM
24.BÖLÜM
25.BÖLÜM
26.BÖLÜM
27.BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30.BÖLÜM
31.BÖLÜM
32.BÖLÜM
33.BÖLÜM
34.BÖLÜM
35.BÖLÜM
36.BÖLÜM ~
37.BÖLÜM
38.BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41.BÖLÜM
42.BÖLÜM
43.BÖLÜM
44.BÖLÜM
45.BÖLÜM
46. BÖLÜM
47.BÖLÜM ~
48.BÖLÜM
49. BÖLÜM

12. BÖLÜM

43.6K 4.2K 2.3K
By klclygmr

Rüzgâr...

Koray'ın evinin teras katında birlikte içiyorduk. Fırsat buldukça bazı geceler ikimiz ya dışarıda buluşup kafa dağıtırdık, ya da evde bir araya gelir dertleşirdik. Ben genelde pek alkol kullanmazdım ama bugün ona eşlik ediyordum. Üniversite de öğrenciyken tanışmıştık onunla. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez, nereye gitsek beraber takılır ve birbirimizle vakit geçirmekten büyük keyif alırdık.

Ahu da bizimle aynı üniversite de okuyordu. Onunla da okulun ikinci senesi tanışmıştık. Okul da çekiciliği ve özgüveni ile bir çok kişinin ilgi odağıydı. Neredeyse okuldaki bütün erkekler onun peşindeydi ve ciddi anlamda bir popülaritesi vardı. Ahu'nun güzelliği bir tek diğer öğrencileri değil, Koray'ı da fazlasıyla etkisi altına almıştı. Ta o yıllarda kaptırmıştı kalbini Ahu'ya. Her gün! İstisnasız her gün Ahu'ya olan aşkını anlatırdı bana. Ben de sabırla onu dinler, teselli etmeye çalışırdım. Fazlasıyla takıntı haline getirmişti onu. Gördüğü her kadını Ahu'yla kıyaslar, "Benim sarı papatyam daha güzel," der dururdu. Koray sevdiği her şeye bir isim koyardı. Ama en çok da Ahu ismini koyardı. Kedisi, duvarındaki karakalem ceylan tablosu, Ahu'nun ona hediye ettiği ve yılardır değiştirmediği tarağı. Kısacası onun için değerli olan her şeyin adı Ahu'ydu.

Ancak Ahu'ya olan duygularının bir karşılığı yoktu. Reddedilme korkusuyla Ahu'ya olan aşkını bir türlü itiraf edemiyordu. Ne zaman ki cesaretini toplayıp Ahu'ya açılmaya karar verdi; işte o zaman yaşadı büyük yıkımı. "Rüzgâr'dan çok hoşlanıyorum," diye derdini anlatacak Koray'dan başkasını bulamamıştı sanki.

Ahu bana gelip bir kez olsun duygularından bahsetmedi ama vücut diliyle bunu sürekli haykırıyordu. Evet, bir çok erkeğin kayıtsız kalmayacağı bir güzelliği vardı ama benim ilgi alanıma girmiyordu. Arkadaşımın aşık olduğu kadına bakacak kadar haysiyetsiz biri değilim.

Ahu'yu kendimden uzaklaştırmak için denemediğin yol kalmamıştı. Sırf bu yüzden babamın çocukluk arkadaşı Haluk amcanın kızı İlay ile bile sevgili olmuştum. Evet bunun son derece yanlış bir şey olduğunu biliyorum, bu yüzden bu niyetimi İlay'a ilk başta söylemiştim. Ancak İlay bunun kendisi açısından sorun olmadığını, nasıl olsa zamanla onu seveceğimi söyleyip teklifimi kabul etmişti. İlay'ın uzun zamandır bana olan ilgisinin farkındaydım fakat onun hislerinin de bende bir karşılığı yoktu. Dış görüntüsüyle haddinden fazla ilgilenen kadınlar bana pek ilgi çekici gelmiyordu.

Bana göre bir kadına en çok yakışan şeylerden biri; doğallıktı. Doğal ve sade görünen, kendini kasmadan içinden geldiği gibi davranan kadınlar hep ilgimi çekmiştir. Şeker gibi!

Şeker'i bir kez olsun makyajlı ve abartılı kıyafetler içinde görmemiştim. Yeşil renkteki saçlarını saymazsak fazlasıyla doğal bir kadındı. Sahi, hangi akla hizmet saçlarını o renge boyatmıştı?

Bugün odama girdiğimde, onu masamın başında otururken görmüştüm. Kendimi göstermeden bir süre onu seyrettim. Yeşil bukleleri yüzüne dökülmüş, masamın başında merakla bir şeyler arıyordu. Bir an için onu kahve tonlarında dalgalı bir saçla hayâl ettim ve saçlarını değiştirse eşsiz bir güzelliğe sahip olacağını düşündüm. Biri ona saçlarını değiştirmesini söylesin!

Şeker'i bir süre seyrettikten sonra, "Bir şey mi arıyorsun?" deyip kendimi ona göstermiştim. Beni görmeyi beklemiyor olmalıydı ki sıçrayarak telaşla ayağa kalkmıştı. Ben ona doğru yaklaştıkça sanki telaşı daha da artıyor, elini kolunu nereye koyacağını şaşırıyordu. Gözleri etrafta gezinirken "Koku," deyiverdi.

İkili trapiler esnasında hastaları rahatlatmak için odaya sıktığım kokuyu kastediyor olmalıydı. Anlamamış gibi yapıp, "Hangi koku," diyerek ağır adımlarla ona doğru yürümeye başladım. Ben yaklaştıkça yanaklarının pembesi daha da belirgin hale geliyor, cümleleri toparlayamayıp cevap vermekte zorlanıyordu. Bir elini yukarı kaldırarak odanın içini gösterir gibi döndürdü. Elinin titrediğini görmek gülümsememe neden olmuştu. Resmen heyacandan tir tir titriyordu.

Bu fırsatı kaçırmadım ve onu biraz daha heyecanlandırmak isteyen yanım rahat durmadı. Şeker'in bu telaşlı hallerinden garip bir şekilde keyif alıyordum çünkü böyle anlarda çok sevimli görünüyordu. "Titriyorsun," diyerek aramızdaki son mesafeyi de kapattım. Yeşil gözlerinin bebekleri bile yerinde duramıyor, benim dışımda her yere bakıyordu. Başımı omzumun üzerine hafifçe eğip bana bakmasını sağladım ve, "Neden titriyorsun?" diye sordum.

Kim bilir içinden bana neler saydırıyordu?

Sorduğum soruyla elini hızlı bir şeklide indirip benden biraz uzaklaştı ve bir anda hiç beklemediğim, ama fazlasıyla canımı sıkan o cümle döküldü dudaklarından. "Beni sevgilinizle tanıştırır mısınız?"

Bunu söylerken yüzünde, küçük bir kız çocuğunun yaramazlık sonrası takındığı ifade vardı. Başta söylediği şeyi algılayamadım ama daha sonra ona Koray'ın bu bilgiyi verdiğini düşününce sinirlenmiştim. Şeker'e ne cevap vereceğimi düşünüyordum ki işte tam bu sırada kapı açıldı ve İlay içeri girdi.

Kahretsin ki zamanlaması fazlasıyla can sıkıcıydı.

İlay sanki odanın içinde benden başka kimse yokmuş gibi Şeker'i görmezden gelerek yanıma yaklaştı ve ellerini boynuma sarıp bir anda dudaklarımdan öptü. Çocukluğundan beri el bebek gül bebek büyütülen sevgilim, nerede nasıl davranması gerektiği konusunda çok umursamazdı. Kaşlarımı çatıp İlay'ın ellerini iki elimle boynumdan çektim ve, "Hastanedeyiz İlay," diyerek ondan uzaklaştım. Normal zamanlarda onu incitmemek için bu tür davranışlarına izin veriyordum ancak hastanede böyle bir temasa müsaade edemezdim. Daha sonra İlay'ın arkasında kalan Şeker'e doğru bir adım atmıştım ki Şeker'in oda da olmadığını farkettim. Ne ara gitmişti bu kız?

"Rüzgâr Selvinaz'ı uzatsana!"

Boş gözlerle beni daldığım düşüncelerden koparan adama baktım. "Ne Selvinaz'ı?"

Dirseğini masaya yasladı ve yüzünü buruşturarak önümde duran küllüğü işaret etti. "Selvinaz'ı işte!"

Koray için değersiz olan şeylerin de bir adı vardı. Selvinaz, Koray'ı aldatan eski sevgilisinin adıydı.

Gülümseyerek Selvinaz'ı elime alıp Koray'a doğru uzattım. "Al bakalım Selvinaz'ı!"

Yüzünü buruşturup elini uzattı ve Selvinaz'ı işaret parmağıyla baş parmağının arasına alıp önüne koydu. Sanki iğrenç bir şeye bakıyormuş gibi küllüğe bakarak, dudaklarının arasındaki sigaradan son bir nefes daha çekti ve biten sigarayı dudaklarından koparıp hırsla Selvinaz'a bastırdı. Zavallı Selvinaz!

Gülerek ona baktığımı görünce derin bir iç çekti. "Gülersin tabii, bütün kadınlar senin etrafında pervane," diyerek gözlerini devirdi ve önünde duran kadehi eline alıp bir dikişte bitirdi. Daha sonra yüzünü buruşturarak tekrar bana baktı. "Anlamıyorum Rüzgâr, senden ne eksiğim var benim?"

Ahu'nun ona değil de bana aşık olmasını hazmedemiyordu. Elbette hiç bir eksiği yoktu. Bir çok kadının ilgisini çekecek kadar yakışıklı ancak biraz garip biriydi Koray. Ya da en azından Ahu'nun ilgisini çekmiyordu. Oturduğu koltukta sırtını geriye doğru yasladı ve beni süzmeye başladı. "Ne buluyor sende anlamıyorum," deyince istemsizce bir kahkaha attım. Haklı, Koray bana nazaran çok daha katlanılabilir bir adamdı. "Sorun sende değil anlamıyor musun?" diyerek önümdeki tabakta duran leblebiden bir tane ağzıma attım. "Yeryüzündeki bütün kadınların ilgisini çekemezsin Koray." Sırf Ahu onu görmezden geliyor diye kusuru kendinde arıyordu. "Demekki Ahu'ya hitab etmiyorsun. Onu aklından çıkarıp etrafına baksan, belki birine yeniden aşık olacaksın," dedim.

"Öyle uzaktan konuşması kolay," derken biten kadehini dolduruyordu.

"Yapması da kolay. İnsanın isteyip de yapamayacağı şey yoktur dostum!" deyince başını kaldırıp alaycı bir şekilde gülümseyerek yüzüme baktı. "Sen neden yapmıyorsun o zaman?" diyerek elindeki şişeyi bıraktı ve kollarını masaya koyup bana biraz yaklaştı. "Neden İlay'a ondan ayrılmak istediğini söylemiyorsun? Sırf o şuan evde seni bekliyor diye eve gitmek için onun uyumasını bekliyorsun!"

Söyledikleriyle canımı sıkmayı başarmıştı ama çok haklıydı. İlay yurt dışı gezisini bitirip Türkiye'ye döndüğünden beri bende kalıyordu. Ona daha önce bir kaç kez ayrılmak istediğimi söylemiştim ama hiç bir şekilde umursamayıp sanki öyle bir şey söylememişim gibi davranmaya devam ediyordu. Üstelik buda yetmezmiş gibi evime yerleşmişti. "Ne yapmalıyım Koray? Onu evden kov mu diyorsun?"

"Başkasına aşık olduğunu söylemen yeterli," diyerek sırıttı.

Sıkıntılı bir şekilde iki elimle yüzümü sıvazladım ve, "Yalandan hiç hoşlanmadığımı biliyorsun," dedim. Birine aşık olmuş olsam İlay'la yaşayacak kadar aklımı yitirmedim.

Yalan benim kırmızı çizgimdi. Ne birine yalan söylemekten ne de bana yalan söylenmesinden hoşlanmıyordum. Zaten İlay'a da bu yüzden asıl niyetimi ilk başta söylemiştim. Genç bir kadını sanki ondan hoşlanıyormuşum gibi kandıramazdım. Tek amacım Ahu'yu kendimden soğutmaktı. Bir sevgilim olduğunu görürse benden umudu keser diye düşünmüştüm ama başaramadım. Ahu'yu kendimden soğutamadığım gibi İlay'ın da bana daha fazla kapılmasına neden oldum. Her geçen gün bana daha fazla bağlanıyor, "Sana her gün yeniden aşık oluyorum," diyordu.

Çıldırmanın eşiğindeyim ama bu hiç kimsenin umurunda bile değildi.

"Yalan değil ki!" deyince derin bir of çektim ve, "Ne diyorsun Koray?" diyerek başımı gecenin karanlığına çevirdim. Saat geç olmuştu ama benim hiç eve gidesim yoktu. "Duygularının farkında bile değilsin," deyince boş bakışlarımı tekrar ona çevirdim. "Tabii ki farkındayım!"

"Neyin farkındasın kardeşim?"

"İlay'a aşık olmadığımın," dedim kadehimden büyük bir yudum alarak.

Son söylediğim şey pek hoşuna gitmemiş gibi yanaklarını şişirerek sertçe nefesini bıraktı. "Şu arkandaki Ahu'yu versene."

"Hangisi?" diyerek başımı çevirip arkama döndüm. "Bak orada işte," derken işaret parmağıyla arkamda duran şeker tabağını gösterdi. Başımı iki yana sallayarak gülümsedim ve tabağı alıp ona uzattım.

Şeker tabağının da adının Ahu olduğunu öğrenmiş oldum.

Nazikçe eline aldığı tabağa sanki bir sanat eserine bakıyormuş gibi baktı bir süre. Daha sonra içinden bir tane naneli şeker çıkartıp bana uzattı. "Al şu şekeri ye de beynine kan gitsin," derken şeker kısmını özellikle vurgulayarak söylemişti. Elime aldığım şekere boş gözlerle bir süre baktıktan sonra gömleğimin cebine koydum. "Sonra yerim."

Koray, boğazından hırıltılı bir ses çıkararak ofladı. "Gerçekten farkında değilsin," derken sanki bir aptala bakıyormuş gibi şaşkınlıkla yüzüme bakıyordu
"Koray ne anlatmak istiyorsan açık konuş," dedim. Bir şeyler imâ ediyordu ama bu kafayla algılayacak durumda değildim. "Tamam açık konuşacağım..," diyordu ki cümlesini tamamlayamadan telefonu çaldı. Masa da duran telefonu eline aldıktan sonra başını kaldırıp bana baktı ve, "Güneş arıyor," diyerek telefonu açtı. "Efendim Güneş?"

Şeker'in arkadaşı Güneş neden Koray'ı arıyordu ki?

Meraklı gözlerle yüzünün şekli değişen Koray'a bakıyordum. Güneş her ne diyorsa sıkıntılı bir şekilde bir eliyle saçını sıvazladı ve, "Ne dedi?" diyerek aniden ayağa kalktı. Daha sonra bakışlarını bana doğru çevirdi ve telefonun diğer ucundaki kişiye, "Hemen çıkıyoruz," deyip telefonu kapattı. "Ne olmuş Koray?"

Ters giden bir şeyler vardı ve Güneş her ne söylediyse Koray telaşlı bir şekilde kapıya doğru yöneldi. "Hemen çıkmamız lazım."

Neler oluyordu hiç bir şey anlamadım ama Koray'a uyup bende peşine takıldım. Evden çıkarken, "Koray ne olduğunu söyleyecek misin?" diye sinirle sordum. Daha kaç kez sorduracak acaba?

"Senin ki evden kaçmış!"

"Hangisi?" diye heyecanlı bir şekilde sorduğum soruya karşılık başını çevirip imâlı bir şekilde sırıttı.

Siktir! 'Hangisi' diye sorduğuma inanamıyorum.

Alkol almak bana hiç iyi gelmiyordu!

"Şeker kardeşim, Şeker!" deyip arabanın kapısını açarken hâlâ sırıtıyordu.

Bu serseri bir gün elimde kalacak.

Ortada komik bir şey var da benim mi haberim yok?

Koray'la birlikte arabaya atlayıp yola koyulduk. Güneş Koray'a, Şeker'in son derece garip davranarak hastaneye gidiyorum deyip evden çıktığını, daha sonra çıkmadan önceki garip davranışlarından dolayı onu merak edip aradığında kendisini tanımadığını söylemişti.

Umarım hastaneye gitmiştir yoksa onu bulmamız uzun sürebilirdi. Daha kötüsü ise başka bir yere giderken ya da gittiğinde başına gelebilecek kötü şeylerdi. Zihnimi istila eden düşünceler gaza daha da yüklenmeme neden oluyordu. Hiç konuşmadan sadece önümdeki karanlık yola bakıyordum. Şeker'in daha önceki Füg haline geçişindeki yaşadıklarını ve başına gelen olayları düşünmeden edemiyordum.

"Kardeşim yavaş, kaza yapacağız şimdi," diyen Koray'a sıkıntılı bir şekilde bakıp tekrar önüme döndüm. Elimde değildi ki; zihnime hücum eden şeylerle yavaş gitmem mümkün değildi. Tam Koray'a dönüp, "Hastaneyi arasana," diyordum ki telefonum çaldı. Arka cebimde duran telefonu biraz zorlanarak da olsa alıp ekrana baktım. İlay arıyordu. Bu kadının zamanlamaları gerçekten canımı sıkmaya başlamıştı. Telefonun yan tuşuna basıp sesi kapattıktan sonra tekrar cebime koydum. Koray bana döndü ve, "Umarım hastaneye gitmiştir," derken bu kez de onun telefonu çaldı. Bana dönüp, "Sertaç arıyor," dedikten sonra telefonu açtı. "Söyle Sertaç?"

Hiç konuşmadan telefonda konuşan Sertaç'ı dinliyordu. Ara ara başımı çevirip Koray'a bakıp tekrar başımı önümde akıp giden yola çeviriyordum. "Ne?" deyince hızla başımı tekrar Koray'a çevirdim. "Ne diyor Koray?"

İşaret parmağını 'bekle' der gibi bana doğru çevirip Sertaç'ı dinlemeye devam ediyordu. "Hepsini mi?" derken yüzünün şekli değişmeye başlamıştı. "Rüzgâr yanımda zaten, geliyoruz," deyip telefonu kapattı.

Aklımda dolaşan bin bir türlü senaryoyu bir kenara bırakıp tekrar Koray'a döndüm. "Allah aşkına kötü bir şey söyleme Koray."

Şeker'in Füg haline girdiği zaman yapacaklarının bir sınırı yoktu. Hastalığıyla ilgili bu güne kadar edindiğim bilgilerden dolayı, duyacağım hiçbir şeye şaşırmamam gerektiğini biliyordum. Ancak bu durum onun için ve Füg halindeyken muhatap olduğu kişiler için endişe duymama engel değildi.

Koray oturduğu koltuktan bana doğru döndü ve sinirle gülmeye başladı. "Rüzgâr..," dedikten sonra gülüşü daha da büyüdü ve, "Seninki yine fena uçmuş kardeşim," dedi. Bu ne demekti şimdi?

"Ne yapmış Koray," diye sordum sinirle. Kız orada ne yaptığını bilmez bir halde kim bilir neler yaşıyor, ama bu serseri sinirlerimi bozarcasına gülüyordu.

"Tahmin et!"

"Yine odama mı yerleşmiş?"

"Hayır!"

"Biriyle kavga edip kaşını mı yarmış?" deyince yüksek volümlü bir kahkaha attı.

"Çok basit düşünüyorsun, Şeker gibi düşün!" derken daha önce Şeker'in kaşımı yardığını unutmuş gibiydi. "Koray, insanı çıldırtma da söyle ne yapmış?"

Başını çevirip oturduğu koltuğa sırtını iyice yasladı ve daha sonra camı açıp dışarıya bakmaya başladı. "Bütün hastaları almış..," derken hâlâ gülüyor, sanki bana işkence etmek ister gibi bir türlü tek seferde söylemiyordu.

"Evet?"

"Kendisiyle birlikte bütün hastaları terapi merkezine kilitlemiş, Olcay'ı bile!"

Duyduğum şeyle farkında olmadan aniden frene bastım ve büyük bir gürültüyle arabayı durdurdum. "Ne yapmış ne yapmış?"

Koray başını iki yana sallayarak gülmeye devam ediyordu. Eğer şu an direksiyon başında olmasaydım, yumruğumu Koray'ın suratına geçirmekte bir an bile tereddüt etmezdim.

Ben burada sinirden çıldırmak üzereyim, bu herif ortada komik bir şey varmış gibi gülüyordu!

İlk şoku atlattıktan sonra tekrar arabayı çalıştırdım. "Olcay'ı bile," diye tekrarlayınca zihnimde dolaşan senaryolara tahammül edemeyecek haldeydim.

Umarım Olcay'a, hastaneden çıkmadan önce verdiğim ilacın etkisi geçmemiştir.

Peki ya ilacın etkisi geçtiyse? Olcay'ın Şeker'e yapacağı şeyleri düşünmek sinir kat sayımı arttırıyor, vücudumu istila eden elektrik akımı beynime doğru hücum ediyordu.

Hastanenin önüne geldiğimizde hızlı bir şekilde arabadan indim ve anahtarı otopark görevlisine fırlattım. Evet vermedim direkt fırlattım çünkü görevliyle aramızda en az on metrelik bir mesafe vardı. Görevliye, "Sen park et!" diyerek koşar adımlarla hastaneye girdim. Asansörün en üst katta olduğunu görünce sinirle bir küfür savurdum ve adımlarımı merdivenlerin olduğu yöne çevirdim. Hızlı bir şekilde merdivenlerden inerken yine telefonum çalmaya başlamıştı. İlay arıyor olmalıydı bu yüzden telefonu elime alıp bakma gereğinde bile bulunmadım. Sabrımı sınıyor olmalı!

Koray'la birlikte terapi merkezinin olduğu kata indiğimizde kapının önündeki kalabalık beni şaşırtmamıştı. Bu gece hastanede nöbete kalan hemşireler, doktorlar ve bir kaç hastane görevlisi kapıda bekliyor, bazıları kapıyı açmak için çeşitli yollara başvuruyordu. İmalı bir ses tonuyla, "Sonunda gelebildiniz," diyen doktor Tuna'ya sert bir bakış attım. "Işınlanma yeteneğimiz yok Tuna!"

Kapının önündeki kalabalığı iki elimle sağa sola itip kapının tam önünde durdum. İçeriden gelen gürültülü sesleri daha iyi duyabilmek için ellerimi ve kulağımı kapıya yasladım ve bir süre sesleri dinledim. Olcay'ın, Atalay'ın, Leyla'nın kısacası gurup terepisine aldığım sekiz hastanın hepsinin ama en çok da Şeker'in sesini duyuyordum. İçeride her ne oluyorsa hastaların keyiflerinin yerinde olduğu seslerinden anlaşılıyordu. Tam kulağımı kapıdan çekecektim ki Olcay'ın, "Benim üzerime pamuk şeker atlasın," dediğini duydum. S*ktir! Bu ne demekti şimdi?

Olcay'ın söylediği şeyle iki elimi kapının üzerinden çekip başıma götürdüm ve hırsla saçlarımı yoldum. Koray yanıma yaklaştı ve, "Benim duyduğumu sende duydun mu," dedi kısık bir sesle. Hemen yanıbaşımda onun da kapıyı dinlediğini farketmemiştim. Koray'a cevap vermeden sinirle arkamda duran görevlilere dönüp, "Bu böyle olmaz, kapıyı yapan şirketi arayın," dedim. Şifreli sistemle açılıp kapanan kapıya bu deli kız her ne yaptıysa şifre bloke olmuştu ve kapı açılmıyordu. Çelikten yapılan kapıyı kırmak gibi bir şansımız da olmadığı için, kapıyı yapan şirket görevlilerinin gelip halletmesi gerekiyordu. Ukâlâ bir tavırla, "Aradık zaten geliyorlar," diyen Tuna'ya sadece başımı salladım.

Bir kaç dakika geçmişti ki kapıyı yapan şirket görevlileri geldi ve saniyeler içinde kapıyı açtılar. Tam önümde duran Tuna'yı yana doğru itip içeri girdim. Kapıdan içeri daha bir kaç adım atmıştım ki olduğum yerde kaskatı kesildim. Gördüğüm manzara karşısında damarlarımdaki kan akışı hızlanıyor, içimde patlamaya hazır bir bomba gibi bedenimi harlıyordu.

Olcay ve Şeker dışındaki bütün hastalar halka oluşturmuş, halkanın içindeki iki kişiye bakarak alkış tutuyorlardı. Evet bu iki kişiden biri Şeker, diğeri ise Olcaydı. Hani şu Şeker'in görmeye bile tahammül edemediği, ondan bahsederken sapık dediği Olcay!

Şeker'in üzerinde mini bir kırmızı elbise ve bir doktor önlüğü vardı. Olcay eğilmiş, Şeker de onun üzerine binmiş uzun eşek oynuyorlardı. Şeker'in üzerindeki elbise o kadar kısaydı ki, bulunduğu pozisyondan dolayı iyice yukarı doğru toplanmış, bacaklarının tamamı ortadaydı.

Tam Rüzgâr'ı delirtmelik bir görüntü!

Allahtan önlerinde kimse yoktu çünkü ön taraftan Şeker'in iç çamaşırının göründüğüne emindim.

Koray'la birlikte hızla yanlarına gittik. Koray benden önce davranarak sinirli bir şekilde, "Ne oluyor lan burada? İn kız aşağıya!" diyerek Şeker'i azarladı. Doğrusu Koray'dan böyle bir çıkış beklemiyordum. Yürü be koçum!

Buraya gelene kadar kahkahalarıyla sinirlerimi bozan adam gitmiş, yerine kız kardeşini kıskanan sert bir abi gelmişti sanki. Şeker kahkahalarının arasından başını çevirdi ve Koray'a baktı. Yavaş yavaş gülen yüzü soluyor, kaşları çatılıyordu. Bir süre baştan aşağı Koray'ı süzdükten sonra Olcay'a doğru hafifçe eğildi ve, "Aşkım kim bu pancar kafa?" diye sordu. Koray'dan bahsederken pancar kafa demesiyle bir anlığına dönüp Koray'a baktım. Koyu kızıl renkte olan saçlarını kastediyor olmalıydı.

Şeker'in altındaki Olcay başını hafifçe kaldırdı ve Koray'a bakarak sırıttı. Bulunduğu pozisyon onu biraz zorluyor olmalıydı çünkü; boynundan aşağıya doğru inen ejderha dövmesi bile kasılan damarlarını gizleyemiyordu. "Bu pancar kafayı tanımıyorum pamuğum!" Sabır yarabbim!

Aşkımlar, pamuğumlar hava da uçuşuyordu. Hangi ara aralarında böyle bir samimiyet oluştu anlamakta zorlanıyordum. Sinirle derin bir nefes aldım. Koray da giderek sinirlenmeye başlıyordu ve dişlerini sıkarak, "Kızım in diyorum sana," derken Şeker'i bileğinden çekti ama Şeker, "Bırak ya," diyerek elini savurup Koray'dan kurtardı. Olcay, sırtından aşağıya iki yanından sarkan Şeker'in çıplak bacaklarını kavrayarak başını biraz yukarı kaldırdıktan sonra, "Dokunma pamuğuma pancar kafa," diyerek Koray'a adeta hırladı.

Şeker aklı başındayken bu adamdan deli gibi korkuyordu ama şu anki manzara tamamen farklıydı. Gördüklerime daha fazla katlanamadım. Onlara doğru bir adım attım ve Şeker'in arkasına geçip iki elimi vücuduna sardım. "Sana in dedi duymadın mı," diyerek onu Olcay'ın sırtından çekerek yere indirdim. Bu kız beni çıldırtmak için yaratılmış!

Şeker çırpınarak kollarımdan kurtuldu ve kalçasına kadar toplanan eteğini indirmek için öne doğru biraz eğildi. Kahretsin! Bu sefer de eğilince ortaya çıkan göğüs dekoltesi, beynime giden damarların kan pompalama hızını arttırıyordu. Sinirle âni bir hamle yapıp üzerindeki beyaz önlüğü iki ucundan tuttum ve dişlerimin arasından, "Kapat şunu," diyerek dekoltesini kapattım. Ya sabır!

"O üzerindeki benim önlüğüm mü?"

Sinirlerimi kontrol etmeye çalışıyordum ki arkamdan gelen sese doğru döndüm. Ahu da gelmişti ve şu curcuna da takıldığı ilk şey Şeker'in üzerindeki önlüğü olmuştu. Sinirimi Ahu'dan çıkartmak istercesine ona biraz sesimi yüksettim. "Buna mı takıldın Ahu?"

Biz burada neyle uğraşıyoruz, hanım efendi önlüğünün derdindeydi. İşte tam bu sırada "Bağırma kıza!" diyen sese dönmüştüm ki Atalay, kaşları çatılmış bir şeklide üzerime doğru geldi ve büyük bir öfkeyle midemin tam ortasına yumruğunu geçirdi. Aldığım darbeyle arkaya doğru sendeledim, tam düşecektim ki arkamdan biri düşmeme engel oldu. "Sevgilim iyi misin?" Evet bu kişi Stockholm sendromlu hastam Ayça'ydı. Midemin üzerindeki ağrıyı umursamamaya çalıştım ve kendimi zorlayarak Ayça'ya tebessüm ettim. "Teşekkür ederim Ayça."

Öfkemi kontrol etmeye çalışıyordum. Eğer bana yumruk atan kişi bir hasta olmasaydı, bu yaptığının karşılığını benden fazlasıyla alırdı. Derin bir nefes aldım, daha sonra sesimin tonunu biraz yumuşattım ve, "Bağırmadım Atalay," dedikten sonra merkezin içindeki sağlık görevlilerine seslendim. "Hadi arkadaşlar, hastaları odalarına götürüyoruz!"

Bu curcunaya bir an evvel bir son vermem gerekiyordu, yoksa olaylar hiç hoş olmayan bir noktaya doğru gidiyordu. Doktorlar ve hemşireler hastaların koluna girip onları götürmeye başlamıştı ki, "Biz nereye gideceğiz aşkım?" diyerek cilveli bir şekilde elini Olcay'ın omzuna atan Şeker'e döndüm. Olcay başını çevirip Şeker'e arsızca bir bakış attı ve elini Şeker'in beline doladı. "Benim odama gidebiliriz pamuğum!"

Karşımda beni duygudan duyguya savuran görüntülere daha fazla kayıtsız kalamayarak, "Artık bu kadarı fazla," dedim ve Şeker'e doğru bir adım atmıştım ki Koray kolumdan tutup beni durdurdu. "Bana bırak kardeşim."

Koray kaşları çatılmış bir şekilde burnundan soluyarak Şeker'in tam karşısına geçti ve, "Kızım yanındaki ben değilim lan, Olcay Olcay," diyerek Şeker'i kolundan tutup sertçe kendine çekti. "Bana sarıl ona değil! Hatta..," diyerek az önce bana yumruk arayan Atalay'ı işaret etti. "Atalay'a da sarıl mesela ya da..," dedi ve kapının önünde duran güvenlik görevlisini göstererek, "Yusuf'a bile sarılabilirsin ama Olcay'a değil be kızım!"

Şeker de aynı şeklide sinirle Koray'ın elinden kolunu çekip, "Sen kimsin ya?" diye bağırarak ağlamaya başladı. "Şeker Şeker deyip duruyorsunuz ama ben sizi tanımıyorum."

Ne yaptığının farkında bile değildi. Şu an aklı başında olsaydı bunların hiç birini yapmayacaktı. Ne üzerindeki kıyafet, ne yüzündeki abartılı makyaj ne de bu davranışlar. Hiç birini bilinçli yapmıyordu. Onun bu hali; içimde tarifi mümkün olmayan duygulara neden oluyordu. Koray'ı hafifçe yana doğru itip Şeker'in karşısında durdum. Başını kaldırıp nemli kirpiklerinin arasından yeşil gözlerini bana dikti. Hafifçe gözlerini kıstı ve bir şeyler düşünüyor gibi bir süre öylece baktı. Sanki aklına yavaş yavaş bir şeyler geliyor ama algılayamıyordu. Tam bu sırada içeri Güneş girdi. Ağlayan arkadaşını görünce bu tarafa doğru koştu ve, "Şeker iyi misin bitanem?" dedi. Bunu söylerken sesi titremiş, onun da gözleri nemlenmişti.

Şeker gözlerinden süzülen yaşları silerek bir kaç saniye Güneş'e baktı ama cevap bile vermedi. Başını iki yana sallayarak bakışlarını yere sabitledi. Güneşi de tanımamıştı değil mi?

Az önceki sinirimden eser kalmamıştı. Şeker' in bu halini gören bir kalp; taş olsa kayıtsız kalamaz, erirdi. Usulca elimi uzattım ve Şeker' in elini tuttum. "Beni hatırlamıyor musun?" derken sesimin titremesi umurumda bile değildi. Uzunca bir süre tepkisizce baktı yüzüme. Gözlerinin yeşili öyle güzeldi ki, onlara baktıkça içimde adlandıramadığım duygular âdeta şâha kalkıyordu.

Gözlerine daha önce hiç bu kadar uzun bakmamıştım.

Bu kadar derin bakma be kızım!

Kaşlarının kavisi havalandı ve dudakları titrerken hayır anlamında başını iki yana salladı. Diğer elini de avucumun içine alıp, "Peki hatırlaman için seni bir yere götürmek istesem, benimle gelir misin?" diye sordum. Başını çevirip doktorların iki koluna girerek odasına götürmeye çalıştığı Olcay'a baktı bir süre. Daha sonra bana döndü ve yeşillerini yine gözlerime sabitledi. "Gelirim," derken sesindeki ürkeklik, iki göğsümün ortasında bir sızı hissetmeme neden oldu. Bir elini koluma taktım ve birlikte kapıya doğru yürümeye başladık. Şeker'i, zihninin tazelenmesi ve hatırlamasına yardımcı olması için odama götürüyordum. O çok merak ettiği ve bugün telaşlı bir şekilde odamda aradığı koku, zihninde bir yerlere saklanan anıları hatırlamazsına yardımcı olabilirdi.

Koray, Güneş ve Ahu'ya dönüp "Siz kalın," dedikten sonra asansöre yöneldik. Şu an bulunduğu duygu durumundan dolayı asansör korkusunu da hatırlamıyor olmalıydı ki, hiç sorun çıkarmadan benimle birlikte asansöre bindi.

Odamın olduğu en üst kata geldiğimizde durdu ve etrafa bakmaya başladı. Daha sonra başını kaldırıp bana baktı. "Nereye gidiyoruz?" Bunu söylerken o kadar ürkek görünüyordu ki, tüm korkularına rağmen bana karşı çıkmıyor, hatırlamak adına ne söylesem yapıyordu. "Gel benimle," diyerek odamın kapısını açtım ve içeri girdik.

Odadan içeri girdiğimizde gözleriyle etrafı tarıyordu. Kaşları hafifçe çatılmış bir şekilde gözlerini kapattı ve odanın içindeki egzotik kokuyla doldurdu ciğerlerini. Bir süre gözlerini hiç açmadan öylece bekledi. Bende bu sırada masamın yanındaki küçük dolabın içinde duran Çam kolonyasını çıkarttım.

Çam ağacı insanlar üzerinde antidepresan bir etkiye sahiptir. Çam kokusu temiz bir zihin oluşturarak odaklanmayı da artırır. Dört mevsim yapraklarını dökmeyen Çam ağacı, bu güçlü duruşu ile yaşamı temsil eder. Yapılan araştırmalar Çam ağacına sadece dokunmanın değil, onun etrafınızda olmasının bile iyileştirici etkisi olduğunu söyler.

Bütün kokuların olduğu gibi Çam kokusunun da bir frekansı vardır. Kokular frekansımızı yükseltip, düşürebilmektedir. Frekanslar aynı zamanda bir enerji olduğuna göre farklı enerji dalgaları ile kişilik yapısı ve psikoloji üzerinde etki bırakmak mümkündür. Bu nedenle kokular sayesinde zihin kontrolleri de sağlanabildiği belirlenmiştir.

Sevdiğiniz bir kişinin saçlarının, evinizde pişen bir kurabiyenin, hatta girdiğiniz bir mekânın bile kendine has bir kokusu vardır. Bu kokular zihninizde kodlanır ve o kokuyu aldığınız an zihniniz sizi o zamana götürür.

Elimdeki Çam kolonyasıyla, gözleri hâlâ kapalı olan Şeker'in tam karşısına geçtim. Karşısında olduğumu hissetti ve usulca gözlerini araladı. Sanki zihninde bir şeyler canlanıyordu ve bakışları daha net bir hâl aldı. "Bu koku..," dedi ve dudakları hafifçe kıvrıldı. Cennet bahçesinden bir köşeyi andıran yeşil hareleri, elimde duran şişeyi buldu. "Bu koku o koku mu?" dedi heyecanla. Evet, hatırlamıştı. Tam tahmin ettiğim gibi Çam kolonyası beni yanıltmadı. Gülümseyerek elimde duran şişeyi ona uzattım. "Buyurun Şeker hanım, o çok merak ettiğiniz koku!"

Continue Reading

You'll Also Like

906K 56.9K 38
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, cinsel istismar, psikolojik ve fizik...
10.4M 509K 65
Zamanın çok ötesinde tarihin tozlu sayfalarında bir hikaye anlatılır Edna dilinde. Hırs ve kibirden dövülen nefretin beden bulduğu hayatlar yıkımdan...
3.8K 895 16
Bizim dileklerle ardından fısıldadığımız o yıldızın, gök kubbeden sürgün edildiği ihtimali hiç aklımızın ucundan geçer miydi? Yıldızlar gibi mükemmel...
689K 39.7K 33
Kuru öksürükleri durmadı bir süre. Boğazının acısını ben hissetmiş gibi yüzümü buruşturdum. Hastalığı benden kaptığı için kendimi iki kat kötü hissed...