Köstekli Saatin Sırrı

By Naneliseker4

5.9K 2.2K 1.5K

Zaman yolculuğu bu güne kadar hep insanların ilgisini çekmiştir ancak zamanda yolculuk yapmak söz konusu dahi... More

Birinci Bölüm
İkinci Bölüm
Üçüncü bölüm
Dördüncü Bölüm
Beşinci Bölüm
Altıncı Bölüm
Yedinci Bölüm
Sekizinci Bölüm
Dokuzuncu Bölüm
Onuncu Bölüm
On Birinci Bölüm
On İkinci Bölüm
On Üçüncü Bölüm
On Dördüncü Bölüm
On Beşinci bölüm
On Altıncı Bölüm
On Yedinci Bölüm
On Sekizinci Bölüm
On Dokuzuncu Bölüm
Yirminci Bölüm
Yirmi Birinci Bölüm
Yirmi İkinci Bölüm
Yirmi Üçüncü Bölüm
Yirmi Dördüncü Bölüm
Yirmi Beşinci Bölüm
Yirmi Altıncı Bölüm
Yirmi Yedinci Bölüm.
Yirmi Sekizinci Bölüm
Yirmi Dokuzuncu Bölüm
Otuzuncu Bölüm
Otuz Birinci Bölüm
Otuz İkinci Bölüm
Otuz Üçüncü Bölüm
Otuz Dördüncü Bölüm
Otuz Beşinci Bölüm
Otuz Altıncı Bölüm
Otuz Yedinci Bölüm
Otuz Sekizinci Bölüm
FİNAL
Özel Bölüm
Çiçek Rüzgarı
Çiçek Rüzgarı 2
Çiçek Rüzgarı 3
Kayıp Parçalar

Otuz Dokuzuncu Bölüm

86 44 67
By Naneliseker4

Ne Tenebris Kalesi'ndekiler ne de insanlar birbirlerine kurdukları tuzaklardan habersizlerdi.

Kayıplar ve kazançlar olacaktı. Hayat zaten bundan ibaret değil miydi? Kimisi kaybederdi, kimisi kazanırdı. Hangi tarafta olacağı ise kişiye bağlıydı.

Yeri gelecek göz yaşı akıtacaklardı yeri gelecek kan ağlayacaklardı ama sonuçta her şey sona kavuşacaktı.

İnsanın sonu ölüm müydü? Değildi. Ölüm, yeni bir hayatın başlangıcıydı. Çoğu insan bunun böyle olduğuna inanırdı.

Son hiçbir zaman son değil yeni bir başlangıçtı. Belki huzurlu bir hayatın başlangıcı belki de kaosun habercisi.

Olcay önündeki ormana baktı. Bu ormanın ardında Tenebris Kalesi vardı. Her şey ya bugün son bulacaktı ya da bugün son bulacaktı. Başka bir ihtimale yer yoktu. Yaşanmışlıklar insanı değiştirip olgunlaştırıyordu.

Planı hazırladığı gibi ilerliyordu. Ormanın girişine yakıcı bir madde dökmüşlerdi geriye kalan tek şey beklemek ve zamanı geldiğinde ateşi yakmaktı. Kahverengi irisleri öfkeyle parlıyordu. Affedebilir miyim, diye düşündü. Sonra kendi kendine alayla karışık bir acıyla güldü. Affetmek bir erdemdir, ben erdemli bir insan değilim o kadar yüce gönüllü değilim diye düşündü. Rüzgar burnuna çam kokusunu sürüklerken derin bir nefes aldı. Saklandığı yerden en ufak bir hareket dahi olsa bulmaya çalışıyordu. Güneş batalı çok olmuştu ancak kalede hiç hareket yoktu. Yolda kendilerine katılan ordular Göktuğ Han'ın ordusuyla beraber geriden geliyorlardı. Gözlerini kapatıp rüzgarı dinledi. Hayvan seslerinden başka bir ses duyulmuyordu.  Rüzgar estikçe ağaçların yaprakları hışırdıyor yarasalar oradan oraya uçuşuyordu.

Adil bir savaş olmayacaktı. İnsanlar sayıca üstündü. Tenebris ordusundsn en az beş kat büyük bir orduya sahiplerdi ancak kan emenler çok hızlı ve güçlüydü.

Büyücü kadın tek tek kan emenlere güneş iksirlerinden verdi ve bunu tam savaşacakları an içmelerini söyledi. Kendi yaptığı iksirin değiştirildiğini bilmiyordu. O da iksirin içine zehir koymuştu ama

O an ne Tenebris'in  ne de Olcay'ın tahmin ettiği bir şey oldu. Dolunay bütün ihtişamıyla parlerken ay kızıllaşmaya başladı. Bunu görünce Olcay'ın ağzından bir cümle döküldü.

"Kanla kaplandığında ay
Yeryüzündeki yıldızları say

Baksana kedicik. Belki de bu eve dönüş yolumuzun rehberidir. Ay kanla kaplandı geriye yeryüzündeki yıldızları saymak kaldı."

"Nasıl hissediyorsun miyav?"

"Bomboş. İçimde koca bir boşluk varmış gibi. Ne hissedeceğimi bilmiyorum Dingerfinger."

Olcay, Fatih'in günlüğünü okuduktan sonra Schrödinger'e eskisi gibi davranmaya başlamıştı. O da Fatih gibi çok zor şeyler yaşamış olmalı diye düşündü. Gerçekten de öyleydi. Birini kurtarmaya çalışırken her defasında onu kaybetmek kaldırılamaz derecede ağırdı. Kendi kardeşini düşündü Olcay. Gözünün önünde kendini denize bıraksa ne yaparım diye düşündü. Defalarca aynı şeyi yaşarşam intihar ederim diye cevapladı kendini. Başta Fatih'e imrenmişti. Zamanlar arası seyehat eden bir zaman gezgini olmak muhteşem olmalı diye düşünmüştü ama günlüğü okuduktan sonra bu düşüncesinden vazgeçmişti.

Kedi yavaşça yürüyerek Olcay'ın dibine geldi ve patisiyle dizlerine vurdu.

"Bunu da atlatacaksın merak etme. Tıkpı diğer seferlerde de yaptığın gibi."

"Sence geçer mi kedicik?"

Geçer elbet efendim; bazısı teğet geçer, bazısı deler geçer, bazısı deşer geçer, bazısı parçalar geçer. Ama mutlaka geçer.”

Hafif bir tebessüm oluştu dudaklarında.

"Oğuz Atay. Tutunamayanlar. Turgut Özben'le Olric'in konuşması... Nereden bildiğini sormayacağım Dingerfinger."

Ay kızıla boyanmaya devam ettikçe ormanda birilerinin varlığı belli oluyordu. Kargalar ötüyor, kalan küçük hayvanlar kaçıyorlardı.

"Ne oluyor?" diye soran Kuzgun'a bakmadan cevap verdi Olcay.

"Ölüm kuşları... Ölümü haber veriyorlar."

Ay o gece yaşanacakları hissetmiş gibi kendini kızıla boyamıştı. 

OLCAY

Elimle Kuzgun'a işaret verince o da kuş sesi çıkararak Ağaçkanlar'a haber verdi.

"Bekle, bekle, bekle... Şimdi!"

Ok yağmura tutulan vampirler birer birer yok oluyorlardı. Mutlu mu olmalıydım? Hayır. Yasım bitene kadar mutlu olmayacaktım. Atlantis prensesini yolda bulmuştuk dediğine göre bir vampir ona yardım etmişti. Zavallım Çakır'ım o kadar çökmüştü ki Elenor'un canlı olmasına bile sevinememişti.

Luis, Shade ve Gray deli gibi önlerine gelen kan emenleri öldürüyorlardı. Bense uzaktan olan biteni izliyordum. Göktuğ ve diğer ordular daha yetişememişti.

Yine de iyi idare ediyorduk. Hem de fazlasıyla iyi. Henüz safkan vampirler ya da büyücü Sonya ortalıkta görünmüyordu...

Ama kendi ellerimle öldürmek istediğim kişi tam karşımda duruyordu. Başından beri neredeyse obadaki herkesten şüphe etmiştim ama Afşin'in casus olabileceği aklımın ucundan bile geçmemişti. O imrendiğim kadındı. O bir oba beyiydi. Genç ve güçlüydü. Neden böyle bir şey yapmayı seçmişti? Diğer tiksindiğim kişi de yanındaydı. Kazandığının düşünmenin vermiş olduğu zevkle sırıtıyordu. Mu Le yine mide bulandırıcıydı ve görünüşe göre hedefi bendim. Ne diyebilirim ki? Sonuçta onu ifşa eden ve yakalanmasını sağlayan bendim.

Şöyle bir düşününce ne kadar kötü biriymişim?!

Kediciğimi gelecek olan ordunun buraya gelmesinin ne kadar süreceğini öğrenmesi için gönderip alev kelebeklerini çağırdım. Bunu yapmakta belirli bir amacım yoktu sadece... Çok boş hissediyordum. Keşke Profesör burada olsaydı. Keşke Börü Han burada olsaydı. Onlar ne yapmam gerektiğini söylerdi. Yol gösterirlerdi...

*            *           *

"Demek Olcay'da ağlayabiliyor ha?"

"Olcay da bir insan, insanların ağlaması tuhaf değil ancak senin gibi bir kan emenin ağlaması tuhaf Nios."

Puella, ağlayan ağabeyine baktı. Gözünü bir noktaya kilitlemiş başka hiçbir şeye bakmıyordu. Neden ağladığını da çok iyi biliyordu ama bir şey demedi. Savaş meydanını izlerken gözleri bir noktaya takıldı. Pelerinle yüzünü gizlemiş bir insan kan emenleri bir çırpıda yere seriyordu. Pelerinli kişinin elindeki kılıcı ilk görüşte tanımıştı. Bir çift delici bakışlara sahip olan göz kendi gözlerine kilitlendiğinde şaşkınlıktan kaşları çatıldı. Bu adamın burada ne işi var diye düşündü. Sonra günlüğü hatırladı. Muhtemelen günlüğünü de o aldı diye düşündü.

"Nios! O burada! Fatih burada!"

*           *           *

OLCAY

"Sırtın yere gelmez korkma."

"Sırtımın yere gelip gelmeyeceğinden korksaydım dayandığım sırt seninki olmazdı korkma."

"Şu durumda bile didişecek enerji buluyorsunuz ya pes doğrusu."

"Ne o kıskandın mı Çakır? Benim arkamda koskoca han var."

"Benim arkamda da koskoca komutan Togan var. Niye kıskanayım. Hem dikkat ette korumaya çalışırken korunulan kişi olma."

Yüzüme sıçrayan kanları silerken tebessüm ettim. Savaşta ezici üstünlük bizdeydi ve bu az da olsa morallerimizin düzelmesini sağlamıştı. Bu kötü gidişatlarına rağmen safkan vampirlerden hiçbiri ortalıkta görünmüyordu. Aniden bir acı hissettim. Beynim zonklamaya başladı. Ne olduğunu anlamıştım. Bu geçmişte öldüğüm zamandı. Fatih'in günlüğünde Areas'ın beni öldürdüğü yazıyordu. Halbuki ben kendi zamanımda olmadığım için ölmeyeceğimi düşünüyordum. İki yüz seksen sekiz defa... Ben hiç birini hatırlamıyordum ama Fatih her seferinde bir şeyleri düzeltmeye çalışmıştı. Görüşüm bulanıklaştığında birinin beni tuttuğunu hissettim.

"Merak etme çok uzun sürmeyecek sadece biraz daha dayan."

"Fatih? Senin ne işin var burada?"

"Abi."

"Ne?"

"Abi kızım abi. Bir öğrenemedin gitti ya."

"Şu durumda bile söylediğin şey gerçekten bu mu?"

Tekrar kendime gelmem uzun sürmedi. Kan emenlerin neredeyse hepsi yok edilmişti. Zafer çığlığı atmak istiyordum ama içimde kötü bir his vardı. Her şey fazla kolay olmamış mıydı? Üstelik safkanlar da görünürde yoktu.

Aklımdaki şüphelerimle savaş meydanına bakarken bir kurt uluması duydum. Ardından yüzlercesi bu ulumaya eşlik etti. Biz daha ne olduğunu anlamadan saniyeler içinde insanlar katledilip yere yığılmaya başlamıştı. Fatih'in ağzından hırıltılı bir ses çıktı. Öfke ve korkuyla karışık gözleri ormanın içindeki bir noktaya bakıyordu.

"İt baraklar!"

O an aklıma sevdiğim bir yazarın defalarca okuduğum kitabın kapağındaki yazı geldi.

"Türkler" Barak" derlerdi, kara tüylü köpeğe. Böyle isim verirlerdi, büyük soylu köpeğe."

Onların gelmesiyle bozguna uğramışken ikinci bir ihaneti yaşadık. Sonradan ordumuza katılan bir krallığın ordusu saf değiştirdi. Gözümün önünde vampire ve kurt adama çevrilmelerini izledim. Arka arka yürüdüğüm sırada birinin sırtına çarptım.

"Olcay."

"Efendim Karaca."

"Olurda buradan canlı çıkamazsam diye sana şimdi söylemek istediğim bir şey var."

Hayır lütfen tahmin ettiğim şey olmasın kalbim buna hazır değil.

"Ben..."

"Sen?"

"Seni..."

Hayır lütfen. Lütfen! Kalbim yavaşlasan diyorum. Burada canımızı kurtarmak için savaşmaya çalışıyoruz bunun hiç sırası değil.

"Ben seni hiçbir zaman öldürmek istemedim."

Ne?

Ne dedi bu?

Ciddi mi?

Şaka mı yapıyorsun?

Yoksa benimle kafa mı buluyorsun?!

Hayır ben de sanmıştım ki...

"Defol git Karaca!"

Öfkeyle ona baktığım sırada ormanın içinden bir ürperti geldiğini hissettim. O tarafa dikkatle baktığımda iğrendirici mavi gözlerle karşılaştım. Güzelim mavi gözlerin sen de ziyan olduğuna inanamıyorum Areas. Yaklaştıkça yaklaşıyordu. Karaca önüme geçsede yapabileceği bir şey yoktu çünkü Areas bir defa beni öldürmüştü... Ama bu sefer onu ben öldüreceğim.

Ne kadar da canice söylenmiş sözler bunlar böyle?

Canice? Haklısın bak gör işte! Nasıl biri olduğumu zaten başından beri bilmiyor muydun?!

Öldürmek gibi iğrenç bir sözcüğü söylemek sana yakışmıyor.

Ah kibarlaştorayım o zaman. Yaşamına son vereceğim? Bu dünyadan göçmesine yardımcı olacağım? Tahtalı köye göndereceğim? Cehenneme göndereceğim? Nasıl bunlar daha iyi öyle değil mi?

Kendine gel Olcay! Elenor tehlikede. Çakır'a bir söz verdin unutma.

"Elenor? Sen ne yapıyorsun?!"

O Areas'la gidiyordu. Hem de gözümün içine baka baka! Areas'ın Elenor'a olan bakışları bir tuhaftı. Sanki onu seviyormuş gibiydi ama değişikti. Şaşkın suratlarıyla Elenor'a bakan Luis, Gray ve Shade'yi görünce onlarında bu duruma bir anlam veremediklerini anladım.

"Söyleyeceklerimi bitirene kadar lütfen sözümü kesme. Seni kıskandım biliyor musun Olcay?"

Nereden bilebilirim ki salak?!

"Hep güçlü durup halkını ve değer verdiklerini korumaya çalıştın oysa ben değer verdiğim  herkesi kaybettim."

Peki ya Çakır? Ona hiç mi değer vermedin?

" Areas'ın kötü biri olduğunu ve beni kandırdığını söylemeye çalışma bile. Sana bir şey söyleyeyim mi Olcay? "

Söylüyorsun zaten beyinsiz! Sakin ol bu sözleri sarf etmek sana göre değil Olcay. Sakin ol.

"Kahramanlar dünyayı kurtarmak için sevdiklerinden vazgeçer oysa kötü adamlar sevdikleri için dünyayı mahveder. Ben vazgeçilen bir hiç olmak istemiyorum."

"Sen bir hiç değilsin Elenor... Hiç olmaya bile layık olmayan bir plastik çöpsün. Toprağa karışırsan zarar verirsin. Denize atılsan denizi kirletirsin.  Geri dönüştürülmekten başka bir şeye yaramazsın ama işe bak ki bu dönemde geri dönüşüm yok."

Areas'ın yüzündeki ifadeyi görünce neler olduğunu anlamıştım. Pis pis sırıtıyordu. Gözleriyle her hareketimi takip ediyor verdiğim tepkileri zevkle izliyordu. Yüzündeki gülümseme silinip yerini farklı bir ifade aldı. Elenor'a saldıracaktı!

"Dikkat et!"

Geç kalmıştım çok geç kalmıştım.

"Ç-Çakır... ÇAKIR!"

Elenor'un önüne geçmişti. Canı yanıyordu ama yine de gülümsüyordu.

Hayır, hayır, hayır, hayır. Ona söz vermiştim. Daha Börü Han'a söyleyecektik. Düğün yapacaktık. Herkes mutluyken buradan ayrılacaktım. Börü Han ve Ulu Bilge'ye her şey için teşekkür edecektim. Yaldız ve Zeren'e sarılacaktım... Börü Han... Yaldız...

"Olcay bunu yanına al. Mu'ya döndüğün zaman benden bir hatıra olarak kalsın."

Zorlukla konuşuyordu. Elime tutuşturduğu kanla kaplı beyaz yeşim flüte baktım.

"Şşşşhh. Konuşma yorma kendini. Tekrar onu çaldığını duymadan Mu'ya gitmeyeceğim."

Söylediğim şeye acı acı gülüp son gücüyle flütü üfledi. Fısıltı gibi çıkan sesiyle

"Çaldım. Duydun. Artık gönül rahatlığıyla dönebilirsin."

"Çakır? Çakır?! Aç gözlerini! Henüz kendini bırakamazsın! Ulu Bilge! Şifacı!"

Yaşlı gözlerimle Çakır'ı kurtarabilecek birini arıyordum. Ben şimdi Göktuğ'un yüzüne nasıl bakacaktım?

Yine uzaktan izleyip sırıtıyordu. Seni öldüreceğim. Kendi ellerimle geberteceğim.

"NEYE GÜLÜYORSUN MANYAK HERİF!"

"O kadar acınası görünüyorsun ki kahkahalarımı zor tutuyorum."

Kılıcımla Areas'ın üzerine yürüdüğüm sırada bağırdı.

"Sen delirdin mi?! Ne yapıyorsun?!"

Hep siz mi kötü adam olacaksınız? Bu kez ben pis ve iğrendirici bir şekilde sırıttım.

"Deliysem ne olmuş? En iyi insanların hepsi öyledir."

Bağıra bağıra şarkıyı söylemeye başlamıştım. Sanırım gerçekten bir deliyim.

"So what if I'm crazy? The best people are
All the best people are crazy...
You can be Alice, I'll be the Mad Hatter"

Continue Reading

You'll Also Like

275 70 10
Hayatının kendisinin merakı yüzünden hareketliliğinden yorulmuş olan fakat yine de merakına yenik düşen. Bu merakı sonucu tarihte Osmanlı imparator...
1K 138 6
"Kimsin sen? Burada ne edersin?" "Sana yardım ederim görmez misin Taşpar Bek!" Henüz kınına sokmadığı kılıcını karşısında duran Katun'un boynuna daya...
2.8K 344 14
|Tamamlandı| Masalda misal serisi : 1 Bazı insanlar masallardan vazgeçemez.. Ama bilinmez ki her masal mutlu bitmez... Bu hikaye 'İyi Çocuklar Ağlam...
2.9M 197K 43
Runelya, geriye tek kişi kaldığı ailesinin büyük bir yalan üzerine kurulu olduğunu öğrenir. Dış dünyayla ilişkisini koparan ailesi öldüğünde, onları...