Köstekli Saatin Sırrı

By Naneliseker4

5.9K 2.2K 1.5K

Zaman yolculuğu bu güne kadar hep insanların ilgisini çekmiştir ancak zamanda yolculuk yapmak söz konusu dahi... More

Birinci Bölüm
İkinci Bölüm
Üçüncü bölüm
Dördüncü Bölüm
Beşinci Bölüm
Altıncı Bölüm
Yedinci Bölüm
Sekizinci Bölüm
Dokuzuncu Bölüm
Onuncu Bölüm
On Birinci Bölüm
On İkinci Bölüm
On Üçüncü Bölüm
On Dördüncü Bölüm
On Beşinci bölüm
On Altıncı Bölüm
On Yedinci Bölüm
On Sekizinci Bölüm
On Dokuzuncu Bölüm
Yirminci Bölüm
Yirmi Birinci Bölüm
Yirmi İkinci Bölüm
Yirmi Üçüncü Bölüm
Yirmi Dördüncü Bölüm
Yirmi Beşinci Bölüm
Yirmi Altıncı Bölüm
Yirmi Yedinci Bölüm.
Yirmi Sekizinci Bölüm
Yirmi Dokuzuncu Bölüm
Otuzuncu Bölüm
Otuz Birinci Bölüm
Otuz İkinci Bölüm
Otuz Üçüncü Bölüm
Otuz Dördüncü Bölüm
Otuz Beşinci Bölüm
Otuz Altıncı Bölüm
Otuz Sekizinci Bölüm
Otuz Dokuzuncu Bölüm
FİNAL
Özel Bölüm
Çiçek Rüzgarı
Çiçek Rüzgarı 2
Çiçek Rüzgarı 3
Kayıp Parçalar

Otuz Yedinci Bölüm

87 50 31
By Naneliseker4

OLCAY


"Allah'ım! Ne olmuş burada böyle?!"

Elimi ağzıma kapatmış gördüğüm manzarayı idrak etmeye çalışıyordum. Ben olduğum yerde donakalmışken Göktuğ koşarak Börü Han'ın çadırına gitmişti. Xavier de genaralin. Olduğum yere çöktüm. Gözümden akan yaşı silip yanımdaki cesedin yüzündeki saçları elimle ittirdim. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes alıp verdim. Titriyordum. Gözyaşlarım akmaya devam ediyordu.

"Yaldız."

Fısıltıyla söylediğim ismi ben bile zor duymuştum. Yaldız konuştuğumu öğrendiğinde bana içerlemeyen tek kişiydi. Obaya ilk geldiğimde üç hafta aynı çadırda kalmıştık. Ona çok şey borçluydum. Obada geçirdiğim zamanın çoğunda beraberdik. Kimi zaman beraber gülmüştük kimi zaman hayat hikayesini anlatmış beraber ağlamıştık. Zeren ile beraber saçlarını örmüştük. Giydiğim kıyafetler bile onundu.

"Yaldız... Yaldız ben çok özür dilerim. Gitmemeliydim. Sizi burada bırakmamalıydım. Hepsi benim suçum."

Filmlerde insanlar ölü bedenleri kucaklayınca nasıl oluyorda korkmuyorlar diye düşünürdüm. Sanırım şimdi anlıyorum. Sevdiğin birinden, onu kaybetmekten daha fazla korkamazsın. Eğer korkarsan zaten sevgin ilk bulduğu fırsatta biter.

Dizilerde kucaklarındaki ölü bedenle gökyüzüne bağıran insanları da anlamazdım ama şimdi bağırabildiğim kadar bağırmak istiyordum.

"Kader... Bazı yaşanmışlıklar kaderdir Olcay. Kaderini değiştirebilirsin ancak bazen değiştirmenin sonuçlarına da katlanman gerekir."

Yanıma gelen Schrödinger'e dolu gözlerimle baktım. O da üzgün görünüyordu.

"Yani ben kaderi değiştirdiğim için mi öldüler?! Allah'ım yardım et. Dayanma gücüm azaldıkça azalıyor."

"Hayır. Senin yüzünden değil."

Tanıdık gelen yabancı sesle arkamı döndüm. Karşımda görmeyi hiç beklemediğim biri vardı.

"Agartha üstadı!"

"Kendini suçlama kızım. Burada ölen herkesin bugün ölmek kaderinde vardı. Böyle ölmeselerdi bile öleceklerdi."

"Ama ben burada kalmış olsaydım-"

"Burada kalmış olsaydın bile öleceklerdi. Hadi hanın çadırına git. Emin ol oradakilerin şuan sana çok ihtiyaçları var. Onları toparlayabilecek tek kişi sensin. "

"Peki beni kim toparlayacak üstat? Ben sandığın kadar güçlü değilim."

"Korkma kızım. Allah kimseye kaldıramayacağından fazla yük yüklemez."

Agartha üstadı yine her zamanki gibi aniden ortadan kaybolmuştu. Beni acımla baş başa bırakmıştı. Önce Börü Han'ın çadırına gitmeyi düşündüm ama biraz toparlanmam ve güçlü hörünmem gerekiyordu. Mağaraya gittim. Gümüş kirişli yay ve safir süslü kılıcı aldım. Ne olursa olsun bugün oyunun sonuydu. Mağara duvarındaki yazıların hepsini karaladım. Şevval'in resmini ateşe verdim. Son bir kez baktım mağaraya. Orada bulunduğuma dair hiçbir iz kalmamıştı. Sanki hiç yokmuşum gibi. Çadırıma gidip üzerimi değiştirdim. Gözlerime siyah sürme çekip saçlarımın yarısını bağladım düşen perçemlerime aldırış etmedim şimdi kendimi biraz daha güçlü hissediyordum.

Derin bir nefes alıp han çadırına girdim. Herkesin bakışları yerdeydi. Sanki zaman durmuş gibiydi. Hanın çadırı derin bir yas içindeydi.

Börü Han...

Ölmüştü.

Kimse ne yapacağını bilmiyordu sadece susuyorlardı. Karaca'nın yanında daha önce görmediğim orta yaşlı bir adam vardı. Çakır ise ağlamaktan perişan olmuştu. Göktuğ da güçlü durmaya çalışsa da onunda Çakır'dan geri kalan yanı yoktu. İçeriye göz gezdirmem bitince çadırın orta yerinde yatan hanın cesedine yaklaştım. Yüzü huzurluydu sanki gülümsüyor gibiydi. Buraya geldiğim ilk gün aklıma geldi. Bana babamı hatırlatmıştı. Güler yüzü ve şefkati. Akan göz yaşlarımı durduramıyordum. Önce Yaldız şimdi Börü Han. Peki sıradaki kimdi? Cesedi incelerken bir kağıt parçası dikkatimi çekti. Elime aldığımda üzerinde bir şey yazdığını fark ettim.

"Uzun zaman oldu Olcay. Umarım hediyemi beğenirsin. Ben mağaradakini çok beğendim. AREAS."

Yazıyı okumamla kağıdı buruşturmam bir oldu.

"Allah kahretsin! Schrödinger! Elenor'u kaçırmışlar! "

Söylediklerimi duyan Çakır ağlamayı bıraktı. Şoka girmiş gibiydi. Yanına gidip sarıldım. O daha küçük bir çocuktu bu kadar acı çekmeyi hak etmiyordu.

"Sana söz veriyorum onu kurtaracağız. Babanın ve diğerlerinin intikamını alacağız. Sana Türk sözü veriyorum Çakır. Ant olsun ki intikamlarını alacağım. İntikamımı alacağım. Hepsini tek tek öldüreceğim beni tanıdıkları güne lanet edecekler! Pişman edeceğim ant olsun ki pişman edeceğim!... Hânım buyruk verirseniz bu gece her şey son bulsun. Bu gece o yaratıklar tarihe karışsın. Buyruk verinki için de intikam ateşi yanan bu kalpler huzur bulsun. Göktuğ Han! Hanlığın kutlu olsun! "

Herkes şaşırmış gözlerle bana bakıyordu. Bense diz çökmüş elimdeki kılıcı Göktuğ'a uzatıyordum. Başımı eğdiğim için akan gözyaşlarımı arkamdakiler göremiyorlardı. Kimseden ses çıkmazken biri yanıma gelip diz çöktü.

"Buyruk verin hânım!"

Kalın ve tok çıkan bu sesi daha önce duyup duymadığımı hatırlamaya çalıştım. Ya duymamıştım ya da duyduysam da unutmuştum. Kafamı kaldırıp bakamıyordum çünkü gözyaşlarım önümü görmeme bile izin vermiyorlardı. Bir sonraki hamleyi Kuzgun ya da Karaca'dan beklerken sesini duyduğum kişi beni şaşırttı.

"Buyruk hânımızındır! Buyruk verin Göktuğ Han!"

İlbay elini omzuma koyup bir kaç defa vurdu. Bunun bir teselli ifadesi olduğunu anlamıştım.

"Sen de de iş varmış İlbay. Yürekli adammışsın."

"Tengri yardımcımız olsun Olcay Hatun."

İlbay'ın ardından çadıra giren üç kişi de diz çöktüler.

"Hanlığınızı kabul ettik. Buyruk verin Göktuğ Han!"

Bu seferkiler beni daha da şaşırtmıştı. Üç kan emen bakışlarını yere dikmiş alacakları emri bekliyordu. Sırayla diğerleri de buyruk beklediklerini söyleyince yanımdaki tok sesli adam konuşmaya başladı.

"Ben Börü Han'ın sağ kolu Komutan Togan, bundan sonra Göktuğ Han'ın emirlerini takip edeceğim."

Komutan Togan, Karaca'nın babasıydı. Karaca onu defalarca kez anlatmıştı. Göktuğ komutanın sözlerinden sonra elimdeki kılıcı almış bize kalkmamızı söylemişti.

"Planın nedir Olcay Hatun? Komuta yetkisini sana veriyorum. "

Kocaman açılmış gözlerle Göktuğ'a baktım. Sözlerinde ciddiydi.

Obadakiler olanları kısaca özet geçince hafifçe tebessüm ettim. Areas ve on vampir saldırmış Areas hariç hepsi ölmüştü. Onları Luis, Gray ve Shade öldürmüştü ama Areas'a gelene kadar o çoktan prensesi de alıp gitmişti. Gözlerimde büyük bir kırgınlık vardı. Daha bir kaç hafta önce hayranlıkla baktığım kadın beni tiksindiriyordu. Hain oydu ve kaçmıştı. Oysa ben onu gördüğümde gururlanmıştım. Atalarımın kadına verdiği değerin, kadının gücünün kanıtıydı. Oba beyiydi. Oysa başından beri bizi tuzağa çeken casusun ta kendisiymiş. Çadırdakilere dönüp elimdeki gümüş yayı Kuzgun'a verdim.

"Ben Mu'dan gelen yabancı, sizin sözlerinizle Olcay Hatun. Hazırlıklara başlayın! Yarın bu saatlerde Tenebris diye bir şey kalmayacak. Geri de kalanlar cenazeler için yuğ hazırlasınlar. Tinleri huzurla Gök Tengri'ye ulaşsın...Tinin kut bulsun Börü Han'ım tasanız olmasın. Onları canım pahasına koruyup buraya geri getireceğim. Beni duyduğunuzu biliyorum. Kişi öldükten sonra ruhu bedeninin yanında bekler. And olsun ki kanınız yerde kalmayacak. Onları tamunun karanlık çukurlarına göndereceğim. "

Fatiha okuyup göz yaşlarımı sildim. Ölüm kaçınılmaz bir yazgıydı. Her nefis bir gün ölümü tadacaktı ama ağır geliyordu işte.


*           *             *


Büyücü Sonya zaferle gülümsedi.Nihayet Elenor'u geri almıştı.

"Ah tatlım seni yeniden görmek çok güzel. Biraz zayıflamışsın ama bir şey olmaz. Bunları yersen çabucak kendine gelirsin... Ha bu arada küçük arkadaşlarının sakın seni kurtaracağını düşünme. Areas'ın onlara hazırladığı hediyeyle uğraşmak zorundalar."

Genç kızı yer altındaki derin bir hücreye kapatıp kalenin tepesine çıktı. Nihayet emelleri gerçek oluyordu. Areas'ın bir işler çevirdiğini biliyordu ama böyle bir şey yapacağını tahmin etmiyordu. Kızıllaşmaya başlayan gökyüzüne baktı. İnsanlar bu gece Atlantis'le aynı kaderi yaşayacaklardı. İğrenç kahkahası kalenin yanındaki ormanın kara kargalarını uçururken kan emenler uyanmaya başlamışlardı.

Areas yüzündeki kanları elinin tersiyle silip güneşe baktı. Yavaş yavaş gökyüzü kızıla boyanıyordu.'Bu gece, ' diye fısıldadı.'Bu gece her şey bitecek.' Obada kalıp o manzarayı Olcay gördüğü zaman yüzünde oluşacak ifadeyi görmek ve zevkini çıkarmak isterdi ama prensesi götüreceği için acele etmek zorunda kalmıştı. Üzerini değiştirip yer altındaki karanlık hücreye indi. Prenses hiç itiraz etmeden onunla gitmeyi kabul etmişti. Tam bir aptal diye düşündü. Güzel bir kadın ama güzelliği aptallığını gizleyemiyor diye düşündü. Güçsüz ve kırılgan kadınlardan nefret ederdi onlar kendisine asla rakip olamazdı. Ama şimdi bir rakip bulmuştu. Kahverengi irisleri öfke ve kinle dolu güzel bir rakip.

Prenses büyücünün verdiği yemeği yiyince uyuya kalmıştı. Areas yüzüne bir sürahi su döküp onu uyandırmak istedi ama aklına gelen şeytani fikirle sırıttı. Prensesin ne kadar aptal olabileceğini merak ediyordu. Onun bu aptallığı karşısında Olcay'ın vereceği tepkiyi ise daha çok merak ediyordu. Yüzüne endişeli bir ifade kondurup prensesi sarsmaya başladı. Neler olduğuna anlam veremeyen genç kız gözlerini hafifçe araladığında karşısında Areas'ı görünce gerildi. Areas korktuğunu fark edince prensesin bağlı ellerini çözmeye başladı.

"Seni buradan götürüyorum prenses. Büyücünün seni neden bulmamı istediğini bilseydim asla buraya getirmezdim. Ben çok özür dilerim."

Prenses anlam veremeyen gözlerle oyununu ustalıkla devam ettiren kan emene baktı. Ağlamaklı sesiyle konuşmaya başlayan Areas içten içe kahkahalar atıyordu.

"Sana bir şey olursa ben yaşayamam."

Prenses bu sözler karşısında daha da şaşırırken Areas'ın mavi gözlerinden birer damla yaş düşmüştü. Kan emenler ağlayamazlardı bu sadece yılda bir defa gözlerini temizlemek için yaptıkları bir şeydi ama dışarıdan gören birisi ağladıklarını düşünürdü. Nitekim Elenor'da öyle düşünmüştü.

Ayaklarındaki zincirleri de çıkarttıktan sonra Areas, genç kızı kaleden çıkardı. Gidebildiği kadar uzağa bırakıp oradan obaya dönmesini söyledi. Kızı bırakırken yanağına kondurduğu öpücükle prenses irkilse de hüzünle gülümseyip arkasını döndü. İşte bu kadar diye fısıldadı. Şimdi zevkle Olcay'ı göreceği anı beklemeye başladı.

Prenses dalgın dalgın yürürken aklını bir düşünce meşgul ediyordu.

"Herkesi gözünü dahi kırpmadan öldürebilecekken bana neden bu kadar nazik?" diye defalarca sordu. Sorusunu yine sorularıyla  kendi cevapladı.

"Birinin sana değer vermesi böyle mi hissettiriyor? Özel biri olmak böyle bir duygu mu?"

Heyecandan yanakları kızarırken yüzüne dokundu. Ateş gibi sımsıcaktı. Ne demişti kan emen?

"Sana bir şey olursa yaşayamam."

Evet aynen böyle söylemişti. Tekrarladığı cümleyle yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. Halbuki kan emenin ona oyun oynadığından bir haberdi.

Continue Reading

You'll Also Like

363K 6.1K 9
21. YÜZYILDA YAŞAYAN İKİ TÜRK KIZININ, TÜRKLERİN DAHA YENİ TARİHTE SAHNEYE ÇIKTIĞI YILLARDA KENDİLERİNİ ASYA HUN İMPARATORLUĞUNUN BİLİNEN İLK İMPA...
2.6K 204 14
Onun başka bir hayatı var, çocukluğundan kalanlardan bambaşka bir hayat... Ya unutmaya çalıştığı hayattan birisi, hiç beklemediği bir anda hayatına g...
1.7K 120 30
Cadı Sofi'nin, prens Ailios'a duyduğu öfke, büyüyle mühürlendiği zaman, taşları yerinden oynatacaktı. Zaman geriye doğru akarken cadı Sofi'nin dileği...
174K 8.5K 61
İNSANIN RASTGELE SALLADIĞI NUMARA HAYAT DEĞİŞTİRİR Mİ Kİ BENİMKİ DEĞİŞTİ...