Uyumadan Önce Tuttuğum Dilek

By AnitaFelipova

1.1M 71.9K 99.8K

Bir şeyi çok isteyince, sahiden olur mu? More

1. Uyumadan Önce Tuttuğum Dilek
2. Dalda Umut Var
3. Yüzme Bilmeyen Gemi
4. Şehre Bahar Gelince
5. Kuleye Yapılan Haksızlık
6. Panjurlu Evin Sakini
7. Yumuşak Yürekli Adam
8. Prenseslik Müessesesi
9. Bahar Kokan Yastık
10. Sinsi Bir Dostluk
11. Karalahana Yaprağı ve Sihirbaz
12. Bir Anahtarlık Meselesi
13. Bahardan Sonra Gelen
14. Muzlu Çikolatalı Mangolu Pasta
15. İhlal Edilmiş Sınır
16: Mavi Saçlı Kuş
17. Kalbe Yerleşen Kıskançlık
18. Balın Zehri
19. Sokak Sakinleri Kurultayı
20. Yaşanacak Bir Şey
21. Mutlu Seneler
22. Tek Kişilik Vals
23. Tenime Dokunan Âşık
24. Nuh'un Gemisi
25. Mahallede Yangın Var
26. Ölü Bir Kuş
27. Terk Eden Anneler
28. İki İzmarit
29. Matematik Problemi
30. Elpida ve Pepel
31. Lale Devri
32. Leylalık Makamı
33. Başımızda Uçan Kuşlar
34. Aşk Mahalli
35. Ayaklarımızı Isıran Balıklar
37. Mutluluk Sigortası
38. Şeytanın İkâmetgahı
39. Elma Ağacı
40. Gelin Yastığı
41. Aşk Çocuğu
42. Ağaç Kabuğu
43. Küçük İşletme
44. Hayat Akıp Giderken
45. Eldivenler ve Yüzükler
46. İskeçeliler Masası
47. Oyun Arkadaşım
KİTAP OLDUK (:

36. Yeni Bir Bahar

29.6K 1.5K 1.3K
By AnitaFelipova


Yoksuluz, gecelerimiz çok kısa, dörtnala sevişmek lazım.

Cemal Süreya



*




Yabancı balkona çıktığında dolunay bir çanak gibi gökyüzünde asılıydı. Rüzgâr yavaş, sokak sakindi. Bütün sükuneti bozan siren sesi kulaklarına dolduğunda önce ürktü. Kaçmalı mıydı? Yangın mı çıkmıştı? Âşka Eren Yokuşuna baktı, yaz gelmişti, ya tutuşsaydı dutluklar? Ya armut ağaçları hasadı göremeden yansaydı? Bulutlarla örtülü tepelerde ışık göremedi. Öyleyse neydi bu sirenler? Neye delaletti?

Bu sırada Efendinin penceresini açtığını gördü. bir ferahlık doldu içine. Bilse bilse Efendi bilirdi bu sesin anlamını. "N'oluyor?" dedi sessizce. Sesini duyuramayınca "Hu hu!" diye seslendi. Ellerini kollarını salladı havada. Efendi kendisine bakınca "Komşu bu nedir?" dedi. "Yangın sandım ama ateş göremedim. Yanmasın canım ağaçlar?"

Efendi de gözünü tepelere dikti. Ama yalan söyleyecek hali yoktu ya "Bilmiyorum," dedi Yabancıyaa. Yabancının paniği büyüyünce de "Hele bakalım," dedi. Ayını anda Düzkafanın evine çevirdiler gözlerini. Ses oradan mı geliyordu? Bütün gün sesi çıkmamıştı Düzkafanın. Sıkı Yönetim bitmeden çıkmazdı zaten ama yine de... Şaşırdılar.

"Düzkafaya baksak mı bir?" dedi Yabancı. Efendi başını salladı. "Bakalım. Bir hal gelmesin bu delibaşın başına."

Yabancı tedirgin, Efendi soğukkanlıydı. Sokağın orta yerinde buluştular. Hızlıca adımlarla yürüdüler. Ev karanlıktı lakin pencerelerden loş bir ışık yükseliyordu. Bir şarkı vardı çalan. Tarifi zor bir müzik sirenin keskin çığlığının ardında aheste aheste çalıyordu. O sırada pencerelerden biri aralandı ama görünen bir insan silueti yoktu. Onun yerine bir balon pencereden baş göstererek göğe doğru yükseldi. Tuhaf bir balondu bu. Üzerinde bir resim vardı ama anlamak zordu. Efendi ile Yabancı birbirine baktı. Evet, siren sessi bu evden geliyordu.



*

PAZARTESİ

*




"Selam!" diyerek beyaza boyalı koridora adım attı Bahar. Bedeninin ağırlık merkezinde bir sıkıntı vardı. Bir kolu sağa bir kolu sola sarkarken omuzu vücudunu öne çekiyordu ve sesinin çok mu yüksek olduğunu düşündü. Belki hastası vardı Levent'in. Belki uyuyan bir çocuğu rahatsız etmişti. Uyuyan hasta köpekler mesela? Güldü nedense ama hasta yakınları hastalardan daha tehlikeli olabilirdi. Düşüne düşüne elindeki kafesi ve omuzuna kürk gibi dolayıp kaldırdığı hortum ile market poşetlerini bir köşeye bırakırken koridordun bir ucunda Levent belirdi. Bahar sırt çantasını da yere bıraktı ve Levent'in sesiyle ardına döndü.

"Selam ama bilgin olsun emanet kuş almıyoruz. Onun için iki sokak ileride bir bey var, emanetçiliği gönüllülükle yapıyor."

Bahar sırtınca devam etti. "Kuşlarla da arası epeyce iyi."

Uzunca koridorda Levent'e doğru yürüdü Bahar. "Tanıştık," dedi. "İyi birine benziyor ama bilmem ki kuşlarımı ona emanet edebilir miyim?"

Önce "Duymasın bu dediğini," dedi Levent. "Alınır. Kuşlar konusunda biraz hassas." Sonra göz kırptı ve "Kuşların dilinden anlıyor, hekim tavsiyesi," diye devam etti.

Sarıldılar. Çok kısa sürdü bu hâl, Bahar hemen kendini geri çekti. "On litre tere bulanmış haldeyim, çok özür dilerim."

"Evet, boğazdan çıkmış gibisin."

"Hıı, sıcak basınca Beşiktaş'ta şöyle bir suya gireyim dedim."

"Sudan çıkınca da hırdavatçıları mı gezeyim dedin?" Bahar'ın ardında bıraktığı yüklere baktı Levent. Bir kuş kafesi, bir sarılı hortum, bir de torbalar. Değişik bir kombinasyondu.

Dağılmış atkuyruğundan sarkan saçları kulaklarının ardına iteleyen Bahar "Hıı," dedi Levent'e. "Hırdavatçıdan çıkınca da hayvan kokusu çekti canım. İnek falan var mı içeride? Bir koklayayım."

Ozan'ın az evvel paylaştığı fotoğrafı hatırlayan Levent kıza takıldı. "Bağımlılık yaptı herhalde," dedi Bahar'a. Bahar anlamayınca da cebinden telefonu çıkarıp Bahar'a gösterdi. Dünden kalma fotoğraflar vardı kızın aklında. Onlardan birini paylaşabilirdi Ozan ama hayır, inat bu ya; buzağının kendisinden kaçtığı fotoğrafı paylaşıp "Şehirli kızdan kaçan buzağı. Hangimiz çocukken yaptığımız şeylerden pişmanlık duymadık ki?" yazmıştı.

Bunu okuyunca bir anda güldü Bahar. "Aptaldı o buzağı!" dedi seslice. "Valla aptalın tekiydi!"

Levent bir kaşını kaldırınca da celalleniverdi Bahar. "İstanbul'un ineğinden ne olacak Levent! Mısır sapı yemez mi hiç hayvan? Nazlı olsa hapur hupur yerdi. Buncağızlarım kuru ota alışmış. Valla bak. Zaten anasının bile memeleri kuru kuruydu. İstanbul ineği işte."

Levent salona buyur eder gibi muayene odasının yolunu açtı, Bahar onun peşine takıldı. Klima açıktı, oh çekti içinden. Konuşmayı da bırakmadı. "Buzağı dediğin sıcakkanlı olur. Bizim köydekileri peşine takıp halay bile çektirirsin. Ben Nazlı'yla her gün yürüyüş yapardım. Buna mö desen kaçıyor."

"Mö mü dedin hayvana?"

"Demedim de..."

"Allah Allah mö deyince neden kaçar ki buzağılar?"

"Demedim ya! O İskeçeli de tutmuş en kötü fotoğrafımı paylaşmış. Ona da sorarım ben!"

Buzdolabından iki şişe soda çıkardı Levent. Bedenini kapadığı dolaba yaslandığında Bahar muayene masasına sıçrayıp oturmuş, bacaklarını sallıyordu. Şişenin birini kıza uzattı. Bahar soğuk şişeden bir yudum alıp ardından şişeyi alnına yasladı.

"Geldim böyle ama hastan varsa sen bana şey yapma."

"Allah'tan sıra bekleyen bir inek yoktu. Bunca hakarete maruz kalmadı."

"Yüzüne de söylerim ki!" Sanki arkada bekleyen bir inek varmış gibi bakındı Bahar. Yoğun bakım ünitesinde uyuyan iki kediden başka hayvan göremedi. Sonra önüne döndü. "N'aber?" diyerek baktı adamın gözlerine. Levent kollarını iki yanına açıp "Uğraşıyoruz işte inekti köpekti!"

"İnsanlarla uğraşmaktan iyidir," dedi Bahar. Levent "kesinlikle" dercesine başını salladıktan sonra daha derin bir mana ile sordu. "N'aber?"

Birbirlerine baktılar, sustular, Bahar bacaklarını salladı, önüne baktı, bu kez şişeyi yanağına yasladı. "Ev çok pis olmuş. Ama nasıl pis! Ben de dedim bir ucundan temizlemeye başlayayım. Ozan hastanede, çıkacak da, gelecek de, temizlik yapacak da... Birilerini çağırırız temizliğe diyor. Ben camış gibi yatarken birilerinin evi temizlemesine razı gelmedi gönlüm. Ozan hastaneye gidince oturup biraz not okuyayım dedim, sonra baktım notların hepsi ezberimde, duramadım. Çıktım, önce kuşları aldım, sonra biraz temizlik malzemesi... Baktım hortum da ucuz. Foşur foşur yıkayayım bir yerleri diye... Elim kolum kopunca da bu sokaktan geçeyim dedim. Hem seni görürüm hem de az dinlenirim. Kötü mü yapmışım?"

Levent susuyordu ama yüzünde tuhaf bir tebessüm vardı. Bundan sebep gözlerini olabildiğince ondan kaçırdı Bahar.

"Yarın son sınavım var. Sonra hepten boşa çıkıyorum. Bırak eve temizlikçi tutmayı ben evlere temizliğe gitsem yeridir. Resmen işsiz olacağım. Hortumu da sermaye yaparım."

Bahar soda şişesini yüzünün her yerinde gezdirirken Levent kendini tutmadan güldü. "İşsizliğin resmiyet kazanmadan alternatif para kazanma şekillerini düşünmek de tam sana göre bir şey."

"Laboratuvarda bok sidik tükürük tahlili yaparak yaşanacak şehir mi burası?"

Biraz düşünüp "Ev kirası olmazsa belki," dedi Levent.

Bahar gülerek "Ozan'ın yanına taşınmıyorum," dedi. Buydu değil mi sorulan? Dikkatlice yürüyordu Levent. İpteki cambazlar gibi.

"Aparttan ayrılmak gibi bir niyetim yok. Sadece..." Başını sağa çevirip yürümeye devam etse yolun, yolların sonunda karşılaşacağı kuleyi görür gibi "Burayı çok özlemişim," dedi. "Bencilce Beyoğlu'nun ve bu evin tadını çıkarmak istiyorum. Hayatımın en güzel günleri bu evde geçti. Sonrası sürgündü. Şimdi bulunca... Ne bileyim kendimi terasın demirlerine zincirleyesim var."

"Çok sevindim." Duyduğuyla Levent'e baktı Bahar. "Bir araya gelmenize," diye devam etti adam. "Konuşmanıza, konuşuyor olmanıza. Çünkü çözemeyeceğiniz bir sorun yoktu. Konuşmanız yeterdi. Yetmiş de..."

Bir şey demeden başını salladı Bahar. Ayaklarına bakıyordu, spor ayakkabıları kirlenmişti. Islak mendille silmesi lazımdı.

"Konuşuyoruz. Konuşmadıklarımız da var ama... Ben hep onun yanına gelirsem ağlamaktan nefesimin kesileceğini düşünürdüm. O konuşacaktı, ben susup kahrolacaktım falan. Öyle değil. O konuşuyor. Ben de konuşuyorum. Sonra nefesim kesiliyor evet ama ağlamaktan değil. Bazen mutluluktan öleceğim sanıyorum. Bazen aptal aptal gülüyorum. Zaten aptaldım, şimdi daha da aptalım. Ama mutsuz değil, mutlu bir aptal oldum."

Sonunda sırıtarak başını kaldırdı.

"Dün beni rezil etti. O ineklerin sahibine gitti bu kız hayatında hiç inek görmemiş dedi. Şehirli dedi. Daha inekle öküzü ayıramıyor ama bana ne dedi!"

Ozan'ı babasına şikâyet eder gibiydi. Bunu fark ettiğinde gülmeye başladı. Levent Bahar'ın neye güldüğünü bile anlamadı ama Bahar kendi kendine mırıldanır gibi gülüp durdu.

Bir balondu Bahar, mutlulukla dolup göğe doğru yükseliyordu. Levent, endişelerini kaygılarını dile getirmek istedi ama uçmak için çırpınan Bahar'a kıyamadı.

Sonunda "Özür dilerim," dedi Bahar. "Çok güldüm." Elini yelpaze yapıp yüzüne doğru savurdu. "Kahvaltı yapmadım, kan şekerim şey oldu... Sen n'apıyorsun? Tatile gideceğim diyordun. Kadir'le Semih'i ikna edebildin mi? Ayarladınız mı?"

Buzdolabından uzaklaşıp oda değiştirdi Levent. Ama bir yandan konuşuyordu. Aslında onun peşinden yürümek istedi Bahar ama oturduğu yerden kalkmak zor geldi. Yürümek yormuştu. Aslında rahat bir uyku da çekmemişti. Zira kırık bir şezlongun üzerinde sabahlamışlardı. Hava sabaha karşı pek de insaflı değildi, bu yüzden Ozan battaniye almak için yatıkları yerden kalkmıştı ama bundan gayrı oradan hiç ayrılmamışlardı. Ne su içmek için ne de çiş derdiyle... Boynunun tutukluğu bundandı. Hayır, bundan da değildi. Zira burnunu Ozan'ın göğsünden koparabilse bu denli tutulmazdı. Ama yapamamıştı. Dünyanın en güzel kokusuyla uyumuştu, boynu kopsa ses çıkarmazdı. Ozan bir ara horlamıştı. Nasıl mutlu olmuştu onun sesiyle nasıl... Ozan uyurken öpmüştü göğsünü. O anlamamıştı bile bunu. Oysa Bahar sevinçten uyuyamamıştı. Ve sonra sabah olmuş, güneş insafsızca iki genci ayırmak için doğmuştu.

Ozan hastaneye gitmeden önce Moda'ya giderek üstünü değiştirmiş ve duş almıştı ama hayır. Bahar ne pahasına olursa olsun kuleye bakan evden ayrılmamıştı.

"Semih ağustostan önce yıllık izin alamıyor. Kadir'e gelince... Birilerinin onu arayıp bütün maaşını barınaktaki hayvanlar için harcamaması gerektiğini söylemesi lazım. Kendi ihtiyaçları için bütçe ayırmayı reddediyor. Muhtemelen kamyonetle gidip onu olduğu yerden alacağım ama bir yanım da ürküyor. Gitmişken kendimi barınağın gönüllü veteriner hekimi olarak bulmaktan korkuyorum."

"Ben onu ararım istersen. Ama son aradığımda bursumun yarısıyla mama aldırmıştı. Şimdi tatile çık dersem, yerine beni koyabilir mi? Kendime çok güvenmiyorum da."

"Fasfakir," dedi Levent. "Maaşını alınca artıyı görüyormuş hesabı. Artı bir falan oluyormuş o da. Geçen bankaya gitmiş hayvan dostlarımız için kredi vermeyi düşünür müsünüz demiş. Dalga geçiyor sanmışlar. Sonra yo belediyede veteriner hekimim, belediye bütçesi mamaya yetmiyor demiş."

"İşe girebilirsem bir maaş sözüm var ona. Doğrudan mama alacağım."

"Herkesten aynı sözü topluyor."

"Biliyor musun yarın sınavım var ve ben hayatımda ilk kez yarın sınavım olduğu halde ders çalışmıyorum. Bunun benim için ne demek olduğunu anlıyor musun?"

"Ck," dedi Levent. "Hayatım boyunca hiç tatmadığım bir duygu. Anlayamam."

Elinde uzunca bir kutuyla geldi Levent. Kartondu kutu. Üzerinde ağız sulandıran bir resim vardı. Bahar meraklı kuşlar gibi boynunu uzattı. "Ne o?" dedi bir yandan.

"Baklava," dedi Levent. "Dün harika bir çocuğu taburcu ettik, ailesi getirmiş. Baya yedik Ali'yle. Ali gittikten sonra da yemeye devam ettim ama bak sana da kısmetmiş. Kan şekerin için."

Bir dilimi eliyle alıp parmaklarını yalaya yalaya yedi Bahar.

"Sana ne soracağım," dedi bir yandan. "Evin muhtelif yerlerinde böcekler ölmüş. Bir sürü. Muhtemelen bir yerlerde canlıları da vardır. Hamamböceği galiba. Yaşayanları nasıl öldürebilirim?"

Levent bir kaşını kaldırarak baktı kıza. "Niye?" dedi. "Isırıyorlar mı?"

Fikriyle bile bir kolunu kaşıdı Bahar. "Isırırlar mı ki?"

"Gıdasız kalırlarsa... Milyonda bir ihtimaldir ama insanların gözkapaklarını ve parmaklarını yemeyi severler."

Bahar'ın gözleri büyüdü. "Şey," dedi baklavanın ağzında bıraktığı kalıntıları temizlemeye çalışırken. "Sen de ilaçlama şeylerinin telefonu falan var mı? Ya da doğrudan böcek ilacı mı alayım?"

Gülerek "Kapıda ne yazıyor?" diye sordu Levent. "Veteriner kliniği burası. Yaralı bir hamamböceği bulursan bana getireceksin, onlar seni ısırırsa da insan doktoruna gideceksin."

"Bırakayım da gözkapaklarımı mı yesinler?"

Bir eliyle sağ gözkapağını kıvırarak yukarı kaldırdı Bahar. Çocukluğundan beri yapmamıştı bunu. "Böyle mi olsun gözlerim? Isırsınlar mı beni?"

"Bırakayım da sen onları ısır, öyle mi?"

"Hayır ben böcekleri ısırmayacağım. Sadece fosilleşen böcek cesetlerinin mutasyona uğrayıp uğramadıklarını merak ediyorum. Ona göre duruma müdahale edeceğim. Kimyager bohçası gibi oldu alışveriş sepetim."

Elini uzatıp Bahar'ın gözkapağını yerine koydu Levent. "Çevrende yeterince doktor var, hem senin için hem de kuşlar için. Bence sadece tadını çıkar."

Derin bir nefes alıp başını salladı Bahar. "Ama," diye sürdürdü sonra konuşmayı. "Kusura bakma hamamböcekleriyle yaşayamam. Onları öldürmem gerek."

"Tamam ben seni duymamış gibi yapıyorum, sen devam et."

"Bir tane daha baklava alıp yola koyulayım mı ben?"

Zıplayarak oturduğu masadan indi Bahar. Kutudan bir baklava daha alırken "Tatile gidiyorsun yani öyle mi?" dedi.

Levent başını salladı. "Çıkacağım yola. Yol nereye götürürse..."

"Ha ama şey. Haftaya mezuniyet törenim var. Yani burada olursan şey yapalım mı, gelir misin diyecektim. Önemli bir şey değil de, öyle haberin olsun."

Gülerken ellerini cebinden çıkardı Levent. "Şu konuşma yapacağın, birinci olduğun için plaket alacağın tören mi bu?"

Farkında olmadan göğsünü şişirdi Bahar. Başını salladı.

"Elbette gelirim," dedi. "Daha önce hiç birinci arkadaşım olmamıştı, az biraz tadını çıkarıp övüneyim. Hem ben bayılırım ağlayan Karadenizlileri izlemeye. Aksan şive gözyaşı birbirine girdi mi, uyyyylar uşaklar havada uçuşur."

Kısa bir süre gözlerini Levent'ten alamadı Bahar. Anlaşılmadığını anlayan Levent de "Annenler?" diye cevap verdi ona. "Gelmeyecekler mi?"

Kısa bir süre düşündü Bahar. Sahi ya... "Gelirler herhalde," dedikten sonra avucuyla ağzını sildi. "Hadi ben gideyim," derken koridora çıktı. "Yolum uzun, yüküm ağır."

"Bekle yardım edeyim," dedi. Bahar onu duymazdan gelerek "Hayır!" nidasıyla odadan çıktı. "Ben yapacağım her şeyi."

Levent kapıyı kilitlemek için hazırlanırken Bahar kapıya vardı. "Levent küserim ha!"

Geri adım attı adam. Sonra ağır adım kıza yanaşıp kafesi görebilmek için eğildi. "N'aber?" dedi kuşlara. Aynı anda iki kuş birden cıvıldadı. Parmağını kafese uzatan adam başını kaldırıp Bahar'a baktı.

"Bak bunlar kavga da etseler kafesi terk etmezler," dedi. Bahar anlayana dek gözlerini kırptı. "Ha ama..." diye konuşmayı sürdürdü adam. "Ha ama kavga ederlerse ve biri çılgınlık yapıp kafesten çıkacaksa, burası en doğru adres olur. Haberleri olsun."

Tebessüm etti Bahar.

"Hekim tavsiyesi yani?" dedikten sonra Levent ayaklandı.

"Hem hekim tavsiyesi hem de... Aşıklar duygusal olur diyorlar. Bilmiyorum, aşık falan olmadım. Mantıklı bir insan ve dost tavsiyesi olsun."

Bahar baktı ona. Sonra hortumla, kafesle ve torbalarla ağırlaşan bedeni elverdiğince adama sokulup başını onun omuzuna uzattı. Torbalardan arta kalan dört parmağıyla kolunu sıvazladı. Baktı ki usulca gözü dolacak "Hadi," dedi. "Tutma beni de gidip böceklerle savaşayım."




*


Eve varıyorum ama elim kolum kopmak üzere. Kafam da öyle. Hortum taşırken mezuniyet konuşması yapıyorum. Asla söyleyemeyeceğim şeyler dönüyor kafamda. Saygıdeğer bilmem ne, efendi bilmem kim ve sevgili arkadaşlar, diye başlıyor cümlelerim. Konuşmanın en samimiyetsiz yanı. Gelişme kısmında ilimden fenden, okulun kattıklarından bölümden falan bahsetmek gerek. Üstünkörü kotarıyorum bu işi. Sonuç kısmı mühim, sonuç kısmı sadece bana ait şeyler. Teşekkür etmem gerek. Kime? Ozan... Hayır, onun bu konuyla ilgisi yok. Var da yok. İstanbul'u anlamlı kılan oydu ve ona bir sürü teşekkür borçluyum. Ama mezuniyet konuşması bunun yeri mi?

Aslında en çok kendime teşekkür etmek istiyorum. Bok kokusunun içinde çözdüğüm her test sorusu için, -bunlar gerçek boklardı, rahmetli Nazlı bu konuda çok iyiydi- sonra mecazi bir bokun ortasında çırpınırken her sabah okula gidecek şevki içimde bulduğum için, ölmek isterken bile ders çalıştığım için, ameliyathane kapısında kitaplarımı yastık yaptığım tüm zamanlar için... Teşekkür etmeliyim. En çok kendime.

Bir de annem geliyor aklıma. Annem. Mezuniyet törenime gelmeleri gerek değil mi? Gelmeliler. Artık izin alınacak bir dede makamı da yok. Otobüse atladılar mı... Babamla yan yana koltuklarda hayal ediyorum ikisini. Acaba hiç beraber yolculuk yapmışlar mıdır? Bir yere gitmişler midir şehirlerarası otobüsle? Çay kahve ikramında çok sevinir annem. Çay alırlar mutlaka. Kahveye hiç alışık değiller. Ama belki bir çılgınlık yapıp kahve alırlar. Gözümün önüne annemin çökkün yüzündeki heyecan geliyor. Kibarcık oturur koltuğunda. Ve her an kovulacakmış gibi rahatsız. Çünkü öyledir annem. Babamsa ne yöne baksa gülümser. Çünkü öyledir babam.

Aslında keşke herkes babam gibi mutlu olabilse. Dünyada olup biten bütün kötülüklerden habersiz, hep güzel bir manzaraya bakar gibi gülümseyebilse... Her neyse. Ne diyordum, gelmeliler. Ama yolda korkarlar mı? Evet, korkarlar. Belki ben gidip onları getirmeliyim ama masrafı çok olur. Hem... Hayır, bahane bulma Bahar, gelmeliler. Gelmeleri gerek. Gelmeseler olmaz. Hem görsünler beni. Bölüm birincisi olmuş Bahar, görmesinler mi?

Ne kadar kalırlar? Nerede kalırlar? Burası mühim. Ucuz yollu bir pansiyon ya da otel bulmam gerek. Bir gece yeter mi ki? Onca yol. İki gece olsun bari. Aparta yakın otelleri getiriyorum aklıma. Otelde tedirgin olurlar mı? Burası tatsız, geçiyorum. Nereye götürürüm onları diye düşünüyorum. İstanbul gözümde küçülüveriyor, gidecek hiçbir yer yokmuş gibi. Sonra gözlerim bir anda büyüyor. Dolmabahçe Sarayının avlusu annemi büyüler. Babam da sever aslında. Bir bahçıvan edasıyla bakar çiçeklere. Şavşat'taki avlumuzda bile sulama işi hep babamda olurdu. Yağmurun suladıkları dışında elbette. Birkaç saksı çiçeği. Aklıma sadece sardunya geliyor ama olsun. Babam bu işi severek yapar. Dolmabahçe Sarayı olmalı ilk durak.

Yüzüm gülüyor. Ozan'la da tanışırlar. Nasıl da sevdirir kendisini... Kim sevmez ki onu? Benim sevgilim, canım sevgilim, Bahar'ı besleyen suyum.

Ama şey, annem Oktay'ı da seviyordu. Ayırır mı onları birbirinden? Ya Oktay'ı daha çok severse? Düşünürken daralıyorum. Merdivenleri çıkılmaz kılan da yorgunluk değil, zihnimin ağırlığı oluyor.

Önce kafesi terasa çıkarıyorum. "Bakın," diyorum onlara, "Burası bizim mahalle." İstanbullu olmayabilirim ama Beyoğlu benim yuvam. Galata Kulesi evimizin en kıymetli demirbaşı. Mutlu bırakıyorum kuşları. Bin özürle Âşık ve Narin'in kafesini müştemilat kılıklı odaya kaldırıyorum. Boş görünüyor ama içinde iki güzel ruh var, biliyorum. Tellerinde parmak izim kalıyor. Gönlümün bir yanı da kafesin içinde.

Gerçi üzülmemeliyim çünkü şu haliyle evin her yanı müştemilat. Temizleyeceğim, peki nereden başlamak gerek?

Çok sıcak, susuyorum. Sebilimiz yoktu, damacanamız vardı, şu köşede dururdu. Yine orada, içindeki su yarım kalmış, damacana küf yapmış, yosun bağlayacak halde. Gülüyorum. Getirdiğim pet şişeyi bitiriyorum, yetmiyor. Banyodaki musluktan kireçli su içiyorum. Bu da yetmiyor. Daha çok su çekiyor canım. Aldığım hortumu banyodaki çeşmeye geçiriyorum. Önce süpürmek gerek belki ama hayır, ben hortumla giriyorum işe. Tazyikli suya boğuyorum dört yanı. Üstüm başım ıslanıyor. Su ferahlatıyor. Terleyen yerlerime iyi geliyor. Yine de üstümdeki kıyafetlere kıyamayarak gidiyorum yatak odasına. Ozan'ın dolabı ne boş ne dolu. Bir şeyler alıp götürmüş buradan. Bir şeyleri bırakmış. Göz gezdiriyorum. Mavi beyaz çizgili gömleği burada. Hayır, yenisini demiyorum, eskisi, ilk âşık olduğum.

Hafızama anılar hücum ediyor. Hayır, üzülmüyorum, mutlu anılar bunlar. Giysem mi derken aklıma temizlik geliyor. Bir tişört çekiyorum dolaptan. Altımda külot olsa yeter. Nasıl olsa az sonra donuma kadar ıslanacağım. Su ve ter bedenimde karışacak. Tam tişörtü giyecekken duruyorum. Ne o, orada duran. Havayla konuşuyorum, soruyorum, "Orada duran ne?" Katlanmamış da askıya geçirilmiş tişört. Alıp bakıyorum, Snoopy boyluca yatıyor. Eski bir dosta selam vermek icap eder. "Merhaba," diyorum ona. "Beni hatırladın mı? Seni alıp bu eve getiren bendim. Kapının koluna asmıştım hani..." Cevap vermiyor. Vermezse vermesin, giyiyorum onu. Aynaya bakma ihtiyacım doğuyor. Tişört tanıdık, ya üzerindeki soluk beniz? Hayır, soluk değilim ki, yanaklarım kızarmış. Çünkü yürüdüm, terledim, biraz da yoruldum. Hayır, ondan değil. Mutluyum ben. Yanaklarım mutluluk kırmızısı.

Ama yorgunum demek için çok erken. Daha temizlik yapacağım. Deterjanla suya boğacağım her yeri, her yeri! Mavi saçlarımı hızlıca istesem beceremeyeceğim kadar güzel bir topuz haline getirip banyoya dönüyorum. Hortumun ucundan tutup fayansları hedef alıyorum. Tavana kadar her yere su sıkıyorum. Acayip eğlenceli bir hadise halini alıyor bu durum. Kâh rock yıldızı gibi kablolu bir mikrofon yapıyorum hortumu kâh sanat müziği söyler gibi şırıldatıyorum. Arada durup kireç çözücü deterjanları yağdırıyorum duvarlara. Foşur foşur. Burnuma dolan amonyak kokusunda boğulma tehlikem var ama olsun. Tertemiz olacak her yer. Her yer! Bak işte fayanslar parlamaya başladı bile.

Zemin küçük bir havuz halini alıyor. Gider nerede onu bile düşünmeden suya tekmeler atıyorum. Tuvaletin zamanla insan öldürecek kıvama gelmiş kokusu da kaybolup gidiyor. Sefam olsun. Ölsün mikroplar. Ama ölen yalnız mikroplar değil. Böcekler de ölmüş. Önceden süpürmediğim için suda yüzen cesetler var. Evet, süpürmeyerek salaklık yaptığımı kabul ediyorum ama buna mı can sıkacağım? Hiç.

Kürekle ceset topluyorum ki suyla oynamaya devam edebileyim. Ozan Moda'da küvet var demişti, bir girsem. Çıkmam ki, kim çıkaracak? Duş kabininden taşan su şelale halini almış, suda dalga atan bir karaltı var. Karafatma mı lan o? Gece kuşudur onlar. Kolu bacağı kopmuş gibi ama merakıma yenilip eğiliyor ve elime alıyorum onu. Hamamböceği olmak için fazla siyah ama evin genelinde hamamböcekleri öldüğüne göre bu karafatma ise ya sürüden ayrılıp maceraya koşmuş ya da bir yerlerde karşıma karafatma da çıkabilir... Özellikle geceleri oynar bu kara çocuklar. Hazırlıklı olmalıyım. İncelemelerim sürüyor ama otopsi gerek. Levent'e fotoğraf mı göndersem?

Vazgeçiyorum bu fikirden ama çeşitli yerlerde karafatmayla da karşılaşabilirim demek ki. Bu bilgiyi cebime atıyorum. Deterjanlarıma bakıyorum. Silahlarımla bütün Beyoğlu'nu dezenfekte edebilecek kadar kuvvetliyim. Korkmuyorum, hadi gelin lan!

Cesetleri bir kenarda biriktiriyorum. Kahverengi ve siyah. Renkleri kesinlikle farklı. Birkaç saniye "hmmm" diye diye düşünüyorum. Sonra yine banyoya. Bu kez elimde boyu benim kadar olan bir çöp poşeti var. Ne var ne yoksa topluyorum. Yarım kalmış şampuan şişeleri, duş jelleri, lifler. Havlu bile askıda kalmış Ah Ozan, ah Ozan!

Telefonum çalıyor. Çıkıp bakıyorum Lale. Sınavdan çıkmış, tatlı diye yalvarıyor yine. Bu kez aklıma yatıyor ama perişan haldeyim ve gerçekten temizlik yapmak istiyorum. İstek de değil ihtiyaç. Kısa bir an Lale'yi eve çağırıp gel temizlik yapalım demek geçiyor aklımdan. Manzaraysa teras parmak ısırtır. Ben ona tatlı da ısmarlarım ama olmaz. Şimdi değil. Önce bu evi temizlemem gerek. Geçmişin tozunu alayım ki kirden pastan arınan her yer parlasın. Üstelik bu işi tek başıma yapmalıyım. Zevkle. Daha şimdiden damarlarımdan zevk akıyor. Yarın diyorum Lale'ye. Yarın buluşalım. İkna oluyor, kapatıyoruz.

Nereye dönsem? Her yer temizlenmek için bekliyor. Salondaki koltuğu örtseydi bari, nasıl toz olmuş üstü. Burayı sonra hem süpürüp hem de sileceğim, şimdilik es geçiyorum. Çöp çuvalımı alıyorum elime. Mutfağa girip elime ne gelirse içine dolduruyorum. Kaç kere yazık günah dediğimi ben saymıyorum da Allah sayıyordur. Buzdolabını açmaya cesaret etmek ne zormuş. Haşerattan korkmuyorum ama bir fare suratıma zıplasın istemem. Korkunun ecele faydası yok diyerek tutuyorum kapının sapını. Koku burnumu delip mideme dümdüz bir yol çiziyor. Öğürüyorum. Allah'ın kitabın da mı yok Ozan? Bunlar böyle bırakılır mı? Tencere var dolapta tencere! İçinde ne var demeyin, o kadarına elim varmadı da tencereyi de çöp poşetine koydum.

Çılgın şeyler geçiyor aklımdan. Hortumu çekip dolabı sulasam...

Çöp çuvalım doluyor. Ağzını kapatıp kapının önüne çıkarıyorum onu. İkinci çuvala geçiyorum. Aklıma çarşaflar geliyor. Dolapta ne varsa çamaşır makinesine tepiyorum. Çamaşır makinesi çalışıyor mudur? Ya deterjanlar? Çamaşır deterjanının son kullanma tarihi olur mu? Olsa bile ne kadar zaman olacak ki? Yokluyorum. Son kullanma tarihi yazmıyor ama üretim seri ve sıra numaraları var. Gözüm 2017 2018 yıllarını görüyor. Her şey orada bir yerde durmuş gibi. Sonrası, bütün o geçen zaman koca bir dehliz. Girsem kaybolurum. Oysa içinden çıktım. Deterjanları da çuvala atıp "yazık" diye diye banyoya gidiyorum.

Marketçi çocuk duruyor mudur? İnternetten arıyorum marketi, bulunca sevinip telefon ediyorum; çamaşır deterjanı istiyorum. Sonra aklıma bira söylemek geliyor. Nasıl olsa dün ilaç almamışım, bugünüm de şüpheli. Koyveriyorum. Soğuk soğuk iki bira istiyorum. Kapatacakken karar değiştiriyorum; üç olsun.

Çöp çuvalımı heybe yapıp banyoya dönüyorum. Dolaplarında ne varsa çuvala basket topu gibi atıyorum. Çoğu başarısız oluyor. Kendimi tebrik ederek koridora taşanları çuvala dolduruyorum. En alt çekmeceden de hamamböcekleri çıkıyor. Biri hâlâ sağ. Levent'e öldürmek caiz mi diye sorasım geliyor, kendime gülüyorum. Terliğimle "pat pat" yapıyorum. Üç hamle. Sonra silahımdaki barutu üfler gibi yapıyorum terliğe. "Allah günahlarını affetsin," diyorum böcek için. Ardından taze cesedimi de diğerleriyle beraber böcek kabristanıma bırakıyorum.

Dilimde bir şarkı var. Kırıta kırıta temizlik yapıyorum. Miley Cyrus'un Şavşat şubesi gibi Malibu söylüyorum. "But here i am" derken kalbim çarpıyor. "Next to you! Next to you! Next to you!" Burayı bağırarak söylemem anlamsız ama ben değil kalbim avaz avaz söylüyor, ne yapayım? Sus mu diyeyim, niye diyeyim ki, bağırsın garip. Ötsün ötebildiği kadar. Değil mi İskeçeli? Haksız mıyım? Kendimi terasta kuşlarla şarkı söylerken buluyorum. İşim gücüm bitmiş sanki. Kırık şezlongu ayağımla öteye itip kendime yer açıyorum. Sahnem genişlesin, sefam olsun.

Yorgunum demiştim ya, yok değilim. Dünyayı kaldıracak kadar güçlüyüm. Söylemek yetmiyor, dinlemek istiyorum. Açıyorum şarkıyı son ses. Zavallı televizyonun sesi bile benimki kadar çıkmıyor. Komşular kapıya dayanır mı? Kimin umurunda? Komşularımız değişmiş midir acaba? Köpekli kadın burada mıdır hâlâ? Cindy yaşıyor mudur? İddia ediyorum şarkıyı Miley Cyrıus benim kadar içten söylemiyordur. Nerede benim süpürgem? Süpürgeyle koşuyorum evin içinde. Bir o yana bir bu yana. Her yerin tozunu içime çekiyorum. Ciğerlerim oksijenle doluyor.

Marketçi çocuk geliyor. Hayır, o çocuk değil, değişmiş. Kimsin sen diyorum, üniversiteye hazırlanan Ömer'miş. Sivilce suratlı, bir tatlı çocuk. Sayısal konularında yardımcı olabilirim istersen diyorum. "Buradayım artık." Sonra durup düzeltiyorum; "Sözelde de yardımcı olurum." Evet, olurum çünkü hiçbir şeyi unutmadım. Türkiye ellincisiyim ayol ben, koyar mı bana dört beş sene. Hem bunlar ellinci olmamla son hava atmalarım. Hâlâ öğrenciyim, böbürlenmek serbest. Mezun olunca bitecek çalımım.

Kapıyı tişörtle açmışım. Vay anasını. Donum görünmüyor da yine de... "Aman!" diyorum. Temizliğe dön Nazike, temizliğe! Nerede kalmıştık? Çamaşır makinesini çalıştırıyorum. Kazan dönene kadar başındayım. Çünkü üç sene sonra canı istemezse çalışmaz, ayıplamam. Helal malmış, tıkır tıkır dönüyor. Evde perde olmadığından yıkama derdim yok. Yatak odası hariç. Çekip çıkarıveriyorum tülü. Her yer, her yerde. Tam deli evi. Ama dağılsın ki toparlayınca "başardım" hissi dolsun içime. Ter akıyor bacağımdan. Narin hararet yaptı. Banyoya koşuyorum. Tişörtü de çıkarıyorum. Annem gibi hem banyoyu hem kendimi yıkamaya başlıyorum. Annem zamandan ve sudan tasarruf derdi buna. Benimki dertten ve tasadan tasarruf. Artık.

Eski havluyu yıkamakla zaman kaybetmiyorum. Alıp onu sudan geçiriyor, tozunu akıtıyor ve fayansları silmeye başlıyorum. Boyumun uzanmadığı yerler oluyor. Koşa koşa bir sandalye çekiyorum mutfaktan. Üstüne çıkıp tavana dek elim erdiğince siliyorum. Kolum az daha uzasa tavana yetişeceğim. Sandalye tepesinde şarkı söyleyip tek ayak üzerinde uzanıyorum. Elbette devriliyor sandalye. Pata küte yere kapaklanıyorum. Acımayan tek bir zerrem yok. Bir yerlerim kesin kırıldı. Eminim. Çok eminim. Kısa bir süre ekranım kararıyor. Sonra açıyorum gözlerimi.

Külodum ve ben yerde yatıyoruz. Kollarımı kaldırıyorum, sağlam gibi duruyorlar. Yazı yazabilirim, sınava girebilirim, oh. Ya kıçım. Başımı sağa çevirip açık banyo çekmecesiyle yüzleşiyorum. Az daha yana düşsem kafam kesin kırılırdı. Bok yoluna ölüm ya da sakatlık. "Allah korusun," diyorum. Daah mezun olmadı. Mezuniyet konuşması yapacağım derken uzanmayayım musalla taşına. Hoca nasıl bilirdiniz dediğinde, inek bilirdik diyecek bir güruh var. Ama Ozan öyle bilmesin. Aşıktı desin. "Çok aşıktı bana." Çünkü çok aşığım. İçime sığmıyor ruhum, bütün eve doluyor. Uzanıp kafatasımı yokluyorum. Tek parça gibi. Kanamasız. Saçlarıma şükür. Yastık vazifesi görmüş.

Ama yine de Ozan duysa nasıl kızar. Haklı da olur ama ben bir anda kahkahayı basıyorum. Ölmekten korktum. Ölmek istemedim. Çünkü yaşayasım var. Yaşamak çekiyor canım. Çok.

Çekmecenin altına kadar yükselmiş sular. Bir şey yüzüyor suda. Yattığım yerden görüyorum. Kesin bir ceset daha derken elim siyah cisme uzanıyor. Tel toka. Evet, ceset diyebiliriz. Saçımdan geçip geçmişin koynunda senelerdir uyuyan bir ceset. Üç yıldır sahipsiz kalmış, burada böylece bekliyor. Belki böceklerle arkadaş olmuştur. "Üzgünüm," diyorum ona. "Arkadaşların hep ölmüş. Şimdi seni onlardan ayırmak istemem. Çünkü sen eskinin bir parçasısın." Kalkmadan çöp çuvalına basket atıyorum. Bu kez mükemmel bir sayı yakalıyorum. "Tebrikler Bahar hanım, başardınız!" Amigo kızlar tavanda benim için dans ediyor.

Bir yerlerim kırılmamış ama henüz tespit edemediğim bir yerlerim çok feci ağrıyor. Üf. Ağlayacağım neredeyse acısından. Olsun, gülüyorum. Kendime saya söve gülüyorum. Bira içiyorum. Şarkıdan sıkılıp radyoya geçiyorum. Koridorda köyden gelip ünlenememiş bir şarkıcı var. Soyunarak yapacak bu işi haspam. Mahalle yanarken şarkı söylüyor. Bir daha gülüyorum, bir daha.

Amma da oyalanıyorum iş yaparken. Beş dakikalık iş bir saat sürüyor. Oysa ne çok işim var. Evi adam etsem de iki tas yemek yapsam Ozan gelmeden... Bunu yetiştiremeyeceğimi biliyorum da buzdolabını bir temizlesem... Şarap soğutsam bari. Yanına da pizza. Terasa bir sofra kurdum mu? Ozan, kule, şarap. Mutluluktan ölür be insan! Hayır, ölmez. Ölmez de yaşar...

Hem ne doğru demiş İlhan İrem?

"Sahillere dalgalar, dalgalara rüzgârlar, rüzgârlara bulutlar muhtaç. Ben sana muhtacım, ben sana susamışım!"

Oyalan Bahar, oyalan. Sen bu dediklerini yapana kadar hamamböcekleri terasta akşam yemeği yesin! Çekçek lazım bana. Topallayarak geziyorum evde. Çekçeki buluyorum. İş başı yapacağım ama uzun saplı çekçek mikrofon olmak için doğmuş. Koridorda memelerimi sallayarak iki şarkı patlatıyorum. Sonra ne göreyim. Banyodan taşan sular koridora hücum ediyor. "Siktir!" Yanaklarıma mavi savaş boyalarımı çalıp hücuma geçiyorum. Çekçek bana hem mikrofon hem baston hem de silah oluyor.

Önce suyu banyoya hapsediyorum. Sonra gidere doğru devam ediyor saldırım. Hedefim tıkalı olup olmadığını bilmediğim gider! Oraya buraya fütursuzca saçtığım suyu ite kaka küçücük bir delikten akıtmaya çalışıyorum. Bu hassas bir iş; çok mühim, acayip önemli, dinleyin...

Seneler önce ben de öyle bir delikten öğütülerek geçtim. Tıkandım, koktum, pislikle doldum. Zor oldu ama süzüldüm. Şimdi arıtılmış su gibiyim. Kirecim yok, iyotum yok. İçilecek suyum, temiz su. Çaya katılsam deme lezzet veririm. İyiyim ben. Küçük çanağım morardı ama iyiyim. Çok iyiyim. Bu başka bir Bahar.



*





Hastaneden çıkıp Beyoğlu'na varan türlü çeşit yol var. En uzunu altı, bilemedim yedi kilometre. Hesap etsem kaç adım eder ki? Arabadan inip, arabayı olduğu yerde bırakıp koşmamak için nasıl zor tuttum kendimi... Yol akmadı. Tıpkı sabahtan beri akmayan her dakika, geçmeyen her saat, tükenmeyen hastalar ve nihayete ermeyen gün gibi; yol da akmadı. Oysa Bahar'ın evde olduğunu, beni beklediğini bilmek nasıl bir şey anlatayım mı?

Narin kuluçkaya yatınca, Âşık el mahkûm ondan uzak dururdu. Folluğa girmez, giremez, anca Narin'e yemek taşırdı. Ama kafeste bir başına duruyor mu derseniz hayır, folluktan ayrı duramazdı. Çok bilirim başını folluğa yaslayıp da uyuyakaldığını. En duygusal aşk filmlerine taş çıkartan bir sahneydi onunkisi. Aşkın kitabını baştan yazardı. Oysa ben ondan çok daha romantik bir adamım. Bunu herkes bilir. Bahar evdeyken hastanede olmak; hastaneden çıkamamak; ancak gaddar insanların bir başkasına yapabileceği bir işkenceydi. İşkenceye maruz kaldım, öldüm öldüm dirildim ve tam dakikaları sayarken trafikle boğuşmak zorunda kaldım. Düşmüşüm, bir de İstanbul trafiğinden tekme yedim. Ama ben aynı zamanda fırsatçı bir adamım. Bunu beni tanıyan herkes bilir. Nasıl mı? Onu da anlatacağım.

Ama önce şarkılar... Tek tesellim şarkılardı. Daha doğrusu sadece biri. Evet, çok sevdiğim radyoya sığınmadım bu kez. Şansa değil kalbe göre seçtim şarkımı. İlhan İrem söyledi. "Saçların sarmaşıklar, daldan dala uzanan. Uçuyorum dallarda, başımda sonsuz zaman."

Bin tekrarla; saçların sarmaşıklar, saçların sarmaşıklar, saçların sarmaşıklar... Yalnız İlhan İrem değil, İlhan İrem'den çok Ozan İskeçeli söyledi. Yolun güzel yanlarından biriydi bu. Birkaç tane daha var. İşte orada benim fırsatçılığım devreye girdi. Benim için en güzelinden başlayayım. Pertevniyal Lisesinin önündeki ışıklarda beklerken her daim çiçek satmaya çalışan kadınlar olur. Aylardır geçtiğim yolda çiçeklere baka baka boynu bükük kalmışlıklarımı bir ben bilirim. Hiç istemez miyim sevgilime bir dalla gitmeyi? "Al abiciğim sevdiğini sevindir," diyen kadınların sözleriyle gözlerim az dolmadı. Kim bilir kaç kez... Ama geçip gitti, anmanın lüzumu yok. işte o kadınlar bu kez gözümü doldurmadı. Aksine keşke bütün İstanbul'un çiçekçileri ışıklarda yolumu kesse de "Al abiciğim sevdiğini sevindir," desin diye bekledim. Bahtıma birini buldum. Daha dün Bahar'ın oturduğu koltuğu hiç sevmememe karşın kırmızı güllerle doldurdum. Her biri ayrı ayrı paketlenmiş ve sayısını bilmediğim kırmızı güller. Sevdiğini sevindirmeli insan.

Her ışıkta gözlerim onları aradı ama yoktu şerefsizler. Arabadan inip "Gelsenize lan!" demek istedim. "Ozan, Bahar'a kavuşmuş, Bahar gelmiş, siz de gelip bana çiçek satsanıza!"

Tabii Bahar bana geldi ya, kaybolmuşlar ortadan. Oysa çiçek alarak onlara hava atacaktım ben. Kırmızı güllerle avuttum kendimi. Eve en yakın tekel bayiinden soğuk iki şişe şarap aldım. Yolu uzattım ama bir de Lebon'a gidip profiterol almak istedi canım; Bahar severdi. Sabrı öğrenen kalbime işkence eder gibiydim ama nihayet kuleyi gördüğümde gönlüm ferahtı.

Meydana ayak bastığımda henüz başımı eve çevirmemişken bir de baloncu gördüm. Eski değil yeni nesildi balonları. Kırmızı folyolu kalp balonları saymaz isek bir de çocuklar için olanlar vardı. Üzerinde çizgi film karakterleri olanlardan. İçlerinden biri fazlasıyla ilgimi çekmemiş olsa bile kırmızı kalpli balonlardan alır mıydım bilmiyorum. Kucağında kırmızı güller ve şarap taşıyan bir adam için kırmızı kalp en ideali diyebilirsiniz ama hayır. Balonlardan birinin üzerinde mavi elbiseli bir prenses vardı. Tanıdığım bir karakter değil. Beni ona çeken mavi elbisesi ya da prensesliği de değil. Örgülü saçları. Bahar'ı sergi salonunda gördüğüm andan beri ilk kez aklıma düştü. Burnumda incecik bir sızı oldu Bahar'ın örgüsü. Balonun plastik sapını sevmedim; iple değiştirmesini istedim adamdan, kırmadı beni. Parasını hazır ederken başımı çevirip terasa baktım. Bahar.

Ellerini çenesinin altında birleştirmiş, sandalyede bağdaş kurmuş, öylece bana bakıyordu. Açık değildi saçları ama tutamlar akşamüzeri rüzgarında dans ediyordu. Kucağımda güllerim, elimde balonum, torbamda tatlım ve şarabımla gözlerimi onun yüzünden hiç çekmeden yürüdüm. Onun gözleri de benim üzerimdeydi. Öyle ki; binaya girmeme yakın beni göremez olunca oturduğu yerden kalkıp olabildiğince sarkıttı bedenini. Sevgilim, sevgilim, sevgilim. Saçların sarmaşıklar, saçların sarmaşıklar, saçların sarmaşıklar!

Anahtarımı hazır etmeye çalışmam yalnızlıktan alışkanlık. Oysa Bahar kapıda beni bekliyordu. İşte onu gördüğüm an gün nihayete erdi. Hastanede öğleden sonra üç doğuma girmiştim, anne karnında kaç bebek gördüğümü bilmiyorum ve gün boyu dokuz doğurmuştum. Ama Bahar'ı kapıda gördüğüm zaman tertemiz bir anneydim. Aşktı içimden çıkan.

Yalnız ben değil, o da sabırsızdı. Öyle çok sabırsızdı ki, yalın ayak çıktı kapıdan. Üzerinde kısacık bir kot şort vardı. Buz mavisi. Tişörtünde bal yiyen bir ayı. Yakasını, kollarını kendisi kesmiş besbelli, düz bile değil. Kapı eşiğinden geçip boynuma dolandı. "Gün bitmek bilmedi," dediğinde birkaç gülün dikeni omuzuma saplandı. Bu yüzden o sarılmayı saymıyorum. Gülleri aramızdan çektiğimde dudaklarına uzandım. Sıcacıktı dudakları, belli ki az evvel çay içmişti. Yeni yıkanmıştı. Saçları nemliydi. Bilindik ama doyulmadık Bahar kokusu... "Bahar," dedi dudaklarım. "Ömrümün en uzun, en çileli, en bitmek bilmeyen günüydü bu."

Peş peşe öptü dudaklarımı. Cevabı buydu. Sonra balonu aldı elimden. "Elsa mı oldum bugün?" dedi.

Elsa kimdir necidir bilmem. "Eskiden örüyordun saçlarını, görür görmez vuruldum," dedim.

"Uzuyorlar," dedi sadece. "Yine örerim." Elim saçlarında kaldı.

"Sofra hazır. Hazır dedimse pizza sipariş ettim, soğudular biraz ama henüz fırını temizlemedim, ısıtmayalım. Ayakkabılarını çıkar ama. Yerleri sildim. Hadi gel!"

Elimden tutup beni balkona çekmek istedi. O zaman burnuma sabun kokusu doldu. Temizlemişti evi. Ayakkabılarımı o istedi diye iterek çıkardım ama onun peşine takılmadım. Onun yerine ellerimdeki her şeyi bırakıp onu kucakladım. Masumca falan değildi öpüşüm. Açtım ben. Bahar'sız uzun saatler geçirip açlıktan midesi guruldayan bir adamdım. Aynı zamanda rahatsız bir ayaküstü öpüşünün peşinde de değildim. Salondaki koltuğa kadar taşıdım onu kucağımda. Koltuğa bırakıp üzerine serildim.

"O kadar mı özledin?" dedi gülerek. Özledim demek isterdim ama yetersizdi bu kelime. "Delirdim," dedim. "Acı çektim. Helak oldum. Mutsuzdum, çok mutsuz."

Elleri hep boynumdaydı. Ben bir öptüysem o iki öptü. Üçtük toplamda. Yan yanayken büyüyor mu aşkımız?

Dili, kedi dili gibi. İncecik bir yaprak. İçime çekiyorum, damakları nasıl ıslak, oysa dudakları çatlak gibi. Susuz kalmış. Nemlendirdim onları. "Ozan," dedi bir yerde. "Ozan ben seni çok özledim. Ne yapacağım sen işteyken? Öleyazarım."

Tutup ellerimi öptü. Avuçlarımın içini, dışını. Yemek de şarap da, hepsi, hepsi, hepsi bir anda anlamını yitirdi. Bir Bahar kaldı geriye. Gözlerini öptüm, yanaklarını, burnunu, en çok dudaklarını öptüm. Öyle biraz değil, çok fazla öptüm. Sonunda gözlerimi gözlerine dikince kaşlarını çattı. "En çirkin fotoğrafımı paylaşmışsın!" dedi. Öfkesi beş saniye anca sürdü. Altıncı saniye yeniden öpüşüyorduk. Sekizde Bahar kendini geri çekti. "Şarap içelim!" dedi. "İlaçlarımı almadım. Bugün içki içme serbestim var." Hiç uykum yokken nasıl da derinlerde bir yere çekti beni. Ne oldu, ne yaptı bana. Gözlerim büsbütün açılmak bile istemedi. İnce bir aralıktan onu görmek yetiyordu. Ne kalkmak istedim ne de Bahar'dan uzaklaşmak... Ama şarap teklifi cazipti. Şarap tadında Bahar, şarap soslu Bahar, şarap yatağında Bahar.

Sonunda "O zaman sarhoş olalım," dedim.

"Olalım," dedi. Benden evvel davrandı kalkmak için, beni devirmeye çalıştı, direndim, gülerken koltuğun üzerinden zemine kaydık, yuvarlandık. Düşmelere doyamadık. Emekleyerek kalktı yerinden. Ayak bileğinden son anda yakaladım, zeminde çocuklar gibi boğuştuk. Gömleğim, pantolonum, kemerim ve ben, doktorluktan çıkıp Bahar'ın oyuncağı olduk. Üzerime oturdu. Teslimiyetin en güzelini sundum ona. Sırtı dimdik, elleri karnımda. Uzun uzun baktı yüzüme. Aynı anda nefes alıp aynı anda ve aynı hızda nefes veriyorduk. Ellerim yerde duramayıp ayak bileklerinde sonra dizlerine varan yokuşlarda, tek şerit yolları andıran ince bacaklarında gezdi. Öyle bakmasa huzurla uyurdum. Öyle baktı ki, insana uykuları haram eden cinsten. Sevişmek istedim, sabaha kadar, şarap ya da ekmek aramadan, çırılçıplak ve yorulmadan.

O ise büyülü gözlerini saymazsak hareketsiz kaldı. Üzerimde kıpırdasın istedim. Kalçalarıyla kasıklarımı ezsin sonra bununla da yetinmeyip onun için ölmeye hazır erkekliğimi bacaklarının arasında dövsün... Her ne yaparsa yapsın. Hepsi bana mükafat... Bekledim. Düzkafa kafese kapatılmış bir maymun gibi kafesin demirlerine tırmandı ve çaresizce o demirlerden aşağı kayıp durdu. Hep kıç üstü oturdu, bir daha tırmandı, bir daha oturdu. Ağzından çıkan sesler öyle gülünçtü ki... Yabancı, günü mutlu sonla bitirmenin huzurluyla terasta yatıyor, yeni yeni belirmeye başlayan ayı gözlüyordu. Ben hep Bahar'a baktım. Sonunda ellerini karımdan yukarı götürüp göğüslerimde durdu, kalçalarını kaldırıp yüzünü yüzüme dayadı. Emekler gibiydi. Burunlarımız sevişti ve mutlu bir gülüşle ayaklandı Bahar. Peşine takıldım.

Terasa masa kurmuş. Kadehler masadaydı. Pizza kutusu ve bolca mum da. Bir de çay bardağı. İşini bitirince oturup çay içmiş ve kuleyle dedikodu yaparak beni beklemişler. Ulan İskeçeli, Allah'ın sevgili kulu musun?

"Romantik bir akşam yemeği olsun istedim," dedi. Gözleri masum bir arzuyla beni masaya davet ediyordu. Gömleğimin düğmelerini çözdüm. Kemerimi çıkardım. Kollarımı sıvayıp Bahar'ın sandalyesini çektim. "Arzularınız benim için emirdir," dedim. İncelikle dizlerini kırıp oturdu.



*


"Romantik bir akşam yemeği olsun istedim," dedi Bahar. Ozan önce masaya baktı. Sonra haylazca kuleye. Yaşadığı ana inanmakta zorlanır gibi bir eliyle gömleğinin düğmelerini çözüp tatlı haziran rüzgarının göğsüne dokunmasına izin verdi. Sonra hızla gömleğinin kollarını kıvırıp keyifle Bahar'ın sandalyesine uzandı. Hay hay dedi başıyla. Diliyle; "Arzularınız benim için bir emirdir."

Bahar'ın karşısına geçmeden önce koridora dönüp bıraktığı torbaları aldı. İçlerinden önce şarabı çıkardı. Hemen ardından tatlıyı. Masaya döndü. Tirbuşonu göremeyince mutfağın yolunu tuttu. Geri dönerken epeydir dinlemediği jaz sevdasının peşine düştü. Şarkı başlarken çakmağı eline almış olan Bahar'a "Şşşşt!" dedi. Çakmağı kızın avucundan alıp yüzüne çapkın gülüşüyle baktı. "Gerisi bende."

Şişeyi açtı ama servis etmeden salona girip Bahar'ın bıraktığı balonla geri döndü. Balonu korkuluk demirlerine bağlarken Bahar'ın pürdikkat kendisini izlediğini biliyordu. Yan gözle baktı ona. "Özel bir müzik tercihiniz var mıdır Nazike Hanım?" dedi. "Yoksa sizin için seçtiklerimi mi dinlemek istersiniz?"

Bahar şımarık bir omuz silkişle "Kuşlar karar versin," dedi. "Bu evdeki ilk akşamları. O kadar yol yaptı yavrularım. Gönüllerini hoş etmek lazım ki burayı sevsinler."

Bahar'ın ardında duran sehpaya konmuştu kafes. Ozan ona bakıp bir daha salona döndü. Neredeydi şu güller... Kucak dolusu güllerden ikisini eline alarak terasa çıktı. İlkini cips poşetinden bozma folyosundan çıkarıp sapını olabildiğince kısalttı. Kafesin önünde diz çöktü.

"Bu sizin için hanımefendi," derken gülü kafesin kapısına tutturdu. "Yol üstü çiçekçilerinden aldım diye özenmediğimi düşünmeyin. O çiçeklere hava atmaktı amacım. Alacağım vardı onlardan. Bugünlük idare edin beni. Seçeneğim olsa kırmızı gül almazdım ama dünyanın bütün çiçekleri size borcum olsun." İki kuş da merakla yaklaştı ona. Bahar ise sadece karşısında çok sevdiği insanlar varmış gibi tatlı tatlı, tane tane konuşan Ozan'ın yüzüne bakıyordu. Yüzünü koluna yasladı. Ozan sabaha kadar konuşsa, o da sabaha kadar izlerdi onu. Ozan devam etti.

"Bundan sonra bakî yuvanız burası. Bütün isteklerinizin başımın üstünde yeri var. Evin en kıymetli dişisi sizsiniz." Başını kaldırıp kendisini gözleyen Bahar'a göz kırptı. "Gücenmesin diye diyorum. Sen sakın alınma." Bahar bu küçük sırrı tutacağını gösteren bir göz kırpmasıyla cevap verdi Ozan'a. Ozan yeniden kafese döndü.

"Bu beyefendi sizi üzecek olursa, evvela benim kapımı çalın. Kanatlarını yolarım... Ama yok ben kendisine aşığım diyorsanız..." Bir soluk alıp Bahar'a baktı. "Aşka saygımız sonsuz. Sefasına da cefasına da... Yapacak bir şey yok, geçmiş olsun."

Ardından hedefine erkek kuşu koyup "Size gelince," dedi. "Hanımefendinin gönlünü hoş tutmak kaidesiyle dilediğinizce sevişmekte özgürsünüz. Doğacak yavrularınızın mesuliyeti de sizindir. Orası beni ilgilendirmiyor ama kızımı üzecek olursanız kalan ömrünüzü tüysüz ve kanatsız geçirme riskiniz var; bilmiş olun." Tam burada Bahar kendini tutamayıp güldü. Ozan da onun kikirtisiyle çöktüğü yerden kalktı.

Eline aldığı ikinci gülün sapını daha uzun tuttu. Bahar'dan arta kalan çay bardağının dibini yuttu. Tadı kötüydü ama umursamadı. Gülü içine oturttu. Bardağı masanın orta yerine koyup kadehlere uzandı. Sırayla doldurup birini eline aldı. Kuleye kaldırdı kadehini. Gözlerini Bahar'a dikip "Her görüşümde bir kere daha âşık oluyorum sana," dedi. Diğer kadehe uzandı Bahar. Camı en ince yerinden tutup tebessüm etti.

Bir şey demek istedi aslında. Ama kelimeleri nasıl yan yana koyacağını bilemedi. Senelerdir rüyasında bile görmediği kadar güzel ve büyülü bir andı bu. Ağzından çıkacak çapraşık kelimelerle bozmak istemedi. Bir yudum aldı bardaktan. Gözlerini örttü, şarabı ağzında gezdirdi. Eskiden Ozan yapardı bunu. İlk yuduma verdiği kıymetten. Onun gibi yaptı ve gözlerini açtığında Ozan'ı tam karşısında otururken buldu. Aynı anda derin bir nefes çektiler içlerine.

"Sanki bu evden hiç çıkmamışız gibi," dedi adam. "Her şey o kadar hayal ettiğim gibi ki... Utanmasam şurada mutluluktan ağlarım."

Bahar başını iki yana salladı. "Bana öyle gelmiyor," diye karşılık verdi adama. "Çıktık bu evden. Ben çıktım. Gittim, uzaklaştım. Sen de arkamdan yüz üstü bırakmışsın evi. Şimdi, bugün... Aynı Bahar değilim Ozan. Eskisi gibi hissetmiyorum. Daha başka türlü..." Bunu nasıl izah edeceğini bilemeyince elini kadehinden çekti. Parmaklarını iç içe geçirip çenesinin altına yatak yaptı. Gözleri kuleye kaçtı.

Bir süre sustuktan sonra "Ev de değişmiş," dedi. "Sanki yaşlanmış, sanki yorulmuş, sanki üzgünmüş." Yanağını ellerinin kurduğu yatağa serip kuleye bakarak konuşmayı sürdürdü.

"Kuşlu kolyem masamda kalmış. Ben onun yokluğunu çok çektim. Elim boğazıma gider dururdu ilk zamanlar. Bir yanım onu burada unutmamın ilahi bir adalet olduğunu söylerdi. Onun burada kalması bana işkenceyse bile ona iyilikti. Benimle gelse mahvolurdu. Yine de... Kolyeyi görünce bir heves boynuma takacak oldum ama yapamadım. Eski Bahar'dan bir şey çalmak gibi geldi, hırsızmışım gibi. Ev beni ayıplayacakmış gibi. Demek istediğim, aynı değilim ben. Daha iyi mi, daha kötü mü bilemem ama bu başka bir Bahar." Bütün ciğerlerini dolduracak kuvvette bir nefes aldı. Bir yudum şarap içtikten sonra Ozan'a çevirdi başını.

"Mutluluk dedin ya... Son yıllarımın en mutlu günlerinden biriydi bugün. Hatta sıralamada ilk üçte. Birinci ve ikinci de dünle evvelsi gün," Gülüverdi birdenbire. Teşekkür eder gibi Ozan'a bakıp devam etti.

"Temizlik yaptım gün boyu. Her yeri, gördüğüm her şeyi yıkadım, sildim, süpürdüm. Eskiyeni attım. Onlarla beraber kendimi de yıkadım. Hortumla hem de. Foşur foşur. Bir şeyleri silip süpürdükçe içim açıldı. Geçmişin tozunu pasını kaldırdım içimden. Eski fotoğrafları ayıklayıp albümlere yerleştirmek gibi bir şeydi. Hepsi birbirinden güzel fotoğraflar. İçinde sen varsın. Ben varım. Geçmişin anıları, mirası, serveti. Eski, geçmiş bitmiş. Onların arasında durmak çok güzel ama... Nasıl desem... Şimdi, şu an ne var biliyor musun? Düne bakmak istemiyorum. Akşam olsun da bir an önce Ozan'ı göreyim şeysi. Heyecan duyduğum bugün ve merakla beklediğim yarınlar..."

Lafını bitirip sözü adamın gözlerine bıraktı. Ozan ağzını açmak yerine Bahar gibi yapıp ellerini çenesinin altında birleştirdi. Omuzlarının genişliği kadar kaslarının sertliği de belirdi. Kısacık bir an aklı karıştı kızın. Ozan bunu görüp gülümsedi.

"Heyecan duyduğum bugün..." dedikten sonra "İşimin en güzel yanı ne biliyor musun?" diye sordu. Bahar'ın cevap vermesini beklemeden devam etti.

"Bebeksiz günüm geçmiyor. Bazısını anne karnında görüyorum, bazısını annesinin karnından çıktığı an. Sonra dünyada birkaç saatlikken. Daha sonrası bizim işimiz değil pediatriyi ilgilendiriyor ama ben bir kere gördüğüm bir bebeği öyle kolay unutamıyorum. İş arasında dolanıyorum annelerinin yanında. Sırf onları bir kere daha göreyim diye. Bu da yetmezse öğle arasında pediatriye gidiyorum. En favori köşem yenidoğan ünitesi." Birkaç bebek çehresini düşleyip güldü. Sonra devam etti.

"Doğrusunu istersen hastaneden çıkmamak için bir sürü bahane bulduğum bir sürü günüm oldu. Ciddi bir meşgale bulamadığım zamanlarda bebek bekçiliği yaptım. Hatta bebek fotoğrafçılığı. Ama bugün öyle değildi." Göz gözeydiler. Bahar nasıl da dikkatle dinliyordu!

"Bugün onca zaman sonra ilk kez hastaneden çıkmak ve eve dönmek için bir sebebim vardı. Dakikalar saat oldu. Saatler haftalar gibi geçmek bilmedi. Keşke o temizliği yaparken yanında olabilseydim. Bir şeyleri kazımaya, yok etmeye en az senin kadar ihtiyacım var."

Ozan'ın gözündeki pırıltılar Bahar'da can buldu. "Fırını temizleyebilirsin. İçinden fare çıkar diye korkuyorum. Cesedi tanınmaz hale gelen böcekler vardı etrafında." Bahar sırıtınca Ozan da karşılık verdi. "Olur," dedi hemen. "Temizlerim."

"Buzdolabı en zoruydu. Kahverengi saplı tencereyi olduğu gibi çöpe attım. İçine bile bakamadım. Baksam da ne olduğunu anlayamazdım herhalde. Kokusu saatlerce mutfaktan çıkmadı. Küçük odayı toparlayamadım. Yayıla yayıla iş yaptığımdan yetiştiremedim yani. Ama yatak odası, mutfak, banyo falan tertemiz. O kadar iyi geldi ki Ozan! Seansına bin lira vermeyince daha bir tatlı oluyor. Bedava terapi! İşimi bitirince de çayımı demleyip kuleyle dedikodu yaptım."

"Yeni şezlonglarımız da gelecek yarın. Demir aldım bu kez. Kırılmalara karşı dayanıklı. Yarın akşam hemen test ederiz."

Ozan sırıtınca Bahar, kadehini kaldırıp "O zaman yeni şezlongların şerefine içelim!" dedi. Yüzü her zamankinden daha fazla gülüyordu. Dedikoduyu çay eşliğinde yapsa da temizliği alkolle yapmıştı, belliydi alenen görünen dişlerinden.

Ozan kadehini kaldırırken başını iki yana salladı. Olmaz der gibi. "Yeni Bahar'ın şerefine olsun," dedi. "Henüz tanışıyoruz kendisiyle. Henüz bilmediğim çok şey var. Henüz keşfedemedim."

Bahar bir eliyle ensesindeki saçların kökünü kaşıdı. "Orası da ayrı bir mesele. Ya bu versiyonu sevmezsen... Yatak odasını temizlerken bu geldi aklıma. Ya dedim Ozan hayal kırıklığına uğrarsa... Bunca zaman beklediğim bu muydu, pü Allah kahretmesin derse?"

"Eee?" dedi Ozan kızın gözlerine bakarak. Biraz da gülümser gibiydi. "Ne olacak o zaman, onu da düşündün mü?"

"Ck," dedi Bahar. "Cevap bulamadım ama kendimi şu demirlere zincirleyesim var. Beni bu evden polis zoruyla bile çıkaramazsın."

Gülerek "Kalk aparttaki bütün eşyalarını alalım. Bir an bile çıkma bu evden," dedi.

Birbirlerine sükunetle baktılar. "Married to the blues" çalıyordu. Şarkı Ozan'ın içinde damıtılıp midesine akıyordu; şarap gibi. Kıvransa kıvranırdı, öyle bir an. Bu yüzden bir başka bakıyordu Bahar'a. "Ya," diyordu bir yanı. "Kütüphanedeki halini düşündün ama ya şu haliyle görseydin onu. İlk kez görseydim. Söz gelimi Beyoğlu'nda bir yerde oturmuş birasını yudumluyor olsaydı. Ya da kahvesini. Çay... Belki..."

Kaldırım üstüne atılmış küçük bir masaya oturttu Bahar'ı. Sağ eli çenesiyle kulağı arasında gidip geliyordu. Parmakları ince ve uzundu, kimi zaman boynuna doğru iniyordu. İlk kez saçlarının toplu oluşu hoşuna gitti. Öyle gelişigüzel toplanmışlardı ki, oradan buradan çıkan başı buyruk tutamlar hafif rüzgâra boyun eğip sallanıyordu. Ama bu toplayış onun kemikli yüzünü öyle güzel meydana çıkarıyordu ki; Ozan bir şey keşfetti. Aydınlanır gibi oldu. Bir anda. Yüz hatlarını saçlarından çok seviyordu. Saçlarından vazgeçebilirdi, yüzünün şeklinden değil. Hele bir de Bahar konuşurken yüzünün girdiği o haller. Kâh gülüyordu kâh susup kuleye bakıyor ve bu sırada çenesi havaya kalkıyordu. Bütün gün temizlik yapmışsa da masayla beraber kendisini de hazırlamıştı. Kirpikleri daha uzundu. Dudağında öpüşlerinden arda kalan hafif bir parıltı vardı. Elleri kıpırdadıkça Ozan'ın içi titriyordu.

Sanki Bahar'ın yanındaki masaya oturmuştu ve gözü on saniyede bir ona kayıyordu. Bir yolunu bulup onu tanımak, onunla tanışmak ve o masaya taşınmak istiyordu. Yalan değil, şarkı da bir kamçı indiriyordu arzularına.

"Marketteki çocuk değişmiş. Liseli bir oğlan ama çok küçük gösteriyor. Üniversiteye hazırlanıyormuş. Anlamadığın bir konu olursa sorabilirsin dedim. Öğrenciliğin bitmesi bana biraz hüzün katıyor galiba. Temizlik yaparken birkaç bira içtim. Nasıl olsa dün ilaç içmedim diye bugün de kendimi azat ettim. Temizlik bitti iki bira daha içtim. Ha sonunda gelecek pazartesi için randevu aldım Leman abladan. İki gün ilaç içmedim diye azarlamaz umarım. Bir de annemi aradım. Pazartesi için bilet aldım annemle babama... Salı akşamı mezuniyet törenim olacak. Ona gelmeleri iyi olur diye düşündüm. Salı sabah gelirler. Gelmişken iki gece kalsınlar dedim. Perşembe günü de dönerler. İlk kez İstanbul'a gelecekler. Gidip alsam mı dedim ama yok yere masraf. Annemin de biraz gözü korktu ama sonra heyecanlandı. Aslında annem tek başına bir şeyler yapamayacak biri değil. Tamam, hiç yapmamış, izin vermemişler ama şimdi izin alacağı biri yok. Hoşuna gider otobüs yolculuğu. İki gün de olsa gezdiririm onları. Daha bilet almadım dönüş için. Sana sorayım dedim. Neyi soracaksın deme çünkü bilmiyorum. Bu ilaçların en güzel yanı ne biliyor musun? Bir şeyleri çok fazla düşünmemi engelliyor. Çünkü ben neyi çok düşünsem, içinde boğulurum, sonra da başıma bir bok gelir. Bunları zaten biliyorsun. Neyse, düşünmemek en güzeli."

Sonra ağzını eliyle örttü. "Çenem düştü galiba," dedi. "Bütün gün sen yokken ne düşündüysem anlatmaya başladım. Oysa gün içinde de senle konuşur gibiydim. Çok tuhaf Ozan. Nesi tuhaf deme, var olman, yanımda olman, işten çıkıp yanıma gelmen çok tuhaf. Bak gene düştü çenem. Tamam, susuyorum. Susuyorum, sen anlat. Nasıldı günün? Hastanede bir tam günün nasıl geçiyor onu bile bilmediğimi fark ettim. Hep ben mi konuşuyorum artık?"

Ozan zihnindeki barda oturan Bahar'ın yanına bir arkadaş kondurdu. Söz gelimi Lale olsundu bu. Bahar durmadan konuşuyordu. Bir şeyler anlatıyordu Lale'ye. Lale dinliyordu. Kulağını o yana verse bile bazı konuşmaları duymakta zorlanıyordu. Bu sırada bir garson yanaşırdı masasına. Bir bira isterdi ondan hızlıca. Sonra yeniden o masaya verirdi dikkatini. Bahar eliyle çenesini örtünce çaktırmadan bakardı. Ne güzel kızdı ama!

"Keşke hiç susmasan," dedi Ozan. "O kadar çok açım ki her şeyine... Her şeyine. Ne yaparsan bana iyilik."

Bir parça utanarak başını eğdi Bahar. Orta yerde duran kutunun kapağını kaldırdı. Bir dilim pizzayı aslından koparırken "Açlık deyince..." dedi. Dilimi Ozan'a uzattı. "Bir şeyler yiyelim. Kahvaltı bile etmedim. Kafesi almak için aparta gittim, dönüşte Levent'in yanından geçtim. Kuşları emanet bırakacağım sandı, neredeyse kliniğe sokmayacaktı beni. Seni tarif etti. Kuşlara en iyi sen bakarmışsın." Sırıtarak baktı Ozan'ın yüzüne. Ozan onun elinden aldığı dilimin yarısını tek ısırıkta ağzına aldı. Bahar bir dilim de kendisi için çıkardı kutudan.

"Onun yanında bir dilim baklava yedim. Sonra bir şey girmedi mideme. Biraydı şaraptı derken... Az sonra sarhoş olmaktan korkuyorum."

Alt dudağını ısırdı adam. "Sarhoş bir Bahar fikri her zaman heyecanlandırır beni..." Biraz durup Bahar'ın bir dilimi midesine indirmesini soluksuz izledi. Pizzayı ısırırken koca koca açıyordu gözlerini. Diliyle ağzını temizlerken kirlenen parmak uçlarını havada tutuyordu. Zihninde yan masasında oturana kız patatesi kızartması yiyordu. Parmakları böyle havadaydı. Canı çekince garsonu çağırıp o da patates kızartması istedi. Beklerken bir kez Bahar'la göz göze geldi. Panikle kaçtı kızın gözleri. O da kasıtlı bir yakalanmanın sahte mahcubiyetiyle başını çevirdi.

Bahar kendisine bakmayı sürdürünce gülmeye başladı Ozan. Ne var dercesine bakan Bahar'a. "Eskiden senle oyun oynardık hatırlıyor musun?" diye sordu.

Yutkunurken başını salladı Bahar. "Cahilliğimi oyunların ardına sakladığım soru cevapları mı diyorsun? Mütemadiyen sana rezil oluşlarımı ve buna hiç doymayışlarımı?"

"Aramızdaki perdeyi kaldırdığımız zamanları, her soruda biraz daha yaklaştığımız günleri, rezil olduğunu sandığın anlarda sana sinsice âşık oluşlarımı."

Parmaklarını bir peçeteyle silerken başını eğdi Bahar. Ama gülümsediği, beliren elmacık kemiklerinden anlaşılıyordu. "Yapma ama..." dedi. "Çok aptalca şeylerim de vardı. Fütursuzca sorar, hemen ardından da deli gibi pişman olurdum. Buna rağmen sen istersen aynı aptalca sorularıma yenilerini eklerdim. Senin isteyip de bana yaptıramayacağın bir şey yoktu ki zaten."

Ozan da Bahar'la aynı renkte gülüyordu. "Ama ben benim yanımda aptallaşmanı seviyordum. Hatta senin yanında özgürce aptal olmayı da çok seviyordum. Mesela şimdi de öyle bir şey var aklımda."

Merakla gözlerini Ozan'a dikti Bahar. Elindeki dilimi bırakıp ağzını temizlemeye çalışırken gözleri daha da büyüdü. Bu ilgiyle anlattı Ozan.

"Dün sahilde kütüphanede karşılaşsaydık nasıl olurdu demiştik ya... Hani nasıl tanışırdık diyorduk... Kafamda bir sürü senaryo vardı seninle tanışmamıza dair. Şimdi de başka bir Bahar'dan bahsettin. Yeni bir Bahar'dan. Zihnimi tutamıyorum, kendisi şu an bu yeni Bahar'la şu sokaklardan birinde tanışmaya çalışıyor..."

İşittiğiyle gülüverdi Bahar. Ozan'ın eliyle gösterdiği yere, kuleyi kesen sokaklara bakındı. "Nasıl?" dedi hevesle. Ozan zihninde her ne görüyorsa, onu görmek istedi.

"Sokaktan geçerken gördüm seni," diye söze girdi Ozan. "Lale ile oturuyorsun. Önünde bir bardak bira var."

Bahar televizyonda en sevdiği filme tesadüf etmiş gibi mutlulukla bir bacağını bedeninin altına çekti. Elinde pizzasıyla film izliyordu. Ozan bu duruşu işaret eder gibi konuşmayı sürdürdü. "Küçücük bir iskemleye oturmuş, ayağının birini de böyle altına çekmişsin. Bir şeyler anlatıyorsun hiç durmadan. Güneş batmak üzere ama son ışıkları eğildiğin zaman yüzüne vuruyor. Saçların açık değil. Böyle toplamışsın. İnanır mısın, ilk kez saçından önce yüzüne vuruluyorum. Hatta sesinden sonra ilk dikkatimi çeken şey çenen oluyor. Hararetle konuşurken onu devamlı kaldırıyorsun. Dünyanın en güzel yüz hatları. Bir de ellerin var. Hiç durmadan hareket ediyor. İzlerken çıldırtıyor insanı."

"Hı!" diye bir ses çıktı Bahar'ın ağzından. Eli fark etmeden kadehe koştu. Bir yudum aldı. "Sen ne yapıyorsun orada?" dedi. "Esnaf mısın, garson musun, necisin?"

Gülerek "Ben..." dedi Ozan. Tekleyecek oldu ama hemen sonra toparladı. "Ben hastaneden çıkmış evime dönmeye çalışıyorum. Alt tarafı sokaktan geçen bir avareyim. Kuş yemi alacağım. Şurada veteriner bir arkadaşım var, ona uğrayacağım. O yüzden sokakta yürüyorum ama seni gördüğüm zaman ayaklarım yavaşlıyor. Daha doğrusu önce sesini duyuyorum. Bir şey seni heyecanlandırmış. Durmaksızın konuşuyorsun. Yarım yamalak duyuyorum sözlerini. Bir şeyleri temizlemişsin, gün boyu temizlik yapmışsın. Sesine bakıyorum, saçların mavi. Hem de bir değil birkaç mavi. Birkaç tutam dökülmüş ardına. Kıvır kıvır. Aklıma bir şarkı geliyor. Saçların sarmaşıklar, saçların sarmaşıklar... Dilime onu dolayıp yürürken sesine dönüyorum ve evreka!"

Son kelimeyle kocaman bir kahkaha attı Bahar. ama öyle merakla dinliyordu ki, devam etsin diye susturdu dudaklarını. Ozan ise ağzını şarapla ıslatarak devam etti.

"Yola devam edemiyorum. Hem anlatışın hem anlattığının merakı, bir yanda saçların, bir yanda yüzün. Yürüyüş bandında yürür gibi, adım atıyorum atıyorum, ilerleyemiyorum. Bunu anlayınca telefonumu çıkarıp oyalanıyorum sokağı karşısında. Bir gözüm sende ama. Beyoğlu'na çok yakışıyorsun ama daha evvel seni burada görmemişim. Sokaktan başka kızlar geçiyor, onları boyluca kesiyorsun."

"Ya!" diyerek serzenişle araya girdi Bahar. Ozan aldırmadı ona.

"Gülüyorum bu haline çünkü erkeklere bakmıyorsun. Baksan tam karşında ben varım. Bir kere bile göz göze gelemeyince canım sıkılıyor ama yürüyüp gitmiyorum. İnat değil mi, oturuyorum hemen yan tarafında duran küçük masaya. Başka bir mekân olsa yan yana bile oturduğumuz düşünülebilir. Öyle yakınız. Ben otururken şöyle bir çeviriyorsun başını. Göz göze geliyoruz ama hemen dönüyorsun önüne. Bir de heyecandan olsa gerek indiriyorsun altına çektiğin ayağını..."

Bahar fark etmeden ayağını indirdi ama Ozan susmasın diye bir şey demedi. Heyecanlıydı bu film.

"Ben yalnızca seni dinliyorum. Bir de senle tanışmanın yolunu arıyorum kafamda. Dönüp doğrudan merhaba desem çok mu tuhaf olur? Öyle diyeceksem bile birkaç kez bakışmamız gerek. Dikkatini çekebilir miyim acaba? Nasıl çekerim? Kaç yaşındasındır? Yirmi diyorum kafamdan. Yüzün çok genç. Beyazlığın parlıyor, tek bir kırışık yok ki üstünde. Pizza yerken susuyorsun bir tek. Bir kırıntı düşüyor ağzından. Bacağına çarparak yeri boyluyor. Tam o sırada ne görüyorum?"

Elini bacağına götürdü Bahar. "Narin..." dedi.

"Narin ya! Çıldırıyorum. Sapık gibi bakıyorum bacağına ve bunun farkında değilim. Önce şekli anlamaya çalışıyorum, anlayınca sevesim geliyor. Tam bir sapık. Bir yandan hadi oğlum diyorum. Bir şey bul da salça ol yan masaya. Kalkıp gitseniz ne bok yiyeceğim. Bir daha nerede karılaşacağım seninle? O sırada sen mezuniyet diyorsun. Yaşın meydana çıkıyor. Birkaç temelsiz fikir daha... Ne okuyor olabilir. Oysa ne önemi var ama işte. Çok bakıyorum Narin'e. Göz göze geliyoruz. Çekmiyorum gözlerimi. Sen kaçırıyorsun onları. Panikliyorum ama bir yanım mutlu çünkü bana baktıktan sonra ne diyeceğini karıştırdın. Unuttun. Kelimeler kısa bir an uçtu gitti. Ne diyordum diye döndün önüne. Annenler gelecekmiş, nereyi gezdirsem diyorsun. Anne deyince bir kere daha bakıyorum sana. Gözlerin bana değip önüne dönüyor. Bu kez ben panikliyorum. Çok mu ileri gittim... Garsondan birayla patates kızartması istiyorum. Bak sözde eve gidecektim, gittikçe yerleşiyorum yanına."

"Koskoca İskeçeli mahallesindeki bir kızla tanışamayacak ha..."

"Yeni İskeçeli bu," dedi Ozan. "Senin bildiğin, bildiğini sandığın değil."

"Nasıl tanışacaklar bu hikâyenin sonunda?"

"İskeçeli'nin derdi de bu ya... Kız bakıyor ama sinyal vermiyor. Verse, bir yol arayacak."

"Aptal mıdır nedir canım o kız da... Yanına böyle bir adam oturacak da kayıtsız kalacaksın, ahmak."

"Kayıtsız demedim!" dedi omuzlarını dikleştiren adam. "Her seferinde biraz daha uzuyor bakışmalarımız. Hatta merakını cezbediyorum ki yediğime içtiğime, telefonuma bakıyor. Sanki ekranında bir kız resmi görecekmiş gibi..."

"Belki instagram hesabını görmeye çalışıyordur."

"Valla mı?" dedi Ozan. Hevesli çıkmıştı sesi. "O kadar merak etmiş midir beni?"

Dudağını büküp "Ben merak ederdim," dedi Bahar. Biraz daha şarap kattı içine. "Hatta bakışlarınla beni ikna edebilirsen tanışma işine katkı sağlardım."

Keyiflendi Ozan'ın yüzü. "Nasıl?" dedi. Bahar omuz silkerek "Ateşin var mı diye sorarım belki. Sigara isterim. Telefonunu kullanabilir miyim derim."

Şüpheyle baktı Ozan. "Yapar mısın?"

"İnsanlarla tanışmak eskisi gibi zor gelmiyor bana. Sadece gerek duymuyorum. Yoksa ilaçlarımı almışsam merhaba ben Bahar bile diyebilirim. Adını sorarım. Dikkatimi çektiğini söylerim."

Peş peşe yutkundu Ozan. "Yalnız," dedi sonrasında. "Sen bir adım atarsan, ben koşarım, tutamazsın. Az sonra kendini bu terasta şarap içerken bulursun."

Bu kez dudak büktü Bahar. "Hızlı başlarsak aynı hızda tükenmez miyiz? Tek gecelik mi olacağım ben?"

Oysa bu eve adım atan Bahar, -eski Bahar- hiç böyle düşünmezdi diye aklından geçirdi Ozan. Buraya geldiği ilk akşamı düşündü. Gülümsedi. "Şarap içecektik burada ama sen tuttun merhabadan sonra bizi aynı yatağa soktun!"

Bahar birkaç kez gözlerini kırptıktan sonra Ozan sırıtmaya başladı ve bu hâl Bahar'ın "Seninle oynanmaz!" diye kükremesine sebep oldu. "Geçmişi tek gecelik ilişkilerle dolu olan sensin ama ben merhabadan sonra yatağa giriyorum öyle mi?"

"Ama o eski Ozan! Taş Devri'nin Ozan'ı! Sen onunla hiç tanışmadın ki! O senden çok daha önce göçüp gitmişti."

"Haklısın," dedi bu kez Bahar. "Benim tanıdığım bir üst modeldi. O sanırım tatlı tatlı sohbet etmeden yatağa girmezdi. Başka detaylar da olmalı ama bilmiyorum."

Bir kez daha sırıttı Ozan. "Seninle bütün soru cevap oyunlarımız bir yatağın etrafında dönüyor," dedi. Arsızdı gülüşü. "Ve ben bunu çok seviyorum."

Aslında çemkirecekti Bahar. Edebileceği bir sürü laf vardı Ozan'a. Yan çizebilirdi, mızıkçılık yapabilirdi, daha neler neler... Ama Ozan öyle güzel güldü ki, bir şeyler için Ozan'ın hareket etmesini beklemeden yerinden kalktı. Kadehinden bir yudum aldı. Farkında olmadan çalan şarkının ahengiyle ağır ağır sağa ve sola döndürdü başını. Bukleleri sallanıyordu, Ozan severdi bunu. Bir kere daha savurdu başını ve sonunda bir elini Ozan'ın omuzuna kondurarak ona yanaştı. Ozan başını çevirerek tam ardında duran Bahar'a baktı. Elleri omuzlarında durdu, olduğu yeri sıkar gibi oldu. Gözlerini yumdu, başını Bahar'ın karnına yasladı. Omuzundaki ellerden birini kendi göğsüne çekti. Bahar'ın avuç içi göğsüne dokunduğunda dudaklarından bir inilti yükseldi.

Bahar eğilmiş olmalıydı çünkü saçları kulağına dokunuyordu. Yine de gözünü açmadı. Ta ki bir sıcaklık kulağına sokulana dek. "Yemekten sonra sevişir miyiz?"

Ne saçma soruydu bu! Ne ahmakça, ne aptalca, ne, ne, ne... Ne güzel bir soruydu bu! Peş peşe yutkunurken sağ elini, sağ yanında duran Bahar'ın rast gele bir yerine uzattı. Başının ardında olduğunu anlayınca kızın yüzünü kendi başına yasladı ve bir süre iki tenin birbirine sürtünmesine izin verip "Şu an romantik bir akşam yemeğinin ortasındayım. Üzgünüm," dedi. Ama bunu derken bile göğsünde duran eli aşağı çekiyordu.

"Rahatsız mı ettim?" dedi Bahar'ın kendini beğenmiş sesi. Ona inat başını bir aşağı bir de yukarı salladı Ozan.

Tam da Ozan'dan uzaklaşacakken adamın iki eli Bahar'ı olduğu yerde tuttu. Gülüşleri kuşların cıvıldamasına sebep oldu. "Koynuma gelsene," dedi Ozan. Bahar bu isteği ikiletmeden adamın bacaklarının üzerinde buldu kendisini. Önce yanlamasına oturdu. Rahat edemeyince bir bacağını öte tarafa atıp Ozan'la yüz yüze geldi. İkisinin de elleri birbirinin yüzünü seviyordu. Dayanamayıp Ozan'ın dudaklarına sokulan Bahar oldu. Önce dudaklarının altından öptü adamı. "Bütün gün bunu hayal ettim," dedi. Sonra ekledi. "Bütün oyunlarımızda hep bunu hayal ederdim."

Bahar'ın toplanmış saçlarını tutup yüzüne bastırdı Ozan. ıskaladığı bütün hayallerin hırsıyla karşılık verdi Bahar'a.

"Yarınlar.... Heyecan duyduğun bütün yarınların içine Ozan'ın sana yapacaklarını da ekle. Öptüklerini, okşadıklarını, doyuracağı bütün o duyguları..."

Bahar yutkundu. Bir parça geri çekti kendisini. "Bir şey daha var..." dedi. Gözlerine baktı Ozan'ın. "Bugün bütün o eskileri atarken bir şeyleri içimde tutmaktan ne kadar rahatsız olduğumu fark ettim. Ben bazı şeylerin içimde taş gibi kalıp kurtlanmasını, çürümesini, böceklerin yemi olmasını istemiyorum. Seninle konuşamadığım herhangi bir şeyin içimde kalmasını istemiyorum."

Bahar'ın ağzından gelen alkol kokusuyla kızın dudaklarına bakarken, elleri iki yandan saçlarını okşuyordu. Devam et dercesine gözlerine bakıp parmaklarıyla yanaklarını sevdi. Oldukça kısık sesiyle "Bunu ben de istemiyorum," dedi.

"O masada oturan Bahar; hani tanışmak için can attığın... Onun dününde saçma sapan hataların yaşanmışlıkları var. Mutlulukları kadar üzüntüleri, pişmanlıkları var. Onunla tanışmak demek, bütün o saçmalıklarla da karşılaşmak demek. Bunu yapabilir misin?"

Gözleri Bahar'ın her yanında dolandıktan sonra başını salladı Ozan. "Çünkü ben bunu da düşündüm. Araba kullanabildiğimi sana söylerken etime dikenler batsın istemiyorum. Ne bileyim bir şarkıyı Amerika'da duydum derken korkmak istemiyorum. Bir yerde Oktay adını duyduğumda başımı eğmek istemiyorum."

Oktay adıyla elleri hareketsiz kaldı adamın. Gafil avlandı. Bahar'ın gözlerine bakakaldı. Ne diyeceğini de bilemeyince... Bahar'ın dudakları aşağı sarktı. Ama girdiği yoldan geri de dönmedi.

"Çilek Sokaktaki dükkanları çok seviyorum," dediğinde Ozan'ın hareketsiz kalan parmakları yeniden kızın tenini sevmeye başladı. "Ne ararsam misliyle orada var. Çoğu dükkânın önünde de yığınla askı. İndirimdekiler. Aslında indirimde olmalarının bir sebebi var. Ya saçma sapan bedenler kalmış oluyor ya da defolu ürünler. İçeride sağlamı iki yüz liraysa kapının önündeki otuz kırka düşüyor. Bir söküğü, yırtığı ya da lekesi oluyor falan. Kabul eden öyle kabul edip alıyor. Dün özür dilerken kendimi onlardan biri gibi hissettim ve bu duygunun tadı çok kötü. Bozuk bir şey yemişim gibi. Ozan ben defolu değilim. Yaşadım ve acısını en çok ben çektim. Seni çok üzdüğümü biliyorum ama ödeyebileceğim başka bir bedel yok."

"Şşşş!" diye bir ses döküldü adamın dudaklarından. Bahar bir an için ağladığını sandı ama hayır, ağlamıyordu. Aksine içinde bir yerlere hortum tutmuş gibi iyi hissediyordu. Yıkanıyordu arta kalan duvarlar. Foşur foşur. Kireçsiz su. Tertemiz. Hortumu parmağıyla sıkıştırıp var gücüyle isabet alırken bir kez daha ve kararlılıkla "Ben defolu değilim," dedi.

Ozan onun gözlerine bakarak "Değilsin," diye tekrar etti. Sonra korkarak "Öyle mi hissettirdim?" diye sordu. Samimiydi korkusu. Bahar bunu görünce "Hayır," dedi. Sesi alçak ve sakin... "Sadece içimden geçenleri söylemek istedim. Şimdi her yer, her şey tertemiz oldu."

Ozan ürkekçe salladı başını. Bahar'ın bir elini çekip dudaklarına götürdü. Öptü, öptü ve sonunda "Sabun kokuyor," dedi. "Mis gibi."

Bu kez Bahar'ın elleri sevdi adaman yüzünü. Ozan gözlerini örtüp yüzünü Bahar'ın ellerine bırakırken bir yandan dudakları aralandı.

"En çok aklından her ne geçiyorsa, olduğu gibi anlatmanı özlemişim. Sesini, senle beraber büyüyen cümlelerini, değişen ve değişmeyen her şeyini seviyorum. Benim üzüntüm bunlar olurken yanında olamamak. Bunun için de seni suçluyor değilim. Başka türlü hissettiriyorsam, biraz zamana ihtiyacım olduğundan. Senlik bir mesele değil bu. Benim çözeceğim bir şey."

Gözlerini açtı. Bahar'la birbirlerine baktılar ve kızın yüzü güldü. "Yanımda ne var biliyor musun?" derken Ozan'ın kucağından inip koşar adım içeri girdi. Parkeleri döven ayakların güm güm sesiyle derin bir iç çekti Ozan. Bahar az sonra elinde bir defterle geldi.

"Bundan bir sayfa okuyacağım," derken sandalyesine oturdu. "Bunu sensiz yapabileceğimi sanmıyorum. O yüzden en doğru zaman bu."

Ozan bir kabulle yumdu gözlerini. Şarabından bir yudum aldı. Bardak boşalınca şişeye uzandı. Günü gününe yazmış değildi ama o defterdeki her şey Bahar'sız pişen bir adamın güncesiydi. Neresine tesadüf edeceklerini bekledi.

Bahar defterin karnını açtı, bir yerde durdu. "2019, 29 Ekim" diyerek tarihle açılış yaptı. Ozan'ın gözlerine baktı. "Biliyor musun o tarihte ne yazdığını?" dedi. Ozan birkaç saniye sonra gözlerini yumarak karşılık verdi Bahar'a. Güldü, kuleye çevirdi başını. Tatili unutup gökyüzü yere inerken sağlık ocağına gitmişti.

Bahar diliyle dudaklarını ıslatıp satırlara eğildi. Bir yandan kendi zamanını düşünmeye çalışıyordu.

"Canını yediğim Trabzon, her güne bu kadar gözyaşını nasıl sığdırabilirsin? Hafriyatçıdan aldığım sarı inşaat botlarımla sağlık ocağına giderken bile botlarımın içinde balıklar yüzüyor sandım. Aynanın önünde iki dirhem bir çekirdek hazırlanıp su değmemiş tek bir zerrem kalmadan aile hekimliğine gittiğime mi yanayım, yoksa resmî tatilin ne olduğunu unutacak kadar tekdüze geçen hayatıma mı?

Bir de anahtarla girdiğim sağlık ocağında hemşirenin gelmeyişine bozuldum ya, işte tam bu anı eve dönüp Bahar'a anlatmak istedim. Nasıl gülerdi bana kim bilir? Özenle şekillendirdiğim saçlarım alnıma yapışmışken karşıma geçip elma ısırarak "Sen burayı İstanbul mu sandın İskeçeli?" derdi. "Tarak yoktur bu insanların evinde, kime çalım satıyorsun?"

"Sana," demek isterdim. Böyle dersem elma Bahar'ın boğazında kalırdı, daha da laf sokamazdı bana, tıpış tıpış çıkardı odadan. Zafer benim ya devam ederdim. "Sen beğen beni, sen olmuş de, yakışıklısın de, o bana kâfi." Der miydi bilemedim. İnadı tutarsa demez, yüzüme bile bakmaz. Gafil avlamam gerekir onu. Belki elinden elmasını çalarım, kalkıp yenisini almaya üşenir, benle dalaşır... Hayalimdeki evde Bahar'la gül gibi yaşayıp gidiyoruz.

Pencereden izlediğim fındıklık sular altında kalırken aklımda bunlar vardı. İki gıdım yağmur yağsa ödü kopan Bahar senelerce nasıl yaşamıştır bu deryanın içinde? Oysa ben nöbetçi olduğum geceler yağmur yağıyorsa bile diken üstünde dururdum. Çoğunda Bahar'ı arayıp o uyuyana dek telefonda saçmalardım. Arayamamışsam aklım onda kalır, uyumuşsa içim rahat ederdi, ferahlardım. Evdeysem ne mutlu. O korkudan tir tir titrese bile koynumda sakinleşirdi. Sımsıkı sarılırdım ona. Gık demezdi. Kimi zaman nefessiz kalacak diye korkardım. O ise yüzünü göğsüme gömerdi. Yahut yastığına sarılır ve sırtını bana dayardı.

Hâlâ korkuyor mudur yağmurdan? Korkuyorsa nasıl sakınıyordur ondan? Cevapları genzimi yakan sorularla boğuştum; kendi kendimi yedim.

Öğleden sonram böyle geçti. Yağmur, sanki aklımın dağılmasını istemez gibi kuvvetinden bir an bile taviz vermedi, bunu gören elektrik daha fazla direnmeden evi terk etti. Işık zaten kesattı ama pencerenin önünden çekilip mum yakmak da zor geldi. Onun yerine perdelerimi aralayıp yatağıma uzandım. Gök gürledi, yağmur düştü, yıldırım parladı. Sonsuz bir döngüde gerçekleşen bu hadiseleri yattığım yerden izledim. Telefonum bir kere bile çalmadı, kalkıp yemek yapmadım, var olanı da yemedim. Ölüm sessizliğinde bir gündü.

Bir ara yerimden kalkıp ders çalışayım dedim; not kâğıtlarından gemi yaparken buldum kendimi. Kucağıma topladığım gemileri evin önüne kurulmuş denizde yüzdürmek istedim. Kıçları suya değdiği an alabora oldular. Kabahat yağmurun mu, gemilerin mi, onları suya indirenin mi bilemedim. Biri aktı gitti hanemden. Dağılmadan varır mı gideceği yere? Ardından baktım kaldım.

Elektrik az önce teşrif etti. Birkaç satır yazıp birkaç satır okuyayım diyorum.

Ama bir yanım hâlâ çaresizce kapımın çalmasını bekliyor. Hayır, Bahar kapıma gelir diye değil. Bunun olmayacağını kabullendim. Ben bir yerde bir hasta olsun, birileri beni alıp ona götürsün diye bekliyorum. Avucumdan bir şifa çıksın, birini iyi etsin ve ben de bu yolla derman bulayım. Yoksa hiçliğin içinde var olmak ne zor şey."

Bahar son satırla beraber, bu defterden birkaç sayfa bile okuyamayacağını anladı. Hayır, bin bir güçlükle hayatta tuttuğu kalbinin bu satırlara, bu zamanlara dayanması mümkün değildi. Defteri örtüp köşesinde duran "Dr. Ozan İskeçeli" işlemesine dokundu. Dolan gözleri taşmasın diye akın eden yaşları geri gönderdi. Bir daha gelmeyeceklerine emin olduğu zaman başını kaldırdı. Kendisini öylece izleyen adama bakıp "Sanırım bir sayfa daha okuyamayacağım," dedi.

Başını sallayarak "Pek mutlu zamanlar değildi," dedi Ozan. Bahar da onunla aynı hızda salladı başını. Kendi kendisiyle konuşur gibi "Beni unuttuğuna emindim," dedi. Sonra peş peşe yutkunup iki derin soluk aldı, onları bir süre içinde tuttuktan sonra kuleye baktı. Ardından yerinden kalktı. Biraz evvel oturduğu kucağa döndü. Ozan'ın elleri sanki Bahar düşecekmiş gibi, düşmesin diye kızın belinden tuttu. Alınları birbirine yaslandı. Bu an, insanın uyumak için yastığına huzurla başını koymasını andırıyordu. Zira ikisi de geçmişin huzursuzluğu üzerine güzel bir uyku çekip bugüne uyanmak istiyordu. Bir süre sustular ve Ozan'ın gülüşüyle gözleri açıldı. Bahar bu gülüşün sebebini sorar gibi baktı Ozan'a. Ozan hem açıklamak hem de güldürmek istedi.

"Şu bizim çocuklar..." diye girdi söze. "Hangi çocuklar?" dedi Bahar.

"Yeni tanışanlar işte. Yeni Bahar ve Yeni Ozan. Bildin mi?"

Hem güldü hem de "Bildim," dedi Bahar. Ozan devam etti. "Yeni Ozan bütün çekiciliğini kullanarak kızı evine çekmeyi başarmış. Evin kule manzarasını kullanmış şerefsiz, kız da onun masum yüzüne kanmış. Birlikte gelmişler eve. Ozan en kıymetli şarabını açmış. Bir şişeyi devirmişler. Ama kız kalkıp gitmekten bahsedince Ozan bir çakal taktiğiyle tutmuş Karadeniz günlüğünü koymuş kızın önüne. Eh, Ozan'ı bilirsin. Ağzı laf yapar. Kız açmış defterden bir sayfa okumuş. Ağladı ağlayacak. Ozan'ın derdi de kızı evde tutmak..."

"N'apacakmış kızı evde tutup?"

"Bir öpücüğe razı. Ama bir öpse devamı da gelir diye umutlu. Ha ama öpmek istiyorum diyebilir mi, bazı çekinceleri var. İçeri girelim derse kız yanlış anlar diye korkuyor. O yüzden sabaha kadar terasta oturmak gibi bir planı var."

"Ozan'a tavsiyem, Leman ablaya gelsin de benim ilaçlardan alsın. Çok düşünüyor."

"Öpsün diyorsun yani öyle mi?"

"Hiç düşünmesin hem de."

Ozan, Bahar'ın dudaklarına baktı. Sağ eli kızın çenesini tutup kaldırdı. Her zamanki gibi değildi bu öpüş. Önce tüyden hafif bir dokunuşlar alt dudağına kondu kızın. Varlığıyla yokluğu anlaşılmayan iki dokunuş arasında nefes verdi. Bahar onun bıraktığı sıcak soluğu içine çekerken rüzgâr ters esti, Ozan'ın kokusu burnuna doldu, gözlerini örttü. Bacakları olduğu yerde kıpırdayıp mümkünmüş gibi daha çok sokuldu adamın bedenine.

Ozan aynı tesirli dokunuşu bu kez Bahar'ın üst dudağına bıraktı. Bahar'ın dudakları yeterince aralandığında diliyle o küçük boşluğa girdi. Omuzlarında gezen ellerin göğsüne indiğini hissetti. Bahar'ın iki avuç içi, iki göğsünün ucunu örtüyordu. Parmakları açıktı. Sol elinin baş parmağı aşağı ve yukarı hareket ediyordu. İçinden "İşte burası," dedi Ozan.

Konum soranlara vereceği adres burasıydı. "Bahar'ın avucunu göğsüme dayadığı yerden başparmağını uzatabildiği noktaya kadar. Başka bir deyişle göğsümün ucunu merkez kabul edersek otuz derecelik bir açıyla kuzeybatıya doğru çizilecek bir ışın..." Âşık burada yaşıyordu.

Bahar'ın diliyle karşılaştı, selamlaştı, öpüştü, sevişti ve bir nefes kadar ondan kopup kendine "Âşık'ın yeri burası," dedi. Ömürlük yuvası için yer arayan bir müteahhit gibi mutluydu o an. Eli Bahar'ınkinin üzerine kondu. Diğeri Bahar'ın belini kavradı. Sakince değil deli gibi öpmeye başladı kızı. Dudakları sokakta el ele yürürken buldukları ilk diskoya girmişti. Çılgınlar gibi dans ediyordu ve bu Bahar çok tehlikeliydi. Tehlikeliydi çünkü dans ederken elleri hiç uslu durmuyordu. Âşık'ın arsasını örten değil, diğeri. Sağ olan.

O, Ozan'ın göğsünden inip usul usul pantolonunun beline asılıyordu. Ayakta olsalar çoktan inerdi o kumaş ama oturdukları yerde Ozan'ı kıvrandırmakla meşguldü.

Sonunda iki yaramaz dil diskodan kan ter içinde çıktı. Bahar kendi çocuğunu toplayıp peş peşe yutkundu. Ağzında yalnızca Ozan'ın tadı vardı. Kendi dilini şeker gibi yalamak ister miydi insan? Bahar istedi. Sonunda "hadi oynayalım" der gibi bakan Ozan'ın bedeninde gezintiye çıktı elleri. Bu okşanmalar dert değildi. Hoşluk katıyordu bedene. Ama Bahar, tehlikeli bir cisim olduğu için iki elini Ozan'ın göbeğine bıraktı. İki el, oradan aşağıya yavaş yavaş kayarken adam bir kaşını kaldırdı.

"Oyun mu oynuyorsun bana yine," dedi.

Kırılan şezlongun yerine baktı Bahar. Güldü. "Ck," dedi. "Tenin çok güzel. Dokunmak hoşuma gidiyor sadece."

Tutulan boynunu gevşetmek ister gibi kıvrandı Ozan. Gözleri bir açıldı bir kapandı. Sonunda örtülü gözlerle konuştu. "Aşkımı sömürüp beni orta yerde bırakacaksın, biliyorum. Ama gururlu bir adam gibi buna karşı çıkacağımı sanıyorsan çok yanılıyorsun. İstediğin gibi kullan beni. İstediğin oyuna alet et..."

Bahar alçak sesle güldü. "Oyun değil," dedi bir daha. "Biraz içki tesirindeyim. Biraz sarhoş olma arzusundayım. Bir de Ozan etkisi..."

Sabırsızlık çarptı adama. Çocuk gibi istekli, hevesli ve başına gelecek her şeye razıydı. Boynunu bir kuş gibi uzatma çabası bundandı. Ona bakarak derin bir soluk aldı Bahar.

Ozan gözlerini açınca "Bence," dedi gözlerini Ozan'ınkilerden ayırmadan. "Avucundan çıkan son gemi parçalanmadan ulaştı yatağına. Yüzdü, yüzdü, yüzdü ve İstanbul'a geldi. Şurada gördüğün kız, yeni Bahar, o gemiden indi, sonra seni buldu. Kaşına gözüne vurulmuştur elbette ama bence en çok kokuna âşık oldu." Eğilip burnunu Ozan'ın burnunun yanı başına getirdi. Kokusunu içine çekip geri çekildi. Parmakları Ozan'ın gözlerine uzandı.

"Sonra şu gözlerine kandı, ağzından çıkan her söze inandı, gülüşünle aklını yitirdi, çukura düşmemek için çok dikkat etti ama bunu yaparken hep senin yüzünü tavaf etti."

Parmakları adamın yüzünde gezerken "Gezdikçe sevdi bu teni," dedi. "Hatta sevmek hafif kalıyor. Bence bu kız sana çoktan âşık olmuştur Ozan. İstesen bile bu evden gitmez, gidemez artık."

Şehvetli bir tebessüm vardı Ozan'ın yüzünde. Bahar'ın alçak, kendinden emin ve bir ucu yanan sesini dinliyordu.

"Bence yeni Bahar, bu evi, bu terası çok sevmiştir. Burada oturmaktan, seninle konuşmaktan hoşnuttur ama bir yanı içeri girmek için can atıyordur."

Gözleri birbirlerinin üzerinde gezerken son bir kez "Bence," dedi Bahar. "Bence yeni Bahar, seninle hiçbir sınır olmadan sevişmek istiyordur."

Korkuluğa bağlanmış balon rüzgârla uçuştu. Kafesteki kuşlar aynı anda bir şarkı tutturdu. Matt O'Ree söylüyordu. Something to say.



*



"Çarptık!" dedi Bahar'ın gülüşlerinin arasında kaybolan sesi. Ozan ona bir zarar gelecekmiş gibi bir elini Bahar'ın sırtına koydu. Öpüşmek bu denli tatlı olmasa, üç adım yolu ayaklarının üzerinde gidebilirlerdi. Yahut öpüşmek bunca vazgeçilmez olmasa biri başını çevirip yatak odasının ışığını açabilirdi. Yine öpüşmek bu denli tatlı olmasa, kendilerinden geçip kapıya çarpmazlardı. Ama öpüşmek öyle tatlıydı ki, çarpa döke yatak odasına girebildiler. Işığı açmadılar ve bedenleri yatağa devrildiğinde dudakları hâlâ bir aradaydı. Nefes almak için birbirlerine müsaade ettikleri anlar bile saniyelerden ibaretti.

Bahar gözlerini açtığında -açabildiğinde- Ozan'ın bedeninin yamacındaydı. Dizlerinin üzerinde kaykılan adam düğmeleri çoktan çözülmüş gömleğini çıkarıyordu. Gözleri karanlıktan hoşnut olsa da, Ozan'ı daha iyi görebilmek için ışığın açık olmasını istedi. Ama kalkıp bir düğmeye basmak ya da bunu Ozan'dan istemek zor mu zordu. Seyretmeye bıraktı kendisini. Ne güzel manzaraydı ama.

Ozan gömleğini çıkardığında Bahar terledi. Üzerindeki tişörtün eteklerini tuttu, çekip çıkaracaktı ki Ozan kendisine engel oldu. İki eli, Ozan'ın elleri arasında iki yana dağıldı. Göz göze geldiler. Ozan gülümsedi. "Bu defa bana bırak," dedi.

Sabırsız bir yutkunuşla Bahar'ın boğazı kavruldu. Ne tuhaftı ki; Ozan'ın dudakları hem suydu hem de ateş. Susarken yanıyor, yanarken suya kavuşuyordu. Yine de doymaz mıydı insan? Doymuyorlardı. Bu yüzden öpüşmekten bir adım sonrasına erişmeleri bile öyle uzun sürdü ki, Ozan'ın avuçları Bahar'ın bacaklarından yukarı çıkarken soyunmayı unutmuş bedenlerinin engellerine takıldı. Kızın kalçalarına erişmek için şortunun altına girdi, genzinden kopan inleyişle irkildi ve bedenini Bahar'ın üzerinden çekti. Yeniden dizlerinin üzerinde doğruldu. Bahar'ın seyri eşliğinde pantolonunun düğmesini çözdü, fermuarını indirdi ve elleri aynı hızda Bahar'ın tişörtüne uzandı.

Bahar bir kuvvetle sırtını yataktan kaldırdığında başından geçen kumaş saçlarını dağıttı. Buna rağmen Ozan'ın dudaklarından fazla uzak kalmış gibi ona koştu. Ozan'ın bir eli sırtındaydı. Gereksiz bir çamaşırı aralarından çıkarmaya çalışırken diğer eli çoktan Bahar'ın göğsünü okşamaya başlamıştı. Bir ah çıktı kızın ağzından. Göz göze geldiler. Yavaşladılar. Aynı anda derin derin nefes aldılar. Ozan parmaklarının tersiyle Bahar'ın yanaklarını sevdi. Alnı ağır ağır kızın alnına düştü.

Bahar gözlerini örtüp ellerini Ozan'ın belinden aşağı indirdi. Adamın pantolonunu aşağı itmeye çalışırken Ozan'ın dudakları omuzlarına doğru yola çıkmıştı. Bahar'ın arzusunu anladığında yatakta sürünerek pantolonuyla çamaşırından sıyrıldı adam. Çıplaklığın rahatlığıyla döndü Bahar'ın bedenine.

Hem keyifle hem de emin olmak istercesine "İstiyorsun öyle mi?" dedi. Önce yutkunup sonra gülümsedi Bahar. "Yeni Bahar istiyor," dedi.

Çapkın bakışlaryla "Ya eskisi?" dedi Ozan. "Onun üzerinde hiç mi tesirim yok?" Bahar'ın sağ elini tutup cayır cayır yanan bir yere götürdü. Parmakları aynı cismi birlikte tuttu. Birlikte gezdi üzerinde. Hareket ettikçe bir korku çöreklendi Bahar'da. Ozan aynı gülüşle bir daha sordu. "O istemiyor mu?"

O korkuyor demek istedi Bahar. Ama korku kelimesini ağzına almak onu çağırmak demekti. Anmamak için Ozan'ın dudaklarına koştu. Nefesi tıkanana dek belki daha da fazla, daha da uzun öptü onu. Bir eşik vardı şurada. Onu geçtikleri zaman her şey çok güzel olacaktı. Çok güzel. Korkmak anlamsızdı. İlk kez yaşıyor değildi bunu. Şimdi, şurada bacaklarını iki yana ayıracak ve... Yok hayır, böyle olmayacaktı. Böyle olduğu zamanların sonunda zehir gibi bir acı vardı. Oysa Ozan'la yaşayacağı şey bundan çok başka olacaktı, biliyordu.

Düşündükçe paniklemeye başladı. İyisi mi bir an önce şu faslı geçsinlerdi. Hem bu dudaklar, bu alev dilli ejderha... Ozan yanaklarını öperken gülüverdi. Gülmesi Ozan'ı yanaklarına davet etmesi demekti. Koşa koşa geldi Ozan. Oyun parkındaymış gibi eğlendi Bahar'ın yüzünde. Kahkaha üzerine kahkaha! Bahar gözlerini örtüp kendinden geçti. Gülerken her şey ne güzeldi!

Sonra Ozan rotasını değiştirdi. Bahar'ın terle yıkanmış göğüslerine indi. Ne ara bu kadar terlemişlerdi ki? Bir gözü Bahar'a baktı ama açmıyordu gözlerini. Dudakları sağ ve soldaki iki tepe arasında eşitlik gözeterek koşturuyordu. Elleri Bahar'ın şortunun iki yanında durdu. Onu aşağı çekmek zor değildi de, acıkmış dudakları da bu ana tanıklık etmek istiyordu. Sağ göğüsteki vardiyasını bitiren dudaklar önce kızın karnına sonra kasıklarına doğru ilerlerken Bahar bütünüyle çıplak kaldı. Onun dizlerine tutundu Ozan.

Bacaklarının arasında yer edinirken boyluca Bahar'ı seyretti. Seyrettikçe sertleşti ve ellerini başının üzerine götürüp gözlerini saklayan Bahar'dan uzaklaştı. Burnunu kızın bacaklarının arasına değdirdiği an, Bahar'ın elleriyle karşılaştı. Bütün gücüyle Ozan'ı kendine doğru çekiyordu Bahar. Gözlerinde bir tuhaflık vardı. Ona bakıp onu öpüp "İyi misin?" dedi adam. Bahar başını salladı. Ağzından iki kelime çıktı. "Öp beni..."

Ozan ikiletir mi hiç? Bahar'ın dudaklarına koştu. Bir daha aşağı inmesi mümkün olmadı çünkü Bahar kollarını adamın sırtına doladı. Kaçmayacaktı bundan. Ertelemeyecekti. Korkmayacak ve yaşayacaktı. Bacaklarını var gücüyle kendisine doğru çekerken bir eli Ozan'ın başına uzandı. Kendisi bile farkında değildi; yineledi. "Öp beni, daha çok öp."

Bir yer tutuşmuştu. Bahar öp dedikçe o ateş yangına dönüşüyordu. Ozan cayır cayır yanarken baktı Bahar'ın yüzüne. Örtülü gözleri baş parmaklarıyla kaldırıp "Yüzüme bak," dedi kıza. Bahar gözlerini açmadan bacaklarını biraz daha kaldırdı. Ozan'ın en sert yerini bacaklarının arasında hissedince bedeninin kasıldığını anladı. Gözlerini açışı bundandı. Ozan'la burun buruna geldi. "Acıtma n'olur," dedi adama. Bir sessizlik, bir kıpırtısızlık, bir huzursuzluk girdi aralarına.

"Bana bak," dedi Ozan bir kez daha. "Bak bana Bahar. Ben senin canını yakar mıyım hiç?" Böyle mi olacaktı? Ozan bir tuhaflığın içinde buldu kendisini. Bahar başını sallıyordu ama ne için olduğunu dahi bilmiyordu.

"Tamam," diyordu bir yandan. "Tamam, ben hazırım. Hazırım. Ama lütfen yavaş ol, tamam mı Ozan?"

Ozan öylece baktı Bahar'a. Anlamaya çalışıyordu ve Bahar tebessüm etti. "Yavaş... Acıtmadan, yavaş..."

Buruk bir tebessümle karşılık verdi Ozan. Bir eli Bahar'ın yanağına uzandı. Dudaklarının dibinde durdu. "Ben senin canını yakmam," dedi. "Hiç yaktım mı? Bahar ben sana..."

Seri halde başını salladı Bahar. Ama duyuyor muydu, anlıyor muydu, işte bunu anlayamadı Ozan. Buna karşın Bahar bedenini kendisine doğru itiyordu. Oysa dağılmıştı adamın aklı. En iyisi, bu şeye burada son vermekti. Bahar'ın bedeninden çekilmek istedi ama her şey öyle hızlı cereyan ediyordu ki bunu dile getiremedi. Çekmedi de bedenini.

Bahar'ın gözlerine baktı. Eliyle sertliğini yitiren uzvuna yol gösterdi. Bir kere daha "Acıtma," diyen bir yakarış... Alnından boncuk boncuk ter akarken derin nefesler verdi. Gözlerini açmayan Bahar, bir kere daha -yine- başını salladı. "Islak mı?" dedi kendine güvenmeyen dudakları. "İstersen çantamda krem var."

İki eliyle birden tuttu kızın yüzünü. Anlasın diye bir dalga gibi yükselip alçaldı o beden üzerinde. Bahar'ın dünyadan uzak inlemeleri karşısında "İçindeyim," dedi. "İçindeyim Bahar."



*




Banyonun kapısını kapattığımda bir adım daha atıp musluğu açmaya gücüm yoktu. Oraya, kapı eşiğine yığıldım. Başımı ellerimin arasına alıp gözlerimi kapattım. Nereden mi tanıyorum bu duruşu? Hastane koridorlarında bol bol görürüm. Çaresizlik denilen şeyin bir bedeni olsa, işte budur derim.

Bugüne dek kim bilir kaç kadınla seviştim. Kim bilir kaç kadının kollarında ter döktüm, kaç kadının mutluluğuna ortak oldum ve kaç kadının tadıyla mutlu oldum. Her ilişkide zirvede gezmiş gibi konuşmak istemem. Tadı yavan sevişmeler de yaşadım. Hatırda kalmayanlar, anlamsız olanlar, yokluğu varlığından yeğ tutulanlar. Hepsini tattım, hepsi için iyi ya da kötü bir şeyler anlatabilirim. Ama bu kadar kötüsünü yaşamadım. Bahar "Canımı yakma," dediği zaman ayak bastığım dünya parçalandı. Şiddeti dünyayı sarsacak bir zelzele oldu. Kırıldım, dağıldım, toparlanamadım.

Durmak istedim. Dursam yanlış anlar mı korkusuyla hareket bile edemedim. O gözlerini sıkı sıkı yumup seviyesini bilmediğim bir acıyı beklerken, buna alışık olduğunu anladığım an ereksiyonumu kaybetmiştim. Bundan daha büyük bir felaket Bahar'ın bunu anlamayacak kadar bana teslim oluşuydu. Ağlamak istedim. Bu onu daha fazla korkutmayacak olsa, kırılmayacak, üzülmeyecek olsa ve ben buna emin olsam; asla bu birlikteliğe dahil olmazdım. Kurumuş dudaklarını ıslatmak, öpmek ve öpülmek az önce yaşadığım şeyden bin kat daha değerli. Ama bunu ona anlatamadım.

Anlamayacağından değil, konuşacak halde olmamasından. Oysa durmak lazımdı.

Durmam ve yaşamadan önce sevişmekten ne anladığını sormam lazımdı. Hayır, bunu bilmemek onun hatası değil. Sormamak benim hatamdı. Tahminlerle, önsezilerle ya da yargılarla hareket etmem benim ahmaklığımdı.

Islanmamaktan korkması onun sorunu değil ki. Bu benim sorunum. Onun herhangi bir şeyden korkması benim sorunum. Yok olmayan korkularını görmemek benim sorunum.

Böyle mi yaşadın Bahar? Böyle mi seviştin? Canın yandı da sustun mu? Nasıl yaptın Bahar? Nasıl dayandın, neden dayandın, niye?

Bu sevişmek değil Bahar. Bizimki sevişmek değil. Ben yarayı görüp temizlemeden sarmak zorunda kaldım. İçindeki irin öylece duruyor. Senin canını yakmasa da benimkini kahrediyor. Ah Bahar, ah Bahar!

Zevk-ü sefa içinde her günün başka bir hazla dolsaydı da ben sana böyle dokunmak zorunda kalmasaydım. Sol gözündeki arzu sağ gözündeki korkunun gölgesinde yaşıyor. Gözlerini öpmelere doyamadıysam saramadığım bütün yaraların diyetini ödemek istediğimden.

Şimdi banyoda kapana kısılmış bir böcek gibi hissediyorsam, sebebi kulaklarımdan silinmeyen "Canımı yakma," deyişlerindir. Oysa içeride beni beklediğini biliyorum. Kalkmam, yanına dönmem lazım. Ama yapamıyorum Bahar. Kulaklarım izin vermiyor. Gözlerim gördüğü korkuyu silip atamıyor. Ne yapacağım ben şimdi Bahar?

Bahar'dan ses geleceği yok. O zaman mahalle sakinlerini arıyor gözüm. Yabancı nereden? Yardım etsin bana.

Yabancıyı yetmişlik bir rakı şişesinin yanında buluyorum. İçecek, demlenecek belli. Efkarı bana tanıdık. Ama çok istesem bile geçip karşısına oturamam. Bahar bekliyor. Çıkmazsam endişe eder, üzülür. Efendiyi arıyor gözlerim. O doğrusunu bilir. O bana yol gösterir. Koşarak çalıyorum evinin kapısını. Tık tık tık değil, güm güm güm! Açıyor kapıyı. Tek kelime etmeden gözlerine bakıyorum. Ağlayasım var. Kekremsi bir tatla gülüyor yüzüme. "A benim deli oğlum," diyor. "En doğrusunu kendin söyledin ya... Git kızın yanına. Anlat derdini. Hayır anlatma, o lafın gelişiydi. Dinle kızın derdini. Sor, anlatsın. İşte bu kadar..."

Ama, fakat, lakin için zamanım yok. Bahar bekliyor. Ancak musluğa kadar uzanabiliyorum. Sonuna kadar açıyorum çeşmeyi. Yüzüme avuç avuç su vuruyorum, yetmiyor. Bu kez kafamı musluğun altına sokuyorum. Ensem soğukla karşılaşınca bir parça ferahlıyorum. Çıkmadan aynaya bakıyorum. Yüzünün bir yanı mutlu, bir yanı mutsuz bir adamım. Mutluluğun da mutsuzluğun da tahtında Bahar oturuyor.




*


"Çok mutluyum," diyeceğim Ozan'a. Hissettiklerimi daha güzel anlatmak istiyorum aslında. Daha hoş kelimeler, daha şairane sözler. Akılda kalacak cinsten. Seneler sonra çıkıp sen bana o gece böyle demiştin diyebileceği birkaç kelime. Yok, bulamıyorum. Dümdüz çok mutluyum diyeceğim. Çünkü çok mutluyum.

Daha ben ağzımı açmadan tuvalete gitmesi benim acayip işime gelen bir şeydi. Üç beş dakika boyunca acının "Geç kaldım," diyerek gelmesini bekledim. Hani koşa koşa gelir ve bir tekmeyle içeri girer. Kasıklarımı kılıç gibi keser, yatakta iki büklüm olurum. Mabadımdan üfürmüyorum, yaşadım bunları hep.

Üç dakika geçti, beş dakika geçti. Acı gelmedi. Baktım Ozan da gelmiyor, olayın gerçekliğinden şüphe duymaya başladım. Bir elim bacaklarımın arasına koştu. Hayır, ıslaktı. Rüya ya da hayal değildi. Yaşadım. Açsam camı da bağırsam... "Yaşadım ulan!" Ne yaşadın derlerse ne derim? Âşık olduğum adamla seviştim desem anlarlar mı bu duygu durum halini? Hiç zahmet etme Bahar, anlamazlar, mümkün değil.

Beni kim anlar biliyor musunuz? Ozan. Çünkü biz bunu birlikte yaşadık. O içimdeydi, ben onu saklıyordum, o öptü, ben karşılık verdim, o kucakladı, ben sarıldım, o inledi, ben yuttum. Gidip üzerinden DNA örneği alsalar, her yanında ben varım. Dudaklarımın değmediği pek nadir yerler bile benim sıvılarımla ıslandı. Islanmak ve sıvı kelimeleri yine sizler için hiçbir anlam ifade etmeyebilir. Ben pencereye çıkıp sırılsıklamdım diye bağırmak istiyorum. Sapık ve deli etiketi garantili bir nida.

Ağlıyorum mutluluktan. Ancak Ozan gelirse susarım. O da Ozan korkmasın diye. Yatakta dört dönüyorum çünkü keyiften dört köşeyim. Kırık şezlongta geçen dün geceyi bir kenara bırakınca bu yatakta seneler sonra ilk kez yatıyorum. Gönül rahatlığıyla yatağım diyorum buraya. Öyle bir sahipleniş içindeyim. Ozan'ın yastığına sarılıyorum. Daha bugün yıkadığım kılıf deterjan kokuyor. Henüz Ozan'ın kokusunu taşımıyor, bu beni biraz üzüyor çünkü Ozan'ı her yanıma sıkmak istiyorum. Her yanım onun gibi koksun. Yeter mi bu kadarı derseniz hayır. Ozan'ı her yanımda istiyorum. Ayak tırnaklarımdan saç tellerime kadar her yerde!

Yatakta bir başımayım ya, deneysel çalışıyorum. Onu düşündükçe içimdeki deniz kabarıyor. Yokluyorum kendimi. Hâlâ ıslağım. Yetmemiş yaşadıklarım, daha çoğunu istiyorum. Ozan gelince bir daha sevişir miyiz ki? Yarın geceyi beklemem gerekir mi? Bir sıkılıyorum ki sormayın. Hemen istiyorum. Hemen.

Dağılan saçlarımı bir daha topluyorum yattığım yerden. Yanlamasına yatıyorum yatakta. Salondan bilmediğim bir şarkının iç gıcıklayan sesi geliyor. Ozan gelip gıcıklanan yerlerimi öpse keşke. Gözüm kapıda. Ola ki içeri girerse onu boyluca çırılçıplak görme fırsatını kaçırmayayım. Büyük aptallık olur. Yakalarsam da ne büyük zevk. Yatmasın hemen, şöyle gezinsin önümde. Kışkırtmak bedava. Nasıl olsa acısız Bahar'ım ben. Hiç acı yok. Tatlı biberli. Yeşil paket Doritos'um. Yeni Bahar, o kadar güzel ki...

Bu kadar çok sevinince insanın poposunu kaşıması gerekir mi? Emin olamayıp ağrıyan kıçımı seviyorum. Hop buradan yine Ozan geliyor aklıma. Sapık mısın kızım diye kendimi azarlamak isterken yüzümü çarşafa gömüyorum. Bu kez başka bir ses dürtüyor beni. Ya tek seferlikse diyor... Ya acı otobüsü kaçırmış ve geç kalmışsa, bir sonraki sefer için bekliyorsa köşede? Korkuyorum ama kendime olmasa da Ozan'a güvenim tam. O yakmaz canımı. Söz verdiği gibi oldu, yanmadı hiç canım. Yine de test etmek gerek.

Oktay'la hiçbir gecede birden çok kez sevişmedik. İstesem yapar mı Ozan? Yapabilir mi? Yarını bekle derse... Yarına kadar önümde kocaman seneler var. Sahi benim yarın son sınavım var. Gerçekten. Aklımdan öyle bir çıkmış ki, yarın uyuyakalmam işten bile değil. Alarmım kurulu mu? Evet. Ne diyordum? Yarın geceyi bekle der mi Ozan? Ya da öbürünü bekle dese... Testere değil ki bu fişe takınca çalışsın. Ne sıklıkta çalışır? Duvara soruyorum sonra da cevap bekliyorum. Ozan gelsin, gelsin de yeni Bahar'ı aydınlatsın.

Ayak sesleri duyuyorum. Banyonun kapısı açılıp kapanıyor. Kalbim ağzımdan çıktı çıkacak. Hiç böyle bir şey yaşamadım ben. Ozan'ı ilk görüşüm değil, çırılçıplak halini de ilk görüşüm değil. o zaman bu heyecan ne Bahar? Ne bileyim. Titriyor muyum, delirdim mi? Böyle sere serpe mi karşılayayım onu? Filmlerdeki gibi çarşaf altına mı gireyim? Neden be? Havalı havalı durabilir miyim yatakta? Şöyle mi uzatayım bacağımı? Kolumu kaldırayım mı? Üstüne mi yaslanayım? Böyle beklenir mi? Dergiye poz verir gibi... Ay yok duramam ki sırıtmadan. Sırıtmamın önüne geçemiyorum. Ben daha ne halt edeceğime karar veremeden Ozan kapıda beliriyor.

İki büklüm olup yan dönüyorum yattığım yerde. Hiç de düşündüğüm gibi havalı olmadığıma eminim. Ama o havalı. Hem de nasıl... Fiyakalı bir ıslık çalasım var şu haline. Ama ortamın da ambiyansı da içine sıçmak olur bu. Anladım ki mutluyken havalı olamıyorum ben. Somurtsam daha havalı olurum buna eminim. Mutluyken mutluluktan başka bir şey çıkmıyor içimden. Gluk gluk gluk taşan sabun köpükleri gibiyim. Ne yapayım? Sırıta sırıta bakıyorum Ozan'ın yüzüne. Galiba ilk kelimeyi ben şey yapamayacağım. O yapsın. Yüzünü yıkamış. Ya da duş mu almış? Bu beni üzer. Hem DNA örneklerim silinmiş üzerinden hem de geceyi kapatmak demek değil mi bu? Bir canım sıkılıyor ki sormayın...

Bu gece bittiyse, yarına mı kaldık? Ya öbür gün derse? Çok güzel görünüyor karşımda. Çok güzel. Tok olanı acıktırır. Öyle güzel. Ben sırıtıyorum. Oysa bana bakıp gülümsüyor. Utanıyorum güzelliğinden. Başımı öylece yatağa bırakıyorum. Yatağın neresinde olduğumu bile bilmiyorum. O ise oturuveriyor yatağın ucuna. Elini ayağımın üzerine koyuyor. Serinliyor ayağım. Nasıl olduğunu anlamadan "Çok güzeldi," diyorum.




*




"Çok mutluyum ben Ozan."

İşittiğiyle bedenini geri itip Bahar'la aynı hizaya geldi adam. Gözlerini Bahar'ınkilere dikip onun gibi uzandı. Bahar iki elini yanağının altına yastık yaparken o bir kolunu kullandı. Bir süre birbirlerini seyrettiler. Bir yerde nedensizce gülmeye başladı Bahar. Yüzünü çarşafa gömüp bacaklarını karnına çekti. Yüzünde gerçekten mutlu bir insanın gülümsemesi vardı. Ozan bunu görünce neyi nasıl soracağını bilemedi. Kolaya kaçacak olsa, susar ve konuyu kapatırdı. Ama böyle olmamalıydı.

Mahalleye göz gezdirdi. Homurdanan Düzkafa "Sıçarım senin çalımına," diyordu. "Yarım bıraktın. Tam mağarayı bulmuştuk, hazineyi görmüştük, yarı yolda bıraktın bizi!" Düzkafadan kendisine hayır yoktu. Yabancı efkârlı şarkılar dinliyordu, yanına otursa sabaha kadar bir yetmişliği su niyetine içerlerdi. Ondan da hayır yoktu kendisine. Efendiye çevirdi yüzünü. Pürdikkat kendisini seyrediyordu. Konuşmak. Tek yol buydu.

Yüzündeki donukluk, ifadesizlik ya da Bahar her ne gördüyse... Gülüşü soldu. Coşkun dalgalı deniz sığ bir örtü halini aldı. "Senin hoşuna gitmedi," dedi önce Bahar. Belli belirsiz "Değil mi?" derken uzandığı yerde döndü, sırtüstüydü şimdi. Tavana bakıyordu. Bacaklarını topladı. Kollarıyla göğüslerini örter gibi oldu.

Bu kez mahallenin tüm sakinleri endişeyle Ozan'a bakıyordu. Her birinin gözünde bambaşka bir korku vardı. Düzkafa bile yalvarıyordu adama. "Bak," diyordu. "Dönülmez akşamın ufku burası. Tek kelimeyle sıçarsın. Benim kaderim söz konusu. Topla şu işi yoksa yemin ederim seni terk ederim Ozi! Hemen bu gece giderim. Yemin ederim bir daha yüzümü göremezsin! Senden çok daha genç, çok daha ateşli bir beden bulurum kendime. Gitmeden sikerim oğlum senin belanı!"

Yabancı "Yapma," diyordu. "Yapma Ozan, kötü hissettiriyorsun. Yapma n'olur. Bu öyle üstesinden gelinebilecek bir yara değil. Kimse, hiç kimse buradan yara almamalı, hele ki Bahar. Bir şey söyle, toparla şu durumu ya da sus, sus hiç girme bu konuya."

Efendi, Yabancıyla aynı fikirde değildi. Kendinden emin sesiyle "Konuş," diyordu Ozan'a. "Cinsellik insan olarak da ilişki olarak da kaçabileceğiniz bir konu değil. Halı altına süpüremezsin. Üstelik sen onun yalnızca sevgilisi değilsin Ozan. Arkadaşısın, dostusun. Bir adım daha öte doktorsun sen. Bahar'a senden daha iyi gelecek kimse yok. Korkarak kaçamazsın bu meseleden."

Derin bir nefes aldı Ozan. Bahar ile arasındaki birkaç karışlık mesafeyi aştı. Bir kolunu boynunun altından çekmedi ama diğerini Bahar'ın ellerinin birleştiği yere götürdü. İki elini de avucuna aldı.

"Sevişirken canımın yanmasından endişe duysaydın, zevk almaya çalışır mıydın?" dedi Bahar'a. Ozan'ın endişesini görüp başını sağa çevirdi Bahar. "Yanmadı canım," dedi. "Hem de hiç."

Bahar'a elleriyle dokunması mümkün olmadığından uzanıp omuzunu öptü Ozan. Dudakları mızıkçı çocuklar gibi oradan ayrılmak istemeyince, bir süre bekledi. Bahar'ın aklında çok fazla gürültü vardı. Duymak istemediği sesler birbiriyle yarışıyordu. Antik çağdan kalan Burcu'nun fotoğrafları, Oktay'ın eve getirdiği kızlar, taştan hareketsiz bedeni... Ozan'ın avucundaki elleri birbiriyle oynarken terledi. Hepsine kulaklarını tıkadı da Ozan'ın gözlerinin içine bakmayı seçti.

"Bizim yeni Ozan, gemiden inip mahallesine ayak basan yeni Bahar'a vurulmuş. Bir saniye bile ayrı kalmak istemiyor. Aynı zamanda onu incitmekten, yanlış bir şey yapmaktan korkuyor. Bunun için onun hakkında daha fazla şey öğrenmek istiyor. Hatta önce dost olmak istiyor..."

Bahar bir süre daha baktı Ozan'ın yüzüne. Sonra Ozan'ı anlamak istercesine "Ne gibi şeyler?" dedi. Derin bir nefes aldı Ozan. İlk merdivene ayak basmıştı. Bahar ağlamıyordu. Ağlamak bir yana merakını cezbetmişti. İçinde güzel bir umut yeşerdi. Bu umutla konuşmayı sürdürdü.

"Eskisi gibi soru cevap oyunu oynayalım mı?" dedi kıza. Biraz daha sokuldu ona. Çenesini Bahar'ın omuzuna yasladı. "Kim canı ne isterse soracak. Dürüst olacağız. Darılmak, gücenmek yok. Ha ama istersen pas hakkı da olsun bu defa. Daha doğrusu sen nasıl istersen öyle olsun."

Birbirlerine baktılar bir süre. "Her şeyi sormak serbest mi?" dedi Bahar. Onun da soruları vardı ama... Hemen ekledi. "Gülmek falan yok."

"Asla," dedi Ozan. Hem Bahar'a hem de kendine verdi bu sözü. "Asla yok."

"Sıkılırsam bırakırım ama," dedi bu kez Bahar.

"Ne zaman istersen," dedi Ozan. Hemen ardından ekledi. "Başlamak ister misin?"

Bahar düşündü. İlk soru soran olmak güzel olabilirdi aslında ama ilk cevap veren Ozan olsa, ondan kopya çekmek de iyi olabilirdi. Kararsız kaldı. "Adil olsun, yazı tura atalım," dedi.

Gülümseyerek yataktan doğruldu Ozan. Cüzdanı neredeydi? Pantolonunun cebinde bozuk para var mıydı? Bir koşturmaca başladı odada. Bahar ise seyirciydi. Ozan avucuna sıkıştırdığı bir lira ile yatağa dönerken "Biraz daha bakmak istersen podyumdaymış gibi yürüyebilirim," dedi. Çıplak etinde Bahar'ın üç parmağı iz yaptı. Şiddetli inmişti parmakları; ürkerek vurduğu yeri öptü Bahar. Sarılarak yeniden yatağa uzandıklarında, Ozan bozuk parayı Bahar'a uzattı. Bahar yazı dedi, Ozan tura. Bozuk para havaya atıldı. Bahar'ın göbeğine düştü. Oraya bir öpücük. Para bir daha atıldı, yolculuk Ozan'ın avucunda son buldu. Turaydı tavana bakan.

Uslu bir öğrenci oldu Bahar. Sorsun diye Ozan'a çevirdi bedenini. Ozan aklındaki bir sürü soruyu sıraya sokmaya çalışırken zorlandı. Bahar'ın pas hakkı vardı, oyunu bitirme hakkı vardı. İlk soru mühimdi. Nereden başlamalıydı?

"Neden canının yanmasından korkuyorsun?" dediğinde bu karar verilmiş bir soru değildi. Aklı çok karışınca sesli düşünmüştü ve soruyu toparlamak için peşi sıra konuştu. "Yani canın yanıyor, hep mi? Nasıl bir acıdan bahsediyorsun? Tam olarak neresi ve nasıl tanımlarsın bunu?"

Bahar gülünce sustu Ozan. Bir süre bekledi. "Pas mı diyeceksin?" dedi sonunda. Bahar "Ck," diyene kadar nefes almadı. Ardından sırtüstü uzandı. Sağ elini karnından aşağı indirdi. Rahminin alt yanında bir yere dokundu. "Burası," dedi. "Bedenimi bıçakla anestezisiz kesiyorlarmış gibi ağrır..." Küçücük bir göz temasının ardından "Yani ağrırdı," dedi. Elini panikle havada salladı. "Yani çok önce. Yıl olacak ben kimseyle birlikte olmayalı." Burada sırtı terledi, rahatsız oldu. Ozan da rahatsız oldu mu diye düşünürken bedeni kasıldı. Ta ki Ozan'ın eli gelip elini tutana dek.

Ozan'a baktı, onun tebessüm ettiğini görünce içine bir avuç su serpildi. Dudaklarını yaladı. "Her zaman olmazdı," dedi. "Yani, ilk zamanlar azdı. Sonra arttı. Çok arttı. Dayanılmayacak hale geldi. Sonra belki azalmıştır ama ben bir süre sonra Pavlov'un köpeği gibi hissettiğimden pek şey yapmadım. Yani acır korkusu ağır bastı. Ama öyle saçma sapan bir ağrıdan bahsetmiyorum ha. Şımarıklık sanma yani."

"Niye öyle diyeyim..." Alçaktı Ozan'ın sesi. Ciddiydi. Endişeliydi hatta. "Yarın hastaneye gelsen de bir..." Cümlesini tamamlayamadı adam. Bahar güldü. Ama öyle içten bir gülüş değildi bu.

"Mümkünse ömrümün geri kalanında jinekolojik herhangi bir şey istemiyorum," dedi Bahar.

"Ama..." dedi adam. Öyle acınası çıkmıştı ki sesi. Planlamadan ve hayal kırıklığı ile. Şahsi hezimetlerini hiçe sayacak olursa bu acının ciddiyetinden de ürktü. Tam bunu izah edecekken Bahar "Doktora gittim Ozan," dedi. "Endişe edilecek bir şey yok. Aklına gelebilecek en saçma testler bile yapıldı. İki farklı doktorun muayenesine maruz kaldım. Vajinal kuruluk ve disparonide karar kıldılar. Başka fizyolojik herhangi bir sorunumun olmadığını söyleyip bir dizi nasihatle de uğurladılar. Kayganlaştırıcı denilen şeyin tuz kadar faydasını görmedim. Mastürbasyon ve psikologla görüşme diğer önerilenlerdi ve... Sonra zaten boşandım, ağrıyla acıyla bir işim kalmadı. Psikiyatriste de gidiyorum. Yani endişe edeceğin bir şey yok. Kendime elimden geldiğince iyi bakıyorum."

Ozan'ın yüzüne baktıktan sonra damaklarını ısırdı. "Az önce yaşadığımız şey senin için küçük olabilir ama benim için epeyce büyük bir andı. Neyse, bir değil on soru cevapladım. Geçelim artık."

Bir değil, bin soru da cevaplasa yerine mislice fazlasını bırakmıştı Bahar. Ama el mahkûm sustu Ozan. Şimdi Bahar her ne soracaksa onu hızlıca aşıp yeni bir soruyla karşısına dikilecekti.

Bu sırada Bahar'ın serçe parmağı iki kaşının arasına kondu. Gülümseyerek "Çok derinlere daldın," dedi Bahar. "Aklından ne geçiyor bilmiyorum ama kötü şeyler düşünme. Ben bile kötü düşünmüyor, kötü hissetmiyorum Ozan. Hatta eskiden inanmazdım ama artık bir ışığımın olduğuna bile inanıyorum. Parlıyorum ben. Hem de şurada otururken Ozan'ın dikkatini çekecek kadar parlıyorum." Eli mahallenin sokaklarını gösterir gibiydi.

Bir süre Bahar'a bakıp "Parlıyorsun," dedi Ozan. "Ondan hiç şüphem yok ama yine de... Bencil davranırsam yanımda olduğun için çok mutluyum Bahar. Dünyanın en mutlu insanıyım. Ama keşke sen bunları yaşamasaydın. Keşke aşk dolu bir ilişkin olsaydı da böyle..." Cümlenin içinden çıkamadı Ozan. Bahar yalnızca güldü.

"Bunun için mi boşandın?" dedi sonra Ozan. Bu düşünülmüş bir soru değildi. Bir anda ağzından çıkmıştı ve Bahar kaşlarını çattı. Öfkeden değildi. Gerilen kaşları yavaşça gevşerken "Kaliteli sevişmelerim olsaydı boşanmayacağımı mı düşünüyorsun?" dedi.

Ardından içinden ne geçiyorsa tavana bakarak anlattı. "Oktay'a sorarsan belki o da sebebin bu olduğunu söyler. Ama konunun bunla hiç ilgisi yoktu Ozan. Dediğin gibi aşk dolu bir ilişkim olsaydı bile yürümezdi. Bizim orada yani Şavşat'ta maile yaşar herkes. Hep geniş aile. Sorsan herkes gelininden kaynanasından yakınır. Annem ara ara birilerine akıl verirken ev üstüne ev olmaz derdi. Doğru. Ev üstüne ev olmaz. Aşk üstüne aşk da olmaz. Ben zaten sana aşıktım. Bizim yaşadığımız şeyin aşkla ilgisi yoktu. Ama sorarsan Oktay hâlâ bunu inkâr eder. Bir gün ona döneceğimden çok emin."

Dudaklarını ısırarak Ozan'a baktı. "Madem önce arkadaş olmak istiyorsun..." dedi. "O zaman konuşabilmemiz gerek. Bunları sana anlatabilmem gerek."

Ozan bir süre sustu. Bahar'ın ağzından çıkan her cümleyi anlamlandırana kadar bekledi. Sindirmek daha da uzun sürdü. Sonunda "Rahatsız mı oldun?" dedi Bahar.

Alçak sesli bir "Ck," duyuldu. Onu hakiki bir merak izledi. "Görüşüyor musunuz hâlâ?" Bu sorunun cevabından korktu Ozan. Çünkü diğer her şeyi kapatan, kilitleyen soru buydu. Konuştukları her şey geçmişti. Bu ise bugün. Çok korktu. Çok.

"Boşandıktan sonra birkaç kez görüştük," dedi Bahar. Bu korkulan bir cevap değildi. Ama bu, tatmin eden bir cevap da değildi.

"Ara ara arıyor Oktay. Aslına bakarsan, senle görüşene dek ara sıra araması işime geliyordu. Çünkü başka bir arkadaş edinmedim hiç. Bazen tanıdık bir ses istiyor insan. Oktay ara sıra arıyordu. Ya da okul çıkışıma gelirdi. Hiç çağırmadım ya da aramadım ama ona mâni de olmadım. Seninle görüşmek istediğimi ama buna cesaret edemediğimi biliyordu. Asla cesaret edemeyeceğime de emindi."

Dinlerken farkında olmadan çenesini sıktı Ozan. Ayağı yere bassa seğirirdi. Bunu yapamadığından dişlerini birbirine bastırdı. Sayısız küfür aktı boğazından.

Sonunda "Neyse," dedi Bahar. Gülümseyerek baktı Ozan'ın yüzüne. "Ben bunca zaman içinde hep şeyi merak ettim. Senin bunca sevdiğin sevişmekten ne zevk aldığını. Hani çok güzel bir şey gibi anlatırdın... Sevdiğini söylerdin. Geçen zamanda yanımda olsan neyini seviyorsun Ozan derdim..."

"Soru kabul edeyim mi bunu?"

İrileşen gözleriyle baktı Bahar. Evet der gibi.

"Ben sana âşık olduğumu anladıktan sonra kimseyle beraber olmadım," dedi. "Kalbim, beynim, tüm organlarım..." Güldü burada. "Yalnızca seni istiyor, senin adını sayıklıyordu. Ama öncesinde böyle değildi. Aşk gibi bir derdim yokken sadece keyifli zaman geçirmek için de bir şeyler yapabilirdim. Sohbet etmekten çok farklı bir şey değildi bu."

Burada biraz durdu. "Ama başka bir şey daha var Bahar. İçinde olmaktan hoşnut olmadığın bir ilişkiyi seksle taçlandırmaya çalışmak... Yahut çok sev birini. Tatmin olamamak. Bunlar da var hayatta. Orada ne yazık ki erkekle kadın diye ayrılıyoruz. En ilkel bakış açısıyla erkeğin tatmin olması kadından daha kolay deriz. Bir yönüyle doğru, evet. Önce görmeye duyarlı bir cinsel organımız var. Sonra dokunmaya. Hatta mesele tatmin olmaksa duyguya hiç lüzum yok. Ama kadın fizyolojisi böyle değil."

İpteki cambazlar gibi hissetti Ozan. Düşmek ya da düşmemek mesele değildi. bir gösteri vardı, onu hakkıyla tamamlamalıydı, Bahar izliyordu çünkü.

"Şöyle söylesem... Bütün erkekler aynıdır ama her kadın başkadır desem, ne demek istediğimi anlar mısın?" Bahar'a baktı. Onun yüzünü okumak zordu. Devam etti.

"Sen bana bakama. Ben yaptığım her şeyden keyif almaya çalışan biriyim. Sohbet ederken de, şarap içerken de, okey oynarken de... Ama ilişki yanlışsa, insan yanlışsa... Keyif yerini acıya bırakmışsa..."

Araya girip "Belki de yanlış olan benim," dedi Bahar. Oktay'ın başkalarıyla yaşadığı alengirli seks seremonileri vardı sonuçta... Ozan da bunun güzel bir yemek olduğunu inkâr etmiyordu. O halde sorun kendisinde olmuyor muydu? "Belki benimle girilen ilişkilerde sorun vardır. Olamaz mı?"

Evet ya da hayır ile cevaplanabilecek bir soru değildi ki bu. Ozan düşündü. Düşünürken ortaparmağının ucu Bahar'ın tenine dokunuyordu. Sonunda "Ck," dedi.

"Seni öpmekten aldığım keyfi hiçbir ilişkide yaşamadım. Bana dokunduğun zaman hissettiklerimi de hiçbir şeyle kıyaslayamam. Naçizane bunlardan senin de keyif aldığını düşünüyorum.... Haksız mıyım?"

Alçak sesle, buna muhalif olamayacağını kabul ederek "Haklısın," dedi Bahar.

"Devamını yaşayarak göreceğiz," dedi Ozan. Aynı anda Bahar'a sarıldı. Bahar ise farkında olmadan Ozan'ın göğsüne yattı.

"Ama ben kendimden o kadar ümitli değilim," dedi. Burnunu Ozan'ın göğsüne yasladı. "Bazen her şey iyiye gidiyor diyorum, mutlu oluyorum. Ama bazen yatakta vasat ötesi bir insan olduğum gerçeğini kabullenmem gerektiğini düşünüyorum."

Peş peşe "Ck ck ck," dedi adam. "Şşşşt!" onu izledi. "Asla kabul etmem bunu. Şunun şurasında kaç gece beraber geçirdik? Üç mü, dört mü?"

"Bu dördüncü gecemiz," dedi Bahar. Düşünmek ve hatta saymak bile ne güzeldi.

"Üç," diye düzeltti Ozan. "Cumartesi beraber uyumadık."

Bahar, gülüşünü Ozan'ın göğsüne sakladı.

"İlk gecemizde beni ellerinle boşalttın." Immmmm diye bir ses döküldü dudaklarından. "Tadı damağımda," dedikten sonra "İkinci gecemizde sarhoştum ama uyumadan, daha doğrusu sızmadan önce senin çıplaklığını hayal ettiğimi hatırlıyorum. Sonra dün gece... Sadece elini cebime soktun diye taş kesildim. Alçakça oyunlar oynadın bana ama isteseydin, devam etseydin... Hatta iddia ediyorum geç karşıma ve yalnızca bana bakarak tatmin ol deseydin, işim çok kolay olurdu." Ozan sırıtarak baktı kıza.

Bahar tuhaf bir utanma, onun içine saklanmış güven, üstüne sürülmüş mutlulukla karnını doyurdu. Tam "ama" diyecekken devam etti Ozan.

"Bu yeni bir şey de değil," dedi. "Eskiden de böyleydi. Sana sarılıp uyuduğum gecelerde şunu saklamak, senden sakınmak nasıl zordu biliyor musun? Hele ki sabaha karşı uyanmışsam..."

Bahar, diliyle dudaklarını yaladı. Ozan'ın dudakları ansızın geldi üzerine. Şiddetliydi, karşılık vermekte bile zorlandı. Dudakları ayrıldığında nefes nefeseydiler. Bahar dudaklarını yalaya yalaya baktı Ozan'a. "Ne vardı ki sabaha karşılarda?" dedi saflıkla.

"Yeni soru sayarım bunu," dedi adam. "Ama sıra sende değil."

"Sor hadi," dedi bunun üzerine Bahar.

"Hiç o doktorların tavsiyelerini dinledin mi?"

Anlamakta zorlandı Bahar. Hatta anlamadı, anlayamadı. "Ne tavsiyesi?" dedi.

Ozan, kızın yüzünü görebilmek için bir parça geri çekti bedenini. Koluna yaslandı. Konuşurken bir yandan Bahar'ın dizini kendi bedeninin üzerine çekti.

"Kendini tatmin etmeyi denedin mi?" Bahar ağır ağır gözlerini kırparken devam etti. "Az önce dedim ya; sen bana bakınca bile tatmin olurum diye. Bu benim hünerim değil. Senin eserin. Ve tabii sana karşı hissettiklerimin... Aynı şekilde sen tatmin olmakta zorlanıyorsan, bu senle değil karşı tarafla ilgili bir şey." Durup sesini kontrol etmeye çalıştı. Bir nefes alıp "O yüzden soruyorum," dedi. "Bunu tek başına yapmayı denedin mi?"

Çok ayıp bir şeye cevap verirmiş gibi yüzünü sakındı Bahar. Ama aynı zamanda "Adamın yanında çırılçıplaksın be!" dedi kendisine. "Bir yerime dokunsun diye ölüyorsun, ne utanması!"

"Birkaç kere..." diyebildi sonunda. Yüzüne baktı Ozan'ın. "Seni düşünmüştüm," dedikten sonra gözleri duvarlarda koşturdu. "Ama pek başarılı olduğum söylenemez..."

Bir kez daha Ozan'a baktığında adamın ağzındaki bütün dişleri görünüyordu. "Gülmesene be!" dedi sonunda Bahar. Ozan ise dişlerini sakınıp "Şuna baksana!" dedi. Ozan'ın baktığı yere döndü Bahar. Bacaklarının arasında yükselen cisimle hem sırıttı hem de tuhaf bir utanma duygusuyla yüzünü adamın göğsüne örttü.

"Deneriz," diyordu Ozan. "Aklından ne geçtiyse tek tek deneriz. İstersen hemen şimdi..."

Ayılır gibi yaslandığı yerden başını kaldırdı Bahar. "Ben de onu soracaktım!" dedi heyecanla.

"Neyi?" dedi Ozan.

"Ne sıklıkta sevişebileceğimizi?" dedi Bahar. "Yani az önce şey yaptık ya, bir daha ne zaman yapabiliriz? Yani tam söylenmez belki ama bir ortalaması olur mu ki? Ne bileyim beş günde bir, haftada bir, on günde bir..."

Bir süre Bahar'ın gözlerine bakıp "Ayda bir neyine yetmiyor?" dedi Ozan. Bahar gözlerini hızlı hızlı kırpıp açtı. Ayda bir çoktu. Çok çoktu. Ozan'ın kahkahası evi inletmese çok değil mi diyecekti ama Ozan öyle gülünce hiç acımadan avuçları acıyana kadar vurdu adama. Debelendiler. Kaç kere yer değiştirdiler hem de...

Sonunda Bahar'ın altında kaldı adam. Kızın bileklerini tutarken "Sen delirdin mi?" dedi. "İstersen günde üç öğün çal kapımı. İstersen indirme beni üzerinden. Bahar yemin ederim gık demem. İstersen evde hiç giyinmeyelim. Giyinmek yasak olsun. İstersen..." Ozan sussun diye eliyle adamın ağzını örtmeye çalıştı Bahar. Nasıl direndi Ozan! Nasıl direndi Bahar! Yordular birbirlerini ve yine iç içe geçti bedenleri. Başladıkları gibi. Yan yatmış iki beden, birbirinden ayrılmayan iki çift göz.

"O kadar sık diyorsun yani..."

"Enerjimiz yettiğince diyeyim. Hayatın en verimli yaşlarındayız. Altmış yaşında sevişmediğimiz her günün pişmanlığını duyarız. Ha ben altmış için de iddialıyım ama seni bunca beklemişken, sen istediğin sürece sevişmezsek yediğim pekmezler bana haram olsun."

"Ya Ozan!" dedi Bahar. Ama adamın enerjisi öyle güzeldi ki, en hakiki pekmezlere taş çıkartırdı. Sarıldılar. Hem de sımsıkı sarıldılar. Derin bir solukla devam etti Ozan.

"Nasıl hissediyorum biliyor musun?" dedi Ozan. Devam etmeyince "Hı?" diye sordu Bahar.

"Bir otobüsten inmişim. Bütün eşyalarım, ihtiyaç duyduğum her şeyim yanımda. Burası son durak."

Bahar'ın bir gözünde yine mutluluk vardı. Bir diğerinde korku. Çok mutluluğun korkusu. Ozan ikisini de öptükten sonra "Haftaya annemler gelecek dedin ya... Kalbim nasıl attı bilmiyorsun. Öyle iki günle olmaz. Kalsınlar uzun uzun. Ben birkaç nöbet değiştiririm. Olabildiğince yanınızda olurum. Araba da sende kalsın. Yarım yamalak da olsa sürmeyi öğrenmişsin."

Bir tokat daha yedi adam göğsüne. Ama tekti bu. Hayallerine gölge düşürmedi. "Çok bekledim bu günleri," diye devam etti Ozan. "Severler mi beni?" dedi sonra.

Bahar yutkundu. "Seni sevmeyen biri var mı ki?"

"Birileri umurumda değil ki. Onlar sevsin. Annen sevsin... Ama az değil, çok sevsin." Yeterince heyecanlı değilmiş gibi bir anda coştu. "Pekmez de getirir mi?" dedi.

Kaygılarını bir kenara bırakıp "İsteriz," dedi Bahar.

Ozan dudağını ısırarak baktı tavana. O kadar mutluydu ki, şükretmek geldi aklına. Bir değil, bin kere şükretmek. Sonra sesli düşündü. "Onlar dönünce de yola çıkalım... Vize başvurusu yapmamız lazım sana."

Susacaktı da... Susmadı. "Vizem var benim," dedi. Burnundan nefes aldı bu kez Ozan. Başını salladı. "Peki..." dedi. "Ama iddialıyım, hiç görmediğin kadar güzel yerlere götüreceğim seni."

"Olur," dedi Bahar. Sonra Ozan'a baktı. "Bu ev benim için dünyanın en güzel yeri. Bu yatak, dünyanın en özel yeri."

O zaman arzuyla Bahar'a bakıp "Bu yatağa yeni bir anlam katalım mı?" dedi. Bahar sorarcasına bakınca da devam etti. "Al beni tepe tepe kullan. Bütün hayallerine, bütün arzularına alet et. Sen ne istersen o. Nasıl istersen öyle."

"Nasıl olacak ki o?"

Heyecanından yerine sığamayan Ozan doğrulup Bahar'ın büsbütün görebilmek için oturdu. "Daha önce hiç boşaldın mı?" dedi. Merakından değil, nereden başlayacaklarını bilmek içindi sorusu. Cevabı tahmin ediyordu ama duymak istedi. Bahar önce gözlerini kaçırdı sonra cevap vermekten kaçındı. Fakat bunun ardından "Az önce olmuş mudur?" dedi. "Çünkü ben çok mutlu oldum. Çok."

Az önce olan hiçbir şey yoktu. Hiçbir şey. Bundan emin olarak kalktığı yere hızla yattı Ozan. "Üzerime gelir misin?" dedi. "Şimdi seninle oyunların en güzelini oynayacağız. İkimiz de sahip olduğumuz bütün oyuncakları dökelim, bakalım nasıl güzel bir şey çıkacak ortaya."

Bahar dizlerinin üzerinde doğruldu ama öyle hemen Ozan'ın bedeninin üzerine çıkmadı. Tekrar tekrar sordu. "Nasıl?"

Ellerini uzattı Ozan. "Bana güveniyor musun?" Bahar başını salladı. "Seni nasıl sevdiğimi biliyor musun?"

Bu kez utansak bakışlarıyla başını salladı Bahar. Ozan, Bahar'ın ellerini tuttu. Onu kendine çekerken Bahar bir bacağını onun bedeninin diğer yanına attı. "Islak mıyım bilmiyorum," derken sesi alçak ve güvensizdi.

"Düşünme bunu," dedi adam. Yüzü nasıl da gülüyordu! Bahar bedeninin yükünü Ozan'ınkine bırakırken adamın bacaklarının arasında büyüyen uzvunu ezercesine oturdu. Ozan'ın dudaklarını ısırdığını gördü ve aynı karşılığı verdi adama.

"Ben daha şimdiden hissediyorum nasıl ıslandığını," dedi. Parmaklarını Bahar'ınkilerin arasına geçirdi. "Nasıl görünüyorsun biliyor musun?" dedi bu kez. Bahar dağılan saçlarını kulaklarının ardına atmak için bile olsa ellerini Ozan'ınkilerden çekemedi.

"O kadar güzelsin ki; hayata bin kere gelsem yine seni isterim. Seni arar, seni bulurum. Özlediğim her güne, âşık olduğum her ana değersin."

Bahar dudaklarını araladı. Ama tek bir kelime bile çıkaramadı içlerinden. Şımarmak isterdi. Ama şımarmak Ozan'ın sözlerinin karşısında o kadar basit, o kadar yavandı ki. Ağlamak, hem de içli içli ağlamak... Sevişirken ağlamak ister miydi insan?

Ne yapacağını bilemeyip ellerini adamın göğüslerine kondurdu. Eğilip dudaklarına uzandı. "Ozan," dedi alçacık sesiyle. "Bana n'apıyorsun?"

Bir eliyle kızın çenesini tuttu adam. Diğeriyle usulca belini okşuyordu. Önce öptü Bahar'ı. Sonra cevap verdi. "Seviyorum; herkesten, her şeyden çok seviyorum."

Ozan konuşurken Bahar bedenindeki bütün tüylerin tuhaf bir rüzgâra kapılmış gibi ayaklandığını fark etti. Hem içi hem dışı titredi. Ozan'ın altında olsa böyle dertleri olmazdı şimdi. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu, bilse...

Bu sırada adamın ellerinin kalçalarına dokunduğunu hissetti. Hızlı değil, aksine oldukça yavaş hareket ediyorlardı. Bir hamuru yoğurur gibi. Onların hızına ayak uydurarak, bedenini ileri ve geri hareket ettirmeye başladı. Sadece Ozan'ın en sert, en hassas yerine dokunurken bile bacaklarının arasının ıslandığını hissetti. Bu mutluluktu. Büyük mutluluk. Emin olmak için bedenini doğrultup bir elini bacaklarının arasına götürdü. İki parmağıyla dokundu kendisine. Islandığına ikna olunca gülerek Ozan'ın yüzüne baktı.

"Islak," dedi. Hoşnutlukla sağ elinin parmaklarını Bahar'ınkilerin yerine götürdü Ozan. Bahar, Ozan'dan gelen en ufak bir dokunuşla irkildi. "Ozan," diyebildi. Başka bir şey çıkmadı ağzından.

"Bana yol göster," dedi bu kez Ozan. "En tatlı yeri beraber bulalım."

Bahar'ın dudakları bir balığı andırır gibi birkaç kez açılıp kapandı ama içlerinden bir şey çıkmadı. Zira Bahar yerde mi yoksa gökte miydi onu bile bilmiyordu. Bir de Ozan'ın parmakları öyle misafir gibi durmuyordu bacaklarının arasında. Aksine buraya eğlenmeye gelmiş turistler gibiydi. Denizde yüzmek ya da meydanlarda dans etmek. Bu tanımlar sihirli iki parmak için en uygunuydu.

Ruhu bu denli karmaşa içindeyken bir de sol elini uzattı adam. Tam belinden kavradı Bahar'ı. Bir noktada Bahar Ozan'ın parmaklarıyla aynı ritmi paylaşmaya başladı. Bir ileri, bir geri. Bir ileri, bir geri. Hızlı değil, yavaş, daha yavaş. Sonra belindeki el biraz daha yukarı kaydı. Biraz daha öne... Göğsünü yakaladı. O tatlı kavrayışla gözlerini örttü Bahar.

"Aç gözlerini," dedi Ozan'ın tatlı sesi. "N'olur gözlerini göreyim."

Yüzü gülerken gözlerini açtı Bahar. "İyi mi böyle?" diye sordu Ozan. İki parmağı hâlâ Bahar'ın içini okşuyordu. Bahar başını salladı. "Çok," diyebildi sadece. Sonra başını kaldırıp tavana baktı. "Sabaha kadar böyle sallanabiliyor muyum?" dedi. "Salıncakta gibi."

"Olur," dedi adam. "Öyle istiyorsan öyle olsun. Sırasını bekleyen şu gariban da boynu bükük kalsın n'apalım..."

Eğilip o garibanı görmek istedi Bahar. Hayır, göremezdi. Ardında kalmıştı o. Kıpırdadıkça bacaklarının arasından kıçına doğru ıslak bir çizgi halinde kendisini dürtüyordu. Bir elini ardına atıp ona dokunduğunda Ozan inledi. "Nasıl tatlı işkence ediyorsun ama..." dedi. Bahar elindekini bırakmadan Ozan'ın yüzüne baktı. Az evvel onun sorduğu gibi "İyi mi böyle?" dedi. Kışkırtıcıydı sesi. Ozan misillemeden geri duramadı. Bahar'ın bacaklarının arasında aheste aheste gezinen parmaklarını daha derine itti. İşte o zaman sakınamadığı sesiyle yerinden kalkacak oldu Bahar. Geri döndüğünde, tekrar o kucağa oturduğunda, nasıl odluğunu bile anlamadan içine saplanmış bir cismin varlığıyla açıldı ağzı. Bilerek ya da isteyerek değil, öyle yüksek çıktı ki sesi, kendisine hayret etti. Susmak istedi, onu da yapamadı. Sonunda iki elini birden ağzına götürüp kendi ağzını örttü. Ozan yattığı yerden hayranlıkla izliyordu kızı. O da inlemişti, o da mutlulukla haykırmıştı ama Bahar'ın altında kalmıştı sesi.

Bahar'ın ağzından kayan elleri etini kızartarak kasıklarına kadar indi. Nefes almakta zorluk çekince Ozan hızla doğruldu. Bahar'ın içinden çıkıp kızı kucaklarken "İyi misin?" dedi. "Bak bana," dedi ardından. "Bahar, bana bak. Acıdı mı bir yerin?"

Acı kelimesiyle içindeki boşluğu anladı Bahar. Boş kalmıştı içi. O tatlı, o kıvrandıran, o bedenini uyandıran doluluk gitmişti. Gözlerini açtı. Başını sallarken Ozan'a baktı. "Çıkma içimden," dedi. Ozan önce endişesini attı üzerinden. Sonra gülümsedi. Hoşuna gidiyordu ha?

Bu kez Bahar'la beraber yan çevirdi bedenini. Bir daha kızın içinde yer edindiğinde, Bahar kuvvetli bir inlemeyle bedenini adamınkine bastırdı. Ozan'ın bir kolu belini sarıyor ve onu bedenine bastırıyordu. Öyle tatlıydı ki bu his; başını adamın boynuna yatırdı. Eli adamın yanağına uzandı. "Çok güzel," dedi sessizce. "Çok güzel..." Bir el geziyordu göğsünde. Sonra dudaklarına dokunan parmakları fark etti. İçine çekti onları. Diliyle yıkadı. Kulağındaki ürperti Ozan'ın ağzından geliyordu. Bir ıslaklık daha peyda oldu bedeninde. Ozan'ın dili miydi bunu yapan? Yanağında geziyordu o dil. Mutluluğunu belli edecek başka bir yolu yoktu. Kaçlarını ağır ağır itiyordu adama. Ozan içindeydi, içindeydi, içindeydi. İnledi. Susmak istedi, susamadı.

Nasıl da sarmalanmıştı bedeni. Bir el bedeninin altından geçip dudaklarına uzanıyor diğeri ise bedenini tavaf ediyordu. Ama sonunda o gezgin el bacaklarının arasına uzandı. Tam da Ozan'ın içine girdiği yere, o sertliğin çevresine dokunuyordu. Kuşatıldığını hissetti Bahar. Hem de iliklerine kadar hissetti. Öyle kuvvetli bir şeydi ki; insana adını bile unutturdu. Nerede olduğunu, ne yaptığını, kimle olduğunu, hepsini unuttururdu. Aynı zamanda korktu Bahar.

Kaybetmekten korktu, yüksekten düşmekten korktu. Henüz bütün hisleri yitirmemişken elini Ozan'ın yüzüne uzattı. Mırıldanır gibi çıktı sesi. "Seviyor musun beni?" demek istedi. Ruhu böyle uçuyor olmasa dümdüz sormazdı. Böyle bir anda da sormazdı ama bunları düşünmek zordu. Yalnızca duymak istedi.

Olduğu yerde sarsıldı. Şekil mi değiştirmişlerdi? Kendisi neredeydi, Ozan nerede? Dizlerinin üzerine mi kalkmıştı? Ne zaman? "Gözlerini aç, seni ne kadar sevdiğimi söyleyeyim," dedi Ozan. Gözlerini açmak çok zor geldi Bahar'a ama ödül büyüktü. Aralandı gözkapakları. Demek yatakta doğrulmuşlardı. Demek Ozan'ın kolları bu kez ardından dolanmıştı ona. Ozan. Aynadaydı yüzü. O kadar güzeldi ki... Kendisini ayakta tutabilmek için sıkılmış kolları terle parlıyordu. Onlara dokunmak isterken ellerini ardına attı. Kolları arzularken adamın kalçalarında buldu kendisini. Hâlâ ağır ritimde birbirlerine çarpıyordu bedenleri. Hâlâ içindeydi Ozan.

"Aynada gördüğüm şu kadına tapıyorum."

Sahi aynadaydılar. Bahar yalnız Ozan'ın kollarını görmüştü ama ikisi de oradaydılar. Kendi varlığına tanık olunca göğsünü şişirdi. Başı Ozan'ın göğsüne yattı. İncecik bir aralıktan izliyordu aynayı. Ozan ise dudaklarını Bahar'ın teninden çekmiyor, çekecekse de kulağına kadar yanaşıp fısıltılar halinde konuşuyordu.

"Her yerini seviyorum. Her zerreni."

Bir eli Bahar'ın saçlarının arasına karıştı. Hoyrat değildi o el. Ama tüye dokunur gibi hassas da davranmıyordu. Diğer eli Bahar'ın ıslamaktan şişmiş, kanın hücum ettiği klitorisini okşamaya başladığında Bahar gözlerini bir daha açmamak üzere kapattı.

"Çok güzel," diyordu yalnızca. "Çok güzel, çok güzel." Kemikleri bedeninden taşar gibi gerilirken; "Çok güzel!"

Yalvardı Ozan. "Lütfen," dedi. "Bu manzarayı kaçırma," dedi. Bahar mutlu olsun diye onu çektiği suda boğulacak gibi olunca içinden çıkmak zorunda kaldı. Hayır, Bahar'dan önce boşalamazdı. Hayır, o tatmin olmadıkça sıra kendisine gelmeyecekti ve hayır aklındaki deliye uyup korunmadan Bahar'la birlikte de olamazdı. Arzularıyla boğuşurken Bahar'dan tek bir cümle duydu. İki taksitle bir cümle. "Bir daha, lütfen..."

Ozan durur mu? Yatağın başka bir yere devirdi bedenlerini. Ne yapmalıydı, ne yapmalıydı? Eşsiz lezzetlerle dolu sofrada neyi yiyeceğini bilemeyen aç bir adam gibiydi. Bahar'ın hoşuna gitsin diye, tatmin olabileceği en kolay pozisyonları seçmeye çalışırken ellerinin heyecandan titrediğini anladı. Ensesi, boynu, göğsü, her yanı ter içindeydi ama Bahar'ın bedeninden bir an olsun uzak kalmak istemiyordu.

Üstelik Bahar'ın ruh halini görürken, ulaşacakları yere bu kadar yaklaşmışken nasıl dursun? Bir daha sardı Bahar'ın bedenini. Bir eli göğsüyle oynarken kolu diğer göğsüne dokunuyordu. Diğer eli canhıraş bir mesaideydi. Bahar'ın birbirine bastırdığı bacaklarının arasında kızı ter içinde bırakacak bir bir mücadele veriyordu. Dudaklarına dokunuyordu Bahar'ın mavi saçları. Ara ara dayanamayıp Bahar'ın dudaklarına koşuyor, sonra daha hızlı bir ritimle kalçalarını ona bastırıyordu.

Bahar bu kez kalesinin kuşatıldığını hissetti. Kaçış yoktu. Ozan'ın kollarında görecekti zirveyi. Ama oraya, dünyanın en üst katına pek az kala Ozan onu yalnız bıraktı. Zirveye kadar Ozan taşıdı ama Bahar oraya kendi ayaklarıyla bastı. Manzara Bahar'ın nefesini kesti. Bahar ise Ozan'ınkini.




*

SALI

*




"Resmen mezunsun öyle mi?"

"Resmen değil. Sınav notu sisteme girilmedi daha ama doksan sekizi görür gibiyim."

"Jübileyi yüzle yaparsın demiştim... Açıkçası sevgilime soksan sekizi yakıştıramadım."

"İki puanı sınava dört gün kala sevgili edinerek kaybettim. Hâlâ bir sınava çalışmadan girdiğime inanamıyorum."

"Bir dakika, bir dakika! Çalışmadan mı girdin, yoksa son üç gün mü çalışmadan girdin?"

"En son bir hafta önce çalışmıştım Ozan. Çalışmadan girdim gibi bir şey."

"Dua et ilişkimiz çok taze Nazike. Yoksa ağır konuşurdum."

"Gülme öyle!"

"Ne var gülüşümde?"

"Aklım karışıyor."

"Ben sabahtan beri ne haldeyim biliyor musun? Ne yöne baksam kıvranan bedenini görüyorum. Öyle güzel titriyordun ki Bahar, mümkün değil dünden çıkamıyorum."

"Edepsizlik yapıyorsun şu an!"

"İster edepsiz de ister sapık, o kadar umurumda değil ki. Bu gece nerede nasıl sevişiriz diye düşünmekten yaptığım işe odaklanamıyorum. Sınava beni soksalar girdiğimiz pozisyonları çizerdim, sen çok iyi kotarıyorsun bu serinkanlılık işini."

"Kapatıyorum telefonu!"

"Kapatma, n'olur."

Bahar telefonu kapatamayıp heyecanlı bir nefes verdi. Eliyle alnındaki teri silmeye çalıştı. O sırada Lale'nin sesini duydu. "Alaçatı kalmamış Bahar. Ben Beyoğlu alacağım, sen ne istiyorsun?"

Bahar gülerek Lale'ye baktı. "Neredesiniz?" dedi telefondaki ses.

"Balat'a geldik. Lale'ye tatlı ısmarlayacağım ama hava çok sıcak. Sevda Gazozcusu varmış. Gazoz içeceğiz."

Lale cevap alamayınca dükkândan çıkıp Bahar'a doğru birkaç adım attı. Dudaklarıyla "Ozan mı?" dedi. Hem de yeterince anlaşılmazmış gibi heceleyerek "O-zan-mı?" dedi. Bahar başını sallayınca da sesini yükseltti. "Tamam tamam, ben bir bakayım Yunan gazozu var mıymış?" diyerek dükkâna geri döndü.

"Seni fantezilerinle baş başa bırakıp telefonu kapatıyorum."

"Hayır kapatma," dedi adam. "Fantezilerimin üstüne gazoz da döktün şimdi."

"Ozan gidip elini yüzünü yıka bence." Gülmemek için kendini tutarken sanki konuştukları herkesçe duyuluyormuş gibi utandı. Bu sırada kendi ekseninde dönüp durdu.

"Yıkamak demişken... Moda'ya ne zaman geleceksin? Küvette yıkanmak da favori fantezilerimin içinde."

"Suratına mı kapataayım telefonu? İlla onu mu istiyorsun?"

"Ck," dedi Ozan. "Sana şımarmak istiyorum." Sanki Bahar'dan fazla şımarabilirmiş gibi... Oysa Bahar akşam olsun diye saatleri sayıyordu ama söyler miydi öyle bedavadan? Söylemezdi, söylemedi.

"Tamam bu kadar gevezelik yeter Nazike. Yanıp tutuşuyorsun anlıyorum ama ben seni başka bir şey için aradım. Şezlongları kapıya bırakmışlar. Akşam test çalışmaları yaparız."

"Bak ya!" dedi Bahar. "Hep şey düşünüyorsun. Aklın fikrin hep şeyde..."

"En azından senin gibi inkâr etmiyorum. Evet, gerçekten hep şey düşünüyorum. Aklım da fikrim de hep sende. Senin de böyle olduğuna eminim ama kamuya açık yerlerde itiraf etmek istemeyebilirsin, anlarım."

"O-zan!" Bir de Ozan görecekmiş gibi ayağını yere vurdu Bahar. Eğilip batığında Narin'le göz göze geldi.

"Tamam tamam. Son bir şey. Bir şey sipariş ettim internetten. Aynı gün teslim diyor. Ola ki bugün gelirse, evde olursan, yanında biri olursa, açma diyecektim."

Bir an durdu Bahar. "Ne ki?" dedi. Ozan bir solukla güldü. "Senin için," dedi. "Açınca görürsün."

"Ama merak ettim."

"Merak güzel şeydir."

"Ama eve gitmeyeceğim ki. Lale ile sürtüp öyle geçecektim sergi salonuna."

"İyi o zaman gece beraber açarız."

"Ama Ozan..." Yeniden Narin'le göz göze geldi. "Narin'in hatırı için..."

Ozan'ın derin bir nefes aldığını duydu. "Açıkta mı Narin?" dedi adam. "Hı hı," diye karşılık buldu sorusu.

"Ben gece onu öper okşar, gönlünü alırım."

Sustular. Sonra sevdalı bir gülüş koptu adamın dudaklarından. "Sanki düşünülecek yeterince şey yokmuş gibi bir de Narin girdi araya!"

"Tamam hadi kapat telefonu. Ben de gazozumu içip Lale ile gezineyim. Güzel bir Pazar varmış; Yunanistan'da denize girer miyiz? Ona göre bikini bakacağım da..."

Ozan susunca Bahar'ı bir gülme aldı. "Tamam, kapatıyorum telefonu," dedi.

Ozan hem oltanın ucundaki yemi kaptı hem de kuyruğunu dik tuttu. "Pembe olsun," dedi. "Çok yakışıyor sana. Daha şimdiden yanmış teninle yanmayan yerlerinin beyazlığı gözümde canlanıyor. İyi oldu hatırlattığın. Düşüne düşüne akşamı ederim."

"Gazozlar geldi!"

Lale'nin sesini duyunca gülerek "Öpüyorum," dedi Ozan. "En ıslak yerinden." Telefonu kapattılar. Bahar Lale'nin uzattığı şişeyi aldı. Şişeden taşan pembe pipete bakarak ilk yudumunu içine çekti. Lale'ye de bakmadı bu sırada. Güneş gözlüklerinin ardına sığınırken hemen ardındaki duvara asılmış kara tahtaya tebeşirle yazılan yazı dikkatini çekti.

"Yoksuluz, gecelerimiz çok kısa, dörtnala sevişmek lazım."

Pipetinin ucunu damaklarıyla ezerken karşısında bir kara tahta değil de Ozan varmış gibi gülümsedi. Önce telefonuna davrandı eli. Kara tahtanın fotoğrafını çekti. Ama sonra... Ardına dönüp çöp tenekesinden konuşarak gelen Lale'ye baktı.

"Haziranda pişilir mi ya? Şavşat'ın havasına kurban olayım. Ben birinci gazozu bitirdim bile."

"Lale," dedi hevesle. "Benim şurada bir fotoğrafımı çeker misin?"

Önce olur dedi Lale. Bahar'dan pek nadir gelebilecek bir talepti bu. İki dakikada ne dürtmüştü kızı, bilmiyordu. Tam Bahar bir elinde gazozu bir elinde pembe pipetinin ucuyla poz vermişken, ardında duran kara tahtayı ve üzerinde yazanı fark edip "Ha!" diye gürledi.

"İnce işler dönüyor burada!"

Bahar utanan gözlerini gözlükle gizlerken dişleri Lale'nin sesindeki eğlentiyle gülümsedi. Bir uzaktan, bir yakından, bir gözlükle, bir gözlüksüz, bir az gülüşle, bir çok gülüşlü, bir kara tahtalı...

Sonunda kaşını gözünü oynatarak "Hadi," dedi Lale. "Fotoğrafları kime göndereceksen gönder de, tatlı yemeye gidelim. Şöbiyet var mıdır bu dediğin yerde? Tatlı yiyip tatlı konuşalım artık!"



*



Dakikalardır telefon ekranına bakan Ozan, sonunda içindeki sesleri tutamaz oldu. "Poz değil," dedi bir yerde. Hastane onu gören hastane duvarlarıyla konuşuyor zannederdi. Mırıl mırıl... "Poz değil bu. Utancından bakmamış kameraya. Bak yanakları nasıl da kasılmış. Gülecek, gülemiyor. Poz değil bu haller. Utanmış, çok utanmış. Ama yine de paylaşmış."

Dört adımla kendi etrafında döndü Ozan. Çukuru koca bir yarık oldu. Bir gören var mı diye etrafına bakındı. Kimseyle göz göze gelmeyince eliyle burnunun ucunu sıktı. Yoksa bir kahkaha koyverecekti. Defalarca okumamış gibi bir daha baktı Bahar'ın yazdığına.

"Sevda Gazozcusu, pembe bir pipet, Sevda Sözleri ve mezun bir Bahar."

Sonra bir daha Bahar'a kaydı gözleri. Dudaklarının arasındaki pembe pipete baktı. Beyaz spor ayakkabılarından yükselen incecik ayak bileklerine; ayan beyan görünen Narrin'e, aklından çıkmayan pembe elbiseden daha can alıcı olan beyaz elbiseye, Bahar'ın toplanmış mavi saçlarına, yuvarlak güneş gözlüklerine... Baktı, baktı, o kadar doymadı ki; gürültüyle nefes aldı. "Allah'ım," dedi. "Her gün nasıl yeniden aşık edebiliyorsun..."

Adını duyduğunda, huzursuzlukla ardına döndü. Çağırıyorlardı işte. Canı sıkıldı. Kalan beş saati geçirebilmek için, yüreğinde kuvvet olsun diye bir kere daha baktı fotoğrafa. Ardından hızla bir mesaj yazdı kıza.

"N'olur o pembe pipeti atmadığını söyle."




*



Aslında sokaklar boyu dolanmaktı niyeti. Hangi sokak, hangi semt önemsemeden, kendisiyle baş başa keyifli bir yürüyüş yapmak istiyordu. Lale'yi az evvel otogara uğurlamıştı. Sınav falan umurunda değildi kızın, sonunda Anıl geliyordu. Sabahki sınavdan sonra buluşmuşlar, Balat'ta gazoz içip tatlı yemişler, sonra Lale için kuaföre gitmişlerdi. Lale bir de alışveriş merkezi demişti ama Bahar bu fikre yanaşmayınca yollarını ayırmışlardı. Belki demişti kendisine. Perşembe günü Kadıköy'de pazara giderim... Çünkü yarını, sonraki günü ve daha sonraki boştu. Mezun olmak gerçeğiyle yüzleşmeye çalışıyordu.

Ozan bu gece için dışarıda bir kutlama yapalım demişti. şiddetle karşı çıkmıştı buna. Bir kutlama yapılacaksa bu evde olmalıydı. Kuleyle diz dize, göz göze. Ama aynı zamanda Moda'ya da gitmek istemişti Ozan. Bu fikre soğuk bakmamıştı. Hatta olmalıydı bu. Aylarca peşinde gezdiği Oğulcan'a sarılmayacak mıydı?

Geçmişten biri başka hatıralarla yüzleşmek demekti. Bunu ertelemek işine geldi. Yarın dedi Ozan'a. Ama yerine başka bir merakı koydu. Ozan'ın elinden çıkma fotoğraflar.

Dedi ki ben sergiyi adamakıllı gezmek istiyorum. Lale'den ayrılınca sokaklar boyu sürte sürte kendimi sergiye atarım. Eksik kalır mı Ozan? iş çıkışında salonda buluşmak için sözleştiler. Henüz erkendi Ozan'ın gelmesi için ama Bahar buradan pek kısa zamanda çıkamayacağını bildiğinden, çıkmak da istemediğinden şevkle adım attı salona.

Önceki gibi titreyen ayaları yoktu. Aksine evine gelmiş gibi huzurlu ve sakindi. Bir gözü Narin'e bakarak "Bak nereye geldik?" diyordu. "Sana Âşık'ı göstereyim mi? Hem sen de buradasın. Âşık'ın yanı başında..."

Gökte uçan beyaz kuşlar ve kulağında onların sesleriyle salona adım attığında burnuna dolan amber kokusu yeni miydi? Önceki gelişinde fark edememişti.

Nereden başlayacağını bulana kadar birkaç kez bomboş gezdi salonda. İnsanlar vardı. Gürültüsüzdüler. Duvarları seyrediyorlardı. Her birini omuzuna bir parmakla tık tık yapıp "Benim sevgilim çekti bunları," demek istiyordu. "Benim sevgilim. Ozan. İskeçeli. Doktor olan."

Beyaz saçlı adamı gözüne kestirdi. Dikkatle inceliyordu önündeki siyah beyaz fotoğrafları. Yanından geçerken hayal etti. "Bi bakar mısınız? Çok güzel değil mi? Benim sevgilim çekti. Ozan İskeçeli."

Şurada iki kadın vardı. Orta yaşlı mı denirdi onlara, genç yaşlı mı? Aralarına girdiğini düşündü. "Bunu mu beğendiniz? Haklısınız, çok güzel. Benim sevgilim çekti. İskeçeli."

Şuradaki genç kızlar en yüksek ses çıkaranlardı. Üç kişiydiler. Sağlıkçı oldukları konuşurken bol bol "hastane" kelimesi kullanmalarından ve Ozan'dan bahsederken doğrudan isim kullanmalarından belliydi. Evet, bayrağı buraya dikip "Beğenmekte haklısınız. Nasıl beğenmeyeceksiniz zaten, benim sevgilim çekti. Ozan İskeçeli..." demek istedi. Hayal edince gülümsedi ve teğet geçti onları.

Bebek resimlerinin karşısında dik duruşlu bir adam vardı. Onun iki adım sağında yer edinip fotoğraflara bakmaya başladı. Hepsi anasının karnından çıkalı birkaç dakika bile olmamış canlılardı. Fotoğraflar siyah beyaz bile olsa bebeklerin cildini kaplayan verniksi görür gibi oldu. İçindeki kız "ıyk" dedi. Yüzlerine bakmak bile mide bulandırıcıydı bunun nesinin fotoğrafını çekecekti ki?

Sonra Ozan'ın bunu ne çok sevdiğinden bahsettiğini anımsayıp "Ne tuhaf insansın İskeçeli..." dedi. İçinden içinden. "Hoş sen bir de jinekologsun. O daha da iğrenç. Iyk ıyk." Yanındaki adam fotoğrafları daha iyi görmek için bir adım öne çıkınca kendini toparladı. Sanatsal bir faaliyet yürütüyordu burada. "Çok güzel," dedi kendini ikna etmeye çalışırcasına. "Çok güzel... Gerçekten çok güzel..."

Adam küçük bir baş selamıyla takip eden duvara doğru yürüdüğünde Bahar da aynı şekilde selamladı onu. Bebeklerin karşısında tek başına kalınca "Yeme beni Bahar!" dedi. "Bu fotoğraflara güzel diyemezsin çünkü çekilecek güzel bir şey yok. Baksana kadınlar kendinden geçmiş, çocuklar çirkin. Sümük gibi şeyler. Iyk ıyk ıyk."

Başka bir gözle bakmaya çalıştı fotoğraflara. Nasıl bir göz olsundu bu? Anne gibi. Doktor gibi. Ozan gibi... Omuz silkti sonunda "Her açıdan çirkin işte," dedi. Sonra uzlaştı kendisiyle. "Kabul et işte Bahar, senin içinde sanata dair küçücük bir kırpıntı bile yok!" Evet, bunu kabul edince rahatladı.

Birkaç adım atıp kolona asılmış ve diğerlerinden daha büyük olan üç fotoğrafın önünde durdu. Pürdikkat inceliyordu hepsini. Bunları beğenmek çok çok kolaydı. Zira içlerinde Ozan vardı. Boneli Ozan. Birinde boynunda fotoğraf makinesi bile vardı. Bebekler o kadar umurunda değildi ki, "Herkes buraya bakabilir mi?" diye seslenmek istedi.

"Hey, herkes! Herkes bir bakın bakayım. Şu adam var ya şu adam. Şu yakışıklı, şu gamzeli, şu gözleri gülen, şu boylu poslu, ah siz bilmiyorsunuz bir de tatlıdır ki dili... Neyse işte o benim. Benim sevgilim. Benim! Duydunuz mu? Duymayan kaldı mı? Adı Ozan İskeçeli ve kendisi benim sevgilim! Dostum, arkadaşım, sırdaşım."

Kendi söyledi, kendi mutlu oldu. O sırada kulağına çalınanla yanına bir erkek silüetinin geldiğini anladı. Ne diyordu adam? "Fotoğrafçı yakın arkadaşım olur."

Kendi düş dünyasından çıkmakta zorlanınca adamın söylediğini de idrak edemedi. Bu yüzden tekrar etti adam.

"Çok dikkatli inceliyorsunuz. Fotoğrafçı yakın arkadaşımdır. Az sonra kendisi de burada olacak. Dilerseniz sizi tanıştırayım."

Yakın arkadaş diyordu Ozan için. Kimdi ki bu yeni arkadaş? Belki eskiydi ama... Eskileri az çok biliyordu. Tanıştıkları ya da tanışmadıklarıyla biliyordu. Birer fotoğraf karesiydi hepsi ama güvendiği hafızası bu adamı kendisine hatırlatıyor muydu? Hastaneden olması muhtemeldi. Yeni biri olmalıydı bu. Düşünürken cevap vermeyi unuttu.

"Siz fotoğrafla mı ilgilisiniz yoksa bebeklerle mi? Ha bir de kuşlar var. Fotoğrafçılık kulübünden misiniz?"

Unuttuğu adama başını çevirip baktı. Evreka! Açılış günü de buradaydı bu adam. Yanlarına gelmişti. Sonra şey... Ozan'ın 23 Nisan'da gönderdiği videoda vardı bu adam. Doktor önlüğüyle çocukların arkasında duruyordu.

"Aferin kız Bahar!" dedi kendisine. "Fil gibi hafızan var." Bu kez Ozan'ın arkadaşı olarak süzdü adamı. Ozan'la hemen hemen aynı yaşta olmalıydılar. Ozan'dan biraz daha uzundu. Belki aynı kiloda... Kara yağız delikanlı denecek kadar esmer; dişleri fazla beyaz, belki çok gülen bir adamdı.

"İyi de," dedi içinden bir ses. "Ozan paylaştı benim fotoğrafımı. Tanımamış mıdır?" Sonra kızdı kendisine. "Herkes sosyal medyada seni takip ediyormuş Bahar, evet, öyle, bu ne burnu büyüklük!"

Bahar cevap vermeyince ceplerine soktuğu ellerinden birini çıkarıp "Pardon, rahatsız ettim sanırım," dedi adam. O zaman yüzüne bir gülümseme kondurarak "Yo, hayır," dedi Bahar.

"Sizi nereden hatırladığımı çıkarmaya çalışıyordum."

Bu kez başka bir heyecanla bir kaşını kaldırarak "Tanışıyor muyuz?" dedi esmer adam. Ama Bahar cevap veremeden devam etti. "Yo hayır," dedi. "Tanışmış olsak, sizi unutmam mümkün değil."

Bahar içinden koca bir kahkaha atarak üç dizi izlesem bundan daha iyi kazanova olurum dedi. Ama adamı bozmayıp onun hileli tanışma oyununa dahil oldu.

"Mavi saçlarımdan ötürü öyle diyorsunuz, değil mi?" dedi. At kuyruğunun ucuna dokunup gözlerini adama çevirdi.

"Ck" derken iri dudaklarını büktü adam. "Olayı saçlara indirgemek için fazla güzelsiniz," dedi. "Bir görenin bir daha unutamayacağı kadar fazla güzel." Aynı zamanda elini uzattı. "Ilgın ben," dedi. Bahar elini uzatırken de "Bu eli daha önce tutmadığıma yemin ederim," diye ekledi.

İlk kez gülerek Oktay'ı anda Bahar. Şurada olsa bir kadeh içkiyi bu adamın yüzüne döker ve "Midemi bulandırıyorsun," derdi. "Vasat puşt. Bu sikik laflarla mı kız tavlıyorsun lan sen!"

Adamın elini sıkarken "Bahar," dediyse bile içinden kahkaha atıyordu. "Fotoğrafların sahibiyle burada buluşmak için sözleştik," Telefonunun ekranına baktı burada.

"Ama sanırım trafiğe takıldı. Ben de onu düşünerek çektiği fotoğraflarla avunuyordum." Daha ne diyecekti ki. "Siktir git" demenin en nazik haliyle cevap vermişti adama.

O zaman yüksekçe sesli bir "Ha!" çıktı esmer adamın ağzından. "Sen şeysin..." dedi doğrudan. Sizden sene geçme hızında yaşanan ivme Bahar'ı daha da güldürdü. "Kız arkadaşısın Ozan'ın..." dedi. Bahar bu fırsatı kaçırmadı. "Evet," dedi şevkle. "Sevgilisiyim."

Tam orada zamanı durdurup bütün salona "Duydunuz mu beni?" demek istedi. Sesli söylemişti. Yüksek sesli. Utanmasa bir de "Oh!" derdi.

"Siz hastaneden mi arkadaşsınız? Fotoğraflarda sizi görmüş gibiyim, yanılıyor muyum?"

Şimdi tavırları daha rahattı adamın. "Evet," dedi. "Pediatride asistanım ben. Aslında bu fotoğrafların mimarı sayılırım. Ozan'ı bu bebelerin dibine sokan benim."

Bahar ağır ağır salladı başını. Bir elini kaldırıp salonun öbür yanındaki kuşları gösterir gibi oldu. "Yoksa kuşların yanına da mı siz uçurdunuz Ozan'ı?"

Esmer adam Bahar'ın gözleriyle restleşti. Sonra "Vay!" dedi. "Sevdim bunu." Bahar gülümsemekle yetindi. "Bir şey içer misin?" dedi bu kez Ilgın.

Bahar cevap vermeden önce, başını salon kapısından esen rüzgâra çevirdi. Bütün endamıyla kapıdan bir hışım giren Ozan'ı gördü. Ozan'ın da ilk gördüğü yüz oldu. Çukurunu derinleştirerek Bahar'a doğru yürüyordu. "Geç kaldım," diyordu bir yandan. "Özür dilerim, çok geç kaldım. İskelede bıraktım arabayı, neredeyse koşarak geldim ama yine de bu saat oldu."

Onları gören görüşmeyeli saatler değil seneler olmuş derdi. Ozan doğrudan bir elini Bahar'ın ensesine götürdü. Bir elini yanağına koyup dudaklarından kısa ama çok güçlü bir öpücük aldı. Tatlı bir alışverişti. Göz göze geldiler ve Bahar Ozan'ın elini tutarak "Sorun değil," dedi. "Ilgın Bey'le tanışmış oldum."

"Lütfen Ilgın de," diye araya girdi adam. Sonra elini Ozan'ın sırtına koyup "Ben de çok özledim seni, lütfen öper misin beni de?" dedi. Ozan avucunu kaldırıp "Lütfen öp," deyince geri adım attı Ilgın.

Sonra mesafesini koruyarak "Yine dört ayak üstüne düşmüşsün," dedi. "Hem güzel hem de zeki bir sevgili bulmuşsun."

Ozan tam ağzını açacakken Bahar önce davrandı. "Bence bir ara ders al Ozan'dan," dedikten sonra Ozan'a döndü yüzünü. "Çapkınlığa giriş cümleleri çok fena. Gündüz kuşağı dizilerinde bile daha kaliteli replikler var."

Ağzındaki küçük boşlukla "Ooo," dedi Ozan. "Sert oldu bu." Ilgın'a döndü. Bozuntusunu gülüşüyle gizlemeye çalıştığını fark etti. "Bahar acımaz yalnız," dedi. "Neşteri alırsa doğrar geçer."

"Kızım ne çapkınlığı," dedi bozulan adam. Bahar'a bakıyordu gözleri. "Ben bilmiyor muyum sanki senin Ozan'ın sevgilisi olduğunu. Hoşluk yapayım gönlün olsun dedim. Amacım tavlamak olsa, Ozan'ı cebimden çıkarırım ben."

"Çıkarırsın da ben dönüp bakar mıyım?" dedi Bahar. Ozan, Ilgın'a sırıtarak baktı. "Dur, ben sana soğuk bir şeyler getireyim," dedi. "Belli ki ihtiyacın var."

Bahar'ı elinden tutup çekti. Aynı anda salona kalabalık bir grup girdi. Ozan diyerek el sallayan insanlar vardı. Adam onlara kısacık el sallayarak baktı Bahar'a. "Densizlik mi yaptı Ilgın?" dedi. Bahar sadece omuz silkti. "Yo," dedi ardından. "O bana takıldı, ben ona takıldım. O kadar."

"İstersen sokmayız mahalleye."

Şımarık yüzüyle "Bakarız," dedi Bahar. Sonra pamak uçlarında yükseldi ve "Yalnız," dedi büyük bir sır verir gibi. "Akşam olmak bilmedi."

Dudağını ısırdı Ozan. "Dışarıda küçük bir kutlama yaparız diyordum ben de... Ama şu an tek derdim eve dönmek."

Şiddetle başını salladı Bahar. "Eve dönelim," dedi. "Kutlama falan istemem."

"Ck. Kutlama olacak."

Kapıdan girenler, Ozan'a yaklaşırken parmağıyla "bir dakika" dedi adam. Hızlı adımlarla mekânın çalışanlarından birini buldu. İçki servisi istedi. Sonra elinde kadehiyle salonun orta yerinde durdu ve konuşmaya başladı.

"Hepinizden bir dakikanızı rica edeceğim," diye söze girdi. Gözleri tüm salonu gezdikten ve yeterince dikkat çektiğine emin olduktan sonra "Öncelikle burada olduğunuz için çok teşekkür ederim," diye devam etti.

Beni tanımayanlar için kısaca kendimi tanıtayım. Adım Ozan İskeçeli. Burada gördüğünüz her fotoğrafa önce benim gözüm değdi. Senelerin birikimi bu duvarlarda asılı. Hiçbirini bir gün bir sergi açar da sergilerim diye çekmedim ama sergi açma düşüncesi içime girdiğinde..." Burada durup Bahar'a baktı.

"Zamanınızdan arttırıp burada olduğunuz için çok mutluyum, teşekkür ederim. Ancak dürüst davranmam gerekirse ben bu sergiyi sadece bir kişinin gelmesi için açtım. Nasıl ki fotoğraf zamandan çalınmış, saklanmış, kilitlenmiş bir sanatsa; bu sergi de seni çok özledim yanıma gelir misin demenin farklı bir yoluydu."

Küçük fısıldaşmaların ve gülüşmelerin arasından biri sıyrıldı. "Geldi mi?" dedi bir ses. Ozan en keyifli sesiyle cevap verdi: "Geldi!" Gözü yine Bahar'daydı ve Bahar gülen yüzünü saklayamayıp "Şov yapıyorsun şu an Ozan," dedi. Şımarmak, utanmak ve kıvanç Bahar'ın kalbine kurulu kazanda her birlikte kaynıyordu.

Ozan gülmekten bir an vazgeçmeyerek başını salladı. Bahar yüksek sesle konuşmamıştı ama Ozan onu yüksek sesle cevapladı. "Evet," dedi gürül gürül. "Şov yapıyorum şu an. Kim buna engel olabilir ki? Üç yıl bekledim ben bu kızı. Üç koca sene yüzünü görmedim. Şimdi bir araya geldik, içimde biriktirdiğim bütün aşkı faiziyle ona vermek istiyorum. Kalbime onunla beraber Bahar geldi. Şov yapmak istiyorum, anlıyor musunuz? Kim buna engel olabilir ki?" Siyah tişörtlü bir genç yanaştı Ozan'a. Eline bir kadeh tutuşturdu. Bir diğerini Bahar'a uzattı.

Ozan elindeki kadehi havaya kaldırdı. Küçük bir alkış kıyametin içinde "Seven sevdiğine şov yapsın!" dedi. Tahta çıkmış kralların seremonisine benziyordu hali. Tahta bile ne çok yakışırdı Ozan. "Benim sevgilim..." dedi Bahar izlerken. "Benim..."

O sırada Ozan diğer elini Bahar'a uzatırken "Gelsene yanıma," diyordu. Bahar yerinden kıpırdamayınca da "Nazike!" diye ekledi. "Sen gelmedikçe daha çok sana bakıyorlar."

İki adım atıp Bahar'ın elini tuttu. "Hep birlikte kadeh kaldıralım," dedi Bahar'ı yamacına alınca. "Karşınızda okulunu birincilikle bitiren, bugün mezun olmuş bir Bahar var! Ben yalnızca onun şerefine içiyorum."

Bahar'ın elindeki bardağa elindekiyle vurdu. Yalnızca Bahar'ın duyabileceği bir sesle "O kadar güzel görünüyorsun ki!" dedi önce. Sonra başını eğip Narin'e baktı. Kendini düzeltti. "O kadar güzelsiniz ki!" Gözleri Narin ile diğer insanlar arasında gidip geldi.

Yükselttiği sesiyle "Tanışmanızı istediğim bir diğer kişi de," dediğinde Bahar onu anlamadı. Ozan devam etti. Bahar'ın elini bırakıp parmağını kaldırdı. "Koridordun öbür yanında kalan kuşlar... Âşık ve Narin. Sergimin en özel parçaları. Şimdi bir yerlerde bizi izlediklerine eminim. Aynı zamanda Narin burada yaşıyor." Burada derken avucunun içiyle Bahar'ın bacağına dokundu." Dönüp Bahar'a baktığında herkesçe duyulabilen bir sesle "Şova devam ediyorum," dedi. Bir dizinin üzerine çöktüğünde Bahar yutkunmayı unuttu.

Ozan başını eğip Narin'i öpünce daha yüksek bir alkış tufanı koptu. Bunu beklemeyen Bahar, şaşkınlığının içinde boştaki elini Ozan'ın omuzuna, oradan da boynuna götürdü. "Ozan ayağa kalk," dedi eğilerek. Alçacıktı sesi. "Rezil olduk!"

Keyiften dört köşe olan adam kaşlarını çatarak "Rezil mi?" dedi. Ayaklandı. Bir elini Bahar'ın omuzuna atarak kıza sokuldu. "Cezamı evde kesersin," dedi. Sonra bir de yanağından öptü Bahar'ı. "Ama Ozan'ın yeni Bahar'a kur yapmasına engel olamazsın."





-----------------------------------------<3

Merhaba! 

Yaz mevsiminin getirdiği tüm olağan yüklerle geciken bir bölüm getirdim size.
Benim için yazması keyifli bir bölümdü. Umarım sizler de seversiniz. 
Yorumlarda görüşmek üzere, 
Sevgiyle! 


Anita Felipova Emilova 

Continue Reading

You'll Also Like

738 51 12
"Ölüme yalın ayak koşanların öyküsü bu." "Bu motorun üzerine bindiğin zaman zebaniler sana cehennemden yer ayırtmıştı hanımefendi, cehennemde görüşür...
1.1M 39.5K 58
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
2M 2.2K 2
🌿🕊 Erva, tüm hareketlerini ve alışkanlıklarını hatta aklından geçirdiklerini bile ezbere bildiği Üsteğmen Doru Demir'e âşıktı. Bir beklentisi olmad...
1.3M 88.7K 59
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...