KAYIP RUHLAR MAHZENİ

By verosthetic

3.6K 482 1.3K

Azel Safkanlı ölmekten korkmazdı fakat Mihri Karakurt öldürmekten çok korkardı. 💫 Mihri Karakurt, laneti y... More

1.BÖLÜM; "ZİNDAN"
2.BÖLÜM; "MERHEM"
3.BÖLÜM; "KAVGA"
4.BÖLÜM; "ZİHİN"
5.BÖLÜM; "ÖLÜM"
6.BÖLÜM; "İZ"
7.BÖLÜM; "BAĞ"
8.BÖLÜM; "OYUN"
9.BÖLÜM; "KORKU"
10.BÖLÜM; "MÜHÜR"
11.BÖLÜM; "YARIŞ"
12.BÖLÜM; "MEYDAN OKUMA"
13.BÖLÜM; "KAÇAK KIZ"
14.BÖLÜM; "GÜÇLÜ VE ACIMASIZ"
15.BÖLÜM; "ÖFKE"
16.BÖLÜM; "TAHMİNSİZ YAKINLAŞMA"
17.BÖLÜM; "BİLİNÇ"
18.BÖLÜM; "GÜÇ"
19.BÖLÜM; "FESTİVAL"
20.BÖLÜM; "DERİN BİR ACI"
21.BÖLÜM; "YÜZLEŞME"
22.BÖLÜM; "SINIR"
23.BÖLÜM; "DUDAKLARIN TEMASI"
24.BÖLÜM; "DÜRÜSTLÜK"
25.BÖLÜM; "BİRLİKTELİK"
26.BÖLÜM; "ÇARESİZLİK"
27.BÖLÜM; "İTİRAF"
28.BÖLÜM; "ÇAĞRI"
29.BÖLÜM; "KISKANÇLIK"
30.BÖLÜM; "ZİHNİN GÜCÜ"
31.BÖLÜM; "TEHDİT"
32.BÖLÜM; "ÖLÜM VE ARDINDA KALANLAR"
33.BÖLÜM; "CEZA"
34.BÖLÜM; "BOZULAN MÜHÜR VE AKAN KAN"
35.BÖLÜM; "REDDEDİLİŞ"
37.BÖLÜM; "HİSLERİN ÇIPLAKLIĞI"
38.BÖLÜM; "PARÇALAMAK"
39.BÖLÜM; "DÖNÜŞ"
40.BÖLÜM; "OLTAYA BALIK ÇEKMEK"
[FİNAL] 41.BÖLÜM; "SON PERDE" PART1
[FİNAL] 41.BÖLÜM; "SON PERDE" PART2

36.BÖLÜM; "AŞKI GÖLGELEYEN ÖFKE"

48 8 116
By verosthetic

Bir kıvılcım oluştu zihnimde. Büyüdü, büyüdü ve kalbime sıçrayarak kıskançlık tohumlarını bedenime sinsice yaydı.

Kaşlarımı çatarak açılan kapının ardında duran Azel'e ve içeriye giren Buğu'ya baktım.

Buğu içeriye girdi.

Buğu içeriye girdi?

Buğu neden Azel'in evine giriyor? Kim ki o? Ne hakla?

Azel kapıyı kapatmak üzereydi ki hızlı adımlarımla ulaştım ve kapıyı elimle ittirdim. Kapı açılırken arkasına dönmüş olan Azel anında bana döndü ve beni gördüğü an kaşları çatıldı.

Hiçbir şey söylemesine izin vermeden, "Girmeme izin vermeyecek kadar mı misafirperverlikten uzak mısın, Azel?" dedim ve kapıyı biraz daha ittirip içeriye girdim.

Arkamdan, "Mihri," diye seslendi fakat onu umursamadım. Siyah evin içi de siyah dizayn edilmişti. Ev şu an tam olarak ruh hâlimi yansıtıyordu. Buğu merdivenlerden çıkarken adımı duymasıyla duraksadı ve yavaşça bana döndü. Bana dönmesiyle afallayarak bakmaya başlaması bir oldu. Mavi gözleri beni görmeyi beklemediğini belli ediyordu.

Kendimi zorlayarak güldüm ve etrafıma bakındım. Tek tük mobilya vardı ve onlar da koyu renkti. Geniş, ferah bir evdi ama evin siyah olması insanı geriyordu. Ben de zaten yeterince gerilmiştim.

Azel, "Mihri," dedi tekrardan. Arkamdaydı ama bana doğru adım atmıyordu. Yanıma gelmek bile mi istemiyordu? Belki de burada ne işim olduğunu düşünüyordu.

Kısa bir an Azel'i düşünmeyi kesip kıstığım gözlerimle Buğu'ya baktım. "Ne işin var burada senin?"

Üzerinden şaşkınlığını yavaş yavaş atarken, "Asıl senin ne işin var? Sen de mi öldürüldün?" diye sordu. Dişlerimi sıkmadan edemedim.

"Sence ben ondan mı bahsediyorum?"

"Ya neyden bahsediyorsun?" Yüzündeki kışkırtıcı ifadeyi elimle kazımak istiyordum. Onun bu yüzündeki ifadeyi tamamen parçalamak istiyordum.

Ona doğru hızlıca yürüdüm, merdivenleri çıkarken Azel'in artık durmadığını ve peşimden geldiğini duyuyordum.

"Senin bu evde ne işin var?" diye soludum.

Tek kaşını kaldırarak bana meydan okur gibi baktı. "Sana ne ki?" dedi. "Sen onun karısı bile değilsin artık."

Öfke damarlarımda bir zehir gibi dolandı. Dudaklarım dehşetle aralanırken Azel bileğimden tutmuştu ama beni çekmiyordu.

"Nereden bilebilirsin?" dedim içten içe Azel'in söylemememiş olmasını umarak. "Evli olmadığımızı nereden çıkarıyorsun?" Kendimi kontrol edemiyordum, sesimin yükselmesini durduramıyordum.

"Mühür silinirken Azel'in yanındaydım. Senin yüzünden defalarca kez acı çekti. Sence de artık yetmez mi? O seni artık istemiyor bile!"

Kendimi daha fazla tutamadan, "Sana ne?" diye haykırdım. Çığlığım evin içinde yankılanırken nefes nefese kalmıştım.

Göğsüm acıyordu, yaralarımın acısı ağırlaşmıştı. Dişlerimi sıkıp kendime gelmeye çalıştım ama acının gittikçe çoğalmasına engel olamıyordum.

Azel bileğimden daha sıkı tutup beni kendine çevirdiğinde gözümdeki yıkılmış ifadeyi görünce gözlerindeki o kırılmaz ifade gitmiş ve yerini garip bir ifadeye bırakmıştı. Gözlerimin dolu dolu olması onu şaşırtmıştı ama neden onun söylediklerine engel olmuyordu? Neden şu lanet kadını durdurmuyordu?

Tam ağzımı açmış ona hayal kırıklığımdan bahsedecektim ki, "Buğu evden çık." dedi. Arkamdaki Buğu nefesini verdi ve hemen yanımdan sıyrılarak Azel'in omzuna elini koydu ve ona gülümseyerek iyice uzaklaştı. O evden çıkıp kapıyı kapattığında Azel bileğimi bıraktı. Onun gözlerine bakarken alışık olduğum o güzel duygu yoktu artık, onu ilk tanıdığımda olan duygusuz yeşilleri vardı sadece. Zehirli yeşilleri.

Omuzlarım hayal kırıklığı ile düştü, sertçe yutkundum. Yutkunuşum göğsümdeki acıyı körükledi, gözüm hafiften kararmaya başlamıştı ama onunla bir an önce konuşmak istiyordum ve bu yüzden bu hissi arka plana atmaya çalıştım.

"Bu mu yani?" dedim fısıltıyla. "Artık beni görmek istemeyecek kadar nefret mi ediyorsun benden? Adımı tükürerek söylercesine mi nefret ettin benden? Daha açıklamama bile izin vermeden üstelik?"

Dilini dudağının iç tarafında gezdirdi ve ellerini saçlarından geçirip derin bir nefes aldı. "Öldürdün beni." dedi aniden. Boğazıma büyük bir yumru oturdu. "Sen bana söz verip, ertesi günü beni öldürdün." Alayla güldüğünde gözümden bir damla yaş akmıştı. "Öldürdün diyorum, öldürdün. Bunun ne gibi bir açıklaması olabilir, Mihri? Son nefesimde bana sadece baktın. O zaman yapmadığın açıklamayı ben şimdi hiç istemiyorum."

Dişlerimi sürekli sıkmaktan çenem ağrımaya başlamıştı. Azel hızla merdivenlerden indi ve kendini tekli koltuğa bırakıp karşısına, benden uzağa baktı.

"Ben yokken Buğu hep geliyor muydu buraya?" diye sordum kısa bir sessizliğin sonunda. Bakışları ağır ağır bana döndü ve bakışlarında gördüğüm hayret elle tutulur biçimdeydi.

"Ne?"

"Buğu ben yokken hep burada mıydı, diye sordum."

"Mihri saçmalıyorsun."

"Artık onu mu seviyorsun?"

Söylediklerim benden bağımsız çıkıyordu sanki. Düşünemiyordum, sorgulayamıyordum, ne dediğimi bilmiyordum. Yalnızca öfkemin sınırına ulaşmıştım ve hazmedemeyişimin verdiği hırsla öylece konuşuyordum.

Ayağa kalktı hemen. Bana doğru yaklaşırken buna daha fazla dayanamadım ve tutunacak yer aradım ama her yer döndüğünden bulamadım. Katlanamıyordum artık hissettiğim kötü şeye, göğsüm hiç olmadığı kadar acıyordu. Öksürdüğümde görünüşüm bulanıklaşmıştı, dudaklarım arasından akan kanın sıcaklığını hissediyordum.

"Kahretsin! Bu ne?" diye bağıran Azel'in sesini duydum. Daha sonra onun bedenine doğru yığıldım ve beni sıkıca tuttu. "Mihri?" dedi endişe içinde. "Mihri aç gözlerini, hemen aç gözlerini!"

Açamadım ama. Daha da kapandı ve bilincim yavaş yavaş kaybolarak beni zihnimin ıssızlığına bıraktı.

Sesler kesildi.

Görüntü yok oldu.

Yalnızca atan kalbimin boğuk sesi ve ben. Yalnızca zihnimdeki anılar ve çektiğim işkenceler.

Gözlerime bir ağırlık oturmuştu sanki, aralayamıyordum bir türlü. Aynı zamanda vücudumda da bir ağrı vardı. Kaşlarım yavaşça çatıldı ve gözlerimi daha da açmaya zorladım.

Bu sefer başarmıştım.

Tavana bakışımı kesip etrafıma bakındığımda kollarını göğsünde birleştirmiş oturduğu tekli koltuktan bana bakan Azel'i gördüm. Uyandığımı görünce rahatlayarak nefesini verdi ve o an dişlerini sıktığını fark etmiştim. "Bu yaraların ne?" diye sordu sıktığı dişlerinin arasından. Yavaşça yutkunup önüme döndüm tekrar. Cevap vermeyişim onu öfkelendirmiş gibiydi. "Mihri," dedi öfkeyle. "Sana bir soru sordum."

"Anlatsam bu sefer dinleyecek misin sanki?" diye homurdandım. Trip mi atıyordum? Buraya gelmeden önce ne yapsa hakkıdır deyipte buraya gelince trip mi atıyordum? Ben yine de beni dinler diye düşünmüştüm, onu bile yapmaya tenezzül etmemişti.

"Kolun morarmış, dudağın patlamış, göğsün morarmış ve göğüs kafesin çatlamış. Neyden bahsediyorsun sen hâlâ? Göğüs kafesin çatladığı hâlde ne diye hareket ediyorsun? Kafayı mı sıyırdın?" Ayağa kalkmış ve bana doğru yürümüştü. "Kim yaptı bunları sana? Ne zaman oldu?"

"Ben yaptım, Azel. Başka kimse değil."

Sıktığı dişlerini serbest bırakıp kasılan yüzüyle, "Ne demek ben yaptım?!" diye bağırdığında derin bir nefes alıp kendimi zorlayarak doğruldum.

"Azel çok umurundaymışım gibi konuşuyorsun, şüpheleniyorum." deyip gözümü kıstım. "Dudağımdaki yarayı görmüştün, şimdi mi olay oldu sanki?"

"Sadece dudağındaki yara mı sence?" Yanıma geldi ve bir dizini yatağa bastırarak üzerime eğildi. Bu hareketi bile kalbimin atışının değişmesini sağlarken gözlerine bakmak beni yoruyordu. Onu deliler gibi özlemiş, sevmiştim. "Kollarını biri sıkmış, Mihri. Güçlü biri. Ayrıca biri göğsüne darbe almanı sağlamış ve sen bunlar olurken ne yapıyordun? İstesen zihnini harekete geçirebilirdin, neden öfkelenmedin? Bunu kim yaptı da öfkelenmedin sen?"

Gözlerim aralanmış dudaklarına kaydığında yutkunduğunu fark etmiştim. Yavaşça gözlerine çevirdim bakışlarımı, âşık olduğum zehirlerine uzun uzun baktım. "Sen öldüğünde," dediğimde boğazım yanmaya başladı. Gözüme doluşan yaşlar onu görüşümü bulanıklaştırıyordu. "ben," Sertçe yutkundum ve akan yaşı görmesin diye başımı eğdim hemen. Akan yaş kucağıma düştüğü anda işaret ve orta parmağını birleştirerek çenemin altına bastırdı ve başımı kaldırdı. Gözlerim tekrar onun gözleriyle buluşurken ağzımda dolanan acı tatla beraber konuştum. "ben iyi değildim, Azel."

"Mihri açık konuş, ne dediğini anlamıyorum." Kaşlarını çatmıştı ve gözleri öfkeyle parlıyordu. Bu yaraların sebebini merak ediyordu ama dediğim gibi, sebebi bendim. Bunu kendime yapan bendim.

"Açık konuşayım." dedim ve o da ellerini çenemden çekti. Dizini yataktan çekti ve ayakta beklemeye başladı. "Sen öldüğünde günlerce odamdan çıkmadım ve yaptığımın affının olmadığını, acısının geçmeyeceğini fark ettiğimde kendime zarar vermek istedim." Her kelimemden sonra daha da öfkeleniyordu sanki. Devam ettim. "Senin dövüştüğün yere gittim ve oradaki en güçlü kişiyle kafese girdim."

Bir anda, "Ne yaptın sen?" diyerek sesini yükselttiğinde omuz silktim.

"Ölmek isteyen bir insan için en masum çözümdü bu. Sen ne sanmıştın, Azel? Sen gidince mutlu mutlu geçindiğimi mi?"

"Ama sen zaten öyle," demişti ki duraksayıp kaşlarını daha da çattı. "Beni mi kandırıyorsun sen?"

"Ne kandırmasından bahsediyorsun sen?"

Ayağa kalktığımda bakışları vücudumda dolandı. İyi miyim diye kontrol ediyordu fakat hiç iyi değildim.

"Mihri, bırak. Daha fazla bu konuyu seninle tartışmak istemiyorum."

Arkasına dönüp hızla odadan ayrıldığında peşinden gittim. Merdivenlerden indi, onun arkasından öfkeyle indim. Dış kapıya doğru ilerlerken, "Azel!" diye seslendim. Beni takmadan dışarıya çıktığında ben de hemen onun ardından dışarıya çıkmıştım.

Yağmur şiddetle yağıyordu.

Gözlerim tekrardan kararırken fısıltıyla, "Azel," dedim. Bu sefer durmuş ve bana dönmüştü. Alt dudağım korkuyla titredi. "Seni bir kez daha kaybedemem, Azel. Yapma, gitme benden."

Dişlerini sıktığı için seğiren çenesiyle bana döndü ve kaşlarını çatıp bana büyük bir öfkeyle baktı. "Benden gitme?" Keyiften yoksun, büyük bir alayla güldü. "Ben mi gittim senden, Mihri? Sen gittin benden, sen ölüme terk ettin beni."

"Ben isteyerek yapmadım."

"Ya hâlâ saçmalıyorsun, sana inanamıyorum. Yeter, anla artık, yeter."

Yağan yağmur saçlarımı ve bedenimi sırılsıklam etti. O da öyle olmuştu. Kesilen nefesimi zorlukla toparladım ve, "Nefretin aşkına böyle büyük gelemez." dedim son bir ümit. Gelmemeli.

"Öyle de bir geliyormuş ki..." Yere çakıldım sanki, o an yıkılışı hissettim. Mideme büyük bir ağrı saplanırken bakışlarımın odağı Azel'in gözlerinden çekilip yeri buldu. Yağmur damlalarının sertçe yere çarpışını seyrettim uzunca. İkimizde konuşmadık, konuşacak ne kalmıştı ki? Benden nefret ettiğini o an gerçekten anladım.

Kırgın değildi, öfkeliydi.

Dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırıp akan yaşlara izin verdim. Ben hiç bu kadar kırılmamış, dökülmemiştim. Onun göğsüne sapladığım hançer dönüp dolaşıp benim ruhuma saplanmıştı ve akan kanlar zihnime mürekkep gibi dağılıyordu.

Hayal kırıklığı içinde nefes çektim içime. "Öyle mi?" diye sorarak başımı kaldırdım ve Azel'in beni zehirleyen yeşillerine baktım. "Aşktan büyük olur mu nefretin, öfken, ardına sakladığın hırsın? Beni bir daha görmek istemeyecek kadar," Nefesimi verdim sakin kalmaya çalışarak fakat verdiğim nefes titrek çıkmıştı. "beni hayatından sonsuza dek çıkaracak kadar mı ağır geliyor?"

Cevap vermedi bana fakat ben hâlâ neden öfkesinin ardına saklanan özlemi görüyordum gözlerinde? Uyduruyor muydum yoksa? İstediğim için mi görüyordum?

"Mihri!" Duyduğum sesle beraber başımı yana çevirdim ve buraya doğru gelen Ateş'i gördüm. Kaşları çatıktı ve yanıma gelene kadar bir şey demedi. Azel ona öylece bakarken ben şaşkınca bakıyordum.

"Ateş?"

"Anla artık, bu adam seni istemiyor." dedi sessizce. Elini omzuma attı ve bana eskisi gibi dostça bakmak yerine garip bir ifadeyle baktı. "Artık ondan vazgeç ve etrafına bak, artık etrafını gör."

Dudaklarım aralandı ve ne diyeceğimi bilemeden ona bakakaldım. "Ateş sen neden şimdi böy-"

"Artık gör, Mihri. Lütfen artık sana olan âşık olan adamı gör, o adam seni her zaman bekler ama sen yine de bekletme onu."

Azel bir anda, "Ulan orospu çocuğu," diye hırladığında irkilerek ona baktım. Buraya doğru sıktığı yumruğuyla geliyordu ve ben daha müdahele edemeden Ateş'in çenesine sert bir yumruk geçirdi. Gözlerim hızla irileşirken Ateş durmadı ve o da ona bir yumruk attı. Azel ona tekrar saldıracakken Ateş'in önüne geçip ona siper oldum.

"Hayır, Azel." dedim zorlukla. "Bunu yapamazsın, hayır."

Kaşları çatıldı bana bakarken. Ateş'in önüne geçişimi anlamlandıramıyordu.

"Sen hâlâ neye sinirleniyorsun?" dedi, Ateş. Sanki amacı onu kışkırtmaktı. "Onu reddettiğini kendi kulaklarımla duydum. Ona karışamazsın, artık kocası bile değilken üstelik."

Artık kocası bile değilken üstelik. "Buraya ona aşkını itiraf etmek için mi geldin lan?" dedi bağırarak ve tekrar atıldı fakat Ateş'in önünde, sırtımı onun göğsüne yaslayarak durduğum için bir şey yapamıyordu. "Mihri çekil!" Sabrını yitirdiğini görebiliyordum ama geri adım atmadım.

"Çekilmeyeceğim."

"Sana çekil dedim." dedi dişlerinin arasından âdeta tıslar gibi bir ses çıkararak. Bana bakmıyor, doğrudan Ateş'in gözlerine onu öldürecekmiş gibi bakıyordu.

"Ateş, gidelim." dedim kavgayı bitirmek için.

Ateş elini omzuma atıp beni kendine döndürdü ve ilerlemeye başladı benimle beraber. Bedenim kasılırken o hafifçe bağırdı sesini Azel'e duyurmak için. "Eğer bizi durdurmaya çalışırsan Mihri'yi hâlâ istediğini düşüneceğim."

Dudaklarım burukça ağır ağır kıvrıldı ondan iyice uzaklaştığımızda. "Dolunay?" dedim sorar bir sesle fakat bundan adım kadar emindim.

Şaşırarak bana baktı. "Nasıl anladın?"

"O tilkinin bir şeyler yapacağını anlamıştım ama ne yalan söyleyeyim, başta anlamadım ve bana aşıksın diye korktum."

"Seni kardeşim gibi görmesem belki sulanırdım." dediğinde karnına hafif bir dirsek attım. Canı yanmış gibi yüzünü ekşitip, "Ah," diyerek inledi. "Tamam, bu hareketinden sonra vazgeçtim. Sana asla yürümezdim, ilelebet kardeşim olarak kal."

"Ee," dedi, Dolunay heyecanla. "İşe yaradı mı?"

Ateş elini onu boğazlamak istiyor gibi kaldırdı. Dolunay bu hareketine bayık bir göz devirme karşılığı verdiğinde ben de sakince cevap verdim. "Küfür etti sadece."

"Yumruk yedim." deyip elini çenesine dokundurdu. "Sence sadece küfür mü yedim?"

Gülmeden edemedim. "Evet, bir de Ateş'e yumruk attı."

Dolunay'ın dudaklarında hınzır bir gülüş belirdiğinde Ateş ona inanamayan gözlerle baktı. "Benim dayak yemem seni keyiflendiriyor olamaz."

"Senin dayak yemen işime gelmez. Ne de olsa böyle güzel bir suratı dağınık görmek istemem. Benim güldüğüm şey: Azel'in hâlâ Mihri'yi kıskanıyor oluşu. Siz bundan sonra görün asıl, ben nasıl hallediyorum işi izleyin."

Ben bizi halletmesine takılırken Ateş bambaşka bir yerdeydi.

"Yüzümü çok mu beğeniyorsun? Adım gibiyim değil mi? Ateş gibi..." Sondaki erotik söyleyişinden sonra yüzümü ekşitip yastığı yüzüme bastırdım.

Dolunay onu tersleyecek sandım, ta ki, "Hem de ne ateşli, geceler daha da ateşli bir hâl alabilir tabii," diyene kadar.

"Ne?" dedim hemen yastığı yüzümden çekerek. "Siz yeni boşanmış gibi olan bir kadının yanında nasıl böyle," Başımı iki yana salladım. "Siz uslanmazsınız, terbiyesizler."

"Ha evli olsan devam edebiliriz?" Ateş sinsice sırıttığında elimdeki yastığı onun yüzüne fırlattım. "Güzel yüzüme zarar gelirse şeytan kız seni öldürür."

Şeytan kız kesinlikle Dolunay oluyordu.

Buna aldırmadan diğer dediğini cevapladım. "Evli olsam bile sen değil, Dolunay konuşabilir."

"Cinsiyetçi," deyip ayağa kalktı. "Daha fazla beni dışlamana tahammül edemeyeceğim. Sana şeytan kız tahammül etsin."

"Eskiden kızardım," dedi, Dolunay. Başta sakindi fakat sonrasında sırtını koltuğa daha fazla yaslayıp göz kırptı. "şimdi hoşuma gidiyor, başka şeylerde hoşuma gidebilir tabii."

Ateş elini göğsüne koydu. "Ben her zaman insanların hoşuna gidecek şeyler yapmayı tercih etmişimdir."

"Öyle mi dersin?" Dolunay neden hâlâ ona hülyalı hülyalı bakıyordu?

"Biraz daha flörtleşirseniz ikinizi de dışarıya, yağmurun altına atarım."

"Yağmur mu? O da güzel bir fantezi olabilir aslında."

Ateş ciddi miydi?

Ellerimi saçlarımdan geçirip ayağa kalktım. "Ne halt yiyorsanız yiyin terbiyesizler. Ben şimdi gidiyorum ve siz cidden ne halt ediyorsanız edin. Sizin libidonuzu daha fazla ben çekemeyeceğim."

Ateş, "İçimden ettiğim dua tam şu an kabul olmuş durumda." dediğinde sahte bir şekilde elini kaldırıp gözlerimi kıstım.

"Ağzının ortasına bir çakarım, o zaman görürsün duayı."

Odadan çıktığımda sırıtıyordum. En azından keyfimi yerine getirmişlerdi.

Alt kata inecekken Araf'ın merdivenlerden çıktığını görmüş ve bir anda gerilmiştim. O da beni gördüğünde gerilmişti, bunu görebiliyordum. Yanından sıyrılıp geçecektim ki, bileğimden tutup beni karşısına getirdi. Kaşlarımı kaldırarak ona bakışımın hemen ardından bana sıkıca sarılıp saçlarımın tepesine öpücük kondurdu.

"Özür dilerim." dedi sakince. "Mihri sana öyle davrandığım, seni tek bıraktığım için çok özür dilerim."

"Araf," dedim mırıltıyla. Kollarımı hemen ona sarıp derin bir nefes aldım. "Sen özür dilenecek bir şey yapmadın." Ağlamak istiyordum tam şu an. Belki Araf'ın eskisi gibi oluşu, belki de yaşadığım şeylerin eseri... Emin bile değildim ama ağlamak istiyordum.

"Sana böylesine değer verirken, en yakın arkadaşımken sana nasıl böyle davrandım ki ben? Aptalım."

Gülümseyerek ellerimi sırtına bastırarak başımı göğsüne yasladım. "Sen de gittin sanmıştım." diye fısıldadım. Zihnime sürekli Azel'in dolması bana iyi gelmiyordu. "İyi ki gitmedin."

"Buradayım." Başımın iki yanından tutup beni hafifçe kendisinden uzaklaştırdı. "Yanındayım, yanındayız. Azel de yanında olacak, çok kısa bir süre sonra yine aynı mutluluğu yakalayacaksınız."

"Umarım," dedim ve derin bir nefes alıp bir adım geriye gittim. "Ben biraz dışarıya çıkacağım, sen de gelecek misin?"

"Yok, ben biraz dinlenmek istiyorum. Başım çatlıyor."

Başımı salladım. "Tamam o hâlde, ben çıkıyorum."

Onunla vedalaşıp merdivenlerden indiğimde Araf'ı, en yakın arkadaşımı kaybetmemiş olmamın verdiği mutlulukla gülümsemeden edemiyordum.

Dışarıya çıktığımda bakışlarım kopkoyu gözüken gökyüzüne kaydı. Derin bir iç çekip bir süre sonra başımı indirdiğimde karşımda bir adam görmek irkilmeme sebep oldu.

"Merhaba?" dedim sorarcasına. Ellerini siyah pantolonunun cebine atmış, koyu gözleriyle bana bakıyordu.

"Merhaba, Mihri." dedi hafifçe gülümseyerek. "Seninle görüşmeyi ne kadar zamandır beklediğimi tahmin bile edemezsin."

Dudaklarım aralandı şaşkınlık içerisinde. "Beni mi? Sen kimsin?" Gözlerim şüpheyle kısıldı. O kimdi ve beni neden uzun zamandır bekliyordu?

"Ah, kabalık ettim." Bana doğru bir adım atıp elini sıkışmak için uzattı. "Ben, Barlas Sancak. Tanıştığıma memnun oldum."


Barlas'in kim olduğunu bilmeyenler 14.bölüme ufaktan bakabilir ❤︎

Kaos is coming diyorum ve çekiliyorum ✌️

Continue Reading

You'll Also Like

TUTSAK By Elsa

Mystery / Thriller

80.4K 2.8K 38
"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevleri de"
106K 4.2K 32
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...
166K 5.2K 43
Birbirine bağımlı iki kalp... Birbirine bağımlı iki insan... Yıllar sonra karşılaşırsa ne mi olur? ***** Dudaklarının karşısındaki dudaklarıma bakı...
349K 13K 32
Karanlığın tanımı neydi? Uçsuz bucaksız, alabildiğine uzanan bir siyahlıktı onlar için. Kirli mürekkep damlalarına bulanmış düşünceler, yabancı insa...