10's Sinners || rosékook

By eosselini_

23K 2.1K 3.9K

Ellerine çiçek değil, silah yakışıyor Roseanne Park. Kalbindeki saf nefret bedenini usul usul ele geçirirken... More

prologue
prologue 2 : içimdeki bedensiz şeytan
bölüm 1 : tanrı ile aynı tahtta oturmak
bölüm 2 : vahşetle yıkanan saf hakikat
bölüm 3 : tamahkâr bir insan
bölüm 5 : bu kız beni(m) sonum
bölüm 6 : zaafları(m)ın ötesi
bölüm 7 : ölümsüz yaz
bölüm 8 : kutsal bir âyin
bölüm 9 : kötü adamın aşkı
bölüm 10 : şeytanlaşmış kişilik
bölüm 11 : hislerin en kutsalı
bölüm 12 : kır(m)ızı tutamlar
bölüm 13 : aşk tanrısının utancı
bölüm 14 : güzel hislerin ölümü
bölüm 15 : ruha ateşlenen kurşun
bölüm 16 : bana aitsin
bölüm 17 : ilkel hisleri(m)
bölüm 18 : eski moda kötü kahraman
bölüm 19 : zehri zehir yapan
bölüm 20 : yeniden doğuşum
bölüm 21 : şeytanın ta kendisiyi(m)

bölüm 4 : benim adenim

1.2K 125 365
By eosselini_

Avustralya / Melbourne
Kasım ayının 13. günü, 2016

Ayna karşısında süzdüğüm bedenimin kusursuz göründüğüne zar zor karar verebilmişken son kez düzelttim kıravatımı, saçımı da birkaç el darbesiyle dağıtıyorken arkamdan gelen ses ile dağılmıştı dikkatim.

"Bay Jeon, geldiler Efendim."
Derin bir soluk eşliğinde adamımı bir baş hareketiyle onaylayıp nihayet uzaklaştım aynadan, herkes gelmişti fakat ben yatak odamda kendimi süzüyordum resmen.

Seri adımlarla siyah mobilya dolu odayı terk edip bulunduğum katın merdivenlerine adımladım ve teker teker indiğim her basamak sonrası üzerimdeki baskı anbean arttı, bu gece özel bir geceydi.

Sahiden özel bir geceydi çünkü beşinci ayımız dolmuşken Roseanne'in ailesiyle tanışacaktım ilk kez.

Defalarca evlerine gitmiş olmama rağmen babasıyla bir kez bile denk düşmemek şansımdan mı yoksa ince hesaplarımın hep tutmasından mı bilmiyordum ama, sırf bu buluşma için İtalya'dan gelen annesi de işe eklenince o şanslı kaçışlarımın son bulduğu apaçık ortadaydı.

Nihayet biten basamaklar ile geniş salon görüş açıma girdi. Dört kişinin oturacağı ama on iki kişilik olan masayı baştan aşağı özenle donattırmıştım elimden geleni, elinde çiçek demeti ile dikilen sevgilim annesini babasını boşvermiş yemeklere bakıyordu ve gerginlikten büzüşmüş dudaklarım tatlı bir tebessüm haline bürünmüştü bu görüntü karşısında.

"Hoş geldiniz Efendim." diyerek ayakta dikilen üçlünün bakışlarını üzerime çekebilmiştim. Klasik siyah bir smokin ile dikilen babası fotoğraflarındaki kadar karizmatik duruyordu. Annesi ise omzundaki beyaz kürk ve içindeki kırmızı abiye ile oldukça zarif görünüyordu fakat bu çiftin görünüş açısından olumlu yanlarının hepsini toplasak biricik Roseanne'min bir özelliği edemiyordu, genlerden pek de etkilenmemişti demek ki canım sevgilim, güzelliği sahiden Tanrı vergisiydi.

"Hoş bulduk Bay Jeon." diyerek beni yanıtlamış olan Bay Park olmuşken bakışlarım sevgilimin kombinine takılmıştı. Ağzımın açık kalmaması çok zordu bu görüntü karşısında, zira giydiği siyah deri elbise ve açık bıraktığı sarı dalgalı saçları bir anda görüş açıma girmişken donup kalmış olmamak için hafifçe öksürdüm ve onu sonra uzun uzun göz hapsine alacağım için yanına varmış olduğum Bay Park'ın elini sıkarak selamladım hemen.

Sorgulayıcı bakışları üzerimdeydi elbette, onun hemen ardından Bayan Park'ın elini kavrayıp minik bir öpücük bıraktığımda zarif tebessümü ile karşılık vermiş ve senelerdir yaşadığından olacak ki hoş bir İtalyan aksan ile teşekkür etmişti.

Roseanne'e döndüğümde ise tatlı bir gülümseme eşliğinde elindeki çiçekleri uzatmıştı bana, babasının olmasını umursamadan yanağıma sıkı bir öpücük kondurup çekildiğinde içim huzurla dolmuştu bile.

"Lütfen buyurun masaya, yemekler soğumadan oturmuş olalım." Elimle masayı işaret ettiğimde Bay ve Bayan Park yan yana yerleşmişlerdi ve ceketleri toplamaya gelen hizmetliye çiçeği verip biricik sevgilimin sandalyesini çekmiştim yerleşmesi için.

Roseanne teşekkür ederek sandalyeye oturuyorken gözükmediğinden emin olup sırtındaki dekolteye işaret parmağımı sürttüm hafifçe.

Bunu umursamadan yerleştiğinde onun hemen yanındaki yerimi almıştım ve geniş masada Roseanne ile annesi, ben ile ise Bay Park karşı karşıya oturmuştuk.

"Çok şık görünüyorsunuz Bayan Park." diyerek sakince lafa girdim hizmetli şarapları doldururken. "Ve siz de Bay Park, evimi şereflendirdiğiniz için teşekkür ederim."

İkisi de hoş bir tebessümle karşılık verdiğinde "Sen de çok şık görünüyorsun sevgilim." diyerek lafa girmişti solumda oturan sevgilim. Tam ona dönüyordum ki "Kesinlikle." diyerek onu onaylamıştı Bay Park.

"Ayrıca masa harika görünüyor, iyi bir aşçı olduğundan bahsediyordu Roseanne, sahiden de öyleymiş." Elimden geleni mahçup görünmeye çalışarak teşekkür ettiğimde dürüst olmak gerekirse umrunda değildi bu iltifatlar, yemeklerin hiçbiri benim elimden çıkmamıştı sonuçta.

"Şimdiden afiyet olsun Bay Park, siz de uygun görürseniz yemeye başlayalım ve ben Bayan Park'a yolculuğunun nasıl geçtiğini sorarak bir sohbet başlatmış olayım." Bay Park başıyla onaylayıp şarabından bir yudum aldığında solumdaki sevgilim lafa girdi yine.

Elimden geleni ona bakmamaya ve yanımdaki varlığını görmezden gelmeye çalışıyordum çünkü onu bu şekilde sakince izlemem veya dinlemem çok zordu, kollarım arasına girmesi için çırpınmaya başlayabilirdim her an.

"Annemin korecesi pek iyi değil sevgilim." diyerek dudak büzdüğünde bunu zaten biliyordum ama şaşırmış gibi yaptım hemen, Roseanne annesinden bahsetmeyi sevmezdi ama ben uzun yıllardır İtalya'da yaşadığını, hatta yanlış hatırlamıyorsam zaten İtalyan olduğunu öğrenmiştim, ilk öğrendiğimde güzel bebeğimin melez olması şaşırtmıştı beni. "Oh, sorun değil." diyerek tekrardan Bayan Park'a döndüm.

"Yolculuğunuz nasıldı Efendim?" diyerek İtalyanca konuştuğumda karşımdaki ikili ve Roseanne bundan etkilenmiş olacak ki şaşırma nidaları yükselmişti.

"Sen İtalyanca mı biliyorsun?" diyerek kolumu dürten sevgilim ağzına doldurduğu salatayı umursamadan konuştuğunda ağzını bantlamak istedim onun, susup beklemesi gerekiyordu çünkü onunla ayrı ilgilenmek istiyordum, şimdiki işim ailesinin gözünü boyamaktı.

"Elbette sevgilim." Onu yanıtladığımda büyüttüğü gözleri eşliğinde yemek yemeye devam etti. "Oldukça iyiydi Sevgili Jungkook." diyerek annesi girmişti araya, ismimi bile düzgün telafuz edememesinden anlaşılıyordu Korecesinin kötü olduğu.

"Gayet rahat geldim ve söylemeden edemeyeceğim her şey harika görünüyor." Hakkımdaki olumlu görüşleri iyi gittiğimin göstergesiyken "Hepsi siz ve Bay Park için." dedim ve Roseanne'e döndüm.

"Sevgilim bunlardan her zaman yiyebiliyor çünkü hazırlıyorum ona, bu gece tamamen sizi ve Bay Park'ı düşünerek hazırladım her şeyi." Bu dediğim minik bir kahkaha atmasına sebep olmuşken her şeyden habersiz yemek yiyen Roseanne de güldü ne dediğimizi bilmese bile.

"Tanrım, bu kızın yemek aşkı tamamen babasından geliyor, emin ol ben çoğu zaman yemek yemeyi unuturum bile." Tebessümle kurduğu cümleye karşın "Kesinlike," diyerek araya girdi Bay Park ve o da İtalyanca konuşmuştu. "Bu yüzden kızımla gurur duyuyorum, gerçek bir Koreli gibi midesine düşkün."

"Ah senin şu Kore aşkın," Bayan Park isyanla konuşup önündeki bifteği dilimlerken devam etti. "Biliyor musun Jungkook, Roseanne Kore'de doğabilsin diye ben sekiz buçuk aylık hamileyken 14 saatlik bir uçak yolculuğu yapmak zorunda kaldım, tamamen onun isteğiyle." Çatalıyla eşini işaret ettiğinde gülmeden edemedim. "Verdiğim en doğru karar buydu." diyerek kendinden emince konuştu Bay Park.

Tüm bu konuşmalar dönerken söylediklerimizden hiçbir şey anlamamış olan sevgilim iki yanağı yemek dolmuşken öylece durup kaşlarını çatmış bir şekilde bizi izliyordu. "Az önce biri Roseanne mi dedi?" diyerek tatlı tatlı konuştuğunda derin bir nefes verip bakışlarımı kaçırdım ondan, zira bu görüntüsü onu parçalamak istememe sebep olmuştu.

"Hayır kızım, Jungkook'un işi hakkında konuşuyorduk." Yanıtlayan Bay Park olmuşken açılmış bu yeni konu beni sıkıntıya sokabilirdi. "Ee Jungkook, yalnızca aşçılık ile nasıl böyle büyük bir servete sahip olabildin?"

Beklediğimin aksine çok sorgulayıcı bir şekilde konuşmasının üstüne Roseanne de bu söylediğini yanlış bulmuş olacak ki bir iki kez öksürmüştü.

"Zengin bir ailede büyüdüm Efendim, üstelik tek bir restoran işletsem bile işler genelde çok iyi oluyor, hem ayrıca bir servete sahip olduğumu düşünmüyorum." Şarabımdan bir yudum alıp devam ettim konuşmaya.

"Dışarıda gördüğünüz arabaların veya bu evin benim için bir anlamı yok, eğer servetimden bahsetmemi isterseniz yalnızca kızınız Roseanne'i örnek verebilirim."

Yanlış anlaşılma ihtimalim olduğu için hemen devam ettim. "Ayrıca elbette biliyorum ki kızınız bana ait değil, kendisi başlıbaşına bir birey, ben yalnızca beraber geçirdiğimiz zamanları servetimden görüyorum." Göz boyama konusunda benden daha iyisi bulunamazdı kesinlikle ve bu sözlerimin altında yatan yalanları asla bilemeyeceklerdi.

Solumda oturan bu güzel beden ve ruhu tamamen bana aitti söylediğimin aksine. Basit hoşgörü kalıplarıyla kimse kimsenin malı olamaz algısının dışında bir durumdu bu, biz Roseanne ile çoktan bir olmuştuk ve nasıl ben ona aitsem, o da bana aitti.

"Anladım." diyerek onaylayan Bay Park yemeğine döndüğünde iş konusunu hızlıca kapatabilmiş olduğum için kendimle gurur duydum. Biricik sevgilim ise onun hakkında söylediklerimden hoşlanmış olacak ki tatlı bir tebessümle bakıyordu bana.

Sesini çıkarmadan ağzını oynatarak 'Seni seviyorum.' dediğini anladığımda aynı şekilde karşılık verip 'Ben de.' diyerek önüme döndüm hemen.

Bunun üzerine Bay Park'ın tekrardan "Anlatın bakalım nasıl tanıştınız?" diyerek lafa girmesi derin bir soluk vermeme sebep olmuştu.

Dakikalar dakikaları kovalarken Bay Park'ın sorduğu detaylı soruları cevapladık tek tek, sekizde oturduğumuz masadan dokuzu çeyrek geçe kalkmamıza sebep olacak kadar uzun uzun konuşmuştuk.

Sorular ardalanırken bazen Bayan Park ile İtalyanca sohbet etmiş, çoğunlukla Bay Park'ı yanıtlamış ve elimden geleni az bir şekilde Roseanne'in açıktaki bacaklarını okşayıp onunla yalnız kalmayı düşlemiştim.

Saatler tam olarak 10.00'u gösterdiğinde kahvelerimizi bitirmiştik ve Bayan Park beklediğim hamleyi yapıp kalkmaları gerektiğini söylemişti nihayet.

"Daha erken ama, henüz ikinci tatlıyı servis etmedik." Söylediğimin aksine ikinci bir tatlı yoktu ve elbette artık gitmelerini istiyordum. "Emin ol o kadar yedik ki asla doymayan ben bile doyacak gibi oldum evlat, ellerine sağlık." Bay Park'a kendimi sevdirmeyi başarabilmiş gibiydim, başta soğuk davransa da ısınması kolay olmuştu.

Hizmetli hırkalarını getirdiğinde Bay ve Bayan Park üstlerini giyinirken "Roseanne'in ceketini bırakabilirsin." dedim ona karşı. "O ikinci tatlımı çok seviyor, yesin sonra eve bırakırım." Son söylediğimi Bay Park'a dönerek söylediğimde onaylamıştı hemen.

Roseanne'i kesinlikle evine göndermeyecektim bu gece.

"Her şey için teşekkürler Jungkook, harika bir akşamdı." diyen Bayan Park'a gülümserken ikisini kapıda uğurlamak izin yürümeye başlamıştık Roseanne ile.

Son birkaç veda ve teşekkürden sonra nihayet kapıyı kapattığımda derin bir soluk verdim ve hizmetliye döndüm hemen.

"İşiniz bitti, önümüzdeki on dakika içerisinde evde görevli görmek istemiyorum, bu akşam çok çalıştınız temizliği sabah halledersiniz." Baş onayını alır almaz kenarda sessiz sessiz bekleyen sevgilimin elini tutup hızlıca üst kata adımlamaya başladım.

"Nereye gidiyoruz sevgilim?" diyerek arkamdan bana yetişmeye çalışıyorken bu gece tahammül sınırımı çok zorlamış olduğundan bihaberdi. Cevap vermedim, bu gece onu ve sorularını çok kez görmezden gelmiştim çünkü yükselmemem gerekiyordu ama nihayet özgürdüm artık.

Yatak odamıza geldiğimizde kapıyı açıp içeri girmesini beklerken kravatımı çözüyordum bir yandan. "Roseanne Tanrı aşkına," diyerek lafa girdim odanın kapısını kapatıp bir yandan üzerimdeki ceketi çıkarırken. "Bütün gece o üstündeki ateşli elbiseyle tatlı tatlı hareketler yapıp mızmızlandın yanımda, hiç mi düşünmüyorsun sevgilini?"

Ceketimi fırlatıp tekrardan kıravatıma elimi attığımda üzerine doğru adımlamaya başladığım karşımdaki ürkek beden, ben adımladıkça geri geri gidiyordu.

"Ama sen de beni görmezden geldin, dikkat çekmek istedim." Her şeye rağmen uslanmadan dudak büzdüğünde çözmüş olduğum kıravatımı çıkarıp attım ve gömleğimin birkaç düğmesini açtım, geri kalanı Roseanne açacaktı zaten.

Üzerine doğru bir adım daha atmıştım ki oturur şekilde yatağa düşmüştü o an. Bu işime gelirken aşağımda kalan çenesini kavrayıp kafasını hafifçe kaldırdım göz göze gelmemiz için.

"Niye sevişecekmişiz gibi bakıyorsun, hani tatlı verecektin bana?" Kaşlarını çatarak konuştuğuna gülmeden edemedim.

Hafif uzanıp elini kavrarken "Tatlı vereceğim güzelim," diyerek kasık bölgeme sürttüm elini. "Ve sen de bana vereceksin." Boşta kalan elimi göğsüne atıp sıktığımda ağzı açık kalmıştı.

"Vay canına," diyerek belli etti şaşkınlığını. "Sahiden de çok edepsiz bir adamsın, beni kandırdın." Kasığımdaki elini penisime konumlandırıp bastırdığımda "Öyleyim." diyerek onayladım onu.

"Ama seni kandırmadım, sevgiline güzel bir ağız işi verirken çok güzel bir tatlı yiyormuş gibi mırıldanıyorsun, ben yalnızca çıkarımda bulundum, tatlı dediğimde bundan bahsettiğimi anlarsın sandım." Yanakları hafif hafif pembeleşmeye başlamışken kaşlarını çatmıştı bile.

"Ben senin gibi pis düşünmüyorum." derken avucu altındaki organımı sertçe sıktığında sesli bir şekilde inlemeden edememiştim ve ne yaptığını farketmiş olacak ki gözleri büyümüştü hemen.

Elini geri çekmeye çalıştığında bileğinden kavramıştım hemen. "Güzel kızım benim," diyerek elini daha sert bastırdım orama. "Bittin sen."

Bu hareketten aşırı etkilendiğimi uzun zamandır biliyordu ve gözlerinin büyümüş olmasından da anlaşılıyordu bu. "Ne oldu ki?" diyerek masumca sordu.

"Ne mi old- Ah!" Lafımı tamamlamama müsaade etmeden daha sert sıktığında çoktan sertleşmiş olan organım hem acı hem de zevkle kasılmıştı ve daha sesli inlemiştim bu sefer.

Ufak bir hamleyle bedenini yatağa uzandırıp üzerine çıktığımda "Sahiden bittin bebeğim," diyerek fısıldadım dudaklarına doğru.

"Bütün gece boyunca yavaş olmam için yalvaracaksın."

Kendimden emin bir şekilde kurduğum bu cümle sahiden de gerçekleşmişti.

Yani sahiden de bütün gece durmam için yalvarmıştı.

Eh, ben de durmamıştım tabii.

Avustrayla / Melbourne

Ağustos ayının 14. günü, 2017

Kollarımın arasında ürkek bir kuş misali titreyen bedeni mümkünmüş gibi daha sıkı sarmaladım. Bunu yapmak için beklemeye veya düşünmeye gerek yoktu, yaptığı hamleyi sorgulayamayacak kadar heyecanlı hissediyordum zira.

Burnuma dolan o nefis koku benim de titrememe sebep olurken başını boynuma gömmüş bedenin ince beli kollarım arasında kayboluyor ve aklımı yitirmeme neden oluyordu anbean.

Bu koku tarif edilemezdi, adenimdi benim.

"Roseanne." İsmini zikrederken dudaklarımı kırmızı saçlarına konumlandırıp derin bir soluk çektim içime, bu yaptığım hamle ile aylardır soluduğum o puro kokusu gözümde hiç oluvermiş, hayatımın sonuna kadar güzelimin kokusunu solumak ister hale gelmiştim.

"Jeon!" Gelen ses beklediğimin aksine Roseanne'e değil Alice'e aitti.

Gözlerimi aralayıp ona doğru baktığımda yüzündeki sinire karşı gülümsedim. Onu umursamayarak Roseanne'i kollarım arasında arabamıza doğru ilerletmeye başladığımda "Jeon!" diyerek bağırdı ve bir şeyler söyleyerek devam etti konuşmaya, tüm ilgim ve alakam kollarım arasındaki bedende olduğu için onu duymadım bile.

Roseanne ile araba kapısına vardığımızda bize doğru ilerlemeye başlamış olacak ki adamlarımın hepsi bir yerde toplanıp silah doğrultmuşlardı ona, bu durum bile dikkatimi verecek önemde değilken arka kapıyı araladım ve güzelimin saçlarına minik bir buse kondurup uzaklaştırdım kollarımdan.

Kafasını yere eğip göz göze gelmemizi engellediğinde "Sen önden bin bebeğim." diyerek aylardır ona hitap edemediğim bu kelimeyi kullandığımda küçük bir çocuk misali heyecanlanmıştım. Cevap verirken kelimeleri kullanmak yerine kafasını sallayıp dediğimi yaparak araca bindiğinda o göremese de gülümsedim.

Yerleştiğinden emin olunca kapıyı elimle tutup binmeden önce son bir kez bana doğru "Seni geberteceğim!", "Beni kandırdın, onu uyandır!" gibi birçok serzenişte bulunan Alice'e döndüm. Adamlarım onu rahatça zaptediyordu zaten, benim uğraşmama gerek yoktu.

Sinirli ve nefret dolu bakan gözlerine karşılık histerik bir gülüş sunarak arabaya bindim ve Roseanne'imi bana getirdiği için ilerde ona bir ödül vermem gerektiğini kafama not alarak kapıyı kapattım.

"Sür." Şoföre ithafen konuşup yanıbaşımda duran ve kokusunu her soluduğumda özlemden delireceğimi hissettiğim bedene döndüm.

"Roseanne." Kafasını cama çevirmiş, yüzünü görmemi engelleyen bir pozisyonda duruyordu ve ona seslendiğimde de dönmedi. "Bebeğim." diyerek elimi omzuna attığımda girdiği transtan soyutlanmışçasına aniden beni bulmuştu gözleri.

Göz göze gelmemizle yüzüme kocaman bir gülüşü misafir ettim fakat aynısı onun için söylenemezdi, harelerinde korku vardı hâlâ.

"Ona bir şey yapacak mısınız?" Kekeleyerek kurduğu cümle ile neyden bahsettiğini anlamazken benim sormama gerek kalmadan devam etti. "Öldürecek misiniz- onu?" Duraksayıp devam ettiğinde kaşlarım çatılmıştı.

"Kimden bahsediyorsun güzelim?" derken asıl takıldığım nokta sesini çok özlemiş olduğumdu ama belli etmedim bunu. Cevap vermeyip öylece birkaç saniye baktı yüzüme, çözemiyordum, bir şeyler söylemek istiyor gibiydi ve o şeylerin ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu.

"O- beni getiren kadın, onu öldürecek misin?" Gözbebeği bile titriyordu neredeyse ve bedenini elinden geldiğince araba kapısına yapıştırmaya çalışıyor, benden olabildiğince uzak duruyordu.

"Güzelim tam aksine," Sakince konuşarak sağ elimi yüzüne doğru uzatıp yanağını okşadım baş parmağım ile, ürküp bakışlarını kaçırsa da geri çekilmedi.
"Seni bana getirdiği için ödüllendireceğim onu, ne isterse vereceğim."

Başını hafifçe aşağı yukarı sallayarak beni onayladığında elimi yanağında gezdirirken farketmiştim ki tıpkı onun gibi ben de titriyordum.

Çok ani gelişiyordu her şey, aylardır benden kaçıp yüzümü dahi görmemeye ant içmiş olan biricik sevgilim ben ona adım atmadan kollarıma koşmuş ve sımsıkı sarılmıştı, üstelik tüm bunlara rağmen benden korkuyordu ve Tanrı aşkına hislerini çözmek imkansızdı o bana korkuyla bakarken.

"Roseanne," İsmini sakince zikredip yanağını okşadığımda nihayet benimkilerle buluşmuştu parlak güzel gözleri. "Seni çok özledim."

Ellerim titremeye devam ederken gözlerimin dolduğunu hissetmiştim çünkü aylar olmuştu ona temas etmeyeli, yüzünü canlı canlı görmemi bile çok zor kılmıştı ve huzurdan, düzenli uykudan ırak olan bedenim ihtiyacım olan adenime buluşmamın üzerine o kadar şaşırmıştı ki nasıl tepki vereceğini, beni terk ettiğinde dökmediğim göz yaşlarını şimdi döker olmuştum.

Seneler sonra ilk kez ağlıyordum belki de, bu görüntü Roseanne'i de şaşırtmış olacak ki gözümden düşüp çeneme, oradan da boynuma doğru akan gözyaşına vermişti dikkatini, gözlerindeki korku yerini anbean hüzüne bırakırken ağlamamı izlemişti.

"Tanrı şahidim çok özledim, yer yüzündeki en aciz adamdım sen yanımda yokken." Sesim dahi titrerken onun da gözleri yavaş yavaş doluyordu. "Uzun uzun konuşacağız seninle her şeyi, güzelim, söz veriyorum tüm bu olanları düzelteceğim ve eskisi gibi olacağız." Cevap vermeden öylece bekliyordu konuşmamı.

"Çünkü sen geldin bana, kollarıma geldin Roseanne, sarıldın, artık katiyyen ayrı kalmayacağız, Tanrı şahidim sen bir adım attın ya; ben sana binlerce adım atacağım güzelim."

Belki de o an Alice onu korkuttuğu için koşmuştu kollarıma, başkasından korktuğu için bana sığınmıştı; lakin öyle olsa bile bu ihtimallerin hiçbir anlamı yoktu gözümde. Sonuçta bana ilk o gelmişti, Roseanne, ilk o girmişti kollarıma ve artık her şeyi düzeltme vaktiydi.

"Artık bana korku dolu bakma lütfen, güvendesin, Alice sana ulaşamaz ve ne olursa olsun bırakmayacağım seni asla, bana güven." Diğer elimi de uzatıp güzel yüzünü yavaşça iki avucumun içine aldığımda nihayet gözlerindeki korku gitmişti.

"Dediğim gibi uzun uzun konuşacağız eve geçince, şimdi bana söyle güzelim, Alice sana zarar verdi mi?" Sorumu duyar duymaz hızla iki yana sallamıştı başını, benimle konuşmamaya yeminli gibiydi lakin beden diliyle bile olsa zarar görmediğini öğrenmek rahatlatmıştı içimi.

"Seni nasıl alıkoydu peki?" Gözlerini birkaç saniyeliğine kaçırıp bekledi ve yanıtladı. "Ben tek başımayken evimize geldi, babamın iş arkadaşı olduğu için tanıyorduk zaten bu yüzden şüphelenmeden eve aldım onu, bir ilaçla bayıltmış beni, devamını hatırlamıyorum kendimi bir depoda buldum."

O kadar hızlı ve sanki tüm bunları ezberlemişçesine konuşmuştu ki kaşlarımı çatmadan edemedim, kesinlikle bir sıkıntı vardı, hiç düşünmeden konuşmuş gibiydi çünkü. "Peki güzelim." diyerek onayladım onu, bu işin arkasındaki gerçeği kesinlikle öğrenmeliydim.

"Şimdi benim evime gidiyoruz, biraz dinlenip yemek yersin ve sonra babanı ararız tamam mı?" Hiç düşünmeden başını aşağı yukarı salladığında uzanıp alnına hafif bir öpücük kondurdum ve tam o esnada sessizce iç çekmişti biricik bebeğim.

Geri çekilirken kafamda bir sürü yanıtsız soru vardı. Tanrı aşkına aylardır benden kaçıyorken birisi onu kolundan tutup bana getirdi diye nasıl unutmuştu her şeyi, ona yaptıklarımı, söylediğim yalanları ve daha fazlasını. Beklediğim tepki benden kaçması veya polisi aramasıydı fakat o kollarıma koşmuştu.

Tanrım, belki de çoktan affetmişti beni, sürekli kötü düşünmemeliydim.

Kısa bir süre yola baktığımda evime yaklaşmış olduğumuzu görüp kollarım arasındaki bedene döndüm tekrar. "Roseanne," dediğimde zaten bana bakıyordu o an. "Benden tekrar kaçmayacaksın değil mi?"

Böyle bir şeye asla müsaade etmezdim zaten, gerekirse onu da kendimi de eve kilitler hayattan soyutlardım, artık ayrı kalmak gibi bir seçeneğimiz olmamalıydı.

"Hayır," dediğinde samimi olup olmadığından şüphe ettim. "Ben zaten... Dönecektim sana. Yani hayır, seni affetmeye karar vermiştim aslında... ve karşılaşmamızı bekliyordum. Sadece böyle bir yolla karşılaştığımız izin biraz ürktüm o kadar."

Kesinlikle bir şeyler yanlış gidiyordu.

Sürekli gözlerini kaçırıp bekleye bekleye konuşması ve sesinden bile belli olan o rahatsız olduğunu hissettiren tını kaşlarımı çatmama sebep oldu.

Oynuyordu, kesinlikle oynuyordu şu an.

"Roseanne gözlerime bak," dediğimde hemen birleştirdi bakışlarımızı. "Bu söylediklerin çok sevindirdi beni."

Onun oyununa katılacaktım. Belki Alice, belki de bir başkası tarafından tehdit edildiği, bu söylediklerinin hepsinin birer ezberden ibaret olduğu apaçık ortadaydı ama bozmayacaktım onu. Her şeyi sonrasında detaylıca araştırıp gerçeği öğrenebilirdim, zira şimdi Roseanne birilerinin zoruyla da olsa kollarımdaydı ne de olsa, her şey hallolabilirdi artık.

"Beni affedeceğini biliyordum, ikimiz de birbirimizi deliler gibi seviyoruz, aylarca uzak kalmamız bile doğru değildi." Gözlerindeki ifadeden anlayabilmiştim memnuniyetsizliğini, buna rağmen kendisini gülümsemeye zorlamış ve başını sallamıştı onaylarcasına.

"Geldik Efendim." Arabayı park etmiş olan şoför bana ithafen konuştuğunda yeniden Roseanne'in alnına minik bir öpücük bırakıp "Hadi inelim güzelim." diyerek direktifte bulunmuştum.

Başıyla oynayıp kapıya uzandığında ben de kendi kapımı açıp inmiştim. Arabadan iner inmez evin girişinde beni beklemekte olan Polo ile göz göze geldiğimde gülümsemeden edemedim, sağ kapıdan inmiş olan Roseanne'e şaşkınlıkla bakıyordu.

Güzel sevgilim benim söylememe gerek kalmadan hemen yanımda bittiğinde daha da çok gülümsemiştim. Gözlerimi gözlerine kenetleyip sağ elimi tutması için uzattığımda hiç tereddüt etmeden kabul edip birleştirdi ellerimizi.

Elbette onu kollarım arasına alıp deli gibi sıkarak saatlerce sarılmak istiyordum ama şimdilik sakin kalacak ve ürkütmeyecektim bebeğimi.

Evin giriş kapısına doğru adımlamaya başladığımızda Polo hâlâ daha şaşkın şaşkın bakıyordu fakat "Hoş geldiniz Bayan Park." demekten de geri kalmadı. "Uzun zaman sonra sizi burada görmek ne güzel."

Normalde emrimdeki hiçbir adamın Roseanne ile diyalog kurmasına müsaade etmezdim fakat Polo sekiz seneye yakın bir süredir yanımdaydı ve en ufak bir yanlışını görmemiştim. Ayrıca Roseanne ile tanıştığım günden itibaren her gün ilişkimize şahit olan tek isimdi ve onun gözleri önünde öldürdüğüm onca dostuna rağmen bana olan saygısı ile bağlılığından ödün vermemişti.

"Hoş buldum, teşekkür ederim." Roseanne bana olan tavrının aksine Polo'ya içten bir şekilde konuştuğunda içeri girmiştik.

"Hemen benim odama çıkalım ve sen bir duşa gir güzelim, sonra yemek yerken uzun uzun konuşur ve hasret gideririz olur mu?" Dediğimi başıyla onayladığında odama çıkan merdiven basamaklarını adımlamaya başlamıştık bile.

Hâlâ inanamıyordum tekrardan evimde olduğuna.

"Ve sonra dedi ki: 'Sana zarar vermeyeceğim, böyle bir şey yaparsam Jeon canımı alır çünkü.' Buna rağmen çok korktum ama dediği gibi hiç zarar vermedi." Aklına bir şey gelmiş olmalı ki duraksayıp heyecanla devam etti. "Hatta babamı arayıp endişelenmemesi için haber vermeme bile müsaade etti biliyor musun, aslında babamdan yardım istemeye niyetliydim ama silah doğrultmuştu bana."

Bu dediği kaşlarımı çatmama neden olmuştu. "Bu yüzden babamdan yardım isteyemedim, o an tek dayanağım sana gelecek olmamdı, sana güvendiğim için işin içine babamı katmadım."

Duştan çıktığı için hafif nemli olan saçları, kızarmış yanakları, şişmiş dudakları ve kendisine bol gelen pijamalarım eşliğinde salondaki yemek masasının en uçtaki sandalyesine oturmuşken hemen yanı başında oturan bana bir şeyler anlatıyordu dakikalardır.

Anlattıklarının hepsi ezberden söylediği yalanlardı ve buna emindim fakat belli etmeyecektim şimdilik.

"Seni bana getireceğinden nasıl emin oldun güzelim, ya niyeti başka olsaydı?" Elimde olmadan sorguluyordum söylediği yalanları, tüm bunları ona kim söyletiyor aşırı merak ediyordum çünkü.

"Benim yanımda seninle sesli konuştu çünkü, ona inanmadığını söyleyip telefonu yüzüne kapatmıştın." Bu söylediği sahiden doğruydu çünkü konuşmuştum Alice ile.

Anladığımı belli ederek başımı salladığımda önündeki yemek tabağına takılmıştı gözlerim. "Güzelim neden yemiyorsun hiç?" diyerek tabağını işaret ettiğimde "Pek iştahım yok." diye yanıtlamıştı hemen.

Onunla aylarca birlikte olmuştuk ve hasta olduğu günler de dahil bir gün bile iştahsız olduğuna şahit olmamıştım.

"Bir şey soracağım sana," diyerek devam etti. "Hani sürekli akşam yemeklerine geliyordum ya sana, masa hep donatılmış oluyordu, onları da sen yapmıyordun değil mi?"

Biraz çekinerek sorduğu soruya karşılık huzursuz hissederek iki yana salladım başımı. "Sen yanımdayken pişirdiklerim dışında hepsini aşçım yapıyordu güzelim." Ona karşı yalan söyleme konusunda hassas olmaya karar vermiştim artık.

"Keşke böyle olmasaydı." diyerek kaçırdı bakışlarını. "Yani- Keşke en başından beri dürüst olsaydın, sırf benimle konuşmak için bir restoran açtırdığını ve çok daha fazlasını yaptığını öğrendiğimde çok şaşırmıştım."

Biraz duraksadı, söyleyeceği şeyden emin değil gibiydi. "Ve biraz sorguladım... Tüm bu yaptıklarına değiyor muyum diye, sonuçta bütün bir hayatını benim için şekillendirmişsin." Söylediği şeyin saçmalığı beni şaşırtırken hemen girdim araya.

"Tanrı aşkına Roseanne," diyerek bir elimi uzatıp masada duran elinin üzerine konumlandırdım. "Bunu söylüyor olamazsın senin için her şeyi yaptım ve tekrar yaparım da, sadece ilişkimizi bir yalan üstüne kurmayı seçmem yanlıştı; ama sen.. Sen ve seninle yaşadığımız her şey çok doğruydu güzelim."

Yüzünde ne hissettiğini anlayamadığım bir ifade oluşurken durup bekledi öylece. Gönlüm rahattı çünkü Alice ile yaşadıklarını anlatırken yalan söylediğini belli eden mimiklerinden biri yoktu, sahiden samimi bakıyordu.

İkimiz de sessizce bekleyip birbirimize bakıyorken gözleri kısa bir anlığına dudaklarıma kaymıştı ki bu saliselik olay bile hızlandırmıştı kalp atışlarımı.

Aylarca temas etmemiştik, ona ve bedenine karşı nasıl bir açlık içerisinde olduğumu tahmin dahî edemezdi kimse.

"Seni öpebilir miyim?" diyerek asla beklemediğim bir soru sorduğunda gözlerim büyümüştü şaşkınlıktan.

Tanrım, aylardır bu anı bekliyordum ben.

"Elbette öpebilirsin." Cevap verir vermez sandalyesini kavrayıp yaklaştırdım bedenlerimizi, ilk hamleyi onun yapmasını bekliyordum.

Bir elini sağ yanağıma hafifçe yerleştirdiğinde sesli bir soluk verdim, heyecandan titremeye başlamıştım. Gözlerini kapatıp yüzüme doğru yaklaştığında ben de gözlerimi kapatıp bekledim onu.

Kısa bir süre sonra yanağımda hissettiğim dudakları her ne kadar beklediğim hamle bu olmasa bile huzur dolmamı sağlamıştı.

Adenim yeniden benimleydi ve kavuşmamızı öyle uzun bir süredir bekliyordum ki bulunduğum anın güzelliği heyecandan çırpınan kalbimi zorlar olmuştu.

Geri çekilip göz göze gelmemizi sağladığında harelerinde gördüğüm şey beni tüm gece düşünmeye mahkum etmişti.

'Beni kurtar.' der gibi bakıyordu... 'Her şey çok yanlış, beni kurtar.'

Herkese selam dostlarrr

8-10 ayda bir bölüm attığım için senaryoyu kaçırmış ve bölümü saçma bulmuş olabilirsiniz o yüzden minnacık bir açıklama yapmak istiyorum ;-;

Jeon neden Roseanne'in yalan söylediğini anlamış olmasına rağmen sessiz kaldı diye düşünmüş olabilirsiniz, şöyle söyleyeyim; kurgudaki Jeongguk karakteri çok delice zeki bir adam, yalan konusunda çok profesyonel ve başkasının yalan söylediğini anladığında bunu belli etmez ve işin altındaki gerçeği apaçık bir şekilde anlayana kadar bekler.

Ve Roseanne karakterini it gibi özlemiş olduğu için ona dürüst bir şekilde olmasa bile bir şekilde gelmesini istiyor, sevgili Yunus Emre'nin "Ne olursan ol, yine de gel." sözü hesabı anlayacağınız .-.

Aylar sonra yazdığım bu bölümü iki günde hızlıca tamamladım ve fark ettim ki çok özlemişim bu yazma işini, söz verip tutmamak meşhur bir huyumdur ama bu sefer cidden düzenli bölüm atma niyetindeyim haberiniz olsun.

Kitabın eski okuyucularından birkaç tanesini görürsem heves bulmuş ve diğer bölümü atmış olurum hatta, güzel yorumlarınızı ve fikirlerinizi benden esirgemeyin lütfenn.♡

eosselini|

Continue Reading

You'll Also Like

41.7K 3.3K 52
"Ülke çapında oldukça tanınan Kim ailesinin tek oğlu Tae Hyung, eşi Kim Jennie'yi kendisinden maddi yardım isteyen başka bir kadınla aldatıyordu anca...
904 86 12
Rosé Jungkook'un onun evi olduğunu düşünmüştü, Jungkook Rosé'nin bir canavar olduğunu düşünmeden önce.
9.5K 542 10
"peki kaç yaşındasınız"dedi bana bende "27 yaşındayım ben"dedim oda "Oha çok yaşlısınız"
Yurt +18 By Elif

Non-Fiction

177K 750 10
+18 vardır 18 yaş altı okumasın❗ Vote ve yorumları unutmayın lütfennn