OLCAY
"Siz bir şey anladınız mı Profesör?"
"O gün geldiğinde öğreneceğiz gibi duruyor Olcay. Hazırlıklı olalım. Schrödinger nerede?"
"Kölelerinin yanına gitti."
"Köle?"
"Ben de bilmiyorum. Her neyse. Bu da ne Profesör? Mancınık gibi ama değil savaş topuna benziyor ama daha değişik birşey. Ne işe yarıyor?"
"Şimdilik bir işe yaramıyor."
"Biliyor musunuz Profesör en çok tanışmayı istediğim kişilerdendiniz. Her zaman size haryanlık duymuşumdur."
"Bu gururumu okşadı Olcaycığım. Umarım geri döndükten sonra da böyle karşı karşıya oturma fırsatımız olur."
"Umarım Profesör... Umarım."
Profesör'le uzun bir sohbetin ardından çadırdan çıkmıştım.Dedem ben çok küçükken ölmüş yüzünü bile hatırlayamıyorum diğer dedemse çok otoriter biriydi bu yüzden onu sevdiğim söylenemezdi bu yüzden Profesör'ün dede rolünü çok çabuk kabullenmiltim. Herkesin bilim insanı dedesi olmuyordu sonuçta. Bermuda Şeytan Üçgeni de önümde uçuşup duruyordu halbuki onları çağırmamıştım. Hava karanlık olsada ben çok iyi görüyordum ve tüy kadar hafif hissediyordum hatta sanki gökte yürüyormuş gibiydim. Kelebeklerin peşinde ne kadar süre yürüdüğümü bilmesemde beni çok güzel bir yere getirmişlerdi. Mehtap bütün güzelliğiyle denize vuruyor ve yakamozlar parlıyordu. Galiba en çok istediğim şey birazcık yalnızlık ve huzurdu. Hava rüzgarlıydı ama soğuk değildi. Ciğerlerime dolan deniz kokusu ise muhteşemdi. Özlemişim denizi. Üstünde güneşin batışını izlemeyi, ay ışığının altındaki yakamozları...
"Teşekkür ederim ufaklıklar. Beni buraya getirdiğiniz için... Ama uykum geliyor en iyisi geri dönmek ya da şurada biraz kestirsem ne zararı olur ki?"
Çok zararı oldu ileri zekalı! Şimdi nasıl kurtulacaksın bu iplerden? Hangi akıl yoksunu bağladı beni!
"Bermuda Şeytan Üçgeni şu ipleri bir yaksanız nasıl olur?... Size diyorum!... Heeeeeyyy! Kimse var mı?"
Sadece birazcık uyumak istemiştim niye bunlar hep benim başıma geliyor ya?
Konuşmaya hâlâ yüzün var mı Olcay? Kim dedi sana gece gece denize git diye?
Kimse demedi ama Bermuda Şeytan Üçgeni götürdü.
Kim sana uyu dedi?
Yorulmuşum canım biraz kafam dağılsın dedim. Hem kötü mü yaptım?
Kötü yaptın tabi IQ'su 160'ın altında olan Olcay.
Niye ya bir değişiklik oldu.
Kes sesini Olcay!
Asıl sen kes be!
Şuan kendinle kavga ediyorsun farkında mısın?
Evet.
Şizofren misin kızım sen?
Olabilir.
Hadi Olcay hadi. Birşeyler yapta kurtulalım şu ipten yoksa asla geri dönemeyeceğiz.
Sahi kim bağladı ki beni?
"Uyanmışsın bakıyorum."
Sesin sahibine baktığımda karşımda yakışıklı bir adam duruyordu ama cidden yakışıklı kahverengi saçlı kahverengi gözlüydü.Yüzünü bir yerden anımsıyormuş gibi olsamda çıkaramadım. Çokta umrumda değildi çünkü ipleri çözmeyi başarmıştım. Kendi attığım düğümleri bile çözebiliyordum sonuçta bunu mu çözemeyecektim. Bu konuda kötü bir ünüm vardı işimi sağlama alıyorum diye çok sıkı düğüm atıyordum.
"Hadi ama kötü adammış gibi davranmaktan vazgeç Shade."
"Bu seni hiç alakadar etmez Gray."
"Son günlerde haddini aştığını düşünüyorum Shade."
"Ah ben de son zamanlarda ayna olduğumu söyleyecektim."
"Siz ikiniz konuşmayı kesin de kaçan kızı yakalayın!"
Ah çok güzel fark edildim!
"DİNGERFİNGER!!! Neredesin kediiiii! Bermuda Şeytan Üçgeni? Ya cevap versenize!"
Koş Olcay ko- ne ara oraya geldi o? Yoksa... Vampir? Büyücü beni buldu mu?
"Yaklaşmayın kan emenler! Yoksa olacaklara karışmam! "
"Sakin bir daha o şekilde hitap etme yoksa olacaklara ben karışmam."
Vauv ilk defa bu kadar gerildiğimi hatırlıyorum. Birazcık korkmuş olsam da kararlı duruşumdan ödün vermedim... Dermişim tir tir titriyordum ki içlerinden en sevecen görüneni konuşmaya başladı.
"Hey seni korkutmak gibi bir amacımız yok rahatlayabilirsin."
Sen onu benim külahıma anlat.
"Kimsiniz?"
"Biz Atlantis'in askerlerindeniz zorla kan emene çevrildik."
"Atlantis mi? Öyleyse sizi prensesinize götürmeliyim.Ah bu arada o elindeki bana ait olan bir şey geri verirsen sevinirim. "
"Bunun ne olduğunu biliyorsan içinde olması gereken şeyi de biliyor olmalısın."
"Tabiki biliyorum Efendi Völjay'ın gözlüğü ve köstekli saati vardı ama kutu şuan boş çünkü Efendi Völjay ona ait olan şeyleri geri aldı benden de kutuyu getirmemi istemişti."
"Efendi Völjay... Büyücünün bahsettiği adam olmalı."
"Adam değil kadın."
"Efendim?"
"Hoşuma gitti bir daha söyle."
Ah tamam kızmayın ama söylemezsem içimde kalırdı. Vampirleri yanımda götürecektim ve eğer prenses gerçekten casussa o zaman elimden çekeceği vardı. Çok güzeldi ve bu ona karşı olan şüphelerimi arttırıyordu. Okuduğum onlarca kitaptan edindiğim tecrübelere göre bu kadar güzel bir kadının alabileceği iki rol vardı: başrol ve kötü kadın. Hangisi olduğunu ise zaman gösterecek. Zaman...
"Ben O-Olcay peki siz?"
Aslında kahverengi yakışıklı adamın ve gri gözlü olanın adını öğrenmiştim. Asıl istediğim ele başları gibi duran sarı saçlı adamın adını öğrenmekti. Adını öğrendikten sonra gevezelik edip ağzından laf almaya çalışacaktım.
"Ben Luis bunlarda Shade ve Gray."
Shade? Gölge demek değil miydi?Ah benim kara yeleli Gölge'm yokluğumu fark etmiş miydi acaba.
"Tanıştığımıza sevindim. Bu arada adın atımla aynı. Onun adı da Shade, Shadow aynı anlama geliyor zaten."
Yüzümdeki kocaman sırıtışa iğrenerek baktı. Ne kadar ayıp. Planım ağızlarından kaf almaya çaluşmaktı ama bu olmamıştı tek kelime bile konuşmadan yol bitmiş onları obaya getirmiştim. Geldiğimi ilk farkeden kişi Karaca olmuştu ve gözlerinden öfke akıyordu kesin azarlayacaktı ya da eğitimimi zorlaştıracaktı. Tam yüzümün asıldığı anda tekrar yüzüne baktım öfke parıltıları gitmiş yerini bir rahatlama almıştı.
"Şey kızgın oldığunu biliyorum çünkü eğitimi astım ama bir kaç saatçikten bir şey olmaz hem daha fazla çalışırım."
Gölge de kurtarıcım gibi yanıma gelip başını önüme eğmişti.
"Sen beni mi merak ettin hım? Aman da aman benim için endişelenirmişte benim kara atlı yakışıklı Gölge'm."
"Gerçekten tek sorun eğitime gelmemiş olman mı Olcay?"
"Eğitim değilse başka ne sorun olsun ki Karaca?"
Karaca'yı üzerine basa basa söylemiştim başta Karaca ne demek istediğimi anlamasa da gözlerimle üç vampiri işaret edince bir kaç askere onları misafir çadırına götürmelerini söylemişti.
"Şimdi söyleyeceklerini söyleyebilirsin Karaca."
Ellerini siyah saçlarının arasından geçirip fısıltıyla bir şeyler söyledi ama duymuştum kesin yokluğumda birşeyler olmuştu.
"Ah Gök Tengrim sen aklıma mukayet ol... Ben gittiğini sanmıştım... Mu'ya döndüğünü."
"Nasıl döneceğimi biliyor olsaydım karşında olmazdım Karaca."
"Deden bildiğini söyledi. Geri dönebilmenin yolunu bulduğunu söyledi. Sandım ki..."
Sözüne devam edememişti çünkü ben hışımla Profesör'ün çadırına doğru koşmaya başlamıştım. Beynim yanardağ gibi fokurduyordu. Nasıl böyle bir şey yapabileceğimi düşünürdü? Beni hiç tanımamış mıydı? Ben böyle biri miydim? Profesör'ü çadırında bulamayınca Börü Han'ın çadırına daldım nöbetçi bile beni durduramamıştı. Koç öfkesi işte ne zaman patlayacağı belli olmayan bir canlı bomba gibiydi. İçeridekileri gözüm görmüyordu çünkü gözüm sadece bir kişiye odaklanmıştı.
"Nasıl böyle birşey yapabileceğimi düşünürsünüz Profesör?!! Nasıl sizi arkamda bırakıp gidebileceğimi düşünürsünüz?! Oradan bakıldığında sadece kendini düşünen acınası bir yaratık gibi mi görünüyorum? Siz beni ölümden kurtarmışken ben nasıl böyle bir şey yapabilirim?"
Sinir katsayılarım arttıkça artıyordu ve bu hiç iyi değildi kızaran yüzüm ve hızlanan soluklarım yakında krize gireceğimin habercisiydi ve öyle de olmuştu. Önce öksürükler sonra kesilen nefes gerisini tahmin ediyorsunuzdur. Otacının koklattığı otlar sayesinde kendime geldikten sonra ben farkında olmadan uyku ilacı vermişti. Uyandığımdaysa yanımda kedicik ve Karaca vardı. Prenses Atlantisli vampirleri görmeye gittiği için benim yanımda o kalmıştı.
"Gerçekten anlam veremiyorum Karaca nasıl böyle biri olduğumu düşünebilir?"
"Deden sadece dönüş yolunu bulduğunu söyledi Olcay. Asla seni onu arkada bırakıp kaçmanla suçlamadı zaten istesende geri dönemeyeceğini bilir gibi bir hali vardı."
"Hayır istesem geri dönebilirim. Çünkü artık nasıl dönebileceğimi çok iyi biliyorum."