GERÇEK, YALANA SARILINCA

By _moglinna

244K 14.9K 10.8K

"Kimsin sen Enis Altınday?" Diye sorduğumda, bakışları bana hissettirdikleri kadar anlamsız değildi. "Tehlike... More

GİRİŞ
1. SİYAHTAN DAHA SİYAH
2. YIKIK DÖKÜK BİR ŞANS
3. İP CAMBAZLARI
4. KADER KURBANI
5. GÖNÜL SAHYALARI
6. BİR GÖNÜLLER
7. GÜL'ÜN DİKENLERİ
8. MAYIN TARLASI
9. SOĞUK CENNET
10. ATEŞ VE KÜL
11. ÇİVİ CİVİYİ SÖKER
12. ATEŞTEN KÖZ
13. KIŞ BÜYÜSÜ
14. SUÇ EDEBİ
15. HİÇ'TEN DAHA FAZLA
16. KUMDAN KALELER
17. TENDEN RUHA
18. SERT OYUN
19. İHANET RÜZGARLARI
20. ŞAH & MAT / I. KİTAP SONU
DUYURU
21. 10102 KİLOMETRE
22. MECBURİYETLER VE ARZULAR
23. EROS'UN OKU
24. YILDIZLARIN YALANLARI
25. SOKAĞIN KIZI
26. HANGİ GÖG
27. KÜLDEN TOZA
28. YALANCI KAR TANELERİ
29. TAŞ, KAĞIT, MAKAS
30. SIRADAN İZLER DEĞİL
31. DEPREMİN ELLERİ
32. UZUN MEVZULAR
33. DELİ ZAMANLARMIŞ
34. YALANIN YANINDA
35. AÇIK KARTLAR
36. ÇOKTAN DAHA ÇOK
37. İZLENMİŞ TİYATRO / II. KİTAP SONU
38. ALTIN YUMRUK
39. SIFIR NOKTASI
40. KARIŞIK DOĞRULAR
41. BİR KAŞIK SUDA FIRTINA
42. EKSİ BİR
43. KARANLIĞIN CAZİBESİ
44. TANIDIK YABANCI
46. ETKİ & TEPKİ
47. KÜL YIĞINI

45. KIRMIZI ÇİZGİ

1.9K 181 81
By _moglinna

Alıntılar ve yeni bölümlerin paylaşım tarihleri için aşağıdaki Instagram sayfalarımdan kitabı takip edebilirsiniz...

_kitaptozu4 / _makbule4

Benim için iki hayatın kesişmesi gibi bir şey oldu. Sonu diyorum... mük mük diyorum... ve bir haber daha verecek olursam, mart boyunca artık bölüm atmayacağım. Önümüz ramazan ve ibadetlerimle ilgilenmek istiyorum.

Bir ay yokuz yani buralarda.

Yeni bölüm tarihini de vereyim size

10 Nisan akşamı...

Keyifli okumalar. 🫶


GERÇEK, YALANA SARILINCA

45

"KIRMIZI ÇİZGİ"



Ve o varken biten mutsuz bir masalın mutsuz prensesiydim ben...

Janset ALARÇİN

DENİZ KAMER

Aylar önce...

Alpay elinde pilav tabaklarıyla yanıma geldiğinde, "Teşekkür ederim," diyerek birini elinden aldım.

"Afiyet olsun," dedi karşıma oturarak. Kız kulesi tam arkasında kalmıştı.

Pilavlarımızı yediğimiz sırada, "E Neva," dedi. "Hayırdır, hangi rüzgar attı seni bara?"

"Niye?" diye sordum. "Gelemez miyim?" pilavcıya gelmeden önce ben ona gitmiştim, oradan da beraber çıkmıştık.

"Yok. Ondan demedim. Sadece... Bugün sevgililer günü ya, bara gelmene şaşırdım."

"Vakit geçirebileceğim bir sevgilim yok," dedim. "Janset'in kutlamasını yapar yapmaz da dağıldık. Benim de eve gidesim yoktu, canım sıkıldı, bara geldim."

Gülmeden edemedi.

"Yalnız," dedim sonra konuyu dağıtmak için. "Seyit, Aslım ve Zühre'yi göremedim. Onlar neredeydi?"

"Zühre evinde," dedi bir yandan da pilavını kaşıklarken. "Ailesiyle ilgileniyordur, kardeşleri falan... Aslım ve Seyit'in de farklı planları vardı. Seyit onu yemeğe çıkarmaktan, gece de otelde kalacaklarından bahsetmişti."

"Anladım. Boş kimse de kalmamış yalnız."

"Evet," diye gülümsedi. Pilavlarımızı yemeye devam etiğimizde birkaç kaşıktan sonra, "Neva," deyip yüzünü kaldırdı. "Rebena'yı hiç görüyor musun?" Belli etmemeye çalışsam da sanırım keyfimin kaçtığını anlamıştı. "Neva, yanlış bir şey mi sordum?"

"Onu ara ara görüyorum," dedim. "Ama ondan konuşmak istemiyorum. Ne şimdi ne de sonra."

"Neva," diye kaşlarını çattı. "Evliliğinden dolayı yanına gidemiyorum. O da gelmiyor. Kaç gündür de hakkında çıkmayan haber kalmadı. Zor günler geçiriyor diye düşünürken sanırım sizinle de arası kötü."

"Ondan bahsetmeni istemiyorum Alpay," dedim hırsla. "Hatta hiç."

"O benim arkadaşım Neva. Onun için endişeleniyorum. Durumu nasıl merak ediyorum."

"Merak etmeni istemiyorum," dedim. "Oldu mu? Hatta hiç düşünmeni de."

"Neva," dedi dikkatle. Biraz da şaşkındı. "Rebena herkesten gizli evlendikten sonra aranızı açıldığını biliyorum. Ama senden önce o vardı, o benim arkadaşım olmaktan da öte... Bu istediğin mümkün değil. Senin Rebena'yla olan sorununun bizim de arkadaşlığımızı etkilememesi gerekiyor. Bu yüzden bu sohbeti burada bırakalım olur mu?"

Kendimi gülmeye zorladığımda inanılmaz şaşkındım. "Bence," dedim ayağı kalkıp plastik tabağı masaya bıraktığımda. "Biz bu geceyi burada bırakalım." Şaşkınlıkla ayaklandı ama, "İyi geceler sana," deyip ona arkamı döndüm.

"Neva! Nereye şimdi?"

Bir taksi durdurup içine bindiğimde arkamdan geldiğini biliyordum fakat çoktan taksiye binmiş, kaldırım kenarından uzaklaşmıştık bile.

Ne bekliyordum ki zaten? Birinin beni herkesin önünde tutması, ikinci plana atmaması şaşırtıcı olurdu asıl.

Başlamadan biten bir ilişkinin sonuna daha gelmiştim.

Nefesimin daraldığını hissederken taksiciyi durdurup ücretini de öder ödemez arabadan indim. Yavaş adımlarımın beni götürdüğü yer ise sahil kenarıydı.

Ellerimi montumun ceplerine koydum, yüzümde dalgalanan saçlarımı umursamadım, denizin yüzüme vurduğu soğuğa aldırmadım...

O sırada telefonuma mesaj gelince elimi cebimden çıkarıp pantolonumun arkasından telefonumu aldım.

Alpay mesaj atmıştı.

"Özür dilerim. Lütfen nerede olduğunu söyle, gelip seni alayım."

Ve bir mesaj daha...

"Lütfen Neva. Seni kaybetmek, isteyeceğim son dilek bile olamaz."

Hiç cevap vermek içimden gelmedi. Hatta öyle ki önce numarasını engelledim, sonra da onu rehberimden sildim. İlk mesajlarımıza kadar olan sohbetimiz hala durduğu için onu da sildim. Sonra yaptığım, galeriye girip onunla birlikte olduğum tüm kareleri silmekti. Kısa bir zaman önce aynısını Rebena için de yaptığım için fazla zorlandığım söylenilmezdi.

Kaybetmek alışkanlık haline gelmişti. Ruhumun vazgeçmediği kötü bir huyu gibi.

Ama şunun da farkındaydım; kendi hayatının bile yan karekteri olmuş adamlarla işim olmazdı. Olmayacaktı da.

Hemen sonrasında denizi izlemeye devam ettiğimde dakikalar geçmişti ki üzerime düşen gölgenin siyahlığını fark ettim ve başımı çevirdiğim gibi hiç ummadığım biriyle karşılaşmam bir oldu.

Adımlarımın yeri değişince, "Seçil?" diye adını tekrar ettim. Hayattaki tek akrabamdı. Diğer yarım, diğer kopyam... Kardeşim...

"Selam, Deniz," dediğinde gülümsüyordu. Ama acı ile. Dudakları kıpkırmızı, gözleri siyah bir kalemle çerçevlenmiş, dar mı dar bir pantolon, boğazlı bir kazak üzerine giyildiği şişme montuyla tam da karşımda duruyordu. "Yoksa Neva mı demeliyim?"

Dudağının kenarındaki küçük kesik izi hala duruyordu. Doğru ya, madde kullanırken kafası epey iyiyken kendi kendine zarar vermiş, tenine ciddi bir yara açılmasına sebep olmuştu.

Koşup boynuna atladığımda o da farklısını yapmadı. Ama ben her zaman ondan daha fazla duygusal olduğum için ağlamaya da başlamıştım.

"Gerizekalı!" diyerek ondan ayrılınca onu ittim de. "Altı senedir neredesin sen?!"

Cevap vermedi, ya da veremedi. Bu tepkimi beklemiyormuşçasına şaşkın bir ifade içinde kaybolup gidiyordu.

"Konuşsana!" diye bir daha bağırdım ama onun tek yaptığı susmaktı. "Neredeydin?!"

"Burada değildim!" diye bağırdı o da. "Halide'den saklanıyordum. Annenden! Hatırla istersen, beni yakalamaya çalışıyordunuz! Polise teslim edecektiniz!"

Hasrete dayanamayarak kendi kendine yatışan öfkemden sonra ona bir daha sarıldığımda, "Onu ikna ettim," dedim. "Uzun zamandır seni aramıyor. Sana dair her şeyi yok etti."

"Yalan söyleme," diyerek benden ayrılmasına sebep olan elleriydi. Beni itmişti! "Annen sen istedin diye mi beni aramayı bıraktı yoksa ben ondan saklanmayı başardığım için mi?" cevap veremedim. Hiçbir şey diyemedim. "Kaçarımın olmadığını gördüğümde beni buralardan gitmeye mecbur bıraktı. Size güvenmiyorum. Ben sadece... Ben seni görmek istedim. O yüzden geldim. Geri döneceğim."

"Hayır," dedim hemen. "Bak ben seni çok özledim. Kimsem yok, yapayalnızım, kimse anlamıyor beni." Ellerine sıkı sıkı yapışmıştım. "Lütfen yalvarırım. Yine bırakıp gitme beni."

"Burada başım tehlikede Deniz!" dedi Seçil. "Bir yakalarlarsa cesedimi bile bulamazsın. Gitmem gerekiyor."

"Yine kötü şeyler yapıyorsun!" diye bağırıp ittim onu. Neredeyse yere düşecekti de düşmedi. Her zaman benden daha güçlüydü. "Bırak dedim sana bu işleri değil mi?"

"Ben senin gibi el bebek gül bebek mi büyüdüm be!" diyerek üzerime yürüdü. "Mecburum, niye anlamıyorsun beni? Senin yüzünden bir yerde de çalışamıyorum." Gözlerine ve dudaklarına alaylı bir ifade oturdu. "Neva Alarçin!" Bir o kadar da büyük bir öfkeye kapıldı. "Halide hamımın kızı! Nasıl yaşayabilirim zannediyorsun? Mecburum mecbur! Sadece yaşamaya çalışıyorum!"

"Hiçbir şeye mecbur değilsin!" diye bağırdım. "Ben varım. Sana bakmaz mıyım zannediyorsun?"

"Ben o kadınla yüz göz olmak istemiyorum," dedi nefretle. "Seni ne kadar değiştirdi farkında bile değilsin. Senin annen ikizimi de çöp konteynırın yanına bırakmayı layık gördü. Halide'nin herkesi kandırdığı gibi seni çocuk yaşta yurttan almadı. Benim onu bıçaklamamdan sonra ben diye yakalayıp bir daha bırakmadı. İkimizi ayırdı! Nefret ediyorum ondan, ailesinden, hepsinden!"

"Hayır," dedim ısrarla. "O iyi bir kadın. İnan bana. Hepsi. Bana bir hayat verdiler, sana da verebilirlerdi. Sen doğru davranmadın. Senden istediğim şansı onlara vermedin..."

"Kes Deniz!" diye hiddetle bağırdı. "Bana onları savunma. Hepsinden nefret ediyorum. Hepsinden."

"Seçil," dediğimde sesim yalvarır gibi çıkmıştı. "Lütfen gitme. Aklım hep sende. Her gün bugün kimden kaçıyor diye düşünmek istemiyorum. Gerçekten bu bana çok acı veriyor. Gözümün önünde ol. Yalvarırım. Gitme yine, ortalıklardan kaybolma. Ölsen bile haberim olsun istiyorum. Bir gömenin olsun be! Kendine de bana da bunu yapma!"

Gülmeye başlayınca, "Merak etme," dedi. "Bu ayrılık bana da fazla geldi. Ben de çok yalnızım, mutsuzum... Sana ihtiyacım var."

"Gitmeyeceksin değil mi?" diye sevindim.

"Hayır," dedi. "Seni de kendimle götüreceğim."

"Ne?"

Bir eliyle saçlarımı kavrayıp başımı geriye çektiği gibi elini hızla cebine sokup çıkardı ve o an anladım ki avucunda sakladığı pis kokulu bir bez parçasından ibaretti. Onu dudaklarıma bastırması bir oldu. Yıldızları görürken bileğini tuttuğumu hatırlıyordum ama gözlerimin keskin gözleriyle buluşmasının hemen ardından bakışlarım yavaşça sönükleşmiş, dizlerim hızlıca kırılmış ve Seçil ellerini üzerimden çekerken yere yığılmamla başka bir şey hatırlamıyordum.

Şimdiki zaman...

R. Alarçin Altınday

"Neva kaçırılmış gibi durmuyor," dedi annem. Hepimiz bahçede oturmuş, haziranın en sıcak günlerinden birindeyken güneş üzerimize parlarken kahvelerimizi içiyorduk. "Belli ki Seçil'le iletişim halindeler."

"Ne yapacağız?" diye üzüntüyle sordu Janset. "Ne olacak şimdi?"

"Bence bekleyelim," deyince Leyl, gözleri annemin üzerindeydi. "Seçil'le yine yer değiştirsinler, o an Seçil'in gitmesine izin vermeyelim, direkt polise teslim edelim. Deniz de zaten kardeşinin tutuklandığını öğrenince kendiliğinden ortaya çıkacaktır."

"Öyle yapacağız," annem kahve bardağını alarak her iki eliyle tutup bir yudum aldı. "Başka yolumuz yok. Bilmezliğe vereceğiz. Ta ki tekrar yer değiştirene kadar."

"Neva'ya ne olacak?" diye sordu. "Bence kardeşini korumaya çalışıyor. Affetmeyecek bizi. Tek akrabası Seçil, onu da biz elinden almış olacağız."

"Ben sadece onu korumaya çalışıyorum," dedi annem. O da bu durumdan çok memnun olmadığını aksi sesine yansıtıyordu. "Seçil yüzünden kaç kişiyle uğraştık biz. Onun yaptıkları yüzünden herkes Neva'ya zarar vermeye çalışıyordu. Neva zannediyorlardı. Okulda, sokakta, yalnız kaldığı her yerde zarar görmedi mi? Yaptıkları bize de sıçrıyordu."

"Ama Neva'da yerinde durmuyordu," dedi Janset. Olayları bir tek ben bilmiyorum diye mi bilmiyorum ama gözlerini üzerime aldı. "Seçil yerinde durmuyordu, herkes de Neva olduğunu zannedip onun peşine düşüyordu, Neva ne yapıyordu? Kardeşinin peşine düşmesinler diye buradan kalkıp Seçil diye o belalı adamların ayağına gidip pişman olduğunu söylüyordu. Hiç yapmadığı işi bırak, haberi bile olmayan suçu üstleniyordu! Sonra da zararı ödeyeceğini söylüyordu. Tabii bazıları merhametliyi diye kabul ediyordu da o merhametli olmayanlar da kıza temiz bir dayak atıp bize gönderiyorlardı. O kız bugüne kadar sağ yaşamayı becerdiyse kardeşine dua etmeli. Yoksa kim bilir cesedi hangi çöplükteydi de kedi köpeğe akşam ziyafeti verecekti."

Yüzümü buluşturmadan edemedim. Sadece Neva'ya üzüldüğümdendi.

"Bazıları da Seçil'in yaptığı hırsızlığın ya da madde kullanımını görüntü alıp beni tehdit ediyordu," dedi annem. O da bana konuşuyordu. "Herkes o kızı Neva zannediyordu ama kimse bir ikizi olduğunu akıl edemiyordu. Haliyle ellerinde görüntü olduğu için ilk aranan ben oluyordum."

"Kaç defa magazine konu olmaktan sıyrıldık bir bilsen," diye hayıflandı Janset. "Bu son yıllarda Seçil'den ses seda çıkmayınca hepimiz başka bir ülkeye gittiğini düşündük. Annem onu aramayı sıkılaştırmıştı, yakaladı yakalayacaktı yani, o da gözünü korkutup buralardan gitmiştir diye düşündük ama baksana, yine ortaya çıkmış."

"Neva kardeşine bu kadar bağlıysa e o zaman bizi asla affetmez ki," dedim. "Bizden nefret edecektir. Bu konunun yanımızdan ayrılmasına kadar gideceğinden eminim. Başka bir yol bulamaz mıyız?"

"Enis sırları ortaya saçtığında her halükarda Seçil'in yaptıkları ortaya çıkacaktır," dedi Leyl. Ama bana değil, annem ve Janset'e. "Enis yapmasa bile Tuna var, o yapacak. Seçil için çıkış yolu olsa da keşke yapabilsek, ama yok, Deniz'i korumak istiyorsak onu yakalamamız lazım. Hem de bir an önce. Zaman gittikçe daralıyor."

"Leyl haklı," dedi annem. "Seçil bulunup yakalanmalı. Yoksa yanan Deniz olacak. Yapmadığı suçların cezasını çekmesine izin vermeyeceğim."

"Deniz dünden razı olsa da buna izin vermemeliyiz," dedi Janset. "Kim ne yaptıysa kendi cezasını da kendi çeksin. Deniz hak etmiyor."

"Yer değiştirerek aramızda dolaşmalarını anlamıyorum," dedim. "Amaçları ne? Hadi Seçil kardeşini kaçırmış, zorla tutuyor olsaydı başka biri tarafından aramıza sokuldu ya da bizi soyup soğana çevirmek için aramızda derdim ama kardeşinin aylardır bizimle olmasının Neva'nın haberi var gibi görünüyor. —ki kesin haberi olduğunu düşünüyorum— Seçil aylardır bizimle mutlu mesut yaşıyordu ama geçen sıkıntı çıktı ve sıkıntı çıktığı gibi ortalardan kayboldu, yerine Deniz geldi."

"Yakalanma ihtimaline karşı saklandığından eminim," dedi Janset. "Bir şey olacaksa da Deniz'e olsun demiştir."

"Neva da gözü kapalı bunu kabul mü etti yani?" diye sormadan edemedim. "Salak mı bu kız?"

"Herkes ailesine, sevdiklerine bu kadar bağlı olabilse keşke," diye ortaya bir laf attığında Leyl, kahvesini alarak ayaklandı. "Bazılarımız için ne bulunmaz bir nimet." daha sonrasında yanımızdan çekip giderek uzaklaştı.

Bana laf soktuğunu iyice hazmedebilmiş, sıkıntıyla nefesimi bırakmıştım. Neva'nın yaptığı, bağlılık değildi, kölelikti, kendine saf bir kötülüktü. Çocukluktan beri Seçil'i korumaya alıştırılmışsa hala devam etmesi ve bunu normal bulması da çok normaldi.

Masadaki huzursuzluğu ve ablamın bıraktığı gergin havayı dağıtmak adına, "Bunların hayat hikayesi ne?" diye sordum. "Ben, Neva'yı yurtta büyümüş, sonra da sokaklara düşmüş, kötü birilerin çıkarları uğruna bulaşmış diye biliyorum. Birinin bir kimliği varken diğerinin yeryüzümde adı sanı nasıl olmaz? Yirmi bir yıldır hayalet diye mi yaşamış bu kız?"

"Anneleri evlilik dışı doğurmuş ikisini de," dedi annem. "Peşinde de kötü adamlar varmış. O adamlardan kaçarken çocukların ikisinin ona ağırlık yapması yüzünden ikisini de çöp konteynırına bırakıyor. Sonradan gelip alacak mıydı yoksa onlardan kurtulmak için miydi bilmiyorum ama bebekleri bulan, peşindeki adam oluyor. Sonra ikisini de kendiyle alıp götürüyor. Adam da aksıyor. Ne evlenme durumu var ne de başka bir şey. Neva'yı yurda bırakıyor ama Seçil'i kendiyle büyütüyor. Neyse ki o kadar kötü biri değilmiş de kardeşleri birbirinden ayırmıyor. Yaşları biraz büyüdükçe onları buluşturuyor, görüştürüyor, konuşturuyor..." Nefes alıp verdi. "Amacı kızları ayırmak değilmiş ama ikisine bakacak durumu yokmuş ve aynı zamanda Seçil'in çalışıp ona bakması için büyütmüş. Sonra kızlar daha çocuk yaştayken adam biri tarafından öldürülüp çöplüğe atılıyor ama Seçil zarar görmüyor, daha çocuk olduğu için herhalde... Ama adam kızı yanına alıp onu köle gibi kullanıyor. Ne pis iş varsa yaptırıyor, ya da hangi bir ortam varsa sokuyor... Yani kısacası Neva dürüst biri olarak büyürken Seçil'e de kötü şeyler yaptırılıyor. Hırsızlık, madde satımı, ajanlık... Adam kızı fare gibi her deliğe sokuyor işte. Zevk olsun diye kıza medde de kullandırıyor, sigaraya da alıştırıyor... Bu hayatı yaşamak Seçil'in tercihi olmamış, her zaman mecbur bırakılmış. Kimliksiz biri ama yeraltı dünyasında ona sahte bir kimlik vermeleri çok zor bir şey olmamış. Bazen Ayşe, bazen Fatma, bazen Gül, bazen Nehir..."

"Ne kötü alışkanlık varsa öğretilmiş yani," dedi Janset. "Zehir gibi bir kız yani, öyle böyle değil..."

Sonra annem konuşmasına devam etti. "Seçil ara ara da olsa adamdan kaçıp kardeşini görmeye gitmeye devam ediyor, her şeyi ona anlatıyor. İstemediği bir adamın yanında kaldığını, ona iyi davranılmadığını falan... Sonra ikisi birlikte kaçıyorlar. Sokakta yaşamaya devam ediyorlar; sokaklarda, hırsızlık için girdikleri evlerde... Artık neresi olursa. Zaten sonra da hırsızlık için girdikleri evde benimle karşılaşıyorlar. Bıçaklandığım gece... Seçil korkup kaçıyor ama Deniz benim ölmemem için yanımda kalıyor. Ben beni bıçaklayan Neva'ydı zannediyordum ama hiç de öyle değilmiş, çok sonradan öğreniyoruz... Sonra Deniz ve Seçil'in yolları ayrılıyor, ikisi için de farklı dönemler başlıyor... İşte böyle."

"Ne yaptıklarını anlayamıyorum," dedim. "Seçil bizden ne istiyor olabilir ki Neva yerine geçmesine, hepimizi kandırmasına izin veriyor? Neva'nın bize olan sevgisinden, bağlılığından eminim, ama neden?"

"Hepimiz biliyoruz ki Neva yanlış yapmaz," dedi Janset. "Bu işte başka bir iş var."

"Ben de öyle düşünüyorum," dedi annem. İkimize birden bakmaya başladı. "Seçil aramıza girer girmez onu yakaladığımızda öğreneceğiz. İlk iş, Deniz'in telefonunu karıştırmak olacak. Dün gece çıkıp da geldi aramıza katıldı. Dün geceye kadar kardeşinin aylardır bizimle kalmasına izin verdi, illaki mesajlaşmışlardır."

Aylar önce, on beş Şubat

DENİZ KAMER

Gözlerimi açtığımda bulanık gördüğüm etraf yavaş yavaş netleşti fakat daha sonrasında gördüğüm, kirli bir beton tavandı. Ne olduğunu anlamaya çalışırken kafamı çevirip etrafa bakınayım dedim ama gördüğüm, çöplükten farksızdı. Dört duvar arasındaydım ve içeride yoğun pis bir koku barınırken etraf leş denecek kadar kötüydü.

Mide bulantımın başladığını yavaştan yavaştan anlarken hızlıca kalktım ve kırık da olsa aralık kapıdan çıkmak istedim ama ayağımın yere takılmasıyla yere yüz üstü kapaklanmam bir oldu.

Canım acımıştı, acımamış değildi ancak büyütecek bir şey olmadığını anlayınca daha yerimden kalkmazken başımı arkama alıp neye takıldığımı görmek istedim fakat gördüğüm, bir bileğe bağlı dört parmak ve artı olarak kesik, kanı kurumuş bir parmak beni ürkütmeye yetmişti. Korkuyla sarsılan bedenimle toparlanır toparlanmaz bir parmağı kesik elin devamı nereye gidiyor diye bakmak istedim ama üstü örtülü olduğu için bir şey görmedim.

Daha sonrasında beni saran ise büyük bir merak olmuştu. Hızlıca ayağı kalktım ve üzerine her halttan içerecek, yiyecek dökülen halıyı çekip az önce kalktığım pis lekeli beyaz yatağın üzerine attım. Gördüğüm.... Cesetten başka bir şey değildi.

Çığlıklarımı kontrol edemediğim gibi kendimi odadan çöp dolu koridora attım ve etrafın kiri yüzünde hiçbir yere dokunamazken ışığın göründüğü kapıdan ellerim yukarıda çıkıp dışarıya koştum.

"Seçil!"

"Ne var?!"

Sesin geldiği yöne, arkama bakınca onun bir ağacın önünde telefonla konuşurken gördüm.

"Bağırma!" diye beni uyardı. "Ne bağırıyorsun?!"

"İçeride ceset var!" diye çığlık attım. Bağırma demesine rağmen bağırdığım için mi yoksa söylediklerim için mi ifadesi değişti bilmiyorum ama yüzü garip bir hal almıştı. "Yaşlı bir adam..."

"Ne?" diye bağırdı o da.

"Evet! Bir ceset... Sen mi öldürün yoksa?!"

"Salak!" diyerek yanıma gelmek için adımlarını attı. "Katil miyim ben?!" Beni itip yanımdan geçerken ondan burnuma gelen, buram buram sigara kokusuydu. Sabahın kör saatinde kaç paket devirmişti bu kız?!

"Kim öldürdü o zaman?!" diye sorduğumda arkasından içeriye giriyordum.

"Deniz bağırma diyorum sana!" diyerek yürümeye devam etti. "Bak şimdi sana çakacağım bir tane bak."

Sessizce arkasından ilerledim. Birlikte az önceki odaya girdiğimde Seçil de benim gördüğüm manzaranın aynısını gördü. Ve yüzünü buluşturmadan edemedi. Ben ise elimi ağzıma kapattım. İçerisi bu yüzden leş gibi kokuyordu. Midenin bulanması için de duvarlara ve tavana bakmak yeterliydi. Bir yandan beni bu pis yere getirip pis yatağa yatırdığı için Seçil'e de kızıyordum.

"Yeni mi görüyorsun?" diye sordum.

Başını omzu üzerine alır almaz sert bakışlarını gözlerimle buluşturdu. "Yok, Deniz! Ayağımın tozuyla adam öldürdüm, onu da saklandığım yere koydum."

"Sen yapmadın yani?" diye sordum bu defa.

"Alık mısın kızım sen?" diye bağırdı. "Katil değilim ben."

Ama onun olduğu yerlerde ceset görmeye alışıktık. Ya da daha tehlikeli ortamlara girip çıkmaya...

"Dokundun mu sen buna?" diye sordu.

"Hayır," dedim. "Bileğine takılıp düştüm."

"Ben seni içeriye soktuğumda bu adam burada yoktu," derken yatağın üzerindeki halıya baktı. "Üstünü açmışsın..."

"Ne olduğunu anlamaya çalıştım," diyerek kendimi savunmaya geçtim.

"İyi halt ettin," dediğinde halının yanına ilerledi.

"Ne yapacaksın?"

Bana cevap vermek yerine halıyı sürüyerek yaşlı adamın üzerine attı. Daha sonra yaptığı ise etraftaki tüm çöpleri toplayıp adamın üzerine atmaktı.

Ondan iğrendiğimi göstermekten çekinmedim. O pis şeylere nasıl dokunmuştu.

"Seçil," dedim. "Ne yapıyorsun? Onu öyle saklayamazsın."

"Sakladığım yok," dediğinde yanımdan geçti ve ben de hemen arkasından ilerledim. "Parmak izlerini yok edeceğim. Başka bir yere dokunma." Birlikte başka bir odaya girdik. Seçil etrafı arayıp tarayınca parmak izlerimi nasıl yok edeceği konusunda bir fikrim yoktu ama sonra bulduğu şişeyle cesedin olduğu odaya girip cebinden çakmağını çıkarınca anlamıştım.

O sıvı maddeyi çöplerin üzerine döktüğü sırada etrafa yayılan kokudan anlıyordum ki elindeki en iyi dostu, tinerdi.

Şişeyi de çöplerin üzerine atıp tam aleve veriyordu ki, "Hayır," diyerek bileğini tuttum. "Adamı yakacak mısın?"

Bileğini hızla çekip aldı. "O zaten ölü! Başımızı belaya sokacak. Benim değil ama senin. Kimse bulamaz beni ama senin parmak izlerinle polis direkt annenin kapısını çalar. Duydun mu beni Deniz Kamer?!"

Cevap vermedim. O da beklemeden etrafı ateşe verdi zaten...

"Seçil," diyordum ama büyüyen alevlerin ısısı ve gri dumanı yüzünden geriye çekildim.

"Yürü, gidiyoruz," kolumu tuttuğu gibi bizi koridordan dışarıya çıkardı ve arkamızda yükselen dumanlar içeriyi sarmaya başlamıştı. "Ağlama," dedi beni azarlamaya başladığında.

"Ne yaptığımızın farkında değil misin?" diye bağırarak kolumu ondan kurtardım. "İğrençti bu."

"Ben iğrenç değilim," diyerek karşıma dikildi. "Sadece seni korumaya çalışıyorum, başımıza gelecek bir yeni belayı önlüyorum. Her zamanki gibi! Okey!"

Yutkunmadan edemedim. Boğazım o kadar kuruydu ki bu bana acı vermişti ve dilim dudaklarımı ıslatmaya bile yetmiyordu.

"Beni takip et," dediğinde önden ilerlemeye başladı. "Hemen!"

Bir süre arkasından bakakaldım ama gitmem gerektiğini anlayınca kapısından gri dumanların çıktığı binada uzaklaşarak kardeşimin arkasından ilerledim.

O bir adımla önümde dik omuzları, kararlı yüzüyle, pişmansız duygularıyla elleri ceplerinde ilerliyordu, ben ise onun tam tersi bir ruh haliyle onu takip ediyordum.

Bana dönünce, "Kesecek misin artık zırlamayı?" diye sordu. "Bak sinirlendiriyorsun beni."

"Sen benim ablam değilsin," dedim. "Bağırıp durma bana."

"Küçük bir çocuk gibi davranmayı kes o zaman. Senin için yaptım. Mutlu değilim ben de."

Ama mutsuz da değildi.

Hızlıca ıslak yanaklarımı sildiğimde hemen kendimi toparlayıp, "Ne olacak şimdi?" diye sordum.

"Bir şey olacağı yok, kurtulduk bitti."

"Ondan bahsetmiyorum," diye sesimi yükselttim. "Beni niye bayılttın? Kendinle getirmişsin; artık çöplüğüne mi desem evine mi bilmiyorum."

"Seni saklandığım deliklerden sadece bir tanesine getirdim çünkü sen benim kardeşimsin. Halide'nin kızı değilsin. Yanın benim yanım. Anladın mı?"

"Gidecek miyiz gerçekten de?"

"Bir yol bulmaya çalışıyorum Deniz," dedi bıkkınlıkla.

Kendimi bildim bileli Seçil'in sinirli bir yanı vardı, bana hep bağırırdı ve hatta en ufak şeye bile sinirlenirdi ama son yıllarda biraz daha sinirli, asabi birine dönüşmüştü sanki.

Ellerini de ceplerine koydu. "Sana sahte bir kimlik, pasaport ayarlamak için uğraşıyorum. Birkaç gün daha İstanbul'dayız. Sonra da başka bir ülkeye gideceğiz." Olduğu yerden hareket etti. "Hadi, gidelim. Sana şu pasaportu çıkaracak arkadaşla görüşeceğiz." Önden ilerleyip gidiyordu ama benim onu takip etmediğimi görünce durdu ve bana döndü. "Dalga mı geçiyorsun sen benimle? Yürüsene kızım!"

"Sana benim seninle geleceğimi düşündüren şey ne?" diye sormaktan çekinmedim. Onun benden üstün olduğu bir gerçekti, fakat Halide hanımın yanında kaldığım süre boyunca kendi kararlarımı almaya, hayatıma sadece kendimin yön vermesine de alıştırılmıştım.

Kaşlarını çattı. "Anlamadım?!"

"Lisedeydim, geldin sorgusuz sualsiz beni aldın," diye konuşmaya başladım. "Bir evimizin olmadığını bile bile seninle geldim. Seninle sokaklarda yaşıyorduk. Başımızı sokacağımız bir delik bile yoktu. Artık geceyi nerede geçirirsek... en sonunda seninle hırsız olmayı bile öğrendim." İşaret parmağımı sertçe üzerine doğrulttum. "Sen öğretiyordun, zorluyordun... Yaşamak için mecburuz deyip duruyordun ama hiç de değildik. Halide Hanım bana bir hayat verdi. Okula devam ettim, şu an en iyi üniversitede okuyorum. İleride meslek sahibi olacağımdan eminim. Seninle gelip de seninle sürünmek istemiyorum." Dudaklarını kapatınca bir şey demedi. "Tamam, ikimizde bu hayatı seçmedik, sen daha şansız olanıydın ama istersen bir düşün Seçil. Böyle kalmak zorunda değildik. Değişebilirdik. Ben değişmeyi isteyen taraf oldum, sen aynı kalmayı..."

"Bana bundan başka bir şey öğretilmedi..." diye kızgınca konuşmaya başladı. "Başka bildiğim yol yok. Detaylıca anlatmamı ister misin? Belki sadece var olmak ve hayatı gerçekten yaşamak arasındaki fark kalbini acıtır."

Bunları onunla uzun uzun konuşmuştuk, hem de defalarca. Ama bir daha konuşmayacaktım. Çünkü biliyordum ki anlamayacaktı.

"Sen git Seçil," dedim soğukkanlılıkla. Üzgündüm ama durması için de bu tavrı sergilemem gerektiğinin farkındaydım. Bir tarafım onun mahvolan hayatı işin acayip açıyordu. "Ben gelmeyeceğim. Yalnızım ama en azından iyiyim, güvendeyim, mutluyum, bana inanan insanlar var, beni seven insanlar... Kendimi seninle birlikte uçurumdan aşağıya atmayacağım. Kalmanı istiyorum, ama biliyorum ki sen bir şey istemedikçe asla ikna olmazsın. Lafın kısası, seninle gelmeyeceğim, Halide hanımın bana verdiği hayatımın elini tutmayı bırakmayacağım... Eğer gelirsem, her sabahım az önce uyandığım sabahtan farksız olmayacak."

"Öyle mi?" diye sordu. Acı bir tebessümle gözlerini doldurdu. "Temiz yatağını bırakmak, sıcak evinden vazgeçmek istemiyorsun yani? Beni pisliğin içinde yalnız bırakacaksın?"

"Evet," dedim kararlılıkla. "Senin yanın leş, soğuk, acı dolu... O tarafa seneler önce geçtim, beni binbir pişman ettin, bir daha o soğuk tarafa geçmeyeceğim."

"Ya ben seni ne kadar özledim farkında mısın?" dedi üzüntüyle. Bir yandan bana kızıyordu da ama üzüntüsü baskın olduğu için fazla belli olmuyordu. "Varlığına ne kadar ihtiyacım var haberin var mı?"

"Kal o zaman!" diye direttim.

"Ya ben de mutlu değilim yabancı insanların arasında yaşamaya!" diye bağırdı. "Onlar için ölmüyorum. Seninle, burada kalmak keşke mümkün olsa ama değil işte. Ya yakalanıp öldürüleceğim ya da hapse gireceğim! Niye anlamıyorsun? Hapiste beni sağ bırakırlar mı zannediyorsun? Söyle hadi! Çıkışım yok işte yok yok! Ben burada kalamıyorum ama sen gelebilirsin."

"Benim yerime geç," dedim bir anda. "Ben ol. Neva Alarçin diye okuluma git gel. Sıvan zamanları yer değiştiririz. Dersin ses kayıtlarını alıp bana atsan yeter. Halide Hanım beni sen zannederken yılardır koruyor bizi. Seni de koruyacaktır."

"Çıldırma!" diye öfkeden deliye döndü. "Sen ne olacaksın?"

"Başımı belaya sokmadan duracağım," dedim. "Halide Hanım her ay hesaplarımıza belli bir miktar yatırıyor. Kaç senedir epey birikti. Param var. Bir ev tutacağım, oradan da çıkmayacağım. Gündüzler senin, geceleri benim olsun. İstediğimiz zaman görüşebiliriz."

"Ben o insanlardan nefret ediyorum ama sen bana onların arasında ben diye yaşa diye teklif sunuyorsun öyle mi?"

"Eğer gerçekten benim için döndüysen o zaman buna da katlanırsın," dedim ısrarla. "Kalkıp gidersen de seni hayatımdan silerim. Bir daha bir kız kardeşim var demem. Yan yana olacağız işte daha ne istiyorsun? Yeni bir hayatının olduğunu düşünsene. Marka kıyafetler, istediğin model araba, büyük bir ev, temiz yiyecekler, sana ait bir oda, büyük partiler, gösterişli davetler, saygın bir soy ad, temiz bir isim... Senin hayalin bunlar değil mi? Yıllardır bu hayat için çalıp çırpmıyor musun?"

"Kafayı yemişsin," dedi iğneleyici bakışlarla. "Yediğim dayaklar benim değil, senin aklını uçurmuş!"

"Bir deneyelim!" dedim ısrarla. Lükse olan düşkünlüğü sayesinde inancım yüksekti. "Sadece bir hafta."

"Aptal! Onlarla yaşayalı altı sene olacak! Kimse anlamaz mı zannediyorsun?"

"Tek yapmamız gereken dikkatli olmak Seçil. Sana her şeyi, herkesi göstermeyeceğim, tüm rutinlerimi... Kimse fark etmez, yemin ederim."

"Sadece bir hafta Deniz," demesiyle ikna olduğunu anladığımda bana büyük şaşkınlık yaşatmıştı. "Olursa olur, olmazsa da olmaz... Bir hafta sonunda başarısız olursak, eğer olur da benimle gelmezsen seni saçından sürüye sürüye götürürüm haberin olsun. Kimse de engel olamaz."

"Söz veriyorum," dedim kararlılıkla. Mutluluk öyle bir sesime yansımıştı ki kilometrelerce öteden belli olduğundan bile emindim. "Kendi ayaklarımla geleceğim..."

"Ama Deniz," dedi garip bir sesle. "Eğer senin yüzünden yakalanırsam işte o zaman seni silerim. Üstüne yetmez, seni cezalandırmak için yemin ederim hiç düşünmeden kendimi öldürürüm! Ben o hapiste, dört duvar arasında kalamam, yemin ederim kendimi öldürürüm bak!"

"İnandığım her şeyin üzerine yemin ediyorum," dedim. "Buna asla izin vermeyeceğim. Halide Hanım ve kızları bana bu kötülüğü yapmazlar. Eminim."

"Peki," dedi. "Deneyelim o zaman. Yalnızca bir hafta ne de olsa."

"Yalnız bana bir söz vereceksin," dedim.

"Ne sözü?" diye sordu merakla.

"Gerçekten benmiş gibi davranacaksın. O insanlara zarar vermeyeceksin. İyi niyetlerini suistimal etmeyeceksin."

Şimdiki zaman...

R. Alarçin Altınday

Janset'le birlikte geldiğimiz kuaförde saçlarıma yapılan bakım sonrası yıkanırken telefonuma kısa süre önce yüklediğim şeker patlatma oyunu oynuyordum ki o sırada Enis'ten bir mesaj gelmişti.

"Rebeneyyyyyyy......"

Telefonu yan tutmayı bıraktım, oyundan çıktım ve mesajın üzerine dokundum.

"Neyyyyyyyyyyyy...."

"Bir şey demeliyim sana, müsait misin?"

"Evet. Kuafördeyim ve köklü bir değişim için bekliyorum. Ama müsaitim, söyle dinliyorum."

"Köklü bir değişim derken?"

"Bakım falan..."

"Saçlarını kestirmiyorsun değil mi?"

Göz devirdim.

"Hayır tabii ki de. Onları senin için uzatmaya devam edeceğim kocacığım, beni kızdıracak olursan kökünden vuracağım çünkü."

"Ha ha ha ne komik."

"Neyse ne... Ne diyecektin bana..."

"Şeyyyy."

"Neyyyyyy?"

"Nasıl diyeceğimi bilemiyorum Rebeneyy!"

"Beni aldatmasıysan de gitsin! Yoksa ben oraya gelip boğazına çökerim. Sen hiç zahmet etme."

"O ne biçim laf ya? Ben ne diyeceğim senin aklına neler geliyor."

"De o zaman!!!!!!!!!!!!!!!!! Hadi!"

"Birkaç gün sonra Zana Yıldız'ın doğumgünü partisi var ya...."

"Eeeee?"

"Hani seninle birlikte katılacaktık?"

"Evet! Benle birlikte katılamıyor musun yoksa?"

"Yok. Onda bir sorun yok da, iki davetlimiz daha var."

"Ne?!"

"Kim onlar?"

"Rehan ve Leyl."

"Enis sen ne diyorsun ya? Onlar da nereye geliyor, gelemezler! İstemiyorum ya! İstemiyorum işte! Sadece sen ve ben gideceğiz."

"Rehan'a aynılarının daha da kibar halini dedim ama ne oldu bilmiyorsun işte. Leyl kabul etmemiş. Geliyorlar yani, kesin bir şekilde."

"Çırağan sarayına tehlikeli adamların arasına karışacağımızın nereden haberleri oldu öğrenebilir miyim?"

"Tabii öğrenebilirsin. İçeriye nasıl rahatça gireriz diye bu düşünceyi Rehan'la paylaştım, bana yardım eder diye düşündüm, o da sağ olmasın gidip hemen sevgilisine çıtlatmış. Sevgilisinden de Allah razı olsun, eksik kalmak istememiş. Bu şekilde. Rehan'dan dört kişilik davetiye hazırlasın istemiş yoksa Halide Hanım her şeyi öğrenirmiş. Biz de Zana Hanım'ın partisine gidemezmişiz."

Leyl babamdan, babamızdan nefret ederdi. Oraya gelmek istemesinin amacı ne olabilirdi merak ediyordum.

Öylesine olabilir miydi?

Gözdağı vermek için?

Babamı sinir etmek için?

Aklıma çatlak Leyl'in Çırağan Sarayına, Zana Yıldız'ın doğumgününe neden gelmek istediğine dair hiçbir ihtimal gelmezken saçlarımı durulayan adama, "Bana saç parlatma bakımı da yapar mısınız?" diye sordum. "Bir de buranın tırnak bakımı çok meşhur diye duyumlar aldım, öyle mi?"

Deniz Kamer...

Ders çalıştığım sırada evimin kapısı açıldığında elimde kitapla kalakaldım. İçeriye kimin gireceğini bilsem de onu görene kadar emin olamıyordum.

Adım sesleriyle duvarın köşesinden çıkan Seçil olduğunda rahatlamıştım.

"Sen mi geldin?" diye sordum.

"Ne yapıyorsun?" diyerek ceketini bir yere attı, anahtarlarını bir yere attı, ayakkabılarını olduğu yerden çıkardı ve sonra da kendini köşe koltuğuna atıp bileğini alnı üzerine bıraktı. Kireç gibi solan yüzünden ve baygın bakan gözlerinden anladığım tek şey, yorgundu ya da canı bir şeylere sıkılmıştı.

"Kötü bir şey mi var?" diyerek kitabı orta sehpaya bıraktım. Bugün yedinci gündü. Eğer kimse anlamazsa bu düzeni sağlamaya devam edecektik ve öyle de devam edecekmişiz gibi de dururdu. Seçil her ne kadar kabul etmek istemese bile bu lüks hayatı, sorunsuz kimliğimi, saygın adımla yaşamayı sevmişti ve kimse bir şey anlamasın diye çabalamaya devam ediyordu.

"Seçil," diyerek ayaklarının yanına oturdum. "Cevap versene. Okulda bir sıkıntı mı çıktı? Yoksa Halide Hanım mı bir şey dedi?"

Dilini damağına vurarak reddetti. "Bugün sen git olur mu?" diye sordu.

"Tabii, olur," dedim. "Ama senin canını ne sıkıyor?"

Gözlerini açtığında dirsekleri üzerine durdu. Konuşup konuşmamakta kararsızdı fakat yine de, "Ateş," dedi kısaca.

"Ateş mi?" dediğimde korkuya kapılmıştım. "Bir şey mi anladı yoksa?"

"Hayır," diye yanıtladı. "Hatta o kadar iyi oynuyorum ki beni gerçekten de sen zannediyor."

"O zaman? Sorun ne?"

Konuşacak gibi oldu ama sonra konuşmaktan vazgeçti. "Boş ver. Git hadi sen. Yarın sabah gelme, gündüz burada olmak istiyorum. Okul sıkıcı. Hafta sonu ben giderim."

Oysaki dün akşam yediğimiz yemekten sonra okulda eğlendiğini söylemişti. Arkadaşlarımı kandırması, onlarla eğlenmesi onu eğlendiriyormuş falan... içinde çözemediğim bir sıkıntı vardı ama çözemiyordum.

"Peki," diyerek ayaklandım. Üzerine gitmekle elime bir şey geçmeyeceğini biliyordum sadece. "Dolaba yemek bıraktım. Karnını doyurursun."

"Olur."

Eşyalarımı almak için odama gidiyordum ki, "Deniz," diyerek durdurdu beni.

"Evet?"

"Dudağını unutma... Yarayı."

"Unutmam," dedim. Ama sanki asıl söylemek istediği şey bu değildi. "Başka bir şey var mı?"

"Bir de," dedi kararsız sesiyle ama devamını getirmedi.

"Bir de? Konuşsana."

Pat diye, "Ateş beni öptü Deniz," diyerek hızla ayaklandı. Panikti de. "Beni sen zannedip açıldı; Rebena her şeyi söylemiş, hiçbirini sorun etmediğinden falan bahsetti. Sen çok iyi bir insanmışsın falan filan. Seni seviyormuş meğersem. Ne yapacağımı bilmedim, ilkti, elim ayağım birbirine dolandı, bastım tokadı kaçtım oradan. Şimdi her yerde beni arıyor. Ne yapacağım hiç bilemiyorum. Özür dilerim! Belki sen de seviyorsun onu ve benim yüzümden sana değil, bana açıldı... Allah kahretsin! Niye aranızda özel bir şey olduğunu bana söylemedin! bir de üstüne—"

"Seçil," diyerek sözlerini kestim tüm şaşkınlığımla. Ateş'ten asla böyle bir şey beklemezdim. "Ona karşı hiçbir hissim yok. Onu kardeşim olarak görüyordum. Benim için endişe etme... ama... Ateş seni nasıl öper ya?"

"Bunca zamandır seni seviyormuş, sen fark etmemişsin?"

R. Alarçin Altınday

Sinirle Janset'in odasından çıkıp bana verilen odaya geçtiğimde ilk olarak yatağım, üzerinden telefonumu almak ve daha sonrasında pencereye gidip Enis'i aramaktı.

Mutlu sesiyle telefonu açtığında, "Alo," dedi. "Sevgilim."

"Günaydın," dedim aksi sesimle.

"Günaydın," dediğinde aksi sesimin aynısını çıkardığı için beni taklit ettiğini anladım. "Nasıl gidiyor bakalım?"

"Kötü," dedim hemen.

"Anlamadım," dedi o da. "Kaşlarımızı da kim çattı bakalım?"

"Janset Alarçin," dedim. "O sinir bozucu kız..."

"Hımmm," diye mırıldandı. Kâğıt sesleriyle anlıyordum ki önünde evrakları vardı ve ben aramadan önce de çalışıyordu. "Ne olduğunu anlatacak mısın peki?"

"Bu Leyl'in ağzında bakla ıslanmıyor ki," dedim sinirle.

"Anlamıyorum yalnız... Janset'den nasıl oldu da Leyl'e geçtik?"

"Çırağan sarayından Janset'e bahsetmiş," dedim. "Janset'te tutturmuş ben de geleceğim diye, yoksa anneme dermiş."

"Ne?" diye sesini yükseltti Enis.

"İşte ben de aynen böyle dedim ama ikna edemedim. Kesin gelmek istiyor. Bir davetiye daha çıkarman lazım."

"Rebena," diye söylendi. "Doğumgünü yarın. Leyl ve Rehan zaten geliyor, Janset gelmese olmuyor mu?"

"İkna olmuyor işte. Ara sen konuş istersen."

Ofladığını duydum. "Tamam neyse ya," dedi nefesini bıraktığında. Bence sadece Janset'in üstün zekasıyla baş edemeyeceğini ve en etkili konuşmasını yapsa bile onu ikna edemeyeceğinin farkında olan biriydi. "Halledeceğim artık. Gelsin, o da gelsin, ne varsa bu aileyi merak edecek!"

"Gel de bunu onlara anlat. Annemle tehdit edilip duruyorum."

"Tamam tamam, merak etme, halledeceğim. Yarın akşam orada olacağız tamam mı? Endişe etme, kimse engel olamaz."

İnşallah olmazdı.

Deniz Kamer...

"Neva?!" diye arkamdan koşturan Halide hamımın sesini duyduğumda kapıdan çıkamadan durdum. "Nereye? Hep dışarılardasın. Yine bilmediğim bir sorun mu var?"

"Hayır," dedim hemen. "Arkadaşımın yanına gidiyorum."

Zahmete girerek yanıma kadar geldi. "Beni kandırmıyorsun değil mi?" Bakışları ve sesi her zamanki gibi ilgiliydi. "Bir sorun varsa söyle lütfen."

"Yemin ederim hayır," diyerek gülmeye başladığımda yanağına öpücük de bıraktım. "Gerçekten de arkadaşımın evine gidiyorum. Gittiğime sana fotoğraf da atarım."

"Akşam Melvin ve Ekin'in evlilik yıl dönümü, biliyorsun," dedi. "Hepimizi davet etti. Gelmeyecek misin?"

"Gelmez olur muyum?" dedim. "Siz gidin, ben arkadaşımın evinden geleceğim yanınıza." Yanağını bir daha öptüğümde, "Hadi hoşça kal," deyip kapıdan çıktım. "Beni merak etme."

Bahçeye çıkar çıkmaz direkt arabama bindiğimde güvenliğin açtığı kapıdan çıkıp yokuş aşağıya inmeye başladım ama Ateş'in önümü kesmesiyle arabayı durdurmak zorunda kaldım.

Tabii arabadan indi yanıma geliyordu falan ama kapıları kilitledim ve arabasının kenarından ilerleyip geçtim. Dikiz aynasından gittikçe küçülürken yoluma hızla devam etmeyi bırakmadım.

Bir süre sonra çantamdan ıslak bir mendil alıp makyajla yaptığım dudağımın kenarındaki küçük sıyrık görüntüsünü sildim.

Tavrımı belli etmek için Ateş'i oldukça iyi tersliyordum ve benimle takınması gereken mesafeyi ona her zaman hatırlatıyordum ama Seçil gündüzleri, okulda her ne yapıyorsa onu kendimden, kendimizden bir türlü uzaklaştıramıyorduk.

Seçil her ne kadar kabul etmek istemese de, memnun değilmiş gibi davransa da bence Halide Alarçin'in kızı olmayı sevmişti, Neva Alarçin'e duyulan sevgi, saygı onu iyileştirmişti. Belki Ateş'i bile...

Ne halt ediyorlarsa edebilirlerdi fakat Ateş Neva'yı seviyordu. Öptüğü kişinin ben değil, kardeşim olduğunu bilmesi gerekiyordu. Bilsin ki Seçil'e ona göre davransın çünkü korkarım ki Seçil de yavaş yavaş Ateş Altınday'a kapılıyordu.

İkisi de bu rüyadan nasıl uyandırılacaktı hiçbir fikrim yoktu. İkisinin de kalbi kırılsın istiyordum ama kırılacak gibi duruyordu. Ateş Neva'ya aşıktı, Neva Ateş'e hiç aşık değildi, Seçil Ateş'e aşık olmuştu ya da olacaktı, Ateş gerçeği öğrendiğinde Seçil'i değil, Neva'yı istemeye devam edebilirdi, Neva'nın hiçbir zaman Ateş'i istemeyeceğinden emindim...

Karmaşık doğruların verdiği mutsuz sonun ne zaman geleceğini bekliyordum sadece.

Ateş ve Seçil'in hiçbir zaman olmasına iznim yoktu çünkü olur da sevgili olurlarsa bu demek oluyordu ki ortaya çıktığım her an Ateş'in beni öpmesine, dokunmasına izin vermem gerekiyordu. Ya da evlenseler yatağına bile girmem lazımdı. Bunda mümkün değildi. Ancak şöyle mümkün olabilirdi; benim hayatımı unutup, herkesten uzak bir hayat yaşamak için başka bir yere gitmem lazımdı. Ki Seçil istediği gibi buradaki hayatını yaşayabilsin. Seçil'in olduğu bir dünyada benim çalışmam bile mümkün değildi. Tek kimlik kullanıyorduk. Ya da herkese gerçek açıklanmalıydı. Ama bu defa da Seçil'in hayatı tehlikeye giriyordu.

Yani, kısacası, onlardan olmazdı... Hem de hiç.

♾️

Evimin kapısını anahtarla açtığımda ilk gördüğüm, Seçil'di. Elinde bir kase ve kaşıkla duruyor, dolu dolu ağzıyla da bana bakıyordu. Üzerinde mini şortu ve büstiyeri vardı. Gözlerinden anladığım kadarıyla da yeni uyanmıştı.

Kapıyı kapatıp, "Selam," dedim. Vücudu ilk günden daha güzel görünüyordu. Yara izleri biraz daha silikleşmeye başlamıştı. Tedaviler, ilaçlar, pelinkler, bakımlar işe yarıyordu ve yakın bir zamanda pürüzsüz bir vücuda sahip olacağından emindim..

"Yeni mi uyandın?" diyerek su içmek için salonumuzu gören Fransız mutfağımıza ilerledim.

"Evet," dedi. Kasedeki şey her neyse kaşıklamaya devam ediyordu. "Kaşarlı mantar attım fırına. Seninki orada, ben çıktıktan sonra kendine hazırlarsın bir şeyler..."

Elimde suyla ona döndüğümde, "Sen kilo almışsın sanki," dedim onu baştan aşağıya inceleyerek.

O da çiğnemesini yavaşlatıp bendini incelemeye koyulunca dağınık saçları yüzüne döküldü.

"Biraz yemene dikkat et," dedim. "Seninle aynı kiloya gelmek için fazladan yemek yemek istemiyorum." Onun çok yemek yeme alışkanlığı vardı diye benim de olacak diye bir şey yoktu. "Sonra zayıflaman zor olur bak."

"Karışmasana," dedi yemeğini yemeye devam ederek. "Böyle iyiyim ben."

"Tamam, iyisin de, dikkat çekiyor da, aynı olmamız lazım."

Kafasını sallayıp karşıma geldi ve tabureyi çekip oturdu.

"Hem," dedim ağzını aramak istediğimde. "Ateş kilolu kızları sevmez, benden söylemesi."

Hareketli ağzını durdurdu ve yavaşça yüzünü kaldırıp gözlerini üzerime dikti. "Bana ne ondan? İkimiz de ondan uzak duracağız diye anlaşmadık mı?" Ama ben senin pek uzak duramadığını düşünüyordum Seçil. "Ne iki de bir Ateş deyip duruyorsun?"

"Ben sadece şaka yapıyordum canım," diye güldüm. "Ateş'le anca ve anca öteki dünyada olabilirsiniz siz, bu dünyada değil... Seninle bütün bunları konuştuk biliyorsun. Her şeyi benden daha iyi biliyorsun."

Arada hatırlatmak iyidir diye düşünüyordum.

Kafasını salladığında suratsızdı. Az önceki neşesini kaybetmiş, mutsuz olmuştu.

Umursamadım çünkü zaten durmadan bunları hatırlatıp duruyordum. Unutmaması gerekiyordu.

"Neyse," diyerek tezgahtan uzaklaştım ve televizyonun olduğu yere ilerledim. "Sen de bir an önce karnını doyur, sonra da bir an önce hazırlanıp evden çık." Seçil'e sırtımı döneceğim şekilde köşe koltuğuna oturdum ve kumandayı elime aldım. "Melvin'in evlilik yıldönümünü kutlayacaksınız. Ateş falan herkes orada olacak. Ondan uzak durmayı ihmal etme. Ben de televizyon keyfi yapacağım."

Melvin'in yanında olmak isterdim ama Seçil bu gece için özel bir istekte bulunmasaydı onun yerine ben gidecektim.

Şimdiki zaman....

R. Alarçin Altınday...

Akşam için Janset'e elbise hazırlığına girdiğimde Janset'in dolabını alt üst etmekle meşguldüm. Janset ise kullanacağı makyaj malzemelerini hazırlıyor, Leyl de kendine seçtiği elbiseye uygun ayakkabı arıyordu Janset'in dolabından.

Elimde bir elbiseyle Janset'e dönünce, "Bu nasıl?" diye sordum.

Leyl eğildiği yerden kafasını kaldırır gibi oldu ama hemen önüne dönmüştü. Janset ise elinde makyaj malzemeleriyle uzun uzun elbiseye baktı ve daha sonrasında bakışlarını gözlerime kaldırdı. "Onu bir yerde giyinmiştim. Gazeteye, televizyona çıkmıştı, kimsenin üzerimde görmediği bir şey bul. Biraz daha bakın, daha güzel şeyler var."

Oflayarak elbiseyi eski yerine astım. "Seçenek çok fazla. Karar veremiyorum."

Melvin burada olsaydı onun dolabına da girmek isterdim ve onunla zevklerimiz aynı olduğu için Janset'e güzel şeyler bulacağımdan emindim ama maalesef ki o burada değil, kocasıyla birlikte kendi evindeydi.

Elimde bir elbiseyle daha Janset'e dönünce, "Ya bu?" diye sordum.

Janset gülümseyerek, "Ay çok güzel," dedi. "Koltuğun üzerine bırak."

Sonunda uygun bir şey buldum diye düşünürken Leyl eğildiği yerken bir çift ayakkabıyla kalkarak, "Onu aylar önce Yılbaşında giyinmiştin Janset," dedi yüzüme bakmadan. "Sabahında hepimiz gazetedeydik. Herkes senin üzerinde gördü. Hatırlamıyor musun?"

Janset yüzünü yüzüme çevirdi ve sanırım hatırlamıştı. Ben ise elimdeki elbiseye detaylıca bakınınca gerçekten de Enis'le çarpışmadan önce gazetede gördüğüm fotoğrafta bu elbiseyi Janset'in üzerinde gördüğümü hatırladım. Hatta sonra Enis bana çarpmış, üzerime de kahve dökmüştü.

Mesaj sesiyle kafamı kaldırınca mesajın geldiği telefonun benim telefonum olduğunu anlayıp elbiseyi eski yerine bırakarak koltuğun olduğu yere gittim.

Enis mesaj atmıştı.

"Merhaba Rebena. Aradığında Melvin'le konuşuyordum. Yanıma kadar gelmişti. Derdi ise Zana Yıldız'ın doğumgünü partisine katılmakmış. Kendi ve Ekin için de davetiye istedi. Amacı neydi öğrenmeye çalışırken, yakında Ekin'e her şeyi açıklamayı düşündüğünü ve belki de en uygun anın orası olduğunu söyledi. Yıldızların üyelerinden biri olduğunu açıklamak için Ekin'i o ortama sokmak istediğini, bundan cesaret alacağını anlattı. Ne dediysem ikna edemedim. Topluca çok dikkat çekeceğimizi söyledim ama ikna olmadı. Ya onu da götürürmüşüz ya da hiçbirimiz gitmezmişiz. Akşam o da bizimle geliyor kısacası. Haberin olsun. Gece hep birlikte olacağız."

"Melvin'e haber eden kim?!"

"Minik kızkardeşin. Janset. Sadece onunla paylaşmış."

Nefes alıp verdim ama yapacak bir şey olmadığını anlayınca hazırlıklara devam etmem gerektiğini de anlayıp ses çıkarmadım. Zaten Melvin'siz olmazdı.

Bu detay üzerinde durmayarak Enis'e bir mesaj çektim.

"Hani benim kırmızı elbisem? Neden hala gelmedi. Hazırlanmam gerekiyor artık."

Deniz Kamer...

Evde ayaklarımı uzatmış kitabımı okurken ve bir yandan da bu sıcak havada soğuk bir şeyler içerken evimin kapısı hızla açılıp kapanmıştı. Bu beni endişe ettiği için ayaklarımı uzattığım yerden indirip ayaklandım.

Köşeden çıkan ise Seçil olmuştu.

Gözleri beni önce Fransız mutfağımızda aradı ama sonra beni orada göremeyince panik dolu bakışlarını salona kaydırdı.

"Deniz!" dedi telaşla. Çantası yerde yerini bulduğunda hızlıca yanıma geldi. "Çok kötü bir şey oldu?" Kendini koltuğa bıraktı hemen. "Aylardır her şey çok güzel giderken bunun olduğuna inanamıyorum!"

"Ne oldu?!" diyerek kalktığım yere geri oturdum. "Biri bir şey mi fark etti?"

"Dün gece Enis bütün sırları aldığını hepimize gösterdi," diye hızlıca konuşmaya başladı. "Yunanistandaymış ve her şeyi almış. O Arman Aryan denen adam sadece sizin paranızı almış, bir halt becerememiş. Enis her şeyi ortaya saçacakmış. Bir kopyaları da Tuna'daymış. Eğer İlhan'ı deşifre ederse Tuna da bizi deşifre edecekmiş. Ama onun dediği kadarıyla Enis kararlıymış, En dahi hepimizi deşifre edecekmiş, sırf sadece İlhan ceza alsın diye." Ağlamaya başladı. "Sabah kahvaltı ederken Halide hiçbir şey yapamacağını söyledi. Melvin'den Ekin'e her şeyi açıklamasını istedi. Bana ne olacağını söylediğimde ise ikizimi yakalayacağını söyledi. Bu süreye kadar da bir şeyler yapacakmış. Bittim ben bittim! Bir çıkışım kalmadı. Şimdi çekip gitsem sen kalıyorsun, olan sana olacak, kalmaya devam etsem bana olacak her şey. Hapse gireceğim! Köşeye sıkıştım, ne yapacağımı bilmiyorum!"

Bütün bu olanlara değil de onun kaçmayıp bana gelmesine çok şaşkındım. Gitmek istemiyordu. Bir şekilde buraya, bize bağlanmıştı. Bir çözüm istiyordu.

Ve istediği o çözümü ona ben verecektim.

"Sakin ol," dedim soğukkanlılıkla. "Artık bu evden dışarıya çıkmayacaksın. Burada kalacaksın. Ben gideceğim. Onlar bana bu yanlışı yapmazlar. Enis'e engel olacaklardır."

"Olmazlar!" diye bağırdı. "Akıllarında tek bir plan var; beni yakalamak, seni kurtarmak... Halide'yi vazgeçirmezsin. Şu an peşime düşmüştür bile. Hem... Halide beni yakalayamazsa bile sen... Enis her şeyi deşifre edecek. Benim suçlarımın cezasını senin çekmeme izin vermem. Bu değerleri gibi değil. Benim saklanmam, senin dışarıda olmam, çok tehlikeli..."

"O zaman biz de kendi oyunumuzu kurarız," dedim. "Enis o sırları vermek zorunda kalacak."

"Nasıl?" diye merakla sordu.

"Cenker Yıldız," dedim gözlerimi yüzüne çevirince. "Gayrimeşru çocuklarının ortaya çakmasını göze alamaz. Enis'i o durduracak. Ve Tuna'yı da."

R. Alarçin Altınday

Saatler önce güzel bir duş alıp çıktığımda yatağımın üzerinde bir kutu, içinde de güzel mi güzel kırmızı bir elbise duruyordu. Elbisenin üzerine ise iliştirilmiş bir not...

Bunu giyin, sonra da hemen aşağıya in... Şahin seni alıp bana getirecek...

Elbiseyi incelediğimde bayıldığımı söyleyebilirdim. Gerçekten de bayılmıştım.

Öncesinde özenli bir makyaj yaptım. Koyu bir göz çerçevesi, kırmızı ve parıl parıl parlayan dudaklar, al al yanaklarla tamamdım. Saçlarımı ise ortadan ayırarak ensemde sıkı mı sıkı bir topuz yapmayı tercih ettim. Her iki yandan üzerinden bir daha geçip taradığımda önden ıslak bir görüntüye kavuşmuşlardı.

O uzun bacaklarımı çok güzel gösterecek kalem elbiseyi üzerime geçirdiğimde saten eteği büzgülüydü ve karnıma yapışan kumaşı da öyleydi. Göğüs kısmı hem destekliydi hem de sıkıca sarmıştı beni. Tüm fiziğimi ortaya çıkarmıştı adeta. Askılıları falan yoktu ama elbisenin üzerine giyinmem için ayrı bir parça daha vardı ve o ayrı parçası parıltılı bir tüldü. Dar kesimdi ve içine giydiğim parçaya yapışmayacağı şekilde rahat bir duruşu vardı. Tül, bileklerime kadar sararken uçlarında bırakılan boşlukları baş parmaklarıma taktım. Boyu ise altımdaki elbisenin boyunu beş parmak kadar geçmişti. Siyah topuklularımı giyildiğimde artık tastamam hazırdım.

Bir şey dışında... onu da çekmecemden çıkarıp hızlıca yüzük parmağıma geçirmiştim.

Anneme görünmeden aşağıya inmek istediğim sırada ev neredeyse boştu. Leyl ve Janset'in de hazırlanmakla meşgul olduklarını biliyordum ama annem nerelerdeydi hiçbir fikrim yoktu. Neyse ki hızlıca çıkmış ve Şahin abinin içinde beklediği arabaya binerek yalıdan uzaklaşmaya başlamıştık.

♾️

Şahin abiyle birlikte gelmemiz gereken yere geldiğimizde arabadan inmekte bir an olsun tereddüt ettim çünkü önümüzde basın ekibi vardı.

"Rebena," deyince Şahin abi, gözlerimi dikiz aynasına çevirdim. "Merdivenlere kadar sana eşlik edeceğim. Enis bey içeride seni bekliyor. Kendini hazır hissettiğin zaman arabadan inebiliriz."

"Kendimi hiçbir zaman hazır hissedemem," dedim. "Şimdi inelim."

Şahin abi kafasını sallar sallamaz arabadan indi ve benim olduğum yere gelip kapımı açtı. Arabadan telefonumla birlikte inip elbisemi düzelttiğim an basın da beni yeni yeni fark ediyordu. Onların yanıma gelmesine fırsat vermeden ilerliyordum ama önümde Şahin abi vardı. Basının arasından yürümeye çalışırken neredeyse demir korkulukları yıkacaklardı. Sadece neden burada olduğumu anlamaya çalıştıklarına yönelik sorular soruyorlardı. Ancak bu, Şahin abinin beni merdivenleri çıkartmasına kadar sürmüştü.

Şahin abi merdivenin son basamağında elimi bıraktığında ben içeriye ilerledim, o da merdivenlerin aşağısına ilerledi...

O an dönüp de arkama bakama sebep olan, Janset ve Leyl'in adını duymuş olmamdı. Janset ve Leyl de yeni yeni araçlarından iniyor, ama benden farklı olarak basına görüntü veriyorlardı.

Onlara bakmayı bıraktığımda görevli kadın listesini kontrol etmek istedi ama benim adımı söylememle listesini kontrol etmeyip beni içeriye buyur etti.

Gülümseyerek içeriye ilerlememden sonra iki korumanın güvenlik kontrolünden geçmek zorunda kaldım. El teması olmadığı için elektronik aletlerle beni rahatsız etmemişlerdi. Bu güvenlik önleminin sadece bizim için yapıldığından emindim. Çünkü içeriye girecek herkesin beli silahlı olduğundan emindim.

Üst kata çıkan merdivenlerin başına gelince yukarıya çıkıp çıkmamak konusunda cesaret edemedim ama daha sonrasında kendimi toparladım ve basamakları tek tek çıktım. En üste geldiğimde bacak kası yaptığımdan emindim! Amma da yorucu bir çıkış olmuştu.

Son yorgun nefesimi bırakmamın ardından salonun giriş kapısında gelmiştim.

İçerisi öyle kalabalık, öyle şahşalıydı ki anlatılmazdı.

Gözüm Enis'i ararken birçok tanıdık yüzü gördüm.

Cenker Yıldız'ın koluna girmiş ve gürültülü bir şekilde dostlarıyla gülüp eğlenen Zana Yıldız mesela... Yeni gelen davetlilerine selam verdiğinden emindim.

Sonrasında bakış açıma takılan, Botan Yıldız oldu. Erkek kardeşim. Aynı yaştaydık ama o benden beş ay önce yeni yaşına girmiş, çoktan 25 olmuştu bile. Benim 25 olmama ise çok az kalmıştı. Evli değildi, bekardı. Kirli sakalları, yapılı vücuduyla babamın tahtına oturacak olan ilk kişi olduğunu fazlasıyla belli ediyordu. Herkese göre dürüst, sadık, temiz biri olsa da benim için öyle değildi. Babam kardeşimi tam anlamıyla kendine yakışır bir şekilde yetiştirmişti. Bu yüzden Botan Yıldız da babama derinden bağlı ve onun sözünden asla çıkmazdı. Hatta ona öl dese, ölürdü bile.

Görüş alanıma sonradan takılan ise diğer kardeşim oldu. Bahar Yıldız. Yirmi yaşında, Janset'ten üç yaş küçüktü.

Simsiyah saçları ve uzun boyuyla Leyl'i andırıyordu, ablasına biraz da benziyordu ama Bahar biraz daha naif, daha nazik, daha kibar olan taraftı.

Bence hepimiz uzun boyumuzu, yapılı vücutlarımızı babalarımızdan, simalarımızı ve huylarımızı annemizden —Leyl her şeyini babamdan almıştı— almıştık ama Bahar ince yapılı fiziğini de annesinden almış gibi görünüyordu.

Sonrasında görüş alanıma takılan kimse olmadı çünkü Enis uzaklardan karşıma kadar gelip elimi tuttu ve üzerini öptü. Evlilik yüzüğümü taktığımı görünce ayrı bir mutlu oldu.

"Merhaba," dedi gözlerini yüzüme kaldırınca. "Tanışabilir miyiz?"

Gülümsediğimde biraz dizlerimi kırdım ve başımla onay verdim. "Ne büyük bir şans."

O ise gülüşünü bozmadan beni alıp yürütmeye başladı. Gittiğimiz yönde boş bir masada Rehan da vardı.

"Mükemmel görünüyorsun," dedi Enis ceketinin ilikli düğmelerini açarken. Parmaklarım hala avucu içindeydi. "Bütün gece sana tapabilirim."

"Tüm hayatım boyunca demediğin için seni cezalandıracağım," dedim. "Bittin sen."

Eğlendiğini gülmesiyle belli ederken siyah takımı içinde çok şık ve yakışıklı göründüğünü itiraf etmem gerekiyordu. Ceketi altına gömlek değil, beyaz bir tişört giyinmiş, beline de kemerini takmamıştı. Yine... kemerle alıp veremediği her neye artık! Taksın istiyordum!

Rehan'la aramızda çok az bir mesafe kalmıştı ki yanımızdan geçmek üzere olan Aras Yıldız ablasının gözlerini üzerine diktiğini bilmeden gülen suratıyla yanımızdan geçip gitti. On sekiz yaşında üniversite öğrencisiydi —yani seneye— lise daha yeni bitmişti. Ama çok mu çok fena bir çocuktu diye duyumlar almıştım.

Evet, babamın Zana Yıldız'dan dört —iki erkek, iki kız— Halide Alarçin'den iki çocuğu vardı. Toplam altıydı ama benim açımdan sayı her zaman yedi olarak kalacaktı. Janset'i bu genellemenin asla dışında tutmayacaktım. İlteriş'in kızı olması, annemin kızı olmadığı anlamına gelmiyordu. Hatta bence Melvin bile.

"Eğer sana ayıp olamayacaksa bu gece ilk dansımı küçük kardeşimle yapmak istiyorum," dediğimde, Enis'le hala yürüyorduk. "Aras Yıldız kavalyem olsun istiyorum. Sadece birkaç dakikalığına..."

"Hayır sevgilim," dedi. "İlk dansını bana vereceksin. Sonra sırasıyla Aras ya da Botan'la dans edebilirsin. Tabii gözüm onları tutarsa..."

Göz devirmeden edemedim. Bu sadece hoşuma gitmişti.

Enis beni Rehan'ın olduğu masaya getirdiğinde, "Selam Rehan," dedim.

"Merhaba," dedi o da. "Leyl nerede?"

"Janset'le birlikte görüntü veriyorlar," dediğimde tam olarak iki erkeğin ortasında duruyordum.

Etrafı incelemeden edemememle Bahar'ın arkadaşlarıyla eğlenmeye devam ettiğini, Botan'ın yaşından büyük insanlarla sohbeti bırakmadığını, babamın ve Zana'nın da yeni gelen konukların masalarına kısa süre için uğramaya devam ettiğini gördüm. Aras ise garsonun birinin tepsisinden içeçek alıp kafasına diktiğini gördüm.

Bu çocuk epey uzundu. İki metre falan var mıydı acaba? Ancak kilo alması şarttı. Çok zayıftı. Gözüm diğer kız kardeşim, Manolya'yı aradı ama onu bulamayınca kapıdan giren Leyl'i gördüm.

Etrafta bizi ararken o kadar güzel görünüyordu ki inanılmazdı. Bu muhteşem görüntüyü Rehan da kaçırmasın diye dirseğimle koluna vurdum ve bakışlarımla giriş kapısını gösterdim. Rehan başını çevirdiği gibi Leyl'in etrafa bakan —belki de onu arayan— gözleriyle karşılaştı.

Leyl'in üzerine geçirdiği altın rengi, parıltılı tül bir elbiseydi. Tüm teni ortada olsa bile mahrem yerleri altın renginden biraz daha açık olan bir kumaşla kapatılmış; karın, sırt, omuz ve bacakları komple açık bırakılmış sadece ince yapılı bir tülün üzerine dikilen kristalleri bedeni üzerine geçirmişti. Tülün boyu ise topuklu ayakkabılarını örtecek kadar uzundu fakat tül olduğu için ayakları gözüküyordu. Sanırım altına aynı tülün çoraplarını da giyinmişti. Elbisesinin altındaki bacakları üzerinde sallanan kristal parçaları görebiliyordum. Simsiyah saçlarını dalgalandırıp açık bırakmış, sade bir makyajla tamamlanmıştı.

Rehan yanımdan uzaklaşınca Leyl onu gördü ve gülümseyerek ona doğru yürümeye başladı. Sanki bir podyumdaydı da o kadar güzel yürüyor, herkesin bakışlarını üzerine çevirmeyi başarıyordu. Rehanın etrafa bakmasıyla Leyl'in üzerindeki bakışlardan rahatsız olduğunu anlayabiliyordum ama Leyl hiç rahatsız değilmişçesine yürümeye devam etti. Tabii modellik geçmişi olduğu için çekindiğini çok rahat bir şekilde saklayabiliyordu. Hatta bir ara Botan, Bahar ve Aras'a baktığı da oldu. Aras ve Bahar kendi alemlerimde olsalar bile Botan Leyl'i görmüş, onunla göz göze gelmiş, şaşkınca bir ifade takınmıştı.

Bence şaşkınlığı güzel bir kadın gördüğü için değildi, sadece neden burada olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Rehan ve Leyl ortada buluşunca el ele tutuştular, bir süre konuştular ama sonra bizim yanımıza ilerlediler. O sırada Zana Hanım ve babam durdukları masadan ayrıldıkları için Rehan ve Leyl'e karşılaştılar ama birbirlerinden uzaklaşmaları uzun sürmedi. Leyl hiç durmamış, yürümeye devam etmişti.

Babam ve Zana hanımın yüzünde şaşkınlık görüldüğünde Zana Hanım Leyl'in arkasından uzun bir süre bakmaya devam etti ve Leyl'in geldiği masada benimle birlikte Enis'i de görünce daha fazla şaşırdı. Hatta Botan da Leyl'i takip eden gözleri sayesinde beni ve Enis'i gördüğü için şaşırmış, biz göz göze de gelmiştik ama ben fazla bakmamıştım.

Leyl ve Enis'in arası olmadığı için Leyl masaya geldiğinde hiçbir şey söylemedi.

Ama Zana Hanım bakışlarını direkt babamın üzerine aldı. Muhtemelen Halide hanımın kızlarının ve damatlarının burada ne aradığını öğrenmeye çalışıyordu ve babam da Halide hanımla yakın bir zamanda tanıştıklarını, davet bizi davet etmese ayıp olacağını açıklamaya çalışıyordu. Belki de farklı bir bahane bulmuştu, karısına ne bahane uydurduğu konusunda hiçbir fikrim yoktu. Zana Hanım'ın ara ara bakışlarını üzerimize çevirmesiyle sorular sormaya devam ettiğini anlayabiliyordum ama sonrasında kendi yaşlarından olan bir çift yanlarına gelip selam verdiği için babamla kendi aralarında konuşmayı bırakıp ve hatta suratsız yüzünü düzeltip o çiftle ilgilenmeye başladılar.

Enis, babamı sırlarla tehdit etmeseydi acaba bizim de bu gece burada olmamıza izin verecek miydi çok merak ediyordum.

Gözüm Bahar'ın durduğu masaya takılınca arkadaşlarından birinin kolunu dirseğine vurup, ona bizi gösterdiğini gördüm ama Bahar'ın benim onlara baktığımı görmesine fırsat vermeden bakışlarımı üzerlerinden çektim ve tam o sırada kapıdan giren Melvin'le birlikte Ekin'i gördüm. Eda Yıldız... seneler sonra ait olduğu yerde, insanların arasında mıydı gerçekten?

Ekin'in üzerine geçirdiği siyah bir takımla Melvin'in elini tuttuğunu gördüğümde etrafa yabancı bakışlar atıyordu. Melvin ise gergin görünse de çok güzel görünüyordu. Üzerine bir kıyafetin iki parçasını geçirmişti. Yüksek bel mini bir etek ve gömleğe benzer bir üst. İki parça da siyahtı fakat eteğin sol tarafındaki yırtmacında birbirine bağlantılı beyaz zincir detayı vardı. Gömlek kolları bileklerini geçecek kadar uzun olsalar bile hem beli açıktı, hem yakasızdı hem göğüs dekoltesi vardı hem de karın kasları görünüyordu. Göğsü hizasındaki siyah saçlarını at kuyruğu yapmış, her iki yandan birer kıvrak parça bırakmıştı.

Etrafa bakmaya devam ettikleri sırada elimi kaldırdığımda bir süre sonra bizi gördüler ve birlikte bizim yanımıza ilerlemeye başladılar. Ona bakan babam, onun kuzeni Nazar'ın kızını değil, Halide Alarçin'in üvey kızlarından birini gördüğünden emindim. Ya da ne oluyor der gibi gözlerini Melvin'in üzerinden ayırmayan Bahar ve Botan gibi...

Bu defa Botan'ın daha dikkatini çekmiş olacaktık ki yerinden ayrıldı ve Melvin ve bizim masamız arasında gidip gelen bakışlarıyla başka yere geçti. Bahar ise arkadaşlarının yanından ayrılıp annesinin yanına giderek bize bakarak bir şeyler söylemeye başladı.

Melvin ve Ekin masanıza gelince, "Selam," dedi Melvin gergin sesiyle. Ekin ise, "Brolar," dedi. "Bizim burada ne işimiz olduğunu açıklayacak mısınız acaba?"

"Aşkım," dedi Melvin. "Eğlence olsun diye dedim ya sana..."

"Mafya dışında eğlenecek bir şey bulamadık mı biz?" diye sordu Ekin. "Dışarıdaki basın hepimizi çekti. Adımızı karaladık resmen. Kim bilir yarın ne dedikodular dönecek."

Enis Ekin'in omzunu sıktı. "Eğlenmene bak. Boş ver yarını."

"Babamla annen sana yarını gösterecek ama neyse," dedi. "Herkese sen hesap vereceksin. Ben kendimi her şekilde kurtarırım."

Konuyu dağıtmak için, "Janset nerede?" diye Melvin ve Ekin'e sordum. "En son kapıda basına görüntü veriyordu. Onunla karşılaştınız mı?"

"Bizim bacanakla aralarında bir sorun oldu sanırım," diye yanıtladı Ekin. "Havuz probleminden daha büyük duruyordu."

Hepimiz anlamsızca kaşlarımızı çattık. Bence sadece karşılaştınız mı soruma cevap vermişti, kısmen yani...

Hepimizi aydınlatmak isteyen Melvin, "Güney'den bahsediyor," dedi. "Gelirken karşılaştık Janset'le. Telefonda tartışıyorlardı. Birazdan gelir."

"Niye ama?" diye sordum.

"Başka planları varmış bu gece için ama benim baldız buraya gelmek istemiş," dedi Ekin. Gömleğinin yakasını düzeltemeyince Melvin el attı. "Onu tartışıyorlar..."

Botan'ın babamla konuştuğunu gördüm o arada. Elleri ceplerindeydi ve bakışları ara ara üzerimize çevriliyordu. Bizi konuştukları çok açıktı. Bence hala Zana Hanımın yanında duran Bahar da annesiyle bizi konuşuyordu. Fakat anladığım kadarıyla Bahar fazla mutsuz görünmüyordu. Sadece çok şaşkındı o kadar.

"Teşekkür ederim aşkım," diyen Ekin, Melvin'in yanağını öpüp geri çekildi.

Babam Botan'ın yanından ayrılıp konuşmanın yapılacağı sahneye geçtiğinde eline mikrofonu aldı ve tok sesiyle, "Dostlar," diyerek herkesin dikkatini üzerine çekti. Hepimiz ona bakıyorduk. Leyl dışında. "Siz..." gözlerini bizim masamıza çevirdi. "Değerli konuklarım..." bakışlarını salona çevirdi. "Hepiniz bu önemli geceye hoş geldiniz." Bakışlarını ona çok uzak duran Zana Hanımın üzerine aldı. "Biliyorsunuz ki bugün çok sevdiğim, bir tanecik hayat arkadaşımın doğum gününü." Zana Hanım gülümsedi. "Aslında yaşımız ilerledikçe doğum günlerini daha az heyecanla kutlar olduk ama bugünün bizim için farklı bir önemi olduğu için iki kutlamayı bir arada yapmak istedik..."

İki farklı kutlama mı?

Babam konuşmasına devam ettiği sırada Janset masamıza gelmişti.

Mutsuz görünüyordu.

"İyi misin?" diye sormadan edemedim.

Sıkıntı dolu bir nefes bıraktı ve başını salladı. "Evde konuşuruz. Lütfen."

Kafamı sallamakla yetindim.

"Janset," diye fısıldadı Leyl. O arada babam konuşmaya devam ediyordu. "Bir sorun yok değil mi?"

Janset kafasını sağa sola salladı ama sonrasında hepimizin beklentili gözlerinin üzerinde olması yüzünden, "Lütfen herkes önüne dönebilir mi?" diye sinirle sordu. "Sinirleniyorum bakın."

Herkes gerçekten de önüne dönmüştü. Ekin farklı olarak dudaklarını ve gözlerini açarak Melvin'e döndü ama Melvin onu dirseğiyle uyarınca ifadesini düzeltmek zorunda kaldı.

Bence Güney'le olan birlikteliğini bitirmek istiyordu ama Serter'le adını çıkaran magazini susturmak ve bence biraz da olsa Serter'e inat olsun diye onunla olan birlikteliğini zorlamaya devam ediyordu. Güney tüm kötü şartlara rağmen kalmak istiyordu çünkü eğer biri küçük bir değişim için bile kalmaya devam ediyorsa bu, aşktan daha fazlaydı. Ve bence kıymeti de bilinmesi gerekiyordu.

"Zanacığım," diyen babam, karısına elini uzatmıştı. "Ailemizin bu mutlu haberini dostlarımıza birlikte verelim, gel hadi."

Zana Hanım bardağını masaya bıraktı ve gülümseme dolu yüzüyle babamın yanına yürümeye başladı.

"Kız," dediğinde Ekin, koluyla Janset'in koluna vurdu. "Merak etme. Bi' bu tehlikeli yerden çakalım, o Güney denen adamın hesabını keseceğim."

"Önüne dön Ekin," dedi Janset. Sinirliydi.

Ekin ise Janset dediği için değil ama Melvin koluna sarılarak onu kendine çektiği için önüne döndü.

Janset kafasını dik tuttuğunda kollarını göğsünde birleştirdi ve bakışlarını babamın üzerine sabitledi.

Beline kadar inen bebek sarısı saçlarını düzleştirmiş, hiç yok denecek kadar sade ama bir o kadar da parıltılı bir makyaj yapmış ve pembe bir elbise giyinmişti. Miniydi, omuzları üzerinde karpuz kolları vardı, göğüs ve sırt dekoltesi de elbiseye farklılık katmıştı ama bel kısmından, tek bir bacağının hizasından ayaklarına inen uzun kuyruk daha farklıydı.

"Sevgilim," diyen babama döndüm. Karısına tek koluyla sarılmış bir şekilde ona bakıyordu. "Bu mutlu haberi sen mi vermek istersin yoksa ben mi?"

Zana hanım önceleri güldü ama sonra kırışıksız yüzünü babama çevirip mikrofonu tutarak dudaklarına yaklaştırdı. "Evimizin lideri sensin. Bu kararı dostlarımıza açıklamak sana yakışır."

İçerisi alkış tufanıyla doldu taştı ama bizim masadan tek bir kişi bile kılını kımıldatmadı. Hatta Leyl kusar gibi bir ifade bile takındı.

Botan elleri ceplerinde uzakta durmaya devam ediyordu ama gözlerinin ara ara üzerimize düştüğünü görebiliyordum. Bazen göz göze de geliyorduk. Bir erkek kardeşe sahip olmanın ne denli büyük bir his olduğunu ise yeni yeni anlıyordum. Ya da ayni ailede büyümüş olsaydık Leyl ile çok güzel bir rakip olacaklarından emindim.

Babam gülmeyi bıraktığında, "Size açıklayacağım o önemli karar," diye söze girdi. "Evinizin prensesi, neşesi, biricik kızımız hayatını biriyle birleştirme kararı aldı ve biz de iki yıllık ilişkilerine duyduğumuz saygıdan ötürü bir süre önce birlikteliklerine onay verdik." Babam kahkahaları içinde, "Kız veriyorum kız!" diye bağırdı.

Ne?

İçerideki herkesten şaşkınlık sesi yükselmişti ama bizden daha fazla şaşırdıkları söylenilmezdi.

Evlenme kararı alan Bahar olamazdı sanırım çünkü o, bizden biraz uzakta arkadaşlarıyla duruyordu ve o değilmiş gibi duruyordu. O zaman... Manolya... Evet, Manolya'ydı. Ama kiminle?

"Canım Manolyam," dedi babam. "Nişanlısıyla şimdi aramızda olacaklar." Bakışlarını girişteki korumaların üzerine aldı. "Onları içeri davet edin. Gelsinler."

Hepimiz girişe bakıyorduk ve Manolya kiminle birlikte içeriye girecek gide beklerken bir süre sonra el ele tutuşmuş bir çift yürüyerek içeriye girdi.

Manolya ve Serter. Bizim Serter. Serter Altu olan Serter.

Babamın ilk damadı Janset'in eski aşkı olan Serter'di.

Ekin, "Oha!" dediğinde büyük şaşırtıyordu. "Hatta çüş!"

Babam iki yıllık ilişki demişti... Bu iğrençliğe inanamıyordum!

Rehan ve Enis ise kısa bir an Janset'e bakar olmuşlardı. Leyl, Melvin ve benim gibi...

Janset'in yaptığı, donmaktı. Dudakları oval bir şekilde açılmış ve gözleri Serter'le Manolya üzerinden bir saniye bile olsun ayrılmazken göğsünde bağladığı kolları yavaşça açıldı ve kendini serbest bıraktı. Yüzüne rüzgar vuracak olsa, gözünde biriken yaşı uçup gidecekti.

Serter bizim burada olduğumuzdan haberi varmış gibi gözlerimi masanıza aldığında ilk baktığı Janset oldu. Burada olacağımızı bilmesine imkan yoktu ama girişte görmüş olabilirdi. Ya da burada ona haber uçuracak çok kuş da olabilirdi. Serter'in yüzünde gülümseme vardı ve bu bakış kısa bir süre sonra Manolya üzerine çevrildi.

Pislikten başka bir şey değildi!

Manolya ise her şeyden habersiz bir şekilde annesine benzeyen koyu kumral saçları ve ışıl ışıl parlayan balık model elbisesiyle yürümeye devam ediyordu ama yüzündeki gülümseme bir hanımefendinin gülüşünden farksızdı. Ben de onun tam bir hanımefendi olduğunu düşünüyordum. Ve bence yanına hiç yakışmayan bir adamı kendine hayat arkadaşı diye seçmişti ama Serter'in huyunu da biliyorduk. Kim bilir kızı nasıl kafeslenmişti. E Manolya da çok iyi niyeti yüzünden kandırılmaya müsait olunca...

Bu, Janset'e yönelik bir oyun olabilir miydi? Ama babam iki yıllık ilişki demişti.

O zaman tesadüf müydü?

Janset'in Serter'e lisede anlattıklarını düşününce çok tesadüf olduğunu da düşünemiyordum. Bence her halükarda bu ilişkinin temelinde Janset yatıyordu.

Janset gözümün önünde acı çekerken Serter'in ailesinden hiçbirinin içeride olmadığını fark ettim. Belli ki onay vermedikleri bir ilişkiydi ve bu yüzden burada olmak istememişlerdi. Zaten kim mafyayla akraba olmak isterdi ki? —bir amacı olmayan biri dışında—

Serter ve Manolya Zana hamımla birlikte babamın yanına vardıklarında babam ikisini de ayrı ayrı tebrik etti ve sonra yaptığı, köşede duran müzisyenlere işaret vermekti. İçeride hoş bir müzik sesi yankılanmaya başladığında babam Serter ve Manolya'yı ortaya kadar getirip onların ellerini buluşturdu ve artık ikisi dans ediyordu.

Sonrasında babam karısıyla dans etmeye başladı ve bu hareketi içerideki karı-kocaları veyahutta sevgililerin dans etmeye başlamasını sağladı.

Janset durmadan inip kalkan göğsüyle masaya düşüne düşüne baktığında daha fazla duramadı ve masa üzerinden çantasını sertçe alarak en hızlı adımlarıyla çıkışa ilerledi. O sırada Janset Manolya'nın omzu üzerinden dikkatle izleniyordu da.

Bu can yakışının bir geri dönüşü olacağından emindim ama nasıl hiç bilmiyordum.

İlk defa, ilk defa buradan çıkıp gitmek için yürüyen Janset'e bakarken Serter'in yüzünde acıma hiss gördüm ama bu Manolya'nın ona bir şeyler fısıldamasana kadar sürdü.

Janset'in yanında olmak için Enis'in arkasından geçerek arkasından ilerledim ve bizim olduğumuz masadan epey uzaklaşmıştık da ama hala hızlı adımlarına yetişemiyordum.

Daha sonra karşıdan gelen Botan'ın yanımızdan geçip gideceğini düşünürken Janset'in yanından geçti fakat benim yanımdan geçmeyip elimi tuttuğu gibi, "Dans için teşekkür ederim," diyerek bizi dans eden insanların yanına ilerletti.

"Bir dakika," diye şaşkınlıkla konuştuğumda hala onunla aynı hizada yürüyordum —yürümek zorunda kalıyordum— elimi öyle sıkıca tutmuştu ki kurtarmak mümkün değildi. "Bırakır mısın lütfen? Kardeşimin yanına gitmek istiyorum."

"Önce dans," derken çoktan kendi etrafında dönen insanların arasına karışmıştık ve o beni kendine çektiği gibi bir koluyla belimi sardı, diğeriyle elimi tuttu. Benim diğer elim ise çoktan omzu üzerinde yerini almıştı bile. "Benimle dans etmeden gidemezsin."

Amacı neydi anlamıyordum ama babalarımızın aynı olduğunu bilmediğini düşünerek, "Ben evliyim," demeden edemedim. "Kimsenin dikkatini üzerimize çekmek istemiyorum. Bırakır mısın şimdi?"

"Hayır," diyerek kafa salladı. "Evli olduğunu biliyorum. Kocanın yanımıza gelmesine engel olan arkadaşını da görebiliyorum."

Yavaş ve telaşsız adımlarla kendi etrafımızda dönerken başımı çevirmeden edemediğimde gerçekten de Enis yanımıza gelmek istiyordu ama Ekin ve Melvin engel olmaya çalışıyordu. Bir kıskançlık krizine girmiş olamazdı ama istemediğim bir yerde olduğumu düşündüğü için yanıma gelmek istiyor olabilirdi.

Janset'tin gittiği yer boştu, çoktan gitmişti fakat bunun yanı sıra babam Zana hanımı küçük oğluna, Aras'a teslim etmiş ve Leyl'in yanına giderek onu dansa kaldırmak için elini uzatmıştı. Leyl istemedi ama babam yine de Leyl'in nişan yüzüğünü taşıdığı elini tuttu ve onu Rehan'ın yanından alıp dans için ortaya, yanımıza kadar getirdi.

Rehan Leyl kadar sinirlenmese de bu hareket hoşuna gitmemiş, ifadesiyle de belli etmeden duramadı.

İçeride fotoğraf çeken birkaç kişi vardı ve annem yarın gazetelerde bizi gördüğünde sanırım hepimiz için birer idam sehpası hazırlanacaktı. Yalnız bunun bir önemi olmaması gerekiyordu çünkü zaten hepimiz başının gözünden kaçmayacağımızın farkındaydık ve sadece buraya gelene kadar annemin duymaması için elimizden geleni yapmıştık. —ki engel olmasın diye—

Enis'e dönmeden edemediğimde yanıma gelmesini istemediğimi başımı sallayarak gösterdim, o da biraz da olsa sakinleşmeye başardı.

Kardeşime, Botan Yıldız'a döndüğümde, "Şimdi söyle bakalım," dedim. "Gitmeme engel olup, beni dansa kaldırmanın altındaki amaç nedir?"

Başıyla Janset'in çıktığı kapıyı gösterince, "Buraya gelmeden önce annenden izin aldın mı?" diye sordu.

Başımı çevirdiğimde annemi çıkış kapısında gördüm. Bunu gerçekten de beklemiyordum. Elinde çantası, üzerinde güzel bir davet elbisesi ve yapılı saçlarıyla hazırlanıp da buraya gelmişti. Yanında da siyahın en koyu tonları içine girmiş Neva duruyordu. Yoksa ikizi, Seçil mi demeliydim? Üzerinde elbise yoktu, hatta açık ve düz saçlarının gösterdiği yüzünde makyaj bile yoktu. Sadece dar paça bir pantolon, kısa bir büstiyer, topuklu ayakkabıları ve yine kısa bir deri ceket giyinmişti.

Nasıl olabilir diye düşünürken ve annemin keskin bakışları üzerime çevrildiğinde aklıma gelen tek kişi Leyl'di. O annemden hiçbir şey saklamazdı çünkü. Şu an babamızla dans ettiği sırada annemi görmüş ve muhtemelen de babamla sessizce geçen konuşmalarında annemin adı geçiyordu ama onun yüzünde bir gram şaşkınlık bile yoktu. Buraya geleceğinden habersiz durmuyordu.

Annem Leyl'e ve bana baka baka Enis'le Rehan'ın durduğu masaya ilerlediği sırada beni öldürecekmiş gibi bakışlarını üzerime salmasının amacı, Leyl içtiği suyu bile ondan saklamazken, bütün bunların benim başımın altından çıkıyor olmasıydı.

Botan'a dönmeden edemedim. "Ne kadarını bilmiyorsun?"

"Ne kadarını değil, her şeyi mi diye sorman lazım..." dedi beni şaşkınlığa uğratarak. "Rize'den mi başlamamı istersin, İstanbul'dan mı yoksa Eskişehir'den mi?"

🌊

Favori çiftin hangisi diye soracak olsaydınız, hiç düşünmeden Janset ve Serter derdim. Keşke biri böyle toksit dolu bir ilişki yazsaydı da ben okusaydım. Ben yazmayı beceremiyorum çünkü hemen onları barıştırıyorum. Bakalım Serter ve Janset'te neler yapıyorum.

Rebena'nın dediği gibi de gerçekten Janset'in bir geri dönüşü olacak. Ve ne mutlu ki beş altı bölüm sonra değil, sonraki bölüm okuyabileceksiniz.

Şimdi, şu konuda anlaşalım; ben bu kurguyu beş kadın üzerine kurdum. Halide. Leyl. Rebena. Janset. Melvin. Neva. Enis bazen kitabın yan karakteri rolü kadar az görünüyorsa yadırgamayın lütfen. Aşktan kusacağımız bölümler de elbette olacak ama o bölümlerin bir zamanı var ve zamanı gelmeden diğer yazmak istediklerimi yazacağım...

Tek istediğim, kurguyu uzatmadan, tadında bırakarak sonlandırmak olacak. Üçüncü seriyi —şu an yazıyor olduğum seri— 70k kadar yazdım. Yani bir 50k kadar daha yazarsam bu seriyi de bitirmiş olacağız. Kısacası son altı bölüm desem yeridir. Ancak bir plana bağlı gitmiyorum, bölüm sayısı yedi ve sekize de çıkabilir. Ya da dokuz ve ona... fakat on birinci bölüm diye bir şey olmayacak... ya tamamen bitireceğim, ya da... dördüncü seri gelecek.

Şimdilik bu kadar, lütfen oyları unutmayalım. Hoşça kalın...

Continue Reading

You'll Also Like

121K 10.2K 73
#58 "Kirli ruhun, tutsak bedenleri..." Doğrular ya da yanlışlar. Kurallar ve yasaklar... Hayatın kendisiyle tanışan bir grup gencin çevreleriyle olan...
SERMEST By İlayda

Teen Fiction

107K 6.7K 44
Buz mavilerinin getirdiği tüm enkazları; yüreğimin en uç noktasında, okyanusun haşim dalgalarına yuvarlandığı o saniyelerde evladım bilmiştim. Yüreği...
2.1M 88.3K 66
©Tüm hakları saklıdnır. Sen benim cesaretimsin Arel. Sen benim, bir insanın boğulmadan önceki son çırpınışlarında hissettiği umudumsun. Keşke bunun i...
93.4K 7.5K 125
Kırgın Çiçekler 2.sezon finalinin devamı niteliğinde hayali hikaye...