Uyumadan Önce Tuttuğum Dilek

De AnitaFelipova

1.1M 72.4K 100K

Bir şeyi çok isteyince, sahiden olur mu? Mais

1. Uyumadan Önce Tuttuğum Dilek
2. Dalda Umut Var
3. Yüzme Bilmeyen Gemi
4. Şehre Bahar Gelince
5. Kuleye Yapılan Haksızlık
6. Panjurlu Evin Sakini
7. Yumuşak Yürekli Adam
8. Prenseslik Müessesesi
9. Bahar Kokan Yastık
10. Sinsi Bir Dostluk
11. Karalahana Yaprağı ve Sihirbaz
12. Bir Anahtarlık Meselesi
13. Bahardan Sonra Gelen
14. Muzlu Çikolatalı Mangolu Pasta
15. İhlal Edilmiş Sınır
16: Mavi Saçlı Kuş
17. Kalbe Yerleşen Kıskançlık
18. Balın Zehri
19. Sokak Sakinleri Kurultayı
20. Yaşanacak Bir Şey
21. Mutlu Seneler
22. Tek Kişilik Vals
23. Tenime Dokunan Âşık
24. Nuh'un Gemisi
25. Mahallede Yangın Var
26. Ölü Bir Kuş
27. Terk Eden Anneler
28. İki İzmarit
29. Matematik Problemi
30. Elpida ve Pepel
31. Lale Devri
33. Başımızda Uçan Kuşlar
34. Aşk Mahalli
35. Ayaklarımızı Isıran Balıklar
36. Yeni Bir Bahar
37. Mutluluk Sigortası
38. Şeytanın İkâmetgahı
39. Elma Ağacı
40. Gelin Yastığı
41. Aşk Çocuğu
42. Ağaç Kabuğu
43. Küçük İşletme
44. Hayat Akıp Giderken
45. Eldivenler ve Yüzükler
46. İskeçeliler Masası
47. Oyun Arkadaşım
KİTAP OLDUK (:

32. Leylalık Makamı

23.5K 1.5K 3.1K
De AnitaFelipova







*





02.04.2021








*


22.34 "Zebra ispinozu mu onlar?"

23.10 "Hayır, ikisi de bengal ispinozu."

23.11 "Benim de bengal ispinozlarım var. Kafesleri seninki gibi epeyce büyük ama çok mutlu görünmüyorlar. Bazen acaba kafeste tutarak yanlış mı yapıyorum diye düşünüyorum. Doyuncaya kadar uçsalar daha mutlu olurlar mı diyorum, aklım karışıyor."

23.14 "Yabani kuşlar değil ki onlar. Doyuncaya kadar uçmayı değil, yaşadıkları sürece sevmeyi ve sevilmeyi isterler."

23.16 "Ötmüyorlar ki. Birbirlerini sevip sevmediklerini anlayamıyorum."

23.17 "Belki sen zebra ispinozlarının cıvıltısına alışmışsındır. Bengal ispinozları öyle çok ötmez. Âşık gibi görünmezler ama bütün gayeleri mutlu bir yuva kurmaktır."

23.18 "Kafesin içinde iki dal var. İkisi de ayrı dallarda duruyor. Belki birini çıkarsam yan yana dururlar ama bu zorlamak olmaz mı?"

23.19 "Yan yana olmadıkları için mi birbirlerini sevmediklerini düşünüyorsun?"

23.19 "Seviyorlar mıdır?"

23.21 "Yan yana gelmeden birbirini seven insanlar var. Kuşlar neden sevmesin?"

.

23.48 "Fotoğraflarını gönderir misin bana?"

23.50 "Fotoğraflarla aram pek iyi değil."

23.50 "Kuşların arası da mı iyi değilmiş? (: "

23.51 "Sonra şey yapsam olmaz mı? Yattım da ben. Şu sorduğun şeyi düşünmek istiyorum."

23.52 "Neyi?"

23.52 "Yan yana gelmeden birbirini seven insanları."

23.53 "Ben bu gece uyuyabileceğimi sanmıyorum. Belki çıkar yürürüm. Belki balkonda sabahlarım. Belki sarhoş olurum."

23.54 "Hava soğuk, dikkat et olur mu?"

23.54 "Keşke içimdeki sıcağı sana gösterebilsem."

Gözleri tavanda kaldı kızın. Bedeni çıplaktı, tir tir titriyordu. Bir ara sağ elinde bir ıslaklık sezdi. İki eliyle tuttuğu telefon su gibi olmuştu. O zaman avuçlarının nasıl terlediğini fark etti. Telefonu tam kalbinin üzerine bırakıp avuç içlerini yatak örtüsüne hızlı hızlı sildi. Başka bir ıslaklığı fark edince elleri yanaklarına uzandı. Ağlıyor muydu? Yaşıyor muydu? Ölmüş müydü? Uyuyor muydu? Rüya mı görmüştü? Deliriyor muydu? Sahi miydi bu, bu olanlar... Kimle konuşmuştu, ne konuşmuştu, nasıl konuşmuştu? Telefonu bir kere daha eline almak istedi ama...

Başı döndü, telefonu güç bela tutsa da gözleri ekranda yazan hiçbir şeyi seçemedi. Sonra kalbi, öyle fena atıyordu ki, yaşıyorsa bile o an öldüğünü düşündü. Ama olmazdı. Böyle çıplak bulmamalıydılar cesedini. Giyinmeliydi. Giyinmeliydi. Giyinmeliydi. "Doktor," dedi dudakları. "Ölüyorum galiba..." Şimdi mi? Şu anda mı? Çıkardığı tişörte uzanmaya çalıştı. Başardı da. Ama onu giymek ne zordu. Tansiyon, şeker, kalp. Neydi bu? Kusacak mıydı? Hayır, kusmak böyle fena yapmazdı onu. Bu kadar fena yapmazdı. Gözleri kararıyordu. Altına bir şey giymeliydi. Bir şey. Doğrulmak istedi yattığı yerden. Doğruldu. Şort, pijama, her neyse; bir şey tuttu eli. Bir bacağını soktu ona. Sonra, sonra pelte gibi yataktan aşağı kayıverdi.





*


03.04.2021





*





06.12 "Bir saniye bile gözümü kırpamadığım bir geceydi. Daha da uyuyacağım yok. Bari can parçasına pancake yapayım diye yataktan çıktım. Başka sabahlar var aklımda. Sana bir not yazıp evden çıkmak zorunda kaldıklarım. Ama çıkmadan mutlaka uyur halini izlerdim. Saçların yastıkta birbiriyle dalaşırdı. Aralarına burnumu uzatıp onları ayırmamak için kendimi zor tutardım. Evden çıkardım ama bir yanımı yanında bırakırdım. Çok zaman olmuş, üstüm başım geçmişin tozuna bulandı. Sen şimdi uyuyorsundur. Nerede, nasıl bilmiyorum. Sorsam, soramıyorum. Neyse.

Kuşlardan birine yulaf birine çilek verirsen sana seslerini lütfedeceklerini düşünüyorum. Dişi olan meyve sever. Günaydın."

Telefonu önce yastığa bıraktı adam. Ama sonra tereddüt etti. Ya cevap gelirse dedi içinden bir ses. Banyoya girdi, telefonu sabunluğun yanına bıraktı. Yüzünü yıkadı. Arınmaya çalıştığı şey uyku değildi. Bu olsa olsa geçmişten çıkmak istemeyen tarafını suyla yola getirme çabası olurdu ve nafileydi. Üzerine su damlamış telefonunu şortuna sile sile mutfağa girdi. Buzdolabını açtıktan sonra çilek dolu tabağa uzandı. Onu masaya koyup farkında olmadan iki sandalyeden birine çöktü. Bir çilek aldı eline. Ömründe ilk kez çilek görüyormuşçasına onu elinde ağır ağır döndürmeye başladı. Sonra bir ses duydu. Geçmişten gelen tanıdık bir ses. O sesle başını kaldırıp pencereye baktı. Tozlu bir camın ardından gördü Yabancının yüzünü. Ne çok olmuştu, ne çok!

"Sen burada mıydın?" dedi ona. "En son şey olmuştu, şey..." Doğan güneşe gözlerini kısarak baktı Yabancı. "Ne olmuştu?" dedi boğuk sesiyle. Sanki senelerdir güneş görmemiş, günü selamlamamış ve tek kelime konuşmamış gibiydi hali. "Yakıp yıktın her şeyi. Müsaade etsen beni böyle öldüremeyeceğini söylerdim ama..."

"Yalan söylüyorsun," diye karşı çıktı Ozan. "Ağzını açıp tek kelime etmedin. Müsaadeymiş... Ne müsaadesi lan? Sustun, gık demedin."

"Dinliyor muydun sanki?" Yabancı gözlerini ovuşturuyordu. "Beni dinlemek aklına şimdi mi geldi? Gerek var mıydı bu kadar yakıp yıkmaya? Hem ne diye dumana boğdun beni? Bin kere demedim mi sana, öyle asmakla kesmekle beni başından def edemezsin diye. Öldürebildin mi hayır, gönderebildin mi hayır... Beraber üzülüp beraber ayağa kalkabilirdik. Dinlemiyorsun ki insanı. Kalın kafalısın biraz."

Balkonunda senelerin tozuyla Ozan'ın öfkesinin külleri vardı. Yere bastığı ayağını kaldırıp tabanına baktı adam. "Üf," dedi. "Leş gibi yaptın buraları da," diye devam etti. Sesi isyankardı. "Temizlerken bir el atman icap edecek. Neyse bunları sonra düşünürüz."

Şaşkınlıkla "Ya şimdi?" dedi Ozan. "Şimdi ne yapacağız?"

Gülümsedi Yabancı. Hantallaşmıştı sanki bedeni. Kilo mu almıştı yoksa uyku mu böyle şişirmişti yüzünü? Yine de gülüşü güzeldi, ümitvardı. "Pancake yapalım önce. Kurt gibi açım. Dünyaları yesem doymam. Aç şu pencereleri de, güneş içimizi ısıtsın, hadi kaldır kıçını, bahar gelmiş, sen öyle oturuyorsun."

Ozan yerinden kalktı. Evirip çevirdiği çileği ağzına attı. Yumurtaları çıkarıp bir tabağa kırdı. Undu şekerdi derken yüzündeki gülümseme büyüdü de, büyüdü. Sonra durdu, eksiğin ne olduğunu anlayıp salona koştu. Sabahın kör vaktinde açılmayacak tonda bir sesle müzik açtı. Bir anda aklına gelmişti şarkı, bir anda diline dolanmış ve bedenini ele geçirmişti.

"Bak işte yaklaşıyor fırtına, bak yine yükseliyor dalgalar,

Yıllardan sonra, yollardan sonra, şarkılar söylüyor çocuklar.

Yıllardan sonra, yollardan sonra, yeniden yan yana onlar..."

Yorulmak nedir bilmez bir karınca gibi mutfağı tavaf ederken, koridordan çıkıp mutfağa yaklaşan Oğulcan'ın "Abi," diye seslenişlerini bile duymamıştı. Kapıda dikilen çocuk "Abi n'oluyor?" dediğinde ise "Uyandırdım mı can parçası?" diyerek yaklaşmıştı ona. Sudan önce Ozan'ın dudakları değmişti Oğulcan'ın yanaklarına. Bu ayrı bir şaşkınlıktı çocuk için. Ozan ise sahici olmayan yumruklarla saldırmıştı Oğulcan'ın karnına. Henüz uykusundan uyanamayan Oğulcan bilmem kaçıncı kez "N'oluyor," dediğinde bile "Hadi ilk dersi kırın," cevabını almıştı abisinden.

"Çağır arkadaşlarını da kahvaltı edin hep beraber, sonra gidersiniz okula." Una buladığı üzerini çıkararak mutfaktan ayrılmıştı Ozan.

Banyonun yolunu tutmuşken Oğulcan karışan aklıyla bakmıştı ardından. Onun bakışlarında Ozan, gözünü göğe dikip hızla yol alan bir balon gibiydi. Uçuyordu, yakalayabilene aşk olsundu. Akşamdan sabaha ne olurdu ki bir insana? Gölgeli bir yüze güneş nasıl böyle dokunurdu? Oğulcan anlayamadı. Anlayamadığı gibi aklının ona buyurduğu ilk şeyi öylece sordu. "Bahar abla mı geldi?"

Eşikte durdu Ozan. Dudakları aralandı, dişleri pirüpaktı, her birini gösterip "Geliyor," dedi. "Önümüz Bahar." Oğulcan abisinin sözlerini tam manasıyla kavrayamadı. Ama ikinci bir soru için çocuğu beklemedi Ozan.

Islıklarla girdi banyoya. Kapıyı kapattı. Oğulcan saçını kaşırken hâlâ Ozan'ın sesini duyuyordu. "Ardımız Bahar, önümüz Bahar," diyordu Ozan. "İçim, dışım, her yanım Bahar!"





*


04.04.2021


*





21.33 "Sesin çıkmadı iki gündür. Merak ettim. Kuşlar çilekleri sevmedi mi?"

Uzun, çok uzun bir süre telefon ekranından gözünü ayırmadı Ozan. Mesajı okunmuyordu, cevap gelmiyordu. İçinde küçük kurtçuklar vardı, lime lime yiyorlardı buldukları her et parçasını. Şarap değil rakı bardağı vardı elinde. Balkondaydı ama deniz ilgisini çekmiyordu. Allah'ın belası Yabancıya sesleniyor ama adam evden dışarı çıkmıyordu. Bahar değil miydi konuştuğu? Bahar'dı, Bahar'dı da, ne diye cevap vermiyordu?

Karanlık ülkenin korku dolu mağarasında bir ileri bir geri sallanarak oturuyordu. Boğazına iğneler saplanıyor, acısını rakıyla bastırmaya çalışıyordu. Bir ses vardı. Tanımadığı bir ses. "Yalnız değildir belki," diyordu Ozan'a. "Yanında kocası vardır, bakamıyordur telefona."

İşte bu ihtimalin gerçekliğiyle sarsıldığında, rakı bardağı elinden kayarak düştü, kırıldı. Gözün gördüğü onlarca parça yerde parlarken; Ozan uzun uzun onlarla bakıştı. Her bir kıymık onun içinde bir yeri kesti, kesilen yerlerden kanlar boşandı, Ozan şezlonguna sedyeye uzanır gibi uzandı. Küçüldü, ufaldı, cenin olup kıvrıldı. Bahar neden hâlâ gelmiyordu?





*


06.04.2021





*





11.24 "Birkaç gündür pek iyi değilim. Sanki geçmişle gelecek, gerçekle hayal arasındaki köprülerim yıkıldı. Yolumu kaybettim. Ne gün ayıyor ne de gece oluyor. Belki binlerce kez hayal ettiğim, artık hayal etmekten bile yorgun düştüğüm bir şey gerçek oluyor ama ben ömrünü tüketmiş bir kelebek gibi gözlerimi kapatmaktan başka bir şey yapamıyorum. Kanatlarım kırık, kıpırdatamıyorum.

İki gündür yataktan hiç çıkmadım. Ne başımı yastıktan kaldırabildim ne tek lokma bir şey yedim ne de su içtim. Bu sabah güç bela ayağa kalktım. Telefonu bile elime almadım.

Çenem düşmüş. Sen kuşları sormuştun bana. Henüz çilek almaya gidemedim. Şimdi okula gidiyorum."

11.28 "Kaç gündür ilk kez güneşi görüyorum. Hava sıcakmış, geçen gece olanlar rüya değilmiş, sen hayal değilmişsin, ben daha delirmemişim... Senden küçük bir ricada bulunabilir miyim?"

11.29 "Senin için yapabileceğim bir şey olur mu bilmem ama elbette."

11.31 "Susma. N'olur susma. İki kelime de olsa benden esirgeme. N'olur. Lütfen."

11.32 "Senden esirgeyeceğim neyim var ki? Bak nereye geldim?"

Ozan, telefon ekranında gördüğü fotoğrafla önce gülümsedi. Sonra sağına soluna bakarak sevincini haykırabileceği bir yer, bir boşluk, bir tenha aradı. Sıra bekleyen hastaların arasında bunun mümkün olmadığını anlayınca koşar adımlarla tuvaletin yolunu tuttu. Boş bir kabin bulup sırtını duvara yasladığında dünyanın en güzel manzarasını izler gibi ekrana baktı durdu. Fotoğrafın bir sesi vardı. İbrahim'di sesin sahibi. "Yer bulamazsak ne bok diyeceğiz?" diyordu. Kütüphanenin kokusu, sessizliğin içindeki fısıldaşmalar, üç masa ötede durmaksızın kendisine bakan örgü saçlı kız ve Beşiktaş. "Ah Bahar..." dedi içinden. "Bahar kalbim duracak benim, görmüyor musun?" Görmüyordu tabii. Ellerinin titreyişini, yüzündeki gülüşleri, ağlama arzusunu, çocuksu coşkusunu, içinden oluk oluk taşan mutluluğu ve aynı zamanda tarifsiz korkuyu, Bahar bunları görmüyordu. Ne diyordu bir de kendisine? Hayal etmekten yorgun düştüğüm bir şey... Neydi o?

Şimdi şu hastaneden koşarak çıksa, Beşiktaş'a kadar hiç durmasa... Kütüphanenin merdivenlerini üçer üçer tırmanabilir, Bahar'ı bütün gücüyle kucaklayabilirdi. Tenini de kemiklerini de kollarının arasında hissederken ağır ağır o kapının eteklerine çöktü. Gözlerini örttü, hiç hareket etmedi. Su sesi, işeyen birinin sesi, koridordan gelen uğultu... Hayır, duydukları bunlar değildi. Yalnız Bahar vardı içinde, Bahar kokusu, Bahar fısıltısı, Bahar çiçekleri, Bahar sesleri...





*


07.04.2021


*


Ozan, cadde üstüne bıraktığı arabasına binerken, hemen arkasında kendisini bekleyen araca dikiz aynasından selam verdi. Çok bekletmemiş olmayı umarak arabayı biraz daha ileri aldı. Sonra kemerini takıp bir ileriye bir de geriye baktı. Çok tozunu yutmuştu bu caddenin. Arabasızlığına çok sayıp sövmüştü ama arabayla buraya gelmenin yaya olmaktan daha zor olduğunu unutmuştu.

Saate baktı. 07.43'ü gördü. Erkendi ama bir ihtimal belki Bahar çok erken gelir hayaliyle etrafı gözledi de gözledi. Güneşin parlattığı bütün kahverengi saçları sonra sarı olanları izledi. Yoktu, öylesi hiç yoktu. Eline telefonu aldı bu kez. Dudağını ısırıp ne yazacağını düşündü, gülümsedi, yazdı, gönderdi. Sonra radyoya uzandı eli. Ne çaldığının bir önemi yoktu. O kendi şarkısını dinleyip söylemeye başladı. "Belki sen burada değilsin bile, seninle olmak sana dokunmak değil ki! Günaydın sevgilim, günaydın sevgilim!"

Şarkıdan çıktı ama kendi müziğinden kopamadı. Var gücüyle bağırdı bu kez. "Günaydın sevgilim! Günaydın sevgilim!"





*








07.45 "Kütüphanede senin için yer tuttum (: Günaydın."

09.54 "Portakallı bisküviler, niçin bu kadar ağladığımı anlamayıp şaşkın şaşkın baktılar bana. Elbette bunca gözyaşının sebebini onlara anlatamadım. 'Sizi buraya getiren adam var ya... İşte onun yumuşacık bir yüreği vardı. Bir incir çekirdeği gibi onun içine yerleşip orada yaşamayı her şeyden çok isterken bir toz zerresi gibi oradan oraya savruldum, kayboldum...' Nasıl denir ki? Diyemedim. Bunun yerine hem ağladım hem de yedim onları."

10.01 "Hayatımda hiç portakallı bisküvi olmak istememiştim. Hem seni dinlemiş hem görmüş hem de ağzında erimiş. Ne güzel ömür."

10.03 "Pek özenilesi bir hayat değildi, kısacıktı ömürleri. Olacaksan defterim ol, kalemim ol. Onları bir saniye yanımdan ayırmıyorum."

10.05 "Benim de koynumdan hiç çıkarmadığım bir mendilim var, biliyor musun?"

10.05 "Yoksa kırmızı işlemeli bir mendil mi?"

10.06 "Nereden bildin?"

10.07 "Gerçekten koynunda mı duruyor?"

10.08 "Gelip göstermemi ister misin? Çünkü yaparım."

10.09 "Etrafıma bakınıp duruyorum. Bir mesajla iki gün yataktan çıkamamış ben, seni görünce ne yapacağım hiç bilmiyorum. Düşünüyorum, düşünüyorum ve asla bir cevap bulamıyorum. O yüzden gelme. Daha değil."

10.10 "Peki ne zaman?"

10.15 "Bilmiyorum. Sorulacak şeyler var. Sormaya korktuklarım. Mesela bengal ispinozlarım var dedin. Âşık ve Narin'i sormak istiyorum, cevap beni öyle çok korkutuyor ki, soramıyorum. Daha nicesi... Cevap verilmesi gerekenler, sorulamayacaklar, başka şeyler... Düşünemediklerim. Var da var. Kalbim o kadar sağlam mı bilmiyorum. Bu hesabı açmam bile bir sarhoşluk anıydı. Senelerdir tek bir fotoğrafını bile görmedim. İşin aslı, aslını görürsem yüzüne nasıl bakacağımı da bilmiyorum. Korkularım benden büyük. O kadar güçlü olduğumu da sanmıyorum. Mesaj yazarken bile ellerim titriyor. Öyle işte."

10.18 "Söyleyeceğim çok şey var da titreyen ellerini öptüğümü düşündüm. Her şey orada bitti."

10.20 "Çelme aklımı. Kaç gündür kendimde değilim, girilecek sınavlarım mezun olunacak bir okulum ve sırtımda yüklerim var. Ders çalışmam gerek. (:"

10.22 "Tamam uslu bir çocuk olup susuyorum. Ama bu saçlarınla oynamama engel değil."

10.23 "Son bisküviyle şimdi vedalaştım. Ona senin ne fena bir insan olduğunu anlattım ve mideme indirdim. Teşekkürler."

10.24 "Bazen sadece bisküvi olmak istersin..."

Bahar, ağzındaki bisküvi artıklarını diliyle temizledikten sonra eliyle ağzını sildi. Ama bu, dudaklarına yapışan bisküvi kırıntılarını yok etme çabası değildi. Bu, gün içinde ve herkesin ortasında kurulmayacak bir anın hayaliydi. Başını kucağına eğip usulca eteğinin bir ucunu sıyırdı. Gördüğü kuşa gülümsedi. Onun başını serçe parmağıyla okşadıktan sonra yeniden titreyen telefona döndü gözleri.

10.29 "Son bir şey. Masaya bıraktığım Trabzon'da can sıkıntısıyla karaladığım bir defterdi. Hemen her sayfasında sen varsın. Bir araya geldiğimizde kurcalarız belki. O zamana kadar sana emanet."

Yutkunarak kahverengi deri kaplı ajandaya uzandı Bahar. Sağ alt köşesinde "Dr. Ozan İskeçeli" yazıyordu. Bu bile dilini damağını kurutmuştu. Ozan'ın kurduğu cümledeki her öğe bir soru işareti, bir merak, bir heyecandı. Bir araya gelmek... Nefesler yetmedi bu düşünceye. Eli kalbine gitti. Bu çarpıntı daha Ozan'ı bile görmeden öldürecekti kendisini.

Yine de rast gele bir sayfa açtı.

Okunması pek zor bir el yazısıyla yazılmıştı. Tahmini o ki, Ozan bunu bir masada değil de kucağında tutarak yazmış olmalıydı. Zira Ozan'ın yazısı bu kadar okunaksız değildi. Belki de fazla aceleyle kaleme alınmıştı. Okumaya gayret etti.

"Bahar,

Çaykara sayfasını kapatıyorum. İyi ki o gün Kırklar Dağına çıkmışım, yoksa saklı bir güzelliğin zirvesini keşfedemeyecektim. Bir pişmanlık daha yazılacaktı haneme, yine.

İnsanlar ne çok değişiyor diye düşündüm bu sabah. Örnek istersen elimden düşmeyen çay bardaklarını gösteririm. Kahve sevdam yerini çaya bırakmış usuldan. Farkında bile olmamışım. Değişim vazgeçişleri de beraberinde getiriyor. Sonra bunu da düşündüm, hangisi önce oluyor diye kafa patlattım. Değişim başlarken vazgeçişleri de ardında mı sürüklüyor yoksa vazgeçmek zorunda kaldığımız için mi değişiyoruz? Bazı hayatlar hayal edildiği, arzulandığı şekilde sürüp gidebiliyorken bazılarının üzerine önceden planlanmış bir toz zerresi bile konmuyor, konamıyor. Elbette bu düşünüşler sebepsiz değil. Pratisyen hekimliğim son bulurken başka bir serüven önümde beni bekliyor. İstanbul'a dönmek var önümde. Eskiden olsa şimdi meydanda davul çaldırıyor olurdum ama uzmanlık için İstanbul'u yazışım bile babamın ricasıydı. Annemin evine bir daha nasıl adım atacağımı bilmiyorum..."

Devam edemedi. Gözüne dolan yaşlar buna mâni oldu. Orta yerde durup bir tarih aradı. 2020 mayısını görünce ellerini yüzüne örttü. Engel olamadı, inler gibi bir ses döküldü dudaklarından. Sonra başını iki yana salladı. Okuyamazdı. Çok istese de altından kalkamaz, kaldıramazdı. Dakikalarca elleri yüzünde durdu. Sonunda bir ses ona "Kendine gel," dedi. "Ders çalışman lazım kendine gel." Sümüklerini çeke çeke başını kaldırdı. Defteri kapatıp nereye koyacağını bilemedi. Göğsüne bastı.

Telefonunu son kez eline aldı.

10.46 "Dayanamayıp bir sayfasını açtım ama bu benim öylece okuyabileceğim bir şey değil. Merak içimi kemirse bile kendini korumak zorunda olan Bahar, bunu okumamam gerektiğini söylüyor. Yine de o zamana kadar onu göğsüme basıp öyle uyuyacağıma eminim."

10.53 "Ne yapalım defteri de kıskanırız. (:"





*


10.04.2021


*








18.12 "Öylesine yazayım dedim. Aklımdasın, bil diye."

18.12 "Sen benim hep aklımdasın, yazmıyorsam rahatsız etmekten korktuğum için. Başka şeyler de var ama sürpriz olsun."

18.21 "Soru çözerken bir şiir çıktı önüme. Ara sıra şiir kitabı okuyorum. Şiirler mi hep aşkı anlatıyor yoksa ben mi her yerde onu görüyorum?"

18.44 "Mesajın geldiğinde hastaneden çıkmış, yoldaydım. Arabayı kenara çekip bir kitapçıya girdim. Elime herhangi bir şiir kitabı aldım. Herhangi bir sayfasını açtım. Cemal Süreyya 'Bahar mezarına gömsünler sizi,' diyor. Şiirler mi hep Bahar'dan bahsediyor, yoksa ben mi her yerde onu görüyorum?"

18.51"Yapraklar gibi buluştunuzdu, kokular gibi seviştinizdi... Peki ya şarkılar?"

18.52 "Şarkılar da masum değil. En az şiirler kadar Bahar'a âşık."

18.53 "Aynı zamanda yaralı değiller mi? Bazı şarkıları dinlerken etimi bıçak kesiyormuş gibi canım yanıyor. "

18.54 "Hakkın var. Beni de ince ince dağladıkları çoktur. Ama son zamanlarda hep başka türlü olanları seçiyor kulağım."

18.54 "Nasıl olanları?"

18.57 "Leylaklar açmış gördün mü? Dallardan bahar inmiş duydun mu?"

18.57 "Yıllardan sonra, yollardan sonra, yeniden yan yana onlar..."

18.58 "Ya da... 'Bahar geldiğinde mi ben böyle olurum yoksa böyle olduğumda mı gelir bahar?' Böyle yürüyorum adım attığım her yerde. İçim sıcacık, nasıl ter döküyorum. Her yanım çiçek açmış, bir görsen halimi..."

Telefonu cebine sokuşturup ardından seslenen adama döndü Ozan. "Takvim burada," dedi adam. Yüksekçe bar masasına üzeri notlarla dolu bir ajanda bıraktı. "Nisan'da doluyuz. Mayıs beşten sonra müsaitliğimiz var ama sadece bir hafta." Takvimin günleri arasında gözleriyle koşan Ozan bir parça sıkkınlıkla "Yok," dedi. "Bir aydan kısa olmasın. Hem benim hazırlıklarım o kadar kısa sürede bitmez. Baskı yetişmez."

"O zaman ancak mayısın yirmisi olabilir. Yetiştirebilir misiniz?" Ozan'ın gözlerinin içine bakarak "O da Hakan beyin hatırına," dedi. Kulüp başkanıydı Hakan. Ozan Karaköy'deki galeri için ısrarcı olunca yoktan zaman var etmişlerdi kendisine.

Takvim üzerinde ciddiyetle düşünen Ozan eliyle bir Cuma gününe dokunup "Yirmi sekiz mayıs olsun," dedi. "Açılış yirmi sekiz mayısta, kapanış yirmi altı haziranda. Uygun mudur?"

Adam elini uzattı Ozan'a. Ozan terlemiş avucuyla tuttu kendisine uzanan eli. Sözleşme için üst kata çıktılar. Bir saat kadar sürdü işleri. İş bitimi koşar adımlarla aşağı indi Ozan. Galerinin cam kapısından çıkıp karşı kaldırıma geçti. Kavisli büyük pencereleri olan yapıya şöyle bir baktı. Yerler beyaz duvarlar siyahtı. Tam da o an apliklerin ışığında sergileyeceği fotoğrafların heyecanını duyuyor olabilirdi. İçi şevkle dolup taşabilir ve bir sürü insana bu güzel haberi verebilirdi. Ama hayır, aklından geçen bu değildi. "Bahar," diyordu içinde bir yer. "Bahar şu kapıdan girdiği an, işte tam da o zaman benim kışım bitecek."





*


12.04.2021


*





01.20 "Birkaç hafta önce eski bir dostu ziyaret ettim. Yanından ayrılınca bir barın ışıkları dikkatimi çekti. Seninle arşınladığımız sokaklardan birinin köşe başında, bir apartmanın üçüncü katında. Trompet sesiyle kendini belli ediyor. Nedense daha önce varlığını fark etmemişim. Aklıma yazmıştım, bu gece tek başıma gittim. Müzik çok güzeldi. Yatağa yattım ama sanki hâlâ içimde şarkılar söyleyen bir adam var. Bir de trompet sesi. Bilmem kaçıncı biramı içerken masanın cam tablasının altına yüzlerce insanın hayatın bir anına bıraktıkları notları okumaya başladım. Aşk, nefret, dostluk, hırs... ne ararsan var. Kimi zaman gülümsedim, kimi zaman ağlamak çekti canım. Eksik de kalmadım. Liseli çocuklar gibi ben de peçetenin üzerine bir şeyler karalayıp masanın koynuna iliştirdim. Bir yerden sonra kalk artık Ozan dedim. Sanki evde, yorgana sarılmış halde beni bekliyormuşsun gibi bir huzur doldu içime. Evde ya da yatakta değildin. Aslında bunun için ağlardım ama şimdi değil. Artık değil. Sarhoş da değilim; sadece sarhoş olma arzusu var içimde.

Yokluğuna sarılıp uyumaya alışkınım. Yüzlerce, binlerce kez yaptığım gibi kucaklıyorum seni. Koynumdasın. Uyumadan önce o peçeteyi okuyup gülümsediğini hayal ediyorum. Sonra örtüyorum gözlerimi.

Kafamın içinde çalan bir trompet var. O çirkin sesimle senin kulağına söylediğim bir şarkı... Dünya döner tek bir yana, doğsun diye gün bir daha, ben de döndüm tekrar sana, sönmek için yan yana..."

14.22 "Zaten sen kütüphanede bir erkeği çaktırmadan kesmeyi bile beceremeyecek kadar aptal, o erkek ayağına geldiğinde ağlayacak kadar korkak ve neyin var dediğimde annemi özledim diyecek kadar çocuktun. İstanbul kıştı, senle beraber şehre bahar gelmişti..."

14.31 "Nasıl buldun bunu?"

14.32 "Gün ortasında bara gitmek her zaman yaptığım bir şey değil. Temizlik yapan personel de beni görünce şaşırdı. Öyle bir bakmaya geldim dedim. Masaları satır satır ararken küpemi düşürdüğümü sandılar."

14.32 "Ama barı nasıl buldun?"

14.36 "Pişman olduğum şeyler için bir liste yapmaya kalksam kaç sayfa yazar çizerim bilmiyorum. Uzun, çok uzun olur, buna eminim. Ama o evden çıkarken orada bıraktığım hatıralar mutlaka ilk üçte olur. Çünkü elimde senden kalma tek bir şey bile olmadan seneler geçirdim. Şimdi diyorsun ki Lüleci Hendek'e senin için bir peçete bıraktım. Bulmaz mıyım sandın?"

14.37 "Sokağın adını söylemedim ki."

14.38 "Arşınladığımız sokakları unuttuğumu mu düşündün?"

14.40 "Unutmadığın için hastanenin bir köşesine çöktüm. Bir süre kimseler görmeden, çocuklar gibi buna sevineceğim."

14.42 "Gerçekten unuttuğumu mu düşünüyordun?"

14.44 "Senle ilgili şeyleri düşünmem yasaktı. Senle ilgili konuşmak, senli şeyler yapmak. Yasaklara uydun mu dersen; evet, insanların gözünde uslu bir çocuktum. Yasaklardan sakınan, kurallara uyan mutlu bir çocuk. Aslı öyle değildi."

.

14.45 "Yine de o bara senle gideriz diye umarken senin yaptığın iş mi?"

14.49 "Arzu ettiğim şeyleri bilmediğim zamanlara erteleyemeyecek kadar çok yoksunluk çektim. İşin aslı senli şeyleri sensiz yapmaya alışkınım. Üstüme almayıp senden beklediğim, bu yüzden hiç yaşayamadığım şeylerin pişmanlıkları da üzerimde. O bara senle gider miyiz bilmiyorum. Ama hayali bende. Peçete de öyle. Bugün mutluyum. Seneler sonra senin bir rüya ya da benim sanrım olmadığına dair elimde bir kanıt var. Şimdi müsaadenle işe dönmek zorundayım."

"Bahar," dedi keçi sakallı adam. "Hoca geceki tahlil sonuçları çıktı mı diye soruyor. Götürmedin mi daha?" Telefonu cebine sokuşturup masanın üzerinde beklettiği raporları kucakladı Bahar. Ayakları yere değse böyle davranmazdı. Herhangi birine, hele ki mesai arkadaşına aynı şeyi birden çok kez söyletip laf işitir miydi hiç? Fıtratında yoktu. Yoktu ama günlerdir bir telefon ekranıyla sevişmediği kalmıştı.

Bir yanı kendisine kızıyor bir yanı ise doymak bilmeksizin pamuk şeker yiyordu. Bir yanının düşünmekten saçları ağrımıştı. Bir yanı ise üç tekerlekli bisiklet süren bir çocuktu.

Kalbinin en derininde sirenler çalıyordu. Hem de günlerdir. Yangındı bu, bir yerler yanıyordu. Ne valiler ne kaymakamlar ne de dev hortumlu itfaiyeler söndüremiyordu yangını. Acı acı çalan sirenler bundandı. Aşk ilk kez elle tutulacak bir kıvama gelmiş ve benliğini yok edercesine ele geçirmişti. Yastığından başını kaldırmak bile istemiyor, bütün gün Ozan'la konuşmaktan başka hiçbir şeyi arzulamıyordu. Ve bu arzunun içinde susmak, sessiz kalıp sıradan bir hayatı sürdürebilmek zor mu zordu.





*


14.04.2021


*





20.02 "İşten dönerken çilek aldım. Dişi kuş neredeyse bir çileği tek başına bitirdi. Bitince de bir ötüşler bir ötüşler... Bir görsen nasıl şımardı hanımefendi! Erkek olan için aynını söyleyemeyeceğim. Tahıl koydum her yere ama tadına bile bakmadı."

20.04 "Hanımefendiyle beyefendinin isimleri nedir?"

20.08 "Güzel bir soru sordun... Reşit olunca kendi isimlerini kendileri seçsin diye isim koyma gereği duymadım."

20.11 "Hayatımda bundan daha saçma çok az şey duymuşumdur."

20.13 "Ailenin sana saçma sapan bir isim koymadığı, soyadının bile fazla afili olduğu ne kadar belli ama!"

20.14 "Dişi olan Nazike olsun. Birinin bu güzel adı mutlulukla taşıması gerek."

20.16 "Tabii tabii. Nazike diyeyim de hepten nefret etsin benden."

20.18 "Sen deme, ben derim. Nazike. Nazike. Nazike. Şiir gibi."








*


19.04.2021


*





11.25 "Bugün hastanede misin?"

11.26 "Evet. Geliyor musun? Acil kapısına çıkayım mı? Yoksa arkandan güvenlik kameralarını mı izleyeyim?"

11.27 "Öyle bir şey mi var?"

11.29 "Her gün isimsiz mendiller almıyorum. Kimlik tespiti gerekiyor bazen."

11.31 "Ama ben içeri girmemiştim ki."

11.33 "Keşke girseydin. On saniyelik bir görüntüyü film diye geceler boyu izlerdim."

11.35 "Söylediğin iyi oldu, yoldan döndüm."

11.36 "Ciddi değilsin değil mi? Nazikelik yapıyorsun yalnızca?"

11.37 "Bahar şaka yaptım, yok güvenlik kamerası falan. Valla şakaydı."

11.39 "Bahar?"

11.41 "Gerçekten şakaydı. Orada kamera bile yok. Bahar?"

11.42 "Valla kamera falan yok. Acilde kameranın işi ne zaten?"

11.43 "Bahar?"

11.48 "İnşallah öğle arasında dilimi eşek arıları sokar."

.

13.58 "Polikliniğin arkasında pembe çiçekler açmış bir ağaç var. Diğerlerinden daha büyük çiçekleri. Gövdesi pek kalın değil. Müsait olduğunda inersen, eteğine bir paket bıraktım."

14.15 "Burada mısın? Sadece burada olup olmadığını bileyim."

14.18 "Paketi bırakıp koşarak uzaklaştım. Otobüsteyim şu an. Bulabildin mi? Birileri alıp gitmemiştir umarım."

14.19 "Tanınmamak için şapka falan da taktın mı?"

14.20 "Peruk bile takmış olabilirim."

14.23 "Manolya ağacı bu. Hastaneye adım attığımdan beri severim kendisini. Her sabah günaydın der, öyle içeri girerim. Dalları ince gibi görünür ama kuvvetine şaşarsın, kışın bile yapraklarını dökmedi. Şimdi yeni yapraklar da çıkarmış. Eteğine oturdum kaşık kaşık pekmez yedim. İnsanlar da tuhaf tuhaf bakıyor. Sanki hiç ağaç dibine çöküp pekmez yiyen doktor görmemiş gibiler.

İzliyorsan, kavanozu yarıladığımı da görmüşsündür. Bilakis bitirmedim. Şimdi içeri girip beni tanıyan herkese bunun havasını atacağım. Kavanozu boynuma asasım var. Gece belki kavanozla uyurum, kim bilir?"











*


23.04.2021


*





09.08 "Çocuk Bayramın kutlu olsun Nazike. (:"

12.35 "Bugün çok değişik bir gün oldu. Senin mesajını görünce yirmi üç nisanın anlam ve önemini düşünmeye başladım. Ülke tarihini değil de kişisel tarihimi kurcalarken sahip olamadığım şeyler geldi aklıma. Bir şeyler değişsin istedim. Bu yüzden derse gitmeyip yol üstündeki bir ilkokulda durdum. Bütün gösterileri izledim. Şiirlere eşlik ettim, hazır olda durup en arka sıralarda çocuk şarkılarıyla dans ettim. Dans etmedim de, ettiğimi hayal ettim. Ayağımla ritim tutmuş olabilirim ama.

Üçüncü sınıflar davullu kaşıklı gösteri yaptılar. Çok güzeldi derken dördüncü sınıflar geldi. Ellerinde renk renk süslenmiş çemberler vardı. Hulahop mu diyorlar ona? İşte her neyse, püsküller dolamışlar çemberlere. O kadar güzel bir gösteriydi ki, bir çemberim olsa aralarına koşabilirdim, o kadar geçmişim kendimden. Aslında güneş gözlüklerim de vardı ama nasıl gördüyse bir kadın ağladığımı görmüş. Yanıma gelip sizinki hangisi dedi. Çocuğu dans ediyormuş da benim de kardeşim yeğenim falan dans ediyor sanmış. Neyse, sonra kalabalıktan sıyrıldım ama o kadar eğlendim ki! Akşam odada Light It Up açıp kendi kendime dans edebilirim.

Zaten şimdi de durmaksızın "Hayat gülünce çok güzel, o kapkara bulutları dağıtıp atmalı, herkesin yüzünde bir küçük tebessüm olmalı" diye diye sahilde yürüyorum.

Kısacası bana çocuk bayramını hatırlattığın için teşekkür ederim. Senin de çocuk bayramın kutlu olsun!"

13.46 "Sonraki yirmi üç nisanı beraber kutlayalım mı? İstediğin ilkokulun bahçesinde. İstersen çocukların arasına karışıp dans bile ederiz."

13.52 "Başka zaman olsa burun kıvırırdım ama bugün keyfim yerinde. Hayır demem."

13.55 "Akşam buluşalım mı? Belki buna da tamam dersin."

13.59 "Ne istiyorsun, denize düşmemi falan mı? Öyle sorulur mu hiç?"

14.07 "Şakaydı. Merak etme öyle bir soracağım ki, hayır diyemeyeceksin."

14.09 "Korkutma diyorum daha beter geliyorsun."

16.33 "Kusura bakma pediatrideki kutlamaya gitmiştim, cevap yazamadım. Bu da senin için."

Mesajın üzerine Ozan'ın bir şey göndermesini bekledi Bahar. Birkaç dakika sonra Ozan kendi hesabından bir video paylaştı. Sonra onu özel mesajla Bahar'a yolladı.

Başka başka yaşlardan bir sürü çocuk, bir ağızdan şarkı söylüyordu.

Hemen hepsinin üzerinde aynı hastane önlüklerinden vardı. Yatakta oturup ayaktakilere eşlik edenler de. Birkaç doktor ve hemşire vardı arka safta. Sonra Ozan katılıyordu aralarına. Elinde orta boy taşınabilir bir hoparlörle balonlar tutuyordu. Müzik başlıyor ve balonlar serviste kol geziyordu. Birkaç çocuğun elinde renkli oyuncaklar vardı, kimi top oynamanın derdindeydi ama her birinin gözlerinde neşe ve yüzlerinde masum gülüşler vardı.

Şarkı... O en güzeliydi.

"İstedim ki sokakta

Asık suratlı kalmasın

Büyükler büyüdükçe

Gülmeyi unutmasın.

Bi' merhaba ile selamladım insanları

Okul yolunda gördüğüm minik karıncayı

Yaşım küçük ama içimdeki kıpırtıyı

Biraz neşe katıp büyüklere, size veriyorum.

Hayat gülünce çok güzel, hayat gülünce çok güzel!

O kapkara bulutları dağıtıp atmalı,

Herkesin yüzünde bir küçük tebessüm olmalı."





*


25.04.2021


*


23.24 "Öğrencilik hayatımın son genetik gününde son sunuculuğumu yaptım. İçim biraz buruk. Beş sene ne çabuk geçti ve geçerken neler aldı götürdü benden... Hep mezun olayım deyip duruyordum ama ilk kez bitsin istemedim. Herkes üniversite yıllarını çok arayacaksınız diyor. Benim arayacağım buysa, gelen yıllardan nasıl korkmayayım?

Bir de keşke şurada dondurabilsek hayatı diyenler var. Ben burada durmak istediğimden de emin değilim. Geri dönmek zaten mümkün değil. Yolumu şaşırmış, dört yol ağzında öylece duruyor gibiyim. Bir araba gelip her an bana çarpabilir."

23.34 "Şimdi geldim eve. Bilsem bugün gelir seni izlerdim. Dört sene önceki ayakları titreyen kız olmadığına eminim. O zaman da güzeldin, ışıl ışıldın, bugün kim bilir nasıl göz kamaştırdın. Kaygılarına gelince... Seneler seneler önce bir küçük kız bana doğu görevi var diye tıp seçmek istemediğinden bahsetmişti. (:

İşin aslı ben de doğu görevi yapmak istemezdim. Ama geçmişe dönüp baktığımda o doğu görevinin beni ayakta tuttuğunu ve bambaşka bir yerden karnımı doyurduğunu söyleyebilirim. Hatta şimdiki aklım olsa ders çalışmak ve hastane arasında bunca mekik dokumaktansa en başından beri sınava hazırlanmak için doğu görevine gitmek isterdim.

Kafanı şişirmek istemem. Demek istediğim en doğru karar diye bir şey yok. Hayat bu, ne yazık ki her şeyi planlayamıyoruz. Güzellikler var, zorluklar var. Yeter ki sevdiklerimiz bizimle olsun.

Caddenin karşısında seni bekliyorum."

23.39 "Bir an kalkıp camdan baktım. Gerçekten geldin sandım, yüreğime iniyordu. Mecazmış. (: "

23.42 "Yerini bilsem zaten gelirdim. Seni camda görmenin mutluluğu yeterdi. Ama şimdi bir kere ısırsam ya o yüreğinden."

23.44 "Aptallığım değişmiyor gördüğün gibi (:"

23.45 "En sevdiğim (:"

23.45 "Sen neredeydin ki?"

.

23.45 "Pardon, silecekken göndere basmışım. Öyle meraklısı gibi sordum. Öylesineydi. Laf olsun diye."

23.46 "Gerçekten merak etmiyorsan, cevap vermeyeyim."

23.47 "Yok ediyorum da, sen öyle bilme."

.

23.47 "Ne diyorum ben ya... Yorgunluktan saçmalıyorum, uyumak üzereyim de ondan. Özür dilerim."

23.53 "Şarabımı kapıp balkona geçtim. Merakını gidermek isterdim ama hayır, nerede ne yaptığımı söylemeyeceğim. Onun yerine Genetik Günü şerefine içiyorum, kutlu olsun."

23.55 "Uyuz taraflarını saymazsak iyi adamsın aslında İskeçeli... Şarap sevdanın duruyor olması da beni çok mutlu etti. Ama madem içiyorsun kendi payıma Galata'nın şerefine kadeh kaldırmak isterim. Kim bilir şimdi nasıl güzeldir..."

23.58 "Ah Bahar, senin olmadığın Galata güzel olur mu sanıyorsun?"





*


02.05.2021


*





14.03 "Akademik kariyerimin ilk adımını atarak Ales'e girdim. Senelerdir Ösym sınavına girmemiştim. Heyecanını özlemişim."

14.30 "Ben de Bahar böyle güneşli bir pazar gününde ne yapıyordur diye düşünüyordum. Kutlama mı var sırada?"

14.38 "Evet, hava gerçekten güzelmiş. Aslında doğrudan kütüphaneye gider sınav çalışırım diyordum ama madem kutlama dedin... Belki kendimi ödüllendirerek Moda Sahiline giderim."

14.40 "Seviyor musun hâlâ?"

14.43 "Çok. Canım sıkıldıkça karşıya atıyorum kendimi. Bazen çimlerde uyukluyorum bazen bir taşa çöküp denizi seyrediyorum. Muhtemelen bugün çok kalabalıktır ama boyluca yürürüm. Bir kere Oğulcan'ı gördüm sahilde."

14.46 "Konuştunuz mu?"

14.49 "Konuşsak sana söylemez miydi?"

14.50 "Bilmiyorum. Aramışsın bir kere. Ama görüştüyseniz de bana söylemedi."

14.53 "Görüşmedik. Karşısına çıkmaya cesaret edemedim. Ama söz vermiştim, o sözü tutamamanın yükünü taşıyorum. Oysa hediyesi de hazır. Dolabımda duruyor. Yalan değil, fen lisesi kazandığını duyunca dünyalar benim olmuştu. Sanki dereceyle ben kazanmışım okulu gibi sevinmiştim."

14.54 "Ağlamışsın bir de."

14.55 "Aksi mümkün mü ki?"

14.56 "Bilmem. Bir şeyler değişmiştir mutlaka. Ben değişmeyenlerin peşindeyim. Mesela bu gece Moda'yı hâlâ seviyor oluşuna içeceğim."

17.01 "Sahilde ne çok insan varmış. Güç bela bir gölgelik buldum. Bir de kahve ısmarladım kendime. Az ötemde bir grup var, müzik yapıyorlar, onları dinliyorum. Yaşar çaldılar az önce. "Hüzünler başıma vurdu yine; sevginin çıkmaz yollarında senin dolaylarında. Sana dair hasretim yüzyıllardan kalma, aklımı kaçırıyorum bu cinnet akşamlarında..."

17.06 "Tamam, arzularınız benim için bir emirdir. İlk konsere iki bilet aldım şimdi."

17.08 "Ben öyle bir şey demedim."

17.09 "Dedin dedin, farkında değilsin."

17.12 "Demedim Ozan, valla demedim. Yüreğime mi indireceksin sen benim? Al kalktım işte sahilden. Dönüyorum."

17.15 "Tamam Nazike, ben giderim, sen gelmezsin. Dönerken çocuklara meyve de al."

.

17.19 "Dondurmacı Ali Ustanın arka sokağında Moda Manavı var. Karadutları çok güzel. Nazike'ye karadut al."

17.31 "Kilosu kaç para biliyor musun? Lüks şeylere alıştıramam onları. Çilek bulursa şükretsin Nazike."

17.32 "Benim küçük, narin, tatlı Nazike'm..."


.





19.43 "İki yüz gram dut yedi bu zilli. Daha da versem yiyecek. Senin cinsinden bu. Biliyor ağzının tadını."

19.46 "Kuşun dilinden, Nazike'nin huyundan, bir de ağız tadından anlarım."

19.48 "Hiç değişmemiş bir İskeçeli, hiç!"

19.50 "Mutsuz musun?"

19.50 "Mutluyum."








*


05.05.2021


*





00.55 "Bugün Hıdrellezmiş. Manası nedir, ne önemi var dersen bilmiyorum. Az önce karşı odadaki kızlardan biri çaldı kapımı. Boş arsaya ateş yakacaklarmış, sen de gelsene dedi. Başka zaman olsa, başka bir şey için kapım çalsa... Kapıyı açar mıyım onu bile bilmiyorum. Ama içimde tuhaf bir hava var. Güneşli ama terletmiyor, rüzgâr esiyor ama üşütmüyor. Dışarı çıktım. Mangal kömürü yakmışlar bizden önce. Kızlar da çuldu çaputtu derken ateşi büyüttüler. Şarkılarla türkülerle ateşin üzerinden atladılar. Ben buna cesaret edemedim. Sen olsan kesin atlardın. Hayal etmek kolay oldu. Sonra gül ağacına dilek asmak gerekirmiş, kızlar sokak sokak gezip gül ağacı aramaya gittiler, bense odama döndüm. Yattım ama uyku tutmuyor. Beraber kutladığımız yılbaşı gecesi geliyor aklıma. Dilek tutmuştuk. Ne dilediğimi sana söylemedim diye kızmıştın, bilmem hatırlar mısın? Ben hâlâ onun gerçek olmasını bekliyorum."

01.07 "Saçlarını ellerimle çözmüştüm. Parmaklarımın arasında şampuan kokusu kalmıştı. Sonra sana sarılmamı istemiştin. Unutmak bir yana; keşke o geceye dönebilsem. Keşke bir kere daha sana sarılıp seni hiç bırakmasam."

01.09 "İstanbul'a gelmeden önce her sözüne çok güvendiğim bir insan keşke dememeye özen göstermemi istemişti."

01.10 "Pişmanlık denilen şeyle tanışmamış bir insanmış. Aptalın tekiymiş."

01.12 "Pişmanlık dediğin şey, hayatına benimle beraber girmiş olabilir. Güzel olan her şeye bir parça siyah sürmek gibi bir huyum var. Genetiğime işlemiş bir lanet."

01.16 "Senle beraber hayatıma giren bir sürü renkten biriydi siyah. Beyazın ne kadar güzelse siyahın da o kadar güzeldi. Bana tattırdığın en güzel şeydi aşk. Varlığı içime lokma lokma dolmuş, aç kalınca anladım ne olduğunu ama çok geçti. Pişmanlık dediğim budur. Yaşayabilecekken mahrum kaldıklarım; anıya dönüşecekken hayalden ibaret olanlar...

01.18 "Seni çok özledim. Çok özlüyorum. Her gün, her an, her saniye, başımı yastığa her koyuşumda."

01.21 "Seni özlemediğim tek bir an bile olmadı Bahar. Ben senelerdir dönersin diye bekliyorum. Hiç vazgeçmedim senden, hem de hiç. Şimdi sana burada bir sürü şey söylerim ama bir satır daha yazmazsın diye korkuyorum. Ödüm kopuyor. Kendimi tutuyorsam tek sebebi bu."

01.23 "Yalnızca seni düşünerek uyumak istiyorum. Başak bir şey deme."





*


09.05.2021


*





15.13 "Bugün özel bir gün. Erkenden kalkıp tıraş oldum. Özenle giyinip annemi ziyarete gittim. Oğulcan da geleyim dedi ama ben yalnız olmak istedim. Uzun zaman sonra özel şeyler konuştum annemle. Akıl istedim, bana yol göstersin istedim, güç istedim.

Bahar çiçekleri götürdüm ona. Nasıl mutlu oldu bilsen. Birkaçını saçlarına takıştırdı. Bir kelebek gelip onları kokladı. Fotoğrafını çekip kalbimin en güzel yerine koydum. Seninkinin yanına.

Seni anlattım uzun uzun. Nazike'yi, sınava girdiğini, bana pekmez getirip kavanozu nasıl hastane bahçesine terk ettiğini, yirmi üç nisanda hulahopla dans etmek istediğini, gelecek sene için sözleştiğimizi, birlikte konsere gideceğimizi... Dinlerken hep gülümsedi, mutlu olduğunu anladım. Sonra neyle meşgul olduğumu anlattım ona, benimle beraber heyecanlandı ama bu kısmı sana şimdilik söylemiyorum.

Yanından ayrılırken bana dedi ki; Ozan az kaldı. Çok az. Ben sana demedim mi yazdan önce Bahar gelir diye? Doğru, böyle demişti. Sabret demişti. Bahar mutlaka gelecek demişti.

Kimse beni dinlemezken dinleyen, huzurunda ağlayabildiğim, beni anlayan ve bana sarılan bir tek o vardı. Ben öyle sabrettim, öyle bekledim. Şimdi hasat zamanı. Saçlarından, kokundan, yüzünden, dudaklarından; her birinden ayrı ayrı alacağım var."

19.35 "Vaktiyle bana annenin nerede yattığını söylemiştin. Mesajın geldikten sonra yola vurdum kendimi. Hem annenin saçlarına taktığı çiçekleri görmek istedim hem de başında bir Yasin okurum demiştim. Bir de öylesine güzel bir yol göstericim hiç olmadı. Ona sormak istediklerim vardı ama onu bulamadım. Elimde çiçeklerle öylece kaldım. Sonunda kimsesiz bir mezara bıraktım çiçeklerimi. Yalnız birini aldım elime. Seviyor mu sevmiyor mu diye soracaktım yapraklarına ama öyle güzeldi ki koparmaya kıyamadım. Onun yerine bir fal uydurdum. Çiçeği bana bıraktığın ajandanın arasına koydum. Hangi sayfa bilmem. Bir gün beraber açar okuruz, ne yazdıysan geleceğim o olsun.

Bir 'seviyor' kadar alacağım var senden. Bütün kalbimle bir gün ödeşmeyi umuyorum."


*


11.05.2021


*





08.33 "Dün kuşlar için üzüm almıştım. Şimdi verdim de, erkek olan yerde bulduğu üzüm tanelerini dişinin önüne getiriyor. Birbirlerini sevmeye başlıyorlar diyebilir miyim?"

08.41 "Tabii ki diyebilirsin. Beslemeler başladıysa iki vakte kuluçkayı bile görürsün. Gece kafesin üstünü ört istersen. (:"

08.48 "Âşık'la Narin'in kafesini örtmezdik hiç."

08.51 "Onlar sevişirken utanmazdı. Seninkiler biraz acemi."

08.52 "Ha öyle mi oluyor alışana kadar. Anlamamışım ben, tamam. Şimdi okula gideceğim örteyim mi kafesi?"

08.55 "Örtme. Şaka yapmıştım. Bırak güzel havanın tadını çıkarsınlar(:"

09.12 "Ben zaten aptallığa hiç doymam."

09.14 "Aptallık değil, Leylalık makamıdır o, kendimden biliyorum. (:"





*


15.05.2021


*





21.18 "Yarım saattir aynı daldalar. Sesleri çok alçak ama ötüp duruyorlar. Çok mutluyum."

21.54 "Hiç şaşırmadım, beyefendiye güvenim tamdı."

21.56 "Seni kibirli aslan seni. Kim demiş beyefendinin hanımefendinin dalına konduğunu?"

21.58 "Hanımefendi beyefendinin ayağına gittiyse fikrim değişir."

22.00 "Nasıl değişir?"

22.02 "Beyefendi doğru zamanı bekliyordur. Hanımefendi ise başlarım senin doğru zamanına, gel bir yuva kuralım demiştir."

22.03 "Beklemekten usanmıştır diyorsun yani?"

22.04 "Doğrusunu istersen bu konuda kafam biraz karışık. Bir vakitler eve koşa koşa girip çaydanlığı ocağa koyan, on dakika sonra sabırsızlıkla ilk bardağını doldurup daha demlenmemiş diye yüzü asılan bir ev arkadaşım vardı. Hem çayı demli sever hem de beklemeyi beceremezdi. Hikâye burada yarım kalıyor. Şimdi çayı nasıl sevdiğini bilmiyorum."

22.10 "Ocağın başında neyi beklediğini bilmeli insan. Çay demlenir, yemek pişer, mısırlar patlar. Bir sofra kurarsın hevesle. Ama ya beklenen ev arkadaşı toksa? Sırf ayıp olmasın diye seninle sofraya oturuyorsa? Ya karnını başka bir sofrada doyurduysa?"

22.14 "O zaman erkek kuş beklemekte haklıymış. Dişi kuş ona güvenmiyormuş."

22.15 "Belki güvenmemek için haklı sebepleri vardır?"

22.18 "Keşke erkek kuşun da bundan haberi olsaymış. Bilseydi, telafi etmek için çabalayacağına eminim."

22.19 "Geldik mi yeniden Keşke Sokağına?"

22.22 "Hayır, orayı geçtik. Şimdi dişi kuşun sabrının tükenmesini bekliyoruz."

22.27 "Çayı ocağa koy lütfen. Ben hâlâ demli çay seviyorum."

22.29 "Konumuz kuşlardı sanki. (: "

22.32 "Evet, kuşlar. Dişi kuş apar topar dal değiştirdi."

22.34 "Söyle ona uzaklaşmasın. Ben çayı ocağa koyalı çok oldu, demlendi demlenecek, eli kulağında."





*


18.05.2021, İstanbul


*





"Şu kadar emeği notları okumak için versen zaten sınavı geçersin."

"Duymuyor musun sen şu gürültüyü? Düğün salonu gibi kantin. Nasıl okuduğumu anlayayım ben?"

"Eski bir arkadaşım mutlak sessizlikle mutlak gürültü arasında bir farkın olmadığını söylemişti. Kafanı versen anlarsın yani."

"Şu an ne dediğini bile anlamadım. Dur şu sayfayı da bitireyim, dinleyeceğim seni, az kaldı."

Bahar, kaykılarak oturduğu yerde çay içerken bir yandan da Lale'nin pürdikkat yaptığı şeyi inceliyordu. Boş bir sayfayı akordeon şeklinde katlamıştı Lale. Sonra kâğıdı üç parmak büyüklüğünde parçalara ayırıp küçük akordeonlar elde etmişti. Ardından minik akordeonların her sayfasına karınca duasını andırır harflerle kopya yazmaya başlamış ve on altı sayfadan ibaret olan not kağıtlarını olduğu gibi bunlara yazmaya başlamıştı. Bir saate yakın zamandır uğraştığı, emek verdiği şey buydu. Araya üç beş bardak çay, sonra bir sürü kek ve bisküvi girmiş, masanın üstü kırıntılarla dolmuştu. Bahar'ın gözlemlerine göre stres altında olmak Lale'nin durmaksızın yemek yemesine yol açıyordu. Kendisi de yiyordu ama onunki aparta gidip yemek yapmaya üşenmesindendi. Çoğu günü çubuk kraker ya da bisküvilerle geçiştiriyordu. Aç da hissetmiyordu üstelik.

Mayıs sıcaktı. Yazdan bile sıcak. Hani insanlar, tanıdığı bütün öğretmenler, ısınan havanın öğrenci üzerindeki psikolojisinden endişe duyardı ya... On yedi senelik eğitim öğretim hayatında havalar ısındı diye ders çalışmaktan geri durduğu, oflayıp pufladığı tek bir anı bile olmamışken; ömründe ilk kez eli kalem tutmak istemiyordu. Ne ders çalışmak ne okula gitmek ne de eline bir kitap almak... Hiçbirisi içinden gelmiyordu.

Yapmak istediği tek şey serince bir yere uzanıp Ozan'la mesajlaşmaktı. Aynı zamanda ürktüğü, korktuğu tek şey yine onunla konuşmaktı. Ne yaman çelişki be Bahar diyordu kendisine. Dengesizdin ama hiç bu kadar aptal değildin. Aptaldın da bu kadar değil. Hiç bu kadar sersem de değildin. Hiç bu kadar, ne, ne, ne? Gözlerini örtüverdi olduğu yerde. İşte bu yüzden yataktan çıkmak istemiyordu. Her an, her yerde Ozan'ı düşünebilmekti, tek istediği. Bunun ısınan havayla bir ilgisi var mıydı? Hayır, yoktu. Ozan buz gibi bir suyun içinde ayak parmaklarını ısıtan sıcaktı.

Ömründe ilk kez, peş peşe üç gün tek bir soru bile çözmemiş, tek bir ders kitabına elini değdirmemişti. Leyla gibi geziyordu sokaklarda. Leyla gibi oturuyordu yatakta. Leyla gibi bakıyordu herkese. Kimdi ki bu Leyla? Nesi meşhurdu? Neden aşkın diğer adına Leyla olmak diyorlardı? Leyla yalnız mıydı? Leyla olmanın eril bir hali var mıydı? Varsa Ozan da o muydu?

"Son sayfa hiç iyi olmadı ya, bir daha mı yazsam?"

Lale avucunda tuttuğu kâğıdın sayfalarını çevirirken sınava bir saatten az zaman kaldığını fark etti. Bu kadarcık zamanda ne yapacaktı ki? Gök mü gürletecekti? Hem böyle yarım yamalak iş olmazdı. İyisi mi bu ders de seneye kalsındı. Seneye tertemiz bir başlangıç yapar, olur biterdi. Söz diyordu kendisine. Söz seneye adamakıllı çalışacağım, söz, valla billa...

Elindeki kâğıdı da kalemi de bırakıp Bahar'a baktı bu kez. "Pişt," dedi önce. Bahar onu duymayınca uzanıp kızın bacağını dürttü. "Beşik mi salladın sabaha kadar, neyin uykusu bu?"

Omuzunu kaldırdı Bahar. Cevap vermedi, gözlerini açmadı.

"Yok mu seninkinden haber?" dedi sonra. Bahar bu soruyu da üzerine alınmadı. Lale kıpırdandı oturduğu yerde.

"Mendilin peşine düşmemiş olamaz."

Ancak "mendil" kelimesiyle gözlerini açtı Bahar. "N'olmuş mendile?" dedi. Lale sırıttı.

"Sefere çıkan denizciler sallıyormuş."

"Neyi be?"

"Mendili!"

Bahar gözlerini seri halde kırparken kaşlarını çattı. Lale bu kez gülerek cevap verdi. "Şimdi bu hâl ne diyeceğim ama ne olduğunu bildiğimden, sormam saçma olacak."

"Yok ki bir hâl falan." Bahar toparlanıp bedenini dikleştirdi. Lale ise "Hı hı," dedi dalga geçen bir sesle. "Balkanlardan gelen İskeçe rüzgârı çarpmış sana. Üşütmüşsün."

Bahar gırtlağını temizledi. Soğumuş çay bardağını masaya bıraktıktan sonra konuyu değiştirme gayretine girdi.

"Anıl n'apıyo?" dedi sesine heyecan katarak. "Ne zaman gelecek?"

Anıl'ın adı geçince bir anda başka türlü güldü Lale'nin yüzü. Eli boynundaki kolyeye uzandı. "Bana kalsa hemen de gelebilir ama o haziranda okul bitince geleyim diyor. Benim için okulun var olmasının bir anlamı yok diyorum da, anlamıyor. Haziranda gelecek kısaca."

Eli durmaksızın boynundaki kolyeyle oynayınca "Kendinden önce kolyesi gelmiş galiba," dedi Bahar. Lale samimi bir heyecanla "Nereden bildin?" dedi. Sonra taktığı kolyeye bakmaya çalışırken şaşı oldu gözleri. "Öyle değerli bir şey değil. Yani altın maltın değil ama çok hoşuma gitti. Çok güzel değil mi?"

Bahar uzanıp kolyenin ucuna baktı. Laleyi andırır bir çiçekti bu. Pembe taşlarla süslüydü. "Çok güzel," dedi kolyeyi bırakırken. "Sana pembe çok yakışıyor," dedi bir de. İyiden iyiye mutlu oldu kız. "Bu ay iki oldu bu. Önce kolye gönderdi sonra da seviyorum dedim diye kuru fasulye göndermiş köyden. Yapmayı bile bilmiyorum ama gene de çok sevindim." Sırıta sırıta yere baktı. "Salakça değil mi?" dedi. Sonra kendi sorusuna kendisi cevap verdi.

"Çok salak ama hoşuma gidiyor işte."

Bunun üzerine Bahar da gülmeye başladı. Gülüşü derinleşti. Ellerini yüzüne örttü. "Leylalık" dedi içinden. "İşte bunlar hep Leylalık!" Gözleri yaşarana dek güldükten sonra "Ne var?" diye sordu Lale. "Var işte bir şey. Ama sen bana demiyorsun!"

Nice nice sonra gözlerini tavana kaldırıp "Biz Ozan'la mesajlaşıyoruz," diyebildi. O zaman Lale'nin içine huzur tozları serpildi. Dost değillerdi belki ama Bahar kendisine güveniyor olsa gerekti. Çünkü Ozan'la mesajlaştıklarını biliyordu. Ozan bundan bahsetmişti. Bahar'a söyleme diye ekleyerek...

Zaten şimdi, şu anda Bahar'la beraber kantinde olmasının sebeplerinden biri de buydu. Bahar'ı kütüphaneden çıkarmak için az dil dökmemişti. Gözleri kantinin duvarlarını seyretti, sonra Ozan'a verdiği sözü anımsayıp vazifesine döndü.

Bahar'ın verdiği bilgiye karşı "Aaaaa!" diye feryadı bastı. "Ölümü gör!" dedi heyecanla. "Hiç de söylemiyorsun ha! Taş mısın kızım sen!"

"Dur, dur, şşşt, şşştt! Öyle değil, öyle değil!"

"Nasıl?" dedi Lale'nin ince ama kuvvetli sesi. "Öyle değil ne demek, nasıl?"

"Yani öyle şey gibi değil."

"Ney gibi değil?"

"Şey işte..." Sesi kısıldı Bahar'ın. "Sevgili gibi değil." Birileri kendisini duyacakmış gibi tedirginlikle etrafına bakındı. "Öyle arkadaş gibi. Tam olarak öyle de değil de..."

"E görüşmediniz mi?" dedi bu kez Lale. "Yani ne zaman görüşeceksiniz, hep öyle mesajla mı şey olacak?"

O zaman sustu Bahar. Bir sağına baktı, bir soluna. "Ona kalsa," dedi sonunda. "Akşam buluşalım mı desem, koşa koşa gelir."

"Sen mi istemiyorsun?" Koca koca açtı gözlerini Lale.

Yanlış anlaşıldığını fark edince "İstememek değil!" dedi Bahar. Harfleri uzatmıştı, yakarır gibiydi. "İstememek olur mu hiç ama..." Yanağını şişirdi, gözlerini kaçırdı, dudaklarını ısırdı.

"Nasıl desem, önceden hiç yoktu. Şimdi azıcık da olsa var. Görüşürsek ve bir şeyler ters giderse, konuşurken çıkmaz sokaklara girersek, her şey biterse, bunun dönüşü olmaz. Anlatabiliyor muyum?"

Lale koca koca gözlerle bakıyordu kendisine. Ama bunlar anlam veremeyen gözlerdi. Bu yüzden devam etti Bahar.

"Yani... Bir yanım diyor ki hiç olmayacağına bu kadarcık olsun, fazlasını isteme, bu kadar dediğim bana ölene kadar yeter. Bir yanım da diyor ki sen aptal mısın, ne duruyorsun koşup sarılsana..."

"Kesinlikle ikinci tarafla aynı fikirdeyim."

"Anlamıyorsun çünkü," dedi Bahar. Gözlerini Lale'den çekip masanın üstündeki bardakla oynamaya başladı. "İyisi mi boş ver sen beni. Hazır mı kopyan mopyan? Oku şunları birkaç kere."

Kantin daha da kalabalıklaşmıştı. Birileri sınavdan çıkmış olsa gerekti, harıl harıl sorular konuşuluyordu, arkalarındaki masanın nüfusu dakika dakika artıyordu.

"Korka korka mı yaşayacaksın böyle? Bir kere adam seni itin götüne sokacak olsa neden yazışsın ki?"

"Yazmakla bir değil. Yazışıyoruz da sorun olacak şeylerden mi bahsediyoruz sanki. Bir şeyler olmamış, yaşanmamış gibi yapıyoruz."

"E belki öyle olmak lazımdır be Bahar..."

Şiddetle başını iki yana salladı Bahar. "Öyle olmaz," dedi. "Öylesi tozları halının altında bırakmak olur. Temiz sanırsın, kirlidir."

"E tamam beraber temizlersiniz o zaman. Yahu sana kızacak adam senle neden yazışsın?"

Bu kez "Kızsın bana!" dedi Bahar. "Ben kızmasın demiyorum. Kızsın ama ben öyle bir kavganın öyle bir tartışmanın ya da her ne boksa onun yükünü kaldıracak kadar güçlü değilim. Ya da öyle miyim bilmiyorum Lale. Şimdi bunla yetinmeyip fazlasını istersem, elimdekinden de olurum diye korkuyorum. Çünkü şu an Ozan var. Ama yarın olmazsa, bir daha hiç olmazsa... Bilmiyorum, hiçbir şeyi bilmiyorum. Ben doktoruma bile bunu nasıl açıklayacağımı bilmediğimden bir aydır görüşmeye gitmiyorum. Valla bak. N'olur kapatalım bu konuyu. N'olur."

Bahar sustu. Lale de sustu. Ama ikisinin sessizliği çok başkaydı. Lale'ninki sıkıntıdandı. Nasıl ikna olurdu ki Bahar? O sırada önlerinden bir kız geçti. Ne de güzeldi eteği, Lale onu incelerken karşısında duran panoya bir afiş asıldı. Beyninin orta yerinde duran ağır bir taş sonunda hareket etti. "Hah," dedi içinden. "Oh be, yetişti sonunda!" İçinden içinden. Bir yandan sırıtıyordu.

Sırıtıyordu ama Bahar'ın onu gördüğü yoktu. Leylalık koltuğunda oturuyordu Bahar. İki gündür Ozan'a bir şey yazmamıştı. Yazmamak için hep tutuyordu kendisini ama artık yazmalıydı. Ne yazsaydı peki? Ya da yazmasa mıydı? Yazmak istiyordu canı. Çok istiyordu. Telefonu eline aldı, mesaj sayfasını açtı. Hâlâ telefon numaraları yoktu birbirlerinde. Hesabına girip son konuşmaları okudu. Okurken gülümsememek elde değildi ki...

İşte o sırada "Bahar bak," dedi Lale. Bahar başını kaldırıp kızın yüzüne baktı. Lale ise ayaklanıp henüz panoya toplu iğneyle tutturulmuş üç afişten birini eline aldı. Hatta afişi asan çocukla -ilk kez okulda gördüğü biriydi- bakışıp ona göz kırptı. Muhakkak Ozan'la ilgisi olan biri olmalıydı. Tam zamanında geldin der gibiydi gözleri. Panodan indirdiği afişi hevesle Bahar'a taşıdı. "Bak," dedi bir daha. Cıvıl cıvıldı sesi. "Bu senin Ozan mı?"

Bahar, Lale'nin kendisine uzattığı şeyi, ne olduğunu bilmeden eline aldı. Kaliteli bir kâğıda basılmış, simsiyah bir afişti bu. Tam orta yerde sudan başını çıkaran bir kuş vardı. Su damlacıklarını ardından sürüklüyordu. Siyah beyazdı. Kuşun altında ise beyaz ve değişik -güzel- bir el yazısıyla "İskeçeli" yazıyordu.

Önce ne olduğunu anlamadı Bahar. Allah kendisine oyun mu oynuyordu, her yerde Ozan'ın adını görmekle mi cezalandırıyordu kendisini? Hoş, bu bir ceza değildi ama... Bu neydi?

"Yazdan önce bahar gelir." Ozan'ın adının hemen altında böyle yazıyordu. "Yazdan önce bahar gelir." Daha küçüktü puntosu. Okunaklıydı yazı şekli. Onun da altında, daha küçük puntolarla ve okunaklı bir yazı şekliyle "Kuşlar ve Bebekler" yazıyordu. Uzun uzun afişe baktı Bahar. Çok sonra "Ne bu?" dedi dudakları.

"Ne bu?" Sesli düşündükten sonra afişin en altında yazan iki satırı fark etti. "Karma fotoğraf sergisi," diyordu. Açılış 28 mayıstı ve Galata'daki bir galerinin adı ile adresi yazıyordu. Bahar, afişle bakışmaya başladı, kuşun çıktığı suda sırt üstü uzanır gibi bekledi.

Lale bundan haberi yokmuş gibi "Ozan sergi mi açıyor?" diye sordu. Bahar'a.

Öyle habersizdi ki, ağzını açamadı Bahar. Bunun üzerine Lale devam etti. "Ay yoksa burada yazan Bahar sen misin?"

Cevap vermedi Bahar. Gözlerini kuşun başını kaldırdığı sudan çekemiyordu ki. Kuş, su, kuşlar, bebekler, Ozan ve Bahar. "Yazdan önce Bahar gelir." Mırıldandı sonunda. "Yazdan önce Bahar gelir..."

"Sensin değil mi?"

İnatla soruyordu Lale. Sonra, sorudan emir cümlesine geçip "Eşek değilsin ya, tabii ki gideceksin, değil mi?" diye teyit ediyor; "Vay be!" diyerek Bahar'ı ateşliyor; nihayet "Adına sergi açacakmış adam!" diyerek Bahar'ın dövünen kalbini daha da coşturuyordu.

"Gideceksin değil mi? Ne giyersin giderken? Saçını başını nasıl yaparız?"

Göz göze geldiler. Birinin gözleri heyecanlıydı, diğerininki ise donuk. Öylece kaldılar. Nihayet Bahar başını eğdiğinde, o güzel el yazısıyla yazılmış adı bir kere daha okudu. Sonra ısıttığı Leylalık koltuğundan kalktı. Kalkışının bir sebebi yoktu. Sadece, oturmak akıl kârı gibi değildi. Bir eli kalbine uzandı. Burada mıydı kalbi? Gülümsedi. Gülüşü büyüdü, büyüdü, büyüdü ve... "Yazdan önce Bahar gelir," dedi.

Ellerini pervane misali boynuna doğru sallayıp terleyen yerlerini rahatlatmak istedi. Ozan'ın annesinin verdiği akıllar mıydı bunlar? Bu şey, sergi, şey... Terlemeye başladı. Boynuna dokunan saçları sırılsıklam olmuştu. Gözleri Lale'ninkilere değip kaçtı. "Görmüyor musun sen şu sıcağı?" dedi. "Terlemiyor musun öyle?"

Yeniden afişe baktı. Ozan'ın adını oluşturan her bir harfi parmağıyla sevip gülümsedi. Yirmi sekiz mayısın doğum günü olduğunu anladığında başka bir kabul ile gözlerini ağır ağır örtüp açtı. Kirpikleri dalgalandı sanki. "Ozan," dedi belli belirsiz. "Ozan n'apıyorsun? Ben utanırım ki, nasıl geleyim?"





*





22.33 "Bu afişi bugün okulda gördüm. Senle bir ilgisi var mı bunun?"

02.21 "Ne o? İskeçeli diye biri sergi mi açıyormuş?"

06.51 "Sensin değil mi?"

06.55 "Tanıdığın başka bir İskeçeli var mı?"

06..57 "Uyumuyor musun sen?"

06.59 "İki nisan saat 22.34'ten beri doğru düzgün uyuyamadığım doğrudur."

07.10 "Senin sergin yani..."

07.11 "İnsanlar öyle biliyor. Ama ben çektiğim fotoğrafları sana göstermek için sergi açıyorum. Senin sergin yani."

07.15 "Hep orada mı olacaksın açılınca?"

07.18 "Ben yokken gelmek gibi bir düşüncen mi var?"

07.20 "Bilmiyorum."

07.21 "Her zaman başında duramam. Ama açılışta olacağım. Senin için.

.

07.35 "Elin kalbinde duruyor olabilir... Yüzünü gözümün önüne getirmeye çalışıyorum. Hem oluyor hem olmuyor. Ama artık yazmak bana yetmiyor Bahar. Görmek istiyorum, duymak istiyorum, dokunmak istiyorum.

Bir gün daha başlıyor. Yataktan çıkıyorum. Dilimde günlerdir, haftalardır aynı şarkı. Günaydın sevgilim, günaydın sevgilim, günaydın sevgilim!"








*


23.05.2021


*








"Hatırlıyor musun beni, unuttuysan kendimi tanıtayım." Araladığı kapıdan sadece başını uzatan Bahar'dı bu. Tel tokalarla saçını iki yandan tutturmuştu ama tokaların esiri olmayanlar omuzlarından aşağı savruluyordu.

Kadın oturduğu masadan kalkıp kapıya doğru yöneldi. "Böyle güzel mavi saçlar unutulur mu hiç?" dedikten sonra "Artık koltuk değneği istemediğini düşünmeye başlamıştım," diye devam etti ve Bahar'ın elinde bir buket çiçekle içeri girişini izledi. Beyaz bir elbise giymişti. Açık renk sırt çantasının sağ yanına kot ceketini kıstırmış, beyaz spor ayakkabıları ve dans eder adımlarla her zaman oturduğu koltuğa yönelmişti. Oturmadan önce de elindeki uzun saplı papatya demetini kadına uzatarak "Bunlar senin için," dedi.

Kadın, kendisine uzatılan demeti alıp doğrudan koklayınca "Çok güzel kokuyorlar değil mi?" diye sordu Bahar. Çünkü kucağında onları taşımak, taşırken koklamak büyük bir keyifti.

"Çok," dedi kadın. "İnsan yazın geldiğini çiçeklerle anlıyor." Çipil çipil bakıyordu Bahar. Başını salladı. Kadın yaz demişti ama içindeki ses onu "bahar" diye düzeltti. Güldü, Ozan mıydı içindeki ses? Bir daha güldü.

"Senin yüzünde de çiçekler açıyor."

Eli yanağına uzandı kızın. Sonra indi, dizine dokundu, oradan da dizinin altına uzanıp elini bacağıyla koltuk arasına sıkıştırdı.

"Değişik zamanlar," dedi kadına bakarak. "Ales geçti, Yds geçti. Bu hafta son sınavlarım var. Gerçekten bitiyor."

"Yüzün gülüyor. Sınavlarla ilgili bir sorun olduğunu düşünmüyorum."

"Ales'i bilmiyorum, açıklanmadı daha. Ama Yds'de bir yanlışım, bir de boşum var. Dün çok ağladım. Boş için zaten canım sıkkındı, bir de hata çıkınca sinirim bozuldu. Yabancı dil iddialı olduğum bir alan değil ama yine de... Ha bana kalırsa o soru yanlıştı. Ama kime anlatayım derdimi..."

Bir kaşını havaya kaldırdı kadın. "Bazen yanlışı kabullenmek zordur. Ama kabullenince hafifler insan."

Bahar ise sırıttı. "Kişisel hayatım için yanlışları kabullenmek zor gelmiyor. Ama dersler söz konusu olunca işler biraz değişiyor. Geçen mesela Lale'nin ödevine yardım etmiştim ya. Hocası bazı formüller hatalı demiş. Yani kendi dersim ya da alanım değil ama öyle dedi diye nasıl sinirlendim. Gidip nesi hatalı dememek için zor tutuyorum kendimi."

Leman hanım güldü. Ağzını açmıştı ki Bahar devam etti. "Son fikri ürkütüyor beni."

"Bir diziyi bitirmek gibi. Finali izlemek istemiyorum. Ya da izleyeyim ama bitmesin. Aslında bitmeyecek ama. Yani ben yüksek lisans öğrencisi olarak da o kütüphaneye gideceğimi biliyorum ama gel gör ki bu hafta hep gözlerim dolu dolu oturdum masada. Genetik gününden sonra çok ağladım. Aynı apartta kalmaya devam edeceğim. Ya da öğrenci sıfatından arınıyor değilim. Üstelik ballı kaymak gibi geçmedi öğrenciliğim. Buna rağmen bitecek diye ağlar mı bir insan?"

"Bitecek diye ağladığını düşünmüyorum," dedi kadın. "Hayatında bir şeyler değişecek. Ve değişim, merak ve heyecanın yanında korku da uyandırır. Bu her insanın yaşadığı bir süreçtir. Normaldir. Bazen bu korkular büyür, büyür, büyür ve gelecek güzel şeyleri bile gölgesinde bırakır. Baş etmemiz gereken budur. Yoksa değişim engel olabileceğimiz bir şey değil."

"Peki ya güzel şeyler gelmezse? Bok gibiyse gelenler?"

"O zaman başka bir değişim başlar. Her kararın, yeni bir süreç demek."

"Karar" kelimesiyle durdu Bahar. Gözleri yeniden odanın başka başka yerlerinde gezmeye başladı. "Eskiden de karar vermek bu kadar zor muydu diye düşünüyorum. Tamam, hayatım boyunca büyük büyük kararlar almış biri değildim ama hep mi böyle tereddüt ederdim, adım atmak hep mi zor gelirdi?"

"Hangi adımı atmaktan bahsediyorsun?" dedi kadın. O soruyla durdu Bahar. Cevap veremedi, göz göze geldiler.

"Okulun biteceği muhakkak. Ve sen pek çok yaşıtın geleceğe dair haklı kaygılar yaşarken yolunu çizmiş durumdasın. Yüksek lisans, başvuracağın yerler. Muhtemelen işe başladığın takdirde ve olası memnuniyetsizliğinde derhal iş değişikliği yapacaksın. Aynı zamanda profesör unvanını alana dek akademik yolculuğun devam edecek. Geçmişe dönüp baktığımda, istemeden yaşadığın bir evlilik var. Ancak bu evlilik sürerken ve görünürde bir sorun yokken evliliği bitirme adımını sen atmışsın. Üstelik bu, daha konforlu bir hayattan daha zor şartlara geçmek demekmiş. Yine de kararı sen vermişsin. Bundan dolayı pişman da değilsin. Bunlar attığın ve atacağın adımların bir kısmı. Sen bu kararları almayı başarmış birisin. Şimdi, bugün," Burada durdu kadın.

"Hangi adımı atmak sana zor geliyor?"

Sağ eli saçlarına uzandı kızın. Ozan'dan bahsedip bahsetmemekte tereddüt yaşıyordu. Boynundaki bir damarın üzerine bastırdı eliyle. Sonra derin bir nefes aldı. Leman ablanın bahsettiği günleri andı. Buradan devam etti konuşmaya.

"Oktay'a boşanalım dediğim sabah, ölmekten çok korkmuştum," dedi. "Yaşadığım ve yaşamakta olduğum hayat çok saçmaydı. Çok boştu. Ölürsem, çok, çok yazık olacaktı." Durup yanaklarını şişirdi. "Anlatamadım..." dedi rahatsız olduğunu belli ederek.

"Anlatamıyorum da. Yani sorun ölmek değildi Leman abla. Sorun mutsuz bir şekilde, öyle ölmekti. Öldükten sonra ne anladın bu dünyadan diye sorsalar bir cevap verememekti. Bahçede çiçek peşinde koşan bir kelebek görmüştüm. Bir kedi vardı peşinde. Kelebek aptaldı, bir kedinin pençesinde geberip gidecekti ve bir türlü kanatlarını kullanmıyordu, uçmuyordu. Delirmiştim sinirden. Kanatların var ama uçmuyorsun bu ne salaklık, ne aptallık, ne gerzeklik! Ölmek fikri rahatsız edici değildi, öyle ölmek fikriyse delirtiyordu."

"Öyle ölmek dediğin şeyden bahseder misin biraz?"

Bahar bahsedecekti de, nasıl bahsedeceğini bilmeyince durup durup dudaklarını yaladı. "Yani..." dedi, pencereye baktı. Çoktan yeşermiş bir ağacın dalları görünüyordu oturduğu yerden. Nişantaşı'nın gürültüsü doluyordu kulağına.

"Nispeten hayatımda bir şeylerin yoluna girdiği bir zamandı. Yani hastane kokusundan kurtulmuştum, annem iyiydi, üçüncü sınıf bitmişti, Amerika'daydık. Sevişmek için doktor aramaktan da vazgeçmiştim. Biraz sabır, biraz yasaklı hayaller, biraz suskunlukla atlatıyordum o anları. Bir sorunum yoktu. Yani herhangi bir insana sorsan cillop gibi hayat bile diyebilirdi. Oktay ne istesem yapıyordu. Çok bir şey istediğimden değil ama işte her sabah başka bir plaja gidip akşama kadar bir şekilde oyalanıyorduk. Gün boyu yiyip içiyorduk. Abur cubura düşkündüm, Oktay da hep bir şeyler yedirirdi bana. Oynamadığımız herhangi bir kart oyunu yoktu. Kahvehanede büyümüş bir çocuk kadar aşinaydım elli ikilik oyunlarına. Hatta Oktay'ı çok pis yendiğim bile oluyordu. Giderken o kullanıyordu, akşam ben daha ayık oluyordum, ben kullanıyordum arabayı. Jet ski bile kullanmıştım o yaz. Hep Los Angeles'ta da durmuyorduk. Kafamıza esti diye Miami'ye ya da New York'a gittiğimiz de olmuştu.

Hep dip dibeydik. Hatta gün içinde gecekinden daha yakındık. Uyurken aramızda bir mesafe oluyordu, gün içinde kıç kıça.

Gittiğimiz yerlerde parmakla gösterilen genç karı kocaydık. Cezaevinde oynadığımız oyun vardı ya hani. Oktay kazanmıştı hani. İşte benden istediği şeydi o yüzüğü takmam. Refik'in kiraladığı yüzükleri tak çıkar yapmaktan parmağın aşındı, bunu çıkarmak zorunda değilsin diyerek takmıştı. Parmağım kadardı taşı, başka türlüsü de Oktay'dan beklenecek şey değildi zaten. Sevgisini görmüş ve kabullenmiştim. Başkasına bakmıyor, başkasıyla ilgilenmiyordu. Yoksa gittiğimiz yerlerde ne kızlar vardı Leman abla... Ben bile ne biçim bakıyordum bazı kızlara da Oktay bakmıyordu. Ya da çaktırmadan bakmak konusunda çok iyiydi, bilemiyorum.

Bir kere ona her yere beraber gidiyoruz ama yapmak istediğin başka şeyler varsa ya da takılmak istediğin insanlar, ben evde kalabilirim demiştim. Yapmak istediğim bir şey olsa zaten yaparım demişti.

Düz, dümdüz bir çizgide yürüyordum. Bir tek sabahlar beni incitirdi. Uyanırdım, yanımda yakışıklı bir adam olurdu. Yüzüne bakardım, sonra tavana... Yeni bir güne başlayacak bir şey, bir heves arardım. Bir umut, bir arzu, bir şey işte. Bulamazdım, üzülürdüm. Sonra o kelebek...





*

TEMMUZ 2020, ABD - Kaliforniya, Los Angeles

*





"Gözlerini aç," dedi bir ses. Bahar komutu yanlış anlamış olacaktı ki bacaklarını biraz daha yukarı kaldırdı. Kollarını olabildiğince yastığın altına sokuşturup çarşafın serinliğiyle mutlu oldu. Sonra tekrar etti adamın sesi. "Aç gözlerini."

Gözlerini açtı Bahar. Oktay'ın terlemiş yüzüyle karşılaştı. Bu ona havanın sıcaklığını hatırlatınca susuzlukla yutkundu. Oktay'ın saçları toplu olduğu halde saç diplerinden alnına doğru akan ter damlalarını gördü. Klima da çalışıyordu oysa. Derin bir nefes almak isterken adamın göğsüne dayanmış bedeni nefes almasına engel oldu. "Kafan nerede?" dedi bu kez adam. Bahar bu soruyu da duyup anlamlandırmakta zorlandı. "Sıcak," dedi sonra. Farkında olmadan yeniden gözlerini örttü. Klimanın kumandasına dokunmuş olsa gerekti adam. İki ince "dit" sesinden sonra teni serin bir rüzgarla ürperdi.

Aynı anda kasıklarında terle karışmış bir ıslaklık duyuyordu. Oktay'ın mankeni andıran bedeni gittikçe daha da hızlanarak çarpıyordu derinlerinde bir yere. Acı fevkalade değildi, katlanılası bir tondaydı ve bu bir şükür sebebiydi. Yine de henüz sabah olmuşken, gözünü açar açmaz nereden gelmişti bu sevişme istenci adama? Gece olsa içkiden derdi. Hatta bir iki kadehle ona eşlik etse daha güler yüzlü bile olabilirdi. Yaptığının çok farkında olmazdı ya da engel olunamaz bir gülme arzusuyla katılırdı adama. Ama daha sabahtı, çok sabah. Sahi ayın kaçıydı bugün? Onu mu? Panikledi. Oğulcan'ın sınav sonuçları açıklanacaktı. Ha, ağustostaydı o. Temmuzdaydılar daha. Ajandasını yoklaması lazımdı.

Henüz tam manasıyla bronzlaşamamıştı. Terlemek bu yüzden de rahatsız ediyor olabilirdi. Çünkü kaba etlerinin bazı yerleri koyu bir kırmızıydı, terin tuzuyla daha da yanıyordu. Belki de Oktay'ın bahsettiği diğer bronzlaştırıcı kremi kullanmalıydı. Havuçlu olanı. İyisi mi bugün plaja giderken onu sürsündü. Kahvaltıdan hemen sonra çıkarlar mıydı? Kahvaltı demişken canı nasıl kivi çekti... En ekşisinden soğuk bir kivi suyuna hayır demezdi. Bugün hangi sahile giderlerdi? Marina Del Rey'e gitmek istemiyordu. Orada çoğunlukla Oktay'ın arkadaşlarına tesadüf ediyorlardı, tamam sahili güzeldi ama üçüncü dördüncü kişilerin sohbetlerini çekesi yoktu. Annesini aramalıydı bir de. Ama saati kontrol ederek yapmalıydı bunu. Ara sıra karışıyordu kafası, olur olmaz saatlerde arıyordu kadını. Türkiye'ye dönünce bir de Şavşat'a gitse iyi olurdu. İyiyim diyordu annesi ama bu kez gözle görmeden inanmamalıydı. Dönüşlerine ne kadar kalmıştı?

Bu sırada Oktay'ın her biri öncekinden daha sert olan darbeleriyle gözleri açıldı. Yastığın altındaki ellerini birbirine kenetledi, son vuruşla canı acımıştı, ondandı bu kasılma. Bitecekti şimdi, boşalacaktı Oktay. Motor gürültüsünü andıran ses bunun içindi.

Son darbeyle adamın bedeni kasıldı, yüzünde o kışkırtıcı ifade belirdi. Bahar ise ince bir sızıyla bacaklarını toplarken yutkunarak bir kez daha gözlerini örttü. Oktay'ın sakinleşmesini hareket etmeden bekledi. Adam ayağa kalkınca toparlanıp duşa girme düşüncesindeydi. Ama gözleri adamın ağzından çıkanlarla açıldı; "Taşı siksem senden daha fazla tepki verir."

Ayağa kalkmıştı adam. Kullandığı prezervatifi çıkarırken Bahar'ın yüzüne bakarak kurmuştu cümlesini. Her zamankinin aksine rahatlamış değil öfkelenmiş haldeydi. Bahar'a öncelik tanımadan duşa doğru yürüdü. Kapıyı gürültüyle çarptı ve Bahar o kapıya doğru bakarak ağır ağır doğruldu. Bir süre bağdaş kurarak oturdu yatakta. Su sesini dinledi. Sonra sağa sola bakınıp üzerine giyebileceği bir şeyler aradı. Sabahlığına uzanmak zor gelince Oktay'ın atletini üzerine giyip odadan çıktı. Avare adımlarla yürüdü boş evde. Boyunca olan salon penceresi -ya da buna kapı demeliydi- açık kalmıştı. İçeri dolan usul rüzgâr perdeyi havalandırıyordu. Verandaya bu pencereden çıkıp az evvel terleyen kendisi değilmiş gibi titreyerek verandanın en alt basamağına oturdu. Bedenindeki tüyler ağır ağır ayaklanırken elleriyle dizlerini okşadı. Ürperti bütün bedenine yayıldı.

Sabah sessizliği içindeki sesleri dinlemeye başladı. Caddeden tek tük araç geçiyordu. Korna sesi pek nadir duyduğu bir şeydi. Ağaç hışırtıları vardı. Bir de sabah kuşları. Beş basamaklı merdiven tırabzanına başını yasladı. Kısa bir süre gözlerini örtüp huzurlu bir uykuya yatmak istese de bu mümkün değildi. Birkaç gün önce biçilmiş çimlere dikti gözünü. Bahçe kapısından siyah bir kedinin salınarak içeri girdiğini gördüğünde ona seslenmedi, yanına çağırmadı. Buna karşın parlak tüyleri olan kedi dörtnala bacaklarının arasına koştu. Miyavlamadı ama bedenini bileklerine sürüyüp oracığa devrildi. Bahar'ın gözleri onun üzerinde durdu. Elleri taşlaşmıştı sanki, sevilmek isteyen hayvana parmağını bile uzatamadı.

İçinde, çok derinlerde bir ses duydu. "Kayboldum," diyordu durmaksızın. "Ben kayboldum. Yolumu bulamıyorum. Ne yöne gideceğimi bilmiyorum, kayboldum."

Siyah kedi, sırtüstü yatarken aniden doğruldu. Tırabzana sürtünüp ön patilerinin üzerine eğildi. Gözlerini bir yere sabitleyip az evvelki sevimli halinden sıyrıldı. Bahar bir yaprak kadar bile kıpırdamadan onun baktığı yönü ya da şeyi aradı. Ancak o zaman bahçeyi çevreleyen ama adını bilmediği mor çiçeklerden birine konmuş mavi kelebeği gördü. Başka zaman olsa dikkatini çekmezdi de şimdi, bu sabah, bir kedinin namlusunda duran kelebek dikkatini çekmişti işte.

Genç bir kız gibi güzeldi. Gözlerine sürme çekmiş gibi kanatları siyahlıklarla çevrelenmişti ve en mühimi gökyüzünden hatta denizlerden bile maviydi. Tek bir mavi değil, birbirinin içine girip karışmış birkaç mavi kadar güzeldi. Mavi kulaklı sığırcık kuşları geldi aklına. İşte öyle güzeldi. Mor bir çiçeğin kokusuyla eğlenir gibiydi. Uçuyor ama yükselmiyor; sonra aniden mor çiçeğin orta yerinde güneşi andırırcasına duran sarı öbeğe konup dinleniyor kanatlarını camdanmış gibi parlatıp bütün gözleri üstüne çektikten sonra dansına başlıyordu.

Seyri ne güzeldi ve siyah kedi ne çok bilenmişti bu büyüleyen dansla... Başka zaman olsa umurunda olur muydu bilemedi Bahar. Ama kedi kelebeğe atılınca "Hayır!" diye bir ses döküldü dudaklarından. Kedinin ardından kalktı. Oysa kedi kelebeği yakalayabilmiş değildi. Kelebek havalanıp başka bir dalın mor çiçeğine uçmuştu, kedi de onun arkasından. Ve Bahar, Bahar da onların arkasındaydı. Nasıl da yalvarıyordu kediye kelebeği bıraksın diye... "Allah aşkına git!" diyordu. "N'olursun bırak uçsun, git buradan. Allah'ını seversen git." Sonra kelebeğe dönüyordu gözleri. "Uçsana aptal!" diyordu. "Uçsana, öleceksin görmüyor musun, def ol git buradan. Kaç gün senin ömrün, kanatların da var işte. Gitsene be gitsene, uçsana, git işte, git!"

Kedi bir yana, Bahar bir yana, kelebek bir yana koştu. Bahçenin orta yerinde deli saçması bir koşturmacayı Bahar'ın az evvel geçtiği pencereden seyreden adam sonunda "Bahar," dedi. "N'apıyorsun?"

Uçmuyordu kelebek, vazgeçmiyordu kedi. Bir ona bir diğerine yalvara yalvara helak oldu Bahar. Oktay'ın sesini duyduğunda ise annesine yakaran bir çocuk gibi arkasına döndü. "Baksana," dedi şikâyet eder gibi. "Küçücük kelebeği öldüreceğim diye ant içmiş. Kelebek de salak kaçmıyor. Git diyorum gitmiyor, kedi de vazgeçmiyor. Ölecek zavallı kelebek."

Anlamsızlık içinde merdivenlerden indi Oktay. Kedinin göğe sıçrayışları ve kelebeğin bunu zerrece umursamaması arasında gidip geldi gözleri. "İyi misin?" dedi kıza. Bahar mızmız seslerle bir kediye bir kelebeğe baktıktan sonra omuzları bir anda çöktü. Kalktığı basamağa oturdu. İçindeki ses duymasa bile Oktay'a cevap verdi. "Değilim. Kayboldum ben. Kayboldum. Yolumu bulamıyorum."

Bahar'ın basamağa oturup başını eğmesiyle bir sigara yaktı adam. Saçları ıslaktı, ayağı çıplak, üzerinde bir şort. Bahar'ın yanı başına oturdu. Başını ona doğru çevirdi. "İyi misin?" dedi bir daha. Bahar başını kaldırmadan bir sağa bir sola salladı. "Kayboldum," dedi sessizce. Sonra sustu. Uzun uzun sustu. Ardından başını kaldırıp kısacık bir an baktı Oktay'ın gözlerine. Bahçenin yeşilinden daha başka bir tondaydı gözleri. Yanakları ve burnu çoktan kızarmış, kızarıklıklar yerini kahverengiye bırakmaya başlamıştı. Güzeldi yüzü. Çok güzel ve...

"Boşansak ya artık," dedi. Kelimeler ağzından bir anda çıktı. Çıktığı anda da başını eğdi. Aklı kelebekteydi. Yok yere ölecekti, yok yere. Oysa uçsa, göğe koşsa... Kurtulurdu belki.

Oktay şaşırdı. Önüne dönüp çıplak ayaklarına bakakaldı. Dili bir yanağını şişirip öylece kaldı. Sonra "Nereden çıktı bu?" dedi. Gözü kızın parmağındaki yüzüğü seçti. Gösterişli, kocaman bir taş, Bahar'ın ince parmağını kuşatıyordu. Şaşırmıştı onu gördüğünde. Parmağına takarken ve sonraki saatler boyu sürmüştü o şaşkınlık. Burada takmıştı yüzüğü Bahar'ın parmağına.

Ağustostu, sıcaktı, gün batıyordu. Taksiden inip Bahar'la bu bahçede kucaklaşmıştı. Aylar sonra ona sarılmış, herhangi bir ritüel, kutlama, merasim ya da şova gerek duymaksızın çantasından çıkardığı yüzüğü burada kızın parmağına takmıştı. Sevişmişlerdi. Böylesi değildi, Bahar'ın ağlayıp durduğu, boyuna kendisine sarıldığı, yaşayan bir sevişmeydi bu. Böylesi değil.

Bahar cevap vermeden devam etti hatıraların üzerine. "Söylediğim şey içinse aldırma. Özür dilerim ben..."

"Sen haklıydın. Ne desen haklısın. Ama olmuyor. Bundan fazlasını beceremiyorum. Ne yapacağımı, ne yapmam gerektiğini, ne istediğimi bilmiyorum."

"Bilmiyorsun ama boşanmak istiyorsun, öyle mi?"

"Zaten öyle yapacaktık. Öyle konuşmuştuk. Çoktan olacak şeydi bu."

Sustular. Evet, öyle konuşmuşlardı. Ama üstünden çok zaman, çok şey geçmişti. Yine de... "Tamam," dedi adam. "Boşanalım. Boşanalım da bu neyi değiştirecek?"

Bu önemli bir soruydu. Bahar uzun uzun düşünmelere daldı, daldığı yerden çıkamadı. Neyi değiştirecekti? Ne değişecekti hayatında, ne olacaktı? Aptal kelebeğin çiçekten çiçeğe geçmesi, avcı kedinin oradan oraya koşturması... Boşanınca ne olacaktı?

"Evlilik dediğin şeyi ne kadar sikledik ki boşanmaya hayır diyeyim. Bir imzayla evlendik bir imzayla boşanırız. E tamam, sonra? Sonra n'olacak Bahar?"

Oktay dirseklerini dizlerine dayayıp kıza çevirdi yüzünü. Bahar bir şey desin diye bekledi. Bahar ise karnına sardığı kollarını daha da sıkarak omuzlarını kaldırdı. "Bilmiyorum," dedi sessizce. "Beni boş ver. Sen daha mutlu olacağın şeyler yaparsın. Önceden ne yapıyorsan."

"Önceden yaptıklarımı yapamıyor muyum şimdi?"

Bahar sessiz kaldı. Gözlerinin önünce ince beyaz bir tül perde vardı sanki. Her şeye onun ardından bakıyordu. Her şey olduğundan daha silik, her şey daha kirli, daha anlamsız ve... Oktay, Bahar'ı böyle görünce asfalt yolda son hızla giderken aniden frene basmış gibi sarsıldı. "Bak," dedi ne diyeceğini bile bilmeden. Bahar ona dönünce de dudağını ısırdı.

"Seni sevdiğimi biliyorsun," dedi. İlk kez ağzından apaçık çıkmıştı.

Uzun uzun burnunu çekti Bahar. Nefesini tutar gibiydi ama yine de ilk damlanın gözünden akıp gitmesine engel olamadı. Bunun yanında "biliyorum" der gibi salladı başını.

"Çok sevdiğimi biliyorsun." Çok eklemişti aynı cümlenin başına. Çok... Bunu söylerken ağlayacak değildi. Daha doğrusu saklanmakta Bahar'dan daha iyiydi. Islak saçlarını geri yatırır gibi elleri başına uzandı. Gözleri uzaklara baktı. "Çok," dedi yeniden ve Bahar bir daha, bu kez daha şiddetli olarak başını salladı. İki gözünden de peşi sıra akan damlalar vardı. "Ben de," diyebildi titreyen harflerle. "Ben de seni seviyorum."

Oktay başını Bahar gibi salladı. "Biliyorum," dedi önce. Sonra "Ama öyle değil," dedi. Dişlerini sıkıp "Onun gibi değil," diye devam etti.

Bu kez gerçekten soluğu tıkandı Bahar'ın. Küçükken dedesinden yediği en şiddetli dayakların ardından böyle tıkanırdı nefesi. Hıçkırmak ister ama onu bile yapamazdı. Öyle oldu. Soluksuz kaldı, öksürmek isteyip onu bile yapamadı. Sevmek, sevilmek ve "o" onca zaman sonra ilk kez yan yana geliyordu.

Bahar öylesine tıkanınca Oktay sazı eline aldı. "Aptal değilim," dedi önce. "Neyin ne olduğunu bilmeyecek, anlamayacak kadar aptal değilim. Senin kadar küçük de değilim. Hayat görgüm, bilgim seninkinden fazla. Seviyorsun Ozan'ı. Aşk mı ne boksa öyle sevmişsin ama karşılığı olmamış. Bu saatten sonra olacağı hiç yok. Boşanınca da olur diye heves etme."

Oktay konuşurken sağ eliyle kaba etini sıktı kız. Bütün gücüyle, gözündeki yaş acıyla büyüyüp geri kalan her şeyi görünmez kılana dek; hissettiği ağrı diğer bütün hislerini gölgesinde bırakana dek sıktı. Fiziksel bir acıyla böğüre böğüre ağlamak istediğinde gevşetti parmaklarını. Önünü göremezken "Öyle bir şey düşünmedim," dedi. "Anlatma bunları, biliyorum. Ben sadece..." Bir nefes boşluk verince araya girdi Oktay.

"Sen sadece ne?" dedi.

"Bir kere olsun aradı mı seni? Bir kere bile haber gönderdi mi? Okuluna gelip ne yapıyorsun ne ediyorsun dedi mi? Bin türlü badire atlattın hanginde yanında durdu? Bugün seni aramasını beklemiyorum, yerinde yeller esiyor zaten eminim. Ama dün neredeydi? Ben seni itip kakarken neredeydi?"

Ellerini bacaklarından çekip kulaklarına götürdü Bahar. "Yeter tamam!" dedi. Boğulur gibi çıktı sesi. "Yok, yoktu, olmayacak biliyorum."

Kısa bir an çimlere uzanmış kediye baktı Oktay. Sonra daha sakin bir sesle devam etti. "Sen sokak köpekleri gibi bahçede sürünürken Ozan yaralarını kimlerin kollarında sarıyordu biliyor musun?"

Gözleri Oktay'ınkilere dokunup yalvarmaya başladı. Susmasından öte hiçbir şey istemiyordu. Ozan hayal bile edilmeyecek kadar uzakta, umut edilmeyecek kadar imkânsız ve adı geçince iyileşmeyecek bir yaraydı. Oktay'ı durduran da Bahar'ın yüzünde gördüğü o acınası ifadeydi zaten. Kuracağı cümle ağzına tıkandı. Bahar'ı öyle görünce, bir hamlede onun önüne geçip kollarını kıza doladı. Bahar'ın sevdiği gibi, hep istediği gibi sarıldı ona.

"Ben hep yanında olacağım," dedi. "Boşansak da boşanmasak da, beni sevsen de sevmesen de ölene kadar hep yanında olacağım."

O zaman kelimelerden ve onlarla kurulacak anlamlı bütün cümlelerden çok uzak bir yerde kendini bıraktı Bahar. Gözyaşları dizili boncuklardan bir gerdan gibi Oktay'ın omuzunu ıslattı. Bulduğu bütün eğimlerde gölcük oldu; elleri adamın bedenine annesine tutunur gibi tutundu. Kim bilir neyden sonra "Kayboldum," dedi adama. "Ben kayboldum, yolu bulamıyorum. Kimsenin hiçbir şeyi değilim. Kimseye mutluluk vermiyorum. Seni de kendi mutsuzluğuma çekiyorum." Kolları daha sıkı sardı adamı. "Bırak beni," dedi aynı zamanda. "Ben aptalım. Aptalın tekiyim; bu aptallıkla ölüp gideceğim. Bırak beni..."

Elleri kızın sırtındaydı. Kemikleri öyle inceydi ki, biraz daha sıkı sarılacak olsa kırılıverecekti. "Sen benim en kıymetli şeyimsin," dedi. "İki dünya bir araya gelse, seni yine bırakmam."

"Ck," dedi o zaman Bahar. "Ck." Derin derin nefesler almaya çalıştı. Adamın göğsünü kendi bedeninden itip "Boşanacağız," dedi. "Boşanacağız yoksa ben kendimi öldüreceğim. Herkes kurtulacak benden, herkes!"





*








"Öyle ölmek istemedim Leman abla. Öyle değil. Evli değil. Taştan bile daha soğuk, daha donuk, daha hissiz değil."

"Kocaman bir adım atmışsın. Kocaman."

Önce aşağı ve yukarı sallandı başı. Sonra ise iki yana. "Aslında öyle hemen atamadım o adımı. Son sevişmemizdi o. Bir hafta daha kaldık Amerika'da. Daha doğrusu üç hafta sonra dönmemiz gerekirdi ama Eray'ın durumu ağırlaşınca apar topar döndük. Sonrası hastaneli günlerdi hep. Aslında Eray ölmüştü. İlk kez Oktay'a hak vermiştim. Zorla yaşatıyorlardı onu. Zorla attırıyorlardı kalbini, zorla tutuyorlardı yatakta. Refik beyle Bircan hanım eve bile dönmüyordu. Hastanenin karşısındaki otelin süitinde kalıyorlardı. Oktay'la evde yalnızdık. Ama ben Amerika'dan dönünce eski odama yerleşmiştim. Boşanmak için uygun bir zaman kolluyordum. Yani bunu Oktay'a hatırlatmak için. Hatırlattığım günün ertesinde adliyedeydik. Galiba boşanmamız evlenmemizden daha kısa sürdü Leman abla. Bir imza, bir evet, bir hakim, bir memur; tıpkı evlenir gibi.

Avukat vardı bir tane, Oktay'ın arkadaşıymış. Adliyeye gittiğimizde bana bilgi verdi. Sonra Oktay sigara içmeye çıkıyorum dedi, bizi yalnız bıraktı. Orada bana aylık on bin lira nafaka verileceğini öğrendim... Ağlamamak için kendi etimi çimdiklediğimi hatırlıyorum. Satılıkmışım gibi, üzerime bir etiket yapıştırılmış gibi hissetmiştim. Her ay para hesabıma geliyor, ben de iade ediyorum.

Oktay'ın ne kadar zeki bir insan olduğunu sana söylemiş miydim hiç? Zekidir. Domuz gibi kafası. Ama bir yanı da aptal. Doğru sonuca yanlış yollarla varmayı huy edinmiş. Boşandık, eve döndük, ayrı odalara girdik. Eee sonra dedim kendime. Bir yurt bulmam lazımdı. Arayışa girdim. Oktay da bana yardım etti. Yurtları apartları falan geziyorduk. Dalga geçiyordu benimle. Ona kalsa bir daire tutacaktık. Canı sıkılan orada yaşayacaktı. Böylece bir yerden, bir noktadan birbirimize hep bağlı olacaktık. Kabul etmedim. Sonra Eray öldü. Öğle vakti geldi haberi. Biz şimdi kaldığım aparta bakmaya gitmiştik. Telefonu çaldı Oktay'ın. Kısacık konuştu, yanıma geldi. Gülümsedi. Eray ölmüş dedi."

Burada gözlerinin yaşarmasına engel olamadı Bahar. Sonra iki işaret parmağıyla iki gözünün kıyısını sildi. "Birkaç gün beraber uyuduk Oktay'la. Çünkü gündüzleri çok neşeli görünmek için bütün enerjisini harcıyor, gece de çocuk gibi ağlıyordu. Küfrederek, yastıkları yumruklayarak ağlıyordu. Sonra gülmeye başlıyor, sabaha karşı havuza atlıyordu. Uyuşturucu kullandığını en net hissettiğim zamandı. Talep etmediğim halde bana sarılması, beni bırakmak istememesi, hep o zamanın eseri. İnsanın denizde yüzmekten yorulunca sarıldığı duba gibi..."

Elleri bu kez saçlarına uzandı. İki yandan iki tutam tutup "Saçlarımı o günlerden birinde boyadım," dedi. "Dedemin hasta olması ve ölmesi arasındaki zamanın kısalığı Allah'a en büyük isyanımdır. Bıkmadan, usanmadan tekrar ederim. Ölümüne gitmedim ama şimdi pişmanım Leman abla. Keşke gidip suratına bir kere tükürebilseydim. Keşke o kısacık acılı zamanını gözümle görüp karşısında bir keyif kahvesi içebilseydim.

Gücünün yetmediği bir kudret tarafından lütfedilen acıyı çektiğine, canının yandığına ve elinden bir şey gelmemesine şahit olsaydım. Ağlamış mıdır hiç diye düşünüyorum. Çünkü o döverken ben çok ağlardım, çok. Yani küçükken. Az büyüyünce ağlamanın bir şey ifade etmediğini anlamıştım. Ama onu ağlarken görmek için neler neler vermezdim. Ölmek için yalvarsaydı keşke. Keşke. Ama öylece ölmüş, sessiz sedasız. Keşke bir kere görseydi şu saçlarımı... Bacağımı açıp dövmemi gösterebilseydim. Yoktu o zaman ama ona işkence etmek için bütün bedenimi boyatabilirdim, hiç sorun olmazdı. O kadar az acı çekmiş olması beni hep üzecek. İlahi adalete en çok bu yüzden inanmak istiyorum. En çok...

Artvin'e yalnız gitmiştim. Cenazeyi yeni kaldırdık diye Refik beyin gözü bir şey görmüyordu, Oktay'a sen gelme dedim. Trabzon'dan sonrası için bana araç ayarlamıştı. Yanımda yoktu ama varlığını hissettiriyordu. Bugün de öyle. Görüşmüyoruz yani sık sık görüşmüyoruz ama attığım her adımı bilir. Arkamda gizli bir el gibi. Ondan yardım isteyeceğim anı bekler. Kapısını çalsam dünya mutlusu olur, biliyorum. Bu benim için kolay olan. Sorunsuz olan. Düz çizgi, dümdüz çizgi. Ama... Olmuyor.

Artvin'den yine Acarkent'e döndüm

Refik beye boşandığımızı nasıl söyleyeceğimizi kestiremiyordum çünkü Eray'ın acısı tazeydi, gözleri başka bir şey görmüyordu. O yüzden taşınmam ve altımdaki arabayı bırakmam öyle hemen olmadı. Adım atmak diyorsun ya. İşte bu kısmı zorluyordu beni. Yalnız yaşama fikri korkutucuydu. Ve Oktay'a kalsa, boşanmak hiç dert değildi ama benden ayrılmak, fiziken uzaklaşmak istemiyordu.

Bunu yine kendi yöntemleriyle dile getirdi. Her zaman olduğu gibi. Böylece amacının tam tersini elde etti ve ben evden bir saat içinde ayrıldım. Bir pazartesi günüydü, tek başıma dışarıda oyalandığım günlerden biri. Arabaylaydım, hava kararınca eve dönmüştüm..."








*


AĞUSTOS SONU 2020, İstanbul


*








"Belki kavuşamam sana, ölüm de gelir;

Bulutlara yazdım seni yağmur yüreklim..."

Bahar sinyal verip sağa döndüğünde radyoda çalan şarkıydı bu. Arabanın camlarını kapatıp kendisini müziğe bıraktığı dönüş yolunda sıkışık trafiği katlanılabilir kılan da radyoydu. Ama ara sıra çalan şarkılar ısırgan otur gibi etini dağlıyordu. Acısı da kaşıntısı da öyle şarkı bitti mi bitmek bilmiyordu. Bir de ölümün etrafında fazla geziyorlardı bu ara. Zamanı gelmeden ölümle haşır neşir olmak da insanın ruhuna iyi gelmiyordu. Gözde yaş, kalpte kurum biriktiriyordu.

Akşam karanlığı çökmüştü. Oysa saat henüz dokuzu geçmişti. Bu demekti ki yaz bitiyordu, bulutsuz gökyüzünde görünen dolunayı seyretmek içten içe hüzün veriyordu insana. Yine de Bahar, yolculuğu ayla beraber yapmış, onu kendisine yol arkadaşı edinmiş gibi bir şeyler anlatıp duruyordu.

"Beşiktaş'taki apart iyiydi," diyordu ona. Mutfak ve banyo içerde. Büyük değil ama büyük olsa ne olacak. Yürüyerek okula gidip gelmek de dert değil. En fazla otuz, otuz beş dakika sürer yürümek. Bim'in üzerindeki apart da kötü değildi aslında. Hem balkonu da var... Hayır hayır, balkon olmasın. Abanırsın sigaraya, balkonda yatıp kalkar içeri girmezsin. Sigarayı bırakacaksın, söz verdin bana. Zaten balkonsuz apart daha ucuz. Herhangi bir şeyin pahalısını isteme hakkın yok, tamam mı?"

Koruluk yolundan geçip sitenin güvenlik kapısına geldiğinde otomatik bariyerin açılmasını beklerken güvenliğe selam verir gibi elini kaldırdı. Bir türlü açılmadı kapı. Şaşırdı. Sonra bariyer kalktı ama güvenlik kulübesindeki genç erkek yoluna çıktı. "Bahar hanım," dedi bütün dişlerini göstererek. Eli kolu savruluyordu, anlamadı Bahar. Camı açtı. Daha konuşmadan adam girdi araya.

"Bariyerde sıkıntı var da, bir dakika bekletsem sizi..."

Duyulmayacak bir sesle "Olur," dedi Bahar. Beklemeye başladı. Güvenlikteki adamın küçük kulübesinde telefonla birilerini aradığını gördü. Birkaç dakika sonra bariyer hiçbir şey olmamış gibi kalktı. "Buyurun," dedi adam. Telaşlıydı sesi. Bahar yine anlamadı sorunu. Villaya uzanan dar yola girdi. Garaj kapısı açılırken Oktay'ın arabasının da park halinde olduğunu gördü. Evdeydi demek. Eray'ın üzerindeki mülklerin devri için şirkette avukatla toplantı yapacaklarını söylemişti. Geç gelirim belki demişti. İşi erken bitmişti demek.

Arabayı durdurdu. El frenini çekip vitesi park konumuna getirdi. Anahtarı çıkardı ve her şeyin normal olup olmadığını kontrol etti. Öyle indi arabadan. Havuz başına geldiğinde arabanın sıcağına alışan bedeni ürperdi. Bir sigara içip öyle içeri girecekken, önce çay demlemek istedi. Mutfaktan bahçeye açılan kapıyı itti, kilitli değildi, içeri girdi. Doğrudan çaycıya yürürken bir ses duydu. Anlamlandırmak için kulak kabarttı. "Oktay?" dedi bir yandan.

Çaycıyı unutup salona doğru yürüdü. Salon boştu ve üst kattan gelen sesler salonun büyüklüğünde yankılanıyordu. İşittiklerini kavrayan Bahar, başını yukarı kaldırıp üst kat tırabzanına bakakaldı. Bir kadın vardı yukarıda. Teni, Oktay'ın bedeninin altında olan, terlemiş ve ince sesli bir kadın. Acaba canı yanıyor muydu? Ondan mı bu kadar çok bağırıyordu? Hayır, ne vardı ki bağıracak? Ne vardı bu kadar inleyecek? Ne vardı beş on dakikalık işi böyle bir seremoni haline getirecek?

Başı üst kata çevrili halde, öylece ayakta duruyordu. Oturmak fikri geldi aklına. Biterdi herhalde az sonra bu şey... Bitince de kız giderdi herhalde. Gider miydi? Bir ihtimal gitmezdi, sabahlarlardı. Ama mutlaka karın doyurmak için ya da başka bir sebeple aşağı inerlerdi. Zira saat geç bile değildi. O zaman ayakaltında olmaması gerekti. Belki de çıkıp gitmesi gereken kendisiydi. İyi ama daha taşınmamıştı ki. Oktay...

"Neden buradalar ki?" diye düşündü. Sesler yükselirken Oktay'ın kendisine öfkelendiğini hissetti. Onun için -her kimse- hırpalıyordu işte kızı. Hoş, Oktay'ın tabiriyle zevkten ölüyor olmalıydı kız. Belki doğruydu ama bunda bu denli zevk alınacak bir şeyi hiç görmediğinden, bilmediğinden anlam da katamıyordu. Belki de hissedemediği bu şeyleri göstermeye çalışıyordu Oktay ona. Ah! Bu ihtimalin acınası yanıyla dertlendi.

İki taraf için de acınasıydı. Kendi haline yandığı kadar Oktay'a ve hatta şu sesini zapt edemeyip boğsamış inekler gibi bağıran kıza da yazıktı. Ancak bunu fark ettiğinde salonun orta yerinde durup iki insanın çiftleşmesini dinlediğini fark etti ve... Tamam, ayak altından çekilmeliydi. Ne yapmalıydı o zaman?

Çantasını koltuğa bıraktı. Sigara paketiyle çakmağını alıp bahçeye çıktı. Havuz başına serpilmiş şezlonglardan birine oturdu. Sigara yaktı. Suya baktı. Seneler önce de böyle pineklerdi havuz başında.

"Dünyada yer edinememek, yer bulamamak zor şey Bahar," dedi kendisine. "Nereye gidersen git, ne yaparsan yap, kiminle olursan ol; seninle gelen bir şey var. Tüyü bitmemiş fikirlerin ve tartıyı kıpırdatmayan hislerin... Ne önemi var ki? Kimin umurunda ki?"

Çıkıp gitseydi şimdiye dek bu evden, bugün şu havuza baka baka kendini lanetlemezdi. Neyi bekliyordu ki... Kendi sorduğuna cevap verdi; Refik beyler dedi. Sonra küfretti. Üç gün sonra bilmeyecek mi Refik beyler. Sikeyim hepsinin sülalesini. Daha ne yapacaklar sana, neyin korkusu bu?

Ama onu bu duruma sokan bir de Oktay vardı... Tamam, hakkıydı birileriyle beraber olmak. Zaten buna diyeceği tek satır bir şey yoktu da... Neden bu ev diyordu. Bin tane seçenek varken neden bu ev. Tamam, ev de onundu, dilediğini yapardı. Ama... Ama...

Başını kaldırdığında, Oktay'ı üst katın balkonunda yarı çıplak halde gördü. Tek başınaydı. Göz göze geldiler. Ellerini kucağında birleştirdi Bahar. Çekmedi gözlerini. Öylece baktı adama. O da sigara içiyordu. Bir anda gülmeye başladı Bahar. Öyle kötü, öyle çirkin, öyle acınası ve aynı zamanda gülünç bir tabloydular ki... Başını önüne eğip bir elini alnına bastıra bastıra güldü. Sigaranın külü kucağına döküldü. Sümükleri aktı gülmekten. Gülerken sümüklenir miydi ki insan? Hayır, ağlamak da işin içine karışmıştı. "İnsan türlüsü" dedi bu haline. Her şeyden bir parça...

Toparlanmaya çalışırken bahçeye adım attı Oktay. Zahmet edip altına bir şort geçirmişti. Başka bir şey yoktu üzerinde. Yalınayak geçti çimlerin üzerinden. Bahar'ın yanı başına oturdu. Bir süre sessiz kaldılar.

"Güvenlikteki adam beni içeri almamak için kırk takla attı. Oktay beyin misafiri var da diyemedi, ne bilsin. Bir görmen lazımdı. Yok bariyer bozuk, yok bilmem ne. Ne yaptı, seni mi aradı hemen?"

Oktay susunca da devam etti. "Açtın mı telefonu? N'aptın ona da mı kızın sesini dinlettin?"

Oktay susmayı sürdürdü. Bahar bir sigara daha yaktı. "Zahmet edip bir mesaj atsaydın gelmezdim eve. Niye böyle saçma sapan hallere sokuyorsun ki beni? İçeridekine de ayıp. Otel mi kalmadı, ev mi kalmadı? İki satır yaz o zaman. Bahar eve gelme de."

Bir şey desin diye adama baktı Bahar. Terlemişti alnı. Saçları açıktı. Sakalı uzun. Konuşmuyordu ama mutlu da görünmüyordu.

"Çocuk gibisin," dedi bu kez Oktay'a. "Baban eve gelse ne olacak? Yok yere kavga edeceksiniz. Yok yere. Tamam işte Eray gitti. Bir süre bari basma adamın damarına. Sonra faturayı yine sen ödüyorsun Oktay..."

Nedense hiddetlenmişti Bahar. Ayağa kalktı bir anda. "Hadi annen de baban da umurunda değil. Hadi onları geçtim. Ben neden eve gelince porno dinlemek zorunda kalıyorum? Tamam, hayat senin hayatın, elbette istediğinle istediğin şeyi yaparsın ama kendince bana artık git demek istiyorsan, bunu adam gibi söyleyebilirsin. Ben zaten gidecektim..."

Bir daha dönüp adama baktı. Oktay'ın süklüm püklüm duruşuna anlam vermeye çalışırken burnundan soluk alıp verdi. Etrafına bakındı. Bu kez hiç tanımadığı bir kadınla göz göze geldi. Balkonda, Oktay'ın kıyafetleriyle öylece onları izliyordu. Hayretle baktığını fark etti ona. Sonra bir hışım önüne döndü. Oktay'a doğru eğdi bedenini. "Bende olmayan şeyleri bana mı göstermeye çalışıyorsun?" dedi.

"Bak hemcinslerinde ne numaralar var mı demeye çalışıyorsun? Yapamadıklarımı yüzüme mi vuruyorsun? Kocasını azarlayan salak kadın mıyım şimdi ben?"

Sesi titremeye başlayınca sustu Bahar. Ancak o zaman başını kaldırdı Oktay. "Hiç mi kıskanmıyorsun?" dedi.

Adamın sorduğu şeyi anlayınca bir adım gerileyip dudağını ısırdı Bahar. Gözünün içine bakan Oktay'a bir yanıyla üzülürken bir yanıyla onu dövmek istedi. Sokakta anne, anne diye bağıran sümüklü götü çıplak oğlanlar gibiydi. Niye çırılçıplak dışarı çıkıyorsun diye kıçına bir şaplak indirip onu eve gönderse ve yola devam etse... Vardı böyle bir Türk filmi, şimdi aklına gelmese de...

"Bunun için miydi bu gösteri?" diyebildi sonunda. Bağırmadı bu kez. Alçaktı sesi, yufkaydı, üzgündü.

"Cevap ver," diyerek ayaklandı Oktay. "Hiç mi kıskanmadın? Şu kızı dışarı atmak geçmiyor mu içinden? Hırslanmıyor musun? Neyi istemediğini, ne yaptığını görmüyor musun?"

Ağzını açsa da Oktay'a cevap veremiyordu ki. Hayır, hayır hiç kıskanmamıştı. Kıskandığı başka şeyler vardı. Sevişme istenci, canı ne istiyorsa yapma motivasyonu, belki balkonda durup kendilerine bakan kızın düz saçları... Ama hayır, kıskandığı şey bu değildi; sevişmek değildi. Onu zaten yapamıyordu, kabulleneli çok olmuştu.

Bir adım daha geriledi Bahar. "Gideyim ben," dedi. "Gideyim artık. Gitmediğimden oluyor bunlar hep." Arkasını dönüp hızlı adımlarla eve girdi. Ayakkabılarını bile çıkarmadan üst kata çıktı. Peşinden Oktay'ın geldiğini biliyordu. Koşmuyordu adam ama adımları hızlıydı.

"Gitme," diyordu bir yandan. "Gitme bir yere. Bahar otur kıçının üstüne, yarın olsun. Yarın bakarız, tamam mı?"

Bahar odasına girdi. Dolaptan neyi alıp almadığını bilemeden bir şeyleri indirmeye başladı. Valizlerin bodrumda olduğunu hatırlayınca canı sıkıldı. Bir yandan kulakları, Oktay'ın yatak odasındaki kızı kovduğunu duyuyordu. Bunun için de öfkelenen bir yerleri vardı. Aynı evin içinde öyle saçma üç insandılar ki...

Bodrumdaki valizler arasında kırmızı valizini bulamadı. Atılmış olması muhakkaktı. Bu evde kalitesi beğenilmeyen hiçbir şey iki gün tutulmazdı ki. Rastgele bir valiz aldı eline. Onu yukarı taşırken Oktay'ın odasında giyinmeye çalışan kızı görüp odasına kapandı. Oktay buradaydı. Yatağına oturmuş, bir kıyafeti eline almış, öylece bakıyordu Bahar'a.

"Yine mi saçmaladım ben?" dedi yılgınlıkla.

Valizi yere bıraktı Bahar. "Bu kez kimsenin seni tutuklamaya geleceğini sanmıyorum," diye cevap verdi ona.

"İçeri girsem gitmezsin belki."

"Ne istiyorsun benden?" dedi bu kez Bahar. "Yan odada birilerini becerirken burada seni dinlememi mi?"

"İstemezsen bunu yapmayacağımı biliyorsun."

"Sen de, bir şeylerin sorumluluğunu benim sırtıma bırakmak istiyorsan buna karşı çıkmayacağımı biliyorsun. Bütün bunlar benim hatam, tamam mı? Şimdi müsaade et, toplanayım."

"Nereye gideceksin?"

"Nereye gideyim Oktay. İhanete uğrayıp kafası attığı için dünyanın bir ucuna taşınan kadın gibi bakmasana bana. Belliydi gideceğim. Baktığımız apartlardan birine giderim. Sen de burada kimle ne bok yiyorsan ye."

Oktay ayaklandı. Bahar'ın yanına sokulmaya çalıştı. "Gitme," dedi. "Bu gece de kal. Biraz sakinleş. Çay demleyeyim sana."

Adamın yüzüne baktı Bahar. Teri sırtında kurumuş, parfüme karışmıştı. Kötü kokuyordu. Duymazdan geldi kokuyu. Refik bey için hâlâ parmağında taşıdığı yüzüğü çıkarıp Oktay'a uzattı.

"Ben gideyim, sen biraz sakinleş. Sonra istersen çay içeriz."





*





"Sonrasını az çok biliyorsun zaten. Tek başıma kaldım. Oktay hep bir telefon kadar uzaktaydı. Bir de annem. Başka da kimsem yoktu. Okul başlayana kadar sigaradan zehirlenip ölmemem bir mucizeydi. Maddi sıkıntılarım başladı tabii ama arkama dönüp baktığımda keşke boşanmasaydım dediğim hiç olmadı. Arkadaşım olan Oktay'ı özlediğim oluyor. Özellikle canım sıkıldığı zaman, akşamları boş boş otururken falan. Blackjack oynamak istiyorum. Ama yatakta can çekişmiyorum. Sarılacak kimsemin olmaması incitiyor bazen ama bunun için de pelüş bir oyuncak aldım kendime. Snoopy'nin şu boy bir oyuncağı." Elleri beliyle boynu arasında bir mesafeyi gösterdi.

"Bazen onunla uyuyorum. Bazen de düşüne düşüne, öyle. Ama şey güzel. Bir erkeğin arzusuna tabii olmadan uyumak. Zorunda olmamak, hissetmemek. Böyle bakınca aslında geç bile kalmışım diyorum. Keşke daha önce göze alsaydım yalnız yaşamayı. Neyse, öyle işte. Ha bir de eylülden bu yana neredeyse hiç kusmadım. İlk zamanlar bir iki kere kusmuştum ama okul açıldıktan sonra yaşadığım en güzel şey artık kusmamaktı."

İkisi de sustu. Leman hanım söylenmemiş bir şeyler kaldığını düşünerek bekledi Bahar'ı. Haklıydı da, Bahar henüz sazı bırakmamıştı.

"Yine de kolay oldu diyemem. Oğulcan'ın peşine düşmem biraz da bu yalnızlıktandı. Bana dost olsun diye şu kuşu kattım hayatıma." Bir günde yediği üç öğünden biriymiş gibi olağanlıkla eteğini sıyırıp en sevdiği kuşu gösterdi kadına.

"Nasıl canım acıdı yapılırken... Üfff... Ağladım bile. Ama bedenimle ilgili verdiğim en doğru karar diyebilirim. Onu görmek bile öyle büyük mutluluk ki pantolon giyemez oldum." Parmakları gezdi kuşun her yanında.

"Keşke hayvan gibi ağır bir bölüm okusaydım, belki o beni paklardı, zamanım kalmazdı kendime üzülmeye ama Allah'ın belası canım bölümüm benim için hiçbir zaman ağır olmadı. Sonra işte sana geldim... Gerisini biliyorsun."

"Anlatırken ne çok yol katettiğini fark ettin mi? Çünkü ben şu kapıdan girdiğin ilk günü anımsıyorum. Az zamanda ne kadar çok yol yürümüşsün."

Bir parça gururla omuzlarını dikleştirdi Bahar. Ama sonra başını eğdi.

"İlk günkü gibi kötüyüm diyemem. Hatta bu aralar çokça iyi hissettiğimi de söyleyebilirim." Dudağını ısırdı. "Ama senden sakladığım bir şeyler de var."

Kısa bir süre kadının gözlerinin içine baktı Bahar. Sonra bunu nasıl izah edip neresinden başlaması gerektiğini bilemeyip çantasına uzandı. Fermuarlı gözü açıp kitaplarının arasından dörde katlanmış afişi çıkardı. Açtı. Kadınla aralarında duran sehpaya koyup kadına doğru itti.

Leman hanım kâğıdı eline alırken "Nedir bu?" dedi. Sonra incelemeye başladı ve bir şey desin diye gözlerini Bahar'a dikti.

"Kantindeki panolara asılmıştı," diyebildi Bahar.

Bir kere daha başını eğip afişi inceledi kadın. Sonra "Yazdan önce gelen Bahar sen oluyorsun sanırım," dedi. Bahar, bir öğretmen karşısında dikilir gibi elleriyle oynamaya başladı. Sanki tahtaya çıkarılmış, bir sınıf dolusu insan önünde kendisine bir soru sorulmuş ve cevap verememişti. Terledi. Gürültüyle nefes alıp "Öğretmenin sorduğu soruya cevap veremeyen öğrencilerin hali ne zormuş," dedi.

Güldüler ama Bahar ciddiydi.

Leman hanım ise afişe bir kere daha bakıp onu masaya bırakırken "İlgi çekici bir sergi. Fırsat yaratıp gitmek isterim," dedi. Bahar'ın gözlerinde bir anda bir şey parladı.

"Gidecek misin?" dedi Leman hanım. "Aslında..." diyebildi Bahar.

"Aslında sergideki fotoğrafları görmeyi çok istiyorum."

"Gidiş amacın bu mu olur yani?" Gülümsüyordu kadın.

Bahar suskun kalınca da gülüşünü yitirmeden "Gerçeklerden kaçmayalım," dedi. Bahar bir soluk verip içindeki bütün havayı bıraktı. Başını kaldırmadan "Biz bir süredir yazışıyoruz Ozan'la," diyebildi.

Dudağını ısırıp öyle baktı kadının yüzüne. Sırtını koltuğa yaslayıp ilgiyle dinlediğini belli etti kadın. Bahar ise olan biteni bir hamlede nasıl anlatabileceğini düşünüyordu.

Yeniden "Aslında," deyip durdu. Başını kaldırıp kadına baktı. "Senden bir şey gizlemek istemiyorum Leman abla. Amacım gizlemek de değil ama konuşmak istiyor musun dersen, hayır. İstememekten de değil, izah edemiyorum ki."

"İstemediğin bir şeyi konuşmak zorunda değiliz," dedi kadın. "Yine de bana söylediğin için teşekkür ederim. Böylece yüzündeki bu gülüşlerin sebebini anlamış oldum."

Kadına bakarken Bahar'ın dudakları iki yandan kıvrılıp gözlerine parlak noktacıklar yerleşti. Saçlarını düzeltti elleriyle. "İlk mesajlaştığımız akşamı bir görseydin..." Dudağını ısırdı Bahar.

"Ölüyorum sandım Leman abla. Zaten bütün mesajları yüz kere, bin kere okumuşumdur ama o akşama dönemiyorum. Cesaret edemiyorum, neler saçmaladım kim bilir. Uzun da konuşamadım. Çünkü başım dönmeye midem bulanmaya başladı. Tam onca zaman sonra yine mi kusacağım derken ekran bir anda karardı..." Anlamsız giyinme çabasından bahsedemedi kadına.

"Odadan çıkıp karşı kapıyı güç bela çaldım. İyi değilim dedim, Fatma diye bir kız varmış karşı odamda. Ara ara gördüğüm bir kızdı ama tanışmamıştık. Dan diye kapısına yığılınca kız da korktu. 112'yi arayacaktı, engel oldum. Alt kata koştu, hemşirelikte okuyan bir kız varmış, beraber geldiler yanıma. Tansiyonumu ölçtüler. Dörde düşmüş. Yanlarında dinlendim biraz, sonra toparladım ama... Ölüyorum sandım Leman abla. İki gün yataktan hiç çıkmadım. Bir şey yemedim içmedim. Fatma akşama doğru kapımı çaldı. İyi misin dedi. Çorba yapmış onu getirdi. Ancak öyle gözüm açıldı."

Peş peşe yutkundu Bahar. Açtı sanırım, çorbanın tadı ağzına gelince karnı gıruldadı. Ama biraz daha geriye gidince, gözlerinin önüne çöken karanlığı anımsadı. Ne fenaydı o şey, sonsuz bir boşlukta savrulma hissi, kulak uğultusu...

"Nasıl hissettim biliyor musun?" dedi sonra kadına.

"Ne konuştuğunuzu değil ama ne hissettiğini merak ediyorum," dedi kadın.

Başını sallaya sallaya "Tek başıma ölmekten çok korktum," dedi Bahar.

"Ölmekten değil. Veya ölmekten de korkmuş olabilirim. Sanki bir işim yarım kalmış gibi hissettim. Şimdi değil, böyle değil dedim. Mezuniyet konuşmasını yazmamıştım daha. Ertesi gün ve sonrakinde oturdum bir mezuniyet konuşması yazayım dedim, veda mektubu gibi olunca, yırtıp attım. Daha değil. Henüz değil, böyle değil, yapacağım şeyler var daha. Kep atmak hakkım değil mi? Hem şimdi ölsem başkasını birinci yaparlar. Annem var, nükseder hastalığı, kim bakacak?

Bir de... En çok bunu düşündüm. Diyelim ki odada bir başıma öldüm. Beni kim, ne zaman bulur? Hafta içiyse derse gitmemişsem bir hocam telefonla beni arayabilir. Canan Hoca ya da Ilgın Hoca mutlaka arar beni. Ama açmazsam ne yapacaklar ki? Annem telefonu açmazsam endişelenmez. Derstedir, ders çalışıyordur der, ben arayana kadar bekler. Onlardan başka telefonumu arayan ya da mesaj atan biri yok gibi. Oktay... Bak bir o var. Birkaç kere ulaşamazsa kapıma dayanır. Ama başka yok. Mecbur, bulunabilmem için cesedimin kokması gerekecek. Kışsa üç günü bulur. Hava ısınıyor, belki iki günde falan kokarım. Kokunun yayılması, birini rahatsız etmesi ve şüphelenilmesi derken... Üç dört güne bulurlar beni. Çürümeye başlamış olurum. Böyle ölmek istemiyorum Leman abla."

"Yapılacak, yarım kalmış başka ne var?"

O zaman ayağını ağır ağır yerde sürümeye başladı Bahar. "İşte sınavlar açıklansın. Mezun olayım. İş miş..." Bir süre gözlerini ayağından, bacağından, kuşundan ayırmadı. Sonra dimdik kalktı o baş. "Daha Ozan'la yaşamadığımız çok şey var," dedi. "Bu kadar yaklaşmışken, bu kadar yakınken yarım kalsın istemiyorum."

Kadın tam ağzını açacakken "Biliyorum," dedi Bahar. "Ters gidebilir her şey. Mesajlaşmak ve yan yana gelmek başka şeyler. Çok başka. Öyle çok yazışmıyoruz. Daha doğrusu azı çoğu nasıl olur bilmiyorum ama sabahtan akşama süren bir diyalog değil bizimki. Aklına gelen yazıyor. Aslında benim aklımdan hiç çıkmıyor da bazen çekiniyorum yazmaya. Bazen de işi gücü vardır diyorum. Yanında birileri vardır diyorum. Ama o yazdı mı dünyalar nasıl benim oluyor bilsen... Leyla gibi geziyorum her yerde." Sırtına uzandı bir eli.

"Sanki şurada kanatlarım var. Gökyüzündeyim. Burada trafik de yok. Her şey kuş bakışı nasıl güzel. İstanbul çok güzel, uçmak çok güzel... Bir yanım belki her şey daha da güzel olur git şu sergiye diyor. Bir yanım, her şey bir anda bitebilir diyor. Tek bir karşılaşma, tek bir kavga her şeyi bitirip beni hiçliğin ortasına sürükleyebilir. Bir kere oldu bu. Seneler geçti, bak ne haldeyim. Bir kere daha olsa ne yapacağım. Evleneceğim diye koptuk ya hani. Nasıl yaptın Bahar dese, ne olacak Leman abla?"

Kadın durup "Nasıl yaptın Bahar?" dedi. Sonra sesini bir parça daha sertleştirdi. Kaşlarını çattı. "Nasıl yaptın bunu? Hayatını nasıl mahvettin?" Daha da sert çıktı sesi. "Kendine bunu nasıl yaptın?"

Bahar'ın gözbebekleri karardı, büyüdü. Sustu ama gözlerini kadından çekemedi. Bir kez daha sordu kadın. Aynı anda bir orkestra şefi gibi sağ elini savurdu. "Nasıl yaptın?" dedi. "Nasıl evlendin Oktay'la? Nasıl kırdın Ozan'ı? Neden yaptın bunu? Neden? Neden? Neden?"

Hatta ayağa kalktı kadın. İşaret parmağıyla Bahar'ı göstere göstere aynı soruları sordu. Aynı cümleleri kurdu. Bahar sadece büyümüş gözbebekleriyle baktı ona. Leman hanım ise daha önce hiç Bahar'ın görmediği bir insanmış gibi bağırmayı sürdürdü. O bağırdıkça Bahar yerinde titrer oldu. Sonunda başını eğip ellerini de yüzüne kapadı. Öyle çok ağlıyor değildi, sadece bakmıyordu kadına.

Nihayet Leman Hanım yerine oturdu, uzun sayılabilecek bir süre bekledi. Sonunda o bilindik sesiyle konuşmaya başladı. Bir yandan bir bardak su doldurdu kıza.

"Daha önce deneyimlediğimiz ve bizi mutsuz eden şeylerin tekrar etmesinden korkmak, kaygı duymak son derece normal. Aynı olumsuz sonuçlarla karşılaşmamak içim benzer davranışları sergilememeyi yaşantısal kaçınma olarak açıklıyoruz.

Bunu aynı zamanda sorunlarla baş etmenin bir yolu olarak açıklayabiliriz. Sorunlardan kaçmak da bir baş etme yolu, öz savunma şekli. Dengemizi korumaya çalışırken sıklıkla bu yola başvururuz. İşe de yarar. Kabuğumuzun içinde mutlulukla yaşamamızı sağlayabilir. Ancak her zaman o kabuğun içinde yaşamamız mümkün değil, biliyorsun. Dışarı çıkmamızı gerektiren şeyler var. Hatta bizzat dışarı çıkmak isteyebiliriz. İki kolundan iki farklı yöne çekilmek gibi...

Bir tarafın devam etmek isterken bir tarafın yerinde kalmanı söyler. Hangisini dinlemelisin sorusunun cevabını arayalım mı biraz?"

Bahar suskun kaldı. Başını da yerden kaldırmadı.

"Yaşantısal kaçınma uygun adım yerinde sayman demektir. Yürürsün, yürürsün, yorulursun da ama bir yere varmazsın. Sonuçta aynı yerde sayıyorsundur ama buna rağmen yorgun hissedersin. Üstelik doğamızda var olan değişime de karşı gelmiş olursun. Bu da psikolojik katılığa yol açar ve bütün davranışların temelinde yatan "iyi olma" isteğini cevapsız bırakmış olursun.

Bu bir döngüdür. İyi olmak istersin, iyi hissetmek istersin ve kötü hissetmekten korktuğun için aynı yerde sayarsın ve kötü hissedersin. İyiyi ararken kötüyü sürdürürsün."

"Bunun benim için iyi olduğunu nasıl bileceğim ki?"

"Bilemezsin," dedi kadın. "Belki gerçekten korktuğun şeyi yaşayacaksın. Belki attığın adım sana mutsuzluk, kötülük ya da olumsuz bir şey getirecek. İşte o zaman az önce bahsettiğimiz değişim gündeme gelecek. Burada önemli olan iyi ya da kötü hissetmen değil. Önemli olan kötü hissetme ihtimaline nasıl karşılık vereceğin.

Yeni bir korku döngüsüne girmek olası sonuç. Bu halde olumsuz duygu ve davranışları yaşamamak için kendini sınırlandırırsın. Ama olması gereken, öz kabul ile yürüyebilmek. Çünkü sen yaşadıklarını, hissettiklerini kabul etmediğin sürece dışarıdan gelecek herhangi bir tepkide yara alman çok kolay.

Güzel başlayan bir ilişkinin bitmesinden çok korkmak, bir süre sonra kendiliğinden bu ilişkiye zarar verecektir. Ama bir gün bu ilişkinin bitebileceği ihtimalini bilerek ve kabul ederek yürümek, işte o zaman paradoksal değişim gerçekleşiyor ve yaşanılan şey tarafları tatmin ediyor. Daha yalın bir dille korkarak yaşamak, gerçekten yaşamaya engel oluyor.

Bu yüzden insanın hayattaki en büyük korkusu neyse bununla yüzleşmesi, bunun gerçekleşme ihtimalini kabul etmesi, buna tamam demesi ve böyle yürümesi gerek. Aksi halde iyi olmak mümkün değil."

Bahar'la göz gözeydiler şimdi. Leman hanım tebessüm ederek son cümlesini kurdu. "Yüzleşmekten kaçtığın şey seni iyileştirir," dedi.

Bakışmaları uzun sürdü. Gözlerini yoldan çeken Bahar oldu. "Gitmek istiyorum," dedi sessizce. "Çok istiyorum." Devamında ama demesi olası da olsa, sustu devam etmedi.

"Bunun bir şekilde olacağını biliyordum," dedi kadın. "İlk adımın kimden geleceğini bilmesem de senin bir gün kaçtıklarınla karşı karşıya gelmek isteyeceğini biliyordum. Çünkü sen farkında olmasan ya da inkâr etsen bile mücadeleci bir karaktersin. Hak etmediğini düşündüğün bir konforun içinde huzur bulamıyorsun. Emanet elbise taşır gibisin, soyunman an meselesi. Oysa hak ettiğine inandığın her şey için parlayan bir özgüvenin var. Bu sebeple kendini bulamadığın bir ilişkinin içinde varlığını sürdüremiyorsun. Oktay'la yaşadığın şey bunun bir örneği. Başka bir gözle bakacak olursam Ozan da buna örnek olur. Zira kendi ağzınla söylemiştin, evlilik araya girmese bile Ozan'la olası bir ilişkinin sağlıklı olacağına inanmıyordun."

Yavaşça başını salladı Bahar.

"Lütfen ne karar verirsen ver, merkezinde hep iyi hissetmek olsun."

Bir süre daha sustuktan sonra "Düşüneceğim," dedi Bahar. "Biraz daha düşüneceğim." Sonra en içten duygularıyla gülümsedi. "Sen de gidecek misin sergiye?" dedi. Ardından da çocuk gülüşü sardı yüzünü.

"Çok güzeldir Ozan'ın kuşları. Valla. Yani Ozan diye demiyorum ama seneler seneler önce daha onu hiç tanımadan önce, instagram fotoğraflarına bakmak bile beni büyülemişti. Şimdi sergi açan bir Ozan'ı düşününce... Öyle gurur duydum ki!"

"Utanmasam kafesimi de alıp öyle gideceğim sergiye. Onlar da görsün, onlar da baksın. Kuşlarımın arası düzeldi bu arada söylemiş miydim? Biraz Ozan sayesinde gibi. O şey dedi..."

Hevesle konuşurken durdu Bahar. Dudaklarını birbirine bastırdı. Kadının gözlerinin içine baktı. Sonra "Kusura bakma," dedi kadına. "Ağzımdan Ozan'dan başka bir şey çıkmıyor. Çünkü aklım hep onda. Gece gündüz, sabah akşam, okulda ya da evde. Düşündüğüm tek şey o... Ne değişik yermiş bu Leylalık makamı."








*

28.05.2021

*





05.05 "Bu ara seni biraz ihmal ettim. Son çerçeveyi iki saat önce ellerimle astım. Günlerdir hastaneyle galeri arasında koşuyordum. Müsamere çocukları gibi hissediyorum. Ama ben gösteriyi izleyecek kalabalık için değil, tek bir insan için hazırlanıyorum. Bütün heyecanım tek bir insan için. Galiba her şey hazır... Eve yeni geldim. Mutfakta yapılacak birkaç şey beni bekliyor. Sonra birkaç saat uyusam iyi olur. Uyandıktan sonra... Sonrasını yazmak değil, yaşamak istiyorum Bahar."





*





Bahar, adını söyleye söyleye koşan Lale'yi duyduğunda binadan çıkmak üzereydi. Aklı sınav kağıdında öyle çok kalmıştı ki, "Bahar" adına yabancılaşmış hissetti. Son soru canını sıkmıştı. Şayet soruyu yanlış anladıysa on puan birden kaybederdi ve sabaha kadar bu korkuyla tırnaklarını kemirebileceğinden çok emindi.

"Bitti mi? Tebrik edeyim mi?" diye coşkuyla yanına geldi Lale. Epeyce yüksek topukları olan yazlık bir ayakkabı giymişti. Koşuşu bu yüzden tuhaf ve komikti ama boyu uzamıştı. Lale'nin cevap beklemeden kendisine sarılışına eşlik etti. "Yok tebrik etme. Son sınav haftaya," dedikten sonra "Sen n'apıyorsun burada?" diye sordu. Öyle ya bitmişti Lale'nin sınavları. Alabildiği derslerin sınavları...

"Gelecek seneye hazırlık yapıyorum," dedi Lale. "Okulda daha fazla zaman geçirerek mezuniyete yaklaşırım belki."

Güldüler. Bahar çantasından güneş gözlüğünü çıkarırken "Gelecek sene seni mezun edeceğim, söz!" dedi. "Bu sene geç buldum seni. Ama gelecek sene sana kütüphaneyi de sevdireceğim."

Telaşla "Annemi de arayıp söylesene bunları. Güvenilir birinden gelecek sene mezun olacağımı duyması lazım, yoksa katiyen inanmıyor."

"Şavşat'a gidince uğrarım yanına," dedi Bahar. Öyle ya, şu ay bitimi giderdi mutlaka. Görürdü annesini.

"Ya!" dedi Lale. "Döneceksen ben de dönerim. Canım sıkılıyor orada. Ama annem gel diye tutturuyor. Sen varsan o kadar sıkıcı olmaz, dönerim ben de."

Caddeye doğru ağır ağır yürüyorlardı. Neden Bahar'ın peşinde koştuğunu anımsayan Lale saate baktı. 13.47'yi gördü. "N'apıyorsun şimdi?" diye sordu Bahar'a. "Aparta gidip hazırlanacak mısın? Ne giymeyi düşünüyorsun? Saçına n'apacaksın?"

Bahar'ın küçük kalbi peş peşe duyduklarıyla çırpınmaya başladı. Öyle ki göğüs kafesi patlayacak sandı kız. "Şey," dedi sağa sola bakınarak. "Bilmiyorum,."

"Aaa!" dedi şaşkınlıkla Lale. "Karar vermedin mi daha? Seçenekler neler? Şu fizik bende olsa kesinlikle etek giyerim. Kısa ama. Gerçi şu fizik bende olsa pantolon da giyebilirim. O da yakışır..."

Yeniden "Bilmiyorum," dedi Bahar. "Bir gideyim aparta... Dolabı açar dökerim her şeyi. Karar veremezsem sana fotoğraf atarım, seçersin."

"Olur!" dedi Lale. "Hatta o güvenlikteki adamı kafalasak almaz mı beni içeri? Birlikte bakarız ha?"

Bu ihtimali de düşündü Bahar. Hangi güvenlik görevlisi olurdu kapıda? Her halukarda gündüz vakti gelen bir arkadaş fazla masumdu içeri alınabilirdi. Ama... Ama caddeden yükselen korna sesiyle ikisi birden başını aynı yöne çevirdi.

Tankı andıran siyah arabanın camı açıktı. Güneş gözlüklerinin ardından gülümseyen Oktay'ın yüzünü gördüğünde Lale alçak sesle "Siktir," dedi. Bahar ise bir elini kaldırıp selam verdi Oktay'a. Sonra Lale'ye baktı.

"Planlı bir şey değil. Geçerken uğradı herhalde," dedi önce. Sonra "Gidip bakayım," dedi kıza. Lale başını salladı. Bir yere kıpırdamayıp Bahar'ı bekleyecekti.

Bahar caddeyi aştı, yolcu kapısına yöneldi, arabaya bindi. Çok kısa bir süre orada kaldı araba. Ama sonra bir anda hareket etti ve Lale siyah arabanın arkasından öylece bakakaldı.

Yeniden ve daha yüksek sesle "Siktir," dedi. "Karıştı ortalık," diye devam etti. Telefonunu çıkarıp Ozan'a mesaj yazdı.

"Şimdi beraberdik. Akşam gelecek gibi. Yani gitmeyeceğim demedi. Ama elimden gelen başka bir şey yok."





*





"Nereye gidiyoruz?" dedi Bahar. Henüz emniyet kemerini bile bağlamamıştı. Doğrusu bir yere gitmek için binmemişti arabaya. Hem arkalarında Lale vardı, ona ayıp olmuştu.

"Dedim ya seni kaçırıyorum, nereye gideceğimizi varınca görürsün."

"Bir yere gitmek istemiyorum," dedi Bahar. "Bitmedi daha sınavlarım. İstersen şurada bir kahve içelim ama sonra aparta dönmem lazım."

"Biliyorum sınavlarının bitmediğini," dedi Oktay. "Ama salıya kadar boşsun. Bir gecelik kaçamaktan zarar gelmez."

Sağ gözü kıza baktı, sonra önüne döndü. Bahar gözlerini yoldan hiç ayırmadan dudağını ısırdı. "Kaçamak falan yok," dedi adama. "Ya şurada kahve içeriz ya da doğrudan inerim, sen seç."

"Niye?" dedi bu kez Oktay. "Bir arkadaşım Şile'de harika bir yer açtı. Tam senin seveceğin konseptte bir otel. Ördekli mördekli bir yer. Boş oda bulmak imkansız gibi bir şey. Bir gidelim, sevmezsen döneriz."

"Oktay gitmek istemiyorum," dedi bu kez Bahar. "Bak Lale kaldı okulun bahçesinde. Ayıp oldu kıza, dönerim demiştim."

Sesinin rengini değiştirdi Oktay. Bu kez kuşkuyla "Neden istemiyorsun?" dedi. "Bir planın mı var akşam için?"

Bir süre sessiz kaldı Bahar. Sonra başını aniden sola çevirip "Biliyorsun değil mi?" dedi. "Sergiyi biliyorsun. Onun için götürmeye çalışıyorsun beni. Gitmeyeyim diye?"

Oktay Bahar'ın bakışlarına karşılık verdiyse bile sustu. Bir şey demedi. Bu kez gülmeye başladı Bahar. "Sana yakışmıyor," dedi sonunda. "Durdur hadi arabayı."

"Bana yakışmayan ne?" Önüne bakmadan şerit değiştirdi Oktay. Ortadaydı, sola geçti. "Seni, korumaya çalışıyorum. Bu mu bana yakışmayan?"

"Beni Ozan'dan mı koruyorsun?" diye karşılık verdi Bahar. Bağırmıyordu ama sesinde hayret vardı.

Oktay aynı düzlükteki sesiyle cevap verdi. "Hayır, seni kendinden korumaya çalışıyorum. Ozan'ın ayaklarına kapanıp özürler dileme diye uğraşıyorum. Haksız olan o iken, ağlayıp zırlama, onun ayağına gitme diye uğraşıyorum."

Başını eğdi Bahar. "Durdur arabayı," dedi yükselmeye sesiyle.

"Görmüyor musun seni nasıl kullandığını? İhtiyaç duyduğunda neredeydi? Sen ölmek isterken neredeydi? Şimdi çıkmış iki tatlı sözle seni ayağına çağırıyor, sen de tıpış tıpış gideceksin. Sonra senin nasıl ağzına sıçacağını çok iyi biliyorum. Arkadaşımla evlendin diyecek. Bunu bana nasıl yaptın diyecek. Kıçını yırtacaksın kendini anlatmak için ama siklemeyecek. Birazcık sikinde olsa bütün bunları yaşamazdın zaten. Arkanda dururdu, yanında dururdu."

Başını iyiden iyiye ardına yaslamıştı Bahar. Gözleri doluydu ama ilk damla düşmemişti. Sol elini Oktay'ın koluna uzattı. "Durdu arabayı," dedi. Bağırarak ya da öfkeyle değil.

"Üzecek seni. Bin parçaya bölüneceksin Bahar, istemiyorum bunu. İstemiyorum."

"Oktay arabayı durdur!" Gözlerini kapadı Bahar. Eli Oktay'ın koluna asıldı. "Lütfen," dedi. Sonra bedeni hızla öne gitti, neredeyse çarpacakken kapı koluna tutundu, acı bir fren sesiyle araba durdu. Oktay kemerini çözdü, kızın ellerini tutup yüzüne baktı.

"Bütün bu saçmalığı başlatan Ozan'dı," dedi. "Yaşadığın her şeyin sorumlusu o. Üzüldüğün her saniyenin, döktüğün her gözyaşının," Bir eli kızın yanağına uzandı "Mutsuz geçen her gününün sorumlusu o. Sakın kendini ezdirme. Sakın karşısında eğilip bükülme. Biri bir şey için hesap soracaksa, o sensin."

Az önce bıraktığı ele uzanıp Bahar'ın avucunu öptü. "Üzülmenden korkuyorum," dedi kıza. Bahar o zaman ağlamaya başladı.

"Gideyim ben," diyordu. "Gitmek istiyorum," diyordu ama ellerini Oktay'ın ellerinden çekemiyor, Oktay da onu bırakmıyordu. Sonunda büsbütün adamın kollarında buldu kendisini. Sarılıyordu Oktay. Sımsıkı, bırakmayacakmış gibi sarılıyordu.

"Seni seviyorum," dedi kıza. Bahar burnunu çekti. Bir süre öylece kaldılar. Sonra kendini geri çekti Bahar. Arabanın kilidini açtı. İndi. Öylesine kalktı bir eli. "Hoşça kal," der gibi. Karşılık verdi Oktay. Sonra ardına döndü Bahar. Neredeydi, ne kadar uzaktı okuldan? Olmak istediği yere ne kadar yürümesi gerekti?

Güneş tepedeydi. Cadde kalabalık. Günlerden Cuma. Kaç yaşını bitirmişti bugün? Yirmi üç mü? "İyi ki doğdun," demek istedi. Dili varmadı. Çantasından kulaklığını çıkardı. Ağlayışını bastıracak bir şarkı açtı. Yürümeye başladı. Şarkı, şarkılar, müzik hiç umurunda değildi. Kendiyle konuşa konuşa yürüyordu.

Konuşmak dediği de... "Güçlüsün Bahar," diyordu kendisine. "Güçlüsün. Sen çok güçlüsün. Yapabilirsin. Dinleme, kimseyi dinleme. Sen çok güçlüsün, çok güçlüsün. Çok."

Yol nasıl aktı, yol ne kadar sürdü, yol onu nerelere sürükledi. Bunlar öyle önemsizdi ki... Aparta vardığında saat kaçtı, bilmiyordu. İçeri girdi, üzerinde ne varsa olduğu yere bıraktı. Sonra suyun şefkatine bıraktı bedenini. Çöktüğü yerde önce usul usul ağladı. Sonra ağlamaktan yorgun düştü. Başını duvara dayayıp bacaklarını oturduğu yere uzattı. Su aktı, Bahar öylece izledi. Zihninde çalan tek bir şarkı vardı. "Sen çok güçlüsün Bahar." Başka sözü yoktu şarkının. Hep aynı şey tekrar edip duruyordu. "Sen çok güçlüsün Bahar."

Neredeyse o şarkıyla uyuyacakken, etleri sıcak suyla kızarıp pelteleşmişken duştan çıktı. Havluya sıkı sıkı sarındı. Buharla örtülen aynayı avuç içiyle silip yüzüne baktı. Kızarmıştı yanakları. Gözleri de öyle ama onları kızartan sıcak su muydu, gözyaşı mı; bunu bilemedi. Bir süre kendisiyle bakıştı. Sonra duştan çıktı. Güneş batıya yanaşmıştı, içeri giren ışıklar kafesin gölgesini duvara çarpıyor, kuşlar alçacık sesleriyle birbirleriyle konuşuyordu. Kafese yanaştı, çalışma masasına oturdu. Hiç kıpırdamadan onları izledi. Dişi kuş, erkeğin dalına konuyor; ona sokuluyor, gagasını boynuna götürüp kendi dalına kaçıyor; erkek ise onun peşinden gelip küçük pençeleriyle yavaş yavaş ona sokuluyordu. İzlerken yüzünün güldüğünü fark edemedi.

"Sen de mi Leyla'sın?" dedi dişi kuşa. Serçe parmağını kafese uzattı. İki kuş birden, aynı anda üst dala koştu. "Tamam tamam," dedi Bahar. "Rahatsız etmeyeceğim sizi." Yemlerini yokladı, sularını da. Sonra radyoyu açtı. Her zamanki alçak sesten olabildiğince uzaklaştı. Odaya doldurdu şarkıyı.

"Yastığıma senin sarılıp kokunla uyumuşum. Üstüm açılmış ürperirken, sabah olmuş...

"Uyan" dedi ses, "uyan o burada,"

Uyandım, aradım, bulamadım...

Suçum neydi, neden böyle oldu?"

İki kapaklı dolabına yanaştı. Kapakları açtı. Ne giyeceğini uzun uzun düşünmedi. Siyah, kısa bir elbiseyle beyaz olanı dolaptan çıkardı. Ayna karşısında ikisini de üzerine tuttu. Birinde karar kıldı. Islak saçlarına şöyle bir baktı. Belki kuaföre giderim düşüncesi vardı. Belki. Ama hevesi kalmamıştı. Saçlarını kurusun diye kendi haline bıraktı. Sonra makyaj yapmak için oturdu çalışma masasına. Çift taraflı aynasını masaya koyup yüzüne baktı. Kuşlar cıvıldadı. Dili dudaklarını yaladı. Bir şeyler sürdü, ıslak saçlarını taradı. Bitmesin diye azar azar sıktığı parfümüne bu kez acımadı. Küçük buzdolabından iki çilekle, dört tane karadut çıkardı. Bir kavanoz kapağına koyup kafesin içine bıraktı. Dişi kuş yemek yerken erkeğin ona dut taşımasını izledi. Gülümsedi. Sonunda havluyu çıkardı. Seçtiği siyah elbiseyi giydi. Göğsünden aşağısı beline dek siyah bir tülle örtüldü, transparandı biraz ama... Ürkerse ceketini giyerdi. Bacağını yokladı, yarısı görünen dövmesinin ne olduğunu anlamak mümkün değildi, eteğini sıyırıp kuşunu sevdi.

"Bu sabah bir umut var içimde,

Nasıl olsa geri gelirsin diye,

Her şey yerli yerinde yine,

Bu sabahların bir anlamı olmalı..."

Sırt çantasını boşalttı. Siyah küçük bir çanta astı boynuna. İçine telefon, anahtar, peçete ve ruj koydu. Zaten başkaca yer de kalmamıştı. Üşür müydü? Ceket alacaktı ama... Kaçta dönerdi ki? Yutkundu. Belki girip çıkardı hemen. Belki giremezdi bile. Bir daha yutkundu. Kot ceketini eline aldı. Ayakları? Ya ayakları?

Küçük ayakkabılığına yöneldi. Spor ayakkabılarını bir kenara koydu, en rahatıydı onları. Sandaletleri? Topuklu ayakkabıları... En son sunucu olduğu gün giydiklerine baktı. Belki en uygunlarıydı bunlar ama istemedi. Topukları çok da yüksek olmayan burnu açık siyah sandaletlerini aldı eline. Giydi, kopçalarını bağlayıp ayağa kalktı. Saçlarını sevdi. Yeni yıkandıkları için kabarıyorlardı. Çekmecesini açtı. Kırmızı bir bandana bulup taç misali saçlarına sardı, ensesinde küçük bir düğümle bağladı.

Son kez kuşlara baktı. Kafesin kapısını açıp dişi olanı aldı eline. Kalbi delirmiş gibi atıyordu, "Tamam tamam," dedi. Yalnızca öptü kuşun başını. Erkeğin kafesin teline yapıştığını görünce gülümsedi. "Kaçırmadım Leyla'yı," dedi. "Al bak burada."

Eğildi, bir kez daha baktı kafese. Gözleriyle konuştu kuşlarla. Radyonun sesini kısıp saate bakmaksızın kendisini dışarı attı.











----------------------------------------<3

Merhaba,

Hasta yatağından sizlere şeker gibi bir bölüm gönderiyorum.


Yorumlarda görüşmek üzere,

Keyifli okumalar.


Sevgiyle,

Anita Felipova Emilova

Continue lendo

Você também vai gostar

HAR De ۵

Mistério / Suspense

13.3K 1.2K 27
❝Adını sil, yaşının üzerini karala, kendini sev ya da sevme; bu dünya bir satranç tahtası, sen üzerindeki piyon.❞ Uzel Hera Alaca, en yakın arkadaşı...
1.9K 297 10
Kısa Hikayelerimin Toplandığı Kitap. Her kitabın türü o bölümün başında yazmaktadır. 1) Kalbe Yazılan Pasajlar : -Kitap Türü: Romantik/Dram -Şükran...
187K 8.2K 58
Köyde geçen bir aşk hikayesi... O bir inci tanesiydi; Dışı dillere destan bir güzel... Naîf kırılgan ve nârin... Köy kurgusu ve abimin arkadasşı konu...
292K 35.9K 83
***MİNİ GİRİŞ BÖLÜMÜNÜ KESİNLİKLE OKUYUNUZ. Ben içimdeki şeytanı öldürmüş bir zebaniydim belki ama o... O, şeytanın cennetten kovulmamış ilk hali g...