OLCAY
Karşımda gördüğüm manzaradan dolayı neredeyse şaşkınlıktan çığlık atıcaktım.
Karşımda bir tablo duruyordu tablodaysa kıvırcık kızıl saçlı, ela gözlü güzeller güzeli meleğim vardı.
"M-meleğim?!ŞEVVAL! "
"Onu tanıyor musun Olcay?"
"E-evet Profesör o benim en yakın arkadaşım ana sınıfından beri beraber büyüdük. En son okulda beraber yemek yiyorduk sonrasını zaten biliyorsunuz....
Göğün çocukları... bir gün aniden belirip Tenebris'le yapılan savaşta insanlığın yanında yer alıp kazandılar.... Tenebris yani karanlık... Vampirler, büyücüler... Şevval...Fatih.FATİH!Tabi ya!Eğer aynı zamanda portaldan geçtiğim arkadaşlarım benim yanımda değilde siz benim yanımdaysanız oğlunuz da arkadaşlarımın yanındadır Profesör! Öyleyse geri dönmüşler, çok şükür Allah'ım. O saati bulup bizde geri dönmeliyiz ama Şevval'in resmini kim çizdi? Buga Kağan? Belki de Tenebris ordusundan biri? Ya da bizim gibi portaldan geçen başka biri...."
"Olması mümkün. Eğer portaldaki zamanlar karıştıysa metafizik etkisiyle bu mümkün bir olasılık. Eğer korne partalar ve asteoransialar da hiponertoik prizenler oluşmuşsa ya da prizenler yerine hansociponer oluşmuşsa portalın kozmik zaman dilimini değiştirmiştir böylece-"
"Profesör."
"Arkeriaların etkisiye aynı portalın-"
"Profesörrr."
"İçine girmiş olsakta farklı zamanlara geldik."
"PROFESÖÖÖÖÖRRR!"
"Ne oldu bir şey mi demiştin?"
"Evet. Anladığım dilden konuşsanız çok memnun olurum diyorum. Tabi sizin içinde uygunsa."
Profesör'ün açıklamasından anladığım tek şey makinada olan hasar sebebiyle arkadaşlarımdan ayrı kaldığımdı. Konuşmamız boyunca yanımızdaki insanları unutmuştuk. Sanki iki farklı dünyaların insanlarıymışız gibi aramızda bir çizgi vardı. Öyleydi de aynı dünyanın insanıydık ama farklı zamanlara aittik. Belkide bu yüzden birbirimize bu kadar yabancı hissediyorduk kendimizi. Aslında kendimi kendime bile yabancı hissediyordum. Özelliklede yazıları okumayı bitirdikten sonra zihnimden geçen düşünceleri umursamadan söylüyordum. Belki de yakın olduğum insanların iki yüzlü olduğumu öğrenmesinden korkuyordum. Söylediklerim ve aklımdan geçenler çok zıtlardı. İnsanlar duymak istedikleri şeyleri sözlemediğiniz zaman sizi adam yerine bile koymuyordu. Herkes duymak istediklerini konuşsun istiyorlardı. Böyle bir dünyada yaşamak bizi iki yüzlü yalancılara çevirmişti. Çok sevdiğim bir öğretmenimin klasikleşen bir sözü vardı.
"İnsanların düşüncelerinle oynamasına izin verme. Onlar senin için değişiyorlar mı ki sen onlar için değişeceksin? Zayıf, kilolu, uzun, kısa, güzel, çirkin,iyi veya kötü dünyada çok insan var. Seni değiştirmeye çalışanı değil senin farklılığın için değişeni yanında tut."
Sesin güzel değilse şarkı söyletmezler, sakar biriysen beceriksiz derler. İnsanlar o kadar acımasızki kendi kusurunu örter başkasınınkileri deşer.
Ben gerçekten geri dönmek istiyor muyum?
Hayır.
İstemiyorum.
O dünyayı sevmiyorum.
Korkuyorum. İnsanlar çok cani.
Ama özlüyorum.
Annem... Babam... Kardeşim... Arkadaşlarım...Hayallerim..
Sevdiğim herkes orada geri dönmek zorundayım. Sevmediğim şeyler var olabilir ama sevdiklerim de orada. Ait olduğum yer burası değil.
" Olcay kızım iyi misin niye ağlıyorsun? "
"Hı? Ne? Niye akmaya devam ediyor ki?"
Profesör bana seslenene kadar ağladığımın farkında bile değildim. Niye ağladığıma da bir anlam verememiştim. Normalda nerdeyse hiç ağlamayan biriyimdir ama yıllardır içime attığım duygular birden boşalmıştı.
"Anne. Annemi çok özlediiiiiim.Çok yoruldum. "
* * *
Olcay ve Profesör diğerleriyle mağarada oldukları sırada büyücü Sonya dört safkan vampirinde yardımıyla büyük bir ordu oluşturmuştu. Ordunun çoğu kan emenlerden oluşuyordu. Tenebris ordusu tekrar kurulmuştu ve bu sefer onları durduracak göğün çocukları burada değildi. Sonya bu savaşın kendi leyhlerine sonuçlanacağından emindi. Göğün çocuklarından geriye kalan gücünün sınırını bilmediği kıymetli eşyalarda ondaydı. Sonya'ya göre insanlar aç gözlü, çıkarcı ve iğrenç yaratıklardı. Hiç bir güce sahip olmadıkları halde kazanmaya takıntılılardı ve güç elde etmek istedikleri için yüzyıllardır barış içinde yaşadıkları Tenebrisliler'e savaş açmışlardı. İnsanlar hep en üstün olmaya çalıştıkları için olmuştu her şey. Savaş her iki taraf içinde büyük kayıplara neden olmuştu. Savaşı ilk insanlar başlatmıştı öyleyse neden şimdi Tenebris başlatmasın diye düşünüyordu. Önünde duran yüzlerce kan emene bakarken Areas yanına gelmişti. Areas dört safkan arasında insanlardan en çok nefret eden kişiydi. En çok güvendiği kişi olan abisini bile kandırmayı başarmışlardı.
"Bu gece Atlantis'in yıkımı olacak. Sen hazır mısın büyücü?"
"Hazırım Areas hemde hiç tahmin edemeyeceğin kadar."
* * *
OLCAY
Ağlamam durduğunda Profesör diğerlerine bir şeyler anlatıyordu. Kendi sesim yüzünden ne konuştuklarını duymamıştım ama şimdi benim hakkımda konuşuyorlardı. Ayağa kalkıp yanlarına yaklaştım. Nedense içimde bugün kötü şeyler olmaya devam edecekmiş gibi bir his vardı ve hislerim genellikle doğru çıkardı. Kimisi buna kadın içgüdüsü derdi. Ulu Bilge ile göz göze geldiğimizde konuşmaya başladı.
"Göğün çocuklarını nasıl tanıyorsun? Yüzyıllar önce buraya geldiler."
"Mu'daki zaman buradakinden çok farklı Ulu Bilge. Göğün çocukları dediğiniz kişiler benim beraber büyüdüğüm çok yakın arkadaşlarım. Onlardan Mu'da ayrılalı daha bir ay oldu ama burada yüzlerce yıl geçmiş."
"Ağlaman bittiyse anlatacağın şeyler olmalı."
Göktuğ. Şu sarı kafa... Sinirlensemde haklıydı bir açıklama bekliyorlardı. Olaya onların gözünden baktığımda hiç tanımadıkları halde yardım ettikleri iki insanın ihanet etmesinden korkuyorlardı. Üstelik biri çoktan yalanlarına inandırmıştı.
"Haklısınız. Her şeyi anlatmaya başlamadan önce Tenebris ordusunun yeniden kurulduğunu hatırlatmak istiyorum. Adım Olcay sizin gibi sıradan bir insanım tabi yaşadıklarım hiç de sıradan şeyler değiller. Göğün çocuklarının arkadaşıyım, yanlarına geri dönmenin bir yolunu arıyorum ve buldum. Tahmin edeceğiniz üzere bu gördüğünüz kişi gerçek dedem değil ama çok saygı duyduğum bir büyüğüm. Öncelikle konuştuğumu saklamamın nedeni ben Profesör kadar iyi konuşan biri değilim sizin düşman ya da dost olduğunuzu anlamadan yanlış şeyler konuşup başımı belaya sokabilirdim. Dost olduğunuzu anladıktan sonra konuşmamamın sebebi ise Börü Han'ın emriydi. Bu yazıları siz okuyamıyorsunuz ama Mu'da kullandığımız yazı olduğu için okuyabileceğimi düşündüm ancak harfler şifrelenmişti. Bu yüzden yazıları okuyana kadar konuşmazsam zaman kaybetmezdim. İşte böyle."
"Peki ya yangın? Ailenin ölümü? Onlarda mı yalandı?"
Hayal kırıklığı sesinden belli olan Çakır'a baktım. Karaca da koyu, derin bir boşluğa benzeyen gözleriyle bana bakıyordu.
"Evet. Ailem Mu da ve yanlarına dönmeye çalışıyorum."
"Elindeki yanık izi de sahte mi?"
Göktuğ tek kaşını kaldırmış sağ elime bakıyordu. Gülümseyerek sol elimle tuttuğum sağ elime baktım. Oradaydı. Ben kendimi bildim bileli hep orada olmuştu.
"Yanık izi gerçek ben bebekken olmuş. Sorularınız bitti mi?"
Yemek yemek gibisi yoktu. Tabi sofrada rahatça yemek yiyen bir tek bendim. Herkes derin düşüncelere dalmıştı. Ben de burada hergün et yemeye kötü alıştım. Neyse bir daha nerede bulacağım ki yiyeyim gitsin.
Zaten yemezsem yakında açlıktan bayılırım herhalde. Tam gözüme kestirdiğim muhteşem ötesi eti alacakken başka bir el benden hızlı davrandı. Elin sahibine baktığımda eti çoktan ağzına atmıştı. Yüzüme bakıp sırıttı. Bilerek yapmıştı. Yine de kızmadım en azından eskisi gibi boğazıma kılıç dayamıyordu.Kuzudan başka bir et parçası kopardıktan sonra ağzıma koymuştum ki Börü Han şimdi ne yapacağımı sormuştu.Elbette önceliğim köstekli saati bulup geri nasıl döneceğimi bulucaktım.Profesör de benimle aynı fikirde gibi görünüyordu.Derin bir nefes verip konuşacağım sırada nöbetçi alp içeri girdi. Atlantis'ten haberci gelmişti ve hiçte iyi haberler getirmemişti. Tenebris, Atlantis'i ele geçirmişti.