KOYU LÂCİVERT SEVDA

By Asli_Han1453

9M 523K 292K

Bir asker ve yârinin hikâyesi... "Bu sevda Bende bittiğinde Sende başlarsa, Seni asla affetmem." "Akif Karan... More

LÂCİVERT | TANITIM
LÂCİVERT | GİRİŞ
LÂCİVERT | BİRİNCİ BÖLÜM ♤ ZEMHERİ
LÂCİVERT | İKİNCİ BÖLÜM ♤ MÂVERA
LÂCİVERT | ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ LÂL
LÂCİVERT | DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ AFİTAP
LÂCİVERT | BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ EFGAN
LÂCİVERT | ALTINCI BÖLÜM ♤ MÜPHEM
LÂCİVERT | YEDİNCİ BÖLÜM ♤ KAR ÇİÇEĞİNİN MÂTEMİ
LÂCİVERT | SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ YARA BANDI
LÂCİVERT | DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ LÂCİVERT SEVDAYA DÜŞEN İLK CEMRE
LÂCİVERT | ONUNCU BÖLÜM ♤ PENCERE DEMİRLERİNDE AÇAN GÜLLER
LÂCİVERT | ON BİRİNCİ BÖLÜM ♤ ACIYA BOĞULAN LÂCİVERTLER
LÂCİVERT | ON İKİNCİ BÖLÜM ♤ DİZ KAPAKLARINDAN ÖPÜLEN KADIN
LÂCİVERT | ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ YAPRAKLARINI DÖKEN ÇINAR AĞACI
LÂCİVERT | ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ YANIMDA KAL, ÇOK GEÇ RASTLADIM SANA
LÂCİVERT | ON BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ SENDEN ÖNCESİ HARDI SONRASI YANGIN
LÂCİVERT | ON ALTINCI BÖLÜM ♤ LÂCİVERT GÖKYÜZÜNDEN DÜŞEN KAR ÇIÇEKLERİ
LÂCİVERT | ON YEDİNCİ BÖLÜM ♤ EVVELİM SEN OLDUN, AHİRİM SENSİN
LÂCİVERT | ON SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ LÂCİVERT GÖZ ÇEMBERİNDE ÇİÇEKLER AÇTIRAN KADIN
LÂCİVERT | ON DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ KURT VE ATEŞE UÇAN USLANMAZ KELEBEK
LÂCİVERT | YİRMİNCİ BÖLÜM ♤ BİR GÖNLE İKİ SEVDA SIĞDIRAN KADIN
LÂCİVERT | YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM ♤ DARGIN
LÂCİVERT | YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM ♤ EVİM ŞU GÖĞSÜNDÜR
LÂCİVERT | YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ KARAYEL FIRTINASINA TUTULAN MOR MENEKŞELER
LÂCİVERT | YİRMİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ DİŞİ KURT
LÂCİVERT | YİRMİ BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ DÜŞ KUYTUSU
LÂCİVERT | YİRMİ ALTINCI BÖLÜM ♤ ÇAKALIN PENÇESİNE HAPSOLAN YARALI ANKA
LÂCİVERT | YİRMİ YEDİNCİ BÖLÜM ♤ ASKER YOLU
LÂCİVERT | YİRMİ SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ VEDA BUSESİ
LÂCİVERT | YİRMİ DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ GECEYE SIĞINMA TALEBİ
LÂCİVERT | OTUZUNCU BÖLÜM ♤ GÖNLÜMDE TÜTÜYORSUN, ASKERİM
LÂCİVERT | OTUZ BİRİNCİ BÖLÜM ♤ SERDENGEÇTİ
LÂCİVERT | OTUZ İKİNCİ BÖLÜM ♤ HASBELKADER
LÂCİVERT | OTUZ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ ŞAİRİN MÜREKKEBİ TÜKENDİ, KALEM KIRILDI
LÂCİVERT | OTUZ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♡ KAN KOKAN KIZIL GONCA
LÂCİVERT | OTUZ BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ GÜZ DÖNÜMÜNDE AÇAN SARDUNYALAR
LÂCİVERT | OTUZ ALTINCI BÖLÜM ♤ HARABE
LÂCİVERT | OTUZ YEDİNCİ BÖLÜM ♤ LÂCİVERT GÖĞÜN KOYNUNDA
LÂCİVERT | OTUZ SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ ALTIN KAFESE HAPSOLAN SERÇE
LÂCİVERT | OTUZ DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ GİRİFT
LÂCİVERT | KIRKINCI BÖLÜM ♤ KANADI KIRK YERDEN KIRILMIŞ GÜVERCİN
LÂCİVERT | KIRK BİRİNCİ BÖLÜM ♤ LÂCİVERT HAYALLER
LÂCİVERT | KIRK İKİNCİ BÖLÜM ♤ EFSUN
LÂCİVERT | KIRK ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ SİYAH BEYAZ GÜLLER PART I
LÂCİVERT | KIRK DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ LÂCİVERT BİR GECE PART II
LÂCİVERT | KIRK BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ GÜNEŞE TUTULAN KARANLIK
LÂCİVERT | KIRK ALTINCI BÖLÜM ♤ MUTLULUĞA DÜŞEN GÖLGELER VE İZLERİ
LÂCİVERT | KIRK YEDİNCİ BÖLÜM ♤ HÜZÜN YÜKLÜ BULUTLAR
LÂCİVERT | KIRK SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ GELMEMEYE GİDİŞLER & BAZI KAVUŞMALAR
LÂCİVERT | KIRK DOKUZUNCU BÖLÜM ♤SICAK BİR YUVA & KIRILAN BİR KALP
LÂCİVERT | ELLİNCİ BÖLÜM ♤ GÖLGELER & KARANLIĞIN İZLERİ
LÂCİVERT | ELLİ İKİNCİ BÖLÜM ♤ SAKLI ARZULAR
LÂCİVERT | ELLİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ AŞKA TUTSAK EDİLEN DÜŞLER
LÂCİVERT | ELLİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ BİR KURŞUNA SIĞDIRILAN HAYATLAR
LÂCİVERT | ELLİ BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ ACIYI SEVMEK
LÂCİVERT | ELLİ ALTINCI BÖLÜM ♤ ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER
LÂCİVERT | ELLİ YEDİNCİ BÖLÜM ♤ KAHRAMAN
LÂCİVERT | ELLİ SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ YÜREĞE İŞLENEN KORKU
LÂCİVERT | ELLİ DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ GERİ SAYIM; TİK TAK TİK TAK
LÂCİVERT | ALTMIŞINCI BÖLÜM ♤ BİZİMKİSİ BİR AŞK HİKÂYESİ
LÂCİVERT | ALTMIŞ BİRİNCİ BÖLÜM ♤ SAVRULAN KÜLLER
LÂCİVERT | ALTMIŞ İKİNCİ BÖLÜM ♤ GECESİ ZEHROLAN BİR GÜNE UYANIŞ
LÂCİVERT | FİNAL ♤ KOYU LÂCİVERT BİR GECE & AY TUTULMASI
Özel Bölüm | Duha & Göktürk I
Özel Bölüm | Akif Karan & Berceste I
Özel Bölüm | Duha & Göktürk II
Özel Bölüm | Akif Karan & Berceste II

LÂCİVERT | ELLİ BİRİNCİ BÖLÜM ♤ SESSİZLİĞE GÖMÜLEN VEDALAR

108K 6.9K 2.8K
By Asli_Han1453

Merhaba,

Uzun bir aradan sonra nihayet bölümü tamamlayabildim. Umarım keyifle okursunuz.

İlk kısımda Göktürk ve Duha var. Okumak istemeyen atlayabilir. Kalın yazılardan itibaren Akif Karan ve Berceste'nin sahneleri başlıyor.

Her gün onlarca yb mesajı alıyorum ama yb isteyen profillerin bir tane yorumuna rastlayamıyorum... En azından bir tane görüş belirtebilirsiniz.

Oy vermeyi unutanlardan ricam önceki bölümleri ve elbette bu bölümü oylamaları. Kitabımız listelere ancak bu şekilde girebilir. Yorumlar zaten söylemiyorum bile. İlgi olmazsa erken finale gideriz, çünkü siz hevessiz olunca ben de yazmak istemiyorum.

Bu satıra bir kalp alabilir miyim 🖤

ELLİ BİRİNCİ BÖLÜM

SESSİZLİĞE GÖMÜLEN VEDALAR

Yazar Anlatımı 9 Yıl Önce...

Zuhal hanım son bir haftadır Duha'nın kahvaltıya gelmediğini hatta birkaç gündür yalıya adım atmadığının farkındaydı. Şüpheli bakışları tabağındaki peyniri didikleyen oğlunu bulduğunda aralarında bir sorun olduğunu anlamıştı. Çünkü birkaç gündür Göktürk'ün de morali bozuktu. Keyifsiz görünüyordu.

Ortaokuldayken oğlunun Duha'yla yedikleri içtikleri ayrı gitmezken lise ikinci sınıfa geçtikten sonra eskisi kadar yan yana gelmediklerinin bilincindeydi kadın. Bu uzaklaşmayı büyümelerine vermişti ama son günlerde arada büyük bir problem olduğu belliydi.

Bakışlarını direkt olarak Göktürk'e sabitledi. "Göktürk,"

Annesinin ismiyle seslenişi onu dalgınlığından kurtarırken didiklediği peyniri rahat bırakarak çatalı tabağın kenarına bıraktı. "Efendim anne,"

"Duha bir haftadır bizimle kahvaltı etmiyor,"

Göktürk duyduğu isimle omuzlarını gerdi. Alt dudağını kemirmeye başlarken hafta sonu tatilini ailesiyle birlikte geçirmek için harp akademisinden gelen Akif Karan annesinin konuşmasına katıldı.

"Bana da cuma akşamı kapıda hoş geldin, deyip gitti. Normalde yanımızdan ayrılmazdı," kardeşine hayırdır der gibi bakınca Göktürk sinirlendi. Son günlerde herkes üstüne gelmeye başlamıştı. Herkes Duha'nın avukatı kesilmişti.

"Aranızda bir problem mi var anneciğim?"

"Nereden bileyim ben ya? Onun bekçisi miyim?"

Zuhal hanım ve Akif onun bu sert tepkisini garipsemişti. Göktürk'ün ani çıkışıyla Akif düz bir sesle konuştu.

"Göktürk sana normal bir soru sordu annem. O sesin bir daha yükselirse, kesmesini bilirim,"

"Bana onu sorup durmayın o zaman sizde!"

"O dediğin kız, bizim kardeşimiz. Düzgün konuş, ayağımın altına almayayım,"

Göktürk öfkeyle oturduğu sandalyeden kalkıp ellerini masaya vurdu. Hızlı soluk alıp verişlerinin etkisiyle kızaran suratı ve genişleyip sönen burun kanatlarıyla tüm bedeni öfkeyle kasılıyordu. "Duha benim kardeşim falan değil! Benim bir tane abim var o da sensin." konuşmaya son noktayı koyarak büyük adımlarla yemek salonunu terk etti.

Oğlunun asabi tavrına, Zuhal hanım iç geçirdi. "Belli ki kavga etmişler,"

Akif Karan, annesinin düşünceli ifadesiyle olgun bir biçimde konuştu. "Onunla konuşurum. Ergenliğini biraz ağır geçiriyor ama duracağı yeri bilsin. Duha bizim için değerli biri. Zaten özel durumu onu yeterince üzüyor,"

Zuhal hanım oğlunun elini tuttu. "Gönlü güzel oğlum benim. Sen konuşursan, dinleyecektir. Bugünlerde yine babasıyla ilgili sitem edip duruyor."

Akif Karan onun babası gibiydi. Göktürk ne yazık ki babasını hiç görememişti ve daima eksikliğini hissetmişti. Hırçın bir çocuktu.

Akif Karan kahvaltıdan sonra kardeşinin odasına çıkmıştı. Kapıyı tıklatarak içeriye girdiğinde Göktürk bilgisayarın başında oyun oynuyordu. Abisini görünce oyunu durdurdu. Akif tek kişilik yatağın üzerine oturduğunda Göktürk döner sandalyeden kalkmadan yönünü abisine çevirdi.

Akif Karan, kardeşinin yüzünü izlerken, "Neyin var aslanım?" dedi eğip bükmeden.

Göktürk pantolonunun sert kumaşını tırnağıyla ezerken omuzlarını yorgunca düşürdü. "Bir şeyim yok,"

Akif elini kardeşinin omzuna koydu. Başını Göktürk'ün eğdiği suratını görme ümidiyle öne doğru uzattı. "Sorun neyse söyle, bir hâl çaresi bulunur,"

Göktürk duygusuzca güldü. "Babamı geri getirecek bir çare var mı?"

Boğazına sert bir yumru oturan Akif hissettiği çaresizlikle gözlerini kapayıp açtı. "Babamızı mı özledin?" sorduğu soru dilinde acı bir tat bırakmıştı. Babasını o da çok özlüyordu.

Göktürk nemlenen kirpiklerini hızla kırptı. "Nasıl dayanıyorsun abi?" ellerini yumruk hâline getirdi. "Hiç dönmeyecek birini nasıl bu kadar özleyebiliyoruz?" sesi titremeye başlarken konuşması gitgide cılızlaştı. "Neden babamız bizi bu kadar erken bıraktı ki..."

Akif Karan bir çocuk gibi oturduğu yerde küçülen kardeşine sarıldı. Yirmi yaşındaydı. O da çok büyük sayılmazdı. Babasızlığı iliklerine kadar yaşamıştı.

Kardeşine babalık yapmaya çalışıyordu. Annesinin omuzlarına yüklenen yükleri gocunmadan sırtlıyordu.

Babasının eksikliğini kapatmak isterken en çok kendisi yıpranıyordu ama bundan hiç şikâyet etmiyordu. Çünkü bu hayatta annesinden ve kardeşinden başka kimsesi yoktu.

Onlara sahip çıkmaktan başka bir şey düşünemiyordu. Babasını çok erken kaybetmişti ve yine birilerini kaybetmekten ödü kopuyordu.

"Senin yaşlarındayken ben de hep kendime bu soruyu sordum. Bir kez de görsek, on kez de o bizim babamız Göktürk. Yaşasa da babamız..." kardeşinin sarsılan omuzlarını daha sıkı sardı. "Yaşamasa da babamız."

Hafta sonu hızla geçip hafta başı geldiğinde okul için hazırlanılmıştı. Göktürk yalının bahçesinde müştemilatın olduğu kısma doğru küçük adımlarla ilerliyor, Duha'nın evden çıkmasını bekliyordu.

Duha kapıdan çıkmadan önce annesinin yanaklarını öptü. "Allah zihin açıklığı versin güzel yavrum," dedi annesi Hasibe. Duha annesinin güzel dileklerine gülümseyip ayakkabılarını giydi. Siyah okul çantasının saplarını omuzlarına geçirdi. Aksayan adımlarla kapının bitişiğindeki üç basamaklı merdiveni yavaşça tamamladı. Çimlerin arasından bahçe kapısına uzanan uzun ince taş yolu takip etti.

Duyduğu adım sesleriyle başını kaldırıp karşısına baktığında onun olduğu yere doğru gelmekte olan Göktürk'ü gördü.

O malûm konuşmadan sonra karşısına çıkmamıştı. Bunun için büyük özen göstermiş, Akif abisini bile bir kez görebilmişti.

Konuşmak istemediğinden görmemezlikten gelerek bahçe kapısının önünde bekleyen arabaya yöneldi.

"Duha konuşabilir miyiz?" Göktürk'ün seslenmesiyle durmak zorunda kaldı. Yüzünü ona çevirmeden olduğu yerde beklemeye başladı. Göktürk karşısına geçtiğinde nihayet ayakkabılarını izlemekte olan bakışları yukarıya çıktı.

Göktürk kabul etmek istemese de Duha'yı özlemişti. Genç kızın omuzlarına doğru bukle bukle inen sarı saçlarını, gür kirpiklerinin arasında parlayan masmavi gözlerini seyre dalmamak için zor duruyordu.

Elini okul üniformasının lâcivert rengindeki pantolonunun cebine atıp umursamaz olmasını umduğu bir ses tonuyla sordu. "Kahvaltıya neden gelmiyorsun?"

Duha onun umursamaz sarf ettiği konuşmayla sinirlerinin gerildiğini hissetti. "Kahvaltımı annemle birlikte erkenden yapıyorum," diye kısaca açıkladı.

Duha'nın annesinin mutfaktaki işleri halletmek için kalktığı saati kulaktan dolma şekilde bilen Göktürk'ün kaşları çatıldı. Duyduğuna göre kadın çok erken kalkıyordu. Duha o saate uyanıp nasıl gün boyu derslerde uykusuzluktan sızmadan durabiliyordu ki?

"Sebep?"

Omuzlarını silkti. "Bir sebebi yok,"

Göktürk'ün gözleri kısıldı. "Dikkat çekmek için mi yapıyorsun?"

Duha bir an için söylediği şeyi anlamlandıramadı. "Ne diyorsun Göktürk?" sertçe çıkışmıştı. "Ne söylemek istiyorsan açıkça söyle. Kıvranıp durma!"

Duha'nın öfke saçan gözlerinin içine bakarak tane tane konuştu. "Seninle eskisi gibi olmamız için yapıyorsan boşuna uğraşma,"

Kalbi camdan olsaydı şayet, tuz gibi dağılırdı. Göğsünün ortasına sert bir yumru oturdu genç kızın.

"Öyle bir şeyi artık istemiyorum. Benden ne kadar uzak olursan, o kadar iyi."

Arkasını dönerek kapıya doğru aksayan adımlar attı. Bir an önce ondan uzaklaşmak istiyordu bu yüzden ayağının ağrıyacağını bile bile hızla yürüdü.

Yanaklarına süzülmeye başlayan yaşlar yüzünden bulanık görmesi cabasıydı. Şoförün açtığı kapıdan arabaya bindiğinde kendini daha da berbat hissetti.

Kendini artık bu evde, tüm bu imkânların içinde fazlalık gibi hissetmeye başlamıştı. Göktürk, ona bunu hissettirmeye başlamıştı.

Göktürk saatler önce yaptığı konuşmanın kalbinde yaptığı baskıyla başa çıkmaya çalışırken tenefüste kantinde tost sırasında beklerken öndeki kızların konuşması dikkatini çekti. "Sanırım ayağına çok yüklenmiş bugün. İlk dersten beri acı çekiyor. Revire götürmek istedim ama kabul etmedi,"

Çaktırmadan, konuşan kızların yüzüne bakmaya çalıştı. İkisinin de Duha'nın yakın arkadaşları olduğunu görünce kimden bahsettiklerini anlamış oldu.

İçinde beliren sıkıntıyla sıradan ayrıldığında Kerim ve Faruk arkasından seslendi. "Nereye lan?" "Ne oldu oğlum?" onları duymamıştı bile.

Merdivenleri ikişer ikişer çıkıyor, endişesi her adımda biraz daha katlanıyordu. Duha'nın sınıfının önüne geldiğinde kapının açık olduğunu gördü. Kapının eşiğinde durup sınıfı kolaçan ettiğinde Duha'nın bomboş sınıfta, pencere kenarındaki sırada tek başına oturuyor olduğunu gördü.

Duha ayakkabılarını çıkararak bacaklarını sıranın üzerine uzatmıştı. Yüzünde çektiği ağrıyı belli eden bir ifade vardı.

Göktürk hızla Duha'nın sırasına ilerledi. "Çok mu ağrın var Duha?"

Karşısında görmeyi beklediği en son insan belirdiğinden Duha oldukça şaşkındı.

Rahatsızca ayaklarını sıradan indireceği an Göktürk genç kızın ayak bileklerini kavrayarak onu engelledi. "Dur böyle,"

Ayak bileklerinde hissettiği ellerle iyice gerilen Duha, "İyiyim sorun yok. Her zaman ki ağrılar işte," dedi geçiştirerek.

Göktürk ise oldukça ciddi bir tavırla onun ayaklarına bakıyordu. "Revire gidelim, ağrı için merhem verirler,"

Göktürk'ün bir an da değişen tavrı yüzünden bocalayan Duha nazikçe boğazını temizledi. "Yanımda merhem var. Öğle arasında soyunma odasında süreceğim,"

Göktürk duyduklarıyla sitem edercesine konuştu. "Daha ikinci teneffüsteyiz Duha. Öğle arasına kadar nasıl dayanacaksın,"

Tıpkı önceden olduğu gibi ilgi doluydu. Duha gözlerini kucağındaki ellerine indirdi. "Dayanırım, zaten birazdan zil çalacak."

Göktürk sıranın masasını öne doğru itekleyerek ikisinin arasına girdi. Kollarını Duha'nın bacaklarının altından ve belinin arkasından geçirerek genç kızı çevik bir hareketle kucağına aldı.

Duha bir an da havalanan bedeni sebebiyle korkmuştu. Kalbi güm güm çarparken nefes almadan konuşmaya başladı. "Göktürk ne yapıyorsun? İndir beni! Okuldayız, farkında mısın?"

Göktürk onu duymuyordu bile. Genç kızın çantasını kucağına bırakarak sınıftan çıktı. Adımları onları kapalı basketbol sahasına götürürken üzerlerine çevrilen şaşkın bakışlardan utanan Duha başını bile kaldıramıyordu.

Soyunma odalarının olduğu kapıya yöneldiklerinde Duha, "Tamam indir beni. Gerisini kendimi hallederim," dese de Göktürk kendi bildiğini okumuştu.

Boş olan soyunma odasına girerek kapıyı kilitledi. Duha irileşen gözleriyle Göktürk'e bakıyordu ama genç çocuk bu bakışları umursamıyordu bile.

Duha'yı odanın ortasındaki soyunma odası bankına oturttu. Kendisi de hemen onun yanındaki boşluğa yerleşerek Duha'nın ayaklarını bacaklarının üzerine uzattı.

Duha aniden yaşadıkları tüm bu şeyleri sindirmeye çalışırken bir de ayaklarını Göktürk'ün kucağında görünce iyice utanmıştı. Ayaklarını kendine çekmeye çalıştı. "Göktürk bıraksana,"

Göktürk, "Merhemi ver," deyince kaşları çatıldı.

"Kendinle çelişiyorsun yapma. Buraya kadar getirdin, teşekkür ederim ama daha fazlasına gerek yok,"

"Ayağın benim yüzümden ağrıdı. Telafi etmek istiyorum,"

Duha burnundan güler gibi bir ses çıkardı. "Tahmin etmiştim. Günah çıkarmak için yapıyorsun ama istemiyorum."

Yüzü yaptıklarının utancıyla kızaran genç çocuk içten bir ifadeyle kendini açıklamaya çalıştı. "Amacım bu değil, gerçekten Duha. Canının yanmasına dayanamıyorum, bunu biliyorsun."

"O eskidendi. Biz küçükken hani. Şimdi büyüdük, bana acımana ihtiyacım yok."

Göktürk suratına çarpılan kendi laflarıyla sertçe yutkundu. Hak etmişti. Duha ne dese haklıydı.

"Sana acımıyorum. Duha lütfen," dedi yalvarır gibi. "Daha çok acı çekeceksin. Merhemi sürelim, bitsin şu ağrı."

Genç kız sessiz kalırken Göktürk çantanın ön gözündeki merhemi çıkardı. Her zaman çantasında taşırdı. Küçüklüğünden beri...

Duha'nın diz kapağına kadar uzanan çorabını çıkardı. Merhemden bir miktar eline sıkarak ayak bileğinden başlayarak masaj yapmaya başladı.

Duha sessizce Göktürk'ü izliyordu. Konsantre bir biçimde ayağına masaj yapıyordu. Masajın etkisiyle bacak kaslarındaki gerilme azalmıştı.

"Bir daha ne olursa olsun kendine zarar verecek kadar ayağına yüklenme, Duha."

"Buradan çıktığımızda bana yine yabancı gibi davranacaksın değil mi Göktürk?"

Göktürk kalbine ok gibi saplanan soruyla başını kaldırıp Duha'ya baktı. Genç kızın yaşlarla kaplı gözleri ve her an ağlayacakmış gibi titreyen çenesini gördüğünde ellerinin hareketi duraksadı.

"Arkadaşlar birbirlerinin iyiliğini düşünür. Ben her zaman senin mutlu olmanı istedim. Bunu ailem sizin evinizde çalıştığı için söylemiyorum. Gerçekten senin ve ailenin her zaman mutlu olmasını tüm kalbimle diliyorum," başını kucağında oynadığı ellerine indirdi. "Ama eğer varlığım seni mutsuz ediyorsa gerçekten bu okuldan giderim Göktürk. Arkadaşlarının alaylarına bile alıştım ama senin bana olan bu... Bu iyi hissettirmeyen davranışlarına alışamadım. Ben sana ne yaptım ki bir an da bu kadar nefret etmeye başladın?"

Her kelime kalbini acıtırken Göktürk dudaklarını birbirine bastırdı. "Senden nefret etmiyorum Duha. Sen benim... Sen benim arkadaşımsın,"

Genç kız ellerini iki yana açtı. "O zaman neden böyle davranıyorsun?"

İyice köşeye sıkıştığını hisseden Göktürk elini ensesine atarak boynunu ovuşturdu. "Ben... Sana kötü hissettirmek istemiyorum. Sadece artık sınıflarımız farklı. Arkadaşlarımız da öyle. Bu yüzden eskisi kadar vakit geçiremiyoruz,"

"Bu bana kötü davranman için bir sebep değil ama,"

"Ben... Biz..." yutkunuşları boğazına adeta çakılmıştı.

Duha onun kem küm etmesiyle iyice kendini kötü hissetmeye başladı. "Anladım," deyip ayaklarını yavaşça kendine çekip tabanlarını yere bastı. "Sorun değil, alıştım zaten." ayakkabılarını giydikten sonra çantasını da alarak hızla soyunma odasını terk etti.

Duha'nın gidişiyle Göktürk sinirle yumruklarını sıktı. Kalbi son zamanlarda hep olduğu gibi Duha'nın yanında çok yoğun çarpmaya başlamıştı. Avuç içini göğsünün üzerine bastırdı. "Duha benim kardeşim değil..." dedi sessiz bir mırıltıyla. "Biz sadece birlikte büyüdük."

♤♤

Günümüz...

Dolunayın aydınlattığı gecenin altında nöbet tuttukları arazinin bir köşesinde kumanya ile karınlarını doyurmuş, gün doğumunu bekliyorlardı.

Üç gündür evlerinden, ailelerinden uzaktaydılar. Teröristlerin askeri bir araca düzenledikleri silahlı saldırı sonucu peşlerine düşmüşlerdi. Şu an bulundukları mevkiye kadar takip etmiş ancak bir süre sonra izlerini kaybetmişlerdi.

Argun, ortamdan tamamen soyutlanarak gözleri dalgınca tan yerine odaklanmış olan Akif'in yanına oturarak sırtını arkalarında kalan kaya parçasına yasladı. Bacaklarını öne doğru uzatarak bir ayağını diğerinin üstüne atıp rahat bir pozisyon aldı.

"Sorun ne kardeşim? Üç günden beri keyifsizsin," diğer arkadaşlarının duymayacağı bir ses tonuyla konuşmuştu.

Uykusuzluğun verdiği agresiflikle timden kimsenin en ufak bir yüksek sese tahammülü kalmamıştı. Üst üste gelen operasyonlardan ötürü psikolojik olarak yıpranmışlardı. Her an patlamaya hazır bomba gibi geziyorlardı.

Akif, Argun'un konuşmasıyla elini başındaki bordo rengindeki bereye atıp çıkardı. Bugün hava çok sıcaktı. Saç dipleri terlemişti. Parmaklarını nemli saçlarının arasına sokarak kısa tutamları karıştırdı. Yüzünde sıkıntılı bir ifade belirmişti.

"Buraya gelmeden önce Berceste'yle tartıştık biraz. Gece yarısı operasyon emri gelince vedalaşamadan karargaha geçtim. Aklım onda kaldı,"

Argun ufuk çizgisinde gezdirdiği keskin bakışlarını Akif'in üzerine tuttuğunda arkadaşının üzüntüsünü ve pişmanlığını ayan beyan görebilmişti. "Yine aynı mevzu mu?"

Akif Karan bu konuyu konuşmaktan bıktığından yalnızca başını onaylar mahiyette salladı.

Argun tıpkı onun gibi gözlerini karşısına dikti. "Berceste haklı, Akif,"

Akif Karan en yakın arkadaşından duymayı beklemediği kelimeleri işitince hızla kaşlarını çattı. "Sen de başlama Argun. Bu konu zaten yeterince beynimi sikiyor. Aynı şeyleri tekrar tekrar duymak canımı sıkmaya başladı,"

"O herifin arkası sağlam, aslanım. Görevden ihraç edilmesi bile aylar sürdü. Bırak bu konuyla yetkili birimler ilgilensin. Sen Arda'nın dosyasını irdeledikçe yüzbaşı rahat durmayacak. Senin başın yanacak. Bir şerefsiz için mesleğinden olmaya, en önemlisi de karını üzmeye değer mi?"

Argun'un her kelimesinde damarlarında gezen öfke şiddetlenmiş ve burnundan solumaya başlamıştı. Kimse onu anlamak istemiyordu.

Dişlerini birbirine bastırdı. Yüzündeki her kas gerilmiş, suratı ürkütücü bir ifadeye bürünmüştü.

"Değmez," dedi sinirle. "Benden başka kimsenin umrunda değil Argun, görmüyor musun? O tecavüzcü orospu çocuğu dışarıda elini, kolunu sallayarak dolaşırken ben duramam. Karımla ilgili yaptığı planları bilirken öylece bekleyemem. Berceste'ye zarar vermesini engelleyemezsem o zaman ölürüm oğlum ben. Karımı korumak için bu yolda her şeyi yaparım,"

"Başına büyük bela alıyorsun kardeşim,"

"Aynı şey senin başına gelseydi oturup bekleyebilir miydin Argun? Orospu çocuğunun biri karınla ilgili planlar yaparken sen durur muydun?"

Çenesi kasılan Argun kısık tutmaya gayret ettiği sesiyle, "Durmazdım anasını satayım ama karın çok korkuyor lan. Sana bir şey olursa ne yapacak? O kızın senden başka kimi var?" diyerek homurdandı. Berceste'yle yaptıkları telefon görüşmesinde kızın ne kadar çok korktuğunu anlamıştı. Akif için o da endişeleniyordu.

Akif Karan iyice öfkelenirken oturduğu yerden kalktı. "Anlamıyorsunuz amına koyayım, hiçbiriniz beni anlamıyorsunuz," söylenerek Argun'u arkasına bıraktı ve zemini titreten sert adımlarıyla tepeye doğru ilerledi. Arda'yı kendi elleriyle parmaklıkların arkasına tıkacaktı. Bunu gerçekleştirmesine çok az kalmıştı.

Aynı saatlerde pencereden karanlık yolu gözleyen Berceste kalbindeki ağırlıktan zar zor nefes alıyordu. Cama yaslı duran parmaklarını içe katlayarak yavaşça yanına indirdi. Gelen giden yoktu. Bir umut gelir diye düşünmüştü.

Akif Karan tanıştıkları günden bu yana ilk kez habersizce göreve gitmişti. Tartışmış olsalar bile en azından küçücük bir vedayı bile ona çok görmüştü.

"Allah'ım ne olur eşimi ve arkadaşlarını koru. Onları her türlü beladan, kötülükten esirge," dilinden eksik etmediği dualarını sessizce karanlık geceye doğru fısıldadı.

Perdeyi kapayarak ağır adımlarıyla yatak odasına geçti. Işığı açma gereksinimi duymadan direkt yatağa yöneldi. Bedenini yorgunca soğuk çarşafın üzerine bıraktı.

Tek başına yatağa girmek eskiden çok kolayken aynı evi paylaşmaya başladıklarından beri onun için çok zorlaşmıştı. Akif Karan'ın yokluğuna hiç dayanamıyordu. Neredeydi, sağlık durumu nasıldı tüm bu soruları cevaplanmadıkça rahat nefes alamayacaktı.

Asker eşi olmanın en büyük zorluğu da bu değil miydi zaten. Her an ölümle burun buruna olan eşinin yolunu gözlemek...

Başını Akif Karan'ın yastığına koyarak burnuna dolan ferah kokuyla göz kapaklarını yavaş yavaş düşürdü. Kokusu buradaydı ancak sıcaklığı yoktu. Başını yasladığı göğüsten kulağına dolan dingin kalp atışları, boynuna dağılan tatlı nefesleri de yoktu.

Burnunun direği sızlarken kısık ve güçsüz bir sesle konuştu. "Bir daha benimle vedalaşmadan göreve gidersen seninle konuşmayacağım Akif. Seni ne kadar sevdiğimi bilmiyormuşsun gibi öylece gitmişsin. Kavga da etsek, birbirimize dargın da olsak sana sarılmadan, vedalaşmadan gitmene izin vermezdim."

Onunla vedalaşmaması kalbini çok kırmıştı. Eşi değil de bir yabancı gibi hissettirmişti.

Akşam tartışmış ve yatağa birbirlerine kırgın girmişlerdi. Gecesinde Akif'e görev emri gelmiş ve Berceste'yi uyandırmadan gitmişti.

Berceste eşinin göreve gittiğini ise sabah uyandığında baş ucundaki not kağıdından öğrenmişti.

Şakağına doğru süzülen birkaç damla gözyaşıyla gün doğumuna dakikalar kala huzursuz bir uykuya daldı.

Genç kadın sabah saat dokuza gelirken uyanmıştı. Uykusuzluğun verdiği agresiflik ve yorgunlukla oldukça keyifsizdi. Kahvaltı masasında tek başına olmak canını sıkmıştı. Tabağında öylece duran omlete bakıyor, yalnızca isteksizce çayından yudumluyordu.

Dalgınlığından kurtulmasını sağlayan şey telefonunun zil sesi olmuştu. Akif Karan'ın aramış olabileceğini düşünerek hızla sesin geldiği yere salondaki konsola ilerledi. Ekrandaki ismi görünce heyecanla çarpan kalbi dinginleşmiş, omuzları istemsizce düşmüştü. Çünkü arayan kişi eşi değil, eşinin annesiydi.

Konsoldan aldığı telefonun ekranındaki ikonu kaydırarak kulağına yasladı. Dudaklarını diliyle ıslattı. "Günaydın anne,"

Gelininin her zaman olduğundan farklı çıkan ses tonuyla Zuhal hanım tereddütle konuştu. "Günaydın kızım, müsait değil miydin?"

Tutulmuş olan boynunu ovuşturan Berceste, "Müsaitim," diye mırıldandı. Klima yüzünden boynu tutulmuş, ağrıyordu.

"Nasılsın annecim?"

Berceste yeniden sandalyeyi çekip oturdu. Dirseğini masaya koyarken alnını avuç içine doğru yasladı. "İyiyim anne, sen nasılsın?" dedi keyifsizce. İyi falan değildi.

"Çok şükür annem ben de iyiyim. Sesin bir tuhaf geliyor. Hasta mısın yoksa kuzum?"

Berceste o an ses tonundaki isteksizliği fark ederek mahcup oldu. Sanki zorla konuşuyormuş gibi görünmek asla istemezdi. Zuhal hanımı üzmek en son isteyeceği şey olurdu.

Kendini toparlamaya çalışarak daha canlı bir sesle konuşmaya çalıştı. "Yok değilim. Uyanalı çok olmadı, hâlâ uykulu hissediyorum ondandır. Bir de hava çok sıcak bugün, onun da etkisi var."

Gece gözüme uyku girmediğinden sabaha karşı uyuyakaldım, iki üç saatlik uykuyla duruyorum diyemedi.

Elindeki kahve fincanını koltuğun kolçağına yerleştiren Zuhal hanım, "Dikkat et kendine annecim. Oranın havasını iyi bilirim, insanı hasta gibi eder. Karan yine göreve mi gitti? Dün aradım ama ulaşamadım. İyi değil mi o?" diyerek merakını gidermek istedi.

"Üç gündür görevde anne, o yüzden ulaşamamışsındır. Telefonu kapalı oluyor, açınca seni arar. Ben görüşürsem seni aramasını söylerim,"

"Tamam annem," dedi Zuhal hanım içi rahatlarken. "Sen neler yapıyorsun?"

Yanaklarına doldurduğu nefesi yavaşça dışarıya verdi. "Evdeyim. Yalnız olunca biraz sıkılıyorum,"

"Eve tıkılıp kalma yavrum. Dışarı çık hava al. Defne ya da Gizem'le görüş. İyi anlaşıyorsunuz, hem senin de kafan dağılmış olur. Arada arkadaşlarınla görüşmek iyi geliyor insana."

Berceste belli belirsiz gülümsedi. Kadının sıcacık hissettiren konuşmasıyla içi ısınmıştı. "Birazdan Defne'ye gideceğim. O da evde bunalmış. Bebek küçük olduğundan evden çıkamıyorum, sen gel biraz havamız değişsin dedi."

"Ne güzel düşünmüşsünüz annem. Selam söyle Defne'mle, Pınar'ıma. Yanınızda olmayı ne çok isterdim şimdi."

"Söylerim anne. Seni orada tutan bir şey kalmadı, buraya gelsene," dedi içinden geldiği gibi. Hem ona da yoldaş olurdu. Akif yokken ev korkutucu derece de sessiz oluyordu.

Zuhal hanım, "Birkaç ay sonra gelirim inşallah," diye karşılık verdi.

Yeni evli olduklarından gelmek istemiyordu. Berceste bunu anladı. Kadının ince düşüncesi karşısında mutlu oldu. Herkes bu kadar düşünceli olamıyordu. Zuhal hanım kayınvalidesinden çok çektiğinden gelinlerine kendi yaşadıklarını asla yaşatmak istemiyordu. Çocuklarının yuvası huzurlu olsa yeterdi ona.

"Kapımız sana her zaman açık anne. Burası da senin evin. İstediğin zaman gelebilirsin, çekinme lütfen."

"Sağ ol kızım. Sizin aranız iyi olsun yeter bana,"

Berceste iç çekti. Şu sıralar araları hiç iyi değildi.

Gelininin sessiz kalışıyla bir problem olduğuna emin olan Zuhal hanım konuşmayı daha fazla uzatmak istemedi. "Kendinize dikkat edin annecim. Ben tutmayayım seni, işlerine bak,"

"Sen de kendine dikkat et. İstediğin zaman beni arayabilirsin anne biliyorsun. Akif'e ulaşamayınca beni ara, ben bilgilendiririm seni. Merakta kalmamış olursun hem,"

Zuhal hanım, düğünden sonra Berceste'yi sık sık arayamaz olmuştu. Onu sıkmak istemiyordu. Genellikle Akif Karan'ı aradığında görüşüyorlardı. Berceste gün aşırı arayıp hâlini hatrını soruyordu ama kadın çekiniyordu.

"Tamam bir tanem." dedi memnuniyetle. Vedalaşıp görüşmeyi sonlandırdılar.

Kahvaltı masasını toparladıktan sonra Defne'ye gitmek üzere evden ayrıldı. İçindeki kasveti bir an önce dağıtmak istiyordu. Yalnızlıktan kafasında saçma sapan senaryolar yazmaya başlamıştı.

Kapıyı açan Pınar hanımla selamlaşarak direkt lavaboya yöneldi. Evde bir bebek bir de küçük çocuk varken ellerini yıkamadan yanlarına girmek istememişti. Aynadan at kuyruğu modelinde topladığı saçlarını kontrol ettikten sonra rafta duran temiz havlulardan birini alarak elini kuruladı. Ardından ışığı söndürerek banyodan çıktı. Adımları salona yöneldi.

Salondaki kanepede kızını emziren Defne, Berceste'yi görünce kısık bir sesle, "Hoş geldin," dedi. Eskisi kadar sık görüşemediklerinden birbirlerini özlemişlerdi.

Pantolonunun arka cebine sıkıştırdığı telefonu çıkarıp sehpanın üzerine bırakan Berceste hayranlık dolu bakışlarını Defne'ye sabitledi. Doğumdan sonra daha da güzelleşmişti sanki. Kalbinin güzelliği yüzüne yansıyan insanlardandı Defne. Her zaman sıcakkanlılığı ve güleryüzüyle insanları kendine bağlardı.

Genç kadın, Asya'yı görür görmez yumuşayan yüz hatlarıyla fark etmeden gülümsemeye başlamıştı bile. "Hoş buldum Defne'm," Eğilip Defne'nin yanaklarını öptü. "Nasılsın?"

"İyiyim güzelim. Yeni düzenimize alışmaya çalışıyorum," diyerek kızını işaret etti.

Pınar hanım mutfakta oyuncak arabalarıyla oyun oynayan torununa seslendi. "Berceste ablan gelmiş oğlum,"

Oğuz Kağan anında oturduğu parkeden kalkarak gözleriyle Berceste'yi aramaya başlamıştı. Pınar hanım torununun bu hevesli hâline güldü. "Gel buraya, ablan içeride. Seni yanına götüreyim," diyerek tutması için elini uzattı. Heyecanla anneannesinin eline yapışan çocuk salona girdiklerinde gördüğü yüzle tuttuğu eli bırakarak koşar adım Berceste'ye ilerledi. "Aba!"

Kendisine doğru koşmakta olan miniği gören Berceste hemen koltukta öne doğru kayarak kollarını iki yana açtı. "Çok özledim seni bebeğim benim,"

Kolları arasına giren küçük bedeni sarmalayarak dizine oturttu. Tombul yanaklara nazik birer öpücük bıraktı. Ellerini genç kadının yanaklarına yerleştiren Oğuz Kağan heyecanla eksik harflerle ve anlamsız kelimeleriyle konuşmaya, Berceste'ye bir şeyler anlatmaya başlamıştı bile. Onu ilgiyle dinleyen Berceste onaylayıcı ifadelerle minik oğlanı konuşmaya teşvik ediyordu. Aralarındaki bağ her geçen gün biraz daha güçleniyordu.

Asya'yı dikkatlice göğsünden ayıran Defne kıyafetini düzelterek kızının gazını çıkartmak için bedenini dikleştirip göğsüne yatırdı. "Sen nasılsın kaçak gelin?" dedi sitem dolu bir sesle. "Evlendikten sonra bizim eve adım atmaz oldunuz karı koca. Ne biçim akrabalık bu kızım?"

Defne'nin sitemine gülmeden edemedi. "Fırsat olmadı Defne. Hem sizin misafirleriniz çoktu. Kalabalık etmek istemedik,"

Defne, Asya'nın küçük sırtında gezinen elini yavaşça çekti. "Olsun, özlüyoruz biz sizi. Şu çocuk her gün bana sizi soruyor," deyip çenesiyle oğlunu işaret etti.

Berceste'nin sevgi dolu ışıltılara hâkim olan kahverengi göz bebekleri kucağındaki minik bedene tutundu. "Benim de burnumda tüttü," eğilip yumuşak saçları öptü. "Daha sık geleceğim artık, söz," ablasının ilgisinden son derece memnun olan Oğuz Kağan Berceste'nin kucağına biraz daha sokuldu.

Kahve tepsisiyle salona giren Pınar hanım, "Gel tabii kızım. Burası da senin evin," dedi samimi bir tavırla. "Ben de alışmışım size. Akif Karan yok, sen yoksun."

Berceste, kendisinden güç bela ayırdığı Oğuz'u koltuğa oturtup kahve fincanına uzandı. "Eline sağlık Pınar teyze,"

Pınar hanım, "Afiyet olsun," dedi geri çekilirken. Defne'nin yanına oturup tepsiyi önlerindeki sehpaya bıraktı.

Fincanı sağ tarafındaki kolçağa koyduktan sonra kucağına tırmanmaya çalışan çocuğu yeniden kollarının arasına aldı. Oğuz ise kazandığı zaferle kocaman gülümseyerek tombul kollarıyla ablasının boynuna sarılmıştı. Çok sevgi dolu bir çocuktu.

Kahvesinden bir yudum alıp aklına gelen şeyi söyledi. "Zuhal annemle konuştuk bu sabah. Size selamı vardı,"

"Aleyküm selam," dedi Pınar hanım. "Ben de dün görüştüm. İstanbul'da çok sıkılıyormuş. Buraya gel dedim, daha erken, çocuklar yeni evlendi diyor. Biz de kal dedim, bu kez de bebeği bahane etti,"

Berceste, "Ben de gelmesini söyledim ama kabul etmedi," dedi.

Kızını pusetine yatıran Defne, "Kadın haklı, yeni evli çiftin evine yatılı misafir mi olur?" dedi. "Zuhal teyzem çok düşüncelidir bu konularda."

♤♤♤

Gün boyu Defne ve ailesiyle vakit geçiren Berceste içindeki sıkıntıyı bir anlığına da olsa unutmuştu. Pınar hanımla birlikte akşam yemeği hazırlığına başladıklarında ise zihnindeki tüm sisler tamamen ortadan kalkmıştı.

Defne salata malzemelerini doğrarken, "Senin burada olmanı özlemişim Berceste," dedi. "Hatta geçen gün Argun'la bunun hakkında konuştuk. Sanki hep bizimle yaşıyormuşsun gibiydi. Eksikliğini fazlasıyla hissediyoruz,"

Suyunu çeken pirinç pilavının altını kapatan Berceste bedenini masada marul doğrayan Defne'ye çevirdi. "Ben de aynı şeyleri hissediyorum. Size alıştığım için ev çok boş geliyor,"

"Akif Karan'ın görevde olduğu zamanlar istersen gelip kalabilirsin. Ama odanı oğlumla paylaşman gerekiyor,"

"Sağ ol Defne. Ama evime alışsam daha iyi olur," dedi dudağını kemirirken ve ekledi. "Oğuz Kağan'ın odasını ayırdınız mı?"

"Evet. Annemle kalıyordu biliyorsun. Bebek olunca kıskanmaya başladı. Bizim yanımızda uyumak istiyordu. Babası şu meşhur araba modelindeki yataklardan aldı. İlgisi ona yönelince tek başına kalmaya başladı,"

"İyi yapmışsınız. Asya'nın uyku düzeni nasıl?"

Defne burnunun üzerini kırıştırdı. "Berbat. Gündüz saatlerce uyuyor, gece de bizi uyutmuyor. Baksana göz altlarıma mosmor,"

"Kızım kusura bakma ama hepsi kocanın suçu. Çocuğu ilk zamanlarda sevme bahanesiyle gece uykusundan uyandırıyordu. Uyku düzenini Argun bozdu," dedi Pınar hanım.

Berceste gülerek, "Gerçekten mi?" diye sordu. Argun abisinin çocuklarına olan düşkünlüğünü biliyordu ama uykusundan feragat edecek kadar olacağını tahmin etmemişti.

"Gerçekten hayatım. Argun abin böyle bir manyak işte. Gündüz işte olduğundan sevemiyor diye geceleri sevmeye başladı. Asya'da buna alıştı. En az gece üçe kadar uyumuyor, babam beni sevsin diye. Baba, kız deli ederler insanı."

"Geceleri nöbetleşe mi bakıyorsunuz?"

"Saat ikiye kadar Argun ilgileniyor. Sonrası ben de. Tabii hanımefendinin keyfi yeter de uyumaya tenezzül ederse,"

Defne telefonu çalmaya başlayınca elindeki bıçağı masaya bırakarak, "Hemen geliyorum," deyip içeriye geçti. Berceste salatayı tamamlamak için Defne'nin yerine oturdu.

Kısa bir müddet sonra mutfağa gelen Defne, "Argun aradı, karargaha gelmişler. Yarım saate geliriz dedi. Akif Karan'da buraya gelsin akşam yemeğine kalın olur mu?" diyerek Berceste'ye baktı.

Berceste kendisinin aranmayışıyla kalbinin bir kez daha kırıldığını hissetti.

Morali tamamen sıfırlanırken, "Akif Karan yorgundur, dinlenmek ister Defne. Başka bir gün yemek yeriz. Ben eve gideyim şimdi." deyip sandalyeden kalktı. Salatanın bütün malzemelerini doğramıştı. Tezgaha ilerleyerek ellerini yıkadı.

"Sen bilirsin," dedi Defne isteksizce.

Tam bu sırada Berceste'nin arka cebindeki telefonu titremeye başlamıştı. Ellerini kuruladığı kağıt havluyu çöpe atarak baş ve işaret parmağıyla telefonunu kavrayıp cebinden çıkardı. Ekrandaki ismi görünce biraz önceki kalp kırgınlığı azalır gibi oldu. Akif Karan arıyordu.

Telefonu açarak salona geçti. Kalp atışları endişe ve mutluluk arasında gelgit yaparken, "Efendim," diyebildi yalnızca. İçindeki hasret kendini hemen belli etmişti.

Akif Karan duyduğu nazik sesle gözlerini kapattı. Eşinin nefes seslerini bile özlemişti. Aralarındaki sessizliğe eklenen gerginlik elle tutulur bir hâl alırken, "Defne'nin yanındaymışsın," diyerek selam bile vermeden bodoslama konuya dalmıştı. Fark ettiği ayrıntıyla çenesini gergince oynattı. İnsan önce bir selam verir gerizekalı herif, diye geçirdi içinden.

Berceste tutuk bir sesle, "Evet. Şimdi eve geçeceğim," diye mırıldandı.

"Eve geçme. Ben duş alıp oraya geliyorum. Argun akşam yemeğini birlikte yiyelim diyor,"

İçi rahat etmeyen kadın, "Yorgunsundur, evde dinlenirdin." dedi.

Aralarında bariz belli olan kırgınlığa rağmen karısının hâlâ onu düşünüyor oluşu Akif'in boğazının kurumasına sebep oldu. "Yorgunum ama bir-iki saat durur kalkarız, sorun olmaz,"

Boynunu ovuştururken onaylayıcı mahiyette konuştu. "Tamam, sen bilirsin."

Konuşma sonlandı ama her ikisi de bu konuşmadan tatmin olmamıştı. Kalplerini saran soğukluk canlarını yakmaya başlamıştı.

♤♤♤

Dairenin zilinin çalmasıyla Berceste'nin kucağında mayışmış olan bebek odayı saran yüksek sesle sıçrayarak kapalı gözlerini araladı. Minik çenesi titremeye başlarken bebeğin ağlayacağını anlayarak bedenini dikleştirip başını dikkatlice omuz başına yasladı. "Şşt, tamam korkma canımın içi..." Avuç içini sırtına koyup sakinleşmesi için sıvazlamaya başladı. Minicik bir biblo gibiydi, tutmak o kadar zordu ki. Berceste hareket ederken onun canını yakmamak için ekstra çaba harcıyordu.

"Şu anahtarını yüz kere yanına al diyorum, kime diyorum Argun,"

Defne'nin eşine olan serzenişiyle kucağındaki miniğin küçük iç çekiş seslerine odaklandı.

"Baban gelmiş bir tanem," dedi başının arkasından desteklediği bebeği hafifçe öne doğru yatırıp yüz yüze gelmelerini sağladı. Uzun kirpiklerinin arasından ışıl ışıl parlayan gözleriyle uykulu uykulu bakıyordu. Çok güzel bir bebekti. Sarı saç tellerini okşadı. "Özledin mi babanı?" Asya küçük ağzını aralayarak esnedi. Ardından ince kollarını iki yana açarak gerindi.

Argun karısının asabi sesiyle yüzünü buruşturdu. "Gece aceleyle çıkınca unutmuşum Defne'm. Asya uyuyor muydu?"

Defne başını omzuna doğru yatırdı. "Gece nöbeti var ya huysuz kedinin, uyuyor tabii,"

Argun ailesine kavuşmuş olmanın verdiği huzurla gülümserken eşinin yanaklarını öptü. "Bugün kızımla özlem gidereceğim. Severek yorarım ben onu, uyur merak etme,"

"Umarım," dedi Defne hiç inanmayarak. Fal taşı gibi açtığı gözleriyle onlara uykuyu haram edecekti buna adı kadar emindi.

Argun'un arkasından içeriye giren Akif Karan'ın gözleri tek bir kişiyi arıyordu. "Hoş geldin Akif," dedi Defne.

Argun karargahta işlerini hallederken Akif eve geçmiş, hızlıca duş alıp buraya gelmişti. Argun'la da kapıda karşılaşmışlardı.

Kendisini samimi bir şekilde selamlayan Defne'ye sarıldı. "Hoş buldum Defne," boynunu salona doğru uzattı. "Berceste nerede?"

Defne onun tamamen ortamdan kopmuş olan ilgisine karşılık, "Salonda Asya'yla ilgileniyor," deyip alayla güldü. "Boynun kopacak şimdi geçsene içeriye,"

Argun karısının alayvari konuşmasının üzerine Akif'e bakarak homurdandı. "Üç gündür kudurmuş mart kedileri gibi agresifliğinden anamızı ağlattın. Git kavuş karına,"

Akif, Argun'un ayarsız sözlerine sinirlenip omzuna yumruğunu indirdi. "Ulan karımı özlemiş olamaz mıyım, size ne?" söylenerek salona yöneldi.

Kapıdan girer girmez koltukta oturan karısıyla göz göze geldi. Bakışları kısa bir an kucağındaki bebeğe kaysa da dikkati tamamen Berceste'ye yoğunlaşmıştı.

Argun içeriye girmeden kapıdan Berceste'ye selam verdi. "Hoş geldin abim,"

Berceste küçük bir tebessümle, "Sen de hoş geldin abi," diyerek karşılık verdi.

Argun, "Temizlenip geliyorum, oturun siz," dedikten sonra gözden kayboldu.

Defne, Akif'in arkasından içeriye girdi. "Ben onu alayım halası. Karnını doyurmam lâzım,"

Berceste başını sallayarak bebeği dikkatlice Defne'nin kucağına bıraktı. Odada yalnız kaldıklarında Berceste yavaşça oturduğu kanepeden kalktı. Küçük ve durağan adımlarla Akif'e yaklaşırken, "Hoş geldin," dedi yalnızca.

Akif Karan işittiği soğuk sesle sertçe yutkundu. "Hoş buldum,"

Berceste'nin ayakları kapıya doğru gitmek istercesine hızlanırken, "Pınar teyzeye yardım edeyim ben. Acıkmışsınızdır, masayı kuralım," diye mırıldandı.

Berceste'nin kendinden uzak duruşu canını sıkarken tereddüt etmeden yanından geçip gitmeye hazırlanan karısını bileğinden tutup durdurdu. Bakışları karşılaştığında her ikisinde yüreği tek bir istekle harlanıyordu.

Akif, kalın dudak etlerinin üzerinde dilini gezdirdi. "Üç gündür görmüyoruz birbirimizi. Sarılmama bile izin vermeyecek misin?"

Gideceğini bile haber vermeyen adama ne diyebilirdi ki...

Bileğini saran parmakları yavaşça teninden ayırdı. "Anneni ara. Seni aramış, ulaşamayınca endişelenmiş." dedi sözlerini duymazdan gelerek.

Akif'in konuşmasına fırsat tanımadan mutfağa geçti. Salonda tek başına kalan Akif'in yumrukları sıkıldı.

Aralarındaki küçük kırgınlık üç günde epey büyümüştü. Boynuna atlamasını beklemiyordu ama en azından kısacık da olsa karısına sarılmak istemişti.

Mutfağa giren genç kadın, salatanın sosunu hazırlamakta olan Pınar hanıma, "Salondaki masada mı yiyeceğiz Pınar teyze?" diye sordu.

"Evet kızım. Tabaklar masanın üzerinde, sen yerleştirmeye başla ben de yemekleri servis tabaklarına alayım,"

Kısa sürede masa hazırlanıp yemek faslına geçildiğinde Tuğrul'da onlara katılmıştı. Masadaki konuşmalara dikkatini veremeyen Akif Karan'ın gözleri sürekli karşısında oturan kadına kayıyordu. Bakışları bir kez bile çarpışmamıştı.

Berceste keyifli bir biçimde masada dönen sohbete katılıyor, ancak gözlerini asla ona değdirmiyordu. Aslında keyifli falan değildi ancak Akif Karan onun gerçek hislerini yansıtmayan mimiklerinden mutlu olduğunu zannediyordu.

Tuğrul, "Bu görev yüzünden kız isteme yanacak zannettim. Yarbay'dan zar zor izin koparttık zaten. Güme gidiyordum anasını satayım," deyince masadakiler gülmeye başladı. İki kişi hariç.

"Yarbay her an patlamaya hazır bomba gibi dolaşıyor. Adam kızıyla olan ilişkine alışamamışken bir de söz kesme meselesi çıkınca hepten stese girdi. Aman diyim, isteme gecesinde şaka falan yapayım deme Tuğrul." dedi Argun.

"Sağ ol, enişte. Gerçekten çok yardımcı oluyorsun. Ben yarın karargahta o adamın karşısına nasıl çıkacağım?"

Argun onun bu hâlinden epey keyif aldığından sırtını rahatça sandalyeye yasladı. "Yarbayın kızına sevdalanırsan sonuçlarına katlanırsın aslanım," deyip göz kırptı.

Defne yemeğe başladıkları andan itibaren kendilerine soru sorulmadıkça ağızlarını açmayan çiftin üzerinde gözlerini gezdirdi. Bir sorun olduğu belliydi ama Berceste'ye sormak istememişti. Özel bir sebebi olabilirdi. Ancak onları böyle görmeye alışkın olmadığından içi sıkılmıştı.

"Berceste sen ne giyeceksin? Gizem'in görümceleri olarak güzel giyinmemiz lâzım," dedi onu biraz neşelendirmek için.

Akif Karan hemen karısının vereceği cevaba kulak kabarttı. Kadın kendinden sesini bile esirger olmuştu.

Dalgınca tabağındaki yemeği izleyen Berceste, Defne'nin kendisine yöneltmiş olduğu soruyla eğik hâlde duran başını kaldırdı. "Hiç bakmadım ki. Yarın alışverişe gideceğim. Birkaç gündür kafam doluydu o yüzden isteme aklımdan çıkmıştı,"

"Ben dışarıya çıkmaya üşendiğimden direkt internetten sipariş ettim. Yarın kargom gelecek sanırım,"

Berceste belli belirsiz gülümsedi. Akif Karan'ın bakışları anında karısının dudaklarına kaymıştı. Onun sahici tebessümlerini özlemişti.

"Ne giysen yakışıyor sana,"

Defne genişçe gülümsedi. "İltifatın için teşekkür ederim güzelim ama doğumdan sonra pek kilo veremediğimden nasıl olacağını ben de bilmiyorum,"

Argun kaşlarını kaldırdı. "Yavrum zaten fidan gibisin. Yanakların dolgunlaştı biraz, ne kilosu," dedi karısının gözlerinin içine bakıp.

Defne kocasına aşkla baktı. "Sen öyle diyorsan," karısının yanağından makas alan adam, "Her daim güzelsin," diyerek eşine iltifat etmeyi es geçmedi.

"Aile var oğlum. Flörtleşmenizi başka yerde yapın," Tuğrul'un alayvari sesiyle Argun ona ters bir bakış fırlatsa da umursamadı. "Sevgilimle üç gündür görüşemiyorum. Nispet yapar gibi hareketler yapmayın, enişte."

"Ulan biz de ailemize yeni kavuştuk. Sanki göreve tek başına gittin,"

Tuğrul ona aldırmayarak konuşmasını sürdürdü. "Pantolonumun paçalarını kestireceğim daha. Abla bildiğin iyi bir terzi var mı?"

Defne, "Yumurta kapıya dayanmış, aferin Tuğrul." diyerek kardeşini azarladı.

"Ne yapayım ya bir sürü işim vardı bu hafta. Fırsatım olmadı. Zaten görevden yeni geldik,"

Pınar hanım oğlunun bu son dakika telaşını bildiğinden, "Benim bildiğim bir yer var oğlum. Yarın ilk iş gider yaptırırsın," dedi.

Tuğrul uzanıp annesinin yanağından makas aldı. "Kraliçesin be kadın. Her derdime şıp diye çözüm buluyorsun."

Pınar hanım yanağındaki eli tokatladı. "Tamam yeter, koparacaksın yanağımı!"

Tuğrul bu kez de annesinin yanağını sulu sulu öptü. "Oğlum uslu dur azıcık. Bu hâlinde nasıl damat olacaksın sen, şaşılacak şey doğrusu." söylene söylene yanaklarını sildi kadın.

♤♤♤

Berceste'nin Anlatımından...

Bulaşıkları makineye yerleştirdikten sonra mutfağın ışığını söndürerek salona geçtim. İçeride koyu bir sohbet dönüyordu. Bakışlarım kısa bir an koltuklarda gezindiğinde yalnızca Akif'in yanının boş olduğunu gördüm.

Pınar teyze yüzündeki memnuniyet dolu bir ifadeyle, "Eline sağlık kızım, bugün mutfakta her işimize yardımcı oldun," dedi.

"Ne demek Pınar teyze. Severek yaptım,"

Akif Karan'ın yanına oturduğumda kolunu omzuma atarak gövdesini üzerime doğru eğdi. Omzum göğsüne temas ederken yakınlığımızdan dolayı gerilmiştim.

Kucağımda duran elimin üzerine elini yerleştirdi. Uzun ve kemikli parmaklarıyla elimi tamamen avcuna hapsetmişti. Sıcaklıklarımız birbirine karışırken omzumdaki elinin işaret parmağını kışkırtıcı bir yavaşlıkla tişörtün açıkta bıraktığı tenime sürtmeye başladı.

"Ne zaman kalkalım?" alçak tuttuğu sesiyle sorduğu sorunun muhatabı bendim.

"Bilmem. Çok yorgunsan hemen kalkalım,"

"Yüzüme bakmayı da mı yasak ettin?"

Aniden değişen konuyla bir müddet sessiz kaldım. Yüzümü yavaşça ona doğru çevirdiğimde suratlarımızın arasında bir karışlık bir mesafe vardı.

Lâcivert göz bebekleri odağıma düştüğünde birbirine bastırılmış halde duran dudaklarımı küçük bir boşluk oluşacak şekilde aralayarak nefesimi verdim. "Defne çay koymuştu. Birer bardak içip kalkarız,"

İstediği yanıtı alamayınca dudakları gerildi ve yüzünü karşısına çevirip diyaloğumuzu sonlandırdı.

İlgimi konuşulan konuya vermek istedim ama yanı başımda gergince dizini oynatan adam yüzünden bunu başaramadım. Her ikimizde oldukça gergindik. Bu da bedenimize yansıyordu.

Oğuz Kağan elindeki iki arabayla yanıma gelip birini bana uzattı. "Aba al," dediğinde arabayı aldım. Kendi elindekini Akif'in dizine koyup hareket ettirmeye başladı.

Çatık kaşları kendisine bir şeyler anlatmaya başlayan çocukla düzelmiş, şefkatli bir biçimde Oğuz'un saçlarını okşamıştı.

"Amca bak," diyerek takla attırdığı arabasını işaret edip kıkır kıkır güldü.

Akif, onun tombul yanağını sevdi. "Aferin aslanım,"

Amcasından aferin alınca yeniden ilgisi bana dönmüştü. Argun abi eğilip sevimli bir şekilde konuşan oğlunun yanağını sertçe öptü. Bundan hoşlanmayan çocuk sinirle babasının yüzünü iteklemeye çalıştı ama babası diğer yanağını da aynı şekilde seslice öpmüştü. "Yapışmış yine sana," deyip bana göz kırptığında güldüm.

"Özlemişiz birbirimizi,"

Çayları ikram eden Defne, "Akşama kadar ablasını bir dakika rahat bırakmadı, çok özlemiş bebeğim benim," dedi.

"Ben de çok özledim yavrum," nefesi ılık ılık tenime dağılırken boğuk fısıltısını belli belirsiz duymuştum.

Defne önümüzde durduğunda temasımızı kesmek maksadıyla hızla tepsiye uzandım. Çayımı alarak koltuğun kolçağındaki ahşap kısma yerleştirdim.

Sırtımı koltuğa yaslar yaslamaz kaslı kolunu belimde hissettim. Bu kez uzaklaşmama imkan tanımamak için sırtımın bir kısmını göğsüne yaslamıştı. Temas bağımlısıydı. Dokunmadan bir dakika duramıyordu.

Dudaklarının yumuşak baskısı saçlarımda hissettiğimde yutkunamadım. "Karan," dedim ağzımın içinden.

Tişörtün üzerinden göbeğime yaslı hâlde duran elini tenime bastırdı. "Efendim bebeğim,"

Kimsenin bize baktığı yoktu ama istemsizce geriliyordum. "Evde değiliz,"

Şu anki bedensel temasımız olağanmış gibi, "Karımı özledim," dedi.

"Başkalarının yanında senin kadar rahat olamıyorum, lütfen,"

Uyarımı dikkate alarak nihayet başını geriye çekti ancak bedenlerimizin arasına mesafe girmesine izin vermedi.

Çay içtikten sonra çok oturmayarak kalkmıştık. Hem Argun abi yorgundu, hem Akif Karan.

Yolda seyir hâlinde olan arabada sessizce Akif'in annesiyle yaptığı telefon konuşmasını dinliyordum.

Göz ucuyla baktığımda yüz hatlarının kasılmış olduğunu gördüm. "İki arkadaşımız yaralandı, şehidimiz yok,"

Sözlerine içim parçalanırken askerlerin durumunu merak etmiştim.

"Onların da sağlık durumu iyiymiş," diye ekleyince tuttuğum nefesimi verdim. "Eve geçiyoruz şimdi," ışıklarda durduğumuzda direksiyondaki parmağıyla ritim tutmaya başladı. "Tamam anacım amma evham yaptın," diyerek söylendi. "Hayır bir problem yok. Biliyorum anne," çenesini kaşıdı. "Biraz sıkıntılı bir dönemdeyiz, halledeceğim. İyi geceler." kablosuz kulaklığını çıkarıp ortamızdaki bölmeye bıraktı.

Sitenin otoparkına her zamanki yerimize arabayı park ettiğinde emniyet kemerinin tokasını çıkarıp yuvasına dönmesini sağladım. Akif Karan kapısını açarak arabadan inmişti.

Yan yana durduğumuz asansör kabininde sessizliğimiz sürüyordu. İneceğimiz kata ulaşan asansörün kapıları açılınca dışarıya çıkan ilk ben oldum. Çantamdan anahtarımı aramaya başlarken belimin yanından geçen kol ve sırtıma değen iri gövdeyle nefesimi tuttum. Anahtarı yuvasına yerleştirip bir tur döndürdü. Çelik kapı tık sesiyle aralanırken hızlıca içeriye adımladım. Dolabın önüne geçerek eğilip tek bant topuklu ayakkabımın bileğindeki tokayı açtım. Ayakkabılarımı dolabın kapağını açarak boş raflardan birine koyup direkt yatak odasına yöneldim.

Çantamı makyaj masasının kenarındaki askıya bırakıp gardıroba ilerledim. Ben sürgülü kapağı açarken odanın kapısı kapatılmıştı. Kapaktaki aynaya baktığımda tek eliyle üzerindeki gömleğin düğmelerini iliklerinden ayırdığını ve bir yandan da odanın içine doğru ilerlediğini gördüm.

Benim bölmemdeki raftan katlı hâlde duran geceliklerden birini alarak Akif'e bakmadan banyoya geçtim. Küvetin dolması için suyu istediğim ılıklığa getirip açtım. Üzerimdeki kıyafetleri yavaş yavaş çıkarıp kirli sepetine attıktan sonra küvete ilerledim. Kokusunu sevdiğim duş jellerinden birini raftan alıp yeteri kadar suya sıktım. Elimle suyu karıştırarak jelin köpürmesini sağladım. Bedenimi ılık suyun içerisine bıraktığımda bedenim yavaşça gevşemeye başlamıştı.

Banyonun kapısı hafifçe aralandığında kapattığım gözlerimi hızlıca açtım. Akif Karan altında yalnızca iç çamaşırıyla içeriye girdiğinde sertçe yutkundum. Bakışlarımız çarpıştığında göğsü kontrolsüzce kabardı. Kapıyı kapatarak lavabo tezgahının önünde durup aynanın kenarındaki minik dolaptan tıraş malzemelerini çıkarmaya başladı.

Başımı yeniden arkamdaki fayansa yaslayarak onu izlemeye devam ettim. Banyoya girerken tek düşüncem gün boyunca kendimi kasmaktan ağrıyan uzuvlarımın ılık suyla rahatlaması iken şimdi tüm odağım Akif Karan'dı.

Yan profilinden gördüğüm kadarıyla yüzünü tıraş köpüğüyle kaplamıştı. Jileti alarak ağır hareketlerle sakallarını kesmeye başladı. Banyoyu saran mentollü kokuyla ayaklarımı suyun içinde oynattım. Bu kokuyu seviyordum. Sakallarını tıraş ederken onu izlemeyi sevdiğimi bildiğinden sanki kasıtlı olarak gelmişti.

Aradan geçen dakikalarda su soğumaya başlayınca armatüre uzandım. Bedenimi köpüklerden arındırmak için ayağa kalkmam gerekiyordu ancak çıplak olduğumdan ve Akif hâlâ banyoda durduğundan bunu yapmaya cesaret edemiyordum. Islak yüzünü havluyla kurulayarak tıraş losyonundan bir miktar eline döküp çene hattı boyunca sürdü. İşi bittiğinde tıraş malzemelerini dolaba yerleştirerek banyodan çıkmıştı.

Onun gidişiyle gider kapağını açarak küvetteki suyun boşalmasını sağladım. Saçımı şampuanlayıp vücudumu keseledikten sonra bornozumu giyerek banyoyu temizledim. Saçlarımın nemini alıp mini şort ve askılıdan oluşan geceliklerimi giyerek banyodan çıktım.

Karanlık odanın içerisinde gözlerimi gezdirdiğimde burada olmadığını gördüm. Işığı açtım. İsteksizce makyaj masasının önündeki pufa oturup saçlarımı taramaya başladım.

Asık bir suratla aynadaki yansımamı izlerken odanın kapısı açılmıştı. Düşük hâlde duran omuzlarımı dikleştirerek umursamaz görünmeye çalıştım. Üst gövdesi hâlâ çıplaktı ama altına gri bir eşofman altı giymişti.

Çıplak ayaklarının parkede çıkardığı sesler gitgide yaklaşırken bedeni arkamda belirdi. Büyük bir bardağa doldurduğu sütü masaya bıraktı. "Yemekte çok az yedin. Aç karnına uyuma," ilgili ses tonu ilk kez bana çok yapmacık geldi. Oysa her zaman kalbimde kelebekler uçuştururdu. Ama bu defa öyle olmadı.

Çenemi dikleştirdim. "Benimle ilgili şeyler ne zamandan beri seni ilgilendiriyor?"

Canım yanıyordu ve belki de ilk kez ben de birinin canını yakmak istiyordum.

Esmer suratı sözlerimin akabinde gözle görülür oranda kasıldı. "Ne?" şaşkınlığı açıkça belliydi.

"Benimle ilgilenmiyormuşsun gibi davranma. Ben senin gözündeki değerimi gayet iyi anladım."

Yüz hatları iyice sertelirken tahammülsüzce, "Berceste, ne diyorsun güzelim?" diye sordu.

"Anlamıyorsun değil mi? Ya da anlamamak işine geliyor," Kalbimde ansızın beliren yoğun duygularla dudağımın içini ısırdım. Daha fazla uzatmadan direkt sormak istediğim soruyu dile getirdim. "Göreve giderken bana neden haber vermedin Akif Karan?"

Geriye dönmek üzere olan bedeni sorumla birlikte duraksadı. Ellerimi makyaj masasının kenarlarına bastırarak ayağa kalktım. Tam karşısına dikildiğimde gözlerindeki ifade tahmin ettiğim gibi pişmanlık doluydu.

"Biz evliyiz," sert sesimle çene kasları seğirdi. "Ben senin eşinim! Göreve gittiğini bir not parçasından öğreniyorum. Bu ne kadar kırıcı bir durum farkında mısın?"

"Bana öfkeliydin," dedi dünyanın en saçma savunmasını yaparken.

Alayla güldüm. "Çünkü kafanın dikine gidiyorsun. Kavga etsek bile bana veda etmeden gidemezsin!" avcumu sertçe göğsüne vurduğumda gözleri kapandı. "Nereye gittiğini bile bilmiyorum. Sağlığından ne kadar endişe ettiğim hakkında bir fikrin var mı? Yok! Çünkü habersizce çekip gitmişsin! Ya, benim şu geçmek bilmeyen üç gün de seni düşünmediğim bir an bile olmadı."

Lâcivertlerindeki yoğun duygu geçişlerini gördüm. "Benimde olmadı güzelim," alt dudağını dişiyle sıyırdı. "Tüm zamanımı seni düşünmekle geçirdim."

Başımı olumsuzca iki yana salladım. "Sen beni düşünmüyorsun Akif. Sen bana değer de vermiyorsun,"

Öne doğru büyük bir adım attı. "Saçma sapan konuşma Berceste," dedi sinirle.

"Neden? Bana yaptığın şey tam olarak bu anlama geliyor. Sanki ben öylesine biriymişim gibi sessiz sedasız çekip gitmişsin,"

Elini boynuna atarak sıktı. Yaptığı davranıştan utanıyordu bunu görebiliyordum ama utanmaya geç kalmıştı. "Hatalıyım o konuda, biliyorum. Sana haber vermem lâzımdı ama ikimizde öfkeliydik. Mantıklı hareket edemedim."

Nefesimi yorgunca üfledim. "Hep böyle mi olacak? Tartışmalarımızın sonunda birbirimize yabancı mı olacağız?"

Ellerini omuzlarıma yerleştirip aşağı yukarı hareket ettirdi. Boynunu eğerek yüzüme eğildi. "Özür dilerim güzelim. Biliyorsun beni. Bazen duygularımı kontrol edemiyorum. Sana böyle hissettirmek istememiştim."

Bir adım geriye giderek omuzlarımdaki temasını kestim. "Ama hissettirdin."

Yüzünü sıvazlarken kendini dizginlemeye çalışır gibi nefeslendi. "Benim arkamda durmuyorsun Berceste. Kararlarıma saygı duymuyorsun. Sen de son zamanlarda bana yabancıymışım gibi hissettiriyorsun. Ben karımın desteğine ihtiyaç duyuyorum. Bunu hiç düşündün mü? Herkes bana karşı çıkarken eşimin yanımda olmasını istiyorum. Çok mu şey istiyorum?"

Dişlerimi birbirine bastırdım. "Benim seni düşünmediğim bir an bile yok Akif! Nasıl söyleyebiliyorsun bunları. Öfkeyle hareket edip kendine zarar veriyorsun. Tehlikeli insanlarla uğraşıyorsun. Kendini tehlikeye atmana izin veremem anlıyor musun? Sen nasıl her durumda benim canımı önceliyorsan ben de senin canını önceliyorum."

"Mecburum Berceste. Ulan karımla ilgili iğrenç planları olan bir adamı öldürmek istemem suç mu?" gür sesiyle odayı inletmişti.

Bağırışıyla yüzümü buruşturdum. Sinirlerinin yatışması için bu sinir harbine ihtiyacımız vardı. Her şeyi kendi içinde halletmeye çalıştığı için dolmuştu. Hiçbir şeyle tek başına savaşmasını istemiyordum.

Elimi alnıma atarak sıvazladım. "Onu öldürdüğünde ne olacak peki? Seni kimse haklı görmeyecek. Cezaevine tıkılacaksın," sesim titremeye başlarken savunmasızca ellerimi iki yana açtım. "Bunu istemiyorum anlamıyor musun?"

"Öyle bir şey olmayacak. Aklını böyle kötü düşüncelerle doldurma," yumuşattığı sesiyle devam etti. "Yavrum, ben askerim. Her gün Arda gibi onlarcasıyla hatta ondan daha beterleriyle uğraşıyorum,"

Benim korkularımı anlamıyordu. Yüzbaşının tuttuğu adamların ona saldırmalarının üzerinden çok zaman geçmemişti. Vücudundaki yaralar yeni iyileşmişti.

Gözlerim dolu dolu olurken titreyen sesimle konuşmaya çalıştım. "Seni kaybedersem ne yaparım ben? Senden başka kimsem yok benim. Benim tek ailem sensin Akif! Seni kaybedemem anla bunu! Olmaz tamam mı?"

Yanaklarıma süzülen yaşları hızla elimin ayasıyla sildim. Böyle anlarda aglamaktan nefret ediyordum.

"Ben hep sevdiklerimi kaybetme korkusuyla büyüdüm. Hiçbir zaman bu korkuyu içimden atamadım. Annemin cenazesinin başında saatlerce oturdum. Neden biliyor musun? Ben onu bırakmazsam, o da beni bırakmaz zannettim çünkü. Babam da bıraktı beni. Senden başka kimsem yok ki. Yapma ne olursun? Beni kimsesiz bırakma..."

Ağlamaklı çıkan boğuk sesim odanın duvarlarına çarptı. Akif Karan sarsıldı.

Adem elması büyük bir yutkunuşla boynunda hareketlenirken beni gövdesine çekerek kollarının arasına aldı. "Ben bunu düşünemedim," başımın arkasına koyduğu eliyle beni göğsüne çekti. Soluk alıp verişleri düzensizleşmişti. "Ağlama güzelim," saçlarımdan öptü. "Seni bırakabilir miyim ben?"

Gözlerimi sımsıkı kapattım. "O adama olan hırsın gözünü kör etmesin, ne olur,"

Yüzünü omzuma bastırdı. Belimi saran kollarının baskısı biraz daha arttı. Sarılışı daha sahiplenici bir hâl almıştı.

"Şşt tamam, düşünme artık bunları. Yanındayım, bir daha bu kadar korkmana sebep olmayacağım," omzumu öptü. "Seni çok kırdım değil mi?"

Dudaklarım titrerken bir yanıt veremedim. Annemi kaybettiğim gün benim için en karanlık gündü. Sanki yeniden o günlere dönecekmişim gibi hissetmiştim. Akif Karan da gidecek, kimsesiz kalacağım sanmıştım.

"Sana yeniden aynı korkuları yaşattığımı bilemedim. Özür dilerim kar çiçeğim,"

Göğsünde ağladım. Kokusu içime işlerken sırtımı sıvazlayan eli, başımın üzerinde hissettiğim dudakları korkuyla çarpan kalbimin dinginleşmesini sağladı. Benim ilacım oydu. Onun sevgisine, merhametine açtım.

Küçük bir sesle burnumu çektim. "Sen habersizce gidince ben sandım ki..."

Boynuma değen dudakları hareketlendi. "Ne sandın bir tanem?"

Bu kadar kalpten bir tanem diyen adam beni bırakmazdı değil mi?

Boynuna doladığım kollarımı gevşettim. "Pişman oldun sandım,"

"Neyden?"

"Benimle evlendiğin için pişman oldun zannettim Akif,"

Haber vermeden gidince tek düşündüğüm şey bu olmuştu. Buraya geldiğimizden beri tartışmalarımız eksik olmamıştı. Akif Karan, canını hiçe sayıp o adamla uğraşıyordu. Onunla uğraştıkça başımızdan bela eksik olmuyordu.

Ben karşı çıktıkça o da karşı çıkıyor, sonunda tartışıyorduk. O anlardan nefret etmeye başlamıştım. Çünkü birbirimizden uzaklaşıyorduk. Akşam eve geldiğinde evlenmeden önce olduğu gibi keyifli olmuyordu. Çok yorgun oluyordu. Yorgunluğunun tek sebebi Arda'nın dosyasını irdelemesiydi. Birlikte geçirdiğimiz vakitler bile sınırlıydı. İzin günlerinde bile birkaç saat karargahta oluyordu.

Tüm bedeni kaskatı kesildi. Boynunu geriye çekerek yüz yüze gelmemizi sağladı. Gözlerinin içinin kızardığını gördüm. Alnının ortasındaki çukur belirginleşmişti. "Sana böyle mi hissettirdim?" ses tonu acı çeker gibiydi.

Yutkunup dudaklarımı ıslattım. "Ben sürekli problem yaratıyorum ya hani..." yüzümü eğerek gözlerimi kaçırdım. "Eve geldiğinde mutlu olmuyorsun. Sürekli tartışıyoruz..."

Yanaklarımı iki yandan kavrayarak eğdiğim başımı yukarı kaldırdı. Öfkelenmişti. Bunu yüzünü saran sert ifadeden anlayabiliyordum.

"Benim senden yana tek pişmanlığım, seni bu kadar geç bulmak olur Berceste. Bir daha sakın böyle saçma sapan şeyler düşünme, sakın!" ciddi anlamda sinirlendiği için alnındaki ve boynundaki damarlar şişmiş nabız gibi atıyordu. "Sen benim en değerlimsin, karımsın. Daha ötesi var mı?"

Huh, bitti 💃🏻

Sonunda istediğiniz kaos gerçekleşti. İlk bölümden beri kavga etmelerini isteyenler mutlu oldu mu?

Akif Karan'ın gönlünü alması gereken bir karısı var 🤭

Akif mi haklı yoksa Berceste mi?

Duha & Göktürk yoğun talep üzerine geldi, umarım yine severek okumuşsunuzdur

Gelecek bölüm bizi bir elbise alışverişi ve kız isteme töreni bekliyor... bakalım neler olacak neler🙈

Seviliyorsunuz.

Siyah kalp.

05.04.22

Continue Reading

You'll Also Like

67K 4.2K 14
Unutulmuş bir kadın, Yüzbaşı Hazal Unutulmuş. [Kurgudaki kişi ve olaylar tamamen hayal ürünü olup hiçbir kurum ve kuruluşlarla alakası yoktur]
808K 45.5K 37
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
48.9K 3.3K 31
"Evimiz ne kadar şenlendi sen gelince fark ettin mi?" "Bence sen bu romantiklik işini biraz abartıyorsun. Bu ev zaten şen olacak kadar güzel bir ail...
819K 46.8K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...