Uyumadan Önce Tuttuğum Dilek

By AnitaFelipova

1.1M 71.9K 99.7K

Bir şeyi çok isteyince, sahiden olur mu? More

1. Uyumadan Önce Tuttuğum Dilek
2. Dalda Umut Var
3. Yüzme Bilmeyen Gemi
4. Şehre Bahar Gelince
5. Kuleye Yapılan Haksızlık
6. Panjurlu Evin Sakini
7. Yumuşak Yürekli Adam
8. Prenseslik Müessesesi
9. Bahar Kokan Yastık
10. Sinsi Bir Dostluk
11. Karalahana Yaprağı ve Sihirbaz
12. Bir Anahtarlık Meselesi
13. Bahardan Sonra Gelen
14. Muzlu Çikolatalı Mangolu Pasta
15. İhlal Edilmiş Sınır
16: Mavi Saçlı Kuş
17. Kalbe Yerleşen Kıskançlık
18. Balın Zehri
19. Sokak Sakinleri Kurultayı
20. Yaşanacak Bir Şey
21. Mutlu Seneler
22. Tek Kişilik Vals
23. Tenime Dokunan Âşık
24. Nuh'un Gemisi
25. Mahallede Yangın Var
26. Ölü Bir Kuş
27. Terk Eden Anneler
28. İki İzmarit
30. Elpida ve Pepel
31. Lale Devri
32. Leylalık Makamı
33. Başımızda Uçan Kuşlar
34. Aşk Mahalli
35. Ayaklarımızı Isıran Balıklar
36. Yeni Bir Bahar
37. Mutluluk Sigortası
38. Şeytanın İkâmetgahı
39. Elma Ağacı
40. Gelin Yastığı
41. Aşk Çocuğu
42. Ağaç Kabuğu
43. Küçük İşletme
44. Hayat Akıp Giderken
45. Eldivenler ve Yüzükler
46. İskeçeliler Masası
47. Oyun Arkadaşım
KİTAP OLDUK (:

29. Matematik Problemi

18.5K 1.4K 1.5K
By AnitaFelipova



*


"Hiç bu kadar yorgun hissetmemiştim kendimi! Uyumadan önce dua edemeyecek kadar yorgunum."

Maksim Gorki


*




MART 2021, İstanbul


*



"Her şeyin sorumlusu o. Başıma gelen her şeyin. Bir kere bile bana armut pekmezini seven adam bu mu diye sormadı. Sen neden bu yaşta evleniyorsun kızım demedi. Kim bu adam, neyin nesi demedi. Dedem beni her salavat getirdiğinde bir kere dövdü de bir kere bile karşısına çıkıp sen bu kızı neden dövüyorsun demedi. Tutup elimden arkamda dur demedi, beni onun elinden almadı, bir kere bile dedeme bağırmadı, bir kere elini yumruk yapıp ona sallamadı. Yediğim tokatların şiddetinden başım dönerken o hep bir kenarda ağladı. Ben cayır cayır yanarken 'anne çıkar beni buradan' diye bağırıyordum ve o yine kapının öte tarafında ağlıyordu. Başkası olsa değil o evi dünyayı yıkardı ama o hep ağlıyordu Leman abla, hep.

İçi çıkıyordu ağlamaktan ama döktüğü tonla gözyaşı bir boka yaramıyordu. Onun pısırıklığından, her boktan korkmasından, bir elinin hep göğsünde durmasından, durup durup koynuna tükürmesinden, davul çalsa yerinden sıçramasından nefret ediyorum. Leyleklerin gökte uçarken yanlışlıkla yeryüzüne bıraktıkları bir bebek gibi. Hiç doğmasa bu dünya tek bir şey kaybetmez. Varlığının yerde biten ota bile faydası yok. Onun gibi birinin kızı olacağıma Nazlı'nın doğurduğu buzağı olmayı tercih ederdim. Sorsan sever beni. Nazlı'nın buzağısını altından çekince sesiyle ahırı inletirdi. Ben yanarken annem yalnızca ağladı Leman abla. Yalnızca ağladı.

Senin de kızın var. Senin de kızın var! Ayağına taş değse dünyayı yakmaz mı anne dedikleri? Benimki hep ağlar. Kenarda durup gamlı baykuş gibi ağlar. Midesi kanar ağlar, kızı yanar ağlar, Nazlı hastalanır ağlar. Her boka, her şeye ağlar. Aynaya..."

Susup yerinden kalktı Bahar. Ellerini yüzüne örtüp sormadan, izin istemeden pencereye koştu, camı açıp soğuk havanın yüzüne çarpmasını istedi. Alev ateş yanan yanaklarına soğuk iyi gelirdi belki. Gelmedi. Midesi tuttu yine. Onca zaman sonra. Eli karnına gidip camdan sarkabildiği kadar sarktı. Sonra yorgunlukla sustu.

"Bin kere demiştim bir doktora git diye. Yeni bir şey değildi midesinin hali. Aylar önce beni dinleyip doktora gitse hiç o kadar başımız ağrımazdı. Ama illa Bahar gelecek elinden tutacak. Sanki Bahar çok bir bok biliyor da o götürecek annesini doktora! Midesindeki yaralar da öyle küçük falan değildi. Çektiği acı inanılmaz olmalı ama o yine gık demeden beni beklemiş. Bayılana kadar, öleyazana kadar beklemiş. Nefret ediyorum ondan. Çalı süpürgesi gibi kapının ardına yasla, öylece beklesin. Ağzını açıp da tek kelime etmesin! Ben ne yaşadıysam, ne yaşıyorsam sebebi o."

Yaralı bir hayvan gibi açık pencereden dışarı doğru böğürerek ağlamaya başladı. Sonunda elleri pencerenin eteğinden duvara doğru düşüp aşağıya aktı. Dizlerinin üstüne çöküp başını ellerine yasladı.

Ağlıyordu belli ki ama sesi kesilmişti. Az önce kalktığı koltuğa dönmeyip orada öylece kaldı. Anlaşılması güç kelimelerle "Sarı plastik bardaklar vardı Lale'de. Pikniğe getireceğim dedi. Onlarda bir şey içmeyi çok istiyordum. Cin Dağına çıkacaktık. Hiç çıkmamıştım, çıkmayı çok istiyordum. Çok hevesliydim. Çok yalvardım. Çok ağladım. Olmaz dedi dedem. Annem onu ikna edeceğine beni ikna etmeye çakıştı. Gidecek diyemedi. Gitmeyiver dedi. Çok yağmur yağıyordu. Gökyüzü yere indi. Yakarım da göndermem dedi. Yaktı. Göndermedi, yaktı. Nazlı damda bağırıyordu. Keçiler kudurmuş gibiydi. Şimşekler vardı. Yaktı beni, yaktı. Annem yüzünden."

Saçları yüzüne düştü. Düşenler ıslandı, yanağına yapıştı. Sesi on yerinden kırıldı, bütünlüğünü kaybetti. Sonra ufaldı, cismini yitirdi ve bir anda kesildi. Gören camın önünde ters oturmuş kızın bayıldığını zannederdi. Dakikalar öylece akıp gitti.

"Su içmek ister misin?" diyen Leman hanımın sesiyle başını kaldırdı Bahar. Kadının yanı başına geldiğini fark etmemişti. Bardağa baktı, baktığı yerde gözlerinde biriken damlaların yansıması vardı. Uzanıp bardağı aldı, sadece bir yudum içip bir karış ötesinde duran duvara döndü yüzünü.

"Orada ölmeliydim ben. Benim kaderim oraya kadar yazılıydı. Sonrası uzayan dizilerin tatsızlığı gibiydi. Zorla olduramazsın ki bir şeyi. Zorla yaşatamazsın kimseyi. Al bak Eray için neler yaptılar. Gerek var mıydı, yoktu. Öleceği belliydi, işkence ettiler ona da. Solmak isteyen çiçeğin güneş de su da umurunda olur mu, olmaz. Zorla hiçbir şey olmuyor. Olmuyor. Üç gün Levent'te kalan kuşlarım bile cıvıldamaya başlamış. Benim yanımda seslerini bile çıkarmazlardı. Benim kimseye, bir kuşa bile faydam yok. Hep zararım ben, doğduğum günden beri zararım. Zehirli sarmaşık gibi kime dokunsam, neye dokunsam karartıyorum onu."

Sonra başını kaldırıp pencereye baktı. Maviydi gökyüzü. Kalemle çizilmiş gibi beyaz bulutlar vardı mavinin ortasında. Soğuk da değildi üstelik.

"Leman abla," dedi Bahar cama bakarak. "Camdan aşağı bırakmak istiyorum kendimi. Ama kaldıramıyorum yükümü. Yorgunum, buradan kalkıp atlamak bile zor geliyor bana."

Bu kez suskunlukları, Bahar'ın gözlerindeki tüm yaşlar kuruyana dek sürdü. Sonunda Leman hanım da yere oturup seansa burada devam etme kararı aldı.

Bir süre sonra "Amigdalanın ne olduğunu biliyor musun?" dedi Bahar'a.

Burnunu çeken kız sağ elinin işaret parmağıyla kafasına dokundu. "Beyinde bir bölge," dedi. "Temporal lobda bir bölge."

Leman hanım başını salladı. "İşlevini de biliyor musun?"

Bu kez tepki vermedi Bahar.

"Amigdala, beynin duyu merkezi. Duyguları anlayabilmemizi sağlayan küçük çekirdeğimiz. Daha önce yaşadığımız olayları hafızamızda tutarak, yeni bir şey yaşadığımızda geçmişle bağ kurup benzer tepkiler vermemizi sağlayan sihirli bir çekirdek. Boyundan büyük işler çevirir. Duyguları kodlar, yorumlar ve depolar. Hatıra defteri gibi. Başına bir şey geldiğinde, yeni bir durumla karşılaştığında olduğu yerden hemen başını çıkarıp 'bir saniye' der. Eski sayfaları tarar, benzeştirebileceği bir durum bulur ve sana şöyle yap der."

Bahar başını sola çevirip dizlerine yasladı. Yüzü kadınınkine bakıyordu, dinlediği belliydi.

Bu kez "Sen matematiği çok seviyorsun," dedi Leman hanım. Belli belirsiz başını salladı Bahar. "Karşına bir problem çıktığında ezberlediğin formülleri tarayıp en uygununu seçiyor ve problemi çözüyorsun. Ama diyelim ki yeni bir konu, bilmediğin bir soru var karşında. Yeni bir formül bulman gerekiyor. Çünkü yeni bir şeyle karşı karşıyasın. Bildiklerin soruyu çözmene izin vermiyor. Tıkandın."

Yeniden başını salladı Bahar.

"Küçük Bahar'ın başına gelenler, onun suçu muydu?"

Bir süre durup bir gözü yeniden yaşarırken "Ck," dedi Bahar.

Leman hanım başını salladı. "Hiçbir çocuk şiddetin herhangi bir türlüsü hak etmez. Bahar da hak etmemişti. Maruz kaldığın şiddet için dedeni de buna seyirci kalan herkesi de suçlamak en doğal hakkın. Bunu cebimize koyuyoruz."

Nefes almadan dinliyordu Bahar.

"Aynı şekilde önermemizi büyütebiliriz. Hiç kimse şiddetin herhangi bir türlüsüyle muhatap olmamalı. Yetişkin Bahar da şiddeti en az çocuk olan kadar hak etmemişti. Bu yüzden Oktay'ın sana gösterdiği şiddet de haksızdı. Elbette buna seyirci kalanlar da. Başına gelenler için dedeni, anneni, Oktay'ı, babasını ve buna dahili olan herkesi suçlayabilirsin. Bu konuda ama ya da fakat diye başlayan bir cümle olamaz. Aynı şekilde gördüğün şiddet karşısında hesap da sorabilirsin. Bu senin en doğal hakkın. Çocuk Bahar bunu yapamazdı. Çünkü çocuklar savunmasızdır, savunmanın ne olduğunu ve nasıl olabileceğini bilmez. Ancak yetişkinler bilir."

"Annem bilmiyordu."

"Sen annen değilsin," dedi kadın. Kendinden emindi cümlesi. Tereddüt içermiyordu. Bununla beraber devam etti.

"Çocukluktan yetişkinliğe geçerken öğrendiğimiz şeyler olur. Kimi daha geç öğrenir, kimi daha yavaş, kimi farklı şekilde. Ele aldığımız insan annen değil. Senden bahsediyoruz. Sen sana yönelen şiddetin haksız olduğunu biliyorsun. Suçlaman gereken insanlar olduğunu biliyorsun. Aksi halde buraya gelmezdin ki. Önüne sunulan her şeyi bildiğin formüllerle çözüyordun zaten. Susuyordun, tepki vermiyordun, sabrediyordun. Sonra çözemediklerin bir kenarda birikti ve bundan hoşnut olmadığın için buradasın, yanılıyor muyum?"

Bahar susunca kadın devam etti. "Bana gelene dek daha doğrusu bir yardım alana dek şiddet karşısında bir tepki vermemişsin. Çocukluğunu bir kenara koyarsak Amerika'da Oktay'ın sana söyledikleri karşısında susmuşsun, babası sana psikolojik şiddet uygularken susmuşsun, bir süre sonra Oktay'la ilişkiniz farklı bir boyut kazanmış ve anladığım kadarıyla sen hep susmuşsun. Susmak bir tepkisizlik değildir. Aslında tam tersi bu da öğrenilmiş bir tepkidir. Amigdala korku halinde vereceğin tepkileri de yönetir. Biri sana vururken susmak acının azalmasını ya da şiddetin son bulmasını sağlıyorsa, susmayı öğrenmişsindir. Karşı çıkmamak işini kolaylaştırmışsa, karşı çıkmamayı bir formül olarak görmüşsündür."

Kısa bir zaman ikisi de sustu. Duyduklarını hazmetmesi için fırsat tanıdı Bahar'a. Sonra devam etti. "Ancak yaşadıkların karşısında bildiğin tepkiler yetersiz kalınca yeni bir şeylerin arayışına girmen gerekir. İçinde bulunduğun süreç bunun bir parçası. Susmak ya da senin deyiminle tepki vermemek hayatına devam etmen için sana yeterli gelmedi."

Bahar farkında bile olmadan başını ağır ağır sallayıp gözlerini yere sabitledi.

"Yeni bir formül bulmak kolay değildir Bahar. Ne yazık ki bugünümüzü geçmişten bağımsız kurgulamamız da mümkün değil. Yeni bir şey inşa edeceğiz; evet ama bu dünü yok sayarak olmayacak. Dün yaşandı ve bunu geri almak mümkün değil. Mesele dünde kalanların kodlarını öğrenip bugün yaşadıklarımızı ayrıştırabilmek. Yağmurdan, gök gürültüsünden ve şimşekten korkuyorsun. Bunlar seni bir yangına götürüyor. O halde yağmura yeni bir anlam bulmamız gerek. Böyle söylüyorsam bile bunun zor olduğunu ve bir anda olmayacağını biliyorum. Sırtımda yük dediğin şeyin ne kadar ağır olduğunu anlıyorum. Ama sen senelerdir çok daha ağırını taşıyorsun. Geleceğe yürürken bu yük hafifleyecek."

O zaman gözlerini kadına değdirmeden "Aslında," dedi Bahar. "Ben eskisi gibi kaçmıyordum yağmurdan. Yağmur yağıyorsa Ozan'ın bana nasıl sarıldığını hatırlayıp avutuyordum kendimi. Annem gibi saçlarımı okşuyordu Ozan, yüzümü göğsüne bastırıyordu. Su sesini değil de onun kalp atışlarını duyuyordum. Ama sonra onu da yitirdim. Yitirdiğim şey en az o geçmiş kadar acı veriyor."

"Ozan'la ilgili anlattığın her şey bir hikâyenin sonu olabileceği gibi ortası, herhangi bir yarısı da olabilir. Bu hikâye bitmiş olabileceği gibi yarım kalmış da olabilir. Belki bir gün devam da eder. Ama eskisi gibi olmaz. Çünkü sen eskisi gibi değilsin. Sen o eski Bahar değilsin. Buraya geldiğin ilk günkü Bahar da değilsin. İnsanlar değişir. Bu rutindir, olması gerekendir. Sen ise zamanın insanı değiştirdiğinden öte değişiyorsun. Oktay için değil, Ozan için değil, birileri için değil, kendin için çabalıyorsun. Ve ister inan ister inanma; bana burada anlattığın tüm hikayelerin içinde senden başka kimseyi önemsemiyorum. İsterse herkes bir enkazın altında kalsın. Ben sadece senin enkazın altından nasıl çıkacağınla ilgileniyorum. O yüzden hikayeni anlatırken isimlere değil, sana ne hissettirdiklerine bakıyorum. Mesela Amerika'da Oktay ile 'sessiz bir sulh' yaşadığınızı söyledin. Sulh dediğin onun sana kızması, canını yakması ama bunun sadece sözlü boyutta kalmasıydı. Şavşat'a beraber gidişinizde Oktay'a bir can borçlu olduğunu söyledin. Oysa anlattığın kadarıyla sana sadece transfer hizmeti sundu."

"O kadar basit mi?" dedi Bahar. "Sadece transfer hizmeti mi? O olmasa..." Durdu, bekledi. Kadın ise başını salladı.

"Bugün Nişantaşı'nda çalışıyorum ama bu mesleğe burada başlamadım. Ülkenin pek çok yerinde görev yaptım. Küçük ilçelerden bahsediyorum. Otogarda da havaalanında da taksi bulabilirsin. Bir telefonla seni istediğin yerden alır, istediğin yere götürürler. Alternatif üretmek zor değildir. Elbette Oktay sana yardımcı olmuş. Ama başka bir bakış açısıyla senin yazın Şavşat'a gidemeyişinin sebebi de Oktay'dı. Demek istediğim ona kızman ya da kızmaman değil. Bir iyiliğe maksadı aşan bir büyüklük yüklemek doğru değildir. Bir yanlışı halının altına süpürmek de öyle."

Tam burada durup gözlerini iyice açtı kadın. Sonra sakinleştiren sesiyle "Az önce kurduğun bir cümle vardı. O gece beraber oluşunuzla ilgili..." dedi.

Biraz durup düşündü Bahar. Sonra "Şey mi?" dedi.

"O gece sevişmeyip beni bıçaklasaydı da gıkım çıkmazdı dedin."

Bahar başını sallayıp sustu. Sonra "Ama Leman abla," dedi. "Sen önceki anlattıklarım için Oktay'a kızıyorsun. Belki haklısın. Yaptıkları affedilir gibi değil. Ben de bunları unutmuş değilim. Sadece pişman olduğunu biliyorum. O da hiç istemediği bir şeyin içine çekilmişti." Bunu söyleyip sustu Bahar.

Kadın ise "Bahar," dedi. Sesi nasıl da yumuşaktı, bir sürü ilaçtan bile iyi geliyordu insana. "Ben insanların affedilmesini desteklerim. Sakın ola onu affettiğin için sana kızdığımı düşünme. Ben sana yeni pencereler açıyorum şu an. Sırf Şavşat'a götürdü diye seni bıçaklama hakkının olmadığını söylüyorum. Kimsenin böyle bir hakkı yok. Sana evini açan Ozan'ın da, annene yardım eden Oktay'ın da."

Bahar burnunu çekti. Oktay bunları duysa küfrü basıp çıkardı bu odadan.

"Meselemiz Oktay'ın yaptıkları da değil. Senin olanlar karşısında hissettiklerin..."

Bahar yine susunca "O gece, ne olduğunu bile anlamadım dedin. Peki ya sonra... Anladın mı?"

Düşünürken ayakkabılarının içindeki parmaklarını sıktı Bahar. Sonra duvardaki saate baktı. Şaşılacak şeydi ama bir saat geçip gitmişti. Ağlarken mi bitirmişti bu koca saati yoksa öylece durup dururken mi?

"Saat geçmiş," dedi yarım ağızla.

"Önemli değil," dedi kadın. "Ben müsaitim, eğer istiyorsan devam edelim."

Kadının yanı başına koyduğu bardağa uzanıp bir yudum su içti Bahar. Sonra yerinde huzursuzca kıpırdandı ve "Seni de oturttum yerde," dedi. Ayağa kalktı, hızlı davranınca başı döndü. Sendeleyip toparladı kendisini. Leman hanım onu izledi.

Karşılıklı koltuklarına kuruldukları zaman "Yeme bozuklukların ne zaman başladı?" dedi kıza.

Bir nefes alıp masadaki kutudan öylesine bir mendil çekiştirdi Bahar. İki eli mendille oynarken "Hastanedeyken çok midem bulanıyordu," dedi. "Annemle beraber tuvalete girdiğimde, o kakasını yapacak mı diye beklerken, sonra çıkabilirsiniz dediklerinde ayağına giydirecek bir çorap bile yokken... Hiç öyle hasta bakmamıştım. Hasta da annem olunca... Korku doluydu içim. Hep midem bulanıyordu. Bir de yalan değil ayaklarım taş gibi soğuktu. Hiç ısınmadım orada. Hatta İstanbul'a döndükten sonra günlerce titreyip durdum. O zamanlar üşüttüm diye düşünüyordum hep. Ama sonra..."

Bir yudum daha su içti Bahar.

"Annem Oktay'ın eline pekmez verince boğazımdan yukarı bir şey yükseldi. Acı bir su. Pekmezleri çöpe atınca çok istesem de arabaya binemedim. Başım döndü. Yere çöktüm. Hava buz gibiydi ama ben nasıl sıcak sıcak terledim Leman abla. Sırtım bir anda su içinde kaldı. İlk kez orada kustum ama belki gerçekten soğuk algınlığındandı, bilmiyorum. Oktay arabadan hiç çıkmadı, isabet oldu çünkü yeterince utanıyordum ondan. Yol boyu konuşmadık. Bir yerde durduk, o bir şeyler atıştırdı benim içim kaynayıp durdu. Orada İstanbul uçağını ayarladı o. Çok bir şey yok aklımda, uyumuşum. İstanbul'da..."

Bir süre sustu Bahar. "Eve dönünce bir kıyamet de orada koptu. Refik beyler gelmiş. Amerika'ya gideceklermiş, birkaç gün İstanbul'da kalıp öyle geçelim demişler, ikimiz de evde olmayınca çok sinirlenmiş. Oktay Şavşat'tayız demiş ama... Oktay'a kızdı. Tek böbreklisin ne işin var karda kışta dedi. Bir an oğlunu düşünüyor sandım Leman abla ve sevinecek oldum. Oktay adına sevinilecek bir şeydi. Ama derdi Oktay'ın kendisine iyi bakmamasından mütevellit Eray'ı yedeksiz bırakmak olunca... Onlar kavga ederken ilk kez araya girdim. Annem hasta diye üsteledim. Hatta diklendim. Bir sizin evladınızınki mi can diye bağırdığımı hatırlıyorum. Sonra o benim üstüme yürüdü, korkup sindim, Oktay girdi araya, babasını itti. Tepeden tırnağa iğrenç bir gün oldu. Odaya attım kendimi.

Ertesi gün onlar Amerika'ya gitti. Oktay birkaç gün evde bile değildi, nerede olduğunu bilmiyorum. Yine yalnız kaldım. Okul, ev, annemle konuşma... Annem Oktay'ı çok sevmiş. Telefonda hep ondan bahsedip durdu. Keçi onu ısırmaya kalkmış, kokarsın demiş ama Oktay gene de ahıra girmiş, keçi sütü içmiş... Annemin insanlık kriterleri benimkinden bile fena..."

Durup gülmeye başladı Bahar. "İyi insan görmemiş ömründe. Oktay'a bile böyle diyorsa Ozan'ı görse, tanısa neler derdi..." Bahar'ın yüzünde ağlamakla gülmek birbirine karıştı. Elindeki peçete çöpe döndü. Leman hanım ince dudaklarıyla ona kısacık karşılık verdi.

"Yalnız olduğum o günlerde iki türlü düşünce vardı kafamda. İlkinde Oktay eve gelmediği için çok mutluydum. Şavşat'a beraber gidip gelmemiz hayatımızda en ufak bir değişikliğe bile yol açmamıştı, buna seviniyordum. Yalnızken canım sıkılıyordu ve okul dışındaki bütün zamanlarımda uyuyordum. İkincisi ise..." Burada utandı Bahar. Canı çıkmış bir top haline gelen peçetesini tiftmeye başladı.

"Ayıplarsın beni..." dedi çekinerek. Kadın hiç ağzını açmadı ve bekledi. Sonunda Bahar devam etti.

"Uyumazsam derin düşüncelere dalıyordum. Zavallı liseli Bahar'ın hayalini bile kuramayacağı bir şey yaşadığımı düşünüp duvarla bakışıyordum. Oktay'ın beni öptüğünü hatırlıyordum Leman abla. Çünkü bu sevdiğim bir his olmuştu. Öpülmek güzelmiş, sevmiştim. Hâlâ en sevdiğimdir. Sonrasını hatırlamak bir yana hiç yaşamamışım gibi hayal bile edemiyordum. Bazen acaba rüya mıydı dediğim bile olmuştu. Ama asıl düşündüğüm bu değildi." Bahar burada durup başını eğdi. Utancı arttı.

"Ayıp olacak böyle ama..." dedi yeniden.

"Mutsuzluğun bir kat altında başarısızlık vardı. Bir şeyleri kesinlikle yanlış yapmıştım ve bu beceriksizlik... Bir anda içimde büyüyen bir tümör gibi oldu Leman abla. Oktay kesin benimle içten içe dalga geçiyordu. Orada burada anlatıyor bile olabilirdi. Hiç tanımadığım insanların içki sofralarında dalga konusu olduğuma emindim. Daha fenası... İyi ki Ozan'la böyle bir şey yaşamadım diye sevinmiştim. Ya Ozan'layken böyle bir şey yaşasaydım? O benle dalga da geçemezdi. Kibar kibar takılırdı, asla kötü diyemezdi, incitmemeye çalışırdı ve içten içe hay nereden bulaştım böyle bir işe derdi. Emindim buna. Koca bir hayal kırıklığı olurdum onun için."

Durduğu yerde bir anda ürperdi Bahar.

"Bugün bile bu düşünceyle baş edemiyorum," dedikten sonra "Belki sana saçma geliyordur bu dediğim," dedi. "Ama Ozan'ın birlikte olduğu kızlar... Zaten eziğin tekiydim bir de yatakta bir boka benzemeyen kız olma fikri..." Bastırdığı ağlama güdüsü baskın geldi. Yeniden ağlamaya başlayınca elindeki yorgun topu gözlerine bastırdı Bahar. "Nasıl desem koca bir hayat başarısızlığı gibi hissediyordum kendimi. Tepeden tırnağa, her şeyiyle başarısız bir insan. Çocuk olamamış, genç kız olamamış, kadın olamamış, insanlığı şüpheli. Anlatabildim mi?"

Gözlerini kapatıp açarak cevap verdi kadın.

"Galiba döndükten sonraki pazartesi günüydü. Okuldan eve dönerken sitenin girişinde adamlar gördüm. Üç kişi villaların ortasındaki göbeğe bir şey yapıyordu. Az biraz yavaş yürüyünce kocaman bir yılbaşı ağacı kurduklarını fark ettim. Kalbim nasıl attı ama Leman abla. Kocaman bir ağaç olacaktı bu. Ev kadar neredeyse. Eve koştum. Üstümü değiştirip bir kupa çay koydum kendime. Başıma beremi geçirdim. Bardağımla beraber çıktım dışarı. Adamları görecek bir bank buldum kendime. Akşama kadar oturduğum yerde ağaç kurmalarını izledim; ara ara gidip çay aldım o kadar, başka hiç kalkmadım yerimden.

Hava kararırken eve döndüm. Oktay gelmiş, arabasını bahçede görünce anladım. Hatta önümden arabasıyla geçmiş olmalı, ben görmemişim. Odama girdim, beremi çıkardım. Saçlarım öyle çirkin geldi ki gözüme... her şey saniyeler içinde oldu. Aynaya baktım uzun uzun. Beceriksiz cinselliğimin şahidi öbür odada olmalıydı. Sanki bana kahkaha atıyordu, kulaklarım sesini duyuyordu resmen. Ozan geldi aklıma. Önceki sene eve bir yılbaşı ağacı kurmuştu. Altını hediyelerle doldurmuştum. Bütün burslarımı Ozan'a hediye almak için kullanmıştım. Bir de mektup yazmıştım ona. Şimdi böyle ev kadar bir ağacı gözümün önünde kurmuşlardı ama o evdeki küçük ağacın eteğine hediyeler alma fikriyle delirecek gibi oldum. Sonra saçlarım çok sinirimi bozdu Leman abla. Duşa girdim. Saçlarımı yıkarken ellerimle yolmaya başladım. Tutup tutup kopardım. Niye deme, bilmiyorum. Sonra bir anda kusmaya başladım. Kendimden iğrendim. Abdest alıp çıktım banyodan. Mutfak makasıyla beraber döndüm odama. Saçımı tarayıp elime neresi geldiyse göz kararı budadım saçlarımı. Böyle bak."

Elini saçlarına götürüp ensesinden aldığı tutamları parmaklarıyla keser gibi gösterdi Bahar.

"Tabii kuruyunca daha da kısalacak, kabaracak, kıvrılacak... Hiç düşünmedim. Bir de onca zaman sonra... Neredeyse kolum kadardı kestiğim saçlar. İşim bitince kestiğim saçlarımın ortasına çöküp ağladım. Aklımca onu düşünmeyerek Ozan'ı kendimden korumuştum ya hani; saçlarımı kesince onun ruhu da benden koptu gitti gibi geldi. Midemin bulantısı geçmeyince uyumak istedim. Yatakta dönüp durdum. Bir işe yaramadı. Belki uyumamı sağlayacak bir ilaç bulurum diye indim mutfağa. Makası bırakıp ilaç dolabını kurcalarken Eray'ın odasına ilişti gözüm. Çok düşünmedim Leman abla. Oktay planlı olduğunu düşünmüştü ama yemin ederim planlı bir şey değildi. Eray'ın odasında bulabildiğim bütün ilaç kutularını yanıma alıp odama çıkmıştım. Bir sürahi suyla yutabildiğim kadar çok ilacı öğüre öğüre yuttuğumu hatırlıyorum. Bir yerden sonra suyla ilaçlar ağzıma geri geri geliyordu, ben ağzımdan akan suyu avucumda tutup geri yutuyordum. Hep öğüre öğüre."

Derin bir nefes aldı kız. Ellerini yüzünde gezdirdi. Yorgunluk aktı yüzünden. "Sonra yatıp uyudum. Daha doğrusu sımsıkı kapadım gözlerimi. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Tek bildiğim rüya gördüğüm. Yine o yataktayım, uyuyorum ama bir yandan radyo çalıyor. Yaşar çalıyor, buna eminim."

Durup gözlerini kapattı ve mırıldanmaya başladı Bahar. Bir eli şarkıya uygun hareket ediyordu. "Nasıl ki evlerin odaları varsa, nasıl ki kuşların yuvaları varsa..."

Ardından gözlerini açtı. "Kıştayız, yorgan var üstümde sıcacığım. Mutfakta biri var. Islık çalıyor. Şarkı ve ıslık bir arada. Gülesim geliyor. Tatlı kokusu geliyor burnuma. Şekerli bir şey. Sonra benim telefonum titriyor. Önce duymazdan geliyorum. Telefon susuyor. Sonra bir daha titriyor. Bir gözümü açıp bakıyorum. Oğulcan mesaj atmış. "Yeni yılın kutlu olsun Bahar abla. Özledim seni." Yüzüm gülüyor. Oğulcan mesaj atmış diye kalkıyorum yataktan. Mutfağa yürüyorum. Beykoz'daki evdeyim. Merdivenleri iniyorum. O kadar, devamı yok. Gözümü açtığımda gülüyordum Leman abla. Daha yatalı beş dakika mı ne olmuştu. Telefona uzandı elim. O mesajın gerçek olması lazımdı. Mesaj kutuma girdim, bütün mesajları, en saçma marka ve numaraların mesajlarını bile okudum. Oktay'ın Şavşat'ta yazdıkları dışında bir tane bile arkadaş mesajım yoktu. Her şeyi geçtim, bende Oğulcan'ın numarası yoktu ki. Vakit yılbaşı değildi. Buna rağmen onun gerçekliğine bütün kalbimle sarıldım. Ağlaya ağlaya gittim Oktay'ın yanına. Sende Oğulcan'ın numarası var mı dediğimde şaşırdı. Belki de saçlarımın haline şaşırmıştır bilmiyorum. N'oldu dediğinde cevap veremedim. Oğulcan diyordum sadece. Oğulcan, Oğulcan, Oğulcan... Kusmaya başladığımı hatırlıyorum. Ama gerisi yok denecek kadar silik Leman abla. Ne hastaneye gittiğimizi hatırlıyorum ne eve dönüşümüzü. Gözümü açtığımda Ayşe ablanın sıcacık çorbasıyla karşılaşmıştım. Onun tadı aklımda. Bir de Oğulcan'ın mesajı bir fotoğraf gibi gözümün önünde. Bugün bile elime telefonu alıp o mesajı okuduğumu hatırlıyorum, noktasına kadar aklımda, gözümün önünde. Ama sorarsan gerçek değilmiş. Bir daha uyumuşum."

Ağlamasının önüne geçemedi Bahar. Bardağına yeniden su doldururken eli titriyordu.

"Sonra... Ertesi gündü galiba. Gözümü açtığımda Oktay yanı başımda kitap okuyordu."

*

"Başarılı olursan adı intihardır. Başarısızsan teşebbüs. Başarılı olmak kolaydır. Başarısızsan dikkat çekmiş olursun."

Uyandığını biliyordum. Çünkü bir insanın gözlerinin kapalı olması uyuduğu anlamına gelmez. Nefesi yüzüne düşen bir tutam saçı havalandırıyordu. Saçlarını saçma sapan bir şekilde kesmişti ve öyle fenaydı ki, görmemeye çalışıyordum. Yok yere Refik'le bir kere daha kavga edecektik. Evet, bu rutinimizdi ama ben kendi dertlerim için kavga etmeyi severim; bana ne onun dertlerinden. Hastanenin başhekimine güvenebilir miydim? Polise bildirmeyeceğiz demişti ama babama bildirmesi evde bir kasırga estirirdi. Bu şovla kimin huzurunu kaçırmaya çalışmıştı Bahar?

Yatakta ağır ağır kıpırdadı. O zaman kafamı çevirmeden, önümdeki kitabı göğsüme kapadım. Başımı arkama yaslayıp gözlerimi yumdum.

"Başarılı olursan adı intihardır. Başarısızsan teşebbüs. Başarılı olmak kolaydır. Başarısız olursan dikkat çekmiş olursun."

Kendimi suçlamalı mıydım? Hayır. O üzerine biraz ışık çekmek istemiş olabilirdi, benle bir ilgisi yoktu bunun. Hayatı boka bulanmış herkes yaşamamayı tercih edebilir. Bunun yükü başkasına emanet edilmez. Bir derdi varsa gelir bana söylerdi. Böyle miydi gerçekten? Aslolan şuydu; seviştik diye yapmış olabilir miydi bu haltı? Beni enterese eden tek şey bu olurdu. Kucağıma bir pişmanlık bırakmasın istiyordum. Pişman değildim. Olmuş bitmişti, başka başka anlamlar aramanın, meseleyi uzatmanın lüzumu yoktu.

Yaptığı şey bununla ilgili değilse, inanın gerisi beni hiç ilgilendirmezdi. Kısaca çamur olup üstüme sıçrar diye korkuyordum, o kadar. Yoksa bok gibi dünya, yaşamak istemiyor diye kimse kimseyi susçlayamaz.

Büsbütün uyanmıştı, kıpırdıyor ama konuşmuyordu. Aldırış etmedim. Sonra "Niye buradasın?" dedi bana. Sesi bok gibiydi, sanırsın yüzyıllık sigara tiryakisi.

"Acıyor mu?" dedim. Cevap vermeyince baktım yüzüne.

"Boğazın, oran buran?"

Bakmayı sürdürünce "Mideni yıkadılar," dedim. "İçtiklerinin yarısını kustun, geri kalanı da onlar yıkadı. En son bahçe hortumu gibi bir şey vardı içinde. Bağıra bağıra kusuyordun. Hatırlamıyor musun?"

Eli boğazına gitti. Sonra pencereye bakıp "Saat kaç?" dedi.

Omuz silktim. Bilmiyordum. Telefonuma uzanmak istemedi canım. "Aç mısın?" dedim. Yüzünden bir tiksinti geçti.

Şimdi tüm söylediklerim bir yana itiraf etmem gerekirse gösterdiği cesarete hayran olmuştum. Ölmek benim de her insan gibi binlerce kez aklımdan geçmişti de ciddi bir girişimde bulunma cesaretini göstermiş değildim. Söylediklerim aramızda kalacaksa ben uyuşturucunun bile en tehlikesizinden yürürüm. Maksadım ölmek değil keyif almaktır. Ölecek olsam, yolu bilirim. Zaten şüphelenmemin sebebi de bu. Bahar'ın arzusu ölmek olsa, kusa kusa yanıma niye gelsin?

Bu kıza dair çözemediğim her şey canımı sıkmaya başlıyordu.

"Bugün neyiz?" dedi sonra. "Çarşamba," dedim.

"Hücre Biyolojisi dersim vardı, gitmedim mi?" dedi. Beni bir gülme aldı.

"Ahirette muafmışsın ondan," dedim. O zaman göz göze geldik. Önündeki saçları iterken saçının beşte bire düştüğünü fark etti. Eli ensesine, oradan da sırtına doğru uzandı, saçını tutup tutup çekerek bakmaya başladı.

"Benimkine yakın," dedim. "Ama beceriksiz bir berberden çıkmış."

Burnunu çekmekle yetindi. Gözlerinin dolduğunu gördüm ama hemen kapadı onları.

Uyku, dünyevi dertleri örten ışıksız bir mağaradır. Anne kucağı kadar huzurlu ve banka kasası kadar güvenlidir. Sovyet sığınakları kadar koruyucudur ancak bir Alman kadar disiplinlidir. Saati geldiğinde sizi kapı dışarı atar, bir daha içine giremezsiniz. Bahar, bir daha gözlerini dilediği gibi örtemedi.

Kollarımı dizlerime dayayıp yatağa doğru eğildim. Öfkeyle değil merakla "Ne geçiyordu aklından?" dedim. "Ölmek mi istiyordun yoksa... Yoksa başka bir şey mi?" Neden bilmiyorum "Oktay gelip kıçını toplasın mı istiyordun?" diye soramadım.

"Bilmiyorum," dedi.

"Kim bilecek?" dedim ama gözlerinde korku vardı. Sustu.

"Sorun ne?" dedim bu kez. Yüzü bir ruh kadar beyazdı. Cildinde leke, akne, sivilce, siyah nokta, hiçbir bok yoktu. Gözlerinin altındaki koyu halkalar onu olduğundan on yaş büyük gösterse de pirüpak yüzü kireçten farksızdı. Saçları kabarmış, şekilsiz, saçma sapan bir hal almıştı. Onları görmezden gelebilsem, güzel bir yüzü var derdim. Buna rağmen gözlerinin sevilecek tarafı yoktu. Acınası, korku dolu, zavallı.

"Anneni iyi bıraktın. Döndük, bir sorun yoktu. Kaç aydır buradasın zaten. Niye böyle bir halt yedin?" Sorguya çekmekti benimkisi, farkındayım. Başka bir usul bilmem. Kibarlaşmaya çalışacak bir durum da yoktu.

"Bilmiyorum," dedi bir daha. Üzerindeki yorgan biraz inince Kaliforniya tişörtüm göründü. Aklıma çıplak bedeni geldi. Giydirirken ne kadar zayıf olduğunu bir kere daha görmüştüm. Üstelik karanlıkta değil, apaydınlık bir odada. Ama daha dikkat çekici olan günden güne zayıflıyor oluşuydu. Dikkatim dağılınca "Bunun benimle bir ilgisi var mı?" dedim.

"Yattık diye böyle bir şey yapmadın, değil mi?"

Cevap vermedi ağzıyla. Başını iki yana sallamaya çalıştı. Yeniden arkama yaslandım. Rahatlamalı mıydım? Salağa yatacaksam "İyi bari benle ilgisi yokmuş," deyip gülmeliydim. Elbette salak değilim.

"İstemiyorum demedin," dedim ona. "Aksine istediğini her şeyinle ifade etmiştin. Pişman mı oldun?"

Gözlerini açık tutamadı. "Bak ben böyle suskunlukları sevmem," diyerek devam ettim. "Gelemem duygusal şeylere. Ne istiyorsan açık açık konuş benimle. Müneccim değilim, aklını okuyamam. Ölmek istersen dur diyecek değilim ama ne istediğini bilmeli insan."

Söylediklerimin arkasındayım. Sadece, o böyle gözlerini kapatıp ağlamamak için kendisini tutarken yanağından yastığına düşen bir damlayla dağıldı aklım. Keşke dedim ilk kez. Keşke dokunmasaydım. Oysa pişman olunacak bir şey de yok, büyütecek bir şey olmadığı gibi ama... Çıkmaz sokağa girdim. Salakça duvarlara tırmandım, ne yapacağımı bilemeyince de, odadan çıkıp mutfağa indim.

İnişimin belli bir sebebi bile yoktu. Yerimde duramamıştım sadece. Ayşe abla önümde arkamda gezdi. Sadece bir bardak çayla yukarı çıktım. Bahar olduğu yerden bir santim bile kıpırdamamıştı. Bu kez yatağa oturdum. "Kalk da şu çayı iç," dedim. "İstemiyorum," dedi. "İstiyor musun demedim ki," deyince emir altında olduğunu fark edip doğrulmaya çalıştı.

Bardağı elimden alıp bir yudum içince yüzü ekşidi. "Boğazın mı ağrıyor?" dedim. Hem gözlerini yumup evet demek istedi hem de "Sıcak değil," dedi. Artvin'de annesiyle Bahar'ın yüz dereceyi bulan sıcaklığı normal karşıladıklarını görmüştüm. Neredeyse bardağı aracı yapmayıp çaydanlıktan ağızlarına çay akıtacaklardı.

"Çok sıcak içemezsin şu an," dedim. Dalga geçmedim, tuttum kendimi. Bir yudum daha içsin diye direttim. Diretmek; bardağı ağzına sokmaktı.

"Dün annen üç beş kere aradı. Sonunda merak etmesin diye açtım, uyuyor falan dedim. Selam söyledi, haberin olsun."

Başını salladı sadece. Bir eli hep saçlarına uzanıp duruyordu. Alışkanlığın bıraktığı boşlukta geziyor ve geri dönüyordu.

"Oğulcan mesaj attı sandım," dedi bir süre sonra bana. O akşam odaya deliler gibi girdiğinde de ağzında Oğulcan'ın adı vardı.

"Ne mesajı?" dedim.

"Hiç," dedi. Anlamadım ve ufaktan sinirim bozulmaya başladı. Yataktan kalkıp koltuğa döndüm. Kitabımı alıp Bahar'ın varlığına inat okumayı sürdürürken "Özledim seni yazmıştı bana. Gerçek sandım," dedi.

"Eee?" dedim sustuğu için.

"Uyuyacaktım, kalkmayacaktım. O özledim yazınca kalktım. Özledi sandım."

Burada olmak, beraber olmak ya da istediği yerde olamamak ona düşündüğümden daha fazla mı acı veriyordu? Daha doğrusu acı mı veriyordu? Mutsuzluğu gerçek miydi? Ölmek isteyecek kadar mı gerçekti? "E tamam," dedim içimden. "Tamam, bu salak şeyi bitirelim o zaman."

Yüzüne bakıp "Boşanmak istiyor musun?" dedim. Üç beş kere gözlerini kırparak baktı yüzüme.

"Bütün derdin bu salak evlilikse, bu bitince her şey normale dönecekse yarın boşanalım ve bitsin. Herkes kendi yoluna."

Bir süre bu fikri tarttı ve "Baban?" dedi. "Avukat, baban, sonra dava?"

"Siktir et onları," dedim hevesle. "Reşit insanlarız. İstersek daha yarın boşanırız. Kimse de bir bok diyemez."

"Ama," dedi bu kez. "Dava, sonra Ozan?"

"Saçma sapan konuşma," dedim. "Kafeslemişler seni. Yalan dolan hepsi. Dava dediğin şey daha başlamadı bile. Avukatsa bir o herif mi avukat? Boşandık diye Okay uyuşturucu satıyor diyecek halin yok ya. Ben halledeceğim gerisini."

"Baban rahat bırakır mı ki bizi?"

"Ne yapacak babam?" dedim bu kez. "İki tehdit etsen susar. Polise giderim desen susar. Ha ama suyu bulandırmayalım dersen, söylemeyiz. Hemen söylemeyiz."

Aklına yatar gibi olmuştu ya da üzerinde düşünüyordu. "Buradan gidersem anlar ki zaten," dedi.

"Ben ayrı eve çıkarım," dedim hemen. Vardı zaten aklımda. Refik'in köpek kulübesinde yaşama zorunluluğum yoktu ki.

"Ayrı eve çıkıyoruz derim. Şavşat'a da beraber gittik ya işkillenmez. Sonra sen sağ ben selamet."

Bir süre sustu. Çay bardağının ağzıyla oynarken "Yurt bulurum," dedi.

"Tamam," diye atıldım. "İstersen yardım da ederim sana. Yeter ki bitsin bu sirk. Ben yarın öbür gün hallederim. Anlaşmalı boşanırız, hemen biter. Refik dönünce de eve çıkıyoruz derim, tamam mı?"

"Kimsenin başına bir şey gelmeyecek mi?" dedi yeniden. Ozan'a duyduğu minnet dağlar kadardı. "Kimsenin" "kim" olduğunu elbette biliyordum. "Saçmalama!" dedim ama sesimde heves vardı. Neden bunu daha önce yapmadık ki diye düşünüyordum. Sonra Bahar'ın iş tutabileceğim bir insan olduğunu yeni anladığımı fark ettim. Kafamdaki şemada Refik'in yanında saf tutan Bahar benim yanıma geçmişti. Buna sevindim.

Bahar çayını bitirdi. İçime öyle bir neşe dolmuştu ki, "Bir tane daha ister misin?" dedim. "Ya da yiyecek bir şey?"

Önce "Ck," dedi. Sonra "Su." Ama bunu dedikten sonra "Ben alırım," diyerek üzerindeki yorganı açtı. Üzerindeki kıyafetler gözüne fazla garip gelmiş olacak ki, yorganı kapatıp bana baktı.

"Kusura bakma seninkilerin içinde giydirebileceğim bir şey bulamadım," dedim. "Her tarafın kusmuk içindeydi." Tıpkı annesinin hastane odasında yaptığı gibi yorganı tepesine kadar çekecek oldu. "Güzel de fiziğin var. Ama kıyafetlerin çok fena," dedim. Ne zamandır aklımdaydı, sonunda söyleyince rahatladım.

Gülüşümü de saklamadan odadan çıktım. İçime yeni ve mantıklı bir karar almanın mutluluğu dolmuştu. Üçer üçer indim basamakları. Bahar'a büyük bir bardakta su götürürken Ayşe ablanın sesiyle ardıma döndüm. "Oktay bey," dedi ardiyeden çıkarken. "Bahar hanımın saçlarını ne yapayım?"

Duyduğum en gerizekalıca sorular diye bir liste olsa zirveye bunu koyardım. "Neyi n'apacaksın?" dedim.

"Saklamak ister belki diye düşündüm," dedi. "O kadar uzunken kesilince saklar kimisi."

"Manyak mısın nesin?" dedim doğrudan. "Saç, kıl, tüy. Nesi saklansın. At çöpe."

"Tamam," diyerek mutfağa yürüdü. Ben de üst kata söylene söylene yürüdüm. Son basamakta neden bilmiyorum, arkama dönüp "Ya da kalsın," dedim. "Koy bir kenara, sonra kendisine verirsin." Saçmalık, anlamsızlık, aptallık vs derken neşeli anıma denk gelmişti, şükretsin.

Odaya girip bardağı Bahar'a uzattım. Bir yudum içip kenara bıraktı. "Saçlarım çok mu kötü olmuş?" dedi sonra.

"Kötü," deyişim açık sözlülüğümdendi. Ama sonra onun durumunda olan bir insana bu kadar açık sözlülüğün iyi gelmeyebileceğini fark edip "O kadar değil," dedim.

"Saçımı kıskanmışsın gibi bir görüntü..." Güldüm. Ayaktaydım, yatağa oturdum.

Kollarımı uzatıp saçlarını kendiminkileri toplar gibi tepesinde küçücük bir topuz yaptım. Yarısı ensesine saçıldı ama yüzü meydana çıktı. Tensel temasın onu neden bu kadar tedirgin ettiğini anlamıyordum ama biraz düşününce, çok da... Neyse.

"Böyle çok güzel," dedim yanından çekilirken. "Yüz hatların çok güzel, saçlarını toplaman en güzeli. Kesmen iyi bile olmuş. Sadece az daha özenli davranabilirdin."

Bir süre sustu. "Bir kuaför bulurum yarın okula gitmeden. İstanbul'da hiç kuaföre gitmedim. Bildiğin bir yer var mı?"

Çocuk saflığındaydı sorusu. Kafasının pek yerinde olduğunu da sanmıyorum. Zaten sorar sormaz yeniden yatağa gömüldü ve "Neyse," dedi. "Kimseye söylemedin, değil mi?"

Bazen güldürüyordu yüzümü. Tutamıyordum kendimi. "Eve biri gelsin ister misin?" dedim. Anlamayıp "Kim gelecek?" dedi.

"Kuaför," dedim. Biraz durup "Ayın yedisinde yatıyor bursum," dedi. "Yedisinden yedisine Şavşat'ın parasını ödeyebilirim."

Kafası yine yandı diye düşündüm. Kitabıma geri dönerken "Hı hı," yaptım sadece. Yatmıştı ama gözleri açıktı ve beni izliyordu, hissediyordum. Yine de kafamı çevirip ona bakmadım. Bir süre sonra "Bu boşanma işleri bitene kadar kitaplıktan kitap alabilir miyim ben de?" diye sordu.

"İstersen evi yak, niye soruyorsun ki?" dedim.

"Tamam," dedi. Ardından "Sağ ol," diye ekledi. Bir nefes daha bekleyip "Her şey için," dedi.

Son on günümüzü baz alırsak ömrümde bana Bahar kadar çok teşekkür eden bir insan daha olmadı. İnsan en çok kendisine yalan söyler, oysa en dürüst olması gereken kişi kendisidir. Ben dürüstüm, teşekkür etmesi hoşuma gidiyordu. Bir noktada birinin işine yarıyordum ve kıymetim biliniyordu. Mesela Eray bana böbreği için teşekkür etmemişti. Babam ya da annem de öyle. Bahar bir bardak su için teşekkür ediyordu. Kıyaslanır mı bilmem, ben kıyaslıyordum ve Bahar'ın teşekkürü hoşuma gidiyordu.

Sessizlik çöktü odaya. Tam da o sırada önüme çıkan cümleyle başımı kaldırıp henüz uyumayan kıza baktım. Gorki ne güzel söylemişti;

"Huzur denilen o şeyin her santimine ihtiyacım var bu aralar. Bana biraz bahar gerekiyor. Çok üşüdüm."

*

"Oktay'ın tuhaflıklarını sana anlatmakla bitiremem Leman abla. Onu iyi tanıdığımı söylerim ama aslında tanımadığım bir sürü yönü olduğuna da eminim. Çünkü o hep açık ve dürüst bir insan olduğunu söylese de bir yanı kapalı kutudur, nasıl açılır bilmiyorum. Onun da bildiğinden şüpheliyim. Ama şunu söylemem lazım, benimle hiç dalga geçmedi. Arkamdan yapmış mıdır, içinden geçirmiş midir bilmiyorum.

Benim için o gün ve öncesi bir delilik anıydı. Hatırımda değil. Hatırımda olan tek şey boğazımdaki ağrı. Midem yıkanmış, günlerce doğru düzgün yemek yiyememiştim. Çok zaman geçmiş üzerinden masal gibi geliyor şimdi. Oysa o zaman...

Neyse. Oktay bir bekçi gibi odamda durup kitap okurken ben uyudum. Bu kez daha tatlı bir uykuydu çünkü Oktay'ın söyledikleriyle birtakım hayaller kurmuştum. Şayet boşanırsak, şayet ben evden ayrılıp bir yurda gidersem, eskisi gibi olur muydu bir şeyler?

O zaman şimdikinden daha cesurmuşum Leman abla. Çünkü yaşayabileceğim bütün sorunlar bir yana dursun ben bir şeyleri yoluna koyduktan sonra Ozan'ın karşısına çıkıp ondan özür dilemenin hayalini kurmuştum. Kasımdı ya hani. Ben yılbaşında çıkacaktım Ozan'ın karşısına. Yana yakıla af dileyecektim, ayaklarına bile kapanacaktım, ben yeni yıldan senin bana âşık olmanı dilemiştim. Önce Tus'u kazanmanı dileyecektim ama bencillik ettim, bana âşık ol istemiştim. Ozan n'olur beni affet diyecektim. Ve o hemen beni affedecekti. Sonra ben onu öpecektim. Nasıl yapacağımı biliyordum. Yüzünü tutacaktım, gamzesine uzatacaktım dudaklarımı. Kaçmayacaktı benden."

Bahar bir elini alnının ortasından burnunun başladığı yere sürükleyip mandal gibi derisini sıktı. "Bakar mısın hayale?" dedi. Ancak bunu söyledikten sonra sesi bir anda yükseldi. "Hangi yüzle?" diye bağırdı peş peşe. "Hangi yüzle öpecekmişim ben onu? Hangi yüzle özür dileyecekmişim?"

Bahar'ın hezeyanını örter gibi "Sonra ne oldu?" dedi kadın. Bahar'ın hangi noktadan sonra affedilmez olduğunu düşünmeye başladığını merak ediyordu.

"Sabah oldu. Oktay uyandırdı beni. Kahvaltı et, kuaför gelecek, dedi. Afalladım. Çay içebildim bir de haşlanmış yumurtanın sarısını yiyebildim. Başka bir şey geçmedi boğazımdan. Sonra gerçekten bir kadın geldi saçımı düzeltmek için. Oktay onun yanında ağır bir numara çevirdi. Sarıldı omuzuma. İddiaya girdik, Bahar çok pis kaybetti, ben kestim saçlarını dedi. Sonra yanağımdan öpüp düzeltelim yoksa benim canımı yakacak, diye devam etti. Ben niye böyle bir şey yaptığını anlamamıştım. Sonra o camiada en muhteşem dedikoduların kuaförlerde döndüğünü öğrendim. Öyle bir şey ki Leman abla, kuaför koltuğunda mesaj bile atmayacaksın. Okuyorlarmış tependen. Okuyup ne anlarlarsa dört yana dağıtıyorlarmış.

O zamana kadar ben okulda bizimle ilgili bir dedikodu duymadım. Tekneden meselesinden sonra çok kıyamet koptu ama inan ki sınıftakiler benim orada olduğumu bile bilmiyordu. Fısır fısır konuşmalar vardı. Şu şunu vurmuş, şu uyuşturucu kullanıyormuş falan. Ne zamanki benim soyadımın değiştiği fark edildi, ancak o zaman bana başka bir gözle bakmaya başladılar.

Başka dedikodular varsa bile bunu benim kulağıma taşıyacak kimsem yoktu. Bir işte çok sevdiğim hep bahsettiğim hocam bana bir şeyler soracak oldu.

O da ben susunca üstelemeyip sadece bir şeye ihtiyacın olursa bana gel dedi. Neden onu çok sevdiğimi anlıyor musun? Bugün bile eli hep üzerimdedir.

Neyse. Oktay'ın dediğine göre bizimkinin cacıktan evlilik olduğunu herkes biliyormuş. Daha doğrusu tekne meselesinden ötürü ayarlanmış bir tezgâh olduğunu biliyorlarmış da içeriğine kimse hâkim değilmiş. Yoksa Oktay'ın evlenmesi kimsenin beklediği bir şey değil. Hele ki benim gibi biriyle... Gazetelerde çıkan fotoğraflar kimsenin umuru değilmiş de...

İlk kez Oktay'ın çağırdığı o kuaförle alengirli şeyler dolanmaya başlamış okulda. Gerçekten mi birlikteymişiz yoksa işin arkasında başka boklar mı varmış... Beni saçım nasıl kesilmiş... Kavga mı etmişiz... Oktay böyle şeylerle ilgilenmezmiş... Evlendiği kız soğuk nevalenin tekiymiş. Burnu çok havadaymış, saçı kesilmiş de iki laf etmemiş. Bir de bakımsızın tekiymiş, kimmiş ki o kız? Bir sürü şey. Benim saçım düzeltilirken Oktay iki dakikada bir yanıma geldi. Hep benimle konuşmaya çalıştı halbuki biz aylardır aynı evde olup anca üç satır konuşmuş insanlarız, şaşırdım. Meğer kuaförün gözünü boyuyormuş. Hep etrafımızda gezdi. Ben elbette dut yemiş bülbüldüm. Kadın bir şeyler soracak oldu da, ağzımı hiç açmadım. Oktay da fırsat vermedi zaten kadına.

Allah'tan işi uzun sürmedi. Saçlarım kısacık oldu, bence bok gibiydi ama en azından kuaför elinden çıkmıştı. Kadın giderken Oktay bana bir daha sarıldı. "Geçti mi sinirin?" dedi. "Okula ben bırakayım," dedi üstüne de. Aval aval baktım. Tabii ki okula beni Oktay falan bırakmadı. Tıpı tıpış otobüse bindim kadın gidince. Oktay da normale döndü.

Neydi o hâl dedim bunun üzerine. 'Bu ev,' dedi bana. 'Bu ev, eve giren çıkanlar, okul, çevre, Refik ve müritleri... Kimseye güvenme. Kimseyle samimi olma. Hep mutluymuş gibi yap. Hakkında konuşulmasını istemiyorsan tabii.'

O bunları deyince ben gülümsedim. İlahi dedim içimden sonra niye 'gülüyorsun' dedi. 'Benim Ayşe abladan başka konuştuğum kimse yok ki' dedim. 'Okul daha fena' dedi. 'Orada hiç kimse yok' dedim. 'Ya samimi değildir, öylesine muhabbet ettiklerin bile...' diye bir cümle kuracak oldu.

'Yok yok,' dedim. 'Günaydın dediğim biri bile yok. Bir işte senle konuşmaya başladık, onun dışında çoğu günüm ağzımı bile açmadan geçiyor. Arada yol soranlar oluyor dışarıda, o kadar. Benden yana rahat ol, herhangi bir dedikodunun kaynağı olmam mümkün değil.'

Bir şey demedi Leman abla. Çok sonra benim canım sıkılmasın diye öyle dediğini söyledi. Herhangi bir dedikodu Oktay'ın umuru değilmiş zaten.

Aslında benim de değildi. İnsanlar konuşur. Benim ne yaşadığımı nereden bilsinler. Villada yaşayan elden düşme prensestim ben. Gündüzleri ayak altında olmamak için ya eve hiç gelmiyordum ya da odamdan çıkmıyordum. Gece olunca karnım acıkıyordu. İlk zamanlar acımdan gebersem de yemiyordum ama sonra... Alıştım galiba gece olunca mutfağa inip buzdolabında ne bulursam tüketmeye. Tatlı tuzlu fark etmiyordu. Ayşe abla ne bıraktıysa. Çoğu kez yediklerim içimde durmuyordu ama bunu pek önemsemedim Leman abla.

Kiloyla ilgili problemim yoktu ki benim. Ben zaten kendimi baştan aşağı sevmiyordum. Tartıyla falan ilgisi yoktu bunun. Bir gün Oktay elimden tutup zorla tartıya koydu beni. Kırk altı nokta biri gördüm. Bir yetmiş dört diye biliyorum boyumu. Sorsalar kiloma hep elli beş derdim, öyle biliyordum, zayıflamışım biraz.

Neyse. Ne diyordum ki ben?

Ha, şeydi. Oktay'ın kurmama vesile olduğu tatlı hayaller onunla aramızdaki buzları eritmişti. Yani düşmandan ziyade Refik karşısında bir takım olduğumuzu düşünmeye başladım ben. Yine öyle çok konuştuğumuzu falan sanma. Mesela bu kuaför meselesinden sonra günlerce görmedik birbirimizi. Bir arkadaşı çağırmış New York'a gitmiş. Ara sıra bana mesaj atıyordu.

New York'a gittiğini de şeyle öğrendim. Sınavlar başlamıştı. Moleküler Genetik çalışıyordum. Yedi kredilik ders. Kütüphanede yer bulamadım. Eve dönsem, Oktay arkadaşlarıyla gelirse korkum var. Gürültü falan olsa sıçtım. Ya bekleyeceğim yer bulmak için ya döneceğim. Mesaj yazdım çekine çekine.

"Oktay merhaba, rahatsız etmek istemezdim ama bugün eve arkadaşlarınla gelme ihtimalin var mı? Kütüphanede yer bulamadım, eve geçeceğim. Ama misafirlerin olacaksa başka bir kütüphaneye gideceğim?"

Göndersem mi göndermesem mi diye dakikalarca düşündükten sonra gönderip hemen ardından pişman oldum. Mesajı silecekken "Takıl kafana göre," yazdı. Sonra "New York'tayım ben," dedi. Rahat bir nefes aldım.

Koşa koşa eve gittim. Ertesi gün "İyi misin?" yazmış bana. Ne yazacağımı bilemedim. "İyiyim," dedim sadece. Sonra kibarlık olsun diye "Sen nasılsın?" dedim. Ne denir ki başka? Cevap olarak "İlaçlardan uzak dur," yazmış sadece, gülmüştüm. Sonraki gün "Kafam çok güzel," yazmıştı. Bir süre ekranla bakıştım. Bir şey yazmadan da sildi mesajı. Herhalde güzel kafasıyla yanlış kişiye mesaj gönderdi. Bir akşam "Yemek ye," yazmış. Benim de boşluğuma denk geldi "Çay iç," yazdım ona.

Biraz sonra çay bardaklı bir fotoğraf gönderdi ama yanında bir sürü içki bardağı da vardı. Dışarıda bir barda falandılar. Kalabalıklardı, belliydi. Orda çay bardağını nereden buldu bilmem. Tam soracakken tuttum kendimi, cevap yazmadım.

Bir saat sonra "Hani yemekli fotoğraf?" yazmıştı. İstanbul'da saat sabahın dokuzu muydu ne. Niyetimde yokken okul yolundaki bir simitçinin fotoğrafını çekip attım ona. Cevap gelmedi. Umursamadım da zaten. Dersten sonra eve geçtim. Öğleden sonra çok güzel bir hamburger menü geldi eve. Yanlış sipariştir dedim adama, kabul etmedim, adres doğru diye diretti. Ben sipariş etmedim diyorum, adam adres doğru diyor. Dükkânı aradı, teyit etti. "Yemek ye notu düşülmüş, sürpriz olabilir mi" deyince dank etti bana. Siyah hamburger hiç yememiştim, değişik bir şeydi. Güzeldi. Oktay'a fotoğrafını gönderip "Zehirlenmem değil mi?" yazmıştım. O da "Kapıya ambulans göndereyim," yazmış."

Bahar sustu. Suçluluk duygusuyla elindeki peçeteyi parçalara ayırdı, derin bir nefes alıp başını kaldırdı.

"Anlayacağın, Oktay'la dalaşmadan geçinmeye başlamıştık Leman abla. Bunun bir önemi yoktu demek isterdim ama vardı."

Gözleri yeniden yaşarmaya başlayınca ayıplanmaktan ürkerek "Leman abla," dedi sadece.

"Pusuda beklemekten, her an bir saldırıya uğramaktan ve dikenli paspasta yatmaktan yorgun düşmüşüm. En azından uyurken yanıma tornavida ya da makas almıyordum artık. Bazen mutfakta makarna yapıyor ya da yumurta kırıyordum. Normal insanlar gibi. Bir kere makarna pişirirken müzik açtım kendime. Telefondan değil, televizyondan. Tencerenin başına geldiğimde ayaklarımın dans eder gibi sallandığını fark ettim. Galiba o an mutluydum. Genel olarak değil, anlık. Elimde olduğu kadar. Suçluluk da duymuyordum üstelik. Hayat bana bu kadarını verdi dedim kendime. Bir de umudum vardı. Oktay dönünce şu boşanma şeyini halledersek, Ozan'dan af dileyecektim.

Şeye gelince. Soracaksan yani... Bizim bir cinselliğimiz yoktu. Yani benim bir cinselliğim yoktu. Şavşat'ta olan şey, edepsiz bir rüya gibi orada kaldı. Çok şükür ne Oktay bahsetti ondan ne ben hatırladım. Olmamış gibi yapmak en güzeliydi.

Sonra Oktay döndü. Kasımın sonuna doğruydu. Kış bahçesinde ders çalışıyordum.

*

Garaj kapısı açıldığında Bahar kış bahçesinde ders çalışıyordu. Siyah demir kapının gıcırdamasıyla pusuya yatan bir kedi gibi başını kaldırıp kulaklarını dikti. Refik beyler miydi yoksa Oktay mı? Her halükârda bir parça canı sıkıldı. Son konu tekrarını da bitirebilseydi zaten odasına dönüp yatacaktı. Şimdi ayak altında kalmadan ve gözlerin hedefi olmadan bahçeyi aşıp üst kata çıkmak vardı... Siyah arabanın farları kış bahçesinin cam duvarlarına yansıyınca gözlerini kıstı. Isıtıcıyı çalıştırmıştı, kapatmalı mıydı? Kıçının altına çektiği minderi yerine koymalı ve çaycının fişini çekmeli miydi? Yanı başındaki çay bardağından hızlı bir yudum alıp her an kalkacakmış gibi teyakkuzda bekledi. İri arabayı fark edince gelenin Oktay olduğunu anladı. Belki doğrudan eve girer ve burada olduğunu bile anlamazdı. Yalnızsa tabii. Ya yalnız değilse, ince bir baş ağrısı kendini gösterdi.

Kıpırdamaksızın bekledi. Far ışıkları söndü, kapı açıldı ve kapandı. Mıcır taşlarda yürüyen adım seslerini dinledi. İki kişi mi? Bir. Bir kişi. Kısa süren bir sessizliğin ardından büyük bir fanusu andıran kış bahçesinin kapısında uzun bir erkek silueti belirdi. Birinin gelebileceğini bildiği halde korkup eski bir alışkanlıkla kazağının yakasını tutup içine tükürür gibi oldu. Kapı aralandı ve Oktay ile göz göze geldi.

Ne tuhaftı suskunlukları. Oktay eli kapı kolunda, içeri girip girmemek arasında kararsız kalırken Bahar bir şey demeli miyim, susmalı mıyım gelgitindeydi. Sonunda Oktay kapının kolunu bıraktı. "Çaydanlığı gezmeye çıkarmışsın," dedi.

Bahar sağ yanına, yere kondurduğu çaycıya bakıp "Ders çalışıyordum da," diyebildi. Aslında bu adamın sorusunun cevabı değildi. Bunu anlayınca devam etti. "Çay da içeyim dedim. Gir çık yapmamak için de yanımda getirdim onu."

Bir adım içeri attı Oktay. Kapı açık kaldı, Bahar titrerken "İyi yapmışsın," dedi Oktay. "Mutfaktan buraya yürürken soğurdu senin çayın." Gözünün önüne Bahar ve annesinin bardağa dolduktan hemen sonra midelerine akan çaylar geldi.

"O da var tabii," dedi Bahar. Bileklerinin biraz yukarısına ittiği kazağının kollarını indirdi. "Hoş geldin," dedi sonra.

Oktay yalnızca başını salladı. Saçları topluydu kızın. Oradan buradan fırlayamayacak kadar sıkı toplanmış, yer yer de tokalarla oldukları yere sıkıştırılmıştı. Gözlerinin altında kara çukurlar yoktu. Anlamsız bir suskunluk içinde olduklarını görünce "İyi misin?" dedi Oktay.

Bahar başını sallayıp önündeki deftere baktı. "Son iki sınavım," dedi. Ardından içinde bir yerde bir düğmeye basılmış gibi devam etti. "Evde kimse olmayınca baya iyi ders çalıştım. Güzel geçti hepsi. Yarınkinden biraz korkuyorum ama bitti sayılır. Burası da iyi oluyor çalışmak için. Başta şu soba pek ısıtmaz demiştim ama baya iyi ısıtıyormuş."

Tepesindeki ısıtıcıya baktıktan sonra açık kalan kapıya dikti gözlerini. İçeri soğuk giriyordu. Bunu anlayan adam kapıyı itip kıza doğru yürüdü. Bahar yerde oturuyordu ama o tekli koltuklardan birine yayıldı.

Bir süre ikisinden de hiç ses çıkmadı. Sonra bir cesaret soluna dönüp "Yurt dışındaydın ama," dedi Bahar. "Şeyi ne yaptın. Hani şey yapalım demiştin. Ben halledeceğim dedin ya."

Kıza baktı ama yüzü ifadesiz kaldı adamın. Biraz da canı sıkıldı. "Boşanma işini diyorsun," dedi sorar gibi. Bahar başını salladı.

"Bir sene dolmadan anlaşmalı boşanma olmuyormuş," dedi adam. Kızın omuzları birdenbire çöktü. Son umut kalesi gözlerinin önünde yıkılıyordu sanki.

"Bir imzayla evlilik oluyormuş da bir imza ile boşanılmıyormuş," dedi ardından. "Sikeyim," deyişi fısıltı halindeydi ama duydu Bahar.

"Yani biraz daha katlanacağız. Refik gelince ayrı eve çıkarız ama. Yani yurt murt ne istersen olur gene. Sadece bu evlilik boku için bekleyeceğiz."

Bahar "biraz" denilen yerde durdu. Oktay'ın "biraz daha" dediği çoktu. Aralık, Ocak, Şubat, Mart, Nisan ve Mayıs. Parmakları saydı; çoktu, çok fazlaydı. Ozan'dan af dileyecekti hani, ayaklarına kapanacaktı. Çoktu bunca ay, Ozan adını unutur, yüzünü bile görmek istemezdi. Gözleri dolmaya başlayınca bıraktığı kalemi eline alıp defterin üzerine gömüldü. Gözünün bile seçmediği satırları okumaya başladı, kalemi gördüğü her şeyin altını çiziyordu, aralık, ocak, şubat, mart, nisan mayıs. Çoktu.

Kim bilir ne kadar sonra "Ölemedim, dur bari ders çalışayım der gibisin," dedi adam.

Ancak ondan sonra kalemini bırakıp çay bardağına uzandı Bahar. Bardağın dibinde kalan çay soğumuştu. Ağzında yavan bir tat kaldı. Duydu da cevap verecek hal bulamadı. Defterine boş gözlerle bakarken "Sen bana aldırma," dedi adam. "Ahirette sorabilirler bunları, sıkı çalış."

İçinden ruhu çekilir gibi bir nefes aldı kız. Hata kendindeydi, niye böyle bir hayal kurmuştu ve buna izin vermişti ki?

O sırada konulmuştu adam ve Bahar kendisiyle inceden dalga geçildiğini anladı. Ama ciddiye alacak olursa, bu çok güzel olmaz mıydı? Biraz düşünüp "Keşke," dedi. "Keşke cennete giriş de sınavla olsa. Böyle çalışıp geçebilsen."

"Ne yapacaksın ki cennette?"

Cennette ne yapılırdı ki? Cennet neresiydi ve nasıldı? Kim biliyordu bunun cevabını.

"Cennet de cehennem de bu dünya," dedi bu kez adam. "Öyle değil mi? Her gün birinden diğerine geçiyoruz."

Altına aldığı ayaklarından birini çekip bağdaş kurdu Bahar. Ellerini ayak bileklerine uzatıp olabildiğince sıktı onları. Görünür kıldığı damarlarına baktı. "Bilmem," dedi. "Benim birinden diğerine geçtiğim bir şey yok." Oysa vardı. Azıcık düşününce geldi aklına. Adam haklıydı. Cennetten buraya geçmişti kendisi. Devam etti. "Ama sanki bundan daha iyi bir hayatı olmalı insanın. Ve bunun bir sınav karşılığında kazanılmasını isterdim. Yani o zaman kazanabilirdim diye düşünüyorum. Kuralları belli bir sınav. Çalışacağın şeyler belli olsun. Vizesi olsun, finali olsun."

İçtenlikle güldü Oktay. Ders çalışmaktan başka bir şey bilmiyor muydu bu kız? "Kitap okudun mu gittiğimden beri?" dedi.

Hazırlıksızdı bu soruya. Kitaplıktan bir kitap almıştı, başlamış ve aynı gün bitirmişti. Ama... "Bir kitap aldım raftan." Lafı ağzına tıkar gibi "Hangisi?" dedi adam.

"Benim Üniversitelerim," dedi Bahar.

Bir sürü cümle geldi adamın aklına. Birini kıza söyledi, birini kendine. Kendi için sessiz Bahar için sesli. Kendine "Sen kardeş!" dedi. "Aslında fena bir adam değilsin ama hayatın bok gibi. Ve onu düzeltmek için parmağını kıpırdattığın bile yok!"

Sonra Bahar'a dönüp "Ya sevgi bizi çürütecek ya da sevgi için savaşarak yok olup gideceğiz," dedi.

"Ben öyle aklımda tutamıyorum," diye karşılık verdi Bahar. "Ama köyden çıkışımı getirdi aklıma. Bir umutla."

"İşte o umut cennet!" diye gürledi adam. "Cennet dediğin şey yaşama tutunduğun umutlar. Yarını beklemenin sebebi o. Sonra öbür günü, diğerini, diğerini ve hep sonrayı. Cennet havadan, ayaklarının altından, her yerinden sana değmeden geçiyor. Sonra; ölüyorsun ve umutların da seninle beraber gömülüyor."

O zaman sessizce başını iki yana salladı Bahar. "Ben cenneti gördüm o zaman," dedi. "Yanımdan yöremden geçmedi, ben cennete girdim ve sonra..."

"İstifa mı ettin oradan? Yoksa atıldın mı?"

Sustu Bahar. Ondan sonra adama dönüp "Senin için ne ki cennet?" dedi.

Oktay ellerini başının arkasında birleştirip ısıtıcının kızıllığına daldı. "Ben kendi cennetimi bir mezarın üzerine inşa edeceğim. Birinin hayatı bitecek ve benim cennetim başlayacak, dokuz katlı, her katında dünyanın başka bir nimeti olacak; çatıdan yalnız yıldızlar görünecek, oradan denize atlayabileceğim."

Doğrusu pek bir şey anlamadı Bahar. Bazen Oktay'la konuşmak aklını karıştırıyordu. Karada balık avlamak ya da denizde kuş yüzdürmek gibi bir şeydi bu. Beklemediği yerde, beklemediği bir şeyle karşılaşıp şaşırıyordu.

Aklı çok fazla karışınca birdenbire güldü. "Sınavla olsa kazanamazsın zaten," deyiverdi.

Kızın gülüşüyle ellerini ensesinden çekmeden yere baktı adam. Bir kaşını kaldırarak "Niye?" dedi. "Sen benden daha mı zekisin?"

Bahar beklemeden cevap verdi. "Daha çalışkanım." Gözlerini adamınkilerden kaçırmadan "Ve evet daha zeki," dedi ama bakmayı sürdüremeyip önüne döndü.

"Seni bu fikre iten ne peki?" dedi adam. "Hangi meziyetinin benimkinden üstün olduğunu düşünüyorsun. Nasıl ikna ettin buna kendini?"

Düşünmeden "Hangi okul bu kadar yıl sürer?" dedi Bahar.

Düşünmeden "Tek bir kitabını bile okumadığın her okul," dedi adam. Ve ekledi. "Bitirmek istemediğin her okul."

"Olmuyor demenin türlücesi," dedi kız, sağına uzanıp çaycıyı aldı, bardağını doldurdu. Hiç beklemeden dumanı üzerinde tüten çaydan bir yudum aldı. "Şavşat'tan beraber geldiğim bir sınıf arkadaşım vardı. Bilirsin, Lale'ydi adı."

Rahatlıkla "Yo, bilmiyorum," dedi adam.

"Neyse, artık arkadaş değiliz zaten. Bok gibiydi notları ama soran olunca zaten çalışmadım ki derdi. Ama annesi de bizim eve gelip Lale'nin kafası kitaptan kalkmıyor deyip dururdu. Kısaca olmuyorsa, olmuyor demek de bir meziyet. İnkâr etmenin bir faydası yok."

Kısa bir süre durup düşündü ve "Ha sen baya baya benim bu okulu beceremediğime hatta aptal olduğuma inanıyorsun," dedi Oktay. Nedense şaşırmıştı.

Bahar sustu, o susunca da Oktay şaşkınlığını kocaman bir kahkahayla gizledi. "Götünden sallıyorsun ama olsun. Konuşan halin konuşmayan halinden daha güzel."

Bahar gözlerini adama dikti. "İşte Lale de hep böyle inkâr ederdi."

"Belli neden hiç arkadaşının olmadığı."

Göz göze gelince şimşek çaktı ikisinin de gözünde. Oktay isabetli bir taş attığı için mutlu oldu. Bahar ise... Omuz silkti önce. Ardından "Olmasın," dedi. "Senin var da n'oluyor. Hep yalan dolan. Onun yanında konuşma, bu dedikodu yapar, bunun yanında laf etme, okuldakiler şöyle, birbirinize bile tepeden bakıyorsunuz. En sevdiğin bile müptezelin tekiymiş, sana verdiği sevgi de uyuşturucuymuş, neyse rahmetli oldu arkasından konuşmayayım."

Susunca, bir korku doldu içine. Dümdüz konuşmanın sonu hiç mutlu etmezdi insanı. Oktay şimdi celallenip bir tane vurabilirdi mesela kendisine. Korkarak bekledi, beklediği olmayınca ağır ağır baktı adama.

O zaman ensesindeki ellerini indirip dizlerine yaslayarak eğildi adam. "Çay senin çakralarını açıyor," dedi. "O pısırık yüzünün altında dik başlı bir kız var. Ağzı laf yapıyor. Bak o tam dişime göre ama fazla ders çalışmaktan aptallaşıyor."

Bahar elini şöyle bir havada salladıktan sonra "Benim bir sürü aptallığım var," dedi. "Sen hangisini diyorsun bilmiyorum ama en azından ben kendime karşı dürüstüm."

"Ben değil miyim?"

Şöyle bir ağzını ıslattı Bahar. Sonra gözlerini adama dikip "Değilsin," dedi. "Tembelsin. İşletme mi ekonomi mi, her ne boksa parayla girmişsin, kafayla girmediğin için de çıkamıyorsun. Ama soran olursa babama inat bitirmiyorum..." Sonra kısıldı sesi. "Yersen..." dedi defterine bakarak.

Eğlendi adam. Hem de çok. Alay ederek sordu bu kez. "Seni zekama inandırmak için ne yapmam gerekiyor lütfen söyle."

"Aklınca dalga geçiyorsun," dedi Bahar. Sırıtarak cevap verir gibi oldu adam. Bahar ise onu görmezden gelerek işaret parmağını adama doğru uzattı. "Bir," dedi eliyle göstererek. "Bir tane sınavından doksan üstü not alırsan zekisin derim." Kendine güvenen bir bakışla adama baktı bu kez. Ve kulakları cam duvarlarda yankılanan bir kahkaha duydu.

"Ya bir siktir!" dedi sonra adam. "Sen benim böyle bir şey için gaza geleceğimi mi düşünüyorsun?"

Bahar'ın sesi de en az adamınki kadar yükseldi ve "Neden sana gaz vereyim ki?" dedi. "Bana ne."

Susup yeniden kaleme sarıldı. İzlendiğini bile bile bir paragraf tekrar etti. Bunun sonunda adam sırtını yayılarak geri yasladı ve ağzını yamultarak "Yalnız ben boş tabancayla rulet oynamam," dedi.

"Birimiz vurulana kadar yürürüm, sonra acıdı demek yok."

"Ne oyunu?" Anlamayan bir yüzle adama baktı Bahar.

"Kaç dersim var bilmiyorum. Mezun olmam ama ikiden fazla dersim varsa birini seçersin, doksanı çakarım. Ama karşılığında istediğimi alırım senden."

Nasıl bir pazarlığın içine girdiğini anlamaya çalışıyordu kız. Sonra ayılır gibi oldu. "Benim ne çıkarım var bundan?"

Yarım ağız gülerek "Kazanırsan daha zeki olduğunu kabul edeceğim," dedi adam. "Senden daha aptal olduğumu."

Gözlerini kırpıştırarak yeniden "Bana ne," dedi kız. "Ben onu zaten biliyorum, kabul etsen ne olur, kabul etmesen ne olur."

Dilini yanağında gezdirip ufaktan sinir olmaya başladı adam. Bu ukalalık... Şimdi, hemen şurada, birkaç kadehle... Aklına üşüşenleri kovdu. "Senin canın ne istiyor?" dedi kıza. "İstanbul'a mı ilan edeyim, gazeteye mi vereyim, ne yani?"

Omuzlarını kaldırıp "Yenilir mi, içilir mi bu dediklerin? Yarar bunun neresinde?" dedikten sonra aydınlanır gibi karşısında duran cama vuran yansımasına baktı kız. Bir iddiaya mı giriyorlardı? Bu işten ne çıkarı olabilirdi ki?

Hararetle "Tamam ne istiyorsan," dedi bu kez adam.

Bahar da "Ne isteyeyim ki?" deyiverdi.

Bunun üzerine "Açık çek, ne istersen yapacağım!" dedi adam. "Ama doksan alırsam sen de ben ne istersem onu yapacaksın."

Bunu duyan kız birdenbire gülmeye başladı. "Ne isteyeceksin ki?" dedi ve küçük bir kahkahayla devam etti. "Benden ne isteyebilirsin ki?" Ona verecek bir şeyi yoktu. Verebileceği tek bir şey bile yoktu.

"O ayrı mesele," dedi bu kez Oktay. "İkimizin de açık çeki var. Gel bir de poker oynayalım. Kaybeden çeki hemen doldurur. Yoksa sınav sonucunu bekler."

İyice aklı karıştı kızın. İddia vardı, nesine iddiaya girdiklerini poker sonucuna göre mi belirleyeceklerdi. Bir dakika poker oynamayı ne bilirdi o?

"Poker mi?" dedi. "Poker ne be?"

"Bilmiyor musun?"

"Yok Allah'ın her günü Şavşat'ta Nazlı ile poker oynardık."

"Tamam önce öğreteyim."

"Yok devenin nalı!" dedi bu kez Bahar. Hafif de celallenir gibiydi. Kaşlarının arasında belli belirsiz bir öfke çizgisi göründü. "Kafama kurşun sıkılacak iddiada acemisi olduğum oyunla mı karşına çıkacağım?"

"Zor değil ki!" diyecek oldu adam ama "Yürü git!" dedi Bahar. "Ben sana gel örgü örelim desem kabul edecek misin?"

Güldü Oktay. Dili dudaklarında gezdi. "Ne istiyorsun o zaman, neyle çıkarsın karşıma?" Hemen de ekledi. "Örgü dışında."

"Bunu düşünmem lazım," dedi Bahar. Aslında ne yaptığını düşünse daha mutlu olurdu ama inatçı yerinden gelmişti adam. Onunla oynayabileceği bir oyun düşünüyordu aklı. Sağa bakıyor, sola bakıyor, kıs kıs gülen adama bakmamaya çalışıyor, çaya bakıyor, ısıtıcıya bakıyor, minderini çekiştiriyor, kapıya bakıyor, bahçeye bakıyor, arıyordu. Sonunda "Buldum," dedi. Rüzgâr gibi çevirdi başını, dik dik baktı adamın yüzüne. "Beştaş olsun." Asla yenilmezdi, asla.

Bir sağ gözünü bir sol gözünü kıstı adam. "What?" dedi gülerek. Bahar yerinden ayaklandı. "Çok kolay, gel bak, göstereyim. Hatta prova da yap ama ben bu oyunda asla yenilmem bilgin olsun."

Ayağa kalkınca adamın gözleri kızın bacaklarına kaydı. Tayt giymişti. İnceydi bacakları. "Ve güzel," diye ekledi aklı. Elbette o çıplak görüntü geldi gözünün önüne ama sonra yüzüne baktı kızın. Çocuk neşesiyle "Göstereyim," diyordu. Kalktı yerinden.

"Taş lazım," dedi Bahar. Bahçeye çıktı. Soğuk doldu içine ama yine de bahçenin beyaz mıcır taşlarının yanına eğilirken adamın peşinden gelip gelmediğine bakmaksızın konuşmayı sürdürdü. "Beş tane küçük taş lazım. Taşları yere atacağız. Biri ebe taş olacak. Onu avucumuza alıp havaya atıyoruz. O havadayken yerden bir taşı avucumuza alıyoruz. Alamazsak yanıyoruz. Alırsak sonraki için atıyoruz taşı. Bu ilk etap."

Beş küçük taşı avucuna yayıp Oktay'a doğru elini uzattı kız. "Bak böyle taşlar. Anladın mı ne yapacağını?"

Oktay ellerini cebine koymuş kızın başında dikilirken "Bu ne sikik oyun?" dedi.

"Değil," dedi Bahar. "Bak göstereyim."

Taşlık alandan içeri doğru yürüdü bu kez. "Orası soğuk burada oynayalım." Kış bahçesine girip yarım kalan çayına koştu. İçti ama soğumuştu çay, tat alamadı. "Şunu dökeyim," dedi. Adam içeri girecekken, o dışarı çıkıp çimlere döktü çayı. Sonra bunu Oktay'ın yanında yapmasa mıydım diye düşünüp kabahat bastırır gibi "Sana da bardak getireyim mi, içer misin?" dedi.

Adam "Yok," dedi sadece. Ama Bahar "İçersin içersin," diyerek mutfağa koştu. Taşlar hâlâ bir avucundaydı. Çay bardağını indirirken taşları tezgâha bıraktı. Aklı seneler sonra beştaş oynamanın kurallarını sayıklarken, bardağın altını da alıp taşları avucuna topladı. Bu kez koşmadı. Hızlı adımlarla yürürken taşlardan birini atıp tuttu. Sonra "Geldim," diyerek girdi kış bahçesine. Oktay'ın sigara yaktığını gördü, canı da çekti ama paketi yoktu, adamdan sigara istemedi. Hem şimdi oynamanın heyecanı vardı üzerinde.

Sehpayı itip minderine otururken "Gel bak," dedi. "Öyle koltukta olmaz, yere oturman lazım." Ardındaki koltuktan bir minder daha çekti. "Şuraya gel ve beni izle."

Oktay yarım gönülle çöktü yere. Kızın avucunda salladığı taşlara, sonra da yüzüne baktı.

"Şimdi bak, şu ebe olsun." Taşları avucunda sallayıp yere bıraktı. Sonra adama göstermek için birini aldı. "Bunu havaya atıp o yere düşmeden yerdekilerden birini alıp ikisini de tutuyoruz. Sonra diğerini."

Seriydi elleri. Belli ki çok oynamıştı. Ha zor muydu, hayır. Aksine oldukça kolaydı, bunun nesini oynayacaklardı ki?

"Al, bir de sen dene."

"Denenecek bir şey yok ki burada?" dedi adam. "Potaya top soksaydık bari bu ne?"

"Yoktu onlar köyde," dedi Bahar. Bir yandan çay doldurdu, yüzünde "Hadi oyna," der gibi bir ifade vardı.

Bu kez "Kovaya top soksaydınız," dedi adam.

"Aklımıza gelmemiş demek ki," dedi Bahar. "Beden eğitimi dersinden dersine top görüyordum oğlum ben," dedi sonra. "Ama bak oyunun kralı budur. Ha istiyorsan seksek de oynarım, onda da iyiyim. İnşaatlardan kireç taşı, kiremit, tuğla falan aşırırdık seksek çizmek için. Ya da çamura çizerdik ama öyle olunca üstümüz başımız çok kirlenirdi. En güzeli beş taş. Akarı yok kokarı yok. Poker falan bilmem. İskambil destem yoktu. Okuldakiler bir fal öğretmişlerdi bir kere. Bir de dizilerde gördüm pokeri. Öğrenirsem orada da kapışırız ama şimdi olmaz."

Oktay kızı dinlerken onun gösterdiği gibi atıp tuttu taşları. Çok hızlı değildi ama hiç de düşürmemişti ebeyi. O yüzden "acaba yenilir miyim?" diye işkillendi Bahar.

"Eee?" dedi sonunda adam. "Yapıyorum işte n'olmuş?"

"Onu bebekler bile yapıyor!" İnadı tuttu nedense, büyük büyük cümleler kurdu kız.

"Sonra zorlaşıyor oyun. Bak şimdi ikinci kısmı gösteriyorum." Adamın avucundaki taşları aldı. "Bu defa taşı atıp yerden ikili ikili topluyoruz taşları."

Gösterdi. Oktay'ın canı oynamak istemedi ama Bahar işi inada bindirdikçe adam da uyum sağladı. Üçüncü turda Bahar sol elinin başparmağı ile işaret parmağını yere koydu. Küçük bir köprü kurdu. Taşları salkım saçak attı yere, ebe havaya uçarken taşlar birer birer köprü altından geçti. Oktay burada zorlanıp "Ne sikik oyun bu!" demeye başladı.

Son turda kız işaret parmağı ile baş parmağını birleştirip elini küçük bir çukur haline getirdi, yere yaslandı. Taşların içeri girişi zorlaştı, Oktay "Kim icat etti bu sokuk şeyi?" dedikçe Bahar kikir kikir güldü. Neredeyse "Bul karayı al parayı" diyecek sokak cambazları gibi bir konuda adamdan üstün olmanın haklı haksız gururuyla böbürlenirken "Yenilmem oğlum ben bu oyunda!" dedi.

"Yenilen dayak yerdi sonunda. Evde dedemden yediklerim yetmezmiş gibi bir de köyün çocuklarından mı dayak yeseydim. Taşı ağzına sok desen sokarım, o derece yenilmem."

Sonunda taşları alıp yere çaldı adam. "Para vereyim sok şunları bir yere!" dedi savururken. "Böyle oyun mu olur!" diye gürledi. "Dur şurada sana iskambilde iki oyun öğreteyim, az insan ol."

"Mızıkçılık yok!" Bahar kaşlarını çattı. "Kazandım işte, mızıkçılık yok."

"Tamam," dedi adam. "Tamam deste getireceğim, o arada da sınavdan doksan aldığımda senden ne isteyeceğimi düşünürüm."

"Aldığında!" Bahar bir kaşını kaldırıp zaman ekini vurguladı.

Adam da onu tekrarladı. "Evet," dedi. "Aldığımda!"

Sonra arkasını dönüp eve yürüdü. Birkaç oyun öğretecekti kıza. Böylece akşamları can sıkıntısına eşlik edecek reel bir oyun arkadaşı olacaktı. Zaten bu kısım mühim değildi. Mesele iddianın öteki tarafıydı. Ne dersi vardı ki bu sene? Tez vardı, ders de var mıydı? Vardır herhalde diye düşündü. "Eee," dedi aynı anda. "Alır mıyız ki doksan?"

Dili ağzının içinde dolaşıp nasıl bir dereye girdiğini düşünürken "Alırım," dedi. "Alamazsam, parayla alırım. Ama alacağım, Alacağım lan!"

"Eee," dedi bunun üzerine. "Alınca ne isteyeceğim ben bu kızdan?"

Odasındaki çekmeceden kömür karası bir iskambil destesiyle, küçük bir torba çip çıkardı. Aşağı indi. Bir şişe de viski alacakken durdu, çay iyiydi, çayla devam etmek istedi. Aklı hâlâ aynı şeyi düşünüyordu. Ne yazacaktı Bahar'ın çekine?

Bahçeye çıktı, hava ayazdı, gökyüzüne baktı, bulutlar bile siyahın çeşit çeşit tonundaydı. Kış bahçesine girer girmez, defterini kucağına almış oturan kız başını kaldırdı. "Eee," dedi "Karar verebildin mi?"

Önce etrafına bakındı. Vermekle vermemek arasında bir yerdeydi. Yeniden havaya bakıp çok da düşünmeden "Verdim," dedi adam. "Ben doksan aldığımda, beraber kuzey ışıklarını görmeye gideceğiz."

Bir süre sessizce adama baktı Bahar. Sonra yarım ağız gülüp "Ne yapacağız?" dedi. "Nereye gideceğiz?"

"Duydun." Elindeki çip torbasını sehpaya bırakıp desteyi de kutusundan çıkardı. Sirklerde çalışan akrobatlar gibi elli ikilik desteyi iki eli arasında hızla karıştırırken sırıttı. "Kuzey ışıklarına," dedi.

"Norveç mi olur, Finlandiya mı, Grönland mı orasına bakacağız."

*

"En geç on bir, on bir buçukta uyuyan ben, o gece saat ikiye kadar Oktay'la iskambil oynadım. Blöfü, pokeri ve blackjacki öğretti bana. Elbette düzenli olarak yenildiğim oyunlardı bunlar ama elime gelecek her kart için heyecan duyduğum doğru. Bir sonraki el umuduyla saatlerce oynayıp yenildim. Ama blackjack oynamayı çok sevmiştim. Sonraki akşamlarda şayet Oktay evdeyse hep iskambil oynamaya başladık. Çoğunlukla ondan teklif geliyordu ama ara sıra, yani canım sıkılmışsa benim de kapısını tıklayıp uyumadan önce iki el oynayalım mı dediğim çoktur. Evdeysem uyuklayarak geçirdiğim zamanlarda daha çok Oktay'la zaman geçirmeye başlamıştım.

Neyse. Oynarken benim ısrarımla onun öğrenci sistemine girdik. Şifresini bilmiyordu, yenilemeye çalıştık. Yeni şifre seç dedim, 23051040 olsun dedi. Bu ne dedim Dandanakan Savaşı dedi. Tarihi çok iyi Oktay'ın. Tarih okumayı çok seviyor. Aslında tam bir sözelciymiş ama ekonomi okumak onun hayatının doğal bir sonucuymuş. O ara yeniden çay demledim. Cips buldu mutfakta. Ben çikolata yedim. Ekran karşısında ders notlarına baktığım zaman içim ferahlamıştı.

Oktay bana ukalalığın çok yakıştığını söyler hep. Ama nasıl rahatlamayayım adamın okul tarihinde aldığı tek doksanlı not birinci sınıftaki İnkılap Tarihi. Ötesi yok ve bitirmesi için vermesi gereken derslerin tamamı sayısaldı. Sonuç olarak Ekonometri ile İktisadi Analiz arasında kaldık. İktisadi Analiz seçmemi istiyordu ama fark etmez diye geçiştiriyordu. Blöf yaptığını az önce öğrettiği oyunlarla anlamıştım ve Ekonometriyi seçtim. Küfretti. Kuyruğu dik tutmaya çalıştı, ben böbürlendim. Nasıl keyifliydim görsen. Telefonuma hiç bakmamıştım, saatin nasıl geçtiğini anlamamışım. İkiyi görünce panikle kalktım. Sabah sınavım vardı.

Ortalığı toplamama izin vermedi. Beraber çıktık ikinci kata. Kapılarımızı ayıran koridorda iyi geceler dedik birbirimize. Odama girdiğimde hemen çantamı hazırladım. On on beş dakika kadar konu başlıklarının üzerinden geçtim. Uykum vardı, esniyordum artık. Kazağımı çıkarıp pamuklu bir şey giymek üzereyken kapım çaldı, şaşırdım. Gel demedim de gidip kendim açtım kapıyı. Oktay'dı. Öylece baktı yüzüme. Hiçbir şey demedi. Tek bir kelime bile. "Bir şey mi oldu?" dedim sonunda. Cevap versin diye bekledim ama... Sonunda bana "Pişman mısın seviştiğimiz için?" dedi.

Yalan söylemedim ona. "Hatırlamıyorum," dedim. Hatırlamıyorum ya da doğru düzgün hatırlamıyorum bile gibi bir şeydi. Beni öptüğü anın ötesinde bir şey hatırlamıyordum zaten. Ama öpüşü aklımdaydı. Ve ister inan ister inanma Leman abla, bahçede geçirdiğimiz saatler boyu bu hiç aklıma gelmemişti. Oyun oynamıştık sadece ve bu güzeldi. Ama orada bunu sorunca dudaklarına baktım.

"Hatırlamıyor musun?" dedi şaşırarak. "Nasıl hatırlamıyorsun?" Ne deseydim ki. İçeri bir adım atmak istedi. Hayır desem giderdi. Ama demedim. O içeri girmek istedi ben de müsaade ettim. O ana dek benim bir cinselliğim yoktu Leman abla. Sorarsan o gece, orada başladı. Hatırlatmak ister gibi öptü beni. Sanki bunu beklermiş gibi karşılık verdim. Ötesinde gözüm yoktu ve sabaha kadar nefessiz de kalsam dudaklarını bırakmayabilirdim. Ötesi...

Bu kadar zaman geçti, neyin ne olduğunu öğrendim. Ama hâlâ bir kadınla erkek arasındaki en özel şeyin öpüşmek olduğunu düşünürüm. En azından bana en iyi hissettiren hep bu oldu. Sevişmenin girizgâhı der Oktay buna. Ben girizgâh demek istemem. Sevişmenin kalbi diyesim gelir. Birbirini seven iki insanın kalbi öpüşürken dudaklarında atar gibi..."

Bahar susunca "Sizin kalbiniz öyle mi atıyordu sence?" dedi kadın.

Bahar önce cevap vermedi. Sonra gözlerini kadına çevirmeden başını iki yana salladı. "Bence hiçbir zaman öyle olmadı ama Oktay ilk birlikteliğimizden beri öyle olduğunu söylüyor.

Bir erkeğin yanında çıplak durma fikri bile tenime dilenler batırırdı Leman abla. Yeni bir şeyden bahsetmiyorum. Ne bileyim lisedeyken de bunu düşünürdüm. Birileri sevgili olduğunda ya da televizyonda dizi seyrederken... Bir kere bir dizide üniversiteli gençler havuza giriyordu beraber. Bikinili kızlar vardı. Uyumadan önce bikiniyle bir erkeğin yanında durabilir miyim diye düşünmüştüm. Sonra evli insanların birbirini çıplak gördüğü gerçeğini anımsayıp kederlenmiştim. Bedenimden utandığım için değil de... Ne bileyim. Ben hastanede annemin eteğini sıyırırken de utanmıştım. Mahrem sonuçta. Çok mahrem. Ama bunun yanında Ozan'la uyuduğum geceler geliyor aklıma. Tamam çıplak değildim ama dip dibeydik. Bir kere bile rahatsız olmadım ondan Leman abla. Bir kere bile.

Fotoğrafımı çektiği gün, onun yanında soyunmak bile... Düşündüğüm kadar zor olmamıştı."

Ellerini yüzüne götürdü Bahar. "Bak hâlâ ondan bahsediyorum. Benim tek başıma bir cinselliğim bile yok. Oktay'la kadın oluşum var. Ozan'la elimde tuttuğum kırıntılar var. Ama tek başına Bahar yok. Anlamıyorum, gerçekten anlamıyorum. Ozan'ı karşımda görsem kocaman harflerle sen sevişmenin neyini seviyorsun demek isterdim. Neyini? Çünkü öpüşmekten öte sevilecek bir tarafı yok."

"Bu soruyu Oktay'a sordun mu hiç?"

Hararetle kalkan elini kolunu indirdi Bahar. Omuzlarını küskün bir edayla kaldırıp "Ona göre bir sorun yok," dedi. "İnsanlar yatağa girerken kafalarını dışarıya silkelemeliymiş. Sevişirken üç ay sonraki sınavı düşündüğüm için yeterince zevk alamıyormuşum. Tamam, bak bu doğru. Çok düşünürdüm. Her şeyi, en saçma şeyi bile düşünürdüm. Ama düşünmediğim zamanlar da oldu Leman abla. Kendimi boyluca yatağa bırakırdım, gözlerimi kapatır ve güzel şeyler düşünmek isterdim. Oktay da eve getirdiği o kadınlara davrandığı gibi davranmazdı bana. Ama yine de... Vajinal kuruluk kaynaklı disparoni demişti doktor. Kayganlaştırıcılar, spreyler, ilaçlar. Herkes sevişmek için bu kadar çaba harcıyor mu Leman abla? Doktor doktor geziyor mu?"

Burnunu çekip un ufak ettiği peçeteyi yenisiyle değiştirdi Bahar.

"Yaşamak için sana geliyorum. Sevişmek için başka doktora gittim. Olmuyorsa zorlamak değil de ne bu? Doktor olarak cevap verir misin bana? Bu kadar sorunlu olan bir şey onarılır mı? At çöpe gitsin demez mi insan?"

"Dur," dedi orada kadın. "Onunla bunu birbirine karıştırma. Tane tane gideceğiz, sen her şeyi bir anda yutarsan ne olur?"

Ağlamakla gülmek arasında bir sesle "Kusarım," dedi Bahar. "Bak bir de o var. İflas etmek üzere olan bir ruhu zorla bir bedenin içine koyup onu ayakta tutmaya çalışıyorum."

"Bir nokta var," dedi kadın. "Bütün bu sıkıntıların düğüm olduğu bir nokta. Paralel uzanacak iplerin birbirine dolandığı bir nokta. Hepsi kendi yolunu bulduğu zaman, sen böyle düşünmeyeceksin."

"Ben o gece de böyle düşünmemiştim," dedi Bahar. "Oktay bahçede bana iskambil oyunları öğretmişti. Yeni birisi gibi gelmişti odada olanlar da. Bir çifttik demedim hiç. Karı kocaydık demedim. Oyun arkadaşıydık biz. Ama aynı zamanda evin içinde birbirini anlayan iki insan olmuştuk. Her gece beraber uyuyor falan da değildik. Uzun bir süre akşamları hiç dışarı çıkmadı. Sabah uyanmışsa gel seni okula bırakayım diyordu. Caddede iniyordum arabadan. Biri görür diye çekiniyordum. Bir kere ona da söyledim bunu. Neden dedi, cevap veremedim. Oktay'ın cevap alamadığı sorunun üzerine gitmek gibi bir huyu var. Ertesi gün öğle vakti okula gelmişti. Kantinde buldu beni. Eğilip dudaklarımdan öptü. Bir kere değil, birkaç kere. Birilerine bir şeyleri ispat etmek ister gibi.

O zaman bile bir ilişkimiz var demedim."

Sonra bir anda yüzü gülmeye başladı Bahar'ın. "Görenler oldu. Gördüklerini yaydılar."

"Bu senin bir zamanlar hayalini kurduğun şey değil miydi?"

"Öyleydi. Öyleydi ama hayali bana huzur verirken gerçeği çok acıydı..."

Tam kadın ağzını açarken araya girdi Bahar. "Hayatım bir kitap olsaydı ya da bir film... İnsanların lanet okuyacağı, iğreneceği, asla anlamayacağı şeyler olurdu. Benden nefret ederlerdi. Haklılar. Ve ben onların nefret ettiği, lanet okuduğu hayatı anbean yaşıyorum. Saniye, dakika, saat, hafta, ay, yıl... Bitmiyor. Elle tutulur hiçbir şeyi olmayan bir hayatı yaşamak zorunda olmak çok ağır."

Eli midesine uzandı. "Oktay'ın haklı olduğu bir yer vardı. İnsanların ne düşündüklerini çok fazla umursadığımı söylerdi. Günün sonunda isteyen istediğini konuşup yatağında rahat rahat uyurdu. Bense herkes uyuduktan sonra kalkıp kusardım."

"Oktay mı fark etti bunu? Sen bir sorun olduğunun farkında değil miydin?"

"Farkında olmamak işime geliyordu. Yoksa o gece, Oktay benim yatağımda, yanımda uyuyakaldığı zaman da kalkıp kış bahçesinde ne kaldıysa yemiş ve kusmuştum. Ama duştan çıkıp çok üşüdüğümde yatağa girip bana sarılsın istemiştim. Sımsıkı sarılsın ve bırakmasın."

Biraz durup kadının oturduğu koltuğun sağ yanındaki beton saksıya baktı kız. "Şunun bir adı var mı?" dedi. kadın Bahar'ın gösterdiği şeye baktı. "Hangisinin?" dedi. "Bitkinin mi?"

"Ck," dedi kız. "Bitkinin dolandığı şu çubuğun. Çünkü ben de bir şeye yaslanmadan ayakta duramıyorum. Birinin elimden tutması, bana sarılması lazım. Yoksa en hafif tabirle sıçıyorum Leman abla. Aldığım kararların ucu hep pişmanlık, hep zarar. Doğru düzgün yaptığım tek şey ders çalışmak. Keşke iyi bir hayat yaşamanın kılavuzu olsa da okusam, öğrensem."

Gözlerini bitkiden çektikten sonra. "Hoş," dedi. "Marifet değil ki bu. Oktay bile iki hafta çalıştıktan sonra ekonometriden doksan üç almıştı. O not, sanki üniversite sınavına girmişim de hiçbir bölümü kazanamamışım gibi koymuştu bana."

Derin bir nefes aldıktan sonra "Sonra..." dedi. "Aralık başıydı Refik beyler döndü..."

"Burada kalalım mı?" dedi kadın.

Derhal susarak ayağa kalktı Bahar. Zaten çok uzatmıştı. Artık gitmesi lazımdı.

"İlaçlarını ihmal etme lütfen," dedi kadın. "Alışana dek bir parça sersemleteceğini biliyorum. Ama bir ayı tamamlamadan önce değiştirmek istemiyorum. Yine de olmazsa ara beni."

Başını salladı Bahar. Çantasından telefonunu çıkarırken orada duran küçük mavi bir paket ona göz kırpınca "Aaa!" dedi. Paketi eline alıp "Şey," diye devam etti. Sonra kadına uzattı elindeki paketi. "Bu senin içindi," dedi.

Kadın şaşkınlığını kaşlarını kaldırarak gösterdi.

"Tıp bayramı için," dedi Bahar. Kadın paketi alınca da elini eteğinin pütürlü kumaşına siler gibi oldu. Utanmıştı, terlemişti. "Hediye olmayacak kadar küçük ama..."

Kadın paketi alıp "Açayım mı?" dedi. Bahar başını aşağı yukarı salladı.

Gürültülü küçük poşetten keten bir mendil çıktı. Çevresi ve bir köşesi kırmızı iplerle işlenmiş ve üzerine italik harflerle "Omnium artium medicina nobilissima est" yazılmıştı.

Aynı utançla konuşmayı sürdürdü Bahar. "Sanatlar içinde hekimlik en soylu olanıdır demekmiş." Kadının ağır ağır başını salladığını ama kendisine bakmadığını görünce "Biliyorsundur tabii," dedi. "Şey," dedi sonra sıkılarak. "Ozan söylerdi çalışmaktan sıkılınca. Böyle motive ederdi kendisini." Gözünün önüne Ozan'ın ustalıkla çevirdiği kalem geldi, derin bir nefes aldı.

"Sen mi işledin bunu?" dedi bu kez kadın. Bahar yeniden başını salladı.

"Şişler ve iğnelerle uğraşmak ders çalışmaktan öte becerebildiğim tek şey."

Kadın ayağa kalkıp duvarında asılı duran sertifikalardan birinin üzerine yazısı okunacak şekilde serdi mendili. Onu izlerken tebessüm etti Bahar. Aynı mendilden bir örnek daha vardı odasında. Aslına bakılacak olursa; mendili Ozan için işlemişti. Ona asla vermeyeceği bir hediye olacaktı bu. Sonra yazıyı beğenmeyip bir tane daha yapmıştı. Kadına ilk mendili vermişti, diğeri yastığının altında duruyordu.

Leman hanım, mendili süslü çerçevenin üstüne yerleştirme işini bitirdiği zaman Bahar'a döndü. Bahar tam ona "Görüşürüz," diyerek odadan çıkacaktı ki, kadının kendisine sarılmasıyla soluğu tıkandı. "Ah," dedi içinden. "Sarılmak kadar güzel ne var..." Ellerini ürkekçe kadının beline götürüp uzun uzun burnunu çekti, buna rağmen üzerine gelen yeni bir dalganın altında kaldı. Güç bela "Leman abla," diyebildi. Devamı gelmedi. Sesi kırık çıkıktı.

Bir el hissetti saçlarında. "Sen çok güçlüsün," dedi kadın. "Her geçen gün daha da güçleniyorsun. Çözemediğin her sorunun bir formülü var. Onları bulacağız."

Bahar yalnız başını salladı. Ama öyle hemen bırakmadı kadını. Sonunda ellerini iki yanına indirdi ve Leman hanımla göz göze geldi.

Kadın "Teşekkür ederim," deyince de Bahar "Ben sana nasıl teşekkür edeyim ki?" dedi.

"İyi olarak," dedi Leman hanım.

Bahar yutkundu. "Daha iyi olacağım," dedi. Aynı anda tebessüm ettiler ve Bahar odadan çıktı.

Nişantaşı, hafta sonuna dopdolu hazırlanıyordu. Sokaklar kalabalıktı, güneş yeryüzüne son ışıklarını gönderiyordu ve Bahar kalabalıklar içinde yürürken gözlerini güneş gözlüklerinin ardına sakladı. Yürürken ağlamak tanışık olduğu bir hadiseydi. Aynı şekilde hiç düşünmeden yürümek ve bilmediği sokaklara sapmak da öyleydi. Dik dururdu bedeni ama başı çoğunlukla önüne eğilmiş olurdu, gözleri ayaklarını izlerdi. Şimdiyse kısa eteğinin altında salınan bacaklarını seyrediyordu. Her adımında bir kuş göz kırpıyordu ona. Biraz sakinleşince Levent'i arayacaktı.

Ne yedirdin, ne içirdin sen bu kuşlara diyecekti. Niye böyle mutlular, ne değişti hayatlarında, benim yanımdayken bu kadar ötmezlerdi diyecekti. Sonra kafese yerleştirdiği dallar için de bir kere daha ve adam gibi teşekkür etmeliydi. Koşturmaca oynuyorlardı sanki kafeste, bir o yana, bir bu yana. Belki de mutluluklarının sırrı buydu. Gürültüleri de artmıştı ama "Kuş bu," dedi içinden. "Elbette gürültüsü olmalı. Yaşayan canlılar ses çıkarır. Yaşamanın doğasıdır bu."

Sessizliği kendisini rahatsız etti. Yaşamak için ses çıkarmak lazımdı. Peki ama nasıl? Yeni bir formül... Nasıl bulacaktı?

Burnuna gelen güzel kokuyla başını kaldırdı. Sol yanındaki dükkanlara çevirdi başını. İç çamaşırı satan bir dükkan yaza hazırlanıyordu, vitrindeki mankenlerden birine bikini giydiren bir kadın gördü. Yanında bir bijuteri vardı. camına bakınca saçlarının mavisini görüp bedenini iyice vitrine çevirdi. uzuyorlar mıydı? Uzuyorlardı. Omuzundan aşağı salınan bir tutamı sevdi. Camdaki aksine baktı. Spor ayakkabıları, ince bacaklarının arasındaki boşluk, yarı kloş eteği, sırtından düşürmediği kot ceketi, ince kazağı, üç mavili saçları ve güneş gözlükleri. Derin bir nefes aldı. Yeniden o güzel kokuyu duyunca sağa sola bakındı ve küçük pastaneyi fark etti. Camekanına yanaştı. kruvasanlar, cheesecakeler, birkaç çeşit ekler, renk renk pastalar... Gördükleri iştahını kabartmıştı ama birinde gözleri takılı kaldı. Gülümsedi. "Sana bir pasta ısmarlayabilir miyim Bahar?" dedi kendisine. Ve aynı zamanda cevap verdi. "Yanında bir de kahve isterim."

İçeri girdi. "Muzlu mangolu pastadan alabilir miyim?" dedi. "Paket olacak. Bir de çatal koyar mısınız yanına?"

Kese kağıdından yapılmış minik torbasıyla Maçka Parkının yolunu tutarken "Ya kahvem?" dedi az önceki ses. "Ağlama prenses," diye cevap verdi ona. "Bir de Starbucks buluruz sana." Sonra... "Sonra kutlarız," diye geçirdi  aklından. Derin bir nefes aldı. "Kutlarız, Tıp Bayramın kutlu olsun Ozan deriz."





*


MART 2021, İstanbul


*


Yerli bir firmada çalışmak mı? İlaç şirketi mi? Son teknoloji laboratuvar, iyi bir araştırma bütçesi... Bir ayağının hep yurtdışında olması mı? Öbür ayağı nerede olacak peki? Laboratuvar ortamı mı, akademik kariyer mi? Ales bir yandan el sallarken... Beni ne mutlu eder? Çalışmak ama nasıl çalışmak?

Bahar, kantinin merdivenlerden inince sağ tarafında kalan, oturunca tüm kantini gözlemenin kolay olduğu, biraz da yol üstü sayılan küçük masada oturuyordu. Yanı başındaki sandalyeye iki bacağını uzatmış, bilgisayarını da kucağına almıştı, cv hazırlıyordu. Henüz öğrenci olan biri için bunun ne anlama geldiğini biliyor değildi. Katıldığı seminerleri inci gibi alt alta dizerken güvendiği tek şey kendisine referans olan hocalarıydı. Esasen cv hazırlamasının sebebi de onlardı.

Dengesiz bir hava, dengesiz ruh halini mi besliyordu? Başka bir deyişle ruh hali güneşin bir görünüp bir kaybolmasından mütevellit bir gülmek bir ağlamak mı istiyordu? Yaptığı bütün seçimleri hatalı bir insanken ondan bir şeyler için karar vermesini beklemek, delilik değil miydi? "Güzel bir gelecek" için nasıl karar verirdi ki insan? Güzel bir gelecek bir yerlerde var mıydı? Uçsuz bucaksız bir tarladaydı sanki. Orta yerde durmuş etrafına bakınıyordu. Hiçbir şey görmüyordu gözü. Güzel bir gelecek nereye saklanmıştı?

Refik beyin kapısını çalsa istediği şirkete şu dakika yerleştirirdi adam onu. Elbette bunu yapmayacaktı. Daha onun karşısına çıkıp "Biz boşandık," deme cesaretini gösteremezken -içinden bir ses yapma Bahar, sen bunu önemsemiyorsun bile diyordu- ondan iş istemek mi? Öyle bir şey yoktu. Kolaya kaçmak yoktu. Sürünmek vardı, kolaya kaçmak yoktu. Her ne yapacaksa "tek başına- yapacaktı. İyiye de kötüye de kimseyi, -değer vermediklerini bile- sürüklemeyecekti. Ölse bile, bu kez bunu tek başına yapacaktı. Yok ölmez de sağ kalırsa... "Yeni bir formül" bulması lazımdı.

Oflarken önüne düşmüş bir tutam kıvırcık saçı havalandırdı. Sonra onunla oyun oynar gibi nefesini üflemeye devam etti. İki dallı bukle havalanırken, gözbebeklerini ondan ayırmayıp şaşı oldu. Kendi kendine eğlenirken masasından birkaç adım uzakta durup yer arayan kızla göz göze geldi. Lale'ydi.

Tuhaf bir andı, ikisi de bakışlarını birbirinden çekmeyi unuttu. Bahar'ın rutine dönen nefesiyle saçı düştü, yerine döndü. Lale telaşlıydı. Bahar ise bir o kadar rahat. Konuşmayalı seneler, birbirlerini görmeyeli de hayli zaman olmuştu. Saniyeler sonra Lale etrafına bakınmayı sürdürdü. Bir masaya doğru adım atacak oldu, masaya daha yakın olan erkek, boş sandalyeye çökünce Lale yeniden arayışa geçti. Ondan sonra Bahar bir ayağını sandalyeden çekti. Lale bir daha kendi masasındaki sandalyeye bakınca, diğer ayağını da indirdi. Yeniden ama daha kısa süreyle birbirlerine baktılar. O bakışın akabinde Lale derhal boş sandalyeye adım atıp "Teşekkürler," diyerek oturdu ve Bahar'a bakmadı. Onun yerine kolunun altındaki ince klasörden fasiküller çıkardı. Tablet koydu masaya. Ona uygun bir de pratik klavye. Sonra o ekranda her ne görüyorsa, alt dudağını ısıra ısıra ekrana bakmaya başladı.

Bahar ise kucağındaki bilgisayarı ve uğraştığı işi unutup gözlerini Lale'den ayırmadı. Önce önündeki fasikülde ne olduğunu çözmeye çalıştı. Bir dizi matris görünce bir kaşı havalandı. Matematik mi çalışıyordu bu kız? Öte yandan ojeli tırnaklarına baktı. Tatlı bir pembeye boyanmıştı, biçimliydi tırnakları. Belki boş bir zamanında maniküre gitmeliydi kendisi de. Epey olmuştu eline yüzüne bakmayalı. Hoş tırnakları biçimsiz değildi ama yine de... Sonra saçlarına baktı kızın. Düzleştirilmişti. Dip boyasının vakti gelmişti. Ancak yüzünde bir damla makyaj yoktu. Bir de verdiği kiloların bir kısmını geri almıştı. Gözlerini Lale'nin üzerinde gezdirirken "Bari çaktırmadan bak," dedi kız. Göz göze geldiler.

Bir anda gülmeye başladı Bahar. "Ah İbo!" dedi içinden. Vaktiyle ne demişti kendisine? Çaktırmadan adam kesemiyorsun mu?

Önündeki bilgisayar ekranına eğilirken "Huyum kurusun," dedi. "Bir zamanlar bir arkadaşım da adam kesme konusunda beceriksizin teki olduğumu söylemişti."

Bunun üzerine çok düşünmeden "Senin arkadaşın mı var?" dedi Lale. Aynı anda çantasından bir kalem çıkarmaya çalışıyordu. Kalemi masanın üstüne koydu, kalem yuvarlanarak aşağı düştü, Lale eğilip onu alırken kafasını masaya vurdu, "Sikeyim," dedi mırıldanarak.

Bahar derin bir iç çekti. Lale laf mı sokmuştu? Yeniden buklesini havya uçurdu. Onunla bir çocuğu havaya kaldırıp indirir gibi oynamaya başladı. Çocuk olsa kahkaha atardı. Saçı da eğleniyor muydu acaba? Her neyse, Lale laf soktuysa bile söylediği şey doğruydu, ne diye cevap verecekti, ne diye dalaşacaktı, sinirlenme gereği bile duymadı. Hep bu haplar yüzünden dedi içinden. "Ah Leman abla, hep bu yeni haplar yüzünden. Leyla gibi gezdiriyor beni."

Aynı anda "Sinir etmek için söylemedim," dedi Lale. "Senin arkadaşın yok. Benim de arkadaşım yok. Biz üniversite hayatında da tutunamayanları oynuyoruz."

Sağ omuzunu kaldırdı Bahar. "Sinirlendiğimi nereden çıkardın?"

Bilgisayarını masanın üzerine koyarken "Tutunamayanlar böyle şeylere sinirlenmez," dedi. Ardından "saklanmadan" başını uzatarak baktı kızın önündeki fasiküllerden birine.

"Tutunamayanların en iyi yaptığı şey ders çalışmaktır. Ne bunlar böyle?"

Lale birbirine zımbalanmış bir deste kâğıdı kaldırıp önce alttakilere sonra Bahar'ın yüzüne baktı. "Anlatırdım da..." dedikten sonra desteyi masaya vurdu. "Ben bir anlasam önce!"

Lale'nin masaya vurduğu desteden bir parçayı önüne çekti Bahar. Şöyle bir göz ucuyla baktı. "Anlamazsın tabii," dedi rahatlıkla. "Kıttır senin matematiğin."

Lale de Bahar'ın dediğini önemsemeden konuştu. "Ödev bu. Son günü. Biriyle anlaştım, parasıyla yapacaktı, parayı yedi, ödev bana kaldı. Üçte teslim etmem lazım yoksa bir sene daha uzuyor okul."

"Bir sene daha derken?" Sağ kaşını kaldırıp kızın yüzüne baktı Bahar. "Üçteyim," dedi Lale. "Ama alttanım çok. Bunu veremezsem ikincisini de alamayacağım, hop sarkacak öbür seneye de."

İçinden "Salak," dedi Bahar. Sonra "Herkesin salaklığı kendine," diyerek Lale'ye "Niye bu kadar matematik isteyen bir bölüm seçtin ki sen?" dedi. Önündeki kâğıda dönüp "Sağlam matematik," diye ekledi.

"Benimle hiç alakası olmayan saçma sapan bir bölümde okuduğumu biliyorum ama keşke bunları beş sene önce konuşsaydık," dedi Lale. "Konuşabilseydik," derken sesi inceldi. Sonra kuvvetini toplayıp "O zaman deseydin mesela Lale sen kıt aklınla bunu yapamazsın diye!"

İçtenlikle güldü Bahar. "Çok da dinlerdin ha beni!" dedi.

"Tabii ki dinlemezdim," dedi Lale.

Bahar da seneler öncesine dönüp onu taklit ederek "Belçika'da dedem var, o hepsini halleder!" dedi. Birlikte güldüler.

"Okul bir sene daha uzayınca torunluktan reddeder herhalde." Lale bunu deyip arkasına yaslandı. Ellerini önce yanaklarına sonra gözlerine bastırdı. "İte ite bu kadar oluyor."

Bu sırada Bahar önündeki problemi anlamaya çalışıyordu. Kafasında bir şeyler şekillenince çantasından not defterini ve kurşun kalemini çıkardı. Boş bir sayfa bulup bir şeyler yazıp çizmeye başladı. Unutmadığı iki formülle yüzüne ukala bir gülümseme kondu. -Kendi kendisini mutlu etti.-

"Elalemin ödevlerini yapıyordun bir ara, ne oldu o işler?" Kafasını kâğıttan kaldırmadan sordu Bahar. Lale'nin yaranabilmek için birilerinin peşinde koştuğu günleri anımsadı. Ama bu anımsaması güzel bir şey değildi. Muhtemelen Lale de anımsamak istemiyordur diye içinden geçirdi. Bu yüzden tam da sorusunu geri alacakken Lale "Ne olabilir?" dedi.

"Her işini gören kıçıma tekmeyi basıp gitti."

Başını kaldırdı Bahar, göz göze geldiler. Bu kez uzunca baktılar birbirlerine. Konuyu kendisi açmıştı ama çok üzüldü Bahar. Lale'nin bir nefeste söylediği şey birkaç nefeslik suskunluğu, boş duvara baka baka susmayı beraberinde getirdi.

Onca bakışmadan sonra "Sıkıldım birilerine yaranmaya çalışmaktan," dedi Lale. "Bir amuda kalkıp havada taklalar atmadığım kaldı. Hoş, onu bile yaptım sayılır. Bir ara Mina ile reformer diye diye duvarlara tırmanıyordum. Sonunda bıraktım. Olmuyorsa olmuyordur. Belçika'daki dedem gelip beni insanlara sevdiremeyeceğine göre millete maskara olmanın -en azından daha fazla maskara olmanın- bir anlamı yok."

Bahar, başını bir kez daha kaldırıp kızın yüzüne bakınca Lale'nin gözünün yaşardığını gördü. Ya da belki ona öyle gelmişti ama her halde söylediği şey için pişmandı. "Özür dilerim," dedi. Hâlâ göz gözeydiler. Bundan sonra Bahar başını eğip soruya döndü. Onlar hakkında konuşmak istemiyordu. "Onlar" kötüydü, "onlarla" işi yoktu, "onlarla" olmazdı ama... Lale'nin sevgi üzerine kurduğu cümle için üzüldü.

Tutamadı kendisini, kısık sesiyle "Onlar birbirlerini bile sevmiyorlardı," dedi. "Mesele senlik bir şey değildi, boşa kendini üzme."

"Öyle," dedi Lale. "Yine de ben çok uğraştım. Mina ile Çiğdem, Çiğdem ile Melis, Melis ile Mina dedikodusu yaparak geçirdiğim çok zamanım oldu. Sadece onlar da değil, onlar gibi başkaları da var." Bir elini kaldırıp salladı. "Çoklar."

"Üç senede beş ev değiştirdim. Ev arkadaşı değiştirdim diyemiyorum, evden postalanan hep ben oldum. Sonunda tek kişilik yurt odasına geri döndüm."

Konuşurken çoğu zaman gözleri kapalıydı. Kollarını masaya dayamış, ellerini de başının iki yanına almıştı, uyuyor gibi görünüyordu.

Bahar yüzüne bakmasa da Lale'yi can kulağı ile dinliyordu. Duyduğu karşısında "Sen onları kaybetmemişsin, onlar seni kaybetmiş diyerek züğürt tesellisi vermemi ister misin?" dedi.

Bir eli her şeyden bağımsız problem çözmeye çalışıyordu. Takıldığı yerde internete girip anlayamadığı kısmın çözümüne dair bir şeyler aradı.

"İstemem," dedi Lale. "Psikoloğum yalanla gerçeği ayırt etmem konusunda ısrarcı. En çok da kendime yalan söylememi istemiyor."

Bir kaşını havalandırarak gözünü Lale'ye dikti Bahar. Sonra indirdi gözlerini, probleme döndü. "Sen de mi?" dedi.

"Ne ben de mi?" dedi Lale.

"Doktora gidiyorsun?" dedi Bahar. Bir süre sustuktan sonra "Gitmeyen mi var?" diye cevap verdi Lale.

Bahar, ilk soruyu çözmeye yaklaşmanın mutluluğuyla "Evet," dedi. Düşündüğünden yüksek çıkmıştı sesi. "Evet! Bence bir yerlerde sağlıklı, aklı selim insanlar vardır. Herkes senle ben kadar boktan değildir herhalde."

Lale gözlerini açmadan derin bir nefes verip "Bilmiyorum," dedi. "Ben bir tanesine bile denk gelmedim."

"İşte o senin boktan kişiliğinin yansıması," dedi Bahar. Lale gözünü açıp biraz umutsuz biraz da... Üzülerek bakınca "Ağlamayacaksın değil mi?" dedi Bahar. Oysa bunu derken içinde bir yer kırılmıştı bile.

"Ağlamayacağım," dedi Lale. "Yine de bazen neden başka türlü olmadı diye soruyorum kendime. Neden bulabileceğim en boktan insanların peşinde geçirdim senelerimi? Neden saçma mekanlarda, saçma şeyler yemek için kıçımı yırttım, neden beş para etmeyecek insanlarla yan yanaydım, neden..."

Araya girdi Bahar. "Bir cevap bulabiliyor musun?"

"Ck," dedi Lale. Sustular. Bir süre sonra Lale'nin yüzü güldü. "Biliyor musun bir kere aklıma ne geldi?"

Bahar tepki vermeyince devam etti. "Bahar'la oda arkadaşı olsaydık dedim kendime. Yani lisedeki gibi üniversiteyi de kıç kıça geçirseydik, nasıl olurdu diye düşündüm."

"Denedik ya..." dedi Bahar. "En son parmaklarımın arasında tutam tutam saçların vardı."

Geçmişin iyi, kötü, güzel ve çirkin anıları birbirine girince gülerek başını eğdi ve "Elin ağırdı," dedi Lale. "Ama pislik olsun diye seni kışkırtan bendim. Yalan dolandı söylediklerim de hep."

Bahar yine bir şey demeyince tekrar "Sence nasıl olurdu?" diye sordu Lale.

Bahar başını kaldırmadan bir süre düşündü. "Nasıl olacak," dedi sonunda. "Birbirimizin yüzüne gülüp arkasından gömerdik. Sen benim başarımı kıskanırdın, ben de senin aileni, imkanlarını, İstanbul'a uyum sağlamanı... Bu kadar boktan mı olurduk bilmiyorum ama hayallerimizi süsleyen best friendli üniversite hayatımız yine olmazdı. Neden deme, onu ben de bilmiyorum."

Yeniden sustular. Sonra Lale "Hiç Şavşat'a gidiyor musun?" dedi Bahar'a. Bahar başını kaldırmadı, cevap da vermeyince Lale devam etti. "Ben geçen ay gittim, çarşıda Anıl'la karşılaştık. Lisedeki Anıl, hani mıknatıslı küpesiyle dalga geçerdik, hatırlıyor musun?"

Cevap beklemeden devam etti Lale. "Astsubay olmuş. O lisedeki salak çocuk gitmiş, yerine ağırbaşlı, yapılı bir adam gelmiş. Çok şaşırdım. Bir çay içelim mi dedi. Hastanenin arkasına çay bahçesi açılmış, orada oturduk. Havadan sudan konuştuk. Kim, nerede, ne yapıyor falan. Seni sordu. Evlenmiş diye duydum ama inanmadım dedi. Hâlâ çok çalışkan mı diye sordu."

İşittikçe gözlerini tuzlu su yokladı Bahar'ın. Birkaç kez gözlerini kırpıp gözyaşlarını kovarak başını kaldırdı.

"Parmağında kafam kadar bir yüzük olmadığına göre ayrıldınız mı?" dedi Lale. Bahar kendi parmaklarını yokladı. Onca dedikodu kazanının içinde bu mu kaynamayacaktı?

"Kulağın bunca delikse duymuşsundur zaten," diye cevap verdi Lale'ye.

"Ck," dedi Lale. "Magazinci kızlarla takılmıyorum şu an. Dedim ya kırk kapı gezdim kırkından da kovuldum diye. Ama haklısın, herkes evliliğin arkasında bir boklar olduğunu biliyor, en kısa zamanda ayrılacağınızı söylüyordu. Yine de bu kadar sürünce... Şaşırmıştı herkes. Ben de."

O zaman başını kaldırıp Lale'nin gözlerine bakarak "Herkes konuşuyor, değil mi?" dedi Bahar. "Ama kimse kimsenin ne yaşadığını bilmiyor."

Bir süre öyle durdular. Sonra Lale'nin gözleri doldu. Hızlıca başını salladı. "Bilmiyor," dedi. "Kimse kimsenin ne yaşadığını bilmiyor."

Kollarını yasladığı masadan çekip ellerini kucağında, bacaklarının arasında birleştirdi, aklını dağıtmaya çalıştı. "Deden ölmüş," dedi Bahar'a.

Bahar önündeki kâğıtlara geri döndü.

"Duyunca seni düşündüm. Annem cenazeye geldiğini söyledi. Üzgün görünüyormuşsun. Bilemedim. Başın sağ olsun demeli miyim?"

Bu kez ukala bir yüzle Lale'ye baktı Bahar. "Keşke arada cehennemden gelip iki sopa atsa diyorum."

"Tamam demiyorum," dedi Lale. Ama bir yandan engel olamadı kendisine, güldü. Bahar da bunun üzerine gülüp "Cenazede çok üzgündüm. Neden onu bu kadar çok yaşattın diye Allah'la kavga ediyordum. Zaten yattığı yerden saçlarımı maviye boyadığımı görebilsin diye gittim, kalkıp Fatiha okuyacağımı düşünmüyorsun değil mi?"

Lale kıs kıs gülünce "Allah senin dedene uzun ömür versin. Benimkinden çok olsun ömrü," diye ekledi Bahar.

Bu kez ellerini masaya koyup karşıdaki ilan panosuna baktı Lale. "Cenazede üzgün görünen bir kız," dedi. "Ellerini göğe açmış. Dua ediyor sanki. Oysa..."

"Dua da ediyor olabilir, beddua da. Belki içinden şarkı söylüyordur. Görünenle gerçek her zaman örtüşmüyor işte."

Aynı anda başlarını salladılar.

"Bitecek mi bu sene okulun?" dedi bu kez Lale. Zaman kaybetmeden "Şüphen mi var?" dedi Bahar.

"Yok da..." dedi Lale. "Ne bileyim evlilikti oydu buydu derken belki bir tane alttan dersin olur diye heveslenmiştim."

Bahar gülerek "Açık ara bölüm birincisiyim," dedi. "Üzgünüm seni hayal kırıklığına uğratmak istemezdim ama boktan bir hayat içinde ders çalışmaktan başka tutunabileceğim bir şey yoktu. Övünebileceğim yegâne şey hâlâ birinci olabilmek."

Bunun üzerine "Uyuz olunmayacak gibi değilsin," dedi Lale. "Yaza benimkiler yine başlar Bahar mezun olmuş sen ne yapıyorsun hâlâ diye."

Fark etmeden sol elini Lale'ninkine uzatıp "Üzülme," dedi Bahar. "İşe yarayacaksa Bahar antidepresanlarla zor ayakta duruyor diyebilirsin."

Ama Bahar'ın söylediğini önemsemeyip "Onu kullanmayan mı var?" dedi bu kez Lale. "Bana daha sağlam bir şey lazım. Mesela Bahar da sınıfta kaldı gibi bir şey."

Gülerek "Yok," dedi Bahar. "Daha dur yüksek lisansa başlama haberimi falan duyarlar."

Derin ve içten bir of ile ardına yaslandı Lale.

Bahar içtenlikle güldü. Hatta uzunca bir süredir kendini hiç bu kadar iyi hissetmemişti. Bir yerlerde sadece "Bahar" olarak övülebiliyordu demek hâlâ. Üstelik Lale'nin varlığı da batmamıştı kendisine. O zaman bu kadar böbürlenmek yeter diyerek başını kaldırdı.

"Canın istiyorsa Bahar boşanmış de, bu yeteri kadar oyalar insanları. Senin uzayan okulunu görmezler bile."

"Ya..." dedi kız bir parça şaşırarak. Sonra topladı kendisini. "Hayırlısı olsun," dedi. "Ben bu kadar zaman birlikte olabileceğini bile düşünmemiştim ama kantinde seni öyle öpünce..."

"Orda mıydın?" dedi Bahar.

"Ck," dedi Lale. "Ama fotoğraf video ne ararsan gördüm. Görmeyen yoktur zaten. Bir ara çok sağlam malzeme veriyordunuz..."

Sadece derin derin soluk aldı Bahar. Bir sürü zaman geçti gözünün önünden, bir sürü... Sonra kafasını toplayıp önündeki problemlere döndü. "En azından ödev yüzünden bir sene daha kaybetmeyeceksin," dedi kıza. "Bu tamam sayılır, iki soru kaldı."

Lale başını Bahar'ın önüne uzatarak "Valla mı?" dedi. "Geçirir mi beni?"

"Aşk olsun," dedi Bahar. "Eğer bu kâğıt seni yarı yolda bırakırsa ben de adımı değiştiririm."

Lale "Hangisini?" deyince Bahar tatlı bir şaşkınlıkla başını kaldırdı.

"Bahar'ı mı Nazike'yi mi?" diye devam etti Lale.

Sahi, dedi içinden. "Benim bir adım daha vardı. Nazike. Nazike, Nazike, Nazike Bahar..."

"Nazike adını duymayalı o kadar çok oldu ki..." dedi gülümsemesini koruyarak.

Lale "Biliyor musun eskisi kadar kötü gelmiyor kulağa," deyince, iç çekti.

Bunun üzerine Bahar "Ben onu sevmeye bile başlamıştım," dedi. Ama sonra sustu. Gülümserken ağlayış denizinin derinlerine batacağını anlayınca da "Hadi bir çay al bana," dedi Lale'ye. "Bedava ödev yapıyorum burada."

Hevesle "Olur," diye yerinden kalkacak oldu Lale. Sonra durup "Sigara içer miyiz?" dedi. Bahar gözlerini birkaç kez kırpınca da "Kaç kere sigara içerken gördüm seni," diye ekledi.

"Bırakmaya çalışıyorum," dedi bunun üzerine Bahar.

"Ne güzel," dedi Lale. "Ben yapamıyorum onu."

"Ben de çalışıyorum dedim zaten. Bıraktım demedim ki. Üç sigara hakkım var bugün için. İkisini senle harcayabilirim."

"Olur."

"Önce soruları bitireceğim."

"Tamam. Ben beklerim."

"Çay getir önce."

"Tamam."

Güldüler. Lale iki bardak çayla geri dönünce "Demek hâlâ çay seviyorsun," diyerek oturdu masaya. "Ya ne seveceğim?" dedi Bahar.

"Java chip, chai tea latte, two shot espresso, white chocolate mocha... Ne bileyim var daha bir şeyler."

"Kahve de seviyorum," dedi Bahar. "Adının ne olduğu önemli değil. Ama çay sevdamızı kimse sorgulamasın."

"Ben her türlüsünü içtim ama alışamadım bir türlü kahveye."

Bir şey demeyip elindeki çay bardağını Lale'ninkine dokundurdu Bahar. Sonra dakikalar süren bir sessizlik girdi aralarına. Sırayla çay içiyor gibiydiler. Bir Lale, bir Bahar...

Bahar pürdikkat Lale'nin ödeviyle ilgilenirken Lale etrafına bakınıp durdu. Çok sonra "Aslında," dedi. "Günah çıkarır gibi olacak ama..." Nabzını ölçtü Bahar'ın. Bahar hiç tepki vermeyince "Çok dedikodunu yaptım senin," dedi. Bahar'ın gözleri bir an Lale'ye baktıysa da hemen sorulara döndü.

"Çiğdem'e yanaşabilmek için... O kız deli. Yani ben de biraz deliyim, herkes biraz deli ama o tam deli. Ozan'a deli."

Ozan'ın adı geçince Bahar'ın kaleminin ucu kırıldı. Kafası kalkmadıysa da, bütün bedeni ve zihni durup Lale'yi dinlemeye başladı.

"Son görüştüğüm doktor kendimi bazı yalanlara inandırarak daha mutlu gibi davrandığımdan bahsetti. Gerçeklik üzerinde uzunca bir süre çalıştık. Yani bunu yaptığım zamanlar oldu evet ama... Her neyse. Bence biri mitoman ise bu kesinlikle Çiğdem'dir. Eskiden Ozan'la sevgili olduklarına bütün kalbiyle inanıyordu. Bu yüzden de senin onunla aynı evde yaşamanı hiç sindiremedi. Ben de onlara yaklaşabilmek için bunu kullanmış olabilirim."

Bahar kızın söylediklerini dinledi. Ama bunlar o kadar önemsizdi ki... Bütün o cümleler içinde önemli olan tek şey Ozan'dı.

"Siz evlenince Melis'le Çiğdem de birbirine girdi zaten."

Başını istemeden kaldırıp Lale'ye baktı Bahar.

"Melis, Oktay'a inanamadı. Çiğdem, seni Ozan'la arasındaki engel olarak gördüğünden, aradan çıkmanla deliler gibi mutlu oldu. Hani Oktay'ın okula gelip seni öptüğü gün var ya..."

Bahar cevap vermediyse de yutkundu. Lale onu cevap kabul edip devam etti. "İşte o gün Çiğdem'le Melis birbirine girdi. Çiğdem zil taka taka gitti Ozan'ın yanına. Sonradan Mina'dan öğrendim, Ozan yine reddetmiş bunu. Ama Çiğdem reddedilmeyi asla kabul etmedi. Hep sevgili olduklarını söylüyordu."

Elindeki kalemi bırakıp Lale'nin önündekini aldı Bahar. Sonra bunları duymak mı duymamak mı daha iyi diye düşündü ve "Lale," dedi sakince.

"Bunları duymak bana iyi gelmiyor. Gittiğim psikiyatr epeyce pahalı ve seans ücretlerini zor karşılıyorum. Yani şimdi şuradan kalkıp doktora koşacak param yok. İyisi mi anlatma bana bunları. Kimin canı neye inanmak istiyorsa ona inansın. Benle bir ilgileri yok ki. Onlar konuşuyor, acısını biz çekiyoruz sonra."

Başını salladı Lale. Başka bir şey demeyip sustu. Dakikalarca ikisi de hiç konuşmadı. Ama Bahar son soruya başlarken kendisine engel olamayıp başını kaldırdı ve kalemi iki ucundan tutup "Ama," dedi hızlıca. "Ozan'dan haberin var mı? Nerede, ne yaptığını biliyor musun?"

Bir süre Bahar'ın gözlerine bakıp sustu Lale. Az evvel kızın söylediği şey doğruydu. Hangi cümlenin, hangi insanın, hangi haberin kime iyi gelip gelmeyeceğini düşünerek konuşmak lazımdı. Bodoslama başlamıştı sohbetleri ama bıçaksırtına evrilmişti. Dikkat etmek gerekti.

Başını bir aşağı bir yukarı salladı bunun üzerine.

Ama ağzını açmayınca sabırsızlıkla "Söyler misin?" dedi Bahar.

Lale peş peşe yutkunduktan sonra "İstanbul'daymış," diyebildi. "Çapa'daymış, Jinekoloji uzmanlığı mı ne yapıyormuş. Çiğdem demişti ama başka bir şey bilmiyorum."

Bahar'ın duyduklarını sindirmesi üç nefes sürdü. Sonra "Teşekkür ederim," dedi Lale'ye.

Başını eğip son soruyu çözmeye başladı. Uğraşınca bütün soruları çözerdi o. Çözemeyeceği problem yoktu. Baş edemeyeceği sorun da yoktu. Neleri neleri atlatmış da ölmemişti. Sorulardan kaçar mıydı hiç? Kaçmazdı. Üstüne giderdi. Yapardı, çözerdi, başarırdı. Çapa neresiydi? İstanbul'du demek. Tus'u geçmişti ha? Yapardı tabii, Ozan'dı o. İskeçe Hanedanlığının yumuşak yürekli prensi Ozan'dı. Çalışkan mıydı, değil miydi bunun bir önemi yoktu. Tertemizdi kalbi, her şeyin en güzeline layıktı. Duyunca öyle mutlu olmuştu ki, ağlamak çekti canı, hem de nasıl çekti. Kalemi titretecekken derin derin nefes alıp çayına uzandı. Bir yudumla bitti çayı. İstanbul'daydı demek ha? Akşam olunca Galata'ya bakarak şarap içiyor muydu yine? İçerdi, mutlaka içerdi. Gidebilir miydi kulenin eteğine? Ben geldim deyip göğe kaldırabilir miydi başını? Ya Oğulcan. O da İstanbul'daydı. Ya Moda'daki ev?

"İyi misin?"

Lale'nin sorusuyla toparlanmaya çalıştı. Başını sallayıp "Evet," dedi. Sonra ellerini şöyle bir yüzünden geçirip saçlarını kulaklarının arakasına itti. Oyuncu bukle yine önüne düştü, ona aldırmadı.

"Bir çay daha alayım mı?" dedi Lale. Bahar onun gözlerine bakıp seneler öncesine dönmüş gibi oldu. "Tamam," dedi.

Lale kalkarken "Ha bu arada," dedi Bahar'a. "Mavi yakışmış. Epeyce cool göstermiş seni."

Duyunca bir gülümseme bürüdü Bahar'ın yüzünü. Eli saçına uzandı. "Sağ ol," dedi Lale'ye. Sonra "Ama," diye devam etti. "Cool falan olduğum yok. Biz senle Şavşat'tan gelirken salaktık. İstanbul'da daha da salak olduk."

Lale duyduğuyla başını salladı. "Dur," dedi. "Çay alayım da, salaklığımıza içelim."





---------------------------------<3




Canım okuyucu, 



2017 yılından beri buradayım. Dopdolu üç kitap yazdım. Biri basıldı, ikisi sizin koynunuzdaki kitaplıkta. 
Uyumadan Önce Tuttuğum Dilek dördüncü kitabımız. Kısık ateşte pişiyor. 

2017 yılından beri aktif yazan biri olarak pek çok şey gördüm. Pek çok insan tanıdım, çok güzel arkadaşlıklar edindim. Her biriniz benim farklı şehirlerde yaşayan arkadaşlarımsınız. Henüz tanışmamış olabiliriz ama ortak hikayelerimiz var. Bir gün kucaklaşacağımıza da tüm kalbimle inanıyorum. 

Yazdığım süre boyunca pek çok taş da yedim. İlk taş başıma isabet ettiğinde yazmaktan elimi çeksem, on binlerce sayfam, yüz binlerce kelimem hiç yazılmadan içimde ölürdü. Oysa şimdi hepsi yaşıyor ve mutlu. O yüzden hiçbir koşulun beni yazmaktan korkutacağını ya da uzaklaştıracağını düşünüp üzülme. Endişe duyma. Bazen yorulabilirim ama kaldırıma çöküp bir soluk alır ve yola devam ederim. 

Atılan her taş beni daha hızlı koşturur, taşsız yolda daha yavaş yürürüm. Ondan ötürü için ferah olsun. 


Sevgiyle, 
Anita Felipova Emilova 




Continue Reading

You'll Also Like

26.9K 3.2K 16
❝Kırgın ruhlar senfonisi; kimisine ölüm ninnisi, kimisine yaşam emaresi.❞ Hayatını travmalarının yönettiğinin bilincinde olan bir kadın, onlardan kaç...
83.4K 6.6K 22
Park Holding büyük bir belayı işe almıştı. O belanın adı: "Byun BaekHyun."
1M 68.3K 48
Annesinin tekrar evlenmesi üzerine üvey babasıyla anlaşamayan Mira Bars kendini bir anda beş yıldır görüşmediği babasının yanında İstanbul'da bulur...
1M 35.4K 57
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!