Çan Çiçekleri

By YamurYilmazlar

393K 51.4K 123K

"Değerli Çan Çiçekleri, Elbette, ekilen her tohum bir gün çiçek verir. Tıpkı size olduğu gibi." Anya ❁ More

ÇAN ÇİÇEKLERİ GÜNCESİ
попутчик.
заводила.
авось.
тоска.
встрепенуться.
баюкать.
листопад.
бытие.
Друг.
подруга.
Аня Белов.
Гавно.
задушевная беседа.
враг.
голое тело.
дикость.
матрёшка.
болезнь.
Война и мир.
темнота.
слава богу.
ревность.
спасать.
мечта.
наказание.
Кто ты?
Влюблённость.
любовь навсегда.
успешность.
заблуждение.
папа.
разбитый.
Прощай Кайтак.
отецm.
день рождения.
семья.
локон.
пороша.
смекалка.
незнакомец.
одиночный.
волк в овечьей шкуре.
аксель.
колеса шанса.
сон на.

нежно любимый.

8.7K 1.2K 3.7K
By YamurYilmazlar

Merhaba!!!

Bu karlı ve kasvetli Mart ayında umarım hepiniz çok iyisinizdir.

Bu bölüm 410 oy ve 3000 yorum yapabilirsek çok mutlu olurum. Haftaya kadar tamamlamış olursak yeni bölümü haftaya cumartesi 20.30'da atmış olacağım. Pamuk eller oylara ve yorumlara^^

İyi okumalar dilerim hepinize^^

bana ulaşabileceğiniz yerler ;

instagram: aurora_mensis

instagram: can_cicekleri

Anya Belov instagram: anya_belovv

Aleksei Ivanov instagram: aleksei__ivanovv

twitter: auroramensiss

#çançiçekleri hashtagi ile twitter'da düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.

Bölümleri okurken hikayenin içinde yaşamanız için Spotify Çan Çiçekleri çalma listesini dinlemenizi öneririm.

Kullanıcı adım: aurora mensis

17. BÖLÜM

"Değerli Çan Çiçekleri,

Siyah ve beyazın arasındaki griyim ben."

Sufjan Stevens- Fourth of July

Tom Odell- Grow Old With Me

Modest Mouse- The World at Large

Evelyn Stein- Quiet Resource

-Çan Çiçekleri Güncesi-

12 Haziran 2009

Saat: 23.09

Saat: 23.10

Değerli Çan Çiçekleri,

Nasılsınız? İyi misiniz bugünlerde?

Umarım iyisinizdir, sizin kötü olduğunuz bir dünyada yaşamak istemem. Asla istemem.

Yormuyorsunuz kendinizi çok değil mi? İyi bir şekilde besleniyorsunuz buşkanın bana nasihat ettiği gibi. Besinlerinizi asla atlamamalısınız, sebze ve meyvelerinizi düzenli olarak tüketmelisiniz. Ayrıca arada bir rulada yemelisiniz sizi mutlu etmesi için. Biliyorum, Türkiye'de rulada bulmak zor ama canınız isterse sizin için bahçeye bırakabilirim. Gelip oradan alabilirsiniz ne dersiniz?

Hatta belki birlikte oturur yeriz? Fazla büyük isteklerde bulunuyorum, biliyorum.

Özür dilerim.

Üvey annemin dediği gibi bazen sınırlarımı bilmiyorum, çoğu insanda olması gereken kelime filtresi bende yok. Düşünmeden konuşuyorum hatta yaşıyorum ve bu her daim yüzüme vurulan bir gerçek olarak beni takip ediyor.

"Nerede, ne yapman gerektiğini bilecek yaştasın sen artık Anya." Üvey annemin sesiyle kulaklarıma doluyor bu cümle.

Minnetsiz bir insan olmak istemiyorum ama bazen masallardaki üvey anneler gibi davranıyor bana. Halbuki İdiz için hiçbir zaman böyle değil. Ona dudakları yukarı kıvrılarak gülümsüyor, sarılıyor, hediyeler alıyor. Bakışları bana geldiğindeyse o dudaklar aşağıya doğru düşüyor. Tıpkı buşkanın öğrettiği gibi mutsuz oluyor galiba.

Halbuki ben sadece o ailenin bir parçası olmak istemiştim çan çiçekleri.

Hatta sizi o güne götüreyim ne dersiniz?

Bundan birkaç yıl öncesiydi.

Üvey annemi, babamın asistanı olduğu için birkaç kez görmüştüm ama hiçbir zaman konuşma fırsatımız olmamıştı. O babamın hızlı iş temposuyla onun gibi yoğundu. Beni gördüğü anlık durumlarda sadece başını sallamıştı. Baş sallamak ne demekti hiçbir fikrim yoktu o zamanlar. Buşka bunun selamlama olduğunu ve insanların konuşmadan yapabileceğini söylemişti ona sorduğumda. Merhaba demekmiş aslında, bunu ilk öğrendiğimde gördüğüm her insanakafamı sallamıştım ben. Merhaba demek istemiştim insanlara ama bazıları beni anlamamıştı galiba. Yine konudan sapıyordum değil mi?

Anlayacağınız üvey annemi görsem de o zamana dek tanımıyordum çan çiçekleri. Tanışacağımızı öğrendiğimdeyse bu büyük beyaz evde yardımcılarımız dışında yalnız olmayacağım günlerin geldiğine inanmıştım. Bu da yetmezmiş gibi bir kardeşim olacaktı, benim yaşlarımda olan.

İdiz ile üvey annemin hayatımıza girdiği ilk gün heyecan olarak saydığım bir his ile kaplanmıştı göğüs kafesim. En güzel elbisemi giymiştim, annemi buşka ile doğum günüm ama onun ölüm gününde ziyaret ettiğim siyah elbisemdi bu. Karpuz kolları, belinden aşağıya inen siyah fırfırları olan bir prens elbiseyd. Biraz kalındı, kış için dikilmişti ama olsun. Yine de giymek istemiştim.

Saçlarımı tarayıp iki yandan bile toplamıştım, tabi bu dakikalar sürmüştü. Bu konuda çok başarılı değildim ama bundan sonra üvey annem belki bana yardımcı olurdu diye düşünmüştüm o anda. Sonuçta, anneler çocuklarının saçlarını her zaman toplardı. Bazı babalar bile yaparmış ama benim babam öyle değildi. Özellikle saçlarımdan hiç hoşlanmıyordu, annemi hatırlattığı için olabilir miydi? Bilmiyorum ama üvey annemin olacağına hevesliydim işte. Benim saçlarımı toplardı diye düşünmüştüm. Dudaklarımı yukarı doğru kıvırmam gerektiğini nasihat etmiştim kendime.

Elbisem kırışmasın diye tüm gün koltuğa oturmamıştım bile, ayakta öylece adımlamıştım büyük beyaz evimizin içinde. Babam da hazırlanıp aşağıya indiğinde benim o gün ki hal ve tavırlarımı farketmiş gibi bakışlarını üstümde gezdirmişti. Ardından başını sallayarak, ayakkabılarımı göstermişti.

"Çoraplarının fırfırları bozuk Anya, düzelt onları."

Fırfırlarım zıplayarak yürümekten dolayı bozulmuştu, sabah böyle değildi ama babama bunu söyleme gereğinde bulunmamıştım. Aşağıya eğilip onları düzelttiğimde tekrar zıplayarak yürümeye dönmüştüm. Ta ki babam konuşana dek.

"Zıplayarak yürüme. Git ve şu koltuğa otur."

Kendimi engelleyemedim bu sefer. "Ama o zaman elbisem kırışır efendim."

Bunu o da istemiyormuş gibi bir anlığına durdu. Ardından şöminenin yanındaki duvarı gösterdi. "O zaman git ve şu duvarın dibinde ayakta dur. Yürümek yok."

Cümlelerini bitirdiğinde çalışma odasına gidip kapısını kapatmıştı. Yine çalışması gerekiyordu galiba, gerçi hep çalışması gerekiyordu. Babamın kendine veya bana ayırdığı bir vakti olmamıştı şu ana dek. O her zaman öyleydl, yıllar geçtikçe kabullenmek dışında başka bir seçeneğim kalmamıştı tabi ki. Ben ise onu dinlemiştim. Ayaklarım hareketsizlikten ağrımaya başlayıp kımıldayana kadar birkaç saat öylece durmuştum. Güneş batmış, akşam yemeği için yemek salonu hazırlanmıştı. Ve beklediğim gibi sonunda kapı açılmıştı.

Bir yardımcı kapıya açmaya gitmişken babam dışarı çıkmıştım. Dediği yerde durduğumu görünce ise eliyle işaret etti.

"Niye orada duruyorsun Anya? Hadi gel."

Burada durmamı o söylemişti çan çiçekleri. Unutmuş olmalıydı bunu değil mi?

Yine tüm bunlar önemli değildi, sonunda onlar gelmişti.

Üvey annem ve yeni kardeşim. Buraya ait olamayacak kadar güzel duruyorlardı karşımızda, hatta nefesim bile kesilmiş olabilirdi. Üvey annem, ince minyon vücudunu hafifçe saran koyu lacivert kolsuz bir elbise giymişti. Uyumlu ince küpeleri ve kolyesiyle altın sarısı saçları daha da parlıyordu sanki. Minik bir burnu, ten rengine boyanmış ince dudakları ve siyahı andıran koyu kahve gözleriyle bakışlarını babama çevirmişti. Onlar birbirine selam verirken ben ise yeni kardeşime ilgimi vermişti.

Barbie bebeklerini andırıyordu. Annesinin küçük versiyonu gibiydi ama babasından da izler taşıdığını belli ediyordu. Altın sarısı saçlarının renginde hafif çekik gözlere sahipti. Dudaklarıysa annesinin aksine daha dolgundu. Üzerine giydiği pembe beyaz elbisesiyle dimdik duruyordu. Bakışlarımı farketmiş gibi bana doğru bir adım atmıştı. Ne yaptığını ben daha anlayamadan bana sıkıca sarılıvermiş, şekerli kokusu burun deliklerime dolmuştu.

Kendimi engelleyemeden ondan uzaklaşmak istemiştim o anda ve bunu gerçekleştirmiştim. Farkında olmadığım bir güç ile yeni kardeşimi kendimden iterek uzaklaştırmıştım. O ise bunu beklemediği için dengesini kaybedip girişteki halıya takılmıştı. Poposunun üstüne düştüğündeyse yanlış bir şeyler yaptığımı biliyordum ama bilerek değildi tüm bunlar. İnsanların bana ani dokunmalarından hoşlanmıyorum, yükses ses ile bunu açıklayabilmek için bir anda konuşuvermiştim.

"Sarılmaktan hoşlanmıyorum ben. Sarılmasak olur mu?"

Kelimelerimin, hareketlerimin yanlış anlaşılabileceğini düşünmemiştim o anda. Yeni kardeşim poposunun üstünde yerde otururken yaşlarla dolan gözlerini üvey annem ve babama çevirmişti. Burnunu çekiş sesleri kulağıma dolmuştu saniyeler içinde. Üvey annem kızına eğilerek sarıldığında babam durumdan hoşlanmadığını belli ederek konuşmuştu.

"Kardeşine böyle davranmamalısın Anya."

Ben kimseyi kırmak istememiştim ki sadece yapamıyordum. Biri bana dokunduğunda tenimde dolaşan yanma hissinden hoşlanmıyordum. Kaçmak istiyorum giysi gibi taşıdığım tenimden. Hatta Buşka'nın dokunuşu bile beni zorluyordu bazen, onlara bunu nasıl açıklayacaktım ki?

"Efendim... Ben... Şey..." Kelimeler toparlanamamıştı, her şey kontrolden çıkmıştı sanki.

"Yeter, odana gidip davranışlarını düşünmeni istiyorum. Çekilebilirsin."

İşte yeni ailem ile tanışmam bu şekilde olmuştu. Sınırlarımız ben farkında olmadan çizilmişti, dudaklarının aşağıya doğru kıvrılışından anlamıştım. Benden hoşlanmamışlardı, özellikle yeni kardeşim. Duygularını anlamayan bana zaten yıllar içinde bunu dile getirecekti o zamanlar bilmesem de...Ben ise tek yapabileceğimi yaptım. Odama çekilmiş, aşağıdan gelen konuşma ve kahkaha seslerine kulaklarımı tıkamıştım.

Farklı olmak hiçbir zaman kolay değil değil mi çan çiçekleri? Siyah ve beyazların arasında gri olmak. Kendinizi bir türlü açıklayamamak... Neden böyle olduğunuzu bilememek. Ne siyahın içindeyim ne beyazın. Tek başıma ortada duruyorum sanki veya herkes sohbet ederken odamda...

Sorun değil, alıştım ben artık buna. Şikayetlerime sizi bunaltıp kaçırmak istemiyorum sizleri de, yeni ailemi kaçırdığım gibi.

Canım hala acısa da kabullendim, inanın bana. Üvey annem ve İdiz de bunu kabullenmişti. Beni gri olarak kabul edip hayatlarına devam etmişlerdi. Sahip olmak istediğim aile kavramı ise gerçek olamamıştı maalesef. Gerçi Deniz doğmuştu, evrenin bana verdiği sayılı insanlardan hatta hediyelerden biriydi.

Öyle işte çan çiçekleri...

Aslında sizin canınızı sıkmak istemiyordum bugün. Hem de hiç ama bazen kelimeler kalemimden düşünmeden çıkıyor buşkanın dediği gibi. Nefes almadan yazıyorum size, sanki oksijensiz kalmış olduğumu bile unutuyorum. Dökmek istiyorum sahip olamadığım duyguları ve en önemlisi de geçmişimi unutmamak için yazıyorum çünkü ben de geçmişimi unutursam beni hatırlayacak kim kalacak ki geride? Kimse.

Sokakların arasında dolaşan griyi, siyah ve beyazlar hatırlamaz.

Bu yüzden siz hatırlayın olur mu? Dağınık cümlelerimle yazılan çarpık zihnimi.

Bir mektubun daha sonuna geldik birlikte.

Artık sona koyacağım noktanın ardından yeniden nefes alabilirim çan çiçekleri.

Bir, iki, üç.

Nokta.

.

-Günümüz-

Beklentiler, hayal kırıklığı demekti.

Bunu tüm insanlar bilirdi aslında, tadardılar yaşam denilen kısacık anılarında. Ben erken keşfetmiştim hayal kırıklığı olduğuna inandığım o belirsiz duyguyu. Babam öğretmişti bana. Farkında değildi belki ama beklentilerimin bir bir ölmesini sağlayan kişiydi o. Ölmek ağır mı kelime oldu belki ama tükenmek uymamıştı hissedemediklerime.

Babam, beklentileri karşılayacak biri olmamıştı asla. Söz verdiğini bile hatırlamayacak bir insandı o, ben ise hiçbir sözü unutmayan o lanetli insanlardandım. Bu özelliğim hastalığıma mı aitti, bilmiyordum ama insanların dudaklarından çıkan her şeyi fazla ciddiye alırdım. Buna dair birçok örnek vardı hayatımda.

Mesela ortaokulda sınıf arkadaşlarımdan biri benimle fen bilgisi sınavına çalışmak istediğini söylemişti. İlk defa biri benimle çalışmak istemişti, hatta neden benimle çalışmak istiyorsun dediğimde en son sınavdan yüksek aldığımı ve akıllı olduğumu bana söylemişti. Halbuki o sınava neredeyse iki ay kadar çalışmıştım iyi bir not alabilmek için ama bunu ona söylemedim.

Buşka ve Kirill dışında beni akıllı bulan birileri olmasına memnun oldum. Hem de çok. Yeni bir arkadaş edindiğimi bile düşündüm..

Kelimelerini fazla mı ciddiye almıştım bilmiyorum ama sınava bir ay kala her gün ona ne zaman ders çalışmak istediğini sormuştum. İlk başta, bu soruma makul yanıtlar vermişti. Bir hafta sonra bakalım, yarın olsun veya etütten sonra olabilir. Onun yanıtlarına göre her gün planlarımı değiştirmiştim. O ise ertelemeye devam etmişti, sınava birkaç gün kala yine sorduğumdaysa sınıf arkadaşlarımızın yanında sesini yükseltmişti bana karşı.

"Yeter artık Anya! Seninle çalışmak istemiyorum, anlamıyor musun? Bu kadar aptal olamazsın."

Çalışmak isteyen o değil miydi? Bunu çan çiçeklerine bile sormuştum. Beni akıllı bulduğunu söyleyen bu insan nasıl herkesin önünde beni aptal ilan etmişti? İnsanları anlamıyordum, hiçbir zaman da anlayamayacaktım bunu yeniden anlamıştım o gün.

Yine de her seferinde aynı şekilde beklentilere girmeye devam etmiştim. Belki de ümit etmiştim, bir şeylerin değişeceğine inancım ile bunu denemiştim. Ta ki babam sıcak su için bana yardım edeceğini söyleyip kimse gelmeyene dek. O gün son bulmuştu her şey. Beklentileri geride bırakmıştım, böylelikle hayal kırıklığı denilen o yabancı his bir daha bana uğramamıştı.

Peki ya şimdi?

Yıllardır onun kadar yetenekli olmak istediğim insan, sıcak suyumu bana yeniden getirmişti. Halbuki ondan böyle bir şey istememiştim bile. Asla dile getirmemiştim, alıştığıma inanmıştım soğuk suya. Tenime batan çivi hissine yenik düşmüştüm belki de. O ise ondan asla beklemediğim kelimeleri kurmuştu yüzüme bakarak.

"O buz gibi su ile yıkanmana daha fazla izin veremezdim."

DıkDık DıkDık DıkDık.

Kalbim bu kelimeler ile başa çıkamamıştı. Nasıl çıkabilirdi ki zaten? Değer verilmek böyle bir his miydi diye düşünmüştüm kendimi engelleyemeden. Buşka, Kirill ve Deniz dışında kimse bana böyle davranmamıştı bu ana dek. Onlar bile bazen küçük ayrıntıları kaybedecek kadar benden uzakta oluyordu.

Peki ya Aleksei Ivanov? O neden böyle değildi? Neden her şeyi farkediyordu diğerlerinin aksine? Neden onlar gibi sabırsız olmuyordu? Yıllardır beni tanıyormuşçasına neden yapması gerekeni biliyordu? Beklentilerin kalbimin küçük bir köşesinde hala var olabileceğini bana neden kanıtlıyordu?

Sorularıma verilecek cevaplar yoktu. Hem de hiç. Boğazımdaki yumru asla yok olmazken sadece bunu düşünüyordum. Özellikle Azur beni duşa doğru itip yıkanmam gerektiğini söyleyerek Bast ile dışarı çıktığında karşımda duran adamı uzun uzun incelemeye başlamıştım, bir şeylerin anlayabilirim umuduyla.

DıkDık DıkDık DıkDık.

Hastalığının devam ettiği vurgulayan normalden daha beyaz teninde gezdirmiştim gözlerimi. Şu ana dek en dağınık şekilde duran mürekkep siyahı saçlarına, aynı renkteki düz kaşlarına ve dolgun dudaklarına...Her bir ayrıntıya bakmıştım, ta ki gözlerini görene dek.

Başlangıç ve bitişti çan çiçeği rengi gözler. Benden bir an olsun bile ayrılmamıştı ve ona doğru çekilmemi sağlayan manyetik bir alan olmuştu sanki. Karşısına gelene dek ilerlemiştim Aleksei Ivanov'un. Aramızda bir adım kala durduğumda bakışlarımız bir an olsun bile birbirimizden ayrılmamıştı ve ben kelimelerimi kullanmak yerine ilk defa eyleme geçmiştim.

DıkDık DıkDık DıkDık.

Parmak uçlarımda hafifçe yükselerek Aleksei'nin sol yanağına dudaklarımı hafifçe değdirdim.

DıkDık DıkDık DıkDık.

"Teşekkür ederim Alek. Değer verdiğin için."

Dudaklarımı teninden çekmem gerektiğini biliyordum ama sanki buradan kalmam gerekiyormuş gibi oyalanmıştım. Gözlerimi kapatıp bu anın içine hapsetmiştim delicesine atan kalp atışlarıma karşılık ve buza sarılı olan o temiz kokusuna bulanmıştım.

Bu an ne kadar sürmüştü bilemiyordum, belki üç saniye belki de üç dakika. Tek bildiğim gözlerimi açtığımda gerçekliğe zor da olsa dönebilmiştim ve bu dönüş ile ne yaptığımı farketmiştim. Dudaklarımın dokunduğu teni hala hissediyormuşum gibi geriye çekilip parmaklarımı üstüne koymuştum. Duyguları tadamıyordum biliyorum ama yanaklarım anlayamadığım bir şekilde ısınıvermişti.

Yanaklarım mı kızarmıştı benim? Ben kızarmazdım ki...Musluğun orada duran aynaya bakışlarımı hafifçe çevirmiştim ve hissettiğim doğru olduğumu farketmiştim. Normalde beyaz olan yanaklarım kıpkırmızıydı buzun içinde saatlerce kalmışçasına. Aleksei'nin bunu görüp görmediğini bilmiyordum ama o da ne yapacağını bilemiyor gibiydi. Bir elini ensesine götürüp saçlarını karıştırmıştı, bakışları yüzüm dışında her yerde gezdiriyordu ve ona uyum sağlayarak ben de yere doğru çevirmiştim başımı. Kelimeler ile yine hızla dökülmeye başlamıştı dudaklarımdan.

"Yani teşekkür ederim, böyle bir şey yapmana gerek yoktu Alek. Hem de hiç. Babam yıllar önce bir usta bulacağını söylemişti ama su hiç düzelmedi. Ben ise alıştım soğuk suya, yıllardır arenada bile soğuk su ile yıkanıyorum sıcağı unutmak için."

"Şimdi ise sayende artık sıcak suyum var! Sen ise hastasın, dinlenmen gerekiyordu ama hiç dinlenmedin. Dimitri'nin sırf bu yüzden sana kızmasını asla istemem ama merak etme seni iyileştireceğim antremana gidene dek. Söz veriyorum!"

"Hadi sıcak suyun tadını çıkar artık! Ben ise size bir şeyler hazırlayayım teşekkür edebilmek adına."

Bunu dedikten sonra banyodan hızla dışarı çıkmıştım, tüm gece hiç uyumadıklarını düşünürsek onlara güzel bir yemek hazırlamalıydım değil mi? Bu konuda çok büyük yeteneklerim yoktu, hatta yemek yapmaktan çok hoşlanmazdım bile ama teşekkür olarak güzel bir şeyler yapmam şarttı.

Buşka ben hasta olduğumda daha iyi hissetmem için bana bir Rus çorbası olan Solyanka'yı hazırlardı. Gebre otuyla yapılan bu çorbanın içinde domates suyu, turşu, lahana, patates, mantar ve çeşit çeşit et bulunurdu. Hasta olan bir insanı hızla daha iyi yapabilirdi hatta iyileştirebilirdi. Buşka, tüm babuşkalar gibi Rus yemeklerinin bu güce sahip olduğuna inanırdı.

"Evet, kesinlikle Solyanka yapmalıyım."

Böylelikle Kirill daha yeni evime uğradığı için tıka basa dolu olan buzdolabımdan malzemeleri çıkartıp ve çorbayı hazırlamaya başladım. Dakikalar içinde Bast ile kucağında uyuyakalan Azur ve beni dinleyip duş alan Aleksei dışında yalnız başıma yemeği hazırlamakla uğraştım. Çok yetenekli olmadığım için her şey olması gerektiğinden daha çok zaman aldı ama sonunda her şey hazırdı.

Buşkanın yaptığı gibi duruyordu çorba, belki onunki kadar yetenekli değildi ama iyi olduğuna inanıyordum. Servisleri çekmecelerden çıkartıp çorbayı pişmeye bırakırken çavdar ekmeğini birazdan ısıtmak için tost makinesine koydum.

Tabi tüm bunları yaparken mutfağın girişinde duştan çıkmış ve kollarını önünde kavuşturmuş olan Aleksei'yi görmemiştim. Dikleşip bakışlarımız kesiştiğinde istemsizce elimdeki tahta kaşık ile bir adım geriye gitmiştim. Sıcak duş sayesinde artık daha iyi görünmesi gerekirken rengi daha da solmuştu. Çekim, hastane, banyodaki borular derken yorgunluğu kat be kat artmıştı ve halsizliği gözle görülür bir hal almıştı. Tüm bunlara rağmen ıslak siyah saçlarından omuzlarına damlayan sular ise saçlarını kurutmadığını gösteriyordu. Hala kendine dikkat etmiyordu.

"Bö." Dedi parmaklarını hafifçe kaldırarak.

"Ödü kopmak cümlesini hiç anlamam ama galiba sen buna sebep oldun Aleksei!"

"Yardım debileceğim bir şey var mı diye bakmaya gelmiştim Aya." Dedi dudakları yukarı doğru yorgun bir şekilde kıvrılırken. Hala nasıl ayakta duruyordu, inanamıyordum. Belki de Rus disiplini denilen alışkanlıklar yüzündendi ve tabi o sırada saçlarından sular hala akmaya devam ediyordu, ben ise istemsizce başımı sallamıştım.

"Çorbanın hala pişmeye ihtiyacı var ama bir konuda bana yardımcı olabilirsin."

"Sen ne istersen Aya."

Böyle cümleler ile niye kalbimi hızlandırmayı başarıyordu?

Dediğini görmezden gelmeye büyük bir çaba göstererek tahta kaşığı kenara bıraktım ve yanına yürüdüm. Onun bana yardım ettiği gibi ben de ona yardım etmeliydim. Antremanlarda alıştığım gibi hafifçe elini parmaklarımın arasına geçirdim ve beni sorgulamasına fırsat vermeden onu odama doğru götürüp kapıyı arkamızdan kapattım.

DıkDık DıkDık DıkDık.

Kalbimin bu kadar hızlı atmasına sebep olacak bir şey yoktu aslında. Birkaç saat önce kullandığım fön makinesini fişe tekrar taktığımda kendi kendime bunu tekrar ediyordum. Bu da yetmezmiş gibi yatağımın ucuna Aleksei'yi oturttuğumda gözlerimiz aynı hizaya gelivermişti. Beklenti dolu bakışlarıysa yüzümden ayrılmamıştı. Elime aldığım tarak ile hafif çatık kaşlarımı engelleyemeden konuştum.

"Bana yardımcı olmak istiyorsan, artık kendine bakmalısın Alek."

"Anlamıyorum Alek, saçlarını kurutmadan nasıl evde gezersin? Özellikle bu evde. Kışın çoğu zaman doğru düzgün ısınmıyor bile bu ev. Sen ise hastasın! Daha fazla hasta olamazsın, kazanmamız gereken birçok yarışma yok mu? Bana hep bunu söyleyen sensin."

"Burada neden yaşıyorsun Anya? Söyle bana. Bu evde doğru düzgün çalışan bir tane şey göremiyorum çünkü." Sesi daha sert çıkmıştı olması gerektiğinden. Tüm bunlardan memnun değil gibiydi.

"Çünkü burası benim evim." Dedim kelimelerin üstüne basarak tıpkı onun gibi.

"Burası bir müştemilat Aya, senin evin değil."

"Korku kitaplarımı basana dek burası evim olarak kalacak." Bu doğruydu, bir gelir elde edene dek buradan gidemezdim. Bunu kabulleneli uzun zaman olmuştu.

"O zamana dek burada kalmak zorunda değilsin, eminim Bayan Ekaterina bir çözüm bulaca..."

"Buşkaya böyle şeyler söylememeni istiyorum Alek, lütfen. Yeteri kadar ihtiyacı olmayan sorumlulukları aldı bu hayatta. Mezun olacak torunu için daha fazla bir şey yapmasına gerek yok."

"Ama..."

"Lütfen, bu konuyu kapatabilir miyiz? Ben bu evde mutluyum. Hem artık sıcak suyumda var, hiçbir şey eksik değil sayende."

Kelimelerimin ardından fön makinesini çalıştırdım ve tüm dikkatimi vererek Aleksei'nin saçlarını kurutmaya başladım. Her zaman mürekkep siyahı tutamların ne kadar yumuşak olabileceğini biliyordum, birkaç kez dokunma fırsatı bulmuştum ama bir engel olmadan parmaklarımı bu ipeksi tutamlarda gezdirmek farklıydı. Belki de sonsuza dek yapabileceğim kadar güzel bir histi. Küçük bir çocuk gibiydim bu anda, Aleksei'nin saçları en sevdiğim oyuncağım haline gelmişti. Tabi benden bir an olsun bile ayrılmamış olan bakışları işimi daha da zorlaştırıyordu ama olsun. Hızla atan kalbimi görmezden gelebilmiştim başarıyla.

DıkDık DıkDık DıkDık.

Yaklaşık on beş dakika kadar sonra tarak ile normalden daha da düzleşerek alnına doğru dökülmüştü tutamlar. Yorgun bakan çan çiçeklerine ise ayrı bir parlaklık katmışlardı. Fön makinesini kapatıp ona baktığımda yıllar sonra burada nasıl birlikte olduğumuza hala inanmakta zorluk çekiyordum. Kuytu köşede duran hayallerim gerçekti artık.

"Neden durdun ki?" Dedi Aleksei parmaklarımın arasından tutamları sonunda kaydığında.

Dudakları aşağıya doğru kıvrılacak gibi duruyordu. Ben ise anlayamamıştım bu tavrını. Yanlış bir şeyler mi yapmıştım? Mutsuz muydu?

"Şey...Saçını kötü mü kuruttum? Üzgünüm, şu ana dek kimsenin saçını kurutmamıştım." Kelimelerine karşılığım telaşlıydı. "İlk defa bir şeyleri yaptığımda çok başarılı olamıyorum ben. Birçok kez denemem gerekiyor, bir şeylerin doğru olabilmesi için. Hastalığımdan dolayı böyle olduğumu söylüyor üvey annem. Galiba ondan iyi kurutamadım."

"Hayır Aya, çok iyi kuruttuğun için öyle söyledim." Aleksei tutamlarından kayan bir elimi eliyle tuttu ve saçlarına doğru tekrar uzattı. "Neden durdun ki? Keşke daha uzun süre kurutsaydın saçlarımı. Bunu demek istemiştim aslında. Eksik kelimelerim için ben özür dilerim. Daha açık konuşmam gerektiğini bazen unutabiliyorum."

DıkDık DıkDık DıkDık.

Şu ana dek benden kim özür dilemişti? İnsanları olması gerektiği gibi anlamadığımı biliyordum ama suçlu hep ben olmuştum. Nasıl anlamazsın? Bunda ne var ki anlamayacak? Bunlar hep karşılaştığım cümleler olmuştu. Aleksei neden onlar gibi değildi? Neden? Bir hareketi yapamadığımda zamana ihtiyacım olduğunu Dimitri'den önce bile anlıyordu. Asla üstüme gitmiyordu öğrenme sürecimde.

"İlk defa birisi benden özür diliyor."

"İnsanlığın en büyük sorunlarından biri bu Aya. Kimse özür dilemeyi bilmiyor."

Bilmediklerini biliyordum, yıllar bana bunu öğretmişti. Beklentilerimin olmaması gerektiğini öğrendikleri gibi.

"Ama sen özür diliyorsun." Dedim kendimi engelleyemezken. Kelimelerim dudaklarının tekrar yukarı kıvrılmasını sağlamıştı, parmaklarımın ise hala saçlarında oynamasına izin veriyordu.

"Yoksa sana insan olmadığımı söylememiş miydim ben?"

Nasıl yaptığını bilmiyordum ama ilk defa bir espriyi anlayabilmiştim. Benimle birlikte bir oyunun içindeydi sanki, dudaklarım ona eşlik ederek yukarı doğru kıvrılmıştı.

"Dörtlü Axel'i o kadar iyi yapabilmenden anlamalıydım bunu."

Birbirimize bakarak öylece birkaç saniye durmaya devam ettik, çorbanın kokusu kapalı kapılardan bile burnuma doğru gelmeye başladığındaysa geriye doğru çekildim. "Çorba hazır gibi, içmek ister misin?"

Aleksei yorgunluğunu hissetmiş gibi geriye doğru bedenini bırakarak yatağa gömüldü bir anlığına. Yatağım minicik bir hale gelmişti varlığıyla, yıllardır burada nasıl uyuduğumu merak bile etmiştim. "Uğraştığını biliyorum ama çorbayı içmek için halim yokmuş gibi hissediyorum."

Birkaç kez bende bu şekilde hasta olmuştum, buşka her zaman beni evine götürüp bakmıştı. Bazen çorbamı bile içirmişti halim olmadığında... Evet, ona çorbasını içirebilirdim! Saatlerce sıcak suyumu yapmak ile uğraştıktan sonra bunu ona borçluydum. Bu yüzden cümle kurmayarak odadan dışarı çıktım.

Azur hala Bast ile koltukta uyumaya devam ediyordu. Hatta bir süre daha uyanmayacağına emindim bu yüzden çorbasını daha sonra içmesi için kenara ayırdım. Bir tepsiye çavdar ekmeğini kızartıp kasenin içine de çorbayı koyduktan odama geri gittim.

Aleksei yatağa daha da yayılmıştı ben gittiğimden beri. Hatta bir yastığıma sıkıca sarılıp kafasını iyice gömmüştü içine. Derin bir şekilde uyumadığını biliyordum ama onu uyandırmaktan çekinerek yavaşça yatağın yanına doğru oturdum elimdeki tepsiyle.

"Aleksei..."

"Aleksei..."

"Alek?"

"Hııı..." İsim kısaltması işime yaramıştı.

"Biraz doğrulmak ister misin? Çorbanı getirdim, yorulmaman için sana ben içereceğim söz!"

Cümlelerimle çan çiçeği rengi gözler yavaşça açıldı. Uykusu olduğunu belli ediyordu ama elimde kaşık ile onu beklediğimi görünce zor da olsa doğruldu yatak başlağına dayanarak. Kafasını gömdüğü yastığı ise hala bırakmamıştı elinden. Karnına doğru yaslanmıştı, tam bu anda Milan'a benziyordu. Daha doğrusu Milan onun çocukluğuydu.

"Kendim içebilirim demek istiyorum Aya ama halim yok..."

"Önemli değil, sana ben içereceğim. Söz."

DıkDık DıkDık DıkDık.

Bunu dedikten sonra kaşığı sıcak çorbaya daldırdım. Tam dudaklarına götürecekken ise Aleksei başını hızla salladı, yastığına daha da sarılmıştı.

"Üflemeyecek misin çorbama?"

Dudakları aşağıya mı bükülmüştü onun?

"Şey...sen üflesen?"

"Olmaz, sen bana çorbayı içiriyorsun. Çorbayı içeren üfler."

Kesinlikle artık Milan'dı bu anda ama üstünde durmadım, dediği gibi hafifçe üfledim ve Aleksei'nin dolgun dudaklarına doğru dikkatle götürdüm. Zor da olsa bir yudum aldı ilk. Birkaç saniye çorbanın kötü olmadığına inanarak bekledim onu, ardından dayanamadım.

"Nasıl? Umarım zehirlenmemişsindir." Dedim tedirginlikle.

"Küçükken babuşkamın bana yaptığı Solyanka'ya benziyor."

"Eminim onun yaptığı çok daha lezzetlidir ama elimden geldiğince yapmayı denedim."

Cümlesiyle dudaklarım yukarı doğru kıvrılmış, birkaç kaşık daha üfleyerek içmesine yardımcı olmuştum. Hatta üflemeyi unuttuğumda her seferinde bana hatırlatmıştı dudaklarını aşağıya bükerek.

"Üflemedin Aya..."

"Aya yine unuttun..."

"Çok sıcak, çok sıcak!"

"Üff...Üff..."

Tüm bu monologlarının içinde Aleksei beğendiğini belli ederek çavdar ekmeğiyle tüm kaseyi bitirene dek durmadı. Yorgun olsa da dudakları hep yukarı doğru kıvrık bir şekilde durmaya devam etti. Sessiz bir anlaşma yapmışız gibi güzeldi bu an. Ona yardımcı olabilmiş olmak içimi rahatlatmıştı. Tabi arada bir gözüme takılan dolgun dudakları olmasa kalbim çok daha az çarpacaktı bunu biliyordum.

"Biraz uyumaya ne dersin bakalım? Antremandan önce seni uyandırırım."

"Sadece birkaç saatçik..." dedi mırıldanarak sarıldığı yastığa yeniden gömülürken.

Ben ise kapıyı arkamdan kapatarak odadan çıkmak için hareket ettim. Kulağıma ise mırıldanışı ulaştı usulca.

"Teşekkür ederim Aya. Değer verdiğin için."

Ona değer veriyordum değil mi? Tıpkı onun bana verdiği değer gibi.

Karşılıklı bir bağ oluşmaya başlamıştı aramızda. Bana kan bağı ile bağlı olmayan biriydi Aleksei ama aramızda farklı bir bağ vardı artık. Partnerlik böyle bir şeydi biliyorum. Uzun geçirdiğiniz zamanlar ile o kişi ailenizden bile yakın oluyordu sizlere. Hele ki benim gibi ailenize yakın değilseniz, onların eksikliğini doldurmaya başlıyordu partneriniz ve ben ilk defa sahip olduklarım yüzünden hızla atan kalbimi bir türlü durduramıyordum. Bulaşıkları makineye koyup banyoya girdiğimde hala bunu düşünüyordum.

Üstümdeki kıyafetleri çıkartıp duşun altına geldiğimde ilk defa soğuk tarafı açmadım. Sıcak tarafa yöneldim yavaşça. Çevirdim, yavaşça çevirdim ta ki su akana dek. Kaynar derecede olan bir su. Bu sıcak sudan kaçmam mı gerekiyordu? Çünkü bu hissi duşumda yaşamayı unutalı o kadar uzun zaman oluyordu ki, bir adım olsun bile geriye gitmedim. Sıcak suyun tüm bedenime gelmesine izin verdim. Hissiz kalbimin onunla dolmasına izin verdim. Beklentilerimi kurutan babamı düşündüm yeniden.

Bu kadar zor muydu baba olmak? Çocuğun senden bir yardım istediğinde ona destek çıkmak? Çan çiçeklerine sormalıydım değil mi? Babamın neden babam olamadığını, ona göre yabancı sayılacak partnerimin neden suyumu tamir ettiğini sormalıydım onlara. Belki de öğrenmemeliydim bu soruların cevaplarını. Yanıtlar canımı acıtabilirdi değil mi? Tıpkı babam tarafından kutlanmayan doğum günlerim, İdiz'e alınan buz patenleri, alınamayan çan çiçekleri günceleri gibi...

Her bir konuşma zihnimde canlanıyordu sıcak suyun etkisiyle.

"Güncelerim bitti efendim, yenilerini alabilir miyiz?"

"Meşgulüm Anya."

"Merhaba efendim, bugün benim doğum günüm."

"Annenin ise ölüm günü Anya."

"Ben annem gibi buz pateni yapmak istiyorum efendim."

"Hayallerin olması güzel bir şey ama bunu başarabileceğine emin değilim."

"Matematikten 78 aldım efendim, şu ana dek aldığım en yüksek not!"

"78 mi? En az 85 alabilmen gerekirdi."

"Efendim, galiba ben hasta oldum. Hastaneye gidebilir miyiz?"

"Toplantım var Anya, yardımcılara söyle sana ilaç versinler."

Tüm bu konuşmalar... Sadece çan çiçekleri güncesinde değildi değil mi? Peki ya neden şimdi bunları hatırlıyordum? Neden unuttuğum satırların içine kaybolmuyorlardı? Bilmiyordum. Sadece dakikalarca suyun altında kalmıştım yere çökerek. Bedenimi parmaklarımla sarmalamış belki de sıcak suyun tükenmesini beklemiştim. Sıcak su ise tükenmemişti, aynı şekilde akmaya devam etmişti.

Ben ise ağlamamıştım çünkü ağlamayı bilmiyordum. Gözyaşları akamamıştı yüzümden ama sıcak su akmıştı yanaklarımdan. Tenim buruş buruş olana dek ise kalkmamıştım yerimden. Aleksei'nin bana verdiği değerin altında öylece oturmuştum.

Tüm düşüncelerim tükene dek, zaman belirsizleşene dek...

Bedenimi duştan çıkartıp aynadaki yansımama baktığımdaysa annesini hiç tanıyamamış küçük Anya'yı görmüştüm. Açık kahve gözleri, çilleri, kalın kaşları ve kızarmış etli dudaklarıyla bana bakıyordu. Belki de hala annesini bekliyordu, ona bir türlü gelememiş olan annesini. Gökyüzünden öğrendiği annesini...

"O hiç gelmeyecek Anya." Dedim yansımama doğru.

"Ama başkaları var hayatında değil mi? Sıcak suyunu düzelten..."

Yansımamdaki Anya dudakları kıvrılarak bana eşlik etti, bana hak vermişti değil mi? Düşüncelerimizde ortaktık, sessiz bir anlaşmaya sahiptik. Öylece durduk birkaç dakika, ta ki dışarıdan gelen seslere dek.

Ne olduğunu anlayamamıştım ama hızlı bir şekilde bornomuzu üstüme geçirip banyonun kapısını açmıştım. O sırada ise Aleksei'yi gördüm, çaldığını duymadığım evin kapısını açmıştı. Kaslı kolunu pervaza doğru dayamış ve evin dışında duran insana doğru bakıyordu. O insan ise ondan bakışlarını çekmiş, gelen ses ile bana çevirmişti.

Zaten sorunda bu değil miydi?

Evin dışında çatık kaşlarıyla bana bakan o beklenmedik insan.


-BÖLÜM SONU-

Günün sorusu: Sizce kapıda kim var?

Bölümü nasıl buldunuz?

Favori sahneniz hangisiydi?

En beğendiğiniz sözü yazar mısınız?

Gelecek bölümler için teori kutusu, belki biraz kaynaşmak istersiniz burada :)

Satır içi yorumlarınızı heyecanla bekliyorum. Emeklerimin ve ilhamımın yanında olursanız, beni çok mutlu ederseniz.

- Aurora from Mensis

Continue Reading

You'll Also Like

72.9K 6.7K 26
"seni ben yaratmıştım. gerçek değildin." Haziran2016.
30.4K 3.7K 29
SOBE (Saklambaç) Adresim Aynı'dan Hakan Ve Hamza kardeşlerin nam-ı diğer Bilgin Brothers eğlenceli hikayesi... Bir adım geri çekilip ayakk...
218K 26.1K 63
Bilim Kurgu | Romantik | Her şey üç buçuk yıl önce Güney Afrika'da başladı. Güney Afrika'da Tabari adında elli iki yaşındaki bir teyzenin vücudundaki...
106K 5.7K 38
Aslında her zaman bir çemberin etrafında dönüp duruyorduk, hem de defalarca. Döngü. Döngü, döngü, döngü. Döngü. Beni siz yarattınız. Bunu s...