GERÇEK, YALANA SARILINCA

By _moglinna

245K 14.9K 10.8K

"Kimsin sen Enis Altınday?" Diye sorduğumda, bakışları bana hissettirdikleri kadar anlamsız değildi. "Tehlike... More

GİRİŞ
1. SİYAHTAN DAHA SİYAH
2. YIKIK DÖKÜK BİR ŞANS
3. İP CAMBAZLARI
4. KADER KURBANI
5. GÖNÜL SAHYALARI
6. BİR GÖNÜLLER
7. GÜL'ÜN DİKENLERİ
8. MAYIN TARLASI
9. SOĞUK CENNET
10. ATEŞ VE KÜL
11. ÇİVİ CİVİYİ SÖKER
12. ATEŞTEN KÖZ
13. KIŞ BÜYÜSÜ
14. SUÇ EDEBİ
15. HİÇ'TEN DAHA FAZLA
16. KUMDAN KALELER
17. TENDEN RUHA
18. SERT OYUN
19. İHANET RÜZGARLARI
20. ŞAH & MAT / I. KİTAP SONU
DUYURU
21. 10102 KİLOMETRE
22. MECBURİYETLER VE ARZULAR
23. EROS'UN OKU
24. YILDIZLARIN YALANLARI
25. SOKAĞIN KIZI
26. HANGİ GÖG
27. KÜLDEN TOZA
28. YALANCI KAR TANELERİ
29. TAŞ, KAĞIT, MAKAS
30. SIRADAN İZLER DEĞİL
31. DEPREMİN ELLERİ
32. UZUN MEVZULAR
33. DELİ ZAMANLARMIŞ
35. AÇIK KARTLAR
36. ÇOKTAN DAHA ÇOK
37. İZLENMİŞ TİYATRO / II. KİTAP SONU
38. ALTIN YUMRUK
39. SIFIR NOKTASI
40. KARIŞIK DOĞRULAR
41. BİR KAŞIK SUDA FIRTINA
42. EKSİ BİR
43. KARANLIĞIN CAZİBESİ
44. TANIDIK YABANCI
45. KIRMIZI ÇİZGİ
46. ETKİ & TEPKİ
47. KÜL YIĞINI

34. YALANIN YANINDA

3.1K 253 324
By _moglinna

_kitaptozu4 / _moglinna

Helü!

On Ekim bölümü on beş Ekim'e bıraktım çünkü aşırı yoğunum, çok fazla yoruluyorum ve bundan dolayı bölümlere fazla zaman ayıramıyorum. Ayırsam bile tamamladığım bölüme yeterince özenemiyorum, tam anlamıyla düzenleyemiyorum.

Şu yoğunluktan kurtulana kadar bölüm günlerini her ayın on beşi ve otuzuna aldım. Artık ayda üç bölüm değil, iki bölüm paylaşacağım. On günde bir değil, iki haftada bir yani... Eski düzenime kavuştuğumda yine ayda üç bölüm yaparız.

Şimdilik bu kadar, keyifli okumalar dilerim. 💋❤️

Bir de, iki bölüm sonra bir süprizim olacak. Yani otuz Kasım gecesi...



GERÇEK, YALANA
SARILINCA

34

"YALANIN YANINDA"

Rüyalarımdan bile daha güzel restorana attığım ilk adımımdan sonra büyülendiğimi, görgüsüz görgüsüz davranmayı bırakmayı düşünerek -sanki daha önce böyle bir yer görmemiş gibi, zaten görmemiştim de neyse- hanımefendi kişiliğime bürünüp elimde çantamla üçüncü kata çıktım. Çatal, bıçak ve konuşma seslerinin arasına karışan topuklularımın eşliğinde, masaların arasında rahatça ilerlerken gözüme kestirdiğim bir masaydı ama arkamda bıraktığım gözlerin hala üzerimde olduğunun farkındaydım da. Karşılıklı oturmuş, flört ettikleri belli olan bir çifte odaklanmıştım.

"Aklından ne geçiyor Rebena?"

"Bana kalırsa bu Arman Aryan denen herifi sıkıştırmak yerine kafalamalıyız."

"Biraz daha açıklayıcı olur musun?"

"Adam zengin kadın avcısı değil mi işte?"

"Evet."

"Zengin bir kadın gibi onu kafalayacağım. Sonuç itibariyle hem benim istediğimi yapacak, hem Tuna Ataman'la daha fazla yaklaşıp İlhan'ın saklı yerlerini bizim için öğrenecek... O öğrenecek, biz girip didikleyeceğiz. Belki bizim girmemize bile gerek kalmaz, Arman Aryan kendi halleder. Ama sevgilim, bu Arman aryan hiçbir zaman arkamda bir kocam olduğunu, başımın bağlı olduğunu bilmeyecek. Benim tek tabanca olduğumu zannedecek."

"Bak Rebenacığım, ben çok medeni, geniş görüşlü, ilişkilere at gözlükleriyle bakmayan ve asla kıskanç olmayan beyefendilerdenim. Ancak karımın benden istediği şey kulağa çok normal gelmiyor sanki... Çapkın mı çapkın, şerefsiz mi şerefsiz, adi mi adi, para avcısı mı para avcısı bir adamdan bahsediyoruz sonuçta, bir koca -medeni ve kıskaç olmayan biri olsa bile- nasıl olur da karısını böyle bir zamparanın yanına tek başına yollar, bana açıklar mısın şimdi?"

"Yollarsın ne var? Güvenmiyor musun bana?"

"Bunun güvenle ne alakası var? Sana ne kadar çok güvendiğimi bildiğim gibi, o adamın da Serter Altu'dan sonra veya önce, dünyanın en şerefsizi olduğunun farkındayım."

"Önemli olan benim ne yaptığım, onun değil."

"Ya sana bakmaları, her yerine alıcı gözüyle incelemeleri?"

"Ya senin kıskançlığın bir bana mı tutuyor? Hani sen senin yanında karına yürüyen adama sinek ısırığı kadar bile dokunmaz, karının elini tutar, yürür giderdin? Ne oldu o laflara?"

"İkisi aynı şey mi?"

"Değil mi?"

"Değil tabii! Bir laf atmada ne var, atsın istediği kadar. Ama bakmak başka bir şey. Aklından seninle ilgili türlü türlü şeyler düşünebilir, bazı sahneler canlandırabilir!"

"Nasıl sahnelermiş bunlar?"

"Anlamadın sanki..."

"Senin şu pozisyon çarkların gibi mi?"

"Rebena! Benim pozisyon çarklarım yok, hiç de olmadı, sadece eğlenmek için söyledim, o kadar! Ama bu adamın pozisyon çarklarında daha kötü düşüncelere ev sahipliği yaptığından emin olabilirsin."

"Sus, konuşma. Hep bahane hep bahane. Nereden biliyorsun o zaman pozisyon çarklarını?"

"Ya sen konumuzun elinden tutup nerelere sürüklediğinin farkında mısın?"

"Bırak şimdi konumuzu! Hiç pozisyon çarkların olmadıysa o zaman nereden biliyorsun diye sordum sana. Cevap ver."

"Reben-"

"Anlat dedim! Nereden biliyorsun? Fantezi şeylerini mi araştırdın yoksa?"

"Yok artık! Benden nasıl böyle bir şey beklersin?"

"Mağdur edebiyatı yapma bana. Anlat, yoksa..."

"Eski sevgililerimden birinin fantezisiydi ya, oradan biliyorum."

"Tü sana. Tü tü tü sana! Bir de seni etrafta örnek alan onca insan var. Tabii, zavallılar nereden bilsin cins cins zevklerini."

"Allah'ım sen sabır ver. Benimle alakası yoktu diyorum kızım. Kızın birinin eğlencesiydi işte. Beni ne şey yapıyorsun."

"Sus konuşma. Tü sana. Bin kerede tü, üç bin kerede tü sana!"

"Seni bir döverim var ya... Tükürüp durma yüzüme. Lama!"

Üstünden başından, takılarından ve duruşuna kadar çok zengin olduğu belli ona kadınla, zengin kadın avcısı Arman Aryan'ın masasına geldiğimde ilk olarak ikisinin ortasında olacak şekilde durdum ve zaten sonrasında bakışlarını istediğim gibi üzerime çekmeyi başarmıştım.

Güzeller güzeli kızcağız neler olduğunu, kim olduğumu sorgular gibi bakarken, Arman Aryan'ın da gözleri kocaman açılmıştı. Yakışıklı adamdı doğrusu... Dolgun kahverengi saçlar, toprak rengi gözler, kavruk bir ten, hafif bir sakal, temiz ve kaliteli kıyafetler... Kolundaki saati kimden yürütmüştü ya da hangi sevgilisinin hediyesiydi bilmiyordum fakat daha dokunmadan bile ağırlığını hissedebiliyordum.

İşte o toprak gözlü adam, gözlerini altın kahve saçlarımdan kıyafetime, kıyafetimden yüzüme kadar her yerime dolaştırmaya başladığında Esin'le gündüz vakti yaptığımız kısa konuşmaya -tartışma da olabilir- hak vermiştim. Yalnız, sadece Arman Aryan olan o kısma!

"Pardon," dedi zengin kadın. Cümlelerinin devamını getirmeden önce kıvırcık, küt saçlarını kulağının arkasına itmişti. "Birine mi baktınız yoksa bir şey sormak için mi masanızda durdunuz? Önemli bir konu hakkında konuşuyorduk da..."

Arman Aryan sessiz kaldığında dirseklerini masaya yasladı ve ellerinin çenesinin önünde birleştirdi.

"Asıl ben size kim olduğunuzu sorabilir miyim?" diye sordum kadına. O, kaşlarını çatarken, Arman Aryan da farklı bir tepkide bulunmadı. "Sevgilimle aynı masaya oturmuş, yemek yiyorsunuz. Ben size hayırdır diye sorsam?"

Arman Aryan'ın toprak gözleri alev almışçasına üzerime çevrilmişti. Zengin kızçağız ise yüzümdeki şok ifadesiyle ona baktı.

Kısa süre aralarında bakıştılar ama sonra kız, "Ne oluyor ya?" diye ağlamaklı suratıyla konuştu. "Ne sevgilisi?"

"Bir dakika," dedi Arman Aryan bana dönmeden önce. "Hanımefendi siz sevgili derken beni mi kastettiniz yoksa Pınar'ı mı?"

"Çüş ama!" dedik Pınar'la aynı anda. Ve yine, "Tabii ki de hayır!" demiştik. Farklı farklı olarak ise, "Bahsettiğim sensin sen, bahsettiği sen olmalısın!" Arman Aryan'ın üzerimizde gelip giden ürkmüş bakışlarına aldırmadan Pınar'a döndüm. "Olmalısın ne demek canım? Tabii ki de o! Canım, ciğerim, sevgilim o benim. "Havuzlu villalarda büyümüş, deniz kıyılarına yapılmış yalılarda yaşamış; elmasları, mücevherleri sıkıla sıkıla kullanıp, beğenmediğini çöpe atan, Bugatti La Voiture Noire sahibi..." Arman Aryan ve Pınar'ın gözleri eş zamanlı bir şekilde açılmışlardı. "Bir kadının yalan söylediğini söylemeye nasıl cüret edebilirsin?"

Pınar artık Pınarcıktı! Dudaklarını kapattı, çantasını eline aldı, kırmızı şarabına uzandı, ayağı kalktı, gelecek hamleyi gördüğüm için bardağın geriye çekilmesiyle aynı anda geriye çekildim, şarabın Arman Aryan'ın yüzünde patladığı ve açık ağzından içeriye kaçtığı, öksürüklere boğulmaya başladığı an batmaktan kurtulduğum andı. Ama aynı şeyi Arman Aryan için diyemeyecektim. Siyah gömleği ıslak bir kara rengi almıştı.

"Topuğuna dikkat et," dedi Pınar. Ve bardağını yere fırlatıp paramparça etti. "Babama anlatacağım. Kurşuna dizsin seni."

Arman Aryan öksürmekle meşgul olduğu elini kaldırsa bile için diyeceğini diyemedi yalnız ben onun yerine, "Mafyanın kızı mısın?" diye arkasından seslendim. "Kitabı da var mı bari?"

Köşeyi döndüğünde gözden kaybolmuştu. Arman Aryan ise kendini yeni yeni toparlamaya başladığında masadan bardağını aldı ve ara ara öksürerek su içmeye başladı. Ben ise yanımıza gelen garsonlara emirler vererek dağınıklığı toplamalarını istedim. "Bu ne canım," da demiştim. "Mafyanın kızı diye her istediğini yapacak anlamına mı geliyor? Onun kurşunu varsa benim de Bugatti La Voiture Noire'm var." Arman ağzındaki suyu yutmayıp ağzında bekletirken bakışları yine üzerime çevrilmişti tabii. "Hadi hadi, çabuk olun," dedim emir vermeye devam ederek.

Cam kırıkları ortadan kaldırıldı, ıslaklık silindi, dağınıklık toplandı ve en sonunda herkes gitmiş, biz ikimiz kalmıştık. Arman bir mahalle kadını gibi elerini belinin her iki yanına yaslamış, ama mahalle kadınlarından farklı olarak daha seksi durarak beni süzmeye, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Nazikçe, Pınar'ın eski yerine oturdum, koltuğumu masanın içine kendim çektim, çantamı kenara bıraktım ve masaya gelen yeni bardağa kırmızı şarap doldurdum. "Otursana," dedim bir yudum almadan önce. "Öyle yabancı kalma."

Arman masaya oturdu ve peçeteyle gömleğinin altını, tenini silmeye çalışırken, "Az önceki şovunu neye borçlu olduğumu öğrenebilir miyim?" diye sordu. "Seni hatırlamıyorum da çıkarayım... Kim bu Bugatti La Voiture Noire'nin sahibi?"

Şarabımı kenara bırakıp ona elimi uzattım. "Reben Alarçin."

İsmimi çıkarmaya çalıştı ancak bir müddet düşünmesinin ardından, "Rebena Alarçin olmasın o," dedi. Elimde havada asılı kalmıştı.

"Beni tanıyor musun?" diye şaşkınlıkla sordum. Elimi de kendime çekmiştim.

"Seni," değil," dedi. Ve sonra anlamadığım bir şekilde gömleğinin düğmelerini açmaya başladı. "Aileni tanıyorum."

"Anlamadım," derken buldum kendimi. Ben sağ gösterip sol vuracaktım ama benim yapacağımı şu an o yapıyordu. "Aileni tanıyorum derken?"

Gömleğini omuzlarından sıyırırken, "Halinde Alarçin'in kızı değil misin sen?" dedi. Kaslı bedenini ortaya çıkarırken de, "Janset Alarçin ve Melvin Alarçin'in kız kardeşi," diye devam etti. Gömleğini kenara bırakırken içerideki tüm genç kızların eriyen bakışları onun üzerindeydi, orta yaştaki kadınlar bile göz altından bakıyordu, ama erkekler sinirle bir şeyler söylüyorlardı. "Hey," dedi Arman parmağını birkaç defa önümde şıklatarak. Karın kaslarına zaafım vardı ve şu an baklavalarıyla önümde oturan seksi bir erkek duruyordu. Gözlerimi zorlukla karnından çekmiştim. "Kime diyorum?"

"Doğru diyorsun," dedim ve başımı omzuma doğru çevirerek şaraptan bir yudum aldım. Enis'in kasları, mermer vücudu daha güzeldi! "Aynen dediğinden," deyip bardağımı masaya bıraktım.

"Ne istiyorsun benden?" diye sordu. "Janset ve Melvin mi seni gönderdiler yoksa?" Yüzünde çapkın bir gülümseme belirince kırmızı şarabına uzandı. "Ayrı ayrı, birbirlerinden haberi olmadan!"

Bu şerefsiz benim yokluğumda kız kardeşlerimi aynı anda idare etmiş, onları kandırmaya çalışmış; mücevherlerini, altınlarını çalmış, hesaplarını ödetmiş, duygularını sömürmüş olabilir miydi?

"Öncelikle ailemle tanışıklığının nereden geldiğini sorabilir miyim?" diye sordum. "Çünkü eğer bu konu bir açıklığa kavuşmazsa benim sinir kat sayılarım biraz daha artacak gibi görünüyor da."

"Önce ben sordum," diyerek bardağını masaya bıraktı. "Kim seni benim yanıma yolladı? Jansetciğim mi, Melvinciğim mi?"

Hangisinde daha çok aklı kalmıştır diye düşünmeye başladım. Kara kaş, kara göz, kara saç Melvin mi yoksa mavi göz, sapsarı Barbie Bebek Janset mi? Janset sessiz sakindi, işkolikti ama seksiydi, eğlenceliydi, erkeklerin aklını başından alabiliyordu... Melvin ise ondan daha farklı olarak bıcır bıcır, tatlı mı tatlı, uysal mı uysal bir kızdı. İnsan onun yanında dinleniyordu doğrusu. Barbie bebek gibi sinirlendiğinde fevrileşmiyor, canavara dönmüyordu, acısının sessizce geçmesini bekliyordu. Şimdi böyle düşününce karşımdaki adamın aklının daha çok hangisinde kaldığını anlamaya çalışıyordum fakat pek de mümkün değildi. Ben bir erkek olsam aklım ikisinde de kalır, ikisine de kör kütük aşık olurdum. Arman Aryan'ın sadece gözlerine bakmakla benden kimi duymak istediğini öğrenemiyordum!

"Bir dakika," diyerek çantama uzandım ve içinden telefonumu aldım. "Türk müsün öğrenebilir miyim acaba?"

"Evet," dedi sorumu anlamamış gibi. "Türk...üm"

"Bir dakika," dedim tekrar ve Google'ye girdim. Türk erkekleri en çok hangi kızları tercih eder?

1. Kesinlikle gözler ve bakışlar. Göz teması kadar etkileyici bir şey yok.

Janset'i düşününce mavi gözlerinin daha etkileyici olduğuna ama Melvin'i düşününce de kapkara derin bakışlarının da ondan aşağı kalır bir yanı olmadığına karar vermiş, ikinci maddeye geçmiştim.

2. İyi bir kişiliğinin olması. Kaba ve kötü bir kişiliğe sahip olan kadınlar fiziksel olarak da çirkin gelmeye başlıyor.

E ikisinin de çok iyi kişilikleri vardı. Google neden sorumu doğru cevaplamıyordu?

3. Öz güvenli ve zeki olması...

Janset çok zeki olmak dışında kurnazdı da biraz ama Melvin zeki olmakla birlikte azıcık saf olabiliyordu bazen... Bu da olamazdı! Öz güven desen, ikisinin de parçalarından alıyordu. Hiç bana yardımcı olmuyordu Google!

4. Gülümsemesi ve kahkahası.

Janset'in de Melvin'in de ayrı ayrı çok güzel gülüşlerinin olduğuna dair tüm dünyayla hemfikirdik!

5. Güzel kokuyor olması.

İkisi de çok güzel kokuyor dersem ne dersin bana Google? Hangi kokunun Arman Aryan'ın hoşuna gittiğini, aklında kaldığını bana söyleyebilir misin mesela? Hiç zannetmiyorum!

6. Dış görünüş olarak güzel ve bakımlı saçlarının olması benim için çok önemli.

Arman için Barbie bebek mi yoksa Melvin mi demiyorsun ama?

7. Pratik ve kıvrak bir zekaya sahip olması.

İkisi de birbirinden pratik, birbirinden kıvrak, onu ne yapacağız?

8. Kibar biri olması.

Sen Allah aşkına sus ya!

9. Burnunun ve kaşlarının güzel olması.

İkisininki de güzeldi!

10. Fiziksel olarak belli bir tipim yok. Onun yanındayken kendimi iyi hissediyor olmam bana yetiyor.

Arman hangisinin yanında kendini iyi hissetmiştir diye soruyorum cevap veremiyorsun ama... Geri kalan maddeler yirmiye kadar uzanıyordu ama bana yardımcı olmayacaklarını düşünerek telefonu kenara bıraktım. Tam o an Arman Aryan'ın bakışları üzerimde olduğu için göz göze gelmiştik.

Yarı çıplak bir vaziyette, "Bitti mi?" diye sordu.

Zeki ve kurnaz bir adam olduğu kesindi. Bundan dolayı Janset'i eliyordum. Kendi gibi birini yönetmekte zorlanacağı için Melvin gibi mülayim, saf birini yönetmek daha kolay olmuştur diye düşünerek istediği cevabının, "Melvin," olduğunu düşünerek konuştum. "Beni seninle konuşmam için kız kardeşim Melvin gönderdi."

"Tüh!" diyerek geriye çekildi, beni hayal kırıklığına uğrattığını göremese de... "Neden Janset değil?"

"Janset mi?"

Kafasını aşağıya yukarıya salladı.

Tabii ya! Çöp kutusuna dönmüş Google erkeklerin kendilerini alt edebilecek kızların daha fazla dikkatlerini çektiklerini yazmamıştı. Yanılmam hep onun yüzündendi! Telefonu hiç elime almamalıydım! Yoksa kendim doğru cevaplardım.

"Hımm," diye kendi kendime mırıldandım. Keşke soruyu baştan alabilme gibi bir durumum olsaydı. "Melvin ne üzülür şimdi ama..."

"Hiç zannetmiyorum," dedi beni bir daha şaşırtarak. "Onları en son bıraktığımda Melvin kocasından boşanmaya çalışıyordu ama ona hala sırılsıklam aşıktı da. Janset aşık değildi, sevgili de yapıyordu ancak yüz de vermiyordu."

"Şu konuyu biraz daha açabilir misin?" diye merakla sordum. "İkisini aynı anda falan mı idare etmeye çalıştın?"

"İstediğim gibi edemedim," dedi. "Senin annenin koruması beni önce güzel bir yatla gezintiye çıkardı, kırmadık yerimi bırakmadı, sonra da denizin ortasında keyfimi süreyim diye beni bıraktı. Allahtan sabah olmak üzereydi de birkaç saat yüzeyde kalmaya dayandım, gelen başka tekneyle kurtuldum."

"Kardeşlerimle aranda ne geçti?" diye sordum. "Ne kadar ileriye gittiniz?"

"Janset'le yakınlaştık falan ama annen daha fazlanın olmasına izin vermedi. Nasıl olduysa da Melvin'le kendimi kanka olurken buldum; onun dertlerini dinleyen, yol gösteren, dedikodu yapan... Anlıyorsun değil mi?"

Kaşlarımı indirdiğim sırada, "Hım," dedim bir kere daha.

"Onlardan ufak tefek şeyler aldığım oldu tabii ama pek bir şey yaptığımızı söylemem," dedi yüzsüz yüzsüz.

"Kes be!" dediğimde hanımefendiliğimi bozmuştum. "Taktıkları en küçük şey bile bir servet değerinde. Ne ufak tefek şeyi?"

Gülmeden edemedi ama avucunu saçlarının arkasına da götürmüştü. "Neyse Rebenacığım. Seni karşımda görmenin şerefini neye borçluyum? Asıl derdini anlatacak mısın?"

"İlhan Ataman'ın kız kardeşi Tuna Ataman'la görüştüğünü biliyorum," dedim açıkça. "Bir konuda yardımına ihtiyacım var."

"Nedir?"

"İlhan Ataman'la bir ara yüzük taktık ama bir günlük bir şeydi," dedim. "Benden çaldığı sırların olduğunu öğrenir öğrenmez yüzüğü attım."

"Yani?" dedi dikkatle. "Adam şu an hapiste, benden ne istiyorsun?"

"Tuna İlhan'a çok yakındı. Anne ve babasıyla değil, abisiyle yaşıyordu. Muhtemelen hiçkimsenin bilmediği sırlarına kadar her şeyini biliyordur. Senden istediğim, onunla daha fazla zaman geçirmen. Seni sahip olduğu her yere götürsün, sen de uygun bir anda her yeri kurcala, bizimle alakalı olan her şeyi bul. Tuna günlerdir okuluna gitmiyormuş, hep seninleymiş... Belli ki bütün kadınlar gibi sana kapılmış. Sana güvenirse bize de istediğimizi verir."

Yüzünde kurnaz bir gülümseme göründü. "Bedava mı yapacağım bütün bunları Rebenacığım? Ama olmaz ki? Çok güçlü bir adamın kız kardeşi sonuçta. Belki bu işin ucunda hayatım bile vardır." Gülümsemesi genişledikçe genişledi. "Anlıyorsun beni değil mi?"

Sahte bir gülücük gösterdim. "Tuna'ya aşık olduğun için peşine takılmadın herhalde? O zaman işin ucunda hayatın yok muydu? A pardon, o zaman canın daha mı ucuzdu yoksa?"

Öz güvenini kırmamışım gibi davranarak geriye çekilip sırtını koltuğuna yasladığında küçük bir kahkaha attı. "Ben yarın gece onu yemeğe götürecektim, sonra da evine gitmeyi teklif edecektim ve sabah olmadan yanından ayrılmış olacaktım. Bir daha da onu görmeyecektim. Ama senin bahsettiğin şey, süreyi biraz daha uzatmak anlamına geliyor. Kızı gezdir, yedir, içir, vaktini ayır, belki de tehlikeli yerlere girip çıkacağım... Haksız mıyım şimdi Rebenacığım? İkisi arasında fark yok mu?"

"Bir Bugatti La Voiture Noire ne dersin?" diyerek elimi ona uzattım. "Adından bahsettiğimde gözlerin fal taşı gibi açılmıştı."

Gülümseyerek, "Beni kaldırmayacağını nereden bileyim?" diye sordu. "Ya vermezsen?"

"Vereceğim. Söz. Hem, vermezsem de işe başlamazsın. Verdiğim zaman işe başlarsın."

Yüzünde gülümseme görünmüş, elimi sıkmıştı. "Yarın gece saat yediye kadar hazır olsun. Tuna'yı onunla yemeğe çıkarırım, yemekten sonra da senin istediklerin için uğraşırım."

💫

Elimde çantamla restorandan çıktığımda az uzakta arabasını park eden Enis'i içinde otururken görmem zor olmadı. Üzerindeki siyah kapüşonlu sviti meraklı bakışları gibi açıkça görünse de altındaki eşofman takımı oturduğu için görünmüyordu.

Hızlıca kaldırıma geçtim ve arabanın kapısını açıp içine girdim. Yüzünde gülümseme vardı ama yaptığım şeylerden habersiz bir şekilde, "E," diye heyecanla sordu. "Nasıl geçti?"

"Şey," dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. "Ben çıkmadan önce Arman da lavaboya gideceğini söylemişti, o dışarıya çıkmadan önce şuradan bir ayrılsak mı?"

Kafasını sallayarak karşılık verir vermez arabayı çalıştırdı, restoran önünden uzaklaştı ve artık sessiz sakin trafiğin arasında gidiyorduk.

Ben konuşmasın, eve gidene kadar, ben bir bahane buluncaya dek konuşsun, soru sorsun istemedim ama bu dileğimin üzerinden dakka geçmedi ki, "E Rebena," diye sordu hemen. "Yarım saattir içeride ne yapıyordun? Neler oldu?"

Bu Bugatti La Voiture Noir en fazla kaç bin lira olabilirdi ki? Telefonum kapanmış olmasaydı bakar, araştırırdım.

"Rebena," dedi Enis bir daha. "Bir şey desene."

Zaten gergindim, sesiyle daha fazla geriliyordum. Bu geceden sonra az zengin olacağını nasıl açıklayabilirdim?

"Şey," dedim bir daha soru sormasına fırsat vermeden. "Ben içeriye girdim işte, sonra Arman Aryan mafyanın kızıyla -yani bana göre mafyanın kızıyla- bu karara kendim varmadım çünkü masadan ayrılmadan önce Arman'ı babasına şikayet edeceğini, kurşuna dizdireceğini söyledi. E benim de aklıma haklı olarak mafyanın kızı geldi-"

"Rebena," dedi Enis sabırla soluduğunda. "Canım benim, kendi düşüncelerini bir kenara bırakıp asıl meseleyi anlatır mısın?"

Kurtuluş yoktu, Bugatti La Voiture Noir"i illada duyacak, illa da kalpten gidecekti.

"Ya neyse," dedim bir çırpıda konuşmaya karar verdiğimde. "İşte yeni kurbanı masadan kalkıp gitmeden önce ben kendime çok güzel bir zengin kadın profili çizdim ama Arman Aryan beni tanıdı. Rebena Alarçin olduğumu biliyordu. Ama beni tanıması seninle, İlhan'la ya da son zamanlarda yapılan magazin haberleriyle alakası yok. Geçmişte Janset ve Melvin'i aynı anda kafalamaya çalışmış, tam anlamıyla kafalayamadan annem bunu yakalayıp denizin serin sularına bırakmış. Yani adam ikisini birlikte idare etmeye karar vermeden önce ailemizi araştırmış, haliyle beni biliyordu. Reben Alarçin dememi, Rebena Alarçin olmasın o diye düzeltti."

"E, yani sonuç?" diye sordu.

"Evli olduğumu saklamaya gerek kalmayınca biz de her şeyi açıkça konuştuk," dedim konuşmamı sürdürerek. "Tuna Ataman'la gezip tozup eğlenmeye devam edecek. Onunla her yere girip çıkacak ve İlhan'ın sakladığı tüm sırlarımızı yok edecek..." ben susunca konuşmamı sürdüreyim diye bakışlarını yüzüme çevirdi. "Bugatti La Voiture Noir karşılığında tabii."

Gözlerini gözlerimden ayırmadan frene sertçe basması yüzünden ben öne savruldum fakat buna hazırlıklıymışım gibi avuçlarımı bir yerlere yaslamış, saçlarımın öne savrulmasıyla kalmıştım.

"Bugatti La Voiture Noir mi?" diye sordu şaşkınca, biraz da kızgınca...

"Evet," dedim kendimi düzeltir düzeltmez. "Bugatti La Voiture Noir."

"Benim kendime almak istediğim ama almadığım araba?"

"Bunu bilmiyordum," dedim. Neyseki alamadığım araba dememişti. Buna da şükür! Almaya gücü vardı en azından. "18.9 milyon doları sen o adamın ağzına mı soktun?"

"Ne?" dedim şaşkınlıkla. "Çüş!"

"Çüş tabii!" dedi gergin sesiyle. "Ayrıca sadece sipariş üzerine üretilen araba..."

"Yarın geceye yetişmez mi şimdi?"

"Rebena!" dedi sesini yükselttiğinde. "Kandırmaya gitmiştin sözde ama kandırılarak, üstüne kazıklanarak yanıma geri dönmüşsün."

"Ne alaka ya?" diye sordum. "Senin bir arabaya verecek on sekiz milyon doların yok mu yani?"

"Bir hırsıza verecek bir kuruş param bile yok," dedi hemen. Arabayı çalıştırdığında trafiğin arasına karışmıştık. "Para teklif etseydin, araba ne? Bir de dünyada tek bir tane üretilmiş araba. Alsam ben kendime alırım değil mi?"

"Gerçekten sen on sekiz milyon dolar verecek kadar zengin değil misin?" diye sordum. Ancak ters bakışlarını yüzüme çevirdiğinde susmuştum. "O parayı ona vermeyi gerek duymadım Rebena. Şimdi kalkıp eşekler gibi çalışmamın karşılığını o herifin ağzına sokmayacağım."

"E ne olacak şimdi?" diye sordum. "Ben adama söz verdim bir kere!"

Gülmeye başlayınca sinirden olduğunun farkındaydım. "E tamam o zaman. Ara bugün şirketi, siparişini ver, yarın akşama kadar sana arabayı teslim ederler. Ancak parayı peşin isteyeceklerinden eminim. Bilgin olsun." Kaşlarımı çatmadan edemedim. "Bana öyle bakma. Hanımefendiye de bak sen. Söz vermiş... Yerler senin sözünü. Seninle ticaret, alışveriş yapılmaz kızım. Batarsın sen batar. Çalışıp kendi kazandığını da verirsin sen." Aşağılamalarına daha fazla dayanamayarak kollarımı birbirine bağladım ve başımın arkasını göreceği şekilde yüzümü çevirdim. "Ayrıca daha işi bitirmeden arabayı neden teslim ediyorsun? Hırsızla, dolandırıcıyla aynı masaya oturuyorsun, işi tamamlamadan arabayla ortalardan yok olmayacağını nereden biliyorsun?" İşte burada çok haklıydı! Ama sadece burada, diğer yerlerde değil. "Yarın adamın yanına birlikte gidiyoruz, senin yaptığın anlaşmayı reddediyoruz, benim yapacağım teklifle yeniden bir anlaşma yapıyoruz."

"İlla seni rezil edeceğim diyorsun yani?"

"Dünyada tek bir tane üretilmiş arabayı biraz araştırsaydın rezil rüsva olmak zorunda kalmazdın."

"Sus ya, konuşma."

"Hayır, hadi seni anladık, senin aklın bir karış havada," dediğinde ters bakışlarımı yüzüne çevirsem de susmak bilmedi. "Dünyadan bir habersin, bir şey bilmiyorsun, hiçbir şeyin farkında değilsin, hesabın kitabına uymaz, peki ya o dolandırıcı? O da mı bilmiyordu o arabanın tek bir tane üretildiğini?"

"Ben kendimi o arabanın sahibiymiş gibi gösterdim," dedim sinirlenerek. "Benim arabam var zannediyordu, kendi arabamı ona vereceğim diye biliyordu."

Keşke demez olsaydım. Öyle bir kahkaha atıyordu ki beni yerin yedi kat dibine değil, yetmiş kat dibine sokmuştu.

"Kıyamam sana," dedi eğlenmeye devam ederek. "Senin araban mı vardı? En son kırmızı bir kamyonete biniyordun, ondan bahsediyor olmalısın."

"Biraz daha konuşursan üzerine atlayacağım bak ona göre..."

Yüzündeki sırıtışı sildi, arabayı yavaşça kenara çekti, durdurdu, emniyet kemerini açtı ve bana yaklaştığında dudakları dudaklarımın arasında yerini buldu. Fakat öpmesine fırsat vermediğimde Ekin'i tokat manyağı yapan Melvin gibi ben de tokadı basıp arabanın kapısına iyice sindim.

"Ah," demişti vurduğum yeri tutarak. "Bana vurdun? Niye?"

Renkli dudakları kırmızı rujumla batmış olabilirdi, dikkatimi daha fazla çekmiş de olabilirdi ancak az önce dediklerinin hepsini aklımda döndürüp döndürüp bütün bunlar sonucunda onu duvardan duvara vurmaya karar verdiğimde, "Utanmaz, arlanmaz, terbiyesiz adam," diye kızmaya başladım. "Az önce bana demediğin şey kalmadı be! Güldün de durdun!" Dudaklarını birbirine kapatıp, nefesini burakıp masum bir ifade takındı ancak kime yuttururdu? "Ne yüzle beni öpüyorsun rezil rüsva herif?" Bir şey demeden dudaklarıma yaklaştı ancak omuzlarına avuçlarımla baskı yapıp onu kendimden uzak tutmayı başardım. "Bir daha mı çakayım istiyorsun?"

"Seni deli gibi istiyorum, onu ne yapacağız?" diye sordu. Tepemizdeki sokak lambasının turuncu ışıkları olduğu gibi üzerimize saçılırken Enis gün gibi aydınlık yüzüyle öyle bir bakıyordu ki aramızda kolon niyetine duran kollarım kendiliğinden güçsüzleşiyor, zayıf düşüyordu. Ancak kaşlarımı çatık tutmaya özen gösteriyordum. "Sadece dudaklarını değil," dedi kısa bir an dudaklarıma bakarak. "Her yerini saatlerce öpmek istiyorum."

"Tahrik etmeye çalışma beni!" dedim sinirle.

"Başardım mı peki?" diye sordu gülümseyerek. Elleri de bileklerime kalkmıştı. "İstemiyor musun? Beni, bizi." Ellerimi yavaşça aşağıya indirdi ve ben arabanın camına yapışmışken, o da beni köşeye sıkıştırmışken artık aramızda hiç engel yoktu. "Ne düşünüyorsun? İtiraf et, istiyorsun." Dudaklarıyla yavaşça yüzüme yanaştı ama benim yaptığım, son anda dudaklarından bakışlarımı koparmak ve yüzümü çevirip sert bir soluk bırakmak oldu... "Sen de ben de aynı şeyi düşünüyoruz, aynı şeyleri istiyoruz." Boynumu kapatan saçlarımı burnuyla yana ittiğinde sıcak dudaklarıyla damarımın üzerine öpücük bıraktı. "Kabul et, inkar etmeye kalkışma." Öpücüğü köprücük kemiklerime dokunduğu an nefesim kesilmişçesşne oldum, ellerimi avuçları arasından çıkarmak istedim ama onun yaptığı parmaklarını sıkılaştırmak ve bileklerimi aramızda tutmaya devam etmek oldu. "Aklıma girmişken, ruhuma sızmışken böyle aniden çıkamazsın." Ağzını kocaman açtığı ve tenime gömdüğü dudaklarının değdiği yer, açık göğüs kafesimdi. Dudaklarımın aralanmasına engel olamazken saçlarına çarpan nefesimle inlemiştim ve o bunu duymuştu. "Beni suçlama. Beni çıldırtan sensin." Yüzünü kaldırdığı gibi dudaklarıma kapandı.

Kendime daha fazla karşı koyamayıp ona karşılık verdiğim, her yerine bulaşmak istediğim an, o andı.

Öpüşüyle çenemi kaldırdığında başım dik durmayı başararak cama yaslanmıştı. Hızlı dudakları çenemden yüzüme uzun bir gezintiye çıktığı zaman yüzümü çevirmek zorunda kaldım. Bu hareketim yüzünden yüzümün bir tarafı soğuk cama sertçe yaslanmış, dudaklarım kapanmak bilmemiş, nefesim düzelmek... Neyse ki saniyeler sonra boynuma inmişti de yüzümü camdan uzaklaştırmayı başarmıştım.

Dudakları iki göğsüm arasına girince bileklerimi bıraktı, avuçlarını hızlıca kalçalarıma yaslayıp beni bacakları üzerine aldı. Üstünde oturmam çok kısa bir an içindi. Beni koltuğa yatırmak istediğinde başım kapıya yaslanmıştı fakat omuzlarımı dik tutmam sayesinde yerim rahattı, onu istediğim gibi öpebiliyordum.

Uzun bir müddet sonra elleri elbisemin altın girdi, kumaş parçasını yukarıya itti ve iç çamaşırımı aşağıya, diz kapaklarıma kadar indirdi. Elini istediği yere sokması, parmaklarıyla beni kıvrandırması sonucunda arabanın içini dolduran ikimizin birbirine karışan gürültü sesleriydi.

Destek almak için avcunu başımı yasladığım pencereye dayadı, dudakları bir an olsun dudaklarımı rahat bırakmadı ve diğer eli de bacaklarımın arasında kırk ayaklı bir böcek gibi beni daha fazla çıldırtmayı başarmıştı.

💫

Dakikalar önce yalıya geldiğimiz gibi, kendi odamıza çıkar çıkmaz önce Enis duş almış, banyodan çıkmıştı, sonra da ben onu odada yalnız bırakarak banyoya girmiş, duş almıştım.

Üzerime geçirdiğim bornozun kuşağına sıkıca bir düğüm atar atmaz altın kahveden daha çok koyu kahve görünen ıslak saçlarımı sırtıma alır almaz boynumdaki kızarıklıkları görmem bir oldu. Bornozumun yakalarını aşağıya indirmemle daha fazla morluk ve kızarıklık gördüm.

Yüzümü asamazdım, canım yanıyor diyemezdim, aksine, bedenime bıraktığı izlere anca gülümseyebilirdim. Hatta en sevdiğim kabuksuz yaralarım bile diyebilirdim.

Ayna karşısında daha fazla oyalanmadan odaya çıktım. Enis, yatağıma yakın kanepe önünde ayakta durmuş, elinde de birlikte yazdığımız on sayfalık günlüğümüz duruyordu.

Kapı sesiyle yüzü bana çevrildiği için, "Açalım mı?" diye sordu. Ne üzerine kıyafet geçirmişti ne de saçlarını kurutmuştu. Saçları benimkiler kadar ıslak olmasalar da banyodan çıkarken beline bağladığı havlu hala duruyordu.

"Şimdi mi?" diye sordum hala durduğum yerde.

"Evet," diye yanıtladı. Günlükle duvardaki saati de göstermişti. "Gece yarısı bile olmamış. Erken bitiririz. Zaten uzun uzun yazmış olamayız ya? Kısadır kesin yazıları."

"Peki," derken buldum kendimi. Ha bir de gülümserken...

"Yanıma gel," deyip yatağa ilerledi. Sol tarafa uzandı, sağ tarafa oturdum ama günlüğü okumak için ona yaklaştığımda yan dönüp günlüğü elime tutuşturdu, beni kolları arasına aldı ve sırtımın göğsüne yaslanacağı şekilde bir pozisyonda durduk.

"Sen aç," dedi Enis. Başım yatak başlığına yaslıydı ama onun yüzünün bir tarafı saçlarıma dokunuyordu.

"Pekala," diyerek ipin düğümünü açtım ve günlüğün etrafına sarılı olduğu için biraz uğraşmak zorunda kaldım. Ama tüm iplerden kurtulmam sonucunda ikimiz de iplerin günlüğün üzerine bıraktığı ince izlerin üzerinde ellerimizi gezdirdik.

Bu günlüğe dokunan küçük, çocuk parmaklarımız yerine iri, yetişkin ellerimi olunca içimde tarifi imkansız bir his oluşmuştu. Sessizliğinden ve kulağıma yavaşça temas eden nefesiyle hissediyordum ki bence Enis de benden farklı düşünmüyordu.

Kapağını açtığımda ilk karşılaştığımız birkaç satır yazıydı.

Anneciğim, ben seni çok özledim. Herkes yanımda ama bazı zamanlarda kendimi çok yalnız hissediyorum. İşte öyle zamanlarda En ve Enis beni güldürüyor. Hatta Hanzade teyzeyle Merih amcanın çocukları Ekin ve Neşe de yanıma geliyorlar. Benimle oyunlar oynasınlar diye ailesi yolluyor işte. Ya da bazı zamanlar biz onlara gidiyoruz, En ve Enis'le birlikte. Ateş daha küçük olduğu için o gelmiyor ama.

Sen nasılsın? Janset Canavarı ne yapıyor? En son beni ıslatmıştı, ben gittim diye ağladı mı? Ağlamasın, ben üzülürüm. Ya ablam, bana kızdı değil mi? Babama gitmek istediğimi, beni bırakmasını söylediğimde bana da dayıma da kızmıştı. Kesin bana da kızdı, biliyorum! Ona sarılırsam belki kızgınlığı geçer.

Sonrasında fileli, değişik bir etek resim vardı ama üzerinde mutlu, gülümseyen filler çizilmişti. Hortumlarıyla birbirlerine su sıçratmaları falan...

"Ben mi çizmişim?" dediğimde baş parmağım eteğin üzerinde gelip gidiyordu.

"Evet," dedi Enis. "Hatırlıyorum. Altındaki yazı da benim."

Bla bla bla bla bla bla bla bla

Ve kusmuk yüz ifadesi.

"Benimle dalga geçmişsin," diyerek dirseğimi koluna geçirdim fakat bu onu hem güldürdü hem de bana daha çok sarılmasını  sağladı.

"Lütfen Rebena," dedi zaten sonra. "Benden nasıl böyle bir şey beklersin?"

"Hiç, bir de sen yani," dedim. "Kusura bakma, ben yanlış anlıyorum."

"Önemli değil," deyip yanağımı öptü. "Olur öyle yanlış anlamalar."

Göz devirerek diğer sayfaya geçtim. Yani sonraki güne.

Sevgili günlük mü demeliyim diğer kızlar gibi, ama günlük benim sevgilim olamaz ki? Yoksa sevgilim de ben mi bilmiyorum?

Enis'le birlikte kahkaha attık.

Neyse neyse... Kız işleriyle ilgilenmiyorum, Reben ilgilensin. Onun ilgi alanı sonuçta. Saat dokuz, ben ve Reben birbirimize söz verdiğimiz gibi herkesten saklanıp günlüğümüzün başına oturduk. Çatı katında saklanıyoruz, aşağıda saklambaç oynayan, Ekin, Neşe, En ve Ateş muhtemelen bizi arıyorlardı. Baktık günlüğün yazılma saati gelmiş, Reben'in kolundan tuttuğum gibi üst kata kadar çıkardım. Tabii saklambaç oynamayı daha çok sevdiği için başta gelmedi ama ben onu getirmesini bildim. Saat onda ya da iki saat sonra günlük münlük yazamazdık. Akşam dokuz demiştik, dokuz da yazacaktık.

"Düzen takıntın o zamandan geliyormuş," dedim. Yanağımı öptü o da. "Yazın da çok güzelmiş."

"Senden birkaç üst sınıfta olduğum içindir."

Ve sıra gelmişti benim çivi yazısını okumaya ama Enis ve benim yazılarımı bölen bir resim daha çizmiştim. Uçan filler vardı. Evet, kanatlarıyla uçan filler çizmiş ve boyamıştım. Ha bir de birkaç yere çizdiğim pembe bulutlar da vardı.

Ne yazacağım? Ne yazacağımı bilmiyorum. Enis devi bütün gün ne yaptıysan onu yaz diyor ama o, yukarıya çok farklı şeyler yazdı. Beni havuza çekip az daha ölmeme sebep olacağını yazmadı mesela... Nefesim kesildi benim nefesim. Havuzdan beni çıkardıktan sonra bana bir sürü hediye verdi, en sevdiğim yemekleri, tatlıları yaptırdı, getirdi, hepsini yedim de aldım da ama onu affetmedim. Ona çok kızdım, beni çok korkuttu. Akşam barıştım çünkü... Ne bileyim işte, oyun güzeldi, barıştım. Şimdi de niye bunları yazıyorum diye bana kızıyor! Hem, bütün gün ne yaptıysan onu yaz diyor hem de niye yazıyorum diye kızıyor. Salak mıdır nedir? Ben de yazmayacağım işte! O tek başına günlüğü tamamlasın! Of!

Enis'le birlikte gülmeye başladığımız an, "Çok..." dedim ama cümleyi nasıl tamamlasam bilemediğim için devamını getirmedim. "Üçkağıtçısın. İşine gelmeyeni nasıl da örtüyorsun."

"Sen niye benim senin peşinden koştuğumu yazıyorsun canım!" dedi o da. "O kadar şey varken yazacak bir şey bulamadın mı? Kalkıp sana yalvarmalarımı yazıyorsun?"

"Sus konuşma! Suçunu örtme."

Üçüncü sayfaya geçtiğimde, "Bakalım seni yazmaya nasıl ikna etmişim," dedi Enis. Beni gülümsetmişti.

Bu Enis devine sinir olduğum kadar hiçbir şeye sinir olmuyorum ya! Yazmayacağım işte!

"İkna edememişim," dedi Enis.

"Her yazdığıma karışırsan tabii," dedim. Bu defa yazıları ayıran fil resimleri yoktu ve ben bunu Enis'e küsmeme bağladım.

Annem, babam, İlteriş abi, Neşe, Ekin, Ateş, En, Hanzade yengem ve dayımlarla birlikte ağaçlık bir yere geldik ve onlar kendi karavanda kalırken biz çocuklar da çadırda kalıyorduk. Herkes uyuyor, bir tek ben ve Reben uyumuyorduk. Kaç saattir onu yazması için ikna etmeye çalışıyordum ama inatçı keçinin teki olduğu için tek yazdığı, bir cümleydi. Onu yazmasaydın da olurdu Reben! Zaten onu da bana sinir olduğunu söylemek için yazmıştı. Hanımefendinin bağırması yetmiyormuş gibi bir de yazılı olarak dile getiriyordu.

Ben kızlardan gerçekten nefret ediyormuşum. Hem saat dokuz da değil, neredeyse gece yarısı olacak. Onun yüzünden geciktiğimiz için ben de yazmak iste istemiyorum.

Dördüncü güne geçmemizle gülümsüyorduk.

Yazmaya karar verdim, ama Enis devi için değil. Bunu yazmak istediğim için. Ben bugün Ekin'i köpeklerden kurtardım. Ahahahahaha çok komikti. Öyle komikti ki Ekin arkamdan hiç çıkamadı. Ama sonra ben köpeciği çok sevdiğim, tatlı buduğum için onunla hem arkadaş oldum, hem de ona bir isim taktım.

Enis!

Yazıları bölen boyalı resimler ise fillerin girdiği garip garip şekiller değil, gülümseyen tatlı bir köpekti.

"Adımı köpeğe mi verdin Rebena?" dedi Enis. "Bunu şimdi öğreniyorum."

"Bunun nesi kötü?" dedim hemen. "Kopeği çok sevmiş, çok tatlı bulmuşum... Bir de bu yönden düşünsene."

"Hım," dedi gülümseyerek. "O anlamda yani..."

"Evet."

"Yalnız o kocaman bir köpekti," dedi sonra. "Öyle senin bahsettiğin gibi köpecik de değildi, resimde çizdiğin gibi tatlı bir tarafı da hiç yoktu."

"Bilmiyorum artık. Ben sevmiştim."

Enis nefesini sesli verircesine güldü. "Geçen sana köpekler diye sorduğumda bilememiştin. Hatırlıyor musun o günü?"

"Hiç unutmadım ki," dedim.

"Ama soruma karşılık başka bir şey demiştin?"

Yüzümde yaramaz bir gülümseme oluşmuştu. "Reben olduğumu yeni öğrendiğini biliyordum, sorduğun sorularla o günleri hatırlatmak istediğini anlamıştım ve sadece seninle biraz eğlenmek istedim." Karnıma sarmaşık gibi dolana kolları sıkılaştığında beni göğsüne iyice çekti ve boynuma ıslak bir öpücük bıraktı. Öpücükleri yanaklarıma ulaşmış, dudaklarıma gelmişti ki, "Dur ya," diyerek dudaklarımı dudaklarından ayırdım. "Sen ne yazmışsın onu okuyalım. Günlüğü açalım diyen sensin, sevişip durmak isteyen de sen..."

Yanağıma bir öpücük daha bıraktığında öyle onun yazdığını okumaya başladık.

Reben pelerinsiz bir kahraman. Ona Süper kız diyeceğim. Beni o vahşi canavardan kurtardı, nasıl unutabilirim ki? Seni zaten seviyordum ama bundan sonra daha çok seveceğim Reben...

"Ama bu sen değilsin," dedim. "Ekin sanırım."

"Şimdi hatırladım," dedi Enis. "Biz yazarken bizi yakalamıştı, sonra hatıra kalsın diye o yazmak istemişti. Sayfada yer kalmayınca da ben yazamamıştım."

"Hım," dedim diğer sayfaya, diğer güne geçerek. "Son altı."

Ay ay ay! Nereden başlayacağımı bilmiyorum. Bugün ilk defa bir kızı dövdüm! ÇOK GÜZLEDİ! Enis erken gelmeseydi daha güzel olurdu da neyse, her zamanki gıcık Enis işte!

Birkaç gün sonra En'in doğum günü var ve dayımla birlikte dışarıya çıkıp ona en sevdiği renkten güzel bir elbise, aynı renkte toka, küpe, bileklik, kolye ve yüzük aldık. Aslında odasında bu saydılarımdan çok çok fazla vardı ama en sevdiği şeyler olduğu için ne kadar alırsam alayım az olduğunu düşünüyordum ve yine beğeneceğinden, seve seve kullanacağından emindim. Sonra En'in sıra arkadaşı geldi, heyecanla ona hediyelerimi gösterdim ve En beğenir mi sence diye sordum ama o kalkıp hediyelerimi merdivenden aşağıya attı. Evet, hepsini attı:(  Hepsi havada uçmuştu.

Bence hak etti! İyi yaptım!

Ben de biliyorum En'in onun en yakın arkadaşı olduğunu, ama En benim de en iyi, en yakın, tek arkadaşım. Niye bunu anlamıyor? Böyle ağlatırım işte seni! Hep sen mi beni ağlatacaksın?

Yazıların arasında kemik yiyen mutlu köpek ve kulübesi vardı.

Erkelere ve kendini erkek hissedenlere notumdur; sakın sakın kız kavgalarına karışmayın, aralarına da girmeyin.

Enis'in gülümsemesiyle nefesi kulağıma çarptı.

"Bence daha çok şey yazarmışsın ama yine yer kalmamış," dedim sayfayı çevirdiğimde. "Neden bu kadar küçük bir günlük buldun ki bizim için? Daha büyük olmalıydı. Bence ikimizde de çok şey yazarmışız ama sayfalar küçük diye yazıları hep sıkıştırmışız. Tek bir anımızı yazmışız."

Yanağıma yeni bir öpücük bıraktı, "Bence sayfalar ikimize de yeterdi ama senin yazıları inatla resimlerle bölmek istemen yüzünden yazacak fazla boş yer de kalmıyordu."

"Öyle mi olmuştu?" diye sordum.

"Evet," dedi benimle dalga geçer gibi. "Öyle olmuştu hatırlıyorum."

Gülümseyerek altıncı günün yazılarını okumak istedim ama Enis'in, "O yaşta güzel resim çiziyormuşsun," demesiyle yazıları okumak yerine bakışlarımı yüzüne çevirdim. "Sadece on iki yaşındaydın. Ama benim hatırladığım, villaya geldiğin ilk günden beri çizimlerinin hep çok güzel olduğu... Dokuz yaşından beri..."

"Bir köpek resmî çiz desem çizemem," dedim. "Annem sayılarla, harflerle resim çizmeyi öğretmişti bana, hepsinin bir şifresi vardı.. Sayılar, harfler olmadan çizemezdim."

Yanağımı bir daha öptü.

Aslında bu anlatacağım bu günün notu değil, iki gün öncenin notu. Çünkü iki gün önce Reben'i dışarıya gizlice çıkardım, onu en sevdiği oyuncaklara, lunaparkına götürdüm ama sonra dışarıda biraz fazla gezince ikimiz de kaybolduk. Artık eğlenmiyor, farklı farklı yerlere gitmek istemiyor, sadece eve dönmek istiyorduk ama ben bir türlü yolu bulamadım. Birinden telefonu alıp annemi aradığımda telefonu çalmadı, kapalıydı. Babamı da aradım ama açmamıştı. İlteriş abinin de numarasını bilmiyordum arayayım! Ya da Hanzade yengemin ve Merih dayımın...

Her neyse, sonuç itibariyle bir yerden sonra Reben korkmaya ve ağlamaya başladı. Onu mutlu etmek için dışarıya çıkarmış, lunaparka getirmiştim ama gecenin sonunda ağlatmayı başararak mutsuz ettim.

Sonrasında ikimi için de güvenli olur diye bir inşaata girdik ama orada yabancı insanlar vardı. Başta beni de korkuttular ama sonra onlarla kalabileceğimizi söyleyince bize yatacak yer verdiler! Reben'le birlikte yer yatağına girdik ve o bir süre sonra uyusa bile ben uyumadım. Sabah kadar!

O çocukların bize zarar vermeyeceğini nereden bilebilirdim ki?

Neyse ki sabah olur olmaz öyle bir şey olmamıştı. Bizi polise götürdüler ve annemle babamı bulmamızı sağladılar. İlteriş abi, annem ve babam bana çok kızdılar ama sonra geçti. Reben'den sonra bana sa sarıldılar. Hatta babam bizi karakola getiren çocuklara biraz para da verdi.

Eve döndüğümüzde Reben çok hastalandı. Hala da hasta, yatıyor. İlaç kullanıyor, sesi hiç çıkmıyor, güldüğünde bile başının ağrıdığını söylüyor: odasının kapısının önünden geçerken En'e, Ekin'e ve Neşe'ye söylediğini duymuştum. En, Neşe, Ateş ve Ekin sürekli onun yanında olsalar bile ben henüz yanına gitmedim. Sadece uyurken gidip iyileşti mi yoksa durumu daha mı kötüye gidiyor diye bakıyorum...

Umarım iyileştiğinde bana kızmaz! Böyle olsun istememiştim... Üzgündü, ailesini özlüyordu ve ben de onu biraz olsun mutlu etmek istemiştim. Evimize geldiği ilk günden daha fazla hasta ve iyileşmiyordu..

"Bak," dedi Enis. "Sen resim çizmeyince ve büyük büyük yazmayınca ne çok şey yazılıyormuş."

"Böyle olduğunu hiç hatırlamıyorum," dedim. "Evet, evden kaçtığımızı, lunaparka gittiğimizi, kaybolduğumuzu, dilenci çocukları hatırlıyorum ama bu yazdıkların... Hissettiklerin.. Hiç hatırlamıyorum. Gece uyumamışsın. Kendini suçlu hissettiğin için yanıma gelmemişsin..."

"Senin başına bir şey gelsin istemedim," deyip şakağımı öptü. Göğsü ve sırtım arasında kalan ıslak saçlarımın sıcaklığı içime öyle bir huzur dağıtıyordu ki anlatılmazdı. "Hepsi erkekti..."

"Teşekkür ederim," deyip yüzünü okşamaya başladım.

O da dudaklarımı öperek karşılık verdi. "Bazen boyundan büyük şeyler yapmaman gerekiyormuş... Ya o çocuklar kötü insanlar olsaydı?"

"Kaybolacağımızı sen de bilemezdin."

"Yine de sorumsuzcaydı. Yapmamam gerekiyordu."

"Akıllı çocuklar da şaşar," dedim ve bu defa dudaklarını öpen ben oldum. "Yedinci güne geçelim mi?"

"Hayır," deyip günlüğü elimden aldı. "Son dört gün başka bir güne kalsın."

"Neden?" diye sorduğunda günlüğü çoktan komodin üzerine bırakmıştı bile.

"Hemen bitsin istemiyorum," diye yanıtladı. "Başka bir gün açar, yedinci günden devam ederiz."

"Peki," dediğimde kolları arasında dönerek yüz yüze gelmemizi sağladım. "Nasıl istersen. Bana uyar."

Gülümseyerek bakmayı bırakmadığında, "Rebena," dedi uzun bir cümle kurar gibi ağırdan konuşarak. "Sen benim karımsın, biliyorsun değil mi?"

"Evet," dedim.

Avucunu yüzüme yasladı. "Sevgilim de..."

"Evet," dedim bir daha.

Parmak uçları kulağımın üzerinden geçip saç diplerime dokunmaya başladığı an baş parmağı elmacık kemiğim üzerinden gelip gitti ve sonra gözlerini gözlerime kaldırdı. "Saatler önce arabada sana, seni çok istiyorum derken yalan söylemiyordum. Öylesine söylediğim ya da o anın heyecanına kapıldığım için dile getirdiğim bir söz de değildi." Yutkundum, ne demek istediğini anlamamamla dudaklarımı kapattım ve nefes alışlarımı kontrol etmeye çalıştım ancak Enis üzerime eğilip dudaklarıma kapandığında bu pek mümkün olmamıştı. "Ben seni gerçekten çok istiyorum Rebena... Her gün biraz daha fazla." Kolunu altımdan çekti, üzerime gelecek şekilde iki bacağı arasında kaldım, belindeki havlunun ucunu sıkıştırdığı yerden çıkardı ama havlu hala üzerinde kaldı. Sonrasında beni belimden yakalayan elleri bedenimi aşağıya çekince başım yastık üzerine geldi ve elleri hiç vakit kaybetmeden bornozun kuşağını açtı. Dudaklarımdan çeneme giden dudakları boynuma düştü, göğüs kafesime gömüldü ve bornozu yavaşça kenarlara çeken parmakları eşliğinde göğüslerimde durdu. Ama hararet etmeye devam da etti.

"Enis," dedim nefesim kesilmiş gibi. Fakat başını kaldırmayınca beni duyduğundan pek emin olamadım. Ve bu yüzden bir kere daha, "Enis," dedim.

Bu defa dağılmış saçlarıyla yüzünü kaldırdı.

Avuçlarımı yüzünün kenarlarına yasladım konuşmaya başlamadan önce. "Birkaç gün ertelesek?" Kaşlarını çattı. "İnan senin hissettiklerinden daha azını hissetmiyorum. Sen ne kadar istiyorsan ben de o kadar... Anladın mı?"

"Sorun tam olarak ne?" diye sordu.

"Bazı şeylerin ben de anlamı çok büyük," dedim. "İlk öpücüğümü saklayıp sana verdiğim gün gibi. Özel olmasını istiyorum. O gün özel olmuştu da." Göğsü inip kalkarken dudaklarını kapattı. "Bu da öyle olsun istiyorum. Seninle çok güzel, masalsı bir ilişkimiz var ama doğru düzgün evlenmedik. Bir düzenimiz yok. Bana bir ev sözü vermiştin. Yeni evimize geçtiğimiz ilk geceye bıraksak bunu? İlk gecemizmiş gibi. Şöyle bir durumda ne senin dikkatin dağılsın ne de benim... Olmaz mı?"

Gülümsemesiyle alnıma öpücük bıraktı. "İstediğin zaman, istediğin yerde... Olur."

Ona gülümsemekle yetinmeyip, "Teşekkür ederim," de dedim. "Ama eğer şimdi istersen şimdi de olabilir. Hayır demem."

Kafasını sağa sola salladı. "Yeni evimizde, yeni odamızda, çocukluğumuzun geçtiği yerde, ilk gecemizde..." yanağımı öptü bu defa. "Bekleyelim."

Yeniden, teşekkür ederim der gibi dudaklarımı düz çizgi haline getirmiştim. O da üzerimden kendini yana attı ve düğümü açılan havlu bir bacağını açık bırakacağı şekilde bacak arasını örtmüştü. Kolunu başı altına alıp gözlerini tavana dikti.

Aslında söylediğim güzel bir düşünceydi fakat daha çok arkasına saklandığım bir bahaneden de ibaretti. İlk olacaktı ve normal bir şekilde korkuyordum. En hazırlıksız anımda gibiydim. En azından yeni evimize geçene kadar kendimi hazırlardım; hem psikolojik anlamda hem de bedenen...

Yan dönerek başımı göğsüne, bir bacağımı da bacakları arasına bırakacağım şekilde ona sarıldım ancak o, saçımı öptüğünde, "Bana iki dakika izin versen," dedi. "Bir sigara içmek istiyorum."

Kafamı salladım ve kalkması için ondan biraz uzaklaştım.

Sonrasında Enis ayağı kalktı ve belindeki havluyu tekrar aynı yere sıkıştırarak komodin üzerinden sigarasını, çakmağını alıp banyoya ilerledi.

Banyo mu?

Bana kızmış mıydı?

Alınmış?

Kırılmış?

Darılmış?

Gördüğüm sırtından sonra banyo kapısı kapanınca, "Öf!" diyerek kendimi yatağa attım. Her şeyi mahvetmiştim belki de! Kendime olan kızgınlığım geçmeyince yatağı dövmüştüm de!

Her şeyi eline yüzüne bulaştıran koca bir aptaldan başka hiçbir şey değildim! Önce Arman Aryan'la yaptığım anlaşma için onu kendime güldürdüm, şimdi de bu şekilde aptalca bir sebep söyleyip onu kazdırmıştım.

💫

Dün yaptığım bencillikten sonra bütün gece huzursuzca uyumuş, uyanmış, uyumuş, uyanmış, uyumuş ve yeniden uyanmıştım ama bir daha uyumamıştım. Üstelik saat 07:15'i gösteriyordu.

Enis dün gece banyodan uzun bir süre çıktıktan sonra beni uyanık görmesin, yüzüme bakmasın diye uyuyor numarası yaparak yatakta uzanmıştım ve o da gardıroba gidip üzerine rahat bir şeyler geçirerek yanıma gelip beni kolları arasına aldı ve sarıp sarmalayarak başını yastığa koymuş, uyku için gözlerini kapatmıştı. Bütün gece, kolları arasında, uykuya dalana kadar vicdanım ezildikçe ezilmişti. O beni çok mutlu edip memnun bırakırken ben onun için yetersiz kalıyormuş gibi hissediyordum. Belki de bu yüzden Alev gibi bir kadınla uzun bir süre ilişki içinde yaşamış, herkesi karşısına alacak kararlar almıştı. Gizlice evlenmeleri gibi... Alev ona her anlamda yetmiş, onu memnun bırakmışken, ben? Saçma sapan bahaneler, çocuk çocuk hareketler, düşüncesiz davranışlar... Çocuk Enis'in dediği gibi bla bla bla bla bla...

Bütün gece bu düşünceler uykumla arama parça parça girmesi yüzünden uykumu alamamıştım. Ve iki dakika önceye kadar hem Aslım'ı hem de Zühre'yi arayıp bu saatte uyandırarak, attığım mesajlara bakmalarını istemiştim. Onlar da biraz şaşırıp, biraz telaşlanarak hemen dediğimi yapmışlardı.

Aslım Kuşum: "Ay ne oldu ya? Kargaların bile daha kahvaltı etmediğine eminim."

Çalışkan Zühre: "Rebena, inşallah önemli bir şey olmamıştır. Anlat, ne oldu?"

R. Alarçin Altınday: "Şimdi öncelikle bunu söylerken çok çekindiğimi ama söylemek ve akıl almaya ihtiyaç duyduğum için söylemem gerektiğini bilerek ve beni fazla sıkıştırmadan konuya açıklık getirmeniz gerektiğini bilerek cevap yazın lütfen."

Aslım Kuşum: "Konuyu unuttun yalnız?"

Çalışkan Zühre: "Konu neydi Rebena."

R. Alarçin Altınday: "Biz dün Enis'le arabada çok romantik dakikalar geçirdik. Sonra eve geldik, o şey hala üzerimizdeydi ve yatmadan önce Enis benimle birlikte olmak istedi ama ben onu incitmemeye dikkat ederek ve çok kibar bir dille -çok ama çok kibar bir dille- başka bir geceye ertelemek istediğimi söyledim. O da gülümseyerek kabul etti. Anlayış gösterdiği için başta sevindim falan ama sonra hiç de öyle olmadı! Enis'e sarılmak isteyerek uyumak istedim, o da birkaç dakika müsaade isteyip sigarasını, çakmağını alıp banyoya gitti. Banyo ne ya? Kim bilir orada neler neler düşündü. Ben çok ayıp ettim değil mi?"

Aslım Kuşum: "Ay nefesim kesildi! Neler olmuş neler!"

Çalışkan Zühre: "Ay Rebena!!!!!! Ne kadar sevindim bilemezsin. İlişkiniz nasıl da ilerlemiş, kaç boyut atlamış kızım!!!"

Göz devirdim. Benim derdim neydi, bunların derdi neydi.

R. Alarçin Altınday: "Kızlar, yalnız bana hiç yardımcı olmuyorsunuz. Şaşırmalarınızı bir kenara bırakır mısınız? Çok ayıp ettim diyorum, bu hatayı nasıl telafi edebilirim diyorum. Bütün gece onun için çok yetersiz bir kadın olduğumu düşündüm de durdum. Hep Alev'le kıyasladım kendimi. Ne yapacağım ben ya? Bir tavsiye verin."

Çalışkan Zühre: "Öncelikle şunu söylemek istiyorum; onunla birlikte olmayı istedin mi istemedin mi?"

R. Alarçin Altınday: "Öyle bir kararsızlığım bile olmadı. Aksine, bana çok iyi gelen, beni çok mutlu eden bir ilişkinin içindeyim ama ilk ya, hiç olmadı ya, ne yapacağımı bilemedim, endişelendim, kendimi hiç hazır hissetmedim."

Çalışkan Zühre: "E bu çok normal Rebena. Onun da anlayışla karşılaması lazımdı, asıl anlayış göstermeyerek, seni yalnız bırakarak, sana yanlış şeyler düşündürerek, asıl ayıbı o sana etmiş."

Aslım Kuşum: "Ay Zühre bir susar mısın? Zannedersin ilişki koçu!"

Çalışkan Zühre: "Salak! Ne dedim ben, çok doğru söyledim bir kere! Anlayış göstermesi gerekirdi! Kız kendini hazır hissetmediği halde sırf o istiyor diye üstüne atlaması mı gerekiyordu?"

Aslım Kuşum: "Adam zaten anlayış göstermiş. Daha ne yapsın? Bak şimdi Rebena'cığım, Zühre Hanımın sevgilisi olmadığı için o bilmez ama sen onun dediklerini kulaklarından hemen temizliyorsun ve beni dinliyorsun. Enis sana zaten göstermesi anlayışı göstermiş. Banyoya gitmiş çünkü siz onun öncesinde fanfinifon yaptıysanız adamın da içinde bir şeyler kalmıştır ve kendini rahatlatmak için banyoya atmıştır. Seyit'le ilk zamanlarımızdan bilmiyorum, tecrübeyle sabit. Kesin bilgi."

Çalışkan Zühre: "Bak hiç bu yönden bakmamıştım. Çok haklısın. Boşu boşuna adamın günahını aldım."

R. Alarçin Altınday: "Aslım, ben fazla anlamadım yalnız. Rahatlatmak derken?"

Çalışkan Zühre: "Şey yapmış işte."

R. Alarçin Altınday: "Ney?"

Aslım Kuşum: "Partneri olmadan işte Rebena! Neyini anlamıyorsun?"

R. Alarçin Altınday: "Ayyyyyyy! Ama bu daha kötü değil mi? Şimdi kendimi daha kötü hissederim ben. Benden önce hiç böyle bir şeye yeltendiğini düşünmüyorum. Belki de ilk defa yaptı."

Aslım Kuşum: "Rebena lütfen kafandaki şu saçma sapan düşünceleri at ve şimdi her ne yapıyorsan kalk, güzel bir duş al, güzel bir kıyafet giyin, sonra onu mutlu bir şekilde uyandır, beraber dışarıya kahvaltıya gidin ya da başka bir şey yapın... Ama çok rica ediyorum şu kadar saçma düşünme! Bunlar çok normal, hangi ilişkide olmuyor ki böyle şeyler? Herkesin başına illa ki bir defa gelmiştir. Bazen kendini hazır hissetmezsin, bazen kendini mutlu hissetmezsin, bazen kafan çok dolu olur, bazen de zamanı değildir... ÇOK NORMAL KISACASI! Yarın da regl olduğun için ona yetemediğini mi düşüneceksin? Kafanı patlatırım bak! Ve bir de seninki de çok özel bir durum, diğer sebeplere göre biraz daha hassas. İlk defa olacak sonuçta, özel olmalı sizin için. Anlamlı olması için ertelemen bile o kadar güzel ki..."

Çalışkan Zühre: "Bunları aklımda tutacağım, bir gün lazım olacağından eminim."

R. Alarçin Altınday: "Senin ve Seyit'in özel olmuş muydu Aslım?"

Aslım Kuşum: "Maalesef ben ilkimi Seyit'le yaşadım diyemiyorum, lisede yaptık bir hata ama Seyit'le çok özel oldu. O, işi bir tuvalete bitirecekken ben izin vermedim! Böyle senin gibi bahaneler ürettim, sonra bir gece bizim için güzel bir ortam hazırladım ve öyle oldu. Hala da söyler, o gün diğerlerine göre daha güzeldi diye. Tuvalette bitirmesine izin verseydim böyle söyler miydi? Bu yüzden kızlar, bazı şeylerin anlamlı olmasını istiyorsanız çok dikkatli davranın, bunlar hep kulağınızın bir kenarına küpe olsun. Ama yok, bana fark etmez derseniz de gelişi güzel yaşayın, o da size kalmış."

R. Alarçin Altınday: "Çok teşekkür ederim Aslım. Biraz da olsa içim rahatladı gerçekten de."

Aslım Kuşum: "Ne demek aşkım. Her zaman. Ama lütfen, senden tek bir ricam, bir daha güzellik uykumla arama girme. Günler ve saatler çuvala girmedi sonuçta. Ben senin içini iki-üç saat sonra da rahatlatabilirdim değil mi?"

Çalışkan Zühre: "şakdndıxmddjddkmdddokddbdjd"

R. Alarçin Altınday: "ŞaksısısdosdkdkdjdlNzkxkdddjdjdkkd"

Telefonu kapatıp komodin üzerine yavaşça bıraktığımda Enis hala uyuyordu. Sırtı bana dönük şekilde, kollarını yastık altına bırakmış, yüzünün yarısını da yastığa gömmüştü. Ayrıca üstü de tam anlamıyla örtülü değildi, sırtı olduğu gibi görünüyordu ve üstünü örtmek istedim ancak uyanmasını istemediğim için yanaşmadım. Zaten içerisi yeterince sıcaktı.

Onu uyandırmamaya dikkat ederek yataktan yavaşça çıktım, banyoya girdim ve üzerimdeki dünden kalan bornozdan kurtulur kurtulmaz duşa girdim. Duştan çıktığımda ise yeni ve temiz bir bornoz giyinip odaya gittim. Enis uyumaya devam ediyordu ama pozisyonu değişmişti; sırt üstü dönmüş, yüzü de tavana bakıyordu.

Ses çıkarmamaya dikkat ederek dolabımıza gittim ve kendime güzel kıyafetler aradım. Siyah, mini, küçük bir yırtmacı olan deri bir etek, beyaz bir gömlek, siyah opak kilotlu çorap, kalçalarımı örtecek kadar uzun ve geniş bir süveter... Bunları hazırladım ama giyinmeden önce saçlarımı tarayıp kurutma makinasıyla banyoya girdim ve saçlarımı hem kuruttum hem de dalgalı dursun diye şekil verdim. Odaya yeniden döndüğümde önceliğim, makyaj masasına oturmak, özenli bir makyaj yapmak oldu. Kehribar gözlerime siyah yakıştığı için kirpik diplerime kalem bile çekmiştim. Sonrasında kıyafetlerimi giyindim, diz kapaklarıma kadar ulaşan çizmelerimi ayaklarıma takıp fermuarlarını çektim ve aynada kendime bakmayı bitirdikten sonra Enis'i uyandırmak için yatağa gidiyordum ki kol dirsekleri üzerinde durmuş bir şekilde gözlerinin açık olduğunu, beni izlediğini gördüm.

"Ay ben mi uyandırdım seni?" dedim cin görmüş gibi.

"Hayır," dedi uykunun verdiği kalın sesiyle. "Kendim uyandım." Bana elini uzattı. "Yanıma gelir misin?"

Yanına gittiğimde yatağın kenarına oturdum ve elimi tutmasına müsaade gösterdim. "Günaydın," dedim tatlı bir sesle.

"Günaydın," diyerek boynuma öpücük bıraktı. "Ne kadar güzel olmuşsun, çok güzel kokuyorsun."

"Teşekkür ederim," dedim önce. "Sabah kahvaltısı için dışarı çıkar mıyız?"

Şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdığında dağınık saçların ona ne kadar çok yakıştığını düşünüyordum. "Bunun için mi erken uyandın?"

Başımı salladım önce. "Evet. Birlikte, biz bize olalım istiyorum. Olmaz mı?"

"Olur tabii, niye olmasın? Ama keşke uyandığında ben de uyandırsaydın. Birlikte hazırlanırdık. Şimdi beni beklemek zorundasın?"

"Önemli değil," dedim avucumu yüzüne koyarak. "Sen hazırlanana kadar ben aşağıda olurum, evdekilerle zamanımı geçiririm. Sen aşağıya indiğin zaman da dışarıya çıkarız."

"Peki."

"Ben aşağıya iniyorum o zaman," deyip yanından kalktım. "Sen de bir an önce kalk, hazırlan, hemen aşağıya in."

"Emredersiniz," derken yataktan çıkıyordu.

Çantamı ve siyah kabanımı aldığım gibi onu odada tek başına bırakıp dışarıya çıktım, asansöre bindim ve aşağıya indim.

Salona girerken kanepelerde oturan Lerzan hanımı görmüştüm. Elinde dergisi vardı; bacak bacak üstüne atmış, onu karıştırıyordu.

"Günaydın," dedim gülümseyerek. Karşısına kadar gelmiştim.

"Günaydın," dedi o da gülümsediğinde. Dergisini de kapatmış, sehpa üzerine bırakmıştı. "Erkencisin?"

"Dışarıya çıkacak gibi görünüyor," sesini duyduğum İlteriş arkamdan çıkmış, Lerzan hanımın karşısındaki berjere oturmuştu. "Nereye böyle? Enis'in haberi var mı?"

Lerzan hanıma ayıp olmaması adına ona gülümsedim ama üçümüz de samimi olmadığımı biliyorduk, ne yazık ki... "Enis'le sabah kahvaltısını dışarıda yapacağız. Birazdan o da aşağıya iner. Ki öyle olmasa bile Enis'in haberi olsa ne olmasa ne? Ben onun çocuğu muyum her hareketimde kuyruk gibi peşine takılmak zorunda kalayım? Gayette tek başıma bir şeyler yapabilirim. Kimsenin de buna karışmaya hakkı yok."

"Tabii ki de," dedi İlteriş çok rahat bir şekilde. "Kocan ya, o yüzden sordum."

"Adı üstünde, kocam," dedim. "Velim değil."

Lerzan Hanım bir şeyleri düzeltmek ister gibi, "Rebena, canım," dedi. "Dayın dışarıdaki tehlikeyi kastetmek istemişti aslında. İlhan'dan bahsediyor. Yanlış anlama."

"Aynen," dedi İlteriş. "Kesinlikle, ondan."

Yıllar önce ikisi yine karşılıklı oturdukları zamanda bir kişi daha vardı ve o kişi de Enis'in babası, Kıvanç Altınday'dı. Ben de karşılarında küçük Reben'dim. Bazı şeyleri anlıyor, bazı şeyleri anlamıyor, bazı şeylerin ne olabileceğini çözmeye çalışıyordum ancak ikisi karşısında o küçük Reben yoktu. Rebena her şeyin farkında ve anlıyordu. İlteriş'in annemi öptüğü geceyi unutmamıştım, zamanı geldiğinde hatırlatacaktım da.

"Ay bu da bir gitmek bilmedi," diye konuşunca Lerzan Hanım, kimden bahsettiğini anlamadım yalnız bakışlarının sabitlendiğini yere, arkamda kalan alana bakmamla Serter'i görmüş ve anlamıştım. "Rebena, canım, arkadaşın diye birkaç gün izin verdik ama artık herkes evine dönerse çok sevinirim. Sonuçta burası da pansiyon değil."

"Lerzan Hanım o kadar haklısınız ki," dedim mahçup olmuş bir sesle. "Gerçekten unutmuşum. Ben şimdi hallederim."

Geriye döndüğüm gibi çantamı ve kabanımı koltuğa bırakıp eşofman takımıyla pencereden dışarıya, biraz daha yaklaştıkça, annemin yalısının pencerelerine baktığını gördüm.

"Serter," dedim yanına geldiğimde.

Bakışlarını pencereden çekmiş, yüzüme çevirmişti. "Rebene..."

"Günaydın."

"Günaydın," dediğinde adımlarını çevirdi ve biz artık karşı karşıyaydık. "Nereye böyle? Hazırlanmışsın."

"Kahvaltı için Enis'le birlikte dışarıya çıkacağız."

"Hım. Peki. Güzel." Zorda olsa yapmam gereken konuşmayı tam yapacaktım ki, "Rebene," demesi yüzünden konuşamadım. "Hani seninle annenin yalısına girecektik? Ne zaman bitirelim şu işi?"

Bunun da aklımdan çıktığını şimdi fark ediyordum. O kadar çok şey vardı ki unutmuştum.

"Bu gece yapalım o zaman," dedim sessizce.

İşine gelmiş gibi gülümsedi. "Tamam. Gece yarısında hazır olurum."

Kararlı bir şekilde kollarımı birbirine bağlayıp, "Yalnız," dedim. "Bir şey sormam lazım."

"Nedir?"

"İçeriye girmek istiyorsan soruma cevap ver," dedim. O da ne soracağımı bilirmiş gibi memnuniyetsiz bir ifade takındı. "Melvin'le konuşacağım, içeriye girmek istediğimi söyleyeceğim. Ama senden haberi olmayacak, merak etme. Bana mutfak kapısının anahtarını versin de kolayca içeriye girelim."

"Ne güzel," dedi sevinerek. "Ama soracağın şey bu değildi sanırım."

"Yok, bu değil. Sen neden içeriye girmek istiyorsun?"

"Ama Rebena ya," dedi sonra. "Söylesem  ne söylemesem ne?"

"Melvin'den anahtar alacağım diyorum," dedim sakince. "İçeriye girmemiz kesin. Ama seninki öyle görünmüyor sanırım. Söyle şimdi, niye içeriye girmek istiyorsun? Janset desem, olamaz, zaten bütün gün birliktesiniz-"

"Değiliz," dedi hemen. Beni de şaşırtmıştı. "Janset benim partneri olduğum günden sonra bir karar almış, bunu da ekibe bildirmiş. Ya provalarda ayrı olacakmışız ya da Janset sözleşmeyi fes edermiş, tazminatı ödemeyi kabul etmiş. Neyse işte, toplandık falan, kabul ettim. Kaç gündür görmüyorum onu. Ne dışarıda, ne de provalarda... O yüzden içeriye girmek istiyorum, onu görmek için. Başka bir sebebi yok."

"Bir dakika," dedim şaşkınlıkla. "Siz ayrı ayrı çalışıyorsanız film nasıl çekilecek? Bir araya gelmeniz gerekiyor."

"O zaman bir araya geleceğiz," dedi. "O kolay. Birkaç haftalık iş. Uzun süren dans provalarıydı. Neredeyse aylarımızı vereceğiz. O da uzak durmak istediğini söylemiş."

Nefes alıp verdim.

"Neyse," dedi sonra. "Ben gidiyorum, size de güzel kahvaltılar."

"Serter," deyince durmuştu. "Lerzan hanımın yanından geliyorum. Bu kadar yeter,  pansiyon değil burası diyor... Anlıyorsun değil mi?"

Anlamsız bir gülüşle başını salladı. "Bu gece değil, yarın sabah gideceğimi söylersin."

"Teşekkür ederim," dedim. "Kusura bakma. Benim evim değil istediğin kadar kalmana izin vereyim."

"Sorun değil," dedi. "Düşünmemeyen benim. Onların söylemesine fırsat vermeden benim gitmem gerekirdi."

Bana sırtını dönüp merdivenlere ilerledi.

Lerzan hanımların yanına gidiyordum ki merdivenlerde bir eli cebinde, diğeriyle de dişlerini fırçalaya fırçalaya inen Ateş'i gördüm. Serter'le yan yana geçtiler fakat sonra beni görünce suratını asarak diğer tarafa geçti.

Aldırış etmeden Lerzan hanımların yanına giderek, "Hallettim Lerzan Hanım," dedim. "İzin verirseniz sadece bu gece burada kalacak. Yarın sabah yalıdan ayrılmış olur."

"Teşekkür ederim," diye gülümsedi. "Alınmadın değil mi?"

"Olur mu öyle şey," dedim hemen. "Unutmasaydım ben sizden önce diyecektim. Lütfen kusura bakmayın."

"Önemli değil canım. Tekrar teşekkür ederim. Serter, Alev, dışarıdaki korumalar, evimizin çalışanları, biz, o kadar kalabalık olduk ki yoğunluğu kafam kaldırmıyor. Eski düzenimi istiyorum."

"Haklısınız," demekten başta bir şey bulamadım.

Arkamdan çıkıp Lerzan hanımın koltuğunun kolu üzerine oturan En, "Sabah sabah ne kaynatıyorsunuz?" diye sordu ve kollarını birbirine bağladı.

"Hiç," dedi İlteriş. "Öyle havadan sudan."

En, bakışlarını üzerime aldı. "Rebena, sen? Hazırlanmış nereye gidiyorsun?"

"Herkes aynı şeyi söylüyor," dedim süveterimi tutup kendimi inceleyerek. "Çok abartmışım da ya da olmayan bir şey var da mesaj vermeye mi çalışıyorsunuz?"

İlteriş ve Lerzan Hanım karşılıklı gülümsediler, En ise, "Ondan değil," dedi. "Kıyafetler yakışmış, güzel görünüyorsun... Neye özendin, onu soruyorum."

"Teşekkür ederim," dedim içim rahatlamış gibi. "Enis'le kahvaltıya gideceğiz. O yüzden erken kalkıp hazırlandım."

En, kaşlarını kaldırdı. "O nerede?"

"Benden sonra uyandığı için hazırlanıyor," dedim. "Birazdan iner."

"Geldim bile," dediğini duydum Enis'in. Arkamdan yanıma gelmişti. "Herkese günaydın." Siyah bir takım üzerine siyah bir kaban giyinmiş, sabah ki dağınık saçlarından eser bırakmamıştı.

"Günaydın," dedi İlteriş. En ve Lerzan Hanım da tabii.

"Çıkalım mı?" diye bana sordu Enis.

"Olur," dedim. Hızlıca geriye dönüp koltuğun üzerinden kabanımı ve çantamı aldım.

O sırada, "Ben de sizinle gelebilir miyim?" diye soruyordu En. "Evde biraz bunaldım. Bu aralar Leyl'le de görüşemiyoruz, değişiklik olur."

İsteksizliğimi yüzüme yansıtmamaya dikkat ettim ama Enis ne cevap verecek diye yüzüne bakmadan edemedim. En'le bir sorunum yoktu -gerçekten yoktu- normal şartlar altında bizimle kahvaltıya gelebilirdi ancak ben Enis'le baş başa kalmak istiyordum.

"Sen sevgilinle çıktığın kahvaltılara beni götürüyor musun En?" diye sordu Enis. Kabul etmeyeceğini düşünerek yanına gülümseyerek ilerledim.

"Hayır," dedi En. Abisine anlamamış gibi bakıyordu. "Sevgilimle gittiğim kahvaltıya senin ne işin var ki?"

"Senin bizim yanımızda ne işin var?" diye sordu Enis. "İzin verirsen karımla baş başa bir kahvaltı edelim."

En, burnunu kırıştırdı. İlteriş ve Lerzan Hanım da gülerek eşlik ettiler.

"Hadi gidin siz," dedi Lerzan Hanım. "Afiyet olsun size."

"Teşekkürler anne," dedi Enis. Elimi tuttuğunda ise kapıya ilerliyorduk.

"İyi eğlenceler!" diye arkamızdan konuşan da İlteriş olmuştu.

"Bunu hatırlatacağım," diyen de En.

İkimiz de onlara aldırış etmeden, çoktan salondan uzaklaşmıştık bile.

"Çabuk hazırlandın," dedim kapıya ilerlerken.

"Seni bekletmek istemedim," dedi o da.

Kapıya geldik ama dışarıya çıkmadan önce kabanımı alıp bana giydirdi ve ben çantamı koluma taktıktan sonra birlikte dışarıya çıkmıştık.

Continue Reading

You'll Also Like

154K 3.5K 26
Zihninin dengesini yitirmek,ne kadar acı verebilirdi? Niran Merza Karan, yaşadığı ve yaşamaya mecbur bırakıldığı kaderinin kurbanı genç bir kadındı...
22.2M 900K 116
İşte oradaydı... Muhtaç olduğum kadın korkuyla bana bakıyordu. Ona biraz daha dokunmazsam sanki ölecektim. Bu hastalıklı duygular beni resmen ele geç...
12.1K 1.2K 80
Bazen çok severken yaralıyor insan sevdiğini . Bilmeden , düşünmeden , Geleceği hesaba katmadan . Herkes kalbinin renginde yaşar hayatı ve herkes kal...
6.1M 312K 67
"Biliyor musun?" dedi gözlerimin içine bakarak. Eş zamanlı olarak bana doğru bir adım daha attı, aramızdaki mesafeyi iyice kapattı. Gözlerimi ondan k...