Abimin Kankası || Texting

By terayaziyore

3.8M 206K 144K

Bilinmeyen: Abimin kankası olmasaydın olmazdı değil mi? Bilinmeyen: Şu kocaman okulda gittin Bilinmeyen: Her... More

AK/1
AK/2
AK/3
AK/4
AK/5
AK/6
AK/7
AK/ 8
AK/9
AK/10
AK/11
AK/12
AK/13
AK/14
AK/15
AK/16
AK/17
Ak/18
Ak/19
AK/20
AK/21
AK/22
AK/23
AK/24
AK/25
AK/26
AK/27
AK/28
AK/29
AK/30
AK/31
AK/32
AK/33
Ak/34
AK/35
AK/36
AK/37
AK/38
AK/39
AK/40
AK/41
AK/42
AK/43
AK/44
AK/45
AK/46
AK/47
AK/48
AK/49
AK/50
AK/51
AK/52
AK/53
AK/54
AK/55
AK/56
AK/57
AK/58
AK/59
AK/61
AK/62
AK/63
AK/64
AK/65
AK/66
AK/67
AK/68
AK/69
AK/ Final

AK/60

24.1K 1.4K 1.1K
By terayaziyore

Hayde Bismillah

Eveet arkadaşlar geldik fasülyenin faydalarınaaa

Bölümü yeni açtım
(Tarih 27/01/2022)

Allah bilir ne zaman bitecek

Neyse bitirdiğimde bir şeyler eklerim buraya

Hadi by

Bölüm bitti tarih 26.02.2022

Neredeyse tam 1 ay süren bir bölüm. Bazıları diyecek ki 1 ay bunu mu yazdın djdjxnns
Arkadaşlar 1 ay boyunca her gün bölüm yazmadım yani. Müsait oldukça yazdım. Ve bölümde fazlaca tıkandığım yerler oldu. Yazıp yazıp sildiğim bir çok yer. Konuyu nasıl bağlamam gerektiğine bir türlü karar veremediğim bir çok yer.

Hala içime sinmiş sayılmaz ama sizi daha fazla bekletmek istemiyorum. Bu yüzden yayınlıyorum.

İyi okumlar.

..

Hani derler ya başımdan aşağıya kaynar sular döküldü diye. İşte şimdi bu cümlenin karşıtı bendim.

Karşımda oldukça şaşkın, bozguna uğramış, gördüklerine anlam veremediği apaçık yüzünden okunan Karan, ve elinden düşürdüğü şarap şişesi. Her saniye daha çok alana yayılan şarap. Şarap kadar hızlı akan göz yaşları.

Her şey parça parça görünüyordu.

Karan'ın hali ise, değil başından aşağıya kaynar sular dökülmesi sanki biri onu cayır cayır yanan ateşe atmış gibiydi.

Sona gelmiştik.

Karan bizi görmüştü.

Ne yapacağımı, daha doğrusu ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.

Sanki düşen şişenin kırılmış her bir parçası bedenime batıyormuş gibi bir acı hakimdi benliğime. Hareket edemiyordum. Konuşmayı ise unutmuş gibiydim.

Yalvardım.

İçimden Allah'ım lütfen bu da bir rüya olsun diye yalvardım. Birazdan yataktan korkuyla fırlayayım ya da Karan beni sarsıp 'uyan' desin diye yalvardım.

Ama hiç biri olmadı. Bulunduğum anda kalmaya devam ettim. Üçümüzün de donup kaldığı o anda.

Karan'ın gözünden akan yaşlar kadar yavaş ilerleyen zamanda.

Biri bir şey söylemeliydi. Ama kimse çıt dahi çıkarmıyordu. Bir kaç saniye sonra başka bir gürültü yükseldi. Donuk bedenim hafifçe irkildi. Sesin geldiği yöne döndüğümde bu kez ses çıkaran şeyin yere düşen karton bir kutu olduğunu gördüm. Kutuyu düşüren kişi ise Yalçın'dı.

Yalçın ortamı gördüğünde her şeyi anlamış olacaktı ki "siktir!" dedi. Bu kelime çıkan gürültünün dahi çevirmediği başı çevirdi kendine. Yalçın'ın küfrü ile Karan kafasını çevirip ona baktı. Korku dolu bakışlarla bir Karan'a bir bize bakan Yalçın'ı görünce kaşları çatıldı.

Ateş hızlı bir şekilde sahneden inip "Karan" dedi. Sadece konuşmak istediğini göstermek amacıyla ellerini teslim olur gibi hafifçe kaldırmıştı. İsmini duyan Karan sanki kendine gelmiş gibi irkildi. Ve bir anda ortam cehenneme döndü.

Göz yaşlarımı daha fazla tutamazken olduğum yere çömdüm. Olacak şeyleri duymak ya da görmek istemiyordum. Ellerim ile kulaklarımı kapatıp sessizce ağlamaya devam ettim.

"Burada ne boklar dönüyor lan!"

Kulaklarımı sıkıca örtsem dahi Karan'ın gür sesi sanki kulağımın dibimde bağırıyormuş gibi geliyordu. Yumduğum gözlerimi hafifçe açtım. Aralık bulan göz yaşlarım yanaklarıma doğru hızla süzülmeye başladı.

"Karan yalvarırım dinle bir.."

Ateş'in sakince ona yaklaşmaya çalışması, yüzünde ki korku, çaresizlik benimkinden farksızdı.
Ancak bu Karan'ı daha da sinirlendirdi.

İşte asıl cehennem şimdi başlıyordu.

"Ne dinlemesi lan! Ne anlatıyorsun oğlum sen! Ceddini cibilliyetini siktiğimin yerinde sen bana ne anlatıyorsun ha!"

Gözleri adeta ateş atıyor gibiydi. Yüzünde artık şaşkınlık değil yoğun bir öfke vardı. Ateş'e bakıyordu ama karşısında dünyada ki en nefret ettiği şeye bakar gibi bir ifadesi vardı. Hızla Ateş'e doğru yürüyüp iki eliyle onu göğsünden ittirdi. Dört, beş adım kadar gerileyen Ateş dengesini son anda sağlayarak ayakta kalabilmeyi başarmıştı. Bu hareketin üstüne ağlamam şiddetlenirken birbirine bastırdığım dudaklarımın arasından çıkan hıçkırıklarım mırıltılar eşliğinde mekanda yükselmişti.

"Karan yapma!"

Araya girmeye çalışan Yalçın'ın sonu da Ateş ile aynı oldu. Karan onuda ittirip önünden çekilmesini sağlarken bağırmaya devam etti.

"Ne yapma lan! Ne yapma! Kardeş dediğim insan! Kardeş dedim lan! Ben seni kardeş bildim! Üzgünsün diye tek bırakmak istemedim! Geri geldim! Senin için geldim! Ama ne görürüm! Kardeş dediğim insan, kardeşime..!"

Sanki cümleyi tamamlamaya dili varmıyor gibiydi. Ağzından çıkan her bir kelimesinde elleri ile Ateş'i ittiriyordu. Onu durdurmaya çalışan Yalçın ise Ateş ile aynı sonu paylaşıyordu. İkisininde gücü Karan'ı durdurmaya yetmiyordu.

"Karan dur!"

Sürekli aynı şeyleri söyleyen Yalçın, sanki Karan tarafından görünmez haldeydi. Onu duymuyordu bile.

"Ulan ibne! Sen benim kardeşime nasıl dokunursun! Ha! Senin belanı sikerim! Ona dokunan ellerini! Ona değen parmaklarını! Ona zarar vermeye çalışan niyetini sikerim senin! Elimden kimse alamaz seni! Öldürürüm seni! Döve döve öldürürüm!"

Bu cümleler..

Hayır!

Hayır, hayır, hayır.

Bu cümleler o gün ki cümlelerin aynısıydı. Aklımda canlanan iğrenç anılar, Karan'ın kullandığı kelimeler, yüzünde ki ifade, Mete..

Karan, Ateş'in bana zorla dokunduğunu düşünüyordu! Karan Ateş'in de Mete gibi yaptığını düşünüyordu!

"Karan beni bi dinle ba.."

Aniden Ateş'in suratına inen yumrukla sözlerinin yarıda kesilmesi ve yere düşmesiyle benim çığlık atmam bir oldu.

"Hala dinle diyor! Sıfatını siktiğimin ibnesi ne anlatıyorsun! Geberticem seni! Belanı sikicem olum! Sende bırak lan beni!"

Durdurulamaz haldeydi. Yalçın onu durdurmak için cebelleşse dahi başaramıyordu. Bağırıp çağırıp Ateş'e saldırmak için Yalçın'la savaş veriyordu.

"Sen kimsin ha! Yaşatmam seni! Sen kimsin! İbnenin oğlu sen kimsin!"

En sonunda Yalçın'ı da yere sermeyi başarıp Ateş'in üstüne çıktı ve yumruğunu kaldırdı. Kocaman elini tam Ateş'in suratına indirecekken geçip giden, beni terk eden gücüm geri gelmişti. Can havliyle ayağa fırladım. Bağırabildiğim kadar gür bir sesle bağırdım. Çığlığımla onu durdurdum. "Dur!"
Sesim öyle kötü ve öyle gürdü ki onu durdurmayı başardı.

"Dur!"

Bir daha bağırdım.

Havada kalan eli Yalçın tarafından tutuldu. İri cüssesini çekerek Ateş'in üstünden kaldıran Yalçın zar zor dengede kaldı. Karan ise şaşkın ve donuk bir ifade ile bana bakıyordu. Onu neden durdurduğumu anlamaya çalışıyordu. Ya da belki de anlamak istemiyordu. Aklında geçen şeyin aksini düşünmek istemiyordu. Durum onun sandığı gibi olsun diye bana yalvaracak gibiydi gözleri.

"Yapma."

Bense sesimle ona yalvarıyordum. Ağzımdan çıkan tek kelime, iki adamın durduramadığı, yıkamadığı Karan'ı yıkmış gibiydi. Sanki o 'yapma' sözcüğü her şeyi açıklamıştı. Karan'ın gözlerinde ki ifade artık tasvir edip kelimelere sığdıramadığım bir hale gelmişti.

"O.. o ba-bana."

Cümleler, karşımda gördüğüm ifadeden sonra öyle kolay çıkamadı ağzımdan. Konuşamadım, kekelemeden öteye gidemedim. Ama o anladı. Sıkıca gözlerini yumdu. Duymak istemiyordu. Düşüncesinin aksini duymak istemiyordu. Ama diğer türlüsüne inanmasına da ben izin veremezdim. Ateş'in bana zorla dokunduğunu sanmasına izin veremezdim. Tüm gücümü toparladım. Tek seferde kurdum duymak istemediği o cümleyi.

"O bana zorla dokunmadı."

Sanki bütün gücü bu duyduğuyla çekilmiş gibi sarsıldı Karan. Yumduğu gözlerini açamadı, kulaklarını elleri ile kapadı. Daha sonra elleri başını sardı. Sertçe saçlarını çekiştirip bir kaç sefer kendi  başına vurdu.

"Ben, ben onu se-seviyorum Karan."

Bu cümlem ise bir ok olmuş Karan'ı tam kalbinden vurmuş gibi bir acı çektirdi ona. Yüzünü buruşturdu duymak istemiyor gibiydi söylediklerimi. Ama duyması gerekiyordu artık. İş işten geçmişti.

"Onu çok uzun zamandır seviyorum."

Ağladığım için cümlelerim mırıltılar eşliğinde çıkıyordu sürekli burnumu çektiğim için ve kekelediğimden anlaması zor olabilirdi. Yerden kalkan Ateş'in hareketliliğiyle ona  kaydı gözlerim. Burnundan usulca süzülen kanı gördüm. Acı çektiğini anlamak zor değildi.

Beynimin içinde dönüp duran gerçek beni yıkıyordu.
Hepsi benim yüzümdendi.

"Karan, yalvarırım dinle bizi. Biz sana gelecektik zaten söyleyecektik."

Canının yandığını anlamam için sadece duymak bile yeterliydi. Ses tonu her şeyi ortaya döküyordu.
"Ben ona asla zarar vermem Karan. İstesem bile yapamam. Ben onu seviyorum."

Cümlelerimiz durumu toparlayacağına daha beter ediyor gibiydi. Karan her bir duyduğu şeyde daha aşırı bir tepki veriyor yüzü daha beter bir hal alıyordu. Hayatımda tüm benliğimle koşulsuz sevdiğim üç adamdan ikisi benim yüzümden beter bir haldeydi. Benim yüzümden.

"Sus!"

"Biz yemin ederim kötü bir şey yapmadık. Yemin ederim ona hiç zarar vermedim. Onu her şeyden çok sevdim Karan."

"Sus!"

"Senin karşına geçip anlatacaktık. Senden gizli bir şeyler yapmak istemedik yemin ederim istemedik kardeşim lütfen dinle beni."

"Sus lan sus! Sus! Konuşma sus! Kardeşim deme bana! Sus!"

Karan girdiği şoktan çıkmış gibi aniden harekete geçti. Bir kaç adımda yaklaşarak Ateş'i yeniden, tüm gücüyle ittirdi. Duydukları belki sinirini bastırmamıştı. Ama onu biraz olsun kendine getirmeye yetmişti.

"Benim arkamdan iş çevirdiniz ulan siz! Bana hiç bir şey çaktırmadan aşk yaşıyormuşsunuz! Size yazıklar olsun lan! Birisi öz kardeşim diğeri kardeş bildiğim! İkinize de yazıklar olsun! İkiniz de kardeş diye kandırmışsınız beni! Aptal yerine koymuşsunuz!"

Araya giren Yalçın yeni bir hamlede bulunmasın diye Karan'a engel olamaya hazır bir şekilde "kardeşim öyle söyleme gerçekten sana anlatacaklardı bu gece" diyerek durumu yumuşatmaya çalıştı. Çaresizdi. Hem bizi korumak istiyor, hem içten içe Karan'a hak veriyordu. Hak vermekte de haklıydı. Ama her zaman ki gibi Yalçın'lığını yapıp ara bulmak için çaba gösteriyordu. Ancak söylediği cümle amacından çıktı, Karan'ın aklında farklı bir ampül yaktı.

Sanki daha fazla hayal kırıklığına uğrayabilirmiş gibi bir ifade oluştu Karan'ın suratında. Fısıltıyla konuştu.

"Biliyordun."

Tökezler gibi sarsıldı. Gözleri bir boşluğa bakarcasına Yalçın'a sabitlendi.

"Sen biliyordun.."

Bu detayın fark edilmesiyle ne yapacağını bilemeyen Yalçın hiç bir şey söyleyemedi. Sustu. Hıçkırıklarım Karan'ın sesini bastırıyordu. Ancak o bu kez bağırınca kendi sesimi duyamaz oldum.

"Burada! Dönen! Bokları! Sen! Biliyordun!"

Yeni hedefi Yalçın olan bir makina gibi tam önünde duran Yalçın'ın ittirdi. Tıpkı Ateş gibi Yalçın'da bu kuvvettin ardından yere düşmüştü. Karan bağırarak onun üstüne yürümeye devam etti.

"Sen de biliyordun! Sen de onlar gibi beni aptal yerine koydun! Ulan ben sizin hepinizin cibilliyetine sıçayım!"

Bu kez Yalçın'a zarar vermemesi için onu tutmaya çalışan kişi Ateş olmuştu.

"Karan" diye bağırarak onu kollarından tutmaya çalıştı. Zira tutmasa düştüğü yere Yalçın'ı monteleyecek gibi bir hali vardı. Ateş'in ise onun dibine girmesi mantıklı olmamıştı. Çünkü Karan'a dokunduğu an onun dikkatini çekmişti. Sanki pis bir şeye değmiş gibi aniden kollarını çeken Karan sert bir yumruğu daha kaldırıp Ateş'in suratına savurdu. Ancak bu kez Ateş gelecek olan darbeden kaçmayı başarmıştı.

"Çek lan ellerimi üstümden!"

Bir kaç adım geriledi. "Hepiniz siktir olun gidin buradan! Arkamdan iş çevirip yüzüme hiç bir şey yokmuş gibi yapan kimseyi istemiyorum hayatımda!"

Söyledikleri ağlamamı şiddetlendirdi. Gözlerimi sildim hızla çünkü önümü göremeyecek haldeydim. O an Karan'ın suratında ki ifadeyi yakaladım. Aklına bir şey gelmiş gibiydi. Aniden irkildi. Kırgınlık dolu bir ifade ile bana baktı. Her an yüzüme tükürebilecek gibi bir hali vardı.

Sesini zorladı. Ve acı eşliğinde konuştu. "Yade?"

Cevabımdan korkarak ama bir o kadar da duyacağı şeyin ne olduğunu bilerek bekledi bir şeyler söylememi.

Söyleyemedim.

Cevabı veremedim. Onun yerine hıçkırıklarım cevapladı onu. Akan göz yaşları anlık olarak durdu. Çünkü sıkıca yummuştu gözlerimi.

"Tabi Yade.."

Mırıldandı. Sonra başını aşağı yukarı salladı. "Kardeşim ve kardeş bildiklerim arkamdan iş çevirip beni kandırken kardeşimin en yakın arkadaşımı bilmeyecek.."

O kadar kırgın konuşuyordu ki canım en çok buna yanıyordu. Hızla açtı yumduğu gözlerini. Bir daha ne bana ne Ateş'e ne de Yalçın'a bakmadı. Yıkılmış ifadesiyle ve kırgınlığıyla kapıya doğru ilerledi.

"Bir daha sakın karşıma çıkmayın."

Ve son cümlesi bu oldu. Öylece gidişini izledikten sonra ne yapacağımı bilemez halde kendimi bıraktım. Olduğum yere çöktüğüm sıra beni saran kollara sığındım. Bu kollar Ateş'e aitti tabi.

"Gece lütfen ağlama."

Halimin onu izlediğini sesinden dahi anlayabiliyordum. Kolları bedenimi sardı. Benim gibi yere oturup beni kucağına çekti. Kafama kondurduğu ufak öpücükten sonra fısıldadı.

"Her şey düzelecek. Söz veriyorum, düzelteceğim."

Yapabildiğim tek şeyi yaptım.

Beni saran kollarına sığınıp yorulana dek ağladım.

...

Çalan telefonumun sesi hızlıca gözlerimi açmamı sağladı. Uykudan uyanan beynim zaman ve mekan ayrımını yapamazken sesin geldiği yöne dönmeden etrafıma bakındım.

Odamdaydım.

Yaşadıklarım yavaşça beynimde ki yerini almaya başladığı sıra telefonumu bulmaya çalışıyordum. Karan gittikten sonra ne kadar bir süre o halde kaldığımı bilmiyordum. Hatırladığım tek şey Ateş'in beni kucaklayıp götürmesiydi. Beni eve bırakmasını isteyişim ve onunda bu isteği yerine getirişi. Eve gelir gelmez kendimi yatağıma atmıştım. Öyle ki üstümü bile değişmemiştim.

Telefonumun hala çantamda olduğu da aklıma gelince yattığım yerden doğruldum. Odamın kapısının yanında yere bıraktığım telefon çalmaya son vermişti. Ancak yinede kalkıp çantama doğru yürüdüm. Bitik haldeydim ama hala karanlık olan havadan anladığım kadarıyla geç bir saatteydik ve bu saatte arayan kimdi merak ediyordum.

Çantaya ulaşmayı başardığımda telefonumu çıkardım. Ekranda ki cevapsız çağrının Yade'ye ait olduğunu görünce korku, endişe, telaş ve tedirginlik gibi bir çok kötü duygu aniden vücuduma aşılandı. Hızla tuş kilidimi açıp aramasına geri döndüm. İlk saniyede açılan telefonun ardından hiç bir şey söyleyemeden Yade'nin hıçkırıklarını duydum.

Öyle ağlıyordu ki konuşamıyordu. Sarfetmek istediği kelimeler hıçkırıklarının arasında boğuluyordu. Ayakta durduğum yerde çömerek oturdum. Sırtımı duvara yaslarken gözlerimi yumdum.

Düşündüğüm şey olmuştu.

"G-ge-gece, be-ben, Ka-karan.."

Konuşmaya çalışıyordu ama başarısızdı. Hiç bir şey söyleyemesede ne olduğunu anlamıştım. Karan gece eve gelmemişti. Ve yanımızdan ayrılırken konuştuğu son şey Yade'ydi. Tabi ki de onun yanına gitmişti.
Yutkundu ve derin bir nefes aldı.

"Yade."

Dedim. Sesimde ki mahçupluk ve çaresizlik beni bitiriyordu.

"Ge-gece.."

Konuşmasını böldüm çünkü anlatacağı şeyi az çok tahmin ediyordum. "Yade özür dilerim. Çok ama çok özür dilerim. Her şey benim yüzümden oldu. Her şeyi mahvettim. Beni, onu, sizi. Her şeyi ben mahvettim. Özür dilerim keşke, keşke her şeyi geri alabilsem ö-özür dilerim.." Sonlara doğru bende kendimi tutamayıp ağlamaya başlamıştım.

"Ka-karan benden ayrıldı."

Cümlesini duyduğum an yüzümü sıktım. Ama göz yaşlarım öyle dur durak bilmiyordu ki yine bir yol bulup yanaklarıma doğru süzülmeye devam ettiler.

İçimde tek bir cümle dönüp dolaşıyordu.

Benim yüzümden.

Benim yüzümden.

Her şey benim yüzümden..

Kendime o kadar kızıyordum ki bir aynanın karşısına geçip öldüresiye dövebilseydim kendimi yapardım.

"Özür dilerim" diye fısıldadım tekrar. Çünkü söyleyebilecek başka bir şeyim yoktu. Ağlamaya devam etti. Çünkü onun da yapabilecek başka bir şeyi yoktu. Bense usulca ona eşlik ettim. Ta ki Yade'nin ağlayarak uyuya kaldığını anladığım sıra.

Bir süre sonrasında ağlaması ve hıçkırıkları kesilmiş düzenli nefes alışverişi yapmaya başlamıştı. Uyuduğunu anlayıp bir kaç kez sessizce adını sarf ettim. Cevap gelmeyince gözümde ki yaşı silerek telefonu kulağımdan çektim. Göz yaşlarım ekranı dahi ıslatmıştı. Ekranı silerken gözüm arama saatine takıldı.

1 saat 38 dakika.

Gözlerimi yavaşça açıp kapadım. Aramayı sonlandırıp oturduğum yerden kalktım. Bütün bedenimde hissettiğim sızılara rağmen telefonu yatağa bırakıp odamdaki tuvalete ilerledim. Işığı açtığımda gözlerim hafif bir acı yaşadı. Işığa alıştıktan sonra lavabonun önüne geçtim.

Gözlerim aynada ki yansımama kaydı. Bütün yüzüm siyahlar içindeydi. Gözümde ki makyaj bulaşabileceği her yere bulaşmıştı. Göz altlarım kocaman olmuş ve kızarmıştı. Gözlerim ise göz altlarımdan beterdi. Yavaş hareketler ile önce yüzümü temizledim. Ardından tuvaletten çıkıp dolabımın önüne geçtim. Giyebileceğim en rahat kıyafetlerimi alıp üstümü değiştim. Masanın üstünde bulduğum her hangi bir toka ile saçımı topuz yaptım.

Yatağa bıraktığım telefondan saate bakmak istedim. Saat sabahın altısıydı.

Pişmanlık, ve hüzün beni dış dünyadan soyutlamıştı. Düşünmekten yorulmuş, başım ağırmıştı. Ne yapacağımı bilmiyordum.

Karan..

Onu öyle yaralamıştım ki..

Ve kafama sıçayım ki bunun olacağını biliyordum. Dikkatsiz bir leyla gibi ortada dolanırken onun arkasından iş çevirmiş ve bir cesaret edipte karşısına çıkamamıştım.

O yüzden yıktığım bütün bu enkazın altında kalmayı hak ediyordum.

Her şeyi hak ediyordum.

Neden bunları yaşadım diye isyan etmeme gerek yoktu. Başıma gelen bunca şeyi ben hak etmiştim.

Benim yüzümden olmuştu.

Saatlerce bu düşüncelerle boğuştum. Ağladım, durdum, düşündüm, bazen yeniden uyanmaya çalıştım ancak hayır. İçimde ki ses, şimdi ne olacak düşüncesi beni asla uyutmadı.

Uyumayı dahi hak etmiyordum.

Gün üstüme ağırdı, saatler geçti. Cenin pozisyonunda uzanmış olduğum yatakta kılım kıpırdamadı. Ta ki odamın kapısı tıklatıp açılana kadar.

"Prensesim."

Babamın sesini duyar duymaz gözlerimi kapatıp yüzümü yorganın altına saklamaya çalıştım.

"Saat 10 oldu. Kahvaltı için seni aşağıda bekliyoruz."

Normalde en ufak sese uyanan biri olduğum için uyku taklidi yapmak mantıklı değildi. Sanki yeni uyanmış gibi bir sesle konuştum.

"Tamam gelirim birazdan."

Sesim zaten gece boyu ağladığım için berbattı. Bu yüzden çokta taklit yapmama gerek yoktu. "Tamam kızım" diyen babam odamdan ayrıldığı gibi üstümde ki yorganı çektim. Ayağa kalkıp yeniden ayna karşısına geçtim. Göz altlarım Allah'a yalvarır haldeydi. Bu şekilde babamın karşısına çıkarsam olayı irdeleyeceğinden bir şeyler yapmam gerekiyordu.

Şişkinliği indiremezdim belki ancak kızarıklığı kapamak için bir yol bulabilirdi.  Göz altı kapatıcısına abanıp kızarmış ve morarmış yerleri gizledim. Şişkinlik dikkat çekersede az uyudum diye geçiştirecektim artık. Bir kaç kez ayna karşısında gülümseme ve mutluymuş gibi tavırlar takınarak taklitler yaptım.

Sesli bir nefes verip hiç istemesemde aşağıya inmek üzere odamda çıktım. Karan'ın o masada olmayacağından emin olduğum için rahattım. Bir daha karşıma çıkmayın demişti. Sinirle söylesede uzun bir süre benimle karşılaşmamak için elinden geleni yapacaktı.

Ayaklarımın beni geri çekmesine rağmen zar zor mutfağa ulaştım. Anlık olarak gelen esnemeyle mutfağa girip masaya doğru yürüdüm. Ancak yolun ortasında masada oturan Karan'ı görünce ayaklarım aniden olduğu yere mıhlandı.

Koca bir şaşkınlık ve duraksama ile ona baktım. Oldukça gerçekti. Mutfağın ortasında dikilmem dikkat çekmiş olacaktı ki kafasını kaldırıp bana baktı. Bakışları farklıydı.

Dün ki gibi değildi.

Sanki artık başka birine bakıyor gibiydi.

Ruhsuz, sinirli, kırgın.. Hiç biri değil. Karan'ın bana bakışları resmen meydan okurcasınaydı.

"Kızım gelsene, ne bekliyorsun?"

Babamın sesiyle irkilerek kendime geldim. Gözlerim babama ve anneme döndü. İkiside ne olduğunu anlamadığını belirten bakışlarla bana bakıyordu. Adımlarımı işleve geçirip masaya yaklaştım. Her zaman ki yerime oturduğumda sessizce kahvaltısını yapan aileme katılmak istedim.

Ama midem hiç bir şey almıyordu. Bunun yanı sıra sanki en sevdiği film karşısında oynanıyormuş gibi pür dikkat beni izliyordu Karan. Usulca gözlerimi kaldırıp ona baktım. Elinde ki çatalsını sertçe tabağında ki peynire batırdı. Çatalı ağzına götürüp dişleri ile sertçe yakaladığı peyniri çiğnerken dahi gözlerini benden ayırmadı.

Ne yapmaya çalışıyordu?

"Ötün bakalım."

Babamın konuşması ile kafamı hızla Karan'dan çevirdim. Tabağındaki salamı keserek bölen babam bize bakmadan konuşmuştu. Anlayamayarak "neyi" diye sordum. Dilimlediği salamı ağzına götürmeden önce "aranızda ne olduğunu" dedi.

"Hiç bir şey" diye keskin bir cevap atan kişi ben değil Karan olmuştu. Gözlerini hala benden ayırmamıştı.
"O yüzden mi her an elinde ki çatalı Gece'ye fırlatabilecek gibi bakıyorsun" diyen babamın ses tonu annemin oynattığı çatalını dahi dondurdu. Öyle sert konuşmuştu ki masada derin bir sessizlik ve hareketsizlik yarattı.

"O şekilde bakmıyorum" dedi Karan, o da aynı sinirle konuşmuştu. Bir anda masadan kalkan babam parmağını Karan'a doğru kaldırıp konuştu "bana bak genç adam, bir kaç gündür sınırlarını zorluyorsun. Karşında baban olduğunu unutma" dedi. Babamın bu kadar sinirlenmesi beni bile şaşırtırken asıl olay Karan'ın altta kalmayışıydı. O da babam gibi ayağa fırlayıp "varsa yoksa kızın zaten! Karan hep suçlu, Karan hep yanlış. Ama Gece, o hep masum o hep korunmalı değil mi!"

Bağırması babamın yüzünde şaşkın bir ifade oluşturmuştu. Sadece babamında değil, hepimizin. "Ama kusura bakma kral Alsan, sevgili prensesin senin düşündüğün kadar masum biri değil!"

Masanın çevresinden dolaşıp mutfağı terk etmek istedi. Yaşanan olay gözlerimde zor tuttuğum yaşlarımın akmasını sağlarken babam yeniden bağırdı.

"Ne demek istiyorsun sen!"

Karan arkasına dönüp "senin o küçük kızın abisine ihanet etti! Arkasından iş çevirdi!" Babamın gözleri şaşkınlıkla bana dönerken ben daha çok ağlamaya başlamıştım. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Onu sinirli görmek beni her zaman korkuturdu çünkü o her zaman sakin bir adamdı. Sinirlenmesi çok zordu. Tekrar bağıracakken araya başka bir ses girdi.

"Yeter!"

Yerinden kalkan annem bakışlarını bir ok gibi babama fırlatmıştı. Yavaşça sandalyesini iteledi ve masadan bir kaç adım uzaklaştı. Karan'a bağırdığı için babama kızacaktı.

"Karşında ki insanların kim olduğunu unutuyorsun!"

Uyarıcı ses tonu ve havaya kalkan parmak. Her zaman ki gibi..

Yaşlı gözlerimi yavaşça anneme kaldırdım. Ve o an annemin baktığı kişinin babam değil Karan olduğunu fark ettim. Şaşkınlıkla açılan gözlerim gördüklerine inanamadı.

"Senin karşında kız kardeşin var! Ne biçim imalarda bulunuyorsun sen!"

Karan'ın şaşkınlığı da gözle görülür seviyedeydi. Ama asıl konu ikisininde onun üstüne gelmesinin onu daha da sinirlendirmesiydi. Daha fazla burada kalmak istemeyip hızla adımlarına başvurdu. Mutfaktan çıkıp gittikten sadece bir kaç saniye sonra evin dış kapsının sertçe kapandığını duymuştuk. Kapının sesi olduğum yerde sıçramama neden oldu.

"Ne oluyor Gece?"

Sinirini bastırmaya çalışan babam artık okları bana çevirmişti. Ağladığım için biraz yumuşamış olsada hala küplere binmiş gibi görünüyordu.

Oturduğum yerden kalkıp hiç bir şey söylemeden koşarak mutfaktan çıktım. Tek bir lokma yemeden sonlandırdım kahvaltımı. Odama çıktıktan sonra kapımı kapatıp kilitledim. Ve masaya oturduğumdan beri tuttuğum hıçkırıklarımı rahat bıraktım. Tıpkı dün gece ki gibi hüngür hüngür ağlamaya başladığımda bedenimi önünde durduğum kapıya yaslayarak yavaşça yere bıraktım.

Ne kadar bir süre o şekilde oturup ağladığımı bilmiyorum. Sırtımı yasladığım kapı tıklatılana kadar devam etti bu durum. Ki o kapı tıklatılmasaydı da bölünmeyecekti. Hızla sesimi soluğumu kesip iç çektim. Kapıyı tıklatan kişinin kim olduğunu tahmin etmem zor değildi.

"Baba, lütfen sonra konuşalım" dedim ağlamaktan beter olmuş sesimle. Burnumu çekip kafamı kapıya yasladığım sıra dışardan cevap geldi.

"Gece, benim."

Aniden kafamı ayırdım kapıdan. Oturduğum yerde dikeldim. Ve şaşkınlıkla konuştum.

"Anne?"

Ses tonum bakışlarımdan bile fazla ele veriyordu şaşkınlığımı. Kapının kolu aşağıya çekildi. Ancak kilitlemiş olduğum için kapı açılmadı.

"Açar mısın? Konuşalım biraz."

Aralık olan dudaklarımın birbirine olan mesafesi büyüdü. Annem benimle konuşmak mı istiyordu?
Şaşkınlığın verdiği heyecanla hızlı bir şekilde kapıya atıldım. Kapının gözünde ki anahtarı çevirmemle annem kapıyı açmıştı. Geçebileceği kadar araladı kapıyı. İçeri girip yavaşça kapadı.

Burnumu çekip öylece ona baktım. Zira o da tıpkı benim yaptığımı yapıp bir süre bana bakmıştı. Saniyelerin ardından yürüyerek yatağıma oturdu. Ve eliyle yan tarafına bir kaç kez vurarak işaret etti.

"Gel."

Yanaklarımda ki ıslaklık artık ağlamadığım için beni rahatsız ediyordu. Üzerime uzun gelen kazağımın kolları ile yanaklarımı ve burnumu sildim. Ardından küçük bir çocuk gibi annemi dinleyerek yanına ilerledim ve işaret ettiği yere oturdum. Oturduğu yerden yaptığım her bir hareketi detaylıca izledi. Oturduktan sonra da beni izlemeye devam etmişti.

Annemle aramda sıkı bir bağ yoktu evet. Çünkü doğduğum günden bu yana kanserle mücadele ediyordu ve ne zaman artık kurtuldu desek yeniden hastalığı onu yeniyordu. Karakteristik olarakta soğuk biriydi zaten. En azından babam öyle söylüyordu.

Gerekmedikçe konuşmaz, bizimle sohbet etmezdi. Hiç bir zaman yaşadıklarımı ona anlatıp akıl almamıştım. Ya da hiç bir zaman kucağına yatıp üzüntümü, korkumu paylaşmamıştım. Tek bir olay dışında. Yıllar önce yaşamak zorunda kaldığım Mete olayı dışında.

"Biliyor musun?"

Konuşarak düşüncelerimi böldü. Dikkatimi yeniden ona verdim. Elini kaldırdı. Yanaklarıma yapışmış bir kaç saç telimi parmaklarıyla ittirip kulağımın ardına yerleştirdi.

"Bana hiç benzemiyorsun."

Belkide haftalardır benimle ilk konuşmasıydı. Ama bu konuşmasında bile ona benzemediğimi söylüyordu. Zaten ne bekliyordum ki?

"İyi ki de benzemiyorsun."

Cümlesini tamamladığında kendi kendime şaşırıp ona bön bön baktım.

"O kadar güzel, o kadar saf bir yüzün var ki, tüm bu güzelliğini babandan almışsın."

Kaşlarım çatıldı. Dış görünüşten bahsettiğini yeni yeni anlıyordum.

"Biz gençken babanla arkadaşlarımız hep düşünürdü. Alsan'ın bende ne bulduğunu. Çünkü o çok yakışıklı, kariyerli ve iyi biriydi. Bense onun standartlarının altında, soğuk ve basittim."

Her bir kelimesi beni daha çok şaşırtıyordu çünkü annem ilk defa böyle şeyleri benimle konuşuyordu.

"Ara sıra bende onun bende ne bulduğunu düşünmüyor değildim.." Kıkırdadı.

Annem.

Kıkırdadı.

"Ama gönül işte. Bir şekilde sevmişti beni. Her neyse konumuz bu değil."

Parmakları yeniden saçlarımı buldu. Bu kez okşamak için dokundu saçlarıma. Şoktan şoka girerken usulca onu dinlemeye devam ettim. "İnsan senin yüzüne baktığında ne kadar güzel bir şey bu diyor içinden. Bu güzelliğe zarar vermek isteyen çok fazla kötü kalp var. Biliyorum."

Lafı nereye getireceğini merak ederken sonunda ağzında ki baklayı çıkardı.

"Abinin masada ki tavrı, siniri, söyledikleri.. Bana geçmişte ki çirkin bir olayı hatırlattı." Devam etmesine izin vermeden hızla konuştum. "Öyle bir şey değildi ba-" ancak o da beni böldü.

"Görüyorum."

Elini indirdi. Parmakları bağdaştırdığım bacaklarımdan birinde durdu. Destek vermek istercesine sıktı.

"Farklı bir olay, ama Karan'ın aldığı darbe aynı gibi." Gülümsedi. Şu an bu yaşananların gerçek olup olmadığını sorgulamamı sağladı gülümsemesi.
"Ama sözleri, inanıyorum ki sinirinden dolayı yersiz ve aşırıydı. Her ne olduysa onun bam teline dokunulmuş."

"Yani sana."

Başımı eğdim. "Gece" dedi. Eğidiğim başımı kaldırdım ve efendim dercesine baktım gözlerine.
"Bana anlatmak ister misin?" diye sordu yumuşak bir sesle.

Ve o an az önce zar zor durduğum göz yaşlarım, ağlama isteğim, hıçkırıklarım hepsi bir anda geri geldi. Bir anda ağlamaya başladığımda annem şaşkın bir şekilde ellerini bana uzattı ve başımı sardı. Yatakta bana doğru kayıp kafamı omzuna yatırdı. Sesim bastırılırken ağlamam şiddetlendi.

İlk defa annemin omzuna yatıp ağlıyordum. Ve ne yazık ki bu daha çok ağlamamı sağlıyordu.

"Babana aşık olduğum günleri hiç bir zaman unutmam. Her zaman kenarda açık unutulmuş bir film gibi oynar bir köşede o anılar. Aşık birinin nasıl olduğunu çok iyi bilirim Gece. Mevzu ne anlıyorum. Ama Karan'ın derdi ne, bunu göremiyorum. Hadi göster bana. Konuşursan rahatlayacaksın."

Cümleleri sanki sakinleştirici iğne gibi geliyordu bana. Her bir kelimesinde ağlayışım azaldı. Kafamı kaldırıp ona baktım.

"Ben.. ben.."

Ne diyeceğimi bilmiyordum ki. Başını salladı. "Sen aşık oldun" Başımı yavaşça aşağı yukarı salladım. Kalan bir kaç damla yaş bu hareketimle yanaklarıma doğru süzüldü.

"Ama kime?"

Sorusuyla duraksadım.

Ateş.

Sanki bu sorunun cevabı bana uzun zamandır unuttuğum ama yapmam gereken bir şey varmış gibi bir hissiyat oluşturdu.

Ateş. O neredeydi? Şu an ne yapıyordu? Ne yaşıyordu? Nasıldı?

Kendi derdime düşüp onun yanında olamamıştım. Halbuki aynı derdi paylaşıyorduk.

"Ateş" diye mırıldandım istemsizce. Annemin sorusuna cevap vermek için değildi ama o şekildeymiş gibi oldu. Annemin yüzü meraklı bir ifadeye büründü.

"Şu Karan'ın arkadaşı olan sesi güzel çocuk mu?"

Hatırlaması normaldi. Çünkü bir kaç gün önce gittiğimiz gösteride Ateş sahnede harikalar yaratmıştı. Kafamı salladım yeniden.

"Karan sırf onu sevdiğin için mi böyle yapıyor?" Sorusunu sorarken yüzünde oluşan şaşkınlık barizdi. Boğazımı temizledim. Çünkü ağlamaktan ve hıçkırıklarda boğulmaktan boğazım acıyordu artık.

"Tam olarak öyle değil" diyebildim. Durumu açıklamak zordu. Düşünceli bir ifadeyle bana bakan annem yeniden bir tahminde bulundu.

"O halde çocukta seni seviyor ve onun küplere binmesinin nedeni senin hislerin değil çocuğun hisleri oluyor değil mi?"

Tahminine kafamı sallayarak hak verdim. Çünkü haksız sayılmazdı. Kendi kendine konuşur gibi "çünkü geçmişte ki olay yüzünden yine kendini suçluyor sizi tanıştıran kişi o olduğu için" bu kez hızla ortaya atıldım.

"Hayır işte. Bir görebilse Mete olayıyla bunun hiçbir ilgisi yok anne. Ben çok uzun zamandan beri Ateş'e karşı duygular besliyorum. Onlar arkadaş değilken bile. Şimdi aramızda bir şeyler olmaya başladı. Ben yıllar sonra hislerime karşılık aldım ve o da bunu öğrendiği için böyle oldu. Arkamdan iş çevirdiniz diyor. Ve haksızda sayılmaz" derken son cümle biraz içeri kaçmış gibi oldu. Ancak bu durumum annem tarafından komik bulunmuş olacakki yeniden gülümsedi.

"Sence Karan bu detayı umursar mı? Şu an onun gözünden olayı bir incelesene. Senin hislerini koy bir kenara. O çocuğun sana karşı bir şeyler hissetmesinin başlangıcı, seni tanıması, seninle aynı ortama girmesi Karan sayesinde mi oldu?"

Bu soruyu beklemiyordum. "Hem öyle, hem değil."
Ne cevap vereceğimi bilemedim. Annem bu kez elimi eline koydum.

"Bak durum ne olursa olsun sen bunu hak etmedin. Aşık olmak kimseyi kirletmez. Karan'ın cümleleri fazla ağırdı. Sen hala masum bir kızsın. Bunu sakın unutma. Ayrıca hiç bir güç iki kalbin karşısında duramaz. Karan istediği kadar köpürsün. Günün sonunda sevginizi kabullenmekten başka hiç bir çaresi kalmayacak. Kendini üzmene hiç gerek yok. Anlaştık mı?"

Kafamı yukarı aşağı salladım. Konuşmak gerçekten iyi gelmişti. Annemin bu düşüncelere sahip bir insan olduğunu 20 yaşımda öğreniyordum.

"Ne zaman konuşmak istersen ben buradayım."

Son cümlesi içimde koca bir burukluk yarattı. "Keşke her ihtiyacım olduğunda burada olsaydın" demeden alıkoymadım kendimi. Ağzımdan kaçan cümle ile ani bir tepki verdim. Dudaklarımı düz bir çizgi haline getirip söylediklerimden pişman bir şekilde anneme baktım.

Annemin yüzünde buruk bir ifade oluştu. "Haklısın."
Sustu ve bana baktı. "Bir çok kez erteledim anneliği" elimin üstünde ki eli ile bir kaç kez dokundu.

"Ama artık erteleyemem" deyip ayağa kalktı. Hala elimi tuttuğu için kolumda onunla birlikte havalanmıştı. Ben daha başka bir şey söylemeye fırsat bulmadan "şimdi önce elini yüzünü yıka" derken beni oturduğum yerden kaldırmıştı. Odamda ki banyoya doğru ilerlerken "sonra hiç başlamamış kahvaltını bitir" dedi.

Dediklerini bir bir yaptım. Önce yüzümü gözümü yıkamıştım. Sonra kapının önünde beni bekleyen annemle aşağıya inmiştim. Çayım tazelenmiş, masa toparlanmış bir şekilde beni bekliyordu. Aşağıya inerken bir yerlerde unuttuğum telefonumu almıştım. Şarjım azalmıştı ama yinede aklımda dönüp duran şeyi yapabilecek kadar yeterdi.
Masaya oturdum.

"Güzelce yemeğini ye" diyen anneme kafamı sallarken bir yandan da telefonumu açtım. Zaten ekranda görmüştüm. Ateş'ten bir sürü mesaj vardı. Sürekli nasıl olduğumu, nerede olduğumu ve beden cevap vermediğimi sormuştu. Aynı zamanda aramaya çekindiğini de belirtmişti. Parmaklarımı harekete geçirip onu daha fazla merakta bırakmak istemedim.

G: İyiyim, buradayım

Mesajım ile aniden çevrimiçi oldu. Ve çevrimiçi yazısı saniyeler içerisinde yazıyora dönüştü.

Ateş: Ah be Gece

Ateş: Yemin ediyorum sen adamı öldürürsün

Ateş: Dünden beri haber alamadım senden

Ateş: Öldüm meraktan

G: Geç uyandım o yüzden öyle oldu

Ateş: Peki nedir durumlar?

G: Şu an yemek yiyorum bitirince görüntülü arayayım mı?

Ateş: Mı gerekisiz olmuş

Ateş: Bekliyorum sevgilim

G: Tamamdır görüşürüz

Mesajımdan sonra telefonu bir kenara bıraktım. Zaten şarjım bitmek üzereydi. İsteksiz bir şekilde tabağımın yanında ki çatalı kavrayıp yalandan da olsa bir şeyler yemeye başladım.

"Güzelce doyur karnını. Gücünü kaybedersin yoksa."

Annem önünde ki çayını yudumlarken gözleri bendeydi. Kafamı salladım. Güç benim neyimeydi ki şimdi. Yemek istemiyordum. Hiç bir zaman yemek yemeyi seven biri olmamıştım zaten.

"Savaşta güç kaybedilmez."

Cümlesiyle tabağımda ki bakışlarımı ona çıkardım. Dediklerinden gereken şeyi anlamadığımı belirten bakışlarım ile "nasıl yani" diye sordum. Gülümsedi.
"Sen ve Karan. Şu an birbirinize cephe almış durumdasınız. Bak kızım. Aşkın karşısında hiç bir engel duramaz dedim. Ama bunun için karşılıklı bir mücadele vermek gerekir. Karan bu durumu kendi kendine kabul etmeyecek. Onunla savaşman gerekecek. Buna hazır mısın?"

Beni dinlemiyor bile demek istedim ilk önce. Ancak sonra asıl soruyu düşündüm. 6 yıldır aşık olduğum adam için savaşmak istiyor muydum? "Tabi ki evet" diye yanıtladım hem onu hem kendimi. Kafasını salladı.

"Asıl soru, o buna hazır mı?"

Duraksadım. Az önce ki cümlemi yineleyecekken. Biraz düşündüm. Karan şu an nasıl kafa yapısındaydı çözemiyordum. Evet dün çok üzülmüştü. Hayal kırıklığına uğramıştı. Ona bunu yaşattığım için kendimden nefret etmiştim. Yade ile olan ilişkisini bitirmişti. Benim yüzümden.

Ama sabah.

Sabah bambaşka bir Karan ile karşılaşmıştım. Sinir değildi sadece. Sanki bize kinliymiş gibiydi. Sanki bir çocuğun en sevdiği oyuncağını kırmış misafir velediymiş gibi bakıyordu bana. Sanki ona dünyada yapılabilecek en büyük kötülüğü yapmışım gibi.

Ben buna hazırdım evet.

Bence o da bunun için savaşırdı. Bunu dün göstermişti. "Evet" dedim ancak içimde oluşan soru işareti başka bir soruya aitti.

Bu durumda onun ne kadar zarar göreceğiydi aklımda ki soru.

Bu soru beni kemirirken yemeğimi zar zor bitirdim. Tek bir lokma daha yiyemeyecek olduğumda çatalımı bırakıp ayağa kalktım.

"Ben şey, şeyle konuşmam lazım" diyerek anneme baktım. Demek istediğimi anlayıp kafasını salladı. Masanın yanından geçip mutfaktan çıktım. Doğruca odama ilerledim. İlk işim telefonumu şarj aletimle buluşturmak olmuştu. Ardından yatağıma oturup Ateş'i görüntülü aramıştım. Telefon bir kez çaldıktan sonra açılmıştı.

"Balım."

Açar açmaz beni karşılan şey onun yüzü değil gövdesi olmuştu. Balkonda olmalıydı.

"Ateş?" dedim. Telefonu biraz kaldırdı. Yüzünün yarısını gösterirken "duyuyorum" dedi. Kaşlarımı çattım. "Doğru düzgün göstersene yüzünü" dediğimde bakışlarını kaçırdı. Ardından yavaşça kameraya gösterdi yüzünü. Gizlediği taraf gözler önüne çıktığında gözünün altında ki kocaman morluğu ve dudağının yara olmuş kenarını gördüm.

Gördüklerimle dudaklarım kocaman açılırken bir elimle ağzımı kapadım. Yüzümde ki ifade Ateş'in üzülmesine neden oldu.

"Üzme kendini, acımıyor hiç."

Söylediklerine inanmak istedim. Ama bu mümkün görünmüyordu. Konuşurken dahi dudaklarını fazla oynatmamaya özen gösteriyordu.

Az önce ona zarar gelmesinden çekinirken şimdi ona çoktan zarar verdiğimi görüyordum. Dolaylı yoldan olsada.

"Beni boşver, sen iyi misin? Gözlerinin altı kocaman olmuş ağlamaktan" dedi telefona yaklaşıp yüzüme daha yakından bakarken. Bu dediğini es geçtim. "Yüzüne merhem sür" kafasını salladı.

"Sürdü zaten Kutay bir şeyler halledeceğim ben sen rahat ol. İyi ol. Sen iyiysen ben iyi olurum."

Gülümsemeye çalıştım. Ama pek becerebildiğim söylenemez. "Karan'la karşılaştın mı hiç" diye sordu merakla. Yavaşça kafamı aşağı yukarı salladım. Ve bu gün yaşadığım her şeyi tek tek ona anlattım. Annemli kısımları biraz es geçtim. Çünkü onun tek derdi şu an biz değildik. Annesi de vardı.

O yüzden benim annemle yaşadığım güzel bir anıyı ballandıra ballandıra anlatacak değildim. Asla öyle düşünmesede içten içe üzülürdü, biliyorum. Anlatacaklarım bittiğinde ciddi bir tavır takındım.

"Ateş bak, kesinlikle ama kesinlikle Karan'ın karşısına çıkmayacaksın. Onunla hiç bir şekilde karşılaşma. Sana daha fazla zarar vermesini istemiyorum."

Uyarıcı bir tonla konuşmuştum. Bir çocuk gibi söylediklerimi tek tek onayladı. "Tamam balım tamam" dedi uzata uzata. Konuşacaklarımız bittiğinde bir süre birbirimize baktık. Yatakta ki oturur pozisyonumu değiştirip uzandım. O da benim gibi oturduğu koltuğa uzandı.

"Şu an yanında uzanmak, sana sarılmak için her şeyimi verirdim."

Gözlerimi örttüm. "Bende" dedim. "Şu an yaralarından öpmek istiyorum seni" gülümsedi. Ancak dudağının kenarı sızlayınca duraksadı. Acılı bir inleme ile kamerayı kendinden uzaklaştı. Onun canının yandığı kadar benim canımda yanmıştı.

Çaresiz bir durumdaydım.

"Balım ben kapatıyorum. Gidiyim tekrar bir merhem falan süreyim yüzüme gözüme, konuşuruz yine. Tamam mı?"

Önce kafamı salladım sonra "tamam sevgilim" dedim. Vedalaşıp telefonu kapattıktan sonra olduğum yerde uzanmaya devam ettim. Sanki bir gün önce taş taşımışım gibi yorgundum.

Ne zaman uyuyakaldığımın bile farkında olamdım.

...
(Ateş'in ağzından)

"Aah! Salak yavaş ol!"

Bağırıp dudağımın kenarında gezen Kutay'ın eline vurdum. Merhem sürerken canımı acıttığı için. Ancak vuruşum nedeniyle eli daha sert bir şekilde patlayan dudağıma çarpınca canım daha çok yandı.

"Ahh!"

Kutay sinirle "sen bir rahat dursan sorunsuz halledeceğiz aptal" dedi. Ve tekrar beyaz merhemden eline biraz sıkıp dudağıma yöneldi. Yavaşça kremi sürdü. O yaraya dikkat kesilmişken çalan telefonumla duraksadık. Kafamı sesin geldiği yere çevirdim. Masanın üstüne bıraktığım telefona yaklaştım.

Arayan kişi Eris'ti.

Telefonu açıp "efendim canım" dedim. Kutay merhemin kapağını kapatıp elini temizlerken bana bakıyordu.

"Napıyorsun Ataşım" diyen Eris hafifçe gülümsememi sağladı. Havadan sudan sohbet ederken bizi kafeye çağırınca duraksadım. Evden çıkasım yoktu.

"Kanka sonra uğrasak" diye geçiştirmek istedim. Ancak Kutay bana bakıp "gidelim işte kafan dağılır" dedi. Eris'in de telefonda ısrar etmesine karşı daha fazla direnemeyip "tamam yav geliyoruz" dedim. Telefonu kapadıktan sonra ikimizde üstümüze başımıza çeki düzen verip kısa sürede evden çıkmıştık. Park ettiğim arabaya bindiğimizde yavaşça kafeye doğru yol aldım.

Hızlı sürmüyordum çünkü bir gözüm neredeyse görmüyordu. Altı şişmiş olduğu için görüş alanımı kısıtlamıştı. Bu nedenle normalde 15 dakikada gideceğimiz yolu yarım saatte almıştık. Kutay için hava hoştu. O zaten hızı sevmezdi. Ama ben hız tutkunu olarak benden kaynaklanan bu yavaşlıkla yolu gelene kadar canımı teslim etmiş kadar olmuştum.

Arabayı kafenin önünde boş bir yere park ettim. Birlikte kafeye girdiğimizde normalden daha az kalabalık olduğunu görmek beni sevindirdi. Çünkü yüzüm gözüm berbat haldeydi. Kapıyı açtığımızda çalan aptal küçük zil bir kaç kez tıngırdadı.

Masada oturan bir kaç insan otomatikman bize döndü.

"Eris! Ekürilerin geldi!"

Elinde ki tepsiyle bize bakmadan masaya giden Esin'in bağırmasıyla mutfağa açılan kapı aralandı. O sıra siparişi bırakan Esin bize dönmüştü.

"O-ov.."

Yüzümü gördükten sonra bir şaşkınlık mırıltısı çıkardı. Ardından yüksek bir sesle Eris konuştu.

"Lan! Sıfatül eşgalini kim dağıttı senin!"

Yanıma gelip yüzüme daha yakından bakarak incelemeye koyuldu. Derin bir nefes verip "sonra konuşuruz az bir ağzımızı ıslatalım" dedim. Ve yakınımda ki boş masalardan birine doğru yürüdüm. Sandalyelerden birini çekip oturduğumda Kutay'da yan tarafıma kurulmuştu. Eris tam karşıma oturup sorular sormaya devam ederken hiç birini umursamadan cebimde ki telefonu çıkardım.

A: Balım

A: Eris'in kafesindeyim

A: Oturmak için çağırdı

A: Kafa dağıtmak için geldik Kutay'la

Bilgilendirmemi yaptıktan sonra bir süre çevirim içi olması için bekledim. Ancak olmadı. Son konuşmamızdan uykulu olduğunu anlamıştım. Muhtemelen şu an uyuyordu. Bu yüzden zil sesimin açık olup olmadığını kontrol ettikten sonra masaya bıraktım.

"Bak diğer gözünü de ben patlatıcam şimdi! Anlatsana lan!"

Sıkıntılı bir nefes verdim. "Konuşmamı istiyorsan elin boş gelmemeliydin" dedim hafifçe sırıtıp. Gerçekten tek yapmak istediğim kafamı biraz olsun dağıtmak. Biraz olsun düşünmekten uzaklaşmak.

"Aa şimdi anladım.."

İşaret parmağını kaldırıp "bana bir dakika ver" dedi. Ardından masadan kalktı. Önce etrafta dolaşan Esin'in kulağına bir şeyler söyledi. Söyledikleri ikizinin pek hoşuna gitmeyince gerçektende dediğim şeyi anladığını fark ettim. Ardından eliyle bize işaret verince oturduğumuz masadan kalktık.

Eris'in peşinden ilerleyip önce mutfağa girdik. Gizli dolabından çıkardığı şişeleri ve bardakları aldıktan sonra bize yolu gösterdi. Kafenin henüz kullanıma açılmamış bir terası vardı. Tadilatı henüz bitmediği için. Bu nedenle oraya girebilecek tek kişi kafenin sahibiydi. Yani Eris.

Kısa bir süre içerisinde terasta ki bir masayı donatmıştık. Her şey hazır olunca sandalyelerimizi çekip oturduk. Masada ki üç bardak Eris tarafından dolduruldu.

"Anlat artık yoksa sikicem belanı" dedikten sonra doldurduğu bardaktan koca bir yudum aldı. Kendi bardağımı kavrayarak elime aldım.

"Bebeğim, önce sarhoş olmam lazım" dedikten sonra bende bardağı kafama diktim. Büyük bir yudumdan sonra derin bir nefes çektim içime.

"Ulan Allah'a dua et ki seviyorum seni, yoksa yüzünün sağlam kalan kısımlarının mimarı olmuştum şimdiye."

Kafamın dağılmasını istediğimi görüyordu çünkü beni iyi tanıyordu. Bu ortamda beni ondan da iyi tanıyan biri varsa o da hemen yanımızda oturan Kutay'dı. Konuşmak istemediğimi anlayıp hemen olaya müdahale etmişti.

Saatler geçmiş, hava kararmış ama Kutay'ın hikayeleri bitmemişti. Her seferinde ortamı neşelendirmeyi, güldürmeyi başarır ve her seferinde anlatacak bir şeyler bulurdu zaten.

Vakit geçtikçe üçümüzde sarhoş olmuştuk artık. Sabah ki gibi düşünmekten beynimi yemiyordum. Bunun verdiği rahatlıkla gülümsedim.

Ancak hem gülüşüm hem rahatlığım aniden yok oldu. Çünkü aklıma Gece gelmişti. Nereye koyduğumu unuttuğum telefonumu aradım bir süre. Masanın üstü kalabalıktı.

"Lan benim telefonum nerde" dedim. Sarhoş olduğum için dilim kayıyor gibi hissediyordum. Bendim ama bende değil gibiydim. "Cebinde ya gerizekalı" diyen Kutay ceketimin cebinde belli olan telefonu gösterdi. "Ha" diye bir nida çıkarıp telefonu aldım. Ekrana baktığımda hala ondan bir bildirim gelmemiş olması kaşlarımı çatmama engel oldu.

Hala uyuyor muydu?

Yoksa başka bir şey mi olmuştu?

Korku ve endişe duygularımın arasına katıldı. Onu aramak için rehberime girdim ancak kararsızdım. Eğer uyuyor ise en ufak bir seste uyanan biri olduğu için aramam onun uykusunu bölecekti. Eğer cevap vermemesinin başka bir nedeni varsa, işte bunu düşünmek bile istemiyordum.

"Lan Ataşş" dedi uzata uzata Eris. Cümlesine devam edemeden Kutay sandalyesinden kalktı.

"Ben işemeye gidiyorum" dedi bağırarak. Yüzümü buruşturup baktım ona. Ayakta bile zor duruyordu. Yalpalayarak yürümeye başladı. "Tek başına yapabilecek misin" diye sordu Eris gülerek. Kutay baş parmağını kaldırıp onay verdikten sonra kapıya doğru yürümeye devam etti. En azından yürümeye çalışıyordu.

Bense yine eski konumuma döndüm. Dalgın ve düşünceli bir şekilde telefonuma bakıyordum.

"Derdin ne senin oğlum ne! Niye hiç bi bok anlatmıyorsun bana? Herkes bir şeyleri bilirken niye ben hiç bi bok bilmiyorum! Bu kadar mı bizim arkadaşlığımız?"

Bir anda tribe giren Eris elimde ki telefonu çekip aldı. "Anlat lan çabuk. Kim getirdi suratını bu hale? Kiminle kavga ettin. Olay neydi" diye peş peşe soruları dayadı. Sarhoş olmasına rağmen kelimeleri düzgün telafuz edebiliyordu. İçimden vaov derken kafamı göğe doğru kaldırdım.

Benden bir şeyleri anlatmamı istiyordu. Ama benim aklım Gece'den başka bir şey düşünemiyordu ki. İç çektim. "Çok güzel değil mi Gece?"

Eris'te göğe doğru kaldırdı kafasını. Benim gibi yukarı bakarak "evet güzel bir gece ama bunun konuyla ne ilgisi var" dedi sinirli bir sesle. Güldüm. Histerikli bir gülüştü.

"Çünkü çok güzel" diye yineledim.

Sabrının son demlerini sarf ettiğini belli eden sinirli bakışlarını çevirdi bana. "Lan tamam güzel çok güzel! Şimdi anlat ne oldu? Ne yaşadın? Seni kim getirdi bu hale? Ne getirdi seni bu hale?"

"Gözleri."

Aniden söyleyip sustuğum kelimeyle anlık olarak şaşırdı Eris. Ne demek istediğimi anlamaya çalıştı.

"Gözleri çok güzel değilmi Gece'nin?"

Söylediklerime bir cevap beklemiyordum. Sarhoşluğun verdiği etkiyle aklıma gelen bir şarkıyı mırıldanmaya başladım.

"Öylede güzeldi gözleri, bıraksam içine bi kendimii.."

Eris ağzı açık bir şekilde bana bakarken eliyle dur işareti yaptı. "Bi dakka bi dakka sen insan olan Gece'den bahsediyorsun" dedi. Sonra duraksayıp sanki kendine döndü.

"İnsan olan Gece ne amınakoyayım?"

Silkelendi. Tekrar bana döndü. "Sen bu geceden bahsetmiyorsun" derken parmağı ile yukarıyı işaret etti. Söylediği şeyi başımla onayladım. Kafamı bir kere aşağı yukarı sallamam ani bir şok dalgası yaymış gibi oldu. Aşırı şaşkın bir suratla bağırdı.

"Sen Karan'ın kardeşi Gece'den bahsediyorsun!"

Ortama geri gelmeyi başaran Kutay "günaydın" dedi kalktığı sandalyesine otururken. Söylediğiyle öne atıldım.

"Hayır! Gün aymasın!" dedim inatçı küçük bir çocuk gibi. Omuz silkip "hep Gece olsun" dedim. Ayyaş bir sırıtış yüzüme yer edinirken "ben hep Gece olsun istiyorum" diye ekledim.

Kutay göz devirip "tamam aşıksın anladık" dedi. Gülüşüm yüzümde büyüdü. Hala şaşkınlığını atlatamayan Eris sonunda kendine geldi.

"Yüzün peki? Onu kim dağıttı?"

Elli bininci soruşunda artık sorusunu cevaplamaya karar verdim. "Kardeş kavgası diyelim" deyip mola verdim. Bardağımın dibinde kalan son yudumu içtikten sonra bardağı sertçe masaya koydum.

"Karan."

Tıpkı az önce ki gibi sanki şok dalgası geçti yeniden, Eris'in üzerinden.

"Niye lan! Nasıl! Anlatın artık!"

İsyan bayrağını çekmişti. Ağzımı araladım.

"Ben anlatayım istersen" diye araya giren ses ile açtığım ağzımı geri kapadım. Üçümüz birden sesin geldiği yöne döndük. Ve teras kapısında dikilen Karan'ı gördük.

Birden ayağa fırladım. Sinirli bakışları ile bana bakan Karan, Eris'e konuştu.

"Kız kardeşim bunu da yanına alıp benim arkamdan iş çeviriyor."

Bir kaç adım attı bize doğru. "Sonra ben bunları yakalıyorum" dedi. Masaya ulaşıp dibinde azıcık kalmış olan içki şişesini alıp kafasına dikti.

"Ve sonra da bu orospu çoçuğunun yüzünü gözünü dağıtıyorum!"

Avazı çıktığı kadar bağırıp elinde ki artık boş şişeyi yere fırlattı. Şişe bin parçaya bölünürken ettiği küfürle Eris ve Kutay "oovv sakin Karan" diye uyarıcı şekilde ayağa kalktılar.

Bense..

Ben mi?

O kim?

"Ağzından çıkanlara dikkat et!"

Bir anda bağırmam ile Karan'ın tek kaşı havalandı.

"Ne o? Gücüne mi gitti? Halbuki hiçte yalan katmadım hikayeye" diye imayla konuşunca kendimi daha fazla tutamadım ve hızla tüm gücümle Karan'ın üstüne fırladım. İkimiz birlikte yere düşerken yüzüne attım yarım yamalak bir yumrukla kavgayı başlatan aslında ben oldum.

Eris ve Kutay bizi ayırmaya çalışsada ayakta duramaz halde oldukları için Karan'ı üstümden alamıyorlardı.

Evet üstümden.

Yere düştükten sonra Karan hızla üstüme çıkmış ve peş peşe beni yumruklamaya başlamıştı. Attığı her bir yumrukta kafamın sarsıldığını hissediyordum. Ama acı duygum sanki anlık olarak yok olmuştu. Ve tabi yediğim her bir darbede sesler daha uzaktan gelmeye başlıyordu.

"Senin! Ben! Belanı! Sikicem! Kimse! Elimden! Alamaz! Seni!"

Her bir kelimemin ardından bir yumruk daha atıyordu.

"Dur lan artık! Öldüreceksin adamı!" diye bağıran Eris ve Kutay en sonunda ayakta duramayan bedenlerini Karan'ın üstüne yıktılar. İkisi birden onun üstüne düşünce Karan'ı durdurmuş oldular.

Ve benim son gördüğüm şey de bu oldu. Çünkü bundan sonra gözlerimi daha fazla açık tutamadım. Tüm yüzümü kaplayan kan kokusunu alabiliyordum. Ve tabi kanın o sıcaklığını.

Yumruklar kesildiği için mi bilmiyorum ama artık acı geri gelmişti. Her bir hücremin sızladığını hissettim.

Ancak bu da bir kaç saniye sürdü.

Çünkü sadece bir kaç saniye dayanabildim o acıya.

Ve tüm bilincimi o dakika da kaybettim.

Karan'ın beni bırakmasıyla ben kendimi karanlığa bırakmıştım.

...

Öfkeyle kalkan zararla oturur.

Karan'ın tavrı böyle olmamalıydı. Üzgünüm annecim. Yaptıkların hiç hoş değil..

Sizce neler olacak bu saatten sonra?

Hadi buraya tahminleri alalım

Öpüldünüzzz

Continue Reading

You'll Also Like

881K 29.2K 56
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
42K 1.3K 60
♡Hiç bir aşk imkansız değildir.♡
35.2K 1K 75
- Sen hiç vır vır etmeden duramaz mısın? - Sen hiç konuşmaz mısın?
11.2K 593 50
Merhabalar ben bu kitabı çağtucu olduğum için yazıyorum çünkü hep aynılarını okumaya başladım dedim ben niye yazmim ve yazmaya başladım bu hikaye hem...