GAYRİMEŞRU PRENSES

By kayipyazar13

113K 9.3K 1.8K

Gayrimeşru bir prensesten kraliçeliğe gidilen meşakkatli bir yol... En büyük varisi ölen kral, kızını öldürme... More

1.BÖLÜM: Gayrimeşru Prenses
2.BÖLÜM: Saraya İlk Adım
3.BÖLÜM: Taht Odası
4.BÖLÜM: Kabul Töreni
5.BÖLÜM: Balo
6.BÖLÜM: Maskeli Yabancı
7.BÖLÜM: Saraydan Ayrılma
8.BÖLÜM: Düşmüş Yıldız
10.BÖLÜM: Kurtuluş
11.BÖLÜM: Ceza
12.BÖLÜM: Saray Adabı
13.BÖLÜM: Gizlice
14.BÖLÜM: Tahtın Varisi
15.BÖLÜM: Kaçırılma
16.BÖLÜM: Kayıp Prenses
17.BÖLÜM: Kaba Adam
18.BÖLÜM: Son Görüş
19.BÖLÜM: Prens Richard
20.BÖLÜM: Tahtın Yasal Varisi
21.BÖLÜM: Boş Taht
22.BÖLÜM: Tutsak
23.BÖLÜM: Acı
24.BÖLÜM: Öfke
25.BÖLÜM: İntikam
26.BÖLÜM: Dost
27.BÖLÜM: Dost Görünümlü Düşman
28.BÖLÜM: Düşman
29.BÖLÜM: Yüzleşme
30.BÖLÜM: Avuçtaki Kan
31.BÖLÜM: Sevgi
32.BÖLÜM: Terkediş
33.BÖLÜM: Yas
34.BÖLÜM: Yenilgi
35.BÖLÜM: Zindan
36.BÖLÜM: Kan
37.BÖLÜM: Paramparça
38.Bölüm: Günahkar
39.BÖLÜM: Gizli Hazine
40.BÖLÜM: Kraliçe
41.BÖLÜM: Yargılanma
42.BÖLÜM: Kral John
43.BÖLÜM: Evlilik
44.BÖLÜM: Sadakat
45.BÖLÜM: İtiraf
46.BÖLÜM: Uzaklara
47.BÖLÜM: Saadet
48.BÖLÜM: Krallığın Sonu
49.BÖLÜM: Sır
50.BÖLÜM: İntikam Yemini
51.BÖLÜM: Haber
52.BÖLÜM: Çığlık
53.BÖLÜM: Matem
54.BÖLÜM: Kayıplar
55.BÖLÜM: Uyanış (Final)

9.BÖLÜM: İsyan

3K 254 37
By kayipyazar13

Gözüme yansıyan güneş ışınlarıyla yattığım rahat yatakta kıvrandım. "Maira, kapa perdeleri!''

Neşeli sesi gecikmedi. ''Sabah oldu Prenses Hazretleri, kahvaltıya geç kalacaksınız.''

Yüzümü yastığa bastırdım. ''Kahvaltıya inmek istemiyorum,'' dedim huysuz huysuz.

Maira endişeyle yanıma gelip enseme değdirdi ellerini. "Yoksa rahatsız mısınız?''

Yüzümü ona dönüp meraklı gözlerine baktım. Utanç içindeydim. Dün gece Percival'a onu etkileyecek sözler söylemeseydim beni öpmeyecekti ve bende böylesine utanmayacaktım. Üstelik beni öptükten sonra çekip gitmişti. Sanırım yaptığından pişman olmuştu. Bense öpücüğüne karşılık vererek ona duygularım varmış gibi göstermiştim kendimi.

Ondan hoşlanıp hoşlanmadığımı bile bilmiyordum. Bana olan ilgisi beni mutlu etse de bunu başka biri yapsa ona da aynı hisleri besleyebilirdim. Percival'a umut vermek sonrasında da onu üzmek istemiyordum. Üstelik dün gece yaşananlar duyulursa hakkımda yeteri kadar kötü ithamlar varken bir yenisi daha eklenecekti. Kraliyete yeni kabul edilmişken yapmam gereken gönül işleriyle alakadar olmam değil, saray usullerini öğrenmekti. Ama ben gidip babamın en genç danışmanına yanlış anlayabileceği sözler söylüyor ve beni öpmesine müsaade ediyordum. Üstelik beni öptükten sonra benden kaçıyordu.

Tanrım! Bir daha Percival'ın yüzüne nasıl bakacaktım?

Odamın kapısı çaldığında Maira kapıya doğru yürüdü ve kapıyı aralayarak gelenle konuştu. Birkaç saniye sonra kapıyı kapatarak yanıma dönmüştü bile.

''Bay Woodshed sizi yemek salonunda kahvaltı için bekliyormuş majesteleri.''

''Of,'' diyerek yatağa yüzüstü uzandım.

''Neler oluyor? Yoksa dün gece yemekte size rahatsız olacağınız şeyler mi söylediler?''

Homurdandım ve başımı kaldırıp gözlerimden birini kısıkça açarak ona baktım. "Sadece yorgunum Maira. Uykumu alamadım ve bu yüzden bitkinim. Bay Woodshed'e dinlendiğimi söylemelerini ister misin?''

Genç kız gözlerini kısarak bana kuşkuyla baktı. Ardından başını sallayarak yanımdan ayrıldı. Utancım geçene kadar odamdan çıkmayı düşünmüyordum.

🏹🏹🏹

Benim de kendime verdiğim sözü tutma sürem bu kadardı. Utancım geçmemişti fakat odamda öylesine sıkılmıştım ki deliye dönecektim. Sonunda Maira'dan Percival'ın kaleden ayrıldığını öğrendiğimde odamdan dışarıya fırlamıştım.

Koyu yeşil renk, hafif saray elbisemi giymiş ve yalnız başıma bahçeye çıkmıştım. Hayatım boyunca böyle huzurlu bir yer görmemiştim sanırım. Dün gece yıldızlardan dolayı çok beğenmiş olsam da gündüz de ayrı bir güzelliğe sahipti burası. Renkleri inanılmaz canlı bitkiler, ağaçlar ve çiçeklerle kaplıydı yerler.

Etrafta kimseyi görmeyince ilerideki tepeye baktım. Tepede görkemli bir ağaç vardı. Oraya doğru koşmaya başladım. Birkaç dakikanın sonunda nefes nefese kalmıştım. Yine de ağaca vardım. Nefesimi düzene sokmak için yere oturduğumda kendimi çok mutlu hissediyordum. Hayatım sıradan fakat mutlu genç bir kıza aitmiş gibiydi şu an.

Güneşin içimi ısıtmasını istediğimden sırt üstü çimenlere uzandım. Birkaç dakika boyunca hayallere daldım. Ta ki tam üstümde bir gölge hissedene kadar. Gözümü araladım.

''Prenses?''

Başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü sanki. Onun burada ne işi vardı? Maira gittiğini söylemişti.

''Bay Woodshed?''

Hemen ayaklanmaya çalıştığımda gülerek ellerini salladı. "Rahatınızı bozmayın. Hatta müsaadeniz olursa size eşlik edeyim.''

Ses çıkarmayıp geri uzandım ve gözlerimi kapattım. Sessizliğimi bir onay olarak görüp yanımdaki boşluğa kendini bıraktı. Halbuki sessizliğim utancımdandı. Bundan sonra onunla nasıl konuşacaktım?

''Sabah kahvaltıya inmediniz. Bir sorun mu var?''

Beni öptükten sonra kaçtığın için olabilir mi?

Yutkundum. ''Uykumu alamamıştım. Biraz daha dinlenmek istedim.''

Yüzünü bana çevirdiğini hissettim nefes alışverişinden. Yine de gözümü açıp ona dönmedim.

''Yatağınız rahatsız mıydı? İsterseniz başka bir odaya aldırabilirim sizi.''

Nasıl her şey yolundaymış gibi davranıyordu? Belki de sabaha kadar dönüp durduğum için uyuyamadığım neden aklına gelmiyordu? Onun için bir prensesi öpmek basit bir eylem miydi? Hayatında kaç prenses öpmüş olabilirdi ki?

''İlk gecem olduğu için yerimi yadırgamış olmalıyım. Yatağım oldukça rahat. Merak etmeyin, daha kötülerinde de uyudum.''

Güldü. ''Özür dilerim, hep unutuyorum,'' diye mırıldandı kendi kendine.

Gözlerimi açarak hızla ona döndüm. "Neyi? Taşralı bir kız olduğumu mu?''

Yeşil gözlerinin içindeki siyah çukur genişledi. "Yanlış anladınız. Söylemek istediğim o değildi.''

Hayır, o olmalı. Bende alınmış gibi yapmalı ve buradan gitmeliyim.

Ayağa kalktığımda o da benimle beraber kalktı. "Majesteleri! Lütfen bekleyin.''

Koşarak bana yetişti. Önüme geçtiğinde durmak zorunda kaldım.

Lütfen Percy, bırak gideyim.

"Siz gördüğüm en asil prensessiniz. Bu yüzden bazen diğer prensesler gibi en ufak pürüzü önemseyeceğinizi düşünüp size hakkınız olmayan yakıştırmalar yapıyorsam beni bağışlayın.'' Onu umursamadan yanından geçip gittiğimde yeniden peşimden geldi. ''Emin olun size kötü bir söz söyleyemem. Bunu size de kendime de yakıştıramam.''

Ciddiyetle ona baktım. ''Bana kendini bir şartla affettirebilirsin.''

Hızla başını salladı. ''Her ne isterseniz...''

''Seninle kılıç talimi yapmak istiyorum. Ama istersen kimsenin bizi göremeyeceği bir yerde olalım. Kale muhafızlarına küçük düşmeni istemem."

Gülerek tepeden inmeye koyuldum. Birkaç dakika sonra Percival elinde iki kılıç ve bir kalkanla kalenin arka duvarına, yanıma gelmişti.

Kaşlarım çatıldı. "Kalkanı neden getirdin?''

''Size istemeden zarar vermek istemem.''

Kılıcı ondan alırken kahkaha attım. ''Bence kalkanla kendini koruması gereken sen olacaksın,'' dedim ve yaklaşık iki kilo ağırlığındaki kılıcımı kaldırıp ona doğru savurdum.

Kalkanı yere atarak kendini savunmaya geçti. Birkaç dakikanın ardından şaşkın sesini duydum. "Kılıç kullanmayı da nereden öğrendiniz?''

Sesim oldukça keyifliydi. Bir yandan kılıçlarımızın birbirine çarpan sesleri yankılanırken bir yandan da onu cevapladım.

"İnsan birçok kere halk tarafından saldırıya uğrayınca kendini savunmayı öğrenmek zorunda kalıyor. Ağabeyim Edward benimle daima talim yapardı.''

Kılıcımı kılıcına vurup hızla sağına geçtim. Biraz duraksadıktan sonra kılıcım ona isabet edecekken kılıcını kaldırıp kendini savunabildi.

''Hakkınızı vermek lazım. Oldukça iyisiniz.''

Bir anda ben ne olduğunu anlayamadan elime vurup kılıcımı düşürdüğünde ve beni kendi kılıcıyla kafeslediğinde sırtım göğsüne yaslanmış halde buldum kendimi. İkimiz de nefes nefeseydik. Sıcak soluklarını boynumun solunda hissediyor ve ürperiyordum.

''Yine de henüz beni yenmeye hazır değilsiniz.''

Yüzümü yüzüne dönüp oldukça yakın mesafeden parlayan yeşil gözlerine ve alnından çenesine doğru süzülen ter damlacıklarına baktım. Gözleri dudaklarımı bulduğunda gülümseyerek dudaklarına yaklaştım. Ve beni kılıçtan yaptığı kafesten kurtardığı an bileğini tutup sıktım, diğer elimle de kılıcını kavrayıp kolları arasından çıktım. Şimdi kılıcın ucu boynuna değiyor, direkt onu hedef alıyordu.

Alayla güldüm. ''En son ne diyordunuz, Bay Woodshed?''

Ellerini havaya kaldırdı. ''Hakkınızda yanıldığım için beni bağışlayın.''

Sesindeki hayranlığı fark etmemem imkansızdı. Kılıcı yere atarak omuz silktim ve kalenin önüne doğru yürümeye başladım.

''Nereye gidiyorsunuz?''

Cevap vermeden köşeyi döndüm. Dün beni öptükten sonra gittiği gibi onu ardımda bırakarak kaleye girdim.

🏹🏹🏹

Gece yarısı olmuş, kale halkı çoktan uyumuştu. Maira'yı göndermiş odamda oturuyordum. Akşam yemeğine de inmemiştim. Percival bana açıklama yapana kadar da ona bu şekilde yaklaşacaktım. Bugün onunla kılıç talimi yaparak yeteri kadar gardımı düşürmüştüm zaten.

Kale dışından yüksek sesler duymaya başladığımda meraklanarak pencereme doğru adımladım. Gördüklerimle hayrete düştüm.

Ellerinde meşaleler, tırmıklar ve kılıçlarla büyük bir grup kaleye yürüyordu. Neler oluyordu? Yoksa kral babama mı bir şey olmuştu? Endişeye kapılıp seslerden ne dediklerini anlamaya çalıştım. Fakat henüz çok da yakın olmadıklarından bağırışlarının nedenini duyamıyordum.

Bir anda hızla odamın kapısı açıldığında kalbim deli gibi atmaya başladı. Percival elinde kılıcıyla odama girmişti.

''Neler oluyor?''

Gözlerinden endişe kırıntıları dökülürken pencereye, yanıma yaklaştı. Gözlerinin yansımasında halkın yanan meşalelerini görebiliyordum.

''İsyan.'' Gözlerimi iri iri açtığımda kaşlarını çatarak pencereye döndü ve gelenlere bakıp fısıldadı. "Sizi öldürmeye geliyorlar.''

Continue Reading

You'll Also Like

2.7K 491 5
Burası Kalern, On iki ırkın varlığını sürdürdüğü efsanevi bir diyar. Güçlü olan, hüküm sürer. Zayıf olan ise yok olmaya mecburdur. Biz en zayıf ırk...
107K 3.5K 12
Tamam, hadi klâsik bir giriş yapalım... Yılların getirisi ile birlikte , gelişip değişmekte olan , dünyaya ayak uyduramayan erkeklerin soyu -ne yaz...
140K 4.8K 45
Basılmış olan SİZ İSTEDİNİZ! kitabının ilk hali.
Algon Orhol By serro45

Historical Fiction

18.9K 717 53
arkadaşlar hikaye tamamen benim kurgum ve benim fikrimi