KOYU LÂCİVERT SEVDA

By Asli_Han1453

9M 522K 291K

Bir asker ve yârinin hikâyesi... "Bu sevda Bende bittiğinde Sende başlarsa, Seni asla affetmem." "Akif Karan... More

LÂCİVERT | TANITIM
LÂCİVERT | GİRİŞ
LÂCİVERT | BİRİNCİ BÖLÜM ♤ ZEMHERİ
LÂCİVERT | İKİNCİ BÖLÜM ♤ MÂVERA
LÂCİVERT | ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ LÂL
LÂCİVERT | DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ AFİTAP
LÂCİVERT | BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ EFGAN
LÂCİVERT | ALTINCI BÖLÜM ♤ MÜPHEM
LÂCİVERT | YEDİNCİ BÖLÜM ♤ KAR ÇİÇEĞİNİN MÂTEMİ
LÂCİVERT | SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ YARA BANDI
LÂCİVERT | DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ LÂCİVERT SEVDAYA DÜŞEN İLK CEMRE
LÂCİVERT | ONUNCU BÖLÜM ♤ PENCERE DEMİRLERİNDE AÇAN GÜLLER
LÂCİVERT | ON BİRİNCİ BÖLÜM ♤ ACIYA BOĞULAN LÂCİVERTLER
LÂCİVERT | ON İKİNCİ BÖLÜM ♤ DİZ KAPAKLARINDAN ÖPÜLEN KADIN
LÂCİVERT | ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ YAPRAKLARINI DÖKEN ÇINAR AĞACI
LÂCİVERT | ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ YANIMDA KAL, ÇOK GEÇ RASTLADIM SANA
LÂCİVERT | ON BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ SENDEN ÖNCESİ HARDI SONRASI YANGIN
LÂCİVERT | ON ALTINCI BÖLÜM ♤ LÂCİVERT GÖKYÜZÜNDEN DÜŞEN KAR ÇIÇEKLERİ
LÂCİVERT | ON YEDİNCİ BÖLÜM ♤ EVVELİM SEN OLDUN, AHİRİM SENSİN
LÂCİVERT | ON SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ LÂCİVERT GÖZ ÇEMBERİNDE ÇİÇEKLER AÇTIRAN KADIN
LÂCİVERT | ON DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ KURT VE ATEŞE UÇAN USLANMAZ KELEBEK
LÂCİVERT | YİRMİNCİ BÖLÜM ♤ BİR GÖNLE İKİ SEVDA SIĞDIRAN KADIN
LÂCİVERT | YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM ♤ DARGIN
LÂCİVERT | YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM ♤ EVİM ŞU GÖĞSÜNDÜR
LÂCİVERT | YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ KARAYEL FIRTINASINA TUTULAN MOR MENEKŞELER
LÂCİVERT | YİRMİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ DİŞİ KURT
LÂCİVERT | YİRMİ BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ DÜŞ KUYTUSU
LÂCİVERT | YİRMİ ALTINCI BÖLÜM ♤ ÇAKALIN PENÇESİNE HAPSOLAN YARALI ANKA
LÂCİVERT | YİRMİ YEDİNCİ BÖLÜM ♤ ASKER YOLU
LÂCİVERT | YİRMİ SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ VEDA BUSESİ
LÂCİVERT | YİRMİ DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ GECEYE SIĞINMA TALEBİ
LÂCİVERT | OTUZUNCU BÖLÜM ♤ GÖNLÜMDE TÜTÜYORSUN, ASKERİM
LÂCİVERT | OTUZ BİRİNCİ BÖLÜM ♤ SERDENGEÇTİ
LÂCİVERT | OTUZ İKİNCİ BÖLÜM ♤ HASBELKADER
LÂCİVERT | OTUZ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ ŞAİRİN MÜREKKEBİ TÜKENDİ, KALEM KIRILDI
LÂCİVERT | OTUZ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♡ KAN KOKAN KIZIL GONCA
LÂCİVERT | OTUZ BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ GÜZ DÖNÜMÜNDE AÇAN SARDUNYALAR
LÂCİVERT | OTUZ ALTINCI BÖLÜM ♤ HARABE
LÂCİVERT | OTUZ YEDİNCİ BÖLÜM ♤ LÂCİVERT GÖĞÜN KOYNUNDA
LÂCİVERT | OTUZ SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ ALTIN KAFESE HAPSOLAN SERÇE
LÂCİVERT | OTUZ DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ GİRİFT
LÂCİVERT | KIRKINCI BÖLÜM ♤ KANADI KIRK YERDEN KIRILMIŞ GÜVERCİN
LÂCİVERT | KIRK BİRİNCİ BÖLÜM ♤ LÂCİVERT HAYALLER
LÂCİVERT | KIRK İKİNCİ BÖLÜM ♤ EFSUN
LÂCİVERT | KIRK ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ SİYAH BEYAZ GÜLLER PART I
LÂCİVERT | KIRK DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ LÂCİVERT BİR GECE PART II
LÂCİVERT | KIRK BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ GÜNEŞE TUTULAN KARANLIK
LÂCİVERT | KIRK ALTINCI BÖLÜM ♤ MUTLULUĞA DÜŞEN GÖLGELER VE İZLERİ
LÂCİVERT | KIRK YEDİNCİ BÖLÜM ♤ HÜZÜN YÜKLÜ BULUTLAR
LÂCİVERT | KIRK DOKUZUNCU BÖLÜM ♤SICAK BİR YUVA & KIRILAN BİR KALP
LÂCİVERT | ELLİNCİ BÖLÜM ♤ GÖLGELER & KARANLIĞIN İZLERİ
LÂCİVERT | ELLİ BİRİNCİ BÖLÜM ♤ SESSİZLİĞE GÖMÜLEN VEDALAR
LÂCİVERT | ELLİ İKİNCİ BÖLÜM ♤ SAKLI ARZULAR
LÂCİVERT | ELLİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ AŞKA TUTSAK EDİLEN DÜŞLER
LÂCİVERT | ELLİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ BİR KURŞUNA SIĞDIRILAN HAYATLAR
LÂCİVERT | ELLİ BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ ACIYI SEVMEK
LÂCİVERT | ELLİ ALTINCI BÖLÜM ♤ ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER
LÂCİVERT | ELLİ YEDİNCİ BÖLÜM ♤ KAHRAMAN
LÂCİVERT | ELLİ SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ YÜREĞE İŞLENEN KORKU
LÂCİVERT | ELLİ DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ GERİ SAYIM; TİK TAK TİK TAK
LÂCİVERT | ALTMIŞINCI BÖLÜM ♤ BİZİMKİSİ BİR AŞK HİKÂYESİ
LÂCİVERT | ALTMIŞ BİRİNCİ BÖLÜM ♤ SAVRULAN KÜLLER
LÂCİVERT | ALTMIŞ İKİNCİ BÖLÜM ♤ GECESİ ZEHROLAN BİR GÜNE UYANIŞ
LÂCİVERT | FİNAL ♤ KOYU LÂCİVERT BİR GECE & AY TUTULMASI
Özel Bölüm | Duha & Göktürk I
Özel Bölüm | Akif Karan & Berceste I
Özel Bölüm | Duha & Göktürk II
Özel Bölüm | Akif Karan & Berceste II

LÂCİVERT | KIRK SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ GELMEMEYE GİDİŞLER & BAZI KAVUŞMALAR

110K 6.5K 2.5K
By Asli_Han1453

Medya: Akif Karan ve Berceste'nin evi.

Merhaba.

Nasılsınız çiçeklerim?

Oy vermeyi unutmayın. Satır aralarında yorumlarınızı bekliyorum. Keyif alarak okuduğunuz bir bölüm olsun 💜

Yeni yıl için bir dilek bırakır mısınız?

Bir tane de kalp alayım 🖤

31.12.21

KIRK SEKİZİNCİ BÖLÜM

GELMEMEYE GİDİŞLER & BAZI KAVUŞMALAR

Yazardan, Yarım Saat Önce...

Ahuzâr biraz önce Arda'dan aldığı güzel haberlerle keyifle kahvesini içiyordu. Berceste, tam da istediği gibi kısa bir süre sonra hayatlarından tamamen çıkmış olacaktı. Planı hiçbir pürüz olmadan yerli yerinde ilerledikçe keyifleniyordu.

Balayı dönüşünde planı devreye sokacaklardı Akif Karan ve Berceste'nin balayından paylaştıkları mutlu fotoğrafları gördükçe sinirleri tepesine çıkıyordu. Düğüne bile çağırılmayışını çok içerlemişti. Berceste'ye olan nefreti her geçen gün katlanarak büyüyordu. Ailelerine zerre yakışmayan kızı bir an önce başlarından def etmek istiyordu. Aklında bir gelin adayı vardı. Oldukça zengin bir ailenin kızıydı. Torunu o kızla evlendiğinde emindi ki, aralarındaki buzlar tamamen eriyecekti. Hem eğitimini yurtdışında almış biriydi. Kasaba dilberinden katbekat daha kültürlü olduğu besbelliydi.

Zuhal cephesinde ise bambaşka şeyler oluyordu. Dakikalar önce yapılan telefon görüşmesine şahit olduğu andan itibaren eli ayağı titriyordu.

Kayınvalidesi, "Öldürür müsün, kaçırır mısın beni ilgilendirmez. Berceste'yi ortadan kaldır, yeter," demişti.

Bunu nasıl söyleyebilmişti. Bu insanlık dışı konuşması duyuncaya kadar bu denli ileri gideceğini aklının ucundan dâhi geçirmemişti. Artık beklemenin faydasız olduğunu anlamıştı. Bir an önce harekete geçmelilerdi. Yoksa çok canlar yanacaktı.

Bir câniyle birlikte yaşıyorlardı. Buna bir kez daha emin olmuştu. Ahuzâr'ın, Arda'yla mutlulukla konuşması, gelini hakkında söylediği onur kırıcı sözler yenilir yutulur şeyler değildi. Bugüne kadar sabretmişti lâkin sabır taşı çatlamıştı.

Berceste, oğlunun eşiydi. Aralarındaki sevgi bağının ne denli güçlü olduğunu çok iyi biliyordu. Ona gelen zarar en çok Akif'in canını yakardı. Zuhal buna izin vermeyecekti. Durup beklemeye tahammülü kalmamıştı.

Eşine verdiği söz, vasiyet hiçbir şey umrunda değildi artık. Bu kadınla aynı havayı solumak işkence hâline gelmişti.

Ne yapacağını, kimden yardım isteyeceğini bilmiyordu. Polise gitse elinde somut bir kanıt olmadığından dikkate alınmayacağını biliyordu.

Karşısında hiçbir şey olmamış gibi höpürdete höpürdete kahve içen kayınvalidesine öfkesine hâkim olamayarak sesini yükseltti. "Sustum sustum ama artık yeter!"

Zuhal'in ansızın sesini yükseltmesiyle Ahuzâr oturduğu yerde irkilir gibi oldu. Televizyon ekranında olan bakışları sol çaprazında oturmakta olan gelinini bulduğunda kaşları bilinmezlik içinde büküldü. Karşısındaki kadının yüzündeki taptaze öfke ayan beyandı. Bir anda neye sinirlendiğini anlayamamıştı?

Sırtını dikleştirdikten sonra boğazını temizledi. "Ne oluyor Zuhal? Sesinin ayarına dikkat et, karşında çocuğun yok senin."

Zuhal histerik bir kahkaha attı. "Ne olduğunu sen benden iyi bilirsin," Bedenini oturduğu yerde öne doğru kaydırdı. "Yıllarca içindeki kinin, nefretin dinmesini bekledim. Bana yaptığın zulümleri sineye çektim ama artık yeter,"

Ahuzâr zerre anlam veremediği konuşmanın seyrini kestiremeyince sinirlendi. "Ne diyorsun Zuhal? Açık konuş!"

Gözlerini kırpmadan tek solukta konuştu. "Çocuklarımın düşmanıyla iş birliği yaptığını biliyorum,"

Ahuzâr bu kez gerçekten irkildi. Omur iliğinden sırtına doğru inen ürperti hissiyle soğuk terler dökmeye başlamıştı. Bakışlarını her ne kadar ifadesiz tutmaya çalışsa da paniklemişti. "Neyden bahettiğin hakkında hiçbir fikrim yok," üste çıkmaya çalışma aşaması takdire şayandı doğrusu.

Zuhal'in gözleri dolarken başını hayalkırıklığı içerisinde ağırca salladı. "Kürşat'ın vasiyetine ihanet etmeyeyim diye kendi gururumu ayaklar altına aldım. Meğer ne kadar aptalmışım. Oğlum senin bana yaptıkların yüzünden yıllarca bu eve gelmek istemedi. Ben senin yüzünden evladımı karşıma aldım. Ne için?" titreyen elini kaldırıp gözyaşlarını sildi. "Oğluma, çiçeği burnunda gelinime komplo hazırla diye mi?"

Ahuzâr iyice köşeye sıkıştığını hissediyordu. Bu kadar sona yaklaşmışken planının bozulmasına müsaade edemezdi.

"Zuhal iyice saçmalamaya başladın kızım. Sus yoksa kalbini kıracağım," akülü sandalyesini çalıştırarak salon kapısına yönelmişti ki, Zuhal oturduğu yerden can havliyle kalkarak karşısına dikildi.

"O adamı arayıp her şeyi bitireceksin. Duydun mu beni? Çocuklarımın kılına zarar gelirse, seni kendi ellerimle öldürürüm!"

Ahuzâr, Zuhal'in gözlerinde yanan ateşi gördüğünde sertçe yutkundu. Çok ciddi görünüyordu.

"Sen beni tehdit mi ediyorsun?"

"Evet!" diye bağırdı. "Ara, bitir bu iğrenç oyunu!"

Ahuzâr'ın pes etmeye niyeti yoktu. "O kız bu aileye lâyık değil. Aile terbiyesi almamış bir kere. Soyadımıza yakışıyor mu hiç? Benim rızamı almadan nikâh kıydınız. Ama olmaz Zuhal. Göktürk zaten bir hizmetçi parçasıyla birlikte. Akif Karan'ın ki kültürsüzün, yobazın teki. Cemiyetteki herkes bizimle alay ediyor. Akif'i Güralp Holding'in sahibinin kızıyla evlendireceğim. Ne kadar zengin ve kültürlü insanlar, sen de biliyorsun. O kasaba dilberini bıraksın, ben torunuma anlı şanlı bir düğün yapacağım."

Zuhal çığlık atmamak için kendini sıkıyordu. Kadının ağzından çıkan her söz yaralayıcı ve aşağılayıcıydı. Şakaklarından başlayan ince sızıyla alnını sıvazladı. Başına ağrı girmişti.

Gözleriyle hızlıca etrafı taradı. "Arda'yı arayacaksın!" deyip sehpanın üstündeki telefonu alıp yaşlı kadının kucağına fırlattı. "Yoksa polise gideriz. Bundan sonraki hayatını cezaevinde geçirmek istemiyorsan hemen ara o adamı."

Ahuzâr alayla güldü. "Neyi kanıtlayabilirsin ki?"

Zuhal bir anlık öfkeyle orta sehpadaki mevye tabağının içindeki bıçağı kaptığı gibi karşısında pişkin pişkin konuşan kadının boğazına dayadı. Cinnet getirmek raddesine varmıştı. Bu davranışı asla sağlıklı düşünemediğinden yapıyordu. Çocukları için her şeyi yapardı. Onun bu hayattaki tek varlığıydı onlar. Başka dayanağı yoktu ki... Evlatları söz konusu olduğunda bir anne her şeyi yapabilirdi.

Ahuzâr beklenmedik hamleyle korkuyla boğazına bıçak doğrulmuş olan eli tutup çekmeye çalıştı. Korkudan kızarmaya başlayan suratı ve kesilmeye başlayan nefesiyle, "Çek o bıçağı Zuhal!" diye adeta haykırdı. Ahuzâr, gelininin ilk kez gözünü bu kadar döndüğünü görüyordu.

Zuhal yanaklarına düşen sicim gibi yaşların arasından ağlamaklı sesiyle zar zor konuştu. "O adamı durdurmazsan yemin ederim bu bıçakla şah damarını tek hamlede keserim. Beni çocuklarımla sınama! Onlar benim her şeyim. Evlatlarımın saçının teline zarar gelse kahrolurum ben. Arda'yı arayıp bu işten vazgeçmesini söyleyeceksin."

Kalbi korkuyla kasılmaya başladı. Zuhal'in kararlılığı onu iyiden iyiye korkuturken pes etti. "Tamam arayacağım," dedi can havliyle. "Arayacağım, çek artık şunu."

Zuhal duyduklarıyla bıçağı yavaşça yaşlı kadının boğazından çekti. Ahuzâr'ın kucağında duran telefonu işaret etti. "Ara hemen, konuşmayı ben de duyacağım." dedi baskın bir sesle.

Ahuzâr korkudan titreyen elleriyle telefonu kavrayıp Arda'nın numarasını buldu. İlk çalışta açılmıştı. "Sen beni her dakika başı arayacak mısın böyle?" diyen gevşek sesle gözlerini sinirle yumdu. Oğlunun nefret ettiği kadar vardı bu adam. Konuşması bile insanın sinirlerini bozmaya yetiyordu. "Anladık zenginsin de, benim de başka işlerim var be moruk," sırıttığı neşeli sesinden belli oluyordu. Aldığı yüklü miktardaki para sayesinde yaşadığı sefaletten kurtulmuştu.

Yaşlı kadın kupkuru olmuş boğazı yüzünden güçlükte yutkundu. "Zırvalamayı kes," sert sözlerinin aksine sesi oldukça titrek ve korkuluydu. Gözlerini tepesinde dikilen Zuhal'e çevirdi. "Planı iptal ediyoruz,"

Arda işittikleriyle bocaladı. Suratındaki eğlenen ifade saniyeler içinde silinmişti. Burnundan solurken, "Ne saçmalıyorsun lan sen? Çocuk oyuncağı mı bu?" diye çıkıştı. "Her şey hazır. Yurt dışına götüreceğim arabayı bile ayarladım. Sikik sikik konuşma bunak. Vicdan falan yapayım deme sakın. Berceste'yi alıp gidiyorum, bu kadar."

Zuhal karşısındaki iki kişinin ne kadar tehlikeli olduğunun farkına vararak yüzünü buruşturdu. Kalpleri kapkaraydı her ikisinin de.

Ahuzâr gelininin elinde duran, biraz önce boğazına yaslanmış olan bıçağa bakıp sert bir biçimde konuştu. "İptal ediyoruz dedim sana. Verdiğim parayı da alıp toz ol. Başka da bir şey sorma bana."

Arda sertçe burnunu çekip dayılanarak konuştu. "Yok öyle yağma. Bu plan için bir sürü masraf yaptım. Paranın hepsini almadan hiçbir yere gitmem. Ha, paranı vermem diyorsan da yaptığın planı torununa bir bir anlatırım. Artık seni asar mı, keser mi orası üsteğmene kalmış."

Bugün aldığı ikinci tehditle sinir uçları uyarılan Ahuzâr dişlerinin arasından konuştu. "Az sonra paranın geri kalanını da hesabına yatıracağım, Allah'ın belası. Bir daha da arama beni. Bu planı kimseye anlatmaya kalkışma! Mezara kadar aramızda sır olarak kalacak. Elim, kolum uzundur benim. Bir kişinin bile öğrendiğini duyarsam öldürürüm seni, bunu sakın unutma!"

"Tamam ulan tamam, bağırıp durma. Siktin kulağımı, kart karı. Bir daha da sakın benden bir şey istemeye kalkışma." deyip telefonu Ahuzâr'ın yüzüne kapattı.

Telefonu kapatan Ahuzâr sert bakışlarını Zuhal'e doğrulttu. "İstediğin oldu mu? Çekil şimdi önümden." Yenilgi ona göre değildi. Berceste'den kurtulamayacakları kesinleşmişti.

Zuhal tehditkâr ifadesini bozmadan, "Eğer bir daha o pis ellerini çocuklarımın üzerine uzatırsan zerre acımam sana," deyip bıçağı sehpaya gelişigüzel firlattı. "Az sonra şoför seni huzurevine götürecek," diyerek son anda bombayı patlattı.

Başından aşağıya kaynar sular dökülen yaşlı kadın bir süre donup kaldı. "N-ne saçmalıyorsun sen?"

"Kürşat'a verdiğim sözün hükmü bugün sona erdi. Siz artık bu ailenin saygı duyduğu büyüğü değil, yüz karasısınız Ahuzâr hanım. Son yaptığınız şeyler affedilecek gibi değil. Bana yapacağın her kötülüğe katlanırdım ama çocuklarıma zarar vermene göz yumamam,"

Ahuzâr'ın kalbi sıkışmaya başladı. Bu ev Kürşat'a, oğluna aitti. Kendi evinden nasıl kovulabilirdi ki?

Gözlerinden fışkıran öfkeyle, "Bu ev benim oğlumun evi. Sen kimi kimin evinden kovuyorsun?" diye serteldi. Tepkilerinin sertliği yüzünden sol göğsünün altında bir sancı belirdi. Elinin teki kalbinin üzerine giderken yüzünün rengi beyazlaşmaya başlamıştı.

Zuhal umarsızca arkasını dönüp salondan çıkmadan evvel, "Eşyalarını toparlamaya başlasan iyi edersin," dedi. Bu kadınla daha fazla aynı havayı solumak istemiyordu. Arda meselesinden Akif'e en kısa sürede bahsetmesi gerekiyordu. Ahuzâr'a ne olursa olsun güvenemezdi.

Bundan sonraki dakikalar Ahuzâr için bir boşluktan ibaretti. Bedeni yavaş yavaş uyuşmaya başlamıştı. Kaburgaları sivri birer ok olup kalbine batarken, soluk alıp verişleri düzensizleşti. Göğüs kafesini çepeçevre saran ağrıyla soğuk terler dökmeye başladı.

Bu ev onun için çok kıymetliydi. Her köşesinde oğlunun anıları vardı. Kürşat'a duyduğu sevgi çok başkaydı. Şimdi giderse o sevgi de eksilecekmiş gibiydi.

Elinin birini boğazına sardı. "Bu ev Kürşat'ımdan emanet," diye sayıkladı. "Gidemem." bedeni öne doğru meyillenirken vücudu sandalyeden aşağıya sarktı. Başı şiddetle dönüyordu. Yardım istemeye bile gücü yoktu. Sesi soluğu çıkmıyordu.

Şoför arabanın hazır olduğunu söylediğinde Zuhal yeniden, hiç görmek istemese de, Ahuzâr'ın yanına çıktı. Ancak salon kapısında gördükleriyle olduğu yerde put kesildi.

Ahuzâr'ın sandalyeden devrilip yerde kıvranan bedenini görünce hızla içeriye adımladı. "Neyin var?" dedi korkuyla. Diz çöküp yaşlı kadının nabzını kontrol etti. Nabzı çok düşüktü.

Yaşlı kadın, "Yardım-" tamamlayamadı. Elini göğüs kafesine bastırıyor, nefes almaya çalışıyordu. "Kalbim-" diyebildi.

Zuhal aşağıya, "Ambulans çağırın!" diye bağırdı. Etrafına bakınıp telefon arıyordu ancak ne kendi telefonunu ne de kayınvalidesininkini göremedi.

Ambulans gelinceye kadar yerde ağrıdan kıvranmaya devam etmişti, Ahuzâr. Gözlerinden akan yaşlarla kendisi için çırpınan gelinine baktı. Zuhal biraz önce yaşananlara rağmen onun için kendini parçalıyordu. Hatta ağlıyordu. "İyi olacaksın," diyordu ancak olmayacağını biliyordu.

Tüm yaşadıkları ve yaşattıkları gözlerinin önünden film şeridi gibi geçerken gözyaşları şakaklarına doğru ince yollar çizdi. Ölümü hissetmişti.

Hastane yolunda acı siren sesleri arasında elini tutan gelininin yüzüne uzun uzun baktı. Ona yaptığı bütün kötülüklere rağmen yanında oluşuyla kendinden utandı. Yanında ne kızı ne de oğlu vardı. Yalnızca Zuhal vardı. Ailelerine dâhil olduğundan beri dünyayı dar ettiği gelini, Zuhal. En küçük torunu Göktürk'e gebeyken zehirleyip öldürmek istediği Zuhal. Şehit oğlunun emaneti Zuhal...

Ağzındaki oksijen maskesinin altından, "Hakkını helal et, Zuhal," dedi. Ancak sesini duyuramadı. Zuhal'in nasıl merhametli olduğunu bildiğinden ölmeden evvel helallik almak istemişti ama olmamıştı. Gözleri usulca kapanırken geriye yalnızca Zuhal'in feryatları kalmıştı.

Berceste'nin Anlatımından...

21 gün.

Zaman su misali akıp geçti derler ya hani, bu kez öyle olmadı. Her gündüzü ve geceyi kalbimizi paramparça eden ızdırap dolu bir acı içinde tükettik. Bazı anlar geldi, biz de tükendik.

Bilemezsiniz. Kimin ne yaşadığını öylesine söylenmiş bir sözün, insanı saatlerce nasıl boşluğa baktırdığını, saatlerce nasıl ağlattığını bilemezsiniz.*

Oysa bu acı kayıpta gözümden tek bir damla yaş düşmedi. Duygusal bir insandım, bazen ufacık bir şey bile ağlamama sebep olabilirdi. Ancak şimdi sanki ağlamamaya yeminliymişim gibi gözümden bir damla yaş akmıyordu.

Günlerdir yas tutulan eve giren çıkanın haddi hesabı yoktu. Ağlayanlar, feryat edenler, bir de benim gibi yüzünde tek mimik oynamadan öylece boşluğa dalıp gidenler vardı.

Akif Karan'ın babannesi ölmüştü. Geriye çocuklarına ve torunlarına bıraktığı derin bir üzüntü kalmıştı. Lâkin benim kalbimde yaprak kımıldamıyordu. O kadının ölümü bende hiçbir tepkiye sebep olmamıştı. Zira ölmeden evvel bizim için hazırladığı akla hayale sığmayan planı öğrenmiştim.

Bizim canımızı yakan adamla iş birliği yapmaya kalkışmıştı. Ancak onun planlarını yerle bir eden ilahi adalet tecelli etmişti. Canımızı yakamadan canından olmuştu. Vicdansız biriydi. Onunla geçirdiğim kısa zaman diliminde buna emin olmuştum. Ölmeseydi hiç acımadan bize zarar verecekti. Bu yüzden ölümüne üzülememiştim. Bu beni vicdansız yapar mıydı? Yapsa bile umrumda değildi. Karşımızda canımıza kast etmeye çalışan biri varken ağlamam mümkün değildi.

Tek üzüntüm Zuhal annemdi. O kadının ölümünden en fazla etkilenenlerden biriydi. Çünkü Ahuzâr Hanım kalp krizi geçirmeden önce büyük bir tartışmanın içerisinde olduklarını söylemişti. Tartışmanın konusu elbette Arda'yla yaptığı iş birliğiymiş.

Bir anda fenalaşmış, kalp krizi geçirmiş, hastaneye varmadan ambulansta kalbi durmuş ve ölmüş.

Elimdeki tepsiye kahve fincanlarını yerleştirerek iki yanındaki tutma kısımlarını kavradım. Akif Karan'ın amcaları ve eşleri bu sabah mevlüt için yeniden gelmişlerdi.

Evin yardımcısı Hasibe teyze yemek hazırlığında olduğundan kahveleri ben yapmıştım. Sorun kahve yapmak değildi, misafire her zaman değer verirdim elbette ama oldukça kalabalık oluyorlar ve bir zaman sonra hizmet etmek insanı yormaya başlıyor.

Dikkatli adımlarla salona ilerlemeye başlamıştım ki antrede yapılan muhabbeti duyunca adımlarım bıçak gibi kesildi.

Akif'in en küçük amcasının eşi Gülizar hanım yüksek telden konuşuyordu. "Yaşlı başlı kadını şu koskocaman yalıya sığdıramadı ya Zuhal, pes yani,"

Onu tanıdığım kadarıyla konuşkan ve bir o kadar da sivri diliyle herkesi birbirine düşürecek potansiyelde biriydi. Eşi ve çocukları onun aksine sessiz, sakin insanlardı. Cenaze esnasında bile söylenip durmuştu.

Eltisi Ferhunde ona katıldığını belirtircesine bir nidayla karşılık verdi. "Al benden de o kadar. Hem kadının parasının içinde gününü gün et, hem de evinde isteme. Oh ne alâ memleket. Kadıncağızın kahrından kalbi durdu,"

Kaşlarım her ikisinin de saçmasapan yorumlamalarıyla büsbütün çatıldı. Ahuzâr hanımı hiç tanımıyorlardı sanırım. Çünkü başka türlü Zuhal anneme bu kadar yersiz ithamlarda bulunmaları mümkün değildi.

En büyük amcanın eşi konuşmaya sert bir giriş yaptı. "Cenaze evinde böyle gereksiz muhabbetlere gerek yok hanımlar. Dedikodunuzu evinizde yapın. Ayrıca hanginiz evine almak istedi kayınvalidesini. Bende dâhil hiçbirimiz istemedik onu. Zuhal ona yaptığı işkencelere, söylediği kötü sözlere rağmen el üstünde tuttu. Ona yaptığı eziyetlerin birini bize yapsaydı değil evimizde barındırmak, yüzüne bile bakmazdık,"

Gülizar hanım bozulan ifadesiyle, "Öyle tabii ama sonuçta Kürşat abimin emanetiydi," diye ağzının içinden birkaç şey geveledi.

"Kürşat abi annesinin yaptığı işkenceleri biliyor muydu ki? Gebe kadına zehirlemeye kalkıştı annesi. Bu hangi vicdana sığar Gülizar? Zuhal'in yerinde olsam bir dakika katlanmazdım ben o kadına,"

Salon kapısında ansızın beliren bedenle yüzümü buruşturdum. Bu gereksiz muhabbete hiç şahit olmaması gereken biri dâhil olmuştu.

"Annemi zehirlemeye çalışan babaannem miydi?"

Göktürk'ün bomba etkisi yaratan sorusuyla herkes suspus olmuştu. Onun bu meseleyi bilmediğini Akif söylemişti. Şimdi öğrenmesi pek hoş olmamıştı.

Gözlerinin akını saran damarları kızararak belirginleşmiş olan irisleri ateş saçarken sorusunu yineledi. Ancak kimse tek kelime etmedi. Biraz önce dedikodu yaparken bülbül gibi şakıyan kadınların ağzını şimdi bıçak açmıyordu.

Göktürk uzayıp giden sessizliğin içinde sabırsızca, "Yenge cevap versenize!" diye çıkıştı.

Elimdeki tepsiyi tezgaha bırakarak mutfaktan çıktığımda Göktürk'le göz göze geldik. Koskocaman adamın göz bebeklerinin titreyişine şahit oldum. Bu aileye dâhil olduğumdan beri bana hep küçük kardeşimmiş gibi yaklaşan Göktürk'ün yaşadığı hayalkırıklığı içimi sızlattı.

Babaannesinin ölümü onu derinden üzmüştü. Akif Karan'ın o kadına olan nefretinden ötürü ne hissettiğini anlayamasam da Göktürk duygularını son derece belli etmişti.

Elleriyle yüzünü sertçe sıvazladı. Kısık ancak baskın bir tınıyla kendi kendine mırıldandı. "Abim bu yüzden ondan ölesiye nefret ediyordu," sertelen bakışlarıyla yüzümü süzmeye başladı. "Sen de biliyor muydun yenge?" diye sordu. Tereddütle yanına yaklaştım. Diğerleri sessizce salona geçmişti. Bir nevi kaçmışlardı.

Küçük bir çocuk gibi boynunu büktü. Elleri güçsüze iki yanında sallandı. "Ben son yaptıklarına rağmen o kadın için üzülüp ağladım,"

Üzüntüsüne dayanamayarak kollarımı iki yana açtım ve küçük bir oğlan çocuğu gibi masumiyetle düşürdüğü omuzlarına kollarımı sardım. Bu sarılışa ihtiyacı varmış gibi bana sığındı.

"Yıllarca aynı sofraya oturduk biz onunla. Hiç mi yüzü kızarmadı bana bakarken?" ağladığından pürüzlenen sesiyle konuşmasını sürdürdü. "Ben onun için defalarca abimle kavga ettim. Abim onu bu evde istemedikçe ben ona karşı çıktım. Babamın emaneti dedim. Annem neden anlatmadı ki... Ona yaptığı zulmü bilsem, o kadına değer verir miydim hiç. Neden susup içine attı, değer miydi?"

"Annen o kadar fedakâr bir insan ki, Göktürk..." dedim kısık bir sesle. "Eşinin vasiyetini yerine getirmek için her şeyi sineye çekmiş. Ona kızma olur mu? O senin ve abinin mutluluğundan başka bir şey istemiyor. Ahuzâr hanıma bakmak zorunda kalmış. Bu zehirlenme meselesini bilirsen aynı çatının altında yaşamak istemeyeceğini bildiğinden saklamıştır,"

Önce sırtımdaki ellerini ardından bedenini geriye çekti. Yaşlarla kaplı gözlerini sildi. "Ona kızmaya hakkım yok ki yenge. O bize hem anne hem baba oldu. Keşke böyle büyük bir yükle yaşamak zorunda kalmasaydı."

"Keşke..." dedim içim burkulurken.

Keşkeler bazen fayda etmiyordu.

Zuhal annemin tansiyon hapını ve sürahiden doldurduğum bir bardak suyu alarak üst kata çıktım. Evdeki kalabalıktan başım ağrımaya başlamıştı. Merdivenleri bitirip Zuhal annemin odasının kapısına ulaştığımda parmaklarımı avcuma katlayarak eklem kısmıyla acı kahve rengindeki ahşap kapıyı iki kez tıklattım. İçeriden aldığım onay verici mahiyetteki nidayla kapının kulpunu sessizce aşağı indirdim.

Perdeleri hafif aralık durduğundan loş bir aydınlığa hâkim olan odanın içine girip kapıyı kapattım. Geniş odanın kuzey cephesindeki duvar dibinde bulunan çift kişilik yatakta uzanmakta olan kadın beni görünce tebessüm etti. "Sen miydin annem?" yavaş hareketlerle sırtını yastıktan ayırıp doğruldu. "Gel kuzucum,"

Yanına vardığımda eliyle yanındaki küçük boşluğa oturmamı istercesine vurdu. Oturmadan önce su bardağı ve hapın olduğu küçük şeffaf kutuyu uzattım. "Yemekten sonra ilaçlarını almadan odana çekilmişsin. Bir sorun yok değil mi?"

Hapı kutusundan çıkarıp suyla yutmuştu. Boşalan bardağı komodinin üzerine yerleştirip yorgun bakışlarını üzerime çevirdi.

"Yok kızım, iyiyim. Bugün akşama kadar misafir ağırlayınca biraz yorulmuşum,"

Misafirler uzaktan geldiğinden yatıya kalmışlardı. Sanırım bir hafta onlara hizmet edecektik.

Elimi kavrayıp dizinin üzerine koydu. "Sen de çok yoruldun. Akif Karan görevden döndüğünde buraya gelmesin. Sen onun yanına git,"

"Olur mu öyle şey anne? Yorulmuyorum, iyiyim ben,"

Akif Karan son iki haftadır görevdeydi. Balayı dönüşü direkt İstanbul'a gelmiştik. Cenaze bizim geldiğimiz gün defnedilmişti. Bir hafta sonra Akif Karan operasyon için çağrılınca ben Zuhal annemi yalnız bırakmamak için burada kalmıştım. Hem Arda'nın ne yapacağını da kestiremediğimiz için Akif evde tek başıma kalmamı istememişti.

"Yeni evlisiniz kuzum. Bizim misafirimiz bitmez. Hem Defne'nin doğumu da yakındır. Belli etmese de son zamanlarda çok stresli. Yanında olup destek olursun, kardeş gibi oldunuz."

"Sen kendini toparla önce," dedim, önceliğim onun iyi olmasıydı. Tansiyonu sürekli yükseliyordu. Sağlık problemleri son olaylardan sonra maalesef artmıştı.

İç geçirdi. "Kime ne iyilik yaptım da Allah sizin gibi iki merhametli gelin çıkardı karşıma. Sen de Duha'm da etrafımda pervane oluyorsunuz. Ne kadar teşekkür etsem az."

Dudaklarımda sıcacık bir gülümseme oluştu. "Altın gibi bir kalbin var anne. Bize aile olan sizsiniz. Aslında beni ailenize dâhil ettiğiniz için benim size teşekkür etmem lâzım,"

Başını ağır ağır salladı. Gözleri bir noktaya sabitlenirken yaşlarla kaplandı. "Ben o kadından çok çektim kızım. Bu yüzden kendime hep dedim ki; Akif'imin ve Göktürk'üm eşleri gelinim değil kızım olacak. Siz benim gözümde öz evladım gibisiniz,"

Merhametli yüreğine bir kez daha hayran oldum. Ne kadar güzel seviyordu. Her kalp bu merhameti taşıyamıyordu.

"Ben annemi çok küçük yaşta kaybettim. Hep en büyük korkum kötü bir üvey annenin eline düşmekti. Babamın evleneceğini ögrendiğimde günlerce gözyaşı dökmüştüm," o günler gözlerimin önüne gelirken iç çektim. "Semiha abla bana bir fiske bile vurmadı ama kardeşinden görmediğim eziyet kalmadı," dolan gözlerimi sildim. Şimdi her ikimizde ağlıyorduk. "Ben hep anne hasretiyle büyüdüm. Sonra Akif bana sizi getirdi. Sen şimdi kalbimdeki o anne hasretiyle oluşan koca boşlukları sevginle kapatıyorsun," deyip gülümsedim.

"Ah benim güzel Berceste'm," beni kolları arasına aldı. "Allah annenin mekanını cennet eylesin. Dünürümü tanımayı çok isterdim. Ama eminim ki senin gibi güleryüzlü, güzel kalpli bir kadındı."

Burukça tebessüm ettim. "Öyleydi, çok güzel bir kalbi vardı."

Kahvaltı masası oldukça kalabalık ve gürültülüydü. Duha yüzünü bana yaklaştırarak kısık bir sesle, "İstersen seni bugün bu kalabalıktan kurtarabilirim," diye mırıldandı.

Kaşlarım sözlerinin akabinde kavislendi. Bakışlarımı masadakilerin üzerinde gezdirdikten sonra fısıltıyla karışık sordum. "Nasıl?"

"Dersim öğleden önce bitecek. Birlikte alışveriş yapalım, ne dersin?"

Normalde alışveriş yapmaktan pek hazzetmesem de sırf dedikoducu yengelerin boğucu sohbetinden kaçmak için düşünmeden kabul ettim.

"Olur. Ben gitmeden birlikte vakit geçirmiş oluruz hem," dedim onun sohbetini sevdiğimden.

Kahvaltıdan sonra yengeler beni aralarına alarak evliliğimiz hakkında sorular sormaya başlamışlardı. O kadar meraklılardı ki, bazen soruları karşısında donup kalıyordum. Bizim yatak odasında yaşadığımız özel hayatımız başkalarını neden ilgilendiriyordu mesela.

"Kaç çocuk istiyor Akif?" Gülizar yengeden gelmişti bu soru.

Akif istiyor... Çocuğu ben doğuracaktım. Kaç çocuk düşünüyorsunuz diye sorsa daha mantıklı olabilirdi.

"Şu an çocuk düşünmüyoruz,"

Ferhunde yenge büyük bir şaşkınlıkla, "Hi! Yoksa kısır mısın?" diye sordu. Gözlerimi dehşetle açarak kadına bakakaldım. Ne biçim konuşuyordu öyle.

En büyük amcanın eşi Naime yenge, "Ferhunde!" diye çıkıştı. "Yeni evli onlar. Elbette öncelikleri birbirleri olacak. Evleneli ne kadar oldu ki hemen çocuk derdine düşsünler," Sonunda aralarında mantıklı konuşan biri vardı. "Sen çalışıyor musun kızım?" diyerek konuyu değiştiren kadına minnetle baktım.

"Şu an çalışmıyorum. Ama Diyarbakır'a döndüğümde çalışmaya başlayacağım,"

"Aşçıydın sanırım. Zuhal öyle söylemişti,"

Başımı salladım.

Ferhunde yenge, "Zuhal şanslı canım. Gelinleri tahsilli," dedi. Masmavi gözlerini üzerime dikmesiyle oturduğum koltukta rahatsızca kıpırdandım. Zuhal annem nazarının çok değdiğini söylediğinden beri tedirgindim açıkçası. Kadının sivri bakışları insanı ürkütüyordu.

Duha'nın gönderdiği mesajla izin isteyerek dedikodu grubunu yalnız bıraktım. Zaten yanlarından koşarak uzaklaşmama ramak kalmıştı.

Alışveriş merkezine vardığımda Duha beni bir kafede bekliyordu. Beni görünce oturduğu yerden kalktı. "Kaçabilmişsin," deyip güldü. Yanaktan öpüşüp karşısındaki sandalyeyi çekip oturdum. "Sayende," dedim kıkırdayıp.

Masaya gelen garson menü bıraktığında, "Aç mısın?" diye sordum.

"Yok. Kahve içeceğim. Diyete başlayacağım zaten yarın,"

Bakışlarım otomatikman göbeğime çevrildi. Son bir ayda kilo almıştım. "Ben de başlayayım ya," deyip menüyü kapattım. "Göbeğim çıkmış,"

"Olur birlikte yaparsak hem daha istikrarlı devam ederiz,"

Birer kahve söyleyip havadan sudan konuştuk. Kafeden çıktıktan sonra mağazaların olduğu kata geçip alışverişe başladık. Duha sonbahar koleksiyonlarından kendine trençkot tarzında şeyler almıştı. Ben öyle bakınıyordum. Pek alacağım bir şeyler yoktu. Mağazaların önünde ilerlerken favori markalardan birinin vitrinindeki elbise gözüme çarptığında duraksadım. Kırmızı ve bordo renge karşı tuhaf bir çekim hissetmeye başlamıştım.

Duha da bakışlarımın adresini takip ederek elbiseyi alıcı gözle inceledi. "Denemeye ne dersin, bakışarak olmayacak gibi," deyip güldüğünde ben de güldüm.

Mağazaya girip görevliden elbisenin bana olacak bedenini istediğimde kısa sürede getirmişti.

Üzerimdeki elbiseyle deneme kabininden çıktığımda Duha ıslık çalarak abartılı bir tepki verdi. "Vaov, tek kelimeyle bayıldım,"

Aynadan bedenimi süzdüm. Vücudumdaki tüm kıvrımları belli eden elbiseyi kendime yakıştırmıştım. Bacağındaki yırtmaç fazla gibi duruyordu. Bu yüzden emin olmak için Duha'nın fikrini sordum.

"Ben de beğendim ama bacak dekoltesi çok mu fazla?"

Dekolteyi inceleyerek dudak büktü. "Ben mâlum yürümemden kaynaklı bu tarz uçuk elbiseler giyemem ama sana çok yakışıyor,"

"Yürümenle ne alakası var güzelim? Kendini böyle sınırlandırma, Duha,"

"Bu duruma alışalı çok oluyor, Berceste. Emin ol girdiğim her yerde herkesin irite edici bakışları beni buluyor,"

İnsanların güzellik ve estetik anlayışı çok rahatsız edici olabiliyordu. Onu daha fazla üzmemek için konuyu kapattım.

Elbiseyi alarak mağazadan ayrıldığımızda Göktürk aramıştı. Ders çıkışı o da yanımıza geldiğinde birlikte boğaz kenarında bir restorana gidip yemek yedik.

İstanbul'a gelişimin otuzuncu gününde Akif Karan'ın görevden dönmesi ve Zuhal annemin ısrarlarıyla Diyarbakır'a dönmeye karar vermiştim. Baş sağlığına gelenlerin epey azaldığı, herkesin günlük rutinine döndüğü bir zamanda döndüğüm için içim rahattı.

Havaalanına beni yolcu etmeye gelen Duha ve Göktürk'le vedalaştıktan sonra uçuş saatine az bir zaman kala yanlarından ayrıldım. Yolculuğun büyük bir bölümünü uyuyarak, son on beş dakikasını da kitap okuyarak bitirmiştim. Uçak inişe geçtiğinde içimde tarif edemediğim bir mutluluk vardı.

Biraz önce okuduğum kitapta altını çizdiğim satırlar aklıma geldiğinde dudak kıvrımlarımda belli belirsiz bir tebessüm belirdi.

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Beş Şehir isimli kitabında şu satırlar yer alıyordu: Bir şehri sevdiren ve özleten dağ taş toprak değil, o şehirde yaşayan insandır. Tam da bu yüzden, hiç gitmediği bir şehri dahi sevip özleyebilir insan. Çünkü herkesin evi, göğsünde taşıdığı insanın dizinin dibidir. Çünkü, mesafe denilen şey yalnızca, anlamsız birer sayıdır.

Diyarbakır'da çok kısa bir süredir yaşıyordum ama uçaktan indiğimde sanki memleketime gelmişim gibi içim kıpır kıpırdı. Bana bu şehri sevdiren eşimdi. Çünkü benim evim Akif Karan'dı.

Dışarıya çıktığımda tekerlekli bavulumu peşimde sürüklemeye başladım. Bir yandan da gözlerimle etrafı tarayarak Akif Karan'ı arıyordum.

Kalabalığın arasında uzun boyu ve heybetli bedeniyle kendini nihayet belli etmişti. Gözlerinin rengini aratmayacak koyu mavi polo yaka tişörtü geniş omuzlarını, siyah keten pantolonu ise uzun ve kaslı bacaklarını sarmıştı. Tişörtünün yakasına siyah güneş gözlüğünü geçirmiş, kıstığı keskin bakışlarıyla etrafa bakınıyordu. Saçlarını kestirdiğinden gözüme biraz farklı görünmüştü.

Adımlarımı hızlandırdım. O hâlâ beni görmemişti. Aramızdaki kalabalığı aşarak yanına ilerlemeye başladım.

"Akif Karan," dedim az bir mesafe kala. Bir aydır birbirimizi görmüyorduk. Dün gece saatlerce telefonda konuşmuş olsak da yüz yüze gelmek bambaşka hissettiriyordu.

Seslenişimle keskin bakışları anında beni bulmuştu. Kemikli yüzündeki gerginlik silinirken, kalın kıvrımlara sahip dudakları güzel bir kavis kazandı.

Mesafemiz bir adıma düştüğünde bavulun çekeceğindeki elimi serbest bıraktım. Sabırsızca parmak uçlarımda yükselerek hızla onun kollarının arasına girdim. Yuvasına kavuşan kuş misali huzurluydum. Sırtıma doladığı kaslı kollarıyla bedenlerimizi uyumla birbirine yaslamıştı. "Çok özledim," dedim özlem dolu sesimle.

"Berceste'm..." diye kısık ve etkileyici bir şekilde fısıldadı. Birbirine bastırılmış hâlde duran dudaklarım özlediğim sesiyle hafifçe aralanırken titrek bir nefes aldım. Kalbim heyecandan boğazımda atıyordu.

Benden epey uzun olan boyundan dolayı biraz öne eğilmişti. Yanağımı göğsünün üzerine yasladım. Kollarımla yetişebildiğim kadar onun belini sarmıştım. Burnumu ona has olan kokusuyla harmanlanmış olan boynuna sürttüm. Kelimelerle anlatamayacağım kadar çok özlemiştim.

Başımın tepesine yaslanan kalın dudaklarıyla saçlarımı uzun uzun öptü. Nefesinin kuvvetli esintisi kalbimin hızını arttırmıştı. Sırtımdaki eli bollaşınca biraz geri çekildim ama hâlâ kollarının içindeydim.

Lâcivert gözleri saf özlemle çevriliydi. Kusursuz yüzü yüzüme yaklaştı. Elinin birini yanağıma çıkardı ve sıcak avcunu tenime yasladı. Dalgalı siyah saçları bana doğru eğildiği için alnına dökülmüştü.

"Evine hoş geldin yavrum," dedi erkeksi tonlamasıyla.

Sesinin kendine has ritmi olduğum yerde titrememe neden oldu. Çok özlemiştim. Şu an onu öpücüklere boğmak istiyordum.

Alnımdan uzunca öptü. Sonra onu öpmem için çenesini yaklaştırdı. Parmak uçlarımda yükselip yeni tıraş ettiği, hâlâ tıraş losyonu kokan çenesine dudaklarımı bastırdım. Amacım kısa bir öpücük bırakıp geri çekilmekti ama işler hiçte benim düşündüğüm gibi olmadı.

Çenesinden usulca kayan dudaklarım boynuna ilişti. Şah damarının üzerine sıkı bir öpücük bahşettim. Akif'in belimdeki kolu sıklaştı. Beni bedenine yapıştırdı. "Hoş buldum," dedim kendim bile zor duymuştum sesimi. Beni etkisi altına alması çok kolay oluyordu.

"Gidelim mi, güzelim?"

Sorusuyla ondan uzaklaştım. Gülümseyerek başımı 'evet' anlamında salladım.

Elimi kavradı. Bavulumu da aldığında yan yana otoparka doğru ilerlemeye başladık. İlgisi tamamen benim üzerimdeyken, "Yolculuğun nasıl geçti?" diye sordu.

Başımı sağ omzuma eğdim. "Güzeldi, bol bol uyudum."

Esmer suratını aydınlatan çarpık gülümsemesiyle konuştu. "O zaman uykunu almışsındır,"

Yaptığı imayı anlayıp utangaç bir şekilde önüme döndüm. Bir aylık ayrılıktan sonra sanki ilk kez bu tarz konuları konuşuyormuşuz gibi utanmıştım. Akif'in güldüğünü görmesemde biliyordum.

Oldukça yüksek, jipe benzeyen bir askeri arabanın yanına gelince Akif cebinden arabanın anahtarını çıkardı. "Sen geç güzelim, ben bavulu bagaja koyayım."

Kilidi açılan arabanın ön kapısını açarak bindim. Siyah deri kumaştan oluşan konforlu koltuğa bedenimi bıraktığımda yol yorgunluğunu yeni fark ediyordum. Bagajı kapatan Akif'de şoför kapısını açıp bindi.

Bana dönüp göz kırpıp anahtarı kontağa taktığında dişlerimi göstererek gülümsemeden edemedim. Ağzı kulaklarında olmak deyimi şu an beni tasvir ediyordu.

Araba güçlü bir motor sesiyle çalıştığında kemerimi takıp sırtımı rahatça koltuğa yasladım. Yola çıktığımızda etrafı seyretmeye başladım. Yaz mevsimi olduğundan caddeler oldukça kalabalıktı.

"Özlemişim buraları," dedim Akif'e dönerek.

Kolunu pencereye yaslamış, baş parmağını dudağının kenarında dolaştırıyordu. "Bu şehir bizim memleketimiz oldu güzelim. Birbirimizi burada bulduk,"

Başımı ona doğru yaklaştırdıktan sonra dizinde duran elini kavrayıp kucağıma çektim. Bakışlarını kısa bir an yoldan çekip bana baktığında elini daha sıkı tuttum. "Senin olduğun her yer benim memleketim olur,"

Alt dudağını ıslatıp keyifli bir sesle konuştu. "Beni öpmek ister gibi bakıyorsun,"

Dudağımı büktüm. "İstiyorumdur belki,"

Tek kaşını kaldırarak, "Bana böyle şeylerle gel diyorsun yani," dedi.

"Ben bir şey demiyorum ama sen öyle dememi istiyorsun galiba,"

Sözlerim onu güldürdü. Kısılan gözlerine bakıp iç geçirdim. "Açıksözlü karım nerede kaldı diyordum ben de,"

Bileğine kaydırdığım elimle dirseğine doğru uzanan belirgin damarların üzerinde parmaklarımı gezdirdim. "Sensiz günler geçmek bilmedi," dedim hayıflanarak. "Yengelerinle geçirdiğim günler tam bir fiyaskoydu,"

"Bir araya gelince çok tehlikeli oluyorlar,"

"Çok konuşuyorlar Akif. Bir insan nasıl bu kadar çok soru sorabilir ya. Makine gibiydiler,"

"Canını sıkacak bir şeyler söylediler mi?"

Dilimi damağıma vurdum. "Yok, yani biraz saçmaladıkları noktalar oldu ama annem ya da büyük yengen gereken cevabı verdi. Ben saygısızlık etmemek için kendimi tuttum, terslemek istemedim,"

"İyi yapmışsın yavrum. Yemeği dışarı da mı yiyelim?"

"Evde bir şeyler hazırlarım, yorgunum biraz," dedim. Ayaklarımı uzatıp evimde keyif yapmak istiyordum. Dışarıya çıkasım yoktu. Kocamla baş başa vakit geçirmeyi özlemiştim.

"Sen yol yorgunu olursun diye Defne yemek göndermiş. Buraya gelmeden önce Tuğrul bırakıp gitti,"

"Ya canım Defne'm," dedim mutlulukla. "Sağ olsun. Sanki annemizmiş gibi düşünüyor bizi,"

"Öyle," dikiz aynasından yolu kontrol ettikten sonra kenetli ellerimizi kendine çekip elimin üzerinden öptü. "Çok özlemişim ulan seni,"

Gülüp burnumun üzerini kırıştırdım. "Ben de ulan," dedim onun gibi. "Çok özledim seni kocacığım,"

Alt dudağını ısırıp erkeksi bir şekilde güldü. "Bu gece özlem gideririz, bir aydır karıma hasretim."

Elimi enseme atıp kaşıdım. Fazla açık konuştuğunda bocalıyordum. Bileğimin iç kısmına dudaklarını yaslayıp öptü. "Gözlerini kaçırma bebeğim," dedi nefesi tatlı tatlı tenime dağılırken. "Sırtımdaki tırnak izlerini bile ne kadar özlediğimi tahmin edemezsin,"

Göz ucuyla baktığımda etkileyici bakışlarının üzerimde olduğunu gördüm. "Böyle konuşma,"

"Böyle konuşmamı sevdiğini biliyorum, hatun. Yan çizme,"

Yutkunup sessiz kaldım. Yalanlayamazdım, hoşuma gidiyordu.

On iki katlı yan yana dizilmiş üç binanın bulunduğu geniş sitenin önüne vardığımızda arabanın hızı düştü. Otomatik kapısının açılmasıyla bahçeye girdik. Bundan sonra yaşayacağımız yeri detaylıca incelemeye başladım. Binanın yeni yapı olduğu belli oluyordu. Sitenin bir köşesinde küçük çocuk parkı ve oturmak için çardaklar vardı. Diğer köşede ise otopark bulunuyordu. Arabayı park alanının en sonundaki boş kısma park etti.

Kapısını açınca bende ona eşlik ettim ve indim. Bagajdan çantamı almış ve arabayı kilitlemişti. Arabanın önünden dolanıp yanıma ulaştı. "Nasıl, beğendin mi?"

"Evet," dedim incelememi sürdürürken. "Merkezde olması güzel, ulaşım daha kolay olur,"

Çok sakin bir muhit değildi. Ana caddeye yakın olduğumuzdan gürültülüydü.

"Ehliyet kursuna yazdıralım seni. Ben olmadığım da arabayla istediğin gibi gezersin,"

"Buraya gelmeden önce benim de aklımdan geçti aslında,"

Elimi avcunun içine alarak binaya ilerledi. Bende onu takip ettim. Sıcacık teni elimi hemen ısıtmıştı.

"İyi olur senin için. Gizem geçen yıl ehliyet aldı. Soralım, memnun kaldıysa ve güvenli bir yerse sen de o kursa gidersin,"

"Tamam," dedim heyecanla. Araba kullanmayı çok istiyordum aslında. Şimdi bunu Akif'in dillendirmesi beni mutlu etmişti. Kendi ayaklarım üzerinde durmayı, işimi yapmayı her şeyden çok istiyordum.

Dört haneli şifreyi girdiğinde kapı tık sesiyle açıldı. Zor açıldığı belli olan kapıyı eliyle itti. Geçmem için işaret verdi. "Geç güzelim,"

Ellerimizi ayırmak istemesemde içeri adımı atmak için onları ayırdım. Peşimden hemen o da içeri girip kapıyı kapattı.

Asansöre bindiğimizde ellerimiz gibi gözlerimiz de kavuşmuştu. Sessizdik. Son kata gelince asansörün kapısı açıldı. Katta tek bir kapı olması bana tuhaf gelmişti.

"Bu katta neden bir daire var?"

"Pek insan canlısı olduğum söylenemez."

Alaylı söylemine gülümsedim. "Yoksa beni eve hapis mi edeceksin?"

"Seni altından bir kafese kapatıyor da olabilirim, kar çiçeğim," deyip göz kırptı.

Siyah renkteki kaliteli pantolonun cebinden anahtarlık çıkardı. Koyu kahverengi çelik kapı açıldığında "Gel bakalım evimize," diyerek içeri geçti.

Bende onun arkasından orta genişlikteki koridora giriş yaptım. Duvarlar ve zeminin fayansı beyazdı ve evin güneş aldığı belliydi. Antre bile aralık kapılardan aldığı ışık sayesinde oldukça aydınlıktı. Bavulu ayakkabılığın ve portmantonun olduğu dolabın önüne bıraktı. Spor ayakkabılarımı çıkardığım da Akif Karan dolabın ince, uzun beyaz kapağını açmış ve ikimizin de ayakkabılarını raflara yerleştirmişti.

"Önce evimizi gezdireyim sana."

İlk kapıdan girdiğimizde epey geniş bir mutfak karşıladı bizi. Tam hayal ettiğim gibi, kocamandı. Bu şehirdeki evler genellikle çok büyüktü. Akif Karan geniş ve kalabalık aile yapısına uygun yapıldığını söylemişti.

Mutfağımın dekoru ahşap ve siyah üzerineydi. Beyaz eşyalardan bir kısmı koyu griydi, onun dışında dolaplar ahşap, tezgah ise siyahtı. İki cephesi uzun pencerelerden oluştuğu için ferahtı. Ortadaki tezgah detayına bayılmıştım. Gün içinde zamanımın büyük bir kısmını burada geçirecektim.

"Tam hayalimdeki gibi bir mutfak burası," dedim heyecanımı bastıramadan. "Her detayı çok güzel olmuş,"

"Seni en mutlu eden şeyin yemek yapmak olduğunu biliyorum yavrum. Bu yüzden ev seçerken ilk incelediğim yer mutfak oldu. Dekorasyon beni biraz zorladı ama değdi,"

Avcumu yüzüne koyup yanağından öptüm. "Teşekkür ederim bir tanem. Kendim seçsem bu kadar olurdu,"

"Bütün heyecanını mutfakla tüketme. Evin üçte ikisini görmedin henüz,"

Geniş bir terası andıran balkonuyla salonum da harikaydı. Mobilyalarımızın bir kısmı ambalajlarından çıkarılmamıştı ama yine de mükemmel görünüyordu. Sütlü kahverengi ve haki yeşil rengindeki oturma grubu fotoğraftakinden daha güzeldi.

"Perdeleri sen mi taktın?"

"Biz balayındayken Tuğrul ve Gizem halletmiş,"

Evimizin her detayında hepsinin emeği vardı. Onlara minnettardım. Biz buradan uzaktayken evin tüm gereksinimlerini ailemiz halletmişti.

Banyo ve şu an fazlalıklarımızın bulunduğu oturma odasının ardından koridorun sonundaki odanın önünde durduk.

Akif Karan koyu renk ahşap kapıyı açarak, "Burası da yatak odamız," dedi.

Lâcivert renk perdelerimiz, odanın ortasındaki -normalin üzerinde bir büyüklüğe sahip- yatağımız ve bir duvarı tamamen kaplayan gardırobumuzu hevesle inceledim. Her şeyimizle yeni baştan bir hayata başlıyorduk.

Belime sardığı kaslı koluyla beni kendine çekti. Sırtım geniş göğsüne yaslandı. Boşta kalan eliyle omuzlarımdan aşağıya dökülen saçlarımı tek tarafta topladı. Açıkta kalan boynumda hissettiğim dudaklarıyla kirpiklerim kıvrılarak kapandı.

Nefesinin yakıcı hissiyatıyla tenime kondurduğu sayısız öpücük neredeyse beni bayıltacakdı.

"Nihayet kendi evimizde baş başa kalabildik,"

Karnımın üzerindeki eli ufak dokunuşlar yapıyordu. "Her şey çok güzel görünüyor, sen de beğendin mi?"

"Sen varsın içinde, beğenmemem mümkün mü?"

"Akif," dedim nazlı nazlı. "Tüm bunlar gerçek değil mi?"

Çenesini omzuma bastırdı. "Gerçekliğini test etmek ister misin?"

"Nasıl?" dedim titrekçe soluyup.

Beni yavaşça kendine çevirdi. Yüz yüze geldiğimizde bakışlarının yoğunluğu kalbimi tekletti. Alnını alnıma bastırıp ferah nefesini dudaklarıma üfledi. "Bir aydır seni düşlüyorum. Nasıl olduğunu sen daha iyi bilirsin güzel karım,"

Dudaklarımız birbirine sürtündüğünde nefesimi tutup ağırlaşan göz kapaklarımı usulca kapattım. Yüzümü iki yandan kavrayan elleriyle tutunma ihtiyacıyla avuçlarımı göğsüne yasladım. Kalın dudaklarıyla dudaklarımı ansızın birleştirdi.

Sıcak kuytularında eriyip gitmeye başlayan kalbime uyup ona aynı aşk ve tutkuyla karşılık vermeye başladım. Alt dudağımı yer gibi öpüp emdiğinde inledim. Belimi okşayan elinin baskısı artarken geriye doğru adım atmamı sağladığında düşmemek için kollarımı boynuna doladım.

Dudakları çok yoğun bir biçimde beni tüketirken sırtım hiç yumuşak olamayan bir düşüşle yatakla buluşmuş ve aynı anda Akif Karan'ın geniş gövdesini üzerimde bulmuştum. Dudaklarımız birbirinden koptuğunda çoktan boynumu talan etmeye başlamıştı. Sıcak dokunuşları beni mest ederken boynumun ince derisinde hissettiğim dişlerinin baskısıyla ayak parmaklarımı içi büktüm. Kalbim çok hızlı ve düzensiz çarpıyordu. Üzerimdeki tişörtün eteklerini kavrayarak hızla bedenimden uzaklaştırdığında onun hızına yetişemediğimi fark ettim. O kadar hızlı hareket ediyordu ki, sadece izlemekle yetinebiliyordum. Bacaklarımı baldırlarımdan kavrayarak iki yana açıp arasına yerleştiğinde çoktan bambaşka alemlere kayıp gitmiştim. Bedenlerimiz bir bütün hâline geldiğinde, onu her zerresiyle hissetmeye başladım. Belimin altına kayan parmakları etime gömülüp beni kendine bastırdı. Pantolonumun düğmesine ilişen parmaklarının hareketini durduran şey çalan kapı oldu. "Biri mi gelecekti?" dedim göğsüm körük gibi kabarıp sönerken.

Akif'in kaşları derince çatılırken birbirimizden uzaklaştık. "Ulan kesin Argun sülalesini toplayıp geldi," diye homurdandı. "Ben daha karımla hasret gideremedim, size ne oluyor anasını satayım,"

Üzerimdeki bedenini ittirip hızlıca biraz önce sıyırıp yere fırlattığı tişörtü alıp giydim. "Söylenme, sevdikleri için geliyorlar," deyip aynadan saçımı başımı düzelttim. Dudaklarım öpüşmekten şişmiş ve boynum ısırık izlerinden dolayı kızarıklarla kaplanmıştı. "Akif Karan! Bu boynumun hâli ne?" diye kısık bir sesle bağırdım. "Ben şimdi bunları nasıl saklayacağım?

Üzerindeki lagosun kırışan yerlerini ve pantolonunun önünü düzeltip çarpık bir gülümsemesiyle konuştu. "Bir aydır hasretim diyorum yavrum, seni yemediğime dua et,"

Sırtımda salınan saçlarımı göğsümün üzerine doğru alarak boynumu kapatmasını sağladım. Fular bağlamak mantıklıydı ama şimdi bavuldan nasıl bulacaktım ki?

Yatak odasından çıktığımda yarı yolda belimden tutulup onun gövdesine çekildim. "Açmasak mı?" dedi boynuma derin bir öpücük bırakmadan önce. Dişleriyle derimi kavrayıp çekiştirmesiyle ağzımdan kısık bir inilti döküldü. "Lütfen dur, Karan," sırtımı yakan sıcaklığıyla kendimi dizginlemeye çalıştım. "Açmazsak ayıp olur. Birkaç saat oturur giderler zaten,"

"Evde olduğunuzu biliyorum lan, açsanıza!" Tuğrul'un kapının diğer tarafından gelen sesiyle gözlerimi irileştirdim. Hızla Akif'in kollarının arasından sıyrıldım.

Akif Karan sertçe, "Senin ayarsız dilini sikeyim Tuğrul!" diye bağırdı.

"Çene çalacağına kapıyı aç üsteğmen bozuntusu,"

Kapıyı açtığımda karşımda Tuğrul ve kucağında sevimli suratıyla gülücükler saçan Oğuz Kağan vardı. "Şükür lan, Viyana kapısına dayandık sanki. Bir kapıyı açamadınız,"

Kucağıma gelmek için kollarını öne uzatan Oğuz Kağan'a uzandım. "Benim minik bebeğim gelmiş," deyip Tuğrul'a döndüm. "Hoş geldin,"

"Sağ ol yengecim. Sen de hoş geldin,"

"Hoş buldum,"

Akif Karan hiç de misafirperver olmayan tavrıyla, "Senin nöbetin yok mu lan, ne işin var burada?" dedi.

"Var kardeşim. Defne'nin sabah sancısı vardı. Az önce yine ufaktan kasılmalar başlamış. Doğum için hastaneye yatışını yapacaklar. Bu minik sıpa bu gece sizde,"

Akif Karan ağzının içinden homurdandı ancak hemen arkamda olduğundan onu duymuştum. "Şansımı siksinler benim."

Dirseğimi karnına geçirdim. "Kalsın tabii. Defne iyi mi?"

"İyi iyi, korkulacak bir şey yok. Argun abi gece sancı tutar da hastaneye yetişemezsek diye erkenden gidelim dedi,"

Tuğrul yeğenini ve eşyalarını teslim edip gittiğinde kapıyı kapattım. Kucağımda bıcır bıcır bir şeyler anlatan bebeğin yanağını öptüm. "Seni çok özledim bebeğim," dedim minik suratına sevgiyle bakarken. Sevinç dolu bir çığlıkla kollarını boynuma sardı.

Akif Karan çatılmış kaşlarıyla, tombul kollarını koala gibi boynuma dolamış olan bebeğe bakarak, "Ulan velet, karıma ben böyle sarılmadım. Çek ellerini!" deyip belinden tutup kendi kucağına almasıyla Oğuz Kağan neşeyle cıvıldadı. "Aba güzel!"

Anlaşılan harika bir gece bizi bekliyordu.

Oğuz Kağan ile geçecek muhteşem bir gece bizi bekliyor... 👆🏻 Akif Karan bolca kuduracak gibi 🤭

Ahuzâr'ın ölümüne inanmışsınızdır artık, plan falan yok 😂

Zuhal'in tepkisi yerinde miydi? Siz olsanız nasıl tepki verirdiniz?

Minik bebişle geçecek olan geceden okumak istediğiniz sahneler neler?

Bölüm hakkında düşünceleriniz neler?

Finale doğru adım adım ilerlerken okumak istediğiniz, eksik kalmasın bu da yaşansın dediğiniz sahneleri not düşer misiniz?

Seviliyorsunuz.

2022'nin sağlık, mutluluk, huzur ve sınava giren çiçeklerime başarı getirmesini diliyorum...

Mutlu yıllar. ❤

Continue Reading

You'll Also Like

102K 4.8K 81
Kwon Taekjoo, Rusya'ya git ve 'Anastasia'yı bul. Milli İstihbarat Teşkilatı'nın yıldızı 'Kwon Taekjoo', Rusya ile Kuzey Kore (namı diğer DPRK) arasın...
777K 43.8K 36
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
3M 153K 64
Hayatı boyunca kimseyi sevmemiş, tek derdi vatan, bayrak ve ülkesi olan asker ile hiç sevildiğini hissetmemiş, kalabalık içinde yalnızlığı hisseden b...
Zeynep By Jutenya_

General Fiction

553K 38.9K 34
Güzeller güzeli Zeynep... İki adam ve bir kadın. Afran'ın mutlu olmak istediği tek masal prensesi Zeynep'ti. Zeynep'in masalında aşık olduğu prens...