Elisa - Kehanetin Ateşi

By Azizegkc

53.1K 4.8K 1.4K

Korkunç bir tuzağa düşürülerek öldürülen Ela, yazdığı bir romanın büyülü evreninde yardımcı karakterlerden bi... More

~Tanıtım~
~1~
~2~
~3~
~4~
~6~
~7.1~
~7.2~
~7.3~
~8~
~9~

~5~

3.7K 509 125
By Azizegkc

Güneşin kızıl ışıkları gri bulutların ardından sızmaktaydı. Yıkımın parmakları gözün alabildiğine uzanıp bir savaş alanına dönmüş saraydaki yaşayan her canlıyı yok etmişti. Kesik insan ve at uzuvları her yerdeydi. Can çekişen yaratıkların tiz çığlıkları, birbirine çarpan çeliklerin çınlamalarıyla kulakları dolduruyordu.

Ateş eski bir dost gibi cesetleri kucaklarken genizi dolduran dayanılmaz koku duman, kan ve çürümüşlüğün karışımıydı, insanda nefes almayı unutma isteği uyandırıyordu.

Tüm bu kaosun ortasında günışığı kadar parlak bir kadın görüyordum.

Erimiş altına benzer gözlerine bakıyordum. Dalgalı kızıl saçları omuzlarının arkasından yerlere kadar dökülüyordu. Sanki güneşten bir parçaydı. Etrafını çevreyen uhrevi bir ışık var gibiydi. O kadar kusursuz ve ilahi görünüyorduki ona bakmaktan alamıyordum kendimi. Bir görünüp kaybolan beyaz ışıktan kanatlarıyla tıpkı gökyüzünden inmiş bir meleği andırıyordu.

Ancak birşeyler yanlıştı. Bütün bu inanılmaz görüntüye karşıt bir sorun vardı. Kadın yaralıydı.

Beyaz ve ince kemikli ellerinin örtemeyeceği kadar büyük bir yarası vardı göğsünde. Eti ve kemikleri tek bir kılıç darbesiyle kesilmişti. Kan bir nehir gibi oluk oluk dışarı akmaktaydı.

Ona bakarken göğsümde bir karıncalanma hissettim sanki tanıdık birşeyler vardı. Sanki acısını içimde hissediyordum ve duyduğu acı, acım çok fazlaydı. Bir rüya gördüğümü biliyordum ama rüya aleminde acı olmazdı... Uyanabilmek için neler yapabileceğimi düşündüm. Bedenimi biraz olsun hareket ettirebilsem, gözlerimi kırpabilsem, uyababilir tüm bu acıdan ve gördüğüm yabancı kadının perişanlığından kaçabilirdim. Bunu istiyordum ama bir türlü kaçamadım.

Yaklaşmakta olan ölümün çığlıklarını kadınla beraber işitiyordum.

Bu his de tanıdıktı. Ölmek. Öleceğin anın yaklaştığını bilmek.

Bütün tanıdık hislerden kurtulmayı denedim ama ellerim ve ayaklarım bağlanmış bir şekilde bana sunulan ana tanıklık etmeye zorlanıyordum. Gitmek ya da kalmak benim tercihlerime bağlı değildi.

Kadın kanla kaplı sağ elini kaldırdı, bu eylem yaşamından birkaç saniyeye bedel gibiydi ve bütün acısı yüzüne anbean işleniyordu. Neye bu kadar ulaşmak istediğini anlamak için elini takip ettim ve baktığım yerde gri-siyah bir sis bulutunun olduğunu gördüm. Sis yaşayan bir varlık gibi hareket ediyor, kıvrılıp, bükülüyordu. Daha dikkatli baktım, sanki sisin içinden çıkıp kadına yaklaşmakta olan bir şey vardı. Ne olduğunu görmek istedim ama sis öylesine koyu ve yoğundu ki, içerisinde neyi sakladığını görmek mümkün değildi. Sadece içerisinden sızan, dalgalanarak yayılan karanlık gücü hissedebiliyordum. En karanlık arzuların karışımı gibiydi, ölümcül bir baskıydı.

Sonra sisin içerisinden çıkan mor bir ışık hüzmesi gözlerimi aldı.

Işık büyürken sisten duvar parçalanıp çökmeye, sürünerek merkezdeki dev kozaya doğru çekilmeye başladı.

Kozanın aslında kanatlar olduğunu fark ettim ama bu kanatlar, kadının kanatları gibi ince ve narin beyaz tüylerden değildi. Kuzgun tüylerini andıran, büyük, bıçak kadar keskin görünen siyah tüylerle kaplıydı. Kanatlar açılıp sahibinin omuzları üzerinde yükselerek ona insanüstü bir görünüm kazandırdı.

Genç bir adamdı. Güçlü hatlarını ve esmer altın renkli pürüzsüz cildindeki erkek güzelliğini göz ardı etmek mümkün değildi. Kaslı vücut hatlarını ortaya çıkaran dar kesimli savaş kıyafetleri kuşanmıştı. Gece karası saçları darmadağınıktı. Perçemleri, kapalı gözlerinin üstüne düşmüştü.

Aldığı hiçbir nefes ona yetmiyor gibi hızlı hızlı ve derinden nefesler alıp veriyordu. Sol elinde bir kılıç vardı ve kılıcını öylesine sıkı tutuyordu ki, parmak boğumlarının herbiri bembeyaz kesilmişti. Başını ağır ağır iki yana salladı. Şakağına elini bastırıyor, onu rahatsız eden her ne ise geçmesini umuyordu. Sıkıca yumduğu gözlerini yavaşça araladı.

Nefesimi tuttum.

Siyah gür kirpiklerin çevrelediği mor gözler bir çift ametist taşıydı. Büyüleyiciydi.

Kadın ne kadar ilahi bir varlığa benziyorsa adam da bir o kadar yeraltı dünyasında fırlamış bir ölüm tanrısına benziyordu. Yeryüzüne inmiş yaşayan bir gölgeydi, karanlık bir rüyaydı.

"D-Dianthe? Dianthe..."

Bir âşığın mırıltısını andıran sesi vücudumdaki tüm kasları, kemikleri, hücreleri adeta ürpertti. Sesinin güzelliğine hayran olurken, kadının adını söylediğini çok çok sonrasında fark ettim. Dianthe, diye sordum. İsim benim için bir gizemdi. Daha önce duyduğumu anımsamıyordum.

Mor gözler, savaş meydanının her bir köşesine baktı. Bir an benim olduğum yere bakıp sabit kaldığında nefes almayı unuttum. Beni gördüğünü sanıp ürktüm ama bu bir yanılsamaydı, bir göz kırpma kadar zaman için onun gerçekten beni gördüğünü ve bana doğru adım attığını sanmıştım ama adam başını çevirip aradığı kişiye, kadının olduğu yere baktı, onu gördü. Bir anda gözlerindeki huşu içindeki bakışlar değişti ve bilinci yerine gelir gibi gözlerinde bir ateş parladı. Ametist gözleri bir yerdeki kanlar içindeki kadına bir de elindeki kanlı siyah çeliğe bakıyordu. İşte o zaman tenine ateş değmiş gibi parmakları gevşedi ve kılıcı bir köşeye fırlattı.

Kadının yanına gitti. Onlarca cesedin arasından geçip insan gözlerimle takip edemeyeceğim kadar hızlı hareket etmişti.

Dizlerinin üzerine çökmüş ve titreyen elleriyle Dianthe diye seslendiği kadına doğru uzanmıştı. Elleri yüzünün güzelliğinin aksine bir canavarın pençeleri gibi görünüyordu. Siyah ve pullu görünen parmaklarındaki tırnaklar, uzun kaba ve jilet kadar keskindi. Tırnaklarının arası kurumuş kanla doluydu. Bir görünüp kaybolan büyülü sis, parmaklarının uçlarında dans ediyordu.

Adam bu görüntüden tiksinmiş gibi yüzünü buruşturdu ve aynı anda elleri tekrar değişim geçirerek, zarif insan ellerine dönüşüverdi.

Dianthe'nin zayıf, yaralı bedenini dikkatle kucağına aldı. Elinde beliren bir kumaş parçasını kadının göğsüne, zincir zırhının içindeki açık yaranın üstüne bastırdı.

Dianthe elini havaya kaldırdı. Kolları öylesine zayıftı ki kırılacak gibi incecik görünüyordu.

Adam başını eğdi ve Dianthe'nin elinin istediği yere dokunmasına izin verdi. Kadın, adamın simsiyah kadifemsi saçlarına dokunuyordu, gözlerinde samimi bir sıcaklık vardı ve alışkanlık haline gelmiş bir hareketle başını okşuyordu. Kızılla lekelenmiş bembeyaz parmakları, güneşin öptüğü bronz tende kaydı ve dokunduğu yerlerde kandan, belli belirsiz bir yol çizdi. Güçsüz ve soğuk dokunuşları adamı teskin etmek ister gibiydi. Sanki... kabullenişi temsil ediyordu. Bir vedaydı.

Kadının altın ışıltılı gözleri, endişe ve korkuyla titreyen mor gözlere sevgiyle bakıyordu. Gözlerini bir an olsun onun gözlerinden ayırmıyordu. Adamın kızarmış yanaklarından süzülen gözyaşlarını siliyordu ama yaşlar akmaya devam ediyordu.

"Ölme... Lütfen ölme." diyordu adam ağlarken.

Dianthe'nin de gözyaşları inci gibi kaydı yanağından ama yüzünde teskin eden bir tebessüm vardı. Sanki. "Senin suçun değildi," diyordu. Belki de gerçekten demişti.

"Üzülme," dedi ve konuştuğunda sesi bir fısıltı gibi çıktı. Kesik kesikti. Hırıltılıydı. Ahenkli melodik bir müziğin bozuk bir yansıması gibiydi.

Adam başını iki yana salladı. Kadının dudaklarının arasından sızan kanı sildi ve parmağını dudaklarının üzerine bastırdı. Sessiz olması için bir ses çıkardı. "Shh... Konuşmak için gücünü harcama," dedi saçlarını okşayıp, alnına öpücükler kondururken. "Lütfen... Lütfen... Bir yolu olmalı."

"Asura..." dedi Dianthe.

Asura? Gözlerimin arkasında bir şimşek çaktı. Şaşkınlıkla onlara baka kaldım ve nasıl daha önce farkına varamadığım için kendime inanamadım, ondan başka kim olabilirdi ki bu mor gözlerin sahibi. Onu betimlerken kullandığım kelimeler bir bir kulağımda çınlıyordu. Sanki o kelimelerin nefes alan mükemmel bir karışımıydı karşımdaki adam. Thera imparatorluğunun sonsuzlukla lanetlenmiş arşidükü Asura, yaşayan şeytan Asura... Benim Asuram? Kehanetin Ateşi'nin Asura'sı?

Tam karşımdaydı ve...

Asura "Hayır," diyordu. Dianthe'nin kanayan yarasının üstüne bastırarak faydasızca çırpınıyordu. Yara öylesine büyük ve derindi ki elindeki bez parçası tamamen kızıla boyayıp kana doymuştu. "Ölemezsin!" diye haykırdı Asura. Ellerinde mor birer büyü halkaları belirdi. Bu birinden güç almak ya da ona kendi sahip olduğu güçten aktarmak için kullanılan büyüydü, romanını yazarken böyle olayları kaleme aldığım için olaya aşinaydım. Dianthe'ye kendi gücünden vererek onu iyileştirmeye çalışıyor olmalıydı ama sonuç olarak Asura'nın tüm çabalarına rağmen Dianthe'de değişen birşey olmadı ve Asura'nın bedeninden tekrar karanlık sızmaya başladı. Dudaklarından acıdolu sözcükler ardı ardına döküldü. "Sensiz kaldığımda tekrar kaybolacağım. Olduğumu söyledikleri şeytana dönüşmemin bir önemi kalmayacak, Dianthe."

"Senin için istediğim gelecek bu değil. Ben senin özgürlüğünü yaşamanı istiyorum, Belgarda'nın büyüsünden kurtuldun, artık onun emirlerine bağlı değilsin."

"Ben, beni hapseden kafesi, boynumu sıkan tasmayı seninle gördüm. Senin için onlardan kurtulmak istedim. Sana layık olabilmek, seni koruyabilmek istedim. Senin için savaştım ve başarısız oldum... Ben özgür olmak değil, seninle olmayı istedim Dianthe... Ama şimdi ölüyorsun ve bunu sana yapan benim..."

"Sen değil, Belgarde yaptı."

"Kılıcı tutan el benimdi. Katilin benim. Ruhum, senin kanın ellerime bulaştığında lananetlendi, Dianthe. Ben bu şekilde yaşamak istemiyorum. Hayır yaşayamam..."

Kadın başını hafifçe iki yana salladı. Gözlerini kapatıp bir saniye kadar öyle kaldı ve sonra "Yaşayacaksın ve için varlığımı senin hatırandan silmem gerekecekse, yaparım. Yapmalıyım... " dedi sona doğru sesi kısılarak.

Asura "Hayır, bunu bana yapmayacağını dair yemin ettin," diye karşı çıktı.

"İnsanların benim hakkımda söylediklerinin aksine ben bir azize değilim, herkes gibi yalan söyleyip, sözümden dönebilirim." derken ellerini Asura'nın şakağına bastırdı. Altın rengi gözleri büyüyle daha da parladı.

Dianthe'nin dolgun dudakları aralandı ve ardından sesini işittim. Bir sireninki gibi ahengli ve yüksek farklı frekanslardan bir melodiydi. Tek yaptığı dudaklarını kımıldatmak gibi görünse de ben ve Asura o muhteşem ezgiyi duyabiliyorduk. Dianthe, Asura için şarkı söylüyordu.

Şarkı sonlandığında Dianthe durdu ve Asura'nın mor gözlerindeki ışığın kaybolduğundan emin oldu. Asura doğruca Dianthe'ye bakıyor gibi görünebilirdi ama aslında onu görmüyordu. Bakışları öylesine donuk ve bomboştu. Yüz kasları gevşemiş, güzel yüzü ifadelerden soyutlanmıştı. Zihni kendi iradesinden sıyrılmış, elegeçirilmişti.

Dianthe başını sağa eğdiğinde Asura da başını sağa eğdi. Sola eğdiğinde yine onu taklit etmeye devam etti. Bir kuklaya dönmüştü.

"Asura," diyordu Dianthe. "Yüzümü unutmanı istiyorum. Sesimi... Gözlerime ilk baktığın günü ve seni öptüğüm ilk an, hiç yaşanmamış gibi yaşamına devam et. Bana dair tüm anıların rüzgarda savrulan küller gibi uçup gitsin zihninden..."

Bunlar söylenirken Asura'nın da Dianthe'nin de gözlerinden yaşlar akıyordu. Asura'nın içten içe direndiğini görebiliyordum.

Dianthe yutkundu ve ciddiyetle devam etti.

"Ben hiçkimseyim ve ölümüm olası bir zaiyattı. Benim için üzülme ve sakın bir pişmanlık duyma. Bu durum kaçınılmazdı ve yaşandı. O yüzden bugün olan hiçbir şeyin yaşamını etkilemesine izin verme. Zincirlerinden kurtul ve artık özgürce yoluna devam et." Eli Asura'nın çıkık elmacık kemiğinin üstüne kaydı, tam gözlerinin içine bakarak konuştu." Ben... ikimizin yerine herşeyi hatırlamaya devam edeceğim."

Altın parıltılı gözleri ışığını yitirdi, göz kapakları örtüldü ve dudakları birbirinin üstüne kapandı. Söylenmiş ve söylenecek bütün kelimeler sonsuza kadar dudaklarına mühürlenip, donup kalmıştı sanki...

Dianthe'nin elleri cansızca yere düştü.

O an elegeçirilmenin etkisinden kurtulup kendisine gelen Asura, kolları arasında huzurla uyur gibi görünen cansız bedene ifadesiz bir yüzle baktı. Elini kaldırıp yanağından akmakta olan gözyaşını sildi ve elindeki ıslaklığa şaşkın şaşkın baktı. Nerede olduğuna ve ne yaptığına anlam vermiyor gibiydi. Kimdi kollarının arasında tuttuğu kadın? Neden gözlerinden sebepsizce yaşlar akıp duruyordu? Her saniye sorularına bir yenisi ekleniyor ama hiçbirinin cevabını bilmiyordu.

Kadının elini kaldırıp, bıraktı ve yanına düşüşünü soğuk bir ifadeyle izledi. Neden yerde oturmuş bir cesede sarılıyorum? diye soruyordu kendi kendine muhtemelen.

"Asura?"

Asura arkasına bakmadı, kendisine seslenen kişiye tepki vermedi.

Asura'yı seslenen kişi elindeki yeni kesilmiş insan kellesini sallaya sallaya gelen genç bir şövalyeydi. Sarı saçları ve mavi gözleriyle Asura'nın tam bir tezatıydı. "O yaşlı domuzu öldürmeyi başardım ve her şey sonunda bitti kardeşim." şövalyenin yanında onun adımlarını takip eden, iki yetişkin insan boyunda ve kanatlı kahverengi alacalı bir aslan yüzlü bir yaratık vardı. Yaratığın dişlerinin arasında, parçalanmış bir insan cesedinden kalıntılar ve kan yere akmaktaydı. "Artık köle değiliz, artık kıta ve üzerindeki herşey bizim oldu..."

Asura kadının yüzüne son bir kafa karışıklığıyla baktıktan sonra onu dikkatle yere bıraktı ve ayağa kalktı.

Şövalye, Dianthe'yi gördüğünde "Ah," diye bir ses çıkardı. "Dianthe... Kaybın için üzgünüm kardeşim."

"Kayıp?" diye sordu Asura kafa karışıklığıyla. "Onun adı Dianthe miydi?"

"Evet? Asura..."

"Kesik çok temiz ve benim işim gibi görünüyor. Onu ben öldürmüşüm, Lenox... Ama hatırlayamıyorum. Bu garip değil mi?"

"Bir... Bir kaza olmalı. Kendini kaybedip kaç kişiyi öldürdüğünden haberin var mı? O... Muhtemelen sana denk gelecek kadar şanssızmış."

"Ben öldürdüğüm herkesi hatırlarım Lenox... Hem bu kadın kim? Ona bakmak kalbimi ağrıtıyor, nefesim daralıyor ve boğuluyor gibi hissediyorum. Düşünüyorum ama..." Asura acıyla başını ellerinin arasına alıp tuttu ve dişlerini sıkarak tısladı. "Düşünmek sadece canımı yakıyor. Söyle, onu tanıyor muydum? Kimdi o?"

Lenox, "Hatırlamıyorsun... belki de böylesi senin için daha iyidir, kardeşim..." diye fısıldadı kendi kendine.

"Neyi? Hatırlamam gereken bir şey mi var?"

Adam, Asura'ya ve ardından Dianthe'ye baktı ve sonunda "Hayır... Hatırlaman gereken birşey yok," dedi. "O kadın sadece bir köleydi, ölmüş olması çok yazık ama savaşta olur böyle şeyler. Böyle kayıplar hep yaşanır."

"Zaiyat mı diyorsun."

"Evet o bir savaş zaiyatı. Kalk artık yerden, onu daha fazla düşünme ve sarayımıza girip, Belgarde'den kalan değerli şarap mahzenlerine inelim. Kendimize bir ziyafet çekmeliyiz. Bugün savaştık ve kazandık Asura. Şimdi geriye kıtanın kalanını ayaklarımızın önünde diz çöktürmemiz kaldı. Sen ve ben... ikimiz bunu başaracağız kardeşim ama bugün kayıplarımızın ruhları için içmeliyiz. Tanıdıklarımız ve adını dahi hatırlamadıklarımıza..."

...

Sarsılarak uyandığımda bir çift tanıdık ama endişeyle irileşmiş mavi göz ile karşılaştım. Kollarımdan tutmuş bedenimi sarsıyor, beni uykumdan uyandırmaya çalışıyordu.

Bir kuşun kanadı gibi çırpınıyordu kalbim ve yanağımdan yaşlar süzülüyordu. Marcus'un yanımdan çekilerek uzaklaşacağını anladığımda elini yakalayıp onu durdurdum ve kendime çekip sıkıca sarıldım. Beni sevmemesi, nefret etmesi bile umrumda değildi. Kendimi çok zayıf ve sarsılmış hissettiğim şuanda kısa bir an için varlığına ihtiyaç duyuyordum o kadar. Bedenimin titremeleri, gözümden akan yaşlar durduğunda onu bırakacaktım.

Marcus'un kolları çözülerek etrafıma sarıldı. Saçımı okşarken, "Geçti," diyordu yatıştırıcı bir sesle. "Geçti... Sadece kabus gördün Elisa."

Kabus? Evet, çok korkunç bir kabus gördün. Geçti, Ela. Geçti...

...

Bölümü beğenmeyi ve bölüm hakkındaki duygu ve düşüncelerinizi belirtmeyi unutmayın.

Size bir soru, hikayenin ismi sizce uygun mu? Bir okur arkadaşım bunu sorunca kafama takıldı ve pek emin olamadım. Hikayenin ileri zamanlarında ismine değinecektim ama... Sizce de değişmeli mi? "Kehanetin Ateşi" ismini bu hikayeye verebilirim... Ya da parlak önerilerinize açığım, yazın ona göre ismi belirleyeyim.

Devam edecek.

Continue Reading

You'll Also Like

57K 4.2K 32
Altı elementin bulunduğu bir okul. Bu okula her şeyden habersiz, bir gece yarısı zorla kaçırılıp getirilen bir baş rol. Annesiyle aynı gece kaçırılıp...
26.1K 1.1K 11
"Seni çok seviyorum Çavê Şîn. Seninle gözlerimi açıp kapatacak kadar. Seninle doğup ölecek kadar. En çokta o mavi gözlerine aşık oldum."
3.5M 296K 82
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
151K 2.1K 24
En yakın arkadaşımla kocamı bastığım andan beri alevler içindeydim. "Daha hızlı aşkım," diye inleyerek dans eden bedenlerini seyrettim kapıda. Sevgi...