GERÇEK, YALANA SARILINCA

By _moglinna

244K 14.9K 10.8K

"Kimsin sen Enis Altınday?" Diye sorduğumda, bakışları bana hissettirdikleri kadar anlamsız değildi. "Tehlike... More

GİRİŞ
1. SİYAHTAN DAHA SİYAH
2. YIKIK DÖKÜK BİR ŞANS
3. İP CAMBAZLARI
4. KADER KURBANI
5. GÖNÜL SAHYALARI
6. BİR GÖNÜLLER
7. GÜL'ÜN DİKENLERİ
8. MAYIN TARLASI
9. SOĞUK CENNET
10. ATEŞ VE KÜL
11. ÇİVİ CİVİYİ SÖKER
12. ATEŞTEN KÖZ
13. KIŞ BÜYÜSÜ
14. SUÇ EDEBİ
16. KUMDAN KALELER
17. TENDEN RUHA
18. SERT OYUN
19. İHANET RÜZGARLARI
20. ŞAH & MAT / I. KİTAP SONU
DUYURU
21. 10102 KİLOMETRE
22. MECBURİYETLER VE ARZULAR
23. EROS'UN OKU
24. YILDIZLARIN YALANLARI
25. SOKAĞIN KIZI
26. HANGİ GÖG
27. KÜLDEN TOZA
28. YALANCI KAR TANELERİ
29. TAŞ, KAĞIT, MAKAS
30. SIRADAN İZLER DEĞİL
31. DEPREMİN ELLERİ
32. UZUN MEVZULAR
33. DELİ ZAMANLARMIŞ
34. YALANIN YANINDA
35. AÇIK KARTLAR
36. ÇOKTAN DAHA ÇOK
37. İZLENMİŞ TİYATRO / II. KİTAP SONU
38. ALTIN YUMRUK
39. SIFIR NOKTASI
40. KARIŞIK DOĞRULAR
41. BİR KAŞIK SUDA FIRTINA
42. EKSİ BİR
43. KARANLIĞIN CAZİBESİ
44. TANIDIK YABANCI
45. KIRMIZI ÇİZGİ
46. ETKİ & TEPKİ
47. KÜL YIĞINI

15. HİÇ'TEN DAHA FAZLA

3.7K 281 130
By _moglinna


GERÇEK, YALANA
SARILINCA

15. HİÇ'TEN DAHA FAZLA





JANSET ALARÇİN

Telefon sesiyle gözlerimi araladığımda zır zır çalıyordu. Uzandım ama kolumda başlayan ve omzuma kadar çıkan yer yer diş izleri, yer yer de morluklar vardı. Boynum, göğsüm ve bacaklarımda da aynı şeylerin olduğunu biliyordum. Vücudumun her yerinde farklı bir ağrı, farklı bir sızı vardı... Dudaklarının bıraktığı her acıyı hatırlamak yüzümü buruşturmama sebep oluyordu ama yine de pişman değildim. Ne yatağımdaydı ne de yanımda ama yine de pişman değildim, gitmiş olmasına rağmen pişman değildim.

Telefonu elime alıp sırt üzerine uzanmamla da önce kalçalarım ağrımıştı, sonra da kasıklarım. Kasıklarımın ağrısı şiddetle çarpıp durması yüzündenken, kalçalarımın ağrıması tokatları yüzündendi.

Kapanan telefonu açmadan önce çenemde morluk görmüştüm. Sanırım orayı dişleri arasına almıştı.

Telefonun şifresini açtığımda Leyl'in cevapsız aramasına geri dönmek istedim ama bana gerek kalmadan mesaj attı.

"Hemen eşyalarını toparla! İstanbul'a dönüyoruz. Dün gece Rebena ve Enis evlenmiş, üstelik burada da değiller. Yoklar, gitmişler... Annem delirmiş bir vaziyette. Hemen eşyalarını toparla aşağıya in, gidiyoruz!"

Bir Gün Önce

Sertap Erener – Rüya

"Bebeğim kocaman, onu tutamam.

Ninniler söylerim, hiç uyutamam.

Oynayıp gülüyor, bizi süzüyor.

Mamasını yemiyor, beni üzüyor.

Evcilik oynarken bana eş olur.

Hem anne hem baba hem kardeş olur.

Oynayıp gülüyor, bizi süzüyor.

Mamasını yemiyor, beni üzüyor."

"Anne..." diye uykumda sızlandım ama gözlerimi aralayamamıştım. "Yine söylemeyi bıraktın..."

"Uyumuyor muydun sen?" diye gülerek sordu. Belki de altıncı yaşımın en haylaz günlerinden birinin daha son buluşuna gülmüştü.

"Hayır," ona sıkıca sarıldım. "Devam et. Durma."

Şefkatli elleri saçlarımı okşamaya devam ettiğinde yüzümü biraz daha göğsüne bastı ve ninniyi baştan söylemeye başladı.. Çok hatırlamıyordum ama ya ninninin ortalarıydı ya da sonlarıydı, "Anne... Hiç babam gibi söyleyemiyorsun," diyerek kalbini kırmıştım.

Boy aynasının karşısında dururken giydiğim elbise beyaz değildi. Janset'in yanında getirdiklerinden birini seçmiş, üzerime geçirmiştim. Yeşildi ama öyle abartı bir yanı da yoktu. Sade ve şık... Mini bir boyu vardı, omuzlarım açıktı, omzumdaki gökyüzü görünüyordu, köprücük kemiklerim kapatılmıştı... Saçlarımı düzleştirdikten sonra ensemde dağınık bir topuz şeklini vererek yüzüme de sade bir makyaj yapmıştım.

Komodinin üzerinde turan telefonumun ekran ışığı yanınca bakışlarım oraya çevrilmişti. Az sonra oraya gidip telefonu elime aldığımda Enis'in mesaj attığını gördüm.

"Hazır mısın?"

Cevap yazmadan önce elimi karnıma götürmüş, kendimi yatıştırmak adına derin bir nefes almıştım.

"Evet. Nikah nerede kıyılacak?"

"Aşağıda bir oda ayarladık, kimse görmesin diye..."

"Ben hazırım. Beni almaya gelebilirsin."

Bakışlarımı kaldırıp karşımdaki boy aynasında kendimle göz göze geldiğimde Mamoste'nin sözleri aklımda dönüp durmaya başlamıştı. Enis'le uyurken rüyamda kırmızı bir çanta görmüştüm ve anlamına bakmak için internete girdim.

Rüyada kırmızı çanta görmek, pek çok yorumcu tarafından aşk hayatında önemli gelişmeler olacağı şeklinde yorumlanmaktadır. Kişinin bir ilişkiye başlayacağı ve bu ilişkinin de evlilikle sonlanacağı şeklinde yorumlanır. Eğer bu rüyayı gören kişi evliyse, ilişkisinde daha güzel şeylerle karşılaşacak demektir.

Bakışlarımı ekrandan kaldırdığım gibi yine aynadaki kendimle göz göze gelmiştim ama gördüğüm ifadenin hissettiklerimle bir olmadığı kesindi.

Nesrin Sipahi – Sensiz De Yaşanırmış

"Bu hayat ne tatlı ne hoş," diyordu annem. Aslında radyodan yükselen şarkıyı -en sevdiği şarkıyı- Nesrin Sipahi'yle birlikte söylüyordu ama Nesrin Sipahi'nin bile annemin sesinin güzelliği bastıramadığı kesindi. "Ben böyle her gün her gece yaşıyorum gönlümce... Bu hayat ne tatlı ne hoş, çılgınca sevişirken..."

Yedinci yaşımın en güzel gecesiydi belki de; hem tüm sevdiklerim yanımdaydı hem annem bizim ısrarlarımızla şarkı söylemişti hem de oturduğumuz yer sofrasında en sevdiğim yemekler vardı. Biraz ötede bir çikolata da vardı fakat annem yemekten sonra onu bölüşebileceğimizi söylemişti. Yemeğini en çok kim yerse büyük parçayı o alacakmış... Bazen beni kandırdıklarını düşünüyordum çünkü sanki ben daha çok yiyeyim diye Janset de, ablam da ağır ağır yiyorlardı. Fark ettiğim gibi de ağızlarına üç dört kaşık birden götürüyorlardı. Görmüyorum zannediyorlardı ama görüyordum işte. Beni kandırıyorlardı. Neyse ne! Ben çikolata için şişene kadar yemeyi bırakmıyordum.

Gecenin sonunda çikolatadan büyük parçayı yine ben aldığımda anneme, "Keşke babam da burada olsaydı," demiştim üzüntüyle. Janset hiçbir şeyin farkında olamasa bile Leyl'in söylediklerime sinirlendiğini anlamıştım; çikolatasını yememişti. "Anne, arayamaz mısın? O da gelsin. Belki işi bitmiştir, telefonunu şimdi açar..."

Annemi yine üzdüğümü görüyordum ama bir yandan da söylediklerim hoşuna gitmemişti sanki, kaşlarını da çatmıştı.

Kapıyı açtığımda Enis'i karşımda siyah bir takımın içinde görmüştüm. Saçları düzgün taranmış, her şeyiyle özenle hazırlanmıştı.

Beni baştan aşağıya incelediğinde nikah için benim de özenle hazırlandığımı düşündüğünü tahmin edebiliyordum.

"Çok güzel olmuşsun," dedi gözlerime bakarak.

"Teşekkür ederim," dedim. Kulağımın arkasına sıkıştırabileceğim bir saçım yoktu ama elim isteksizce oraya gitmiş, o hareketi yapmıştı. "Gidelim mi artık?"

"Gidelim."

Kapının eşiğinden ayrıldıktan sonra kapıyı kapattım ve beraber koridoru yürümeye başladık. Rüyamın karşılığı Enis miydi onu düşünüyordum dalgınca. Asansöre bindiğimiz bile Mamoste'nin söylediklerinin kim için olduğunu çözmeye çalışıyordum. Belki de ben ve Enis gerçek bir gönül bağı kuruyorduk da henüz ikimizin de birbirimizden haberi yoktu.

Ben bir bilinmezlik yüzünden durgun ve gerginken, onun durgunluğu ve gerginliği niyeydi bilmiyordum. Sıradan, bir anlamı olmayan ve sadece bir kağıt üzerinde hükmü olan bir evlilik olsa bile evleniyordu, birini hayatına alıyordu... Belki onun gerginliği de bu yüzdendi.

Ceren Gündoğdu – Gide Gide Bir Söğüde Dayandım

"Anne," dedim yerde bağdaş kurmuş annemin kucağında otururken. "Ağlıyor musun?"

"Baban burada ne kadar yakışıklı değil mi?" diye sorduğunda kutunun içinden bir fotoğraf almıştı ve bana göstermişti. "Gözlerin ona benziyor Rebena..."

"Gerçekten mi?" heyecanla fotoğrafı elinden almıştım. "Benziyor muyuz anne?"

"Evet. Hem de çok."

Sekizinci yaşımda gördüğüm en güzel fotoğrafmış gibi bakmaya devam ettiğimde Janset çiçekli elbisesinin taşıdığı küçük bedeniyle yanımıza yalın ayak gelip, "Bu ne?" diye sordu. Elinde de oyuncak ayısı vardı. Sonra da yanıma oturup küçük elleriyle fotoğrafı benden aldı. "Anne, bu sen misin?" babamın arkadan sarıldığı ve kolları arasına aldığı kadının üzerinde parmağını durdurmuştu.

Annem başını aşağıya yukarıya sallanmıştı. "O zaman hiçbiriniz daha yoktunuz..."

"Ne kadar da güzelmişsin!" diye şen bir kahkaha attı Janset. Az da olsa gülümsemişti annem. "Leyl sana benziyor anne. Uzun, simsiyah saçları aynı sen..."

"Biliyorum canım," diye Janset'in yüzünü sevdi annem.

"Ama ben babama benziyorum," diye kıkırdadım. Yüzümü ona uzattığımda, "Gözlerime bak!" diye devam ettim. "Tıpa tıp aynısı, değil mi?"

Janset dilini çıkardığında neredeyse burnuma değiyordu da neyse ki son anda geri çekildim. "Annem daha güzel," diye kıkırdadı. "Kediye benzeyen gözleri yok."

Gözlerimi hep kediye benzetmiştir zaten.

Dilinin burnuma değdiğini düşündüğüm için kazağımın koluyla burnumu siliyordum ki o sırada Leyl gürültülü adımlarla yanımıza geldi ve Janset'in elindeki fotoğrafı önümüzdeki kutuyla beraber alıp uzakta yanan sobaya hızlıca ilerledi.

"Leyl!" diye bağırdı annem. Beni hızla kucağından kaldırıp yanına gittiğinde son anda fotoğrafların ateşle buluşmasına engel olmuştu. "Yapma!"

Leyl öfkeyle ağlamaya başladığında, "Ver onları bana!" diyerek annemin elinden kutuyu almaya çalıştı. "Ölsün, gebersin!"

"Hayır!" annem bir eliyle kutuyu Leyl'den uzak tutmak için havaya kaldırıyordu, diğeriyle de onu tutmaya çalışıyordu. "Sakin ol!"

"Hayır! Yakacağım o fotoğrafları işte!" Leyl biraz daha öfkelendi, kutuyu almaya çalışırken az kalsın annemi yere düşürtüyordu. "Onun bu evde yeri yok! Görmek de duymak da istemiyorum!"

Janset korkuyla arkama geçtiğinde ben de ağlamaya başlamıştım. Leyl babamızı hiç sevmiyordu. Hatta ondan nefret ediyordu!

Bir çocuk babasından niye nefret eder ki? Herkes babasının dizinin dibinden ayrılmazken biz bir türlü tam anlamıyla kavuşmadığımız babamızın kıymetini neden bilmiyorduk? Özellikle de Leyl... Herkesin babası yanındaydı, ama bizimki uzaktaydı ve her zaman yanımıza gelemiyordu. Bizim herkesten daha çok babamızı sevmemiz, değerini bilmemiz gerekiyordu.

Enis koltuğumu masanın içinden çıkarıp oturmamı beklediğinde fazla beklemeden oturdum ve az sonra o da yanımda yerini aldı. Masamızda sıradan ve kim olduğunu bilmediğim bir kadın, bir adamla beraber bir de nikah memuru vardı. Olduğumuz yer ise otelin oturmak için hazırlanılmış yerlerinden biriydi ama Enis bu an için salonu boşaltmış ve tüm kapıları kapatmıştı. Kapıların önünde bekleyenlerin garsonlar olduğunu anlayabiliyordum.

Nikah memuru sözlerine başladığında aklımda dönen altı yaşındaki Janset'in sözleriydi; "Anne... Baba nedir?" annemin verecek bir cevabı olmamıştı. Babasız doğan bir bebek, babasız büyüyen bir çocuk, babasız devam eden bir kadının babasız kalan kızlarıydık. Kızlarının babası da ona babanın ne demek olduğunu öğretememişti. "Ya da bir yerden mi almamız gerekiyor? Aşağıda oyuncakçı var, oraya gitsek bize de bit tane verirler mi?"

"Vermezler," demişti Leyl. "Şerefsiz yoktur orada."

"Leyl!" diye kızmıştı annem. "Sakın bir daha küfür etme!"

"Yine babama kötü bir şey söyledi değil mi?" diye sormuştum anneme. Ama cevap vermek yerine beni yatıştırmak ister gibi başımı göğsüne yaslamıştı, babama laf söylenilmesine en çok benim üzüldüğümü bilir gibi... Belki de yedi yaşımda duyduğum ili küfürdü. "Babam geldiğinde seni şikayet edeceğim Leyl! Seni hiç sevmesin."

"Siz, Asaf Alarçin'den olma, Halide Alarçin'den doğma Rebena Hanım," diye sordu nikah memuru. "Enis Altınday'ı eş olarak kabul ediyor musunuz?"

Hiç düşünmeden, "Evet," dedim, sanki hayatımda aldığım en doğru kararmış gibi... "Kabul ediyorum." Sonuçta kendime koca diye seçtiğim adam kağıt üzerindeydi, gelecekteki çocuklarımı ilgilendirmiyordu ve benim de seçici olmamı gerektiren bir durum yoktu.

Nikah memuru gülümseyerek Enis'e döndü. "Siz, Kıvanç Altınday'dan olma, Lerzan Kanber'den doğma Enis Altınday, Rebena Alarçin'i eş olarak kabul ediyor musunuz?"

Enis cevap vermeden önce benimle göz göze geldi ama hemen sonrasında nikah memuruna dönerek, "Evet," dedi tüm sakinliğiyle. "Kabul ediyorum."

Nikah memuru şahitlerin onayını da aldı ve sonrasında defteri önüme sürüyerek imzaları atmamızı istedi. İsmimin yazıldığı yere R. Alarçin diye imza attım. Defteri Enis aldığında ise o da büyük bir imza attı ve şahitlerin imzalarını atmaları bitince hepimiz nikah memurunun hareket etmesiyle ayağı kalktık. Bizi karı koca ilan ettiğini söyleyen birkaç sözün ardından elime kırmızı bir defter verdi.

Normal çiftler mutluluklarını belli etmek için birbirlerine sarılır ya da öpüşürlerdi ama ne ben de ne de Enis'te böyle bir durum olmamıştı. Ben uzun uzun deftere bakarken o da farklı bir şey yapmamıştı. İçeridekilerin o kadar gariplerine gitmiş olmalıydılar ki birbirleriyle göz göze gelmişlerdi. Belki de gördükleri en heyecansız çiftlerdendik. Hatta bence tek heyecansız çiftlerdendik.

En sonunda Enis'e baktığımda, "Dilerim pişman olmayız," dedim.

"Umarım," dedi o da.

17 Ocak 2023 bu tarih, benim için özel bir anlamı olabilir miydi? Her on yedi Ocakta ben bugünü mü hatırlayacaktım. Saatler 22:00 gösterirken...

Cem Adrian & Mark Eliyahu – Kül

Nikah memuru ve şahitler bizi arkadan takip ederken, "Otelden şimdi mi ayrılıyoruz," diye sordum.

"Evet. Araba hazır. Kimseye görünmeden çıkalım artık."

"Enis," dediğimde koridorun ortasında onu durdurmuştum. İkimiz de diğer insanların geçmesini bekledik ve onlar yanımızdan geçip bizden uzaklaştıkları gibi bakışlarımız birbirine döndü. "Ben bir daha Serter'i görebileceğimi düşünmüyorum... Sen arabaya geçsen de ben ona veda edip öyle gelsem." Başta istemiyormuş gibi baktı ama, "Lütfen," dememle dudaklarını kapattı ve kabul eder gibi oldu. "Çok oyalanmayacağım. Sadece iki dakika."

"İyi. Tamam o zaman. Ben seni arabada bekliyorum."

"Teşekkür ederim," diyerek yanından ayrıldım ve asansöre girip en alt kata indim. Akşam yemeğinden sonra Janset odama gelmişti ama onu yanımdan kovmadan önce bana burada olacağını söylemişti. Muhtemelen Leyl, Rehan ve Seyit de buradaydılar. Serter burada mıydı değil miydi bilmiyordum ama şansımı deneyecektim. Yatma saati olmadığını düşünüyordum, odasında olamazdı. Otelin tüm güzel kızları da burada olduğu için de Serter de büyük ihtimalle buradaydı.

Koridoru aşıp büyük salona girdiğimde içerisi fazlasıyla kalabalıktı; insanlar ya ayakta dans ediyorlardı ya masalarında oturup sohbet ediyorlardı ya da localarda köşelere çekilmişti. Üst katı da vardı ama merdiven tırabzanlarının az ötesinde masa, sandalye ve birkaç kafa dışında bir şey görünmüyordu.

Her yere bakınarak Serter'i aradığım sırada Leyl ve Rehan'ın bir locada baş başa olduğunu gördüm. Leyl Rehan'ın kolu altında, elinde içeceğiyle Rehan'ın eğlenceli sohbetini dinliyordu.

"Rebena!" Seyit arkamdan önüne çıktığında hafiften sarhoştu. "Ne zaman geldin?" sözde benim için gelmişti ama tüm masraflarını Enis karşılıyor diye tatilin dibine vuruyordu.

Elindeki kadehi içmesine izin vermeyip, "Seyit!" dedim ve bardağı yanımdan geçen garsonun tepsisine bıraktım. "Sarhoş olmuşsun."

"Ne güzel işte!" diye güldü. Yanından geçen başka bir garsonun tepsisi üzerinden bir bardak alkol aldı ve içmek üzereyken izin vermek istemeyip elinden almaya çalıştım ama beni diğer eliyle durdurup yine içmişti.

"Daha fazla içme!" diye elindeki boş bardağı aldım.

"Niye ya?!" diye sordu, sonra da ıslak dudaklarının üzerinde dilini gezdirdi.

"Aslım gelmiş, odanın önünde bekliyor!" diye yalan söyledim. İçerideki müzik yüzünden sesimi yükseltmek zorunda kalıyordum. "Hatırladığıma göre sen her içtiğinde seninle konuşmuyordu."

"Aslım mı?" diye sordu. "Burada mı?"

"Evet!"

"Benim odamın önünde?"

"Evet!"

Tam üzerime düşüyordu ki onu kollarından tutup eski haline getirdim. "Seyit! Yanına gitmeden önce lavaboya gidip elini yüzünü yıka tamam mı? Sonra odana çık." Odasına çıktığı gibi uyuyacağını biliyordum.

"Tamam tamam," dedi yanımdan geçerek. "Önce lavaboya, sonra Aslım'a."

Serter'i bulmak için etrafa yine bakındım ama onu bulmak yerine bar taburelerinde tek başına oturan Janset'i gördüm.

Hemen yanına gidip elimdeki Seyit'in boş bardağını bir kenara bıraktım. "Janset," dedim tabureye otururken.

Bardağı dudaklarından çekip bana döndü. "Rebena? Ne zaman geldin?" Neyse ki Seyit kadar sarhoş değildi, hatta hiç değildi. "Ayrıca, benim elbisemi giyinmişsin?"

"Senin kadar hazırlıklı gelmemiştim," dedim. "Öyle geçirdim üstüme."

"Yakışmış," dedi gülümseyerek. "Sen iyi misin bu arada?"

"Evet. Niye sordun?"

"Akşam yemeği için yanına geldim, kapıyı bile açmayıp beni kovdun. Yemekten sonra buraya inmek için üstümü değiştireyim diye odaya bir daha çıktım ama bu defa kapıyı ne açtın ne de ses verdin."

Enis'le uyuyor olmalıydım. "Bir ara uyumuştum, o sırada gelmiş olmalısın."

"Neyse işte," dedi. "Allahtan Leyl vardı. Onun odasına gidip onun eşyalarını giyindim."

"İyi yapmışsın."

"İyisin değil mi?" diye sordu.

"Evet. Merak etme."

"Rebene," Serter'in sesini duyduğum an yanımda bitmesi bir oldu. Janset'le ortamıza girmiş, barmene bardağını uzatmıştı. "Aynısından." Bakışlarını kısa bir an Janset'e çevirdi ama sonra bana döndü. "Yeni mi geldin? Şimdi gördüm."

"Evet," dedim. Neyse ki gelmişti de onunla vedalaşmadan gitmek zorunda kalmayacaktım.

Janset bardağıyla beraber tabureden kalkıp, "Yalnız kaldığında yanına gelirim Rebena," diyerek bizden uzaklaştı.

Elimi bıkkınca boynuma götürdüğünde Serter Janset'in arkasından bakmayı bırakıp taburesine oturdu ve barmenin önüne bıraktığı bardağı aldı.

"Keyfin kaçtı?" diye sordum. Kısa bir an Janset'e baktığımda bir arkadaş gurubunun arasına katıldığını gördüm. "Janset gitti diye mi?"

Bardağı dudaklarından çektikten sonra bakışlarını yüzüme çevirdi. "Niye kaçıyor benden? Yanından geçtiğimde yüzüme bile bakmıyor, sanki hatalı olan benmişim gibi..."

"Niye ona sormuyorsun?"

"Neyi?"

"Neden senden kaçtığını?"

"Hayatında biri mi var?" diye sordu.

"Bildiğim kadarıyla yok," dedim.

"O zaman?"

"Ona sor Serter, bana değil."

Bakışlarını önüne aldığında kristal bardağından bir yudum daha aldı.

"Serter," dedim ve yüzüme bakması bir an da oldu. "Ben sana veda etmek için buraya indim." Kaşlarını çattı, dudaklarını kapattı; sorguluyordu. "Ben birazdan buradan ayrılmış olacağım, seni bir daha göremem diye düşündüm..."

"Hep beraber mi gidiyorsunuz?" Merak ettiği Janset'ti.

"Yok," dedim. "Sadece ben ve Enis. Ama muhtemelen sabah olduğu gibi hepsi arkamızdan geleceklerdir." Yutkundu. "Yine de bu aramızda kalsın olur mu? Herkes bizi bu gece burada bilsin."

Başını aşağıya yukarıya salladı. "Tabii. Nasıl istersen."

Sözün bittiği yerde, "Sarılabilir miyiz peki?" diye sordum. "Eski iki arkadaşa yakışır bir şekilde..." cevap vermeden önce düşündü. "Lütfen... Sana veda etmeden gitmek istemiyorum."

Bardağını bıraktığında yan döndü ve beni kolları arasına aldı. "Seni seviyorum Rebena." Çenesi omzuma baskı yapmıştı "Belki bir gün yine karşılaşırız..."

"Umarım," dedim ona biraz daha sıkıca sarılarak.

"O zamana kadar benim için kendine iyi bak."

"Bakacağım, söz."

Az uzaklardan Janset bize bakıyordu, dağılmış bir vaziyette.

Serter benden ayrılıp, "Gitmeden önce bana şunu söyle ama," dedi. Merakla ne soracağını beklerken, "Kimin fikriydi?" diye sordu. "Ben tamamen bayılmadan önce sizi gördüm Rebena... O acele ediyordu, sen çırpınıyordun... Biriniz bir şeyler için uğraşıyordu, diğeriniz oradan çıkmak için elinden geleni yapıyordu... Gerçekten, kimin fikriydi."

"Serter..." dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. "Ben..."

"Bana sadece doğruyu söyle Rebena, lütfen. Aslında aklımda bir tahmin var ama yine de duymak istiyorum. Artık kendimi kandırmak istemiyorum. Gerçeklere gerçekten ihtiyacım var. Kimin kararıydı? Sen mi yoksa Janset mi?"

Cevabı zaten biliyordu. Benim bir suçum olduğuna inansa beni ıslah evinden çıkarmak için uğraşır mıydı? Ama yine de duymak istiyordu.

"Janset," dedim. Bu cevabı vereceğimi biliyormuş gibi bakıyordu ama yine de sanki yeni öğrenmiş gibi omuzlarını düşürmeden, güçsüz kalan ellerini üzerimden çekmeden duramadı. "Seni almak için ne yapacağımızı düşünürken alevler yükseldikçe yükseldi ve o arada çok zaman kaybettik. Sirenler duyulunca da Janset suçu birinin üstlenmesi gerektiğini söyledi, korktu..." bakışlarında öyle bir kırgınlık vardı ki. "İstemdim ama babanın güçlü olduğunu, seni her türlü kurtaracağından bahsetti... Ceza almaktan, okuldan atılmaktan korktu, Serter... Ama senin için durum değişmiyordu, her türlü baban seni çekip kurtarırdı."

"Seni zorla çıkarırken beni orada bıraktı..." Görmüştü. Biz onu baygın zannederken o her şeyi görmüştü. Yüzünde acı bir gülüş katmerlendi. "Beni bıraktı, kendini düşündü."

"Benden bile küçüktü, Serter." Janset'le aramızda bir yaş olması onu haklı çıkarır mıydı bilmiyordum ama haklı çıksın istiyordum. "Endişeliydi, korkmuştu, doğru düşünemiyordu... Üzgünüm."

"Üzülme," önüne döndüğünde bardağını yeniden aldı ve içmeye devam etti. "Gidebilirsin," dedi yüzüme bakmadan. "Sana ne o zaman bir kızgınlığım vardı ne de şimdi... Dışarıda karşılaşırsak da umarım yeniden görüşme şansımız olur."

"Serter-"

"Git Rebena. Hoşça kal."

Diyecek bir sözüm yoktu. "Kendine iyi bak," diyerek yanından uzaklaşmaya başladım ve o sırada boş bir locada oturan Janset'in gözlerinin benim üzerimden çekip Serter'e baktığını fark ettim. Ne konuştuğumuzu merak ediyordu biliyordum ama asla gelip de bana sormayacaktı. İlgilenmiyormuş gibi rol yapamaya devam edecekti. En iyi bildiği şeydi.

Oradan çıkmadan önce Serter'in Janset'i gözüne kestirdiğini gördüm; bir yandan alkol alıyordu, diğer yandan omzu üzerinden ona bakıyordu; ama acıyla, ama nefretle, ama özlemle, ama sevgiyle... Janset ise yanına gelip oturan çocukla sohbete dalmış gibi eğleniyordu. Belki de izlenildiğinin farkındaydı.

Onların üzerinden bakışlarımı almayı başardığımda başka bir locada Leyl ve Rehan'ın çok fazla yakınlaştıklarını gördüm. Zaten saniyeler sonra birbirine yakın duran dudakları birbirini bulmuş, öpüşmeye başlamışlardı.

Rehan'ın Leyl'in güvenini nasıl kazandığını çok merak ediyordum. Benim ablam tek bir adam yüzünden tüm erkeklerden nefret ederdi. Rehan onu kazanmayı nasıl başarmıştı?

İnsan insanı terk mi ederdi yoksa terk mi ettirilirdi? Bu sorunun cevabını hep merak edecektim.

🌠

İstanbul'un göbeğinde Enis'in evine ilerlerken ortamıza duran telefonuna mesaj gelmişti.

REHAN

Enis telefonunu alıp baktığında, "Ne diyor?" diye sordum.

"Neredesin diye soruyor." Parmakları tuşlara basarken gözleri de bir yolda bir ekrandaydı. "Benim odada seninle beraber film izlediğimizi söyledim."

"Leyl ve Rehan'ı her yan yana gördüğümde çok şaşırıyorum biliyor musun?" dedim.

Gözlerinde şaşkınlık iz gösterdi. "Neden? Yakıştırmıyor musun onları birbirine?"

"Ondan değil," dedim. "Yakışıyorlar elbette. Sadece... Leyl tüm hayatı boyunca tüm erkeklerden nefret ederek büyüdü, okul yıllarımda bir erkek arkadaşımın olduğunu hiç hatırlamıyorum. Hiç izin vermezdi, gördüğü gibi de çok kızardı. Belki de onun baskısı yüzünden ilişkilere olan bakış açımız dar.. Benim de Janset'in de tek erkek arkadaşı Serter'dir sanırım. Sabah Seyit bana sarıldığında onun da güldüğünü gördüm, bir şekilde düşünceleri değişmiş... Belki de Rehan sayesinde."

"Baskıcı bir abla mıydı?"

"Çok," dedim. "Babam yüzünden hiçbir erkeğe güvenmiyordu. İlk okulda, orta okulda ve lisede bile hiçbirimizin hiçbir zaman evlenmeyeceğine, erkeklerin bize yaklaşmasına izin vermeyeceğini söyleyip dururdu. Janset ve ben çok küçük yaşlarda erkeklere böcek gözüyle bakarken, annem hep aşk kadınıydı ve aşka büyük saygı duyar, bize Leyl'in saçmaladığını, her erkeğin aynı olmadığını anlatırdı. Ama Leyl yine de üzerimize baskı kurmaktan vazgeçmezdi. Hatta annem tüm hayatı boyunca babama aşık bir kadın olsa bile onunla ilgilen adamlara da çok kötü şeyler yapardı Leyl."

Enis gülmüştü. "Annene bile annelik yapıyordu yani?"

"Kesinlikle," dedim. "Adamlara iğne batırmadığımı olmuyordu, mutfaktaki unu getirip başından aşağıya dökmediğimi, tuttuğu fareyi içine bırakmadığı mı...." arkadaşını benden duyduğu için kahkaha atıyordu. "Daha neler neler var ya..."

"Tam bir belaymış."

"Önceleri ben ve Janset'i sıkıştırıyordu, sonraları Melvin aramıza katıldı. Melvin on iki yaşında aramıza katıldığında bizim evde de bir bela olduğunun farkındaydı, hem de ilk günden. Neva'ya öyle bir baskı kurdu mu bilmiyorum ama zaten Neva aramıza katıldığında yaşı büyüktü. Çocuk değildi. Sanırım bize baskı kurduğu kadar ona kurmadı. Neva bir de sert biraz, belki o da izin vermemiştir..."

"Babam yüzünden dedin," diye sordu Enis. "Asaf Alarçin ölmemiş miydi? Siz çok küçük yaşlardayken babanızın öldüğünü söylemişti annen. Yoksa ben mi yanlış anladım?"

"Yok... Doğru söylemiş," dedim. "Biz çok küçük yaşlardayken babamız öldü. Ama ölmeden öncesi de var değil mi? Anneme yaşattıkları? Sonuçta bu adam ölmeden önce yaşıyordu, annemin hayatındaydı."

Beni anladığında bakışları bile değişti. "Kötü bir babaydı yani?"

"Biz onun babalığını hiç bilmedik, kötü diyemem," dedim. "Babalığı hakkında bir fikir sahibi olmam için önce göstermesi lazımdı. Sokaktaki saldırgan köpek bile yavrularına daha iyi babalık yapmıştır." Dudaklarını birbirine kapattı. "Ama çok kötü bir eşti, bunu çok iyi biliyorum." Nefesimi bıraktım. "İşte bu yüzden Leyl ve Rehan'ın yan yana görmeye hep çok şaşıracağım. Rehan Leyl'in güvenini nasıl kazandı merak ediyorum doğrusu."

"Kolay olmadı diyelim," dedi Enis, gözleri de yoldaydı. "Leyl çok zor bir kadın. Rehan daha onu ilk gördüğü gün ondan etkilendi ama Leyl asla yüz vermedi. Selamını bile almıyordu. Biz de kendi aramızda burnu havada diye dalga konusu yapmıştık." Yüzünde gülümseme vardı. "Sonra zamanla Leyl ve En çok yakın arkadaş oldular. En, Leyl'i her konuda, her yönden öve öve bitiremezken, Rehan ve bana bir garezi var diye düşünür olmuştuk. Ben çok üzerinde durmadım ama Rehan peşini bırakmadı." Bakışlarını yüzüme çevirdi. "Rehan çok dürüst bir adamdır biliyor musun? Okul hayatı boyunca hep dersleri için çalıştı. Ben dahi tüm arkadaşlarının aklı fikri gezmekte, hayatı yaşamaktayken, o hep çok çalıştı. Belki de bir yerde tek başına olduğunu, başarmak zorunda olduğunu düşünüyordu. Üniversitede bile hoşlandığı bir kız vardı ama ağırlığını sadece derslerine ve işi öğrensin diye babamın ona verdiği küçük işlere verdi. Bana hep örnek oldu. Ben biraz da ona bakarak bu günlere geldim. Yani demem o ki, Leyl Rehan'ın ilk sevgilisi." İşte buna şaşırmıştım. "Rehan Leyl'in peşinde hiç koşmadığı kadar çok koştu. Leyl En'le arkadaş olduktan sonra bizim ortamlarımıza daha çok girip çıkmaya başladı. Haliyle de Rehan'la da sürekli yan yana geliyorlardı ama dedim ya, ablan çok zordu. Sohbet bile kuramıyordun. Onu bir tek En'le sohbet kurarken buluyorduk; bizim yanımızda dili yokmuş gibi davranıyordu ama En'le çok fazla eğleniyordu." Leyl için her şey güvendi. Herkesten önce En başarmıştı. Yoksa ablam gerçekten de içine kapanık, dilsizden farkı yoktu. "Hatta ben o kadar defa Rehan'a çok kızmışımdır ki artık onu bıraksın diye..."

"Bırakmadı mı?" diye sordu.

"Ablanın mesafesi kuzenime zarar veriyordu Rebena..." dedi. "Tüm hayat enerjisini sömürüyordu. Rehan da bir zaman sonra kendini geri çekti, o da mesafe koydu... Ama günler sonra bir partide yine yan yana gelmişler; Leyl kendi ayaklarıyla Rehan'ın yanına gidip herkes gibi olmasaydı bu kadar kolay bırakmayacağını söylemiş." Rehan'ı denemişti, ondan emin olmaya çalışmıştı. "Sonraki günler Rehan daha karmaşık bir şekildeydi ama bu defa bir ışık yakalamıştı. Şansını yeniden denemek istedi. Değdi de. Günler sonra karşımıza el ele çıktılar. Rehan adına çok mutlu olmuştum." Gülümsüyordu. "Bence ikisi de birbirinin hayatının aşkı."

"Rehan anlattığın kadar düzgün olmasaydı bir şansı olacağını zannetmiyorum," dedim. "Leyl'in erkeklere olan güvensizliği sadece bizim kendi babamız yüzünden değil. Lisede bir sevgilisi vardı mesela, bizden saklıyordu ama sonra lise son sınıftayken öğrenmiştik. O sevgilisi de onu aldatmıştı, sınıf arkadaşıyla hem de. Sonra sana bu sabah anlattığım olay..."

"Restoranında çalıştığı adam?"

"Evet."

"Yani Rehan ablamın düşüncelerini değiştirmeyi başarmış olabilir ama ondan öncesi Leyl için erkekler dünyanın en iğrenç yaratıklarıydı. Erkeklerle öyle çok bir yaşanmışlığı da yok, Rehan onun ikinci sevgilisi oluyor... Ama işte, yaşadığımız hayat onun hep geri çekilmesine, farklı düşünesine sebep oldu."

"Onu da anlamak lazım... Her yerden farklı bir şekilde kırılmış."

"Evet. Öyle. Umarım Rehan'dan yana da güveni kırılmaz. Yoksa zannetmiyorum artık başkasıyla da devam etsin."

Kendi kendine güldü. "Asla. Rehan adına yemin bile edebilirim. İkisinden birinin sevgisi bitmediği sürece ilişkilerinin başka türlü biteceğini zannetmiyorum."

"Umarım sevgileri de bitmez. İnsan büyük bir aşk yaşadıktan sonra da başkasında hep onu arıyor."

Bakışlarına anlamlandıramadığım bir ifade yerleştiğinde gözlerini yola indirdi.

"Yanlış bir şey mi söyledim?" diye sormadan edemedim.

"Sanki kendi adına konuştun?" dedi. "Ne yani, kaç tane ilişkiye başlarsan başla herkeste İlhan'ı mı arayacaksın?"

Kendi kendime güldüm. "Bunu da nereden çıkardın?"

"Az önce sen söyledin?"

"Ama ben büyük aşk yaşamadım ki," diye gülmeye devam ettim. "Evet, İlhan'la beraberdik, onunla nişanlanmak gibi bir salaklık ettim ama ben ona hiçbir zaman tam anlamıyla güvenmedim ki... Ayrıca biz hiçbir şey yaşamadık, izin vermedim. Ortada büyük bir aşk yok. Sadece yan yana gelmekle, iki cümle sohbet kurmakla da olmaz."

Gülümseyerek önüne döndü ama sonra, "Haklısın," dedi. "Siz yan yana gelmek dışında hiçbir şey yaşamadınız. Ben yanlış anladım."

"Kesinlikle."

Aramıza kısa bir an sessizlik girmişti ama sonra, "Telefonun nerede bu arada?" diye sormuştu.

"Otel odasında bırak demiştin," dedim. "Yatağımın üstündeydi en son."

"İyi yaptın... Numara zaten yeniydi ama Seyit'te, Janset'te, Rehan'da vardı. Kimse ulaşamasın diye sana yeni bir hatla beraber telefon da alacağız."

"Eski numaramı da kullanamayacağım yani?"

"Evet," dedi yüzüme bakarak. "Eski numaranı kullanmama izin vermem demek İlhan'la iletişime geçmene engel olmamam demek. Bu da İlhan'ı şüphelendirir."

"Haklısın," sıkılgan bir nefes bıraktım. "Kullanmam." Bakışlarımı seyrek trafiği olan yola çevirdim. "Ne kadar kaldı bu arada? Artık bir an önce gidip uyumak istiyorum."

"On beş dakikadan daha az," dedi gülerek.

"Neden gülüyorsun anlamadım ben ama?"

Yüzündeki çarpık gülüşüyle, "Benimle beraber yeterince uyumadın mı?" diye sordu. Utancın kesiği içime iz bırakmıştı. "Soluksuz uyumuştun oysa."

"Üzerinden kaç saat geçti," dedim konunun üstünü kapatmak istercesine. "Hem gece yarısı olmak üzere. Birkaç saat uyku beni ne ayakta tutar?" aynı ifadesini koruyordu ama yüzünü yola çevirmişti. "Hem..." dedim çekinerek. "Ben uyuduktan sonra sen niye yanımdan ayrılmadın ki? Uyandığımda hâlâ benimle beraberdin..."

"Benimle uyudun, uyandığında da beni görmek istersin diye düşündüm."

Söylediklerine inanmadığımı burnumu kırıştırarak gösterdim ama bu onu güldürmüştü.

"Hiç de öyle düşünmezdim, çocuk değilim ben..."

"Çocuk değil misin?" diye inanamayarak sordu. "Az kalsın yumruklarıyla gözünü çıkaracak kadar koca bir bebektin Rebene..." dışarıya göz devirdim. "Koca cüssesiyle öyle ağlayanı hiç görmedim ben..."

"Susmayacak mısın?"

"Hayır," diye yanıt verdi hemen. "Benimle uyumak güzel miydi bari?" gerçekten susmuyordu. "Öyle deliksiz uyudun ki senin için muhteşem bir deneyim olmuş olmalı?" hiçbir sorununa cevap vermeyecektim. "Değil mi? Mükemmeldi itiraf et."

Yıldızlar geceye mi aitti yoksa göğe mi? Bence geceye. Yıldızlar düşünüldüğü gibi göğün olsaydı, onları gün ışığında da görebilirdik. Gök onları geceden çalıyordu. Demek ki uzaktan bakıldığı kadar temiz değilmiş... Her insana aldanmamam gerektiğini biliyordum. Bir kez daha öğrenmekten korkuyordum. Enis düşüncemde durduğu gibi kalmalıydı, yoksa... İkimizin başına da çok büyük bela olurdum.

🌠

Enis arabayı büyük bahçeli bir eve soktuğunda burasının onun evi olmadığını anlayabiliyordum.

"Enis..." dedim iki katlı, bahçeli, büyük eve bakarak. "Burası senin evin değil ki?" eğilmeyi bırakıp bakışlarımı yüzüne çevirdim. "Neden geldik buraya?"

"Artık burada kalacağız," dedi. Güvenlik arkamızdan büyük demir kapıyı kapatıyorken etrafta da bir sürü koruma vardı. "Sana İlhan'ın eli silahlı mafya olduğundan bahsetmiştim. Güvenliğini sağlamak zorundayım."

"Benim için yani?"

"Bizim için," diye düzeltti. "Hem eski evimi herkes biliyor. Alev, kız kardeşim, İlteriş abi, annem, babam, diğerleri... Herkes. Birazdan herkes evlendiğimizi duyduğunda sürekli gelip gidip bizi rahatsız etsinler istemiyorum."

Haklıydı.

Arabayı durdurunca, "İnelim," dedi.

İkimiz de önce emniyet kemerlerimizi açtık, sonra da beraber arabadan indik.

Korumalardan biri Enis'e yaklaştığında, "İyi akşamlar efendim," dedi. "Her şey istediğiniz gibi hazırlandı."

Her şey?

"Teşekkür ederim," Enis arabasının anahtarını ona uzattı. "Arabayı garaja çek."

"Tabii efendim."

"Hadi, biz eve geçelim," Enis bana elini uzattığında yanına ilerledim ve sonra da onunla beraber villaya yürümeye başladık. Eli de sırtımda yerini bulmuştu.

Kafamı kaldırıp villaya baktığımda sanki bahçenin ışıklandırması yetmiyormuş gibi tüm odaların ışıkları da açıktı. Evin ön kısmında büyük bir havuz, biraz ötesinde de müştemilat vardı.

Kapı önüne geldiğimizde zile basmak için Enis elini kaldırdı ama daha zil çalmadan önce kapı iki hizmetli tarafından açıldı. "Hoş geldiniz Enis Bey." anlaşılan gözleri yolda, kulakları kapıda bizi bekliyorlardı. Bakışlarını bana çevirdi. "Siz de Rebena Hanım."

"Teşekkür ederim," dedim. Enis de kafasını sallamakla yetindi.

Enis'in sırtımdaki elinin yönlendirmesiyle içeriye girdik ve montlarımızı çıkarıp hizmetlilere verdik.

Enis ceketini de çıkartıp gömleğiyle kaldığında, "Rebena," dedi bana. Eliyle yaşı epey olan kadını gösterip, "Bu Zübeyde," dedi. "Annesi uzun yıllar boyunca annemle çalıştı ama sonra yaşlanınca işi bıraktı. Ben daha çocukken Zübeyde de genç bir kızdı, annesiyle beraber bizim evde çalışıyordu. Ama artık seninle ilgilenecek."

"Evet efendim," dedi Zübeyde Hanım. "Enis Bey'in isteği üzerine artık buradayım."

"Teşekkür ederim," dedim.

Enis genç kızı gösterdiğinde, "O da Gülşah," dedi. "Zübeyde'nin yeğeni."

"Evet," dedi genç kız. Benimle yaşıttı ya da birkaç yaş büyüktü, fazla yaş farkı olduğunu düşünmüyordum. "Halama yardım edeceğim, sizinle de yakından ilgilenirim."

"Teşekkür ederim," dedim yeniden.

Zübeyde Hanım, "Yemek hazırlamayın dediniz ama isterseniz hemen bir şeyler hazırlayabilirim," dedi Enis'e.

"Ben aç değilim ama..." Enis bana baktığında, "Sen bir şeyler ister misin?" diye sordu.

"Yorgunum, uyumak istiyorum," dedim. "Sabah beraber kahvaltı yaparız zaten."

"Biz bir şey yemeyeceğiz," dedi Enis ikisine de. Eli yeniden belimde yerini bulduğunda, "Siz müştemilata çekilebilirsiniz," deyip bizi yanlarından uzaklaştırdı.

Her ikisi de, "Size iyi geceler," dedi arkamızdan.

Salona geçmiştik ama direkt merdivenlere yönlendiğimizden çok inceleme fırsatı bulamamıştım. Fakat göz ucuyla çokça büyük ve aydınlık olduğunu gördüğümü söyleyebilirdim.

Enis belimdeki elini indirince artık merdivenleri yarılamıştık.

"Evli olduğumuzu biliyorlar mı bu arada?" diye sordum.

"Evet," diye cevap verdi. "Ama burada yaşanılanların burada kalacağını da biliyorlar... Evli olmamıza rağmen neden ayrı odalarda yaşadığımızı sorgulamayacaklar."

Kaşlarımı kaldırmıştım anladığımı gösterircesine. Gerçekten de korumanın söylediği gibi her şey çoktan ayarlatılmıştı bile.

Üst kata çıktıktan sonra Enis'in yönlendirmesiyle bir odaya girdik ve beni önden buyur ettiği için kendisi de arkamdan ilerliyordu.

Geldiğim oda büyük ve çok güzel eşyaları vardı. Çift kişilik yatağın rengi toz pembeydi. Üstünde ise farklı farklı yerlere konumlandırılmış birkaç raf, rafların üstünde de bazı okuma kitapları duruyordu. Birkaç süs eşyaları ve canlı bir çiçek de vardı. Koyu parkelerin üzerine serilmiş tek bir halı vardı, onun rengi de kirli beyazdı. Makyaj masası ve aynası da çok uzakta durmuyordu. Ayrıca duvarlara asılmış renkli tablolar da odaya uyum sağlıyordu. Hem köşelerde büyük saksılı bitki de vardı...

"Burası senin odan," dedi Enis beni arkadan takip ederek. "Burada kalacaksın."

Bir kapı vardı; sanırım banyo ve tuvalete açılıyordu. Diğer kapısız alana girdiğimde birbirinden renkli kıyafetler ve birden farklı, her çeşit ayakkabı gördüm. Kıyafetler kapakları olmayan dolapların içine yerleştirilmişken, ayakkabılar da bir kütüphaneyi andıran boydan boya bir dolaba yerleştirilmişti. Köşede boydan bir ayna vardı ve tam önünde de takıların olduğu cam sürgülü bir yer...

Arkamı döndüğümde, "Bunlar benim mi?" diye şaşkınlıkla sordum.

"Evet," dedi elleri ceplerindeyken. "Evlilik sahte, sadece bir süre beraber yaşayacağız gibi şeyler deme... Kendinle götürsün, sana hediyem olsun."

"Ama çok fazlalar?" etrafa bir kez daha bakma ihtiyacı hissettim. "Hem de çok..."

"Merak etme," dedi gülerek. "Taşınmanda ben yardım ederim." Onun gibi gülmeden edemedim. "Hadi gel," dedi giyinme odasından çıkarak.

Arkasından odaya çıktım. "Teşekkür ederim. Bayağı uğraşılmış, her şey düşünülmüş."

Bana yüzünü döndü. "Beğendin mi bari?"

"Evet. Çok güzel."

"Odanı ve evini görmüştüm. Gözlemlerimi mimara aktarınca o da iki üç günde böyle bir şeyi ortaya çıkardı."

"Neymiş gözlemlerin?" diye sormadan edemedim.

"Çok fazla koyu renkler tercih etmiyorsun, çok nadir zamanlarda belki kullanıyorsun... Daha canlı renkler tercih ediyorsun." Evet, doğruydu. "Odan da ve evinin birkaç köşesinde bitkiler görmüştüm. Odana da birkaç tane koydurduk. Odanda küçük de olsa bir kütüphane vardı, yatağının baş ucunda da bir okuma kitabı..." beni şaşkınlığa çevirirken başıyla yatağın üstündeki küçük kitaplığı gösterdi. "Onlar benim okuduğum kitaplar. Daha vardı ama oraya anca o kadar sığdı. Bende aralarından en sevdiklerimi seçtim. Hepsini bitirebilirsen yenileriyle değiştirilecekler."

"Teşekkür ederim," dedim minnetle, biraz da şaşkınca. "Çok okumaya zamanım olmuyor ama yatmadan önce mutlaka elli ya da yüz sayfa kadar okurum."

"Ben de öyle düşündüm," dedi geriye çekilerek. Odanın içini inceledikten bir süre sonra bana döndü. "Her şeyi halletmişler ama istediğin bir şey varsa bana söylemen yeterli, hemen hallederiz."

"Olacağını zannetmiyorum ama aklımda tutarım."

"Banyoda orada," dedi eliyle. "Hiçbir bakım ve kişisel ihtiyaçlarında eksiklik yaşamazsın."

"Mutlaka..."

"Tamam o zaman," diyerek nefesini bıraktı. "Benden istediğin bir şey yoksa ben artık aşağıya iniyorum," dedi. "Benim de uyumaya ihtiyacım var..."

"Fotoğraf," dedim. Anlamamış, kaşlarını çatmıştı. "Evlendiğimizi duyurmayacak mısın?"

"A evet," dedi. "Şimdi hatırladım. Evlilik cüzdanı yanında mı?"

"Sana vermiştim," dedim.

"Montumun cebinde kaldı sanırım," kapıya ilerledi. "Hemen alıp geliyorum."

Odadan çıktığında tek başıma kalmıştım ve o gelene kadar saçlarımı düzeltebileceğimi düşünerek ayna karşısına geçtim. Yüzüm zaten çıkmayacaktı ama saçlarımı açmam gerekiyordu, görünmesi ve anlaşılması açısından.

Saçlarımı açtıktan sonra neyse ki düzgünlerdi. Sadece elimle düzeltip omuzlarımdan aşağıya bıraktım. Kıyafetimi de düzelttikten sonra kapı açılmış, Enis içeriye girmişti. Elinde cüzdanla beraber iki de kutu vardı.

"Hiç demiyorsun yüzük nerede diye," dedi yanıma ilerlerken.

"Yüzük mü?" diye sordum.

"Evet yüzük." Karşıma geçtiğinde telefonunu ve evlilik cüzdanını arkamda kalan makyaj masasının üzerine bırakıp kutulardan birinden kendi için aldığı alyansı çıkarıp parmağına taktı. "Evli çitler yüzük takar. Haberin yok mu?"

"Benim ki nasıl?" diye merakla sordum. "Seninki gibi mi?" yüzümü astım. "Tek taş değilse takmam bak."

Bu onu güldürdüğünde kutuyu açtı ve pırlanta bir yüzük gösterdi. "Beyaz. Seversin değil mi?"

"Evet," dedim ve yüzüğü kutudan çıkardım. "Bu çok güzel!"

Tam parmağıma takıyordum ki, "Bekle," diyerek elimi tuttu. Yüzük kutularını yatağa fırlatıp yeniden bana döndü. "Kendi yüzüğünü kendin takma." Yüzüğü elimden alıp sol elimin parmağına taktı. "Çok yakıştı."

Elimi kendime tutarak inceledim ve gerçekten de hem çok güzeldi hem de çok yakışmıştı.

"Bunu ne ara seçtin?" diye sordum elimi indirirken.

"Bizim her zaman alış veriş yaptığımız bir yer var," dedi. "Fotoğraflara bakarak yüzükleri ben seçtim, Zübeyde de almaya gitti."

"Parmağıma tam oturdu," dedim. "Sende de göz varmış yani..."

Yine gülmüştü. "Senden önce parmağına Gülşah taktı. Ellerinizin boyu aynı olur diye düşündüm. Düşündüğüm gibi de çıktı."

"Aynen."

"Artık şu fotoğrafı çekilelim de bitsin," dedi telefonu kendi alıp, evlilik cüzdanını bana verip. "Yüzük görünsün."

"Tamam." Makyaj masasına yaslandığımda sanki poz veriyormuşum gibi evlilik cüzdanını göğüs hizama kaldırdım ve yüzüğü göstermeye dikkat ettim. Enis karşımda durup telefonu tuttuğu için muhtemelen arkadaki aynadan da onun vücudu ve benim de sırtım belli oluyordu.

"Tamam mı?" diye sordum, birkaç fotoğraf üst üste çekip, "Bitti," dedi. Ama bana göstermek yerine ekrana baka baka yatağa ilerledi. "Gel, beraber bakalım."

Yatağa yan yana oturduğumuzda fotoğraflardan birini gösterip, "Bu nasıl?" diye sordu.

Güzel çıkmıştı ama, "Diğeri?" diye sordum. Ekranı kaydırdı ve biz o fotoğrafı da inceledikten sonra, "Diğeri?" diye sordum. Üçü de incelemem bitmişti. "Bence ikincisi," dedim. "Diğerlerinin ışığı güzel çıkmamış."

"Bence üç," dedi.

"Üç mü?"

"Evet. Fark etmedim galiba," son baktığımız fotoğrafı büyütüp, "Bak buraya," dedi. "Bu fotoğrafta omzumdaki gökyüzü daha güzel ve net çıkmış. Asıl bunun görülmesi lazım."

"Şimdi fark ettim," dedim omzuma bakmaya devam ederek.

"Bunu paylaşacağım," dedi.

"Olur."

Seçtiğimiz fotoğrafı hesabına hikaye diye atmak isterken en üst kısmına R. Alarçin Altınday diye yazıp, biri siyah, diğeri beyaz olan iki kalp koydu. İkimizin de yüzleri görünmezken kimse Enis'in değil de, aileden başka bir erkeğin evlendiğini düşünemezdi çünkü Enis'in de alyansını taktığı eli açıkça görünüyordu.

"Bitti," dedi Enis fotoğrafı paylaştıktan sonra. Saatler 00:00 gösteriyordu. "Sabaha kadar duymayan kalmaz."

Enis'in kardeşi olmadığımı öğrenecek olan Derin'in Enis'i istenmeyen eski sevgili Alev'in ve kaçırıldığımı, zorla alı konulduğumu düşünen İlhan'ın yüzünün şeklini şimdiden çok ama çok merak etmiştim.

Sabahı sabah etmek çok zor olacaktı.

Janset Alarçin

Odaya girdiğimde, "Rebena," dedim. Odanın içinde görünmüyordu ama lavaboda olabilirdi. Yorgun argın hareketlerle elbisemin fermuarına uzandım ve açmaya çalıştım. "Rebena! Tuvalette misin yoksa gecenin bir yarısı banyo mu yapıyorsun?"

Cevap yoktu.

Elbisenin fermuarını açtım ama çıkarmadan önce banyoya gidip içeriye bakındım. Burada değildi. Hemen konsola gittim ve telefonu elime aldım.

"Leyl! Rebena odada yok. Saat on bir buçuk, nereye gitmiş olabilir ki?"

Attığım mesajdan sonra tam telefonu bırakıyordum ki aşağıda tanıştığım ve birbirimize numaralarımızı verdiğim çocuk mesaj attı.

"Yalnız mı yatacaksın? Benim sıcak kollarım dururken!!!!"

Komik çocuktu doğrusu.

"Sıcak kollarınla sonra görüşelim olur mu, Güney? Bu bedenin dinlenmeye ihtiyacı var."

Telefonu bırakıp elbisemin eteklerinden tutarak giysi dolabına ilerledim ve o sırada elbiseyi çoktan başımdan çıkarıp yere atmıştım bile. Leyl'in en sevdiği parçaydı ve bu halde görseydi muhtemelen çoktan terliği kafama yemiştim... Ama o görmedikten, bilmedikten sonra ne önemi vardı ki?

İç çamaşırlarımın üzerine gecelik giyinirken telefonuma üst üste mesaj gelmişti ama üzerimi değiştirdikten sonra elime almıştım. Yatağa uzanmak istediğimde ise Rebena'nın kullandığı telefonu görmem bir olmuştu. Neyse ki telefonu buradaydı. O da otelin herhangi bir yerine gitmiş olmalıydı. Komodinin üzerine bıraktım ve uzanıp gelen mesajlara baktım.

Güney, Leyl ve Melvin... Üçünden de mesajlar vardı.

Rebena önceliğim olduğu için Leyl'in numarasının üstüne bastım.

"Rehan Enis'e sordu şimdi, Enis'in odasında beraber film izliyorlarmış."

"Hıı, tamam. Sorun yok o zaman."

"Biz uyuyoruz, sana da iyi geceler."

"İyi geceler ablacığım."

Oradan çıkıp Güney'in mesajına girdim.

"O yorgun bedenine masaj yapardım, çok yumuşaktır ellerim. Bacaklarının arasına kaydığında anlamış olmalıydın..."

"Tam hissedemedim ya, biliyorsun, çok değmedi..."

"Kaçtığına pişman oldun o zaman?"

Cevap vermeyip Melvin'in yazdıklarına girdim.

"Barbie bebek! Ben kocamı özledim! Yine! Yanına gittim ama kavga ettik. Yine! Giydiğim elbiseye demediğini bırakmadı ya! Gece mi de! Hevesi mi de! Mahvetti ya! Bir daha onu özlemeyeceğim! Özlersem de yanına gitmeyeceğim!"

"Öf Melvin ya! Yeminle çok sıkıldım sizden bak! Ya barışın ya da ayrılın artık!."

"O kadar kolaydı sanki?! Sen ne anlarsın aşktan! Ruhsuz sarışın!"

Göz devirdiğimde mesajlardan çıktım çünkü böyle sabaha kadar uzardı. O arada Güney'in üstten mesajı düşmüştü ama girip de bakmadım.

"Ellerimin çok marifetli olduğunu söylemiş miydim? İnsanın aklını başından alır... Pişman olmazsın, hadi, oda numaranı söyle. Kaçıncı kat?"

Telefonu kapatıp Rebena'nın telefonunun yanına bıraktım ve gözlerimi ovaladım. Yüzümü yıkayıp makyajımdan kurtulmam gerekirdi fakat kendimi fazlasıyla yorgun hissediyordum. Dinlenmek için gözlerimi kapatmıştım ki kapı çalındı ve Rebena'nın olduğunu düşünerek ayağı kalktım. Ama karşımda Rebena'yı değil, Serter'i bulmuştum. Haliyle dilimin ucuna gelen kelimeler de söze dökülmemişti.

"Rebena burada değil," deyip kapıyı kapatmak istedim. "Enis'in odasında. Oraya bakabilirsin."

Önce ayağını araya koymuştu, sonra da eliyle durdurmuştu. "Rebena için buraya gelmedim." Kapıyı iyice aralayıp içeriye girdiğinde ondan uzak durmak adına geriye çekildim. "Senin için geldim." Kapıyı geriye iterek kapattı.

"Dışarıya çık!" dedim.

"Neden benden kaçıyorsun?" küçük adımlarla üzerime geliyordu.

"Çık dedim." Geriye çekilecek kız değildim ama ayaklarıma söz geçiremiyordum.

"Önce soruma cevap ver," dedi. "Sonra gideceğim." Sırtım duvara çarptığında gidecek yerim kalmamıştı. Tam karşımda durarak, "Neden beni gördüğün yerde durmuyorsun?" diye sordu.

"İlgimi çekmediğin için olabilir mi?"

Yana çekildim ama kollarımdan tuttuğunda beni duvara çarparak yasladı. Neredeyse ayaklarımın parmak uçlarımda durduğumu söyleyebilirdim

"Ben mi ilgini çekmiyorum? Senin hem de?"

Yüzünde gülümseme vardı ama kaşları çatıktı. "Sinirli misin yoksa sadece meraklı mı? Hiçbir şey anlamıyorum."

"Sence?" diye gülümsedi. "Ne hissediyorum?"

Bakışları değişmişti, kokusu değişmişti, bana dokunuşu değişmişti, vücudu ve yüzü değişmişti... O benim aşık olduğum adam değildi. Kalbim çarpıyor olabilirdi ama o eski Serter değildi.

"Bırak beni," dedim hiç direnmeden. Avuçlarım onu itmek istiyordu ama dokunmaya cesaretim yoktu."Rebena gelecek, seni burada görmesin."

"Gelmeyecek," dedi gülümseyerek. "Koridorda Enis'le karşılaştık. Rebena odasında uykuya kalmış, orada bu gece."

"Olabilir," dedim düz sesimle. "Odamda kalman için yeterli sebep değil."

Bir şey söylemek yerine yüzümü izledi, dudaklarıma baktı, nefes alışları değişti...

"Bırak," dedim sakince. "Ve git."

Yine gülümsedi ama bu defa diğerlerinden bir fark vardı; dudaklarıma kapandığında bacaklarımdan tuttu ve beni havalandırıp geriye döndürdüğü gibi yatağa yatırdı.

Onu omuzlarından itmeyi başardığımda, "Ne yapıyorsun?" diye sordum korkuyla. Serter neşeli, eğlenceliydi ama kinciydi de. Onu çok iyi tanırdım. Ne nefretini ne de öfkesini kolay kolay unutacak biriydi. Her şeyi bu kadar kolay silip atamazdı.

"Seni istiyorum sadece," dedi. "Ne var bunda?"

Bunun mümkün olduğuna inanmıyordum.

Üzerimden kalktığında gözlerimin içine baka baka tişörtünü sırtından tuttu ve başından çıkarıp kenara attı. Pantolonun düğmesini de delikten çıkarmıştı, sürüsünü de aşağıya indirmişti.

"Serter..." dedim ama ne söyleyeceğimi bilmiyordum.

Kıyafetlerini aşağıya indirmeden önce şortumu aşağıya indirip ayaklarımdan çıkardı. Üzerime çıktığında ise geceliğin üstünü yukarı kaldırıp çıkardı. Arkasına savurup attı ama iç çamaşırlarıma dokunmadan, dudaklarıma kapandı.

Nazikçe öpmüyordu, canımı yakıyordu. Biliyordum, bu özlem değildi. Aklında başka şeyler vardı, sorun değildi. Ona teslim olmamam için ortada hiçbir sebep yoktu.

Ellerim yumuşak ve pürüzsüz sırtını gezerken yerlerimizi değiştirip beni üzerine aldı. Az sonra öpmeyi bırakmadan doğruldu ve üzerinde oturur pozisyonunda dururken, sutyenimi arkadan açıp kollarımdan çıkardıktan sonra yere attı. Ellerim pantolonundan içeriye girmeye yeltenmişti ki yine yerimizi değiştirdiğinde üzerindeki fazlalıklardan kurtulan kendisi olmuştu. Benim üzerimdeki tek fazlalık bacaklarımı arasındaydı ancak içime girmeden önce kenara çekmek ona yetmişti.

Avcu boğazımı sıktığında dudaklarını kulağıma yaslamıştı ve içimde yerini alırken canının istediği gibi üzerimde gelip gidiyordu; tenime akan yumuşak nefesler değildi, sertti. Dakikalar sonra canımın acımasına dayanamayarak bir an onu itecek gibi oldum ama yapmadım. Beni sırt üzeri yatırıp saçlarımı kavradığında bile çıkardığım tek ses zevkten inlememdi. Ben saç köklerimde bu kadar acı hissederken saçlarımın avcunda kaldığına yemin edebilirdim.

Sonrasında hiç yorulmamış gibi bu defa ayağı kalkmıştı ama kavradığı bacaklarımı omuzları üzerinde tutarken ayaklarımla hem boynunu kelepçelemiştim hem de çarşafları sıkmaktan neredeyse avcumda un ufak olacaktı.

Az sonra bacaklarımı kenara yatırdı ama o ayakta durmaya devam etti. Hiç canım yakmıyormuş gibi eli göğsümü kavradığında diğer eli saçlarımdan tutarak başımı kaldırdı ve dudaklarımı dudaklarının arasına aldı. Ne kadar ileriye gittiğinin bir önemi yoktu; ne benim için ne de onun için...

"Durmamı istemeyecek misin?" diye sordu.

Fırsat verseydi cevabını alırdı ama bırakmamıştı. Neyse ki kısa bir an dinlememek adına alnını alnıma yasladığında, "İstediğini al ve git," dedim. Onun derdi ben değildim, canımı yakmaktı, sürünmemi istemekti.

Doğrulup bana çarpma şiddetini çoğalttığında haklıydım. Ancak içimde uzun bir süre kaldığında boyun boşluğuma boşalan nefesiyle eski Serter'e biraz daha yakındı. Sorguluyordu, düşünüyordu, üzülüyordu...

REBENA ALARÇİN

Gözlerimi araladığımda yüz üstü uyanmıştım ve ellerim de yastığımın altındaydı. Yüzüme dökülen saç tutanlarımın arasından pencereden gördüğüm gök koyu kurşuni bir renge sahipti. Ve... Bulanıklık yerini netliğe bıraktığında kar yağdığı gördüm. Lapa lapa kar yağıyordu.

Mutlu bir sabaha uyanır gibi başımı yastıktan kaldırdığımda, "Günaydın," sesini duydum.

Endişeyle arkama bakmamla Enis'i gördüm. "Enis?!"

Elinde telefonla bana gülümsüyor, sırtını da yatak başlığına yaslamıştı. "Günaydın."

Dizlerim üzerine durduğumda sorguluyordum. "Biz dün gece beraber uyuduk da ben mi hatırlamıyorum?"

"Evet," dedi. "Beraber uyuduk."

Benim uyuduğum pikenin altında değil, üstünde oturuyordu. Ayrıca durduğu yer hiç bozulmamıştı bile.

"Yalan söyleme," dedim yüzüme dökülen saçlarımı geriye tarayarak. "Sen iyi geceler deyip odamdan çıkmıştın. Ben de yüzümü yıkadım, üstümü değiştirdim sonra da yattım. Beraber uyumadık ki."

"Şaka yaptım zaten," dedi. "Sen anlamadın ama..."

Göz devirdim. "Öf Enis..." üstümü açıp ayaklarımı yataktan aşağıya bıraktım ve üstü tüylü terliklerime bakındım. "Saat kaç?"

"Sekiz olmak üzere."

Yatağın ayak kısmına yürürken bir yandan da kollarımı kaldırmış, ellerimi başımın üstünde birleştirmiş, esniyordum; sırtımın açıldığını hissettim ama çok üzerinde durmadım.

Yüzümü Enis'e döndüğümde dalgın gözleri bel boşluğumdan gözlerime döndü.

"Sen niye sabah sabah benim yatağımdasın?" diye sordum. "Uyanır uyanmaz beni görme perileri mi geldi?"

Elindeki telefonu göstererek, "Dün gece attığımız fotoğrafa yapılan yorumları görmek istersin diye düşündüm," dedi.

Doğru ya... Herkes evlendiğimizi öğrenmişti.

"Görmesi gerekenler görmüş mü?" diye sordum.

"O kadar takipçisinin arasından İlhan'ın hikayeye bakıp bakmadığını itinayla kontrol ettim," dedi.

"Görmüş mü?" diye meraka kapıldım.

"Saat altı gibi..."

"Görmüş yani?"

"Evet," dedi. "Muhtemelen haber yayıldı, o da doğru mu değil mi diye baktı."

"Öğrendi yani?"

"Evet. O dahi herkes biliyor. "Yüzümü pencereye çevirip saçlarımı karıştırırken, "Ne oldu?" diye keyfi kaçan sesiyle sordu. "Sevinmedin mi?"

"Annemi düşünüyordum," deyip kaşlarımı çattım. "Onu üzmek istemiyorum."

Beni anladığını gösteren bir ifade takındı.

Ona sırtımı dönecek şekilde yatağa oturduğumda avuçlarımı da yatağın kenarlarına yasladım.

"Rebena..." dedi arkamdan. "Lütfen bana pişman olduğunu söyleme."

Yan oturarak yüzüne baktığımda, "Pişman değilim," dedim. "Sadece annemi üzmek istemiyorum... Evlendim, farkında mısın? Hiçbiri yanımda değildi, onlar yokmuş gibi davrandım. Ne kadar çok kırılacaklardır kim bilir..."

Sıkılgan bir nefes bıraktığında yanındaki komodinin üzerinden bir telefon kutusu aldı ve önüme attı. "Hattı da içinde hazır. Arayıp konuşabilirsin."

"Bu her şeyi halledecek yani?" diyerek kutuya uzandım. "Hemen anlarlardı zaten beni."

"En azından kendini açıklamış olurdun."

Kutuyu açtıktan sonra kulaklık ve şarj aletiyle beraber büyük, siyah bir telefon gördüm. Telefon çok güzeldi. Şifresi de yoktu.

"Teşekkür ederim," dedim. "Çok güzelmiş."

"Beğendin mi?"

"Evet. Kim beğenmez bunu."

Kutuyu kenara bıraktım ve emekleye emekleye Enis'in yanına gidip onun gibi sırtımı yatak başlığına yasladım. Ona fazla yaklaştığımı omuzlarımızın birbirine değmesiyle anladım ama yanlış anlamasından endişe ederek geri de çekilmedim.

"Bizimkilerin numarasını atsana."

Telefonu elinde bir tür döndürdükten sonra, "Bir süre kimseyi aramayacaksın yalnız," dedi. "Bu duruma alıştıklarında zaten onlarla iletişime de geçmiş olursun."

"Tamam tamam. Öyle yaparım.

Enis'in tüm numaraları attığı sırada ezbere bildiğim annemin numarasını kaydettim ve sonra da Enis'in numarasını ENİS diye tam kaydediyordum ki hızlıca telefonu elimden alıp CANIM KOCAM diye düzeltti.

"Öf," deyip telefonu elinden aldım. "İğrenç."

O yazıyı ŞIMARIK diye düzelttim.

"Sensin o," diyerek telefonu elimden aldı. YAKIŞIKLIM

"Iyy," dedim telefonu elinden çekerek. "Asla böyle tabirler kullanmam."

"Belli!" diye kızdı. "Vandam!"

"Sus ya, konuşma," dedim ve adını rehberime ENİS diye sonunda kaydetmeyi başardım.

"Sen gerçek bir vandamsın Rebena."

Onu dinlemeyerek bana attığı numaraları kaydettim.

Köpekbalığım Seyit

Barbie Bebek Janset

Neva

Melvin

Leyl

Rehan

Ne Aslım'ın, ne Zühre'nin ne de Alpay ve Buğra'nın numarası vardı ama Aslım ve Zühre'nin numarasını ezbere bildiğim için sonradan kaydettim.

Aslım Kuşum

Enis gülmüştü ama ben yine oralı olmadım.

Çalışkan Zühre

Sonrasında istagram indirdim ve Enis, "Hesabın mı vardı?" diye sordu.

"Evet," dedim e postamı ve şifremi yazarken.

"Hiç de haberim yoktu..."

"Olması mı gerekiyordu?"

"Yok da, insan bir haber verirdi. Takip atardım."

Hiç kimseyi takip etmiyordu da beni mi takip edecekti?

Hesabıma girmiştim ama Enis'e cevap vermem gerektiği için başımı omzum üzerine aldım. "Sıfır kişiyi takip ediyorsun Enis... Eski sevgilini hiç takip ettin mi etmedin mi bilmiyorum ama takip ettiklerin sıfırken beni mi takip edeceksin?"

"Takip ettiklerimin sıfır kişi olduğunu nereden biliyorsun?"

"Baktım," dedim hiç çekinmeden. "Ayrıca konumuz bu değil."

"Karım değil misin?" diye sordum. "Takip ederim."

Onu bozmak adına, "Et de göreyim," dedim. "Hadi."

Başını önüne aldı, telefonunu açtı, hesabına girdi ve arama yerine beni yazıp profilime bastı. "Bay Kitty güzel bir seçim olmuş. O en azından gülmeyi biliyor." Yüzümü kırıştırdım ama Enis takip attığında bu ifade şaşkınlıkla yer değiştirdi. Enis başını omzunun üzerine alarak, "Kabul et," dedi. "Ama sen de beni takip edeceksin. Karşılıklı olacak."

Şaşkınlığımı gizlemeye devam ederek önüme döndüğümde gelen yeni bildirimin üstüne bastım ve takip istediğini önce kabul ettim sonra da geri takip ettim. "Karın ağrın geçti mi?"

Güldü sadece.

Sonrasında onunla ilgilenmeyi bırakıp mesajların olduğu yere girdim. Aslım'dan sekiz, Seyit'ten kırk beş, Zühre'den on üç, Melvin'den yüz üç, Neva'dan yüz beş tane mesaj vardı.

Enis düşüncelerime tercüme olur gibi, "Oha," dedi benim yerime. "Benim milyonluk hesabımda böylesi yok."

Azdan çoğa gitmek istediğim için Aslım'ın mesajlarına baktım.

"Rebeneyyyyyyyyyyy!"

"Bu gözlerin gördükleri doğru mu?"

"Sen şimdi evli misin?"

"Hemi de o yakışıklı adamla."

Enis gülmüştü.

"Ya cidden mi çikilotammmm?"

"Ama nasıl?"

"Ne zaman ya ne zaman? Çikilotam..."

"Ben niye bilmiyorum!!!!!!!!!!!!!!!! Hemen beni arrrarara! Seni gerçekten de parçalayacağım hani nikah şahidin bendim?!"

Oradan çıkıp Zühre'nin mesajlarına girdim.

"YOK ARTIK. Devenin bale pabucu!"

"Bebişi ne zaman elimize arıyoruz?"

Enis yeniden gül, ben ise ona nazaran göz devirdim.

"Kızım kızım, ne bu hız ne bu acele? En düşük aldığım vize bile bana kadar bu kadar girmedi!"

"Yangından mal mı kaçırdınız? Sakın orada ondan hamile kaldığını için nikahı bastığını -nikahı zorla başlattığını- söyleme bana?!"

"Yattınız mı?"

Öf! Enis'in yanında okuduğum mesajlara bak! Ben gerilirken ve utanırken o ne hissediyordu hiç anlamıyordum.

"Ya doğru değil de bana."

"Hani nikah şahidin bendim?"

Diğer mesajlar da aynı olduğu için okumadan çıkıp Seyit'in yazdıklarına baktım.

İlkin bir video atmıştı.

"Gördüğümde aynı bu sıfat oldum."

Şapkası başındayken dudakları aralık, kaşları hafif çatık ve gözleri de baygınmış gibi bakıyordu. Elini kulağına yaslıyordu ve telefonla beraber kendi etrafında birkaç tur dönüyordu. Öyle anlaşılıyordu ki Kocaeli'deyken çekmişti.

"Nevrim döndü nevrim."

"Dün gece Aslım gelmiş diye beni kandırmaya utanmadığın gibi 'nikah şahidim sen olacaksın' deyip de verdiğin sözü tutmadığına da utanmadın mı? Hiç?"

"Hani nikah şahidin ben olacaktım? Kolumdan daha uzun girdin bana rebeneeeeeeeeey."

"İnsan birkaç gün geç evlenirdi ya! Aceleyle çıkıyoruz şu an, daha keyfini çıkarmadım hani."

"Kanka, senin bu ablan senden sinirli olmasın ama sinirlenince ne kadar da ürkütücü oluyor yav. Vallahi yüzüne bakamıyorum. Rehan'cığım kral adam, Allah sabırlar versin."

"Bu Barbie Bebek sanki sen Karun kadar zengin adamın karısı olmamışsın gibi, sanki ben de o karının zengin arkadaşı olmamışım gibi, sanki sen benim ve Aslım'ın düğün masraflarını karşılayamayacakmışsın gibi, sanki sen bize düğün hediyesi olarak bir spor araba ve bir de yalı hediye etmeyecekmişsin gibi pencereden dışarıyı izliyor; hem de sakin, dalgın ve düşünceli bir şekilde. İlginç. Bu kızda bir haller var. Zengin olmama bu kadar tepkisiz olması normal değil."

Bana mesaj atanların arasında Janset yoktu. Bir şey olmuş olmalıydı, evlenmemden daha büyük bir şey. Yoksa en az onun da kırka yakın mesaj atması gerekirdi.

"Bana villa alacaksın değil mi?"

"Karun'a da mesaj attım ama adamcağız o kadar insanın arasında beni nasıl görsün?"

"Sen artık spor arabasını halledersin."

"Canım rebeneyyyyim benim."

Seyit'in mesajlarının tamamını okumadan çıktığımda, "Hikaye atmak için bir tane fotoğraf çekilebilir miyiz?" diye Enis'e sordum. Önce şaşırdı ama benim, "İyi olduğumu görmeleri açısından," deyince ifadesini düzeltti. "Merak etmesinler."

"Olur," dedi kabul ederek. "Nasıl çekileceğiz?

"Saçlarımı seveceksin," dedim telefonumu eline tutuşturarak. Alnımın karnına bakacağı şekilde uzanıp yüzümün yarısını bacağına koydum. Eti sertti ama bunun hiçbir önemi yokmuş gibi, "Senin de her yerinin çıkmasına dikkat et tamam mı?" diye sordum.

"Tamam."

"Yüzün gözükmesin. Sadece ben ve senin yarın.."

Nefesini bıraktı. "Tamam."

"Çek hadi!"

Sinirlendiğini anlayabiliyordum.

Telefonu yukarıda tutup nasıl göründüğümüze çenesini yukarıda tutarak bakmaya çalışıyordu ki elini yüzüme yasladı ve parmaklarını saçlarımın altına kadar sürdü. Baş parmağı yanağımı okşar gibi duruyordu.

"Çektim," dedi telefonu indirip.

"Bakayım." Telefonu elinden aldım ama bacağı üzerinden yüzümü uzaklaştırmak yerine döndüm ve sırt üzeri durmaya devam ettim. Fotoğrafı incelerken Enis'in de bakışları üstümdeydi; ama telefona mı bakıyordu, yüzüme mi bakıyordu seçemiyordum.

Fotoğrafı çok beğenmiştim! Enis'in beyaz üstü şişkin göğüslerine kadar, gri eşofmanı da ayak bileklerine kadar görünüyordu. Benim olduğum yerin çarşafları da dağınıktı ayrıca.

Gözlerimi aralık tutmama rağmen güzel çıkmıştım.

Fotoğrafı hikaye atmadan önce mutlu sabahlar yazıp yazının sonuna gülücük yerleştirdim. Sonra da paylaştım. Telefonu karnımın üzerine indirdiğimde gözlerimi de Enis'in yüzüne kaldırdım. "Kahvaltıdan sonra Bay Kitty'i görmeye gidebilir miyiz?"

Sanki kaç dakikadır sadece yüzüme bakıyordu. "Olur. Eğer istersen kahvaltıyı da dışarıda yapalım."

"İlhan'ın görmesi açısından sorun olmaz mı?"

Başını yavaşça sağa sola salladı. "Olmaz."

"Tamam o zaman. Çıkalım."

Alttan bakılınca dudakları sanki daha çok renkli görünüyordu.

Yüzüne manidar bir gülüş yerleşince çok anlam veremedim ama sonra elini çeneme yaslayıp baş parmağını dudağımın üzerinde gezdirmeye yeltendiğinde benimle uğraştığını anlamıştım.

"Öf Enis!" bacağı üzerinden kalktığım gibi yataktan indim. "Sen de! Bir dakika rahat durmuyorsun."

Banyoya ilerlediğim sırada arkamdan kahkaha atıyordu.

"Hep benimle uğraş zaten!" kapıyı çarparak kapatmıştım ama sanki karşımda Enis varmış gibi, "Başka da işin gücün olmasın zaten!" demeden edemedim.

Banyo fazlasıyla aydınlıktı ve ışıkların yanıp yanmadığını kontrol ederken banyonun çok büyük olmasıyla beraber bir duvarının tamamen camla kaplı olduğunu da gördüm; perdesi kapalı olmadığı için de içerisinde gün ışığının hepsini alıyordu. İkinci katta olduğumuz için etrafın manzarası da görünüyordu.

"Jakuzi mi?" diye çığlık attım heyecandan. İçeride jaluzi vardı! Jakuzi! "Enis," dedim erimiş gibi kapıya bakarak. "Bu çok güzel!"

"Çabuk çık ama! Kahvaltı için dışarıya çıkacağız! Daha Bay Kitty'i de görmeye gideceğiz."

Jaluziden yükselen buharlara baktığımda, "Sen mi hazırladın?" diye sordum, "Evet," diye yanıt aldım.

Kendini daha köpükleri içine atmamış ve jakuzinin mükemmel olup olmadığına henüz karar verememiştim ama, "Sen mükemmel bir kocasın!" demeden edemedim. Pijamalarımı çıkarırken de, "İlerideki eşin çok şanslı!" dedim.

Ama o ses vermedi. Belki de çıkıp gitmiştir diye düşünmüştüm ama sadece saniyeler sonra kapı kapanma sesi duymuştum.

Bu adamın da anlamadığım bir yanı vardı ama neyse... Sıcacık su ve köpükler beni beklerdi. 

Continue Reading

You'll Also Like

121K 10.2K 73
#58 "Kirli ruhun, tutsak bedenleri..." Doğrular ya da yanlışlar. Kurallar ve yasaklar... Hayatın kendisiyle tanışan bir grup gencin çevreleriyle olan...
LEKE By .

Teen Fiction

632K 35.9K 31
| Lekelere hapsolmuş bir geçmişin, gelecekteki izleri nasıl temizlenirdi ki.. | ... 'Sorgulamadın,' dedi zihni.. 'Hiçbir zaman nasıl bir adamı sevdiğ...
211K 24.2K 60
O iri eli hala boğazımda hissedebiliyordum. O kadar gerçekti ki adamın avucundaki nem adeta tenime yapışmıştı. Tenime ve dudaklarıma. * Birileri bağ...
3.4M 126K 70
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum... "1 yıl, sadece 1 yıl sonra burdan herkesin seni bir ölü olarak...