GERÇEK, YALANA SARILINCA

By _moglinna

246K 14.9K 10.8K

"Kimsin sen Enis Altınday?" Diye sorduğumda, bakışları bana hissettirdikleri kadar anlamsız değildi. "Tehlike... More

GİRİŞ
1. SİYAHTAN DAHA SİYAH
2. YIKIK DÖKÜK BİR ŞANS
3. İP CAMBAZLARI
4. KADER KURBANI
5. GÖNÜL SAHYALARI
6. BİR GÖNÜLLER
7. GÜL'ÜN DİKENLERİ
8. MAYIN TARLASI
9. SOĞUK CENNET
10. ATEŞ VE KÜL
11. ÇİVİ CİVİYİ SÖKER
12. ATEŞTEN KÖZ
13. KIŞ BÜYÜSÜ
15. HİÇ'TEN DAHA FAZLA
16. KUMDAN KALELER
17. TENDEN RUHA
18. SERT OYUN
19. İHANET RÜZGARLARI
20. ŞAH & MAT / I. KİTAP SONU
DUYURU
21. 10102 KİLOMETRE
22. MECBURİYETLER VE ARZULAR
23. EROS'UN OKU
24. YILDIZLARIN YALANLARI
25. SOKAĞIN KIZI
26. HANGİ GÖG
27. KÜLDEN TOZA
28. YALANCI KAR TANELERİ
29. TAŞ, KAĞIT, MAKAS
30. SIRADAN İZLER DEĞİL
31. DEPREMİN ELLERİ
32. UZUN MEVZULAR
33. DELİ ZAMANLARMIŞ
34. YALANIN YANINDA
35. AÇIK KARTLAR
36. ÇOKTAN DAHA ÇOK
37. İZLENMİŞ TİYATRO / II. KİTAP SONU
38. ALTIN YUMRUK
39. SIFIR NOKTASI
40. KARIŞIK DOĞRULAR
41. BİR KAŞIK SUDA FIRTINA
42. EKSİ BİR
43. KARANLIĞIN CAZİBESİ
44. TANIDIK YABANCI
45. KIRMIZI ÇİZGİ
46. ETKİ & TEPKİ
47. KÜL YIĞINI

14. SUÇ EDEBİ

3.9K 310 150
By _moglinna


GERÇEK, YALANA
SARILINCA

14. SUÇ EDEBİ




"Ayakları yerden kesen hayallerim var; olur ya da olmaz... Kime ne?" diyordu Lula. Karşısında da Vila vardı.

Benim seçtiğim film romantik komediydi ve daha önce hiç izlememiştim. Fakat geçen seferde olduğu gibi yine aynı badireleri atlatmamak adına Lula Da Başarmak İstiyor'un her şeyini araştırarak Enis'in kapısını çalmıştım. Film bir buçuk saatlikti ve genel olarak Luna'nın küçük bir kasabada; yaramaz, iş görmez, her haylazlığın içinde olan bir çocuk oluşuyla başlayan hikaye; onun şen şakrak ve eğlence dolu oluşuyla devam edip, yirmili yaşlarının başında kurduğu bir hayalin peşinden gitmek adına verdiği çabanın sonucunda değişimini gözler önüne sermeye başlayarak devam ediyordu. Sonrasında Kasabaya gelen yabancı misafir Vila'nın dikkatini çekerek ve bundan sonra az biraz aşka yer verilmeye başlıyordu.

Küçük bir tartışma sonrasında Luna büyük egosunu hiç çekinmeden Vila'ya gösteriyor olsa da sonraları Vila'nın Lula'yla hiç bıkmadan, sıkılmadan uğraşması sonucunda önce onun kitaplara olan ilgisini, sonra da kitaplarla bu kadar içli dışlı olmasının sebebinin yazar olmak istemesi olduğunu öğreniyordu. Ve Lula'nın lise çağlarında kafasını derslere yormak dışında başka şeylerle ilgilenmesi yüzünden çok büyük eksikleri olması sonucunda ona yardım etmeden de geri durmuyordu.

En güzel yanı dönem filmi olmasıydı.

Vila'nın Lula'ya yardım etmekte üniversite son sınıf öğrencisi olmasının da çok faydası dokunuyordu. Vila başlarda, sadece kendisinin söylediklerinin doğru olduğunu düşünen Lula'ya noktalama kurallarından, doğru cümle kurmaya kadar bir çok şey öğretiyordu ve yaz sonuna yakın Lula yüz sayfalık yazdığı ilk hikayesini tamamlayıp ilk Vila'ya okutmak istemişti.

Vila Lula'nın ağzından ilk hikayesiyle alakalı ufak tefek detaylar ve cümleler duymuştu fakat hikayenin tamamını bir gecede bitirince, onun bu kadar kısa bir zamanda böyle güzel bir hikayeyi tamamlamasına şaşırmış ve kafasının içindeki dünyaya, düşündüren cümlelerine, güzel sözlerine hayran kalmıştı. Yaz bittikten sonra okuluna döndüğünde ilk fırsatta o eski defterde yazılanları bu işlerden anlayan birine göstermişti.

Bütün bunlar olurken tabii ki de Luna'yla iletişim hâlindedir de. Hikâyenin sonu hem bir başarı hikayesine yoğunlaşmıştı hem de iki karakterini arasındaki ilişkinin aşka dönüşümünü bize izletmişti.

Bir süre ikisi de birbirinden ayrı kalıyorlardı fakat kurdukları hayaller pek de birbirine yabancı ya da uzak değildi. Vila uzun bir zaman sonra Lula'nın yazdığı ilk hikayenin kitaplaştığı halini alarak kasabaya döner ve ona sürpriz yapar.

Tam bu anda Enis'le aynı kanepede oturmanın avantajını kullanarak ona sırtımı döndüm, yüzümün yarısını kanepenin yumuşak yerine yasladım ve öpüşmeyi izlememek için kendime uygun bir pozisyona geçtim; filmi Enis'le izlemeden önce araştırdığım için filmin bazı yerlerinde ufak tefek yakınlaşmaların olması dışında finalde öpüştüklerini biliyordum. Neyse ki gözlerimin aralık olduğunu görmüyordu, beni uyuyor zannedecekti.

Lula habersiz çıkıp gelen Vila'yı gördüğü için çok ama çok sevinmişti ama elinde kendi hikayesinin temiz sayfalarda, özenle durduğunu görünce daha da çok sevinmiş, karmaşık duygularla duygulanmıştı.

"Hikâyeni çok beğendiler Lula... Öyle ki bayıldılar. Ben bir taneyle yanına geldim ama onlar, eğer sen istersen devamının da üretilebileceklerini söylediler. Yazdıklarını herkes görebilirmiş..." Lula heyecanla gözlerini kaldırdı ve bir damla yaş döktü. Fakat Vila o kadar heyecanlıydı ki, "Tanrım!" diye kızdı ona. "Bu ağlanılacak bir şey değil. Biraz mutlu olur musun artık? Görmüyor musun, istediğin oldu işte. Ağlama!"

"Mutluluktan ağlıyorum Vila, mutluluktan. Sonunda oldu."

"Evet. Başardın!"

"Başardık," canım Lula biraz daha ağladı. "Beraber başardık derken de Vila'nın ellerini tuttu. "İkimiz..."

"Seninle beraber," diye tekrar etti Vila.

Aralarında tutkulu bir bakıma geçtiğinde ikisi de ara ara birbirlerinin dudaklarına bakıyorlardı. Terbiyesizler!

"Lula... Aslında ben..." dedi Vila ne diyeceğini bilemeyerek. "Ben buraya yalnızca bunun için gelmedim." Lula şaşkınlıkla kaşlarını çattı ama Vila'nın ne söyleyeceğini merak ettiği için de sessizliğini bozmadı. Aralık, renkli dudakları çok güzeldi! "Senden arkadaşlığını istiyorum Lula." Yabancı filmlerde normalde önce öpüşülür ya da yatma aşamasına geçildikten sonra bu konular konuşulurdu ama bu çok eski bir filmdi ve duygusallık, masumluk çok daha fazla ön plandaydı. Bu yüzden çağa göre ikisinin libidosu biraz düşüktü. "Ne dersin bilmiyorum ama ben seni sevmeden duramıyorum. Seni seviyorum."

Lula gözleri yaşlı da olsa güldü; aşkla, sevgiyle. "Evet Vila. Ben de seni sevmeden duramıyorum. Saçlarıma çiçek atmayı bırakırsan arkadaşlık teklifini kabul edeceğim."

Vila da güldü ama saniyeler sonra dudakları birbirini bulmuştu.

Kaburgalarım... Kalbim... Ve... Eriyordum yav! Sonunda yani sonunda.

Acaba Enis ne âlemdeydi diye düşünürken arkamdaki ayağı bacağıma değdiğini hissettim. Bilerek yapmış olamazdı çünkü hareketlenmesiyle kendini aşağıya kaydırdığını anlamıştım.

Vila'nın uzun tuttuğu öpüşünden anlıyordum ki uzun bir zamandır bunu beklemişti. Ama ikisinin de nefese ihtiyacı olduğunu için bir süre sonra ayrıldılar.

"Seni her şeyden çok seviyorum Lula," dedi Vila. Elleri sevdiği kadının kahverengi saçlarında, alnı alnına yaslıydı.

"Seni seviyorum Vila," dedi Lula da. Az sonra da Vila gibi gözlerini kapattı ve yakaladıkları zamanı dinlene dinlene yaşamaya koyuldular.

Ve son...

Of! Çok güzeldi çok!

Alttan çıkan yazılar üste doğru akarken, filmin jenarik müziği de biraz yükselmişti.

"Rebena," dedi Enis. Hemencecik gözlerimi kapattım. "Uyudun mu?"

Beni uyandırdığında zaten uyanmış gibi gözlerimi aralayacaktım.

Ben ses vermeyince oturduğu yerden hareketlendi ve üzerime eğildi. Nefesi neredeyse boynuma değiyor diye düşünürken biraz daha yaklaşmasıyla kulağımın etrafına yayıldı. Yumuşak kokusunu çözemiyordum.

Gözlerimin kapalı olduğunu görünce bir şey söylemeden kanepeden indi ve beni yavaşça kucaklayıp bir yere taşımaya başladı. Başım omzuna yaslanmıştı ama beni uyandırmasını beklemiştim! Hâlâ da bekliyordum!

Az sonra beni yumuşak bir yüzeye bıraktığında oranın yatak olduğunu anladım. Ve o da kollarını altımdan çekerek benden uzaklaştı. Birkaç adım sesi duyuyordum ama ayaklarımın olduğu yere gidip bacaklarımı düzelttikten sonra çoraplarımı çıkarmasına çok mu çok şaşırdım. Sonra baş ucuma geldi, başımı düzeltti, saçlarımı yüzümden çekti ve karşıya uzanarak üzerimi örttü. Yanımdan uzaklaşmasını bekliyordum ama hâlâ baş ucumda beklemeye devam ediyordu. Hem varlığını hissediyordum hem de nefes alışını duyuyordum.

Bu neydi şimdi ya?! Beni uyandırması gerekirdi!

Baş parmağı kulağımın önünde sürtününce sebebini de anlamıştım. Kelebek dövmemi inceliyordu. Parmağı dövmemden uzaklaştı ama bu defa dört tane parmağının tersiyle suratımı sevdi. Kedi sever gibi!

"Kanatsız Melek," diye mırıldandı. "Malefiz'in kanatlarını da sevdiği adam kesmişti değil mi?"

Beni duygulandırması sebepsiz yere miydi bilmiyordum ama üzerimden çekilip, eski yerimize gidip, kanepeye uzanmasıyla gözlerimi araladım ve bir süre kendime gelemedim...

"Kanatsız Melek... Malefiz'in kanatlarını da sevdiği adam kesmişti değil mi?"

İlhan ya da annemlerle olan durumum yüzünden bana açıyor muydu yani?

Başımı düzeltip yatağa iyice kurulmamla daldığım düşüncelerden uzun bir süre kurtulamadım. Enis'in yatağında olmamla, kokusunun sürekli dikkatimi dağıtıp, düşünmeme engel olması da vardı... Bir ara yastığını, yorganını koklamaya kalktığımda kokusunu çözmeye çalışıyordum.

🌠

Aşk, güldürürken ağlatan hikâyelere benzerdi. Acı bir mutluluktur aslında... Aşık kalırken nefret ettirmeyi ya da nefret ederken aşık bırakmak sadece duyguların katilinin meziyetiydi. Kalbine sığanı aklın almıyordu, kalbine yuva yapan aşkı beynin kovuyordu. Aşk tam olarak bu çelişkiydi.

Malefiz kanatları kesildiğinde ne hissetmişti? Çığlığını duyurabilmiş miydi mesela? Ya da anlaşılmış mıydı?

Hoş ve yumuşak bir kokuydu... Gözlerimi araladığımda dün geceki pozisyonumu hiç bozamadığımı fark ettim. Uyuduğum gibi uyanmıştım. Zaten uyurken çok hareket edebilen bir insan değildim.

Enis'in yatağı otelin diğer yataklarına göre çok mu rahattı yoksa tertemiz uyumuş olmam mı bana öyle düşündürüyordu bilmiyordum ama Kaan Boşnak'ın sesiyle esnediğimde çok iyi bir masaj yaptırmışım gibi hissediyordum. Bırakma Kendini...

Etrafa bakınınca Enis ortalıkta görünmüyordu ama ayaklarımın dibinde kullanıldığı belli olan yüz havlusu duruyordu. Tüm pencereler sonuna kadar açık olduğu için bir içeriye soğuk hava donmuştu. Konsolun üzerinde duran Enis'in telefonundan Bırakma Kendini bitti ama aynı şarkı tekrar çalmaya başladı. Tekrar tekrar çalması için Enis bilerek ayarlamış olmalıydı. Bana inat mı?

Kendilerinin nerede olabileceğini düşündüğüm sırada da banyodan su sesleri geliyordu. Duş alıyor olmalıydı.

Esneyerek ayaklarımı yataktan aşağıya bıraktım ama içerisi buz gibi olduğu için yorgana sarılarak pencerelere ilerledim ve kanepenin yanında duran Enis'in ev terliklerini ayaklarıma geçirerek iki pencereyi de kapattım. Saçlarım bir tutamı yüzümü kapatıyor ve diğeri de kendiliğinden kapalı olsa bile her şeyi görebiliyormuşçasına konsola ilerledim; Enis'in telefonunu odadan dışarıya, koridorun en uzak köşesine atmak için konsola ilerledim. O arada bir gözüm açılmış, diğeri de açılmak üzereydi. Ve hâlâ esniyordum.

Önce telefonu aldım, sonra kapıya gittim ve açtım; hâlâ bulanık gördüğüm koridorun bir köşesine telefonu attım. Artık kusura bakmayacaktın Kaan'cığım...

Yatağa döndüğümde Enis de banyonun kapısını açıyordu. "Rebena..." kapıyı kapattı. "Günaydın."

"Niye üstsüz değilsin sen?" diye sitem ettiğimde yatağın üzerine patates çuvalına benzer bir şekilde yığıldığım gibi cenin pozisyonunda gözlerimi de kapattım. "Banyodan çıkıyorsun ama giyiniksin... Salak mısın?"

Kahkaha attığında yanıma gelmişti. "Salak değilim. Odada sen varsın..." beni bir türlü bırakmayan saçlarımı yüzümden sıyırıp elini kendine geri çekti. "Neden kalktın neden yatağa geri girdin anlamadım ben... Daha doğrusu... Sen mi çarşafa, çarşaf mı sana dolanmış da pek anlaşılmıyor ama..."

"Niye tüm camları açık bırakmışsın?" diye sorduğumda gözlerim hâlâ kapalıydı. "Soğuğun kokusuyla uyandım resmen."

"Soğuğun kokusu?"

"Evet. Çok kötüydü."

"Rebena... Uyurgezersin de şimdi de bir rüyanın içinde misin?"

"Hıhı... Aynen. Ondan."

Bir süre sessizliğin ardından adım seslerini duydum ama az sonra da sesini duymak uzun sürmedi. "Telefonum nerede benim? Rebena, sen mi aldın?" duraksadı. "Rebena!"

"Of!" diye bağırdım en sonunda. "Koridora attım!"

"Ne?"

"Bir uyutmadın ya!"

Hızlı adımlarını takip eden kapı açılma sesiydi. "Öf Rebena ya..." sesi git gide uzaklaşıyordu, zannımca duyduğum adım sesleri onu telefonuna götürüyordu. "Biri görüp alsaydı ne olacaktı acaba?" Neyse ki uzaktan duyduğum müziği susturmuştu. Ama odaya geldiğinde, kapıyı kapattığı sırada susmayan kendisiydi. "Telefondan ne istiyorsun?"

"Nefret ediyorum senden ya," yüzümü çarşafın içine sakladım. "Benim odamda kaldığın gecenin sabahında ben böyle mi yaptım? Resmen bir uyutmuyorsun!"

"Hale bak," deyip ayaklarımdaki terlikleri çıkarıp attı. "Bir daha o pis terliklerle yatağımın içine girme!"

"Yalnız onlar senin terliklerindi, benim değil."

"Olabilir. Her yere girip çıkıyoruz canım, pis yine de."

"Bir sus da uyuyayım!" sinirle sırt üstü döndüm ama çarşaf hâlâ yüzümü kapatıyordu. Bacaklarımı yataktan aşağıya bırakmıştım ve zemine dokunan parmak uçlarımda üşümeye yüz tutmuştu. "Öf! Yeter! Hem camları açıyorsun hem de suçlu suçlu üste çıkıyorsun!"

"İçerisi senin limonlu çekirdeklerin yüzünden leş gibi kokuyordu çünkü! O kadar ki kokusu üstüme bile sinmişti."

"Sus ya! Odam bok gibi kokuyordu demiyorsun da benim limonlu çekirdeklerime laf ediyorsun."

"Aynen. Haklısın. En çok sen haklısın. Bir tek sen." Ne yapıyordu hiç anlamıyordum ama oradan oraya kıpırdadığı kesindi. "Oturduğun yer sırf çekirdek kabuğu, tuz, limon... Koltuk bile batmış ya..."

"Öf," gitgide açılan uykum için artık ağlamak üzereydim ama...

"Resmen günlük rutinlerim senin yüzünden aksayıp duruyor. Dün uykuya kaldım, bugün de senin dağınıklığını topladım... Allah bilir yarın ne olacak?" içerideki kolumla üstümü açtığımda neden bu kadar çok konuştuğunu anlamak için kol dirseklerimin üzerinde durdum; az önce üzerindeki tişörtü gömlekle değiştirmiş, kollarını ilikliyordu. Yani bu ne demek oluyordu? Onu üstsüz görmeyi kıl payı kaçırmışım. Ayrıca saçlarından da su damlamıyordu; giyinmeden önce havluyla ıslaklığını almış olmalıydı. Bakışlarını yüzüme çevirdiğinde, "Odana dön de banyonu yap," dedi. "Limon çekirdek korkusuyla yanına yaklaşılmıyor resmen."

"Doktora görünmeyi düşündün mü?" diye çok basit bir soru sordum.

"Ne doktoru?" giysi dolabının içinden ceketini aldı.

"Ruh ve sinir hastalıkları," dedim.

Kaşlarını çattı, kendimi yatağa bıraktım. Bu yatak niye bu kadar çok rahattı ya?! Benimki böyle değildi! Belki de kadın çalışanları Enis devine özel bir muamele sergiliyorlardı.

🌠

Sıcacık bir duşun ardından hem Enis'in bahsettiği limon hem çekirdek hem de tüm kirimden pasımdan arınarak şampuan kokulu bedenime bornozu geçirdim, banyodan odaya geldim, Enis'in yatağından daha rahat olmayan yatağıma oturdum, komodinin üzerinden telefonumu aldım ve saçlarımı topladığım havluyu kenara bırakıp Enis'e mesaj yazdım.

"Gittin mi sen?"

Hemen döneceğini düşünmediğim için telefonu tam eski yerine bırakıyordum ki mesajımın mavi tik görününce telefonu elimden bırakmadım. Mesajı da kısa bir sürede gelmişti zaten.

"Aşağıdayım. Herkes burada, kahvaltı edeceğiz ama tahmin et kim yok?"

"Ben."

"Bunun farkında olman ne güzel. Aşağıya insene artık!"

"Beş dakika içinde oradayım. Sen gittin zannettim."

Zaman kazanmak adına Enis'le mesajlaşmayı bırakmayıp bir yandan da giyinmeye başladım.

"Bütün gün buradayım. Gitmeyeceğim."

"Ama takım giyindin?"

"Ne olmuş?"

"Bir şey olmamış da, sordum sadece."

"Buradayım. Akşam nikahımız var, nikahtan sonra beraber çıkarız."

"Karnım ağrıyor benim ya..."

"Karnın mı?"

"Evet."

"Benimle evleneceğin için heyecan mı yaptın sen?"

"Ha ha ha. Ne komik."

"Değil mi?"

"Değil. Ben niye bu kadar gerginim?"

"Geçer geçer. Merak etme. Sadece iki imza atacağız, sonra da sessiz sessiz buradan ayrılacağız."

"İlhan evlendiğimizi nereden öğrenecek bu arada? Kimseye de bir şey söylemiyoruz..."

"Sosyal medya hesabımda bir fotoğraf paylaşırım. Fan hesapları, magazin siteleri derken dağılır bir şekilde."

Fan hesapları da varmış... Bak sen.

"Nasıl bir fotoğraf bu?"

"Senin nikah cüzdanını elinde tuttuğun bir fotoğraf... Sadece saçların ve ellerin görünecek, merak etme. Yüzünü göstermeyeceğiz. Ama altına adını da soy adını da yazarız. R. ALARÇİN ALTINDAY."

"İnsan bir kalp de koyar. Beni kaba bulana bak."

"Tamam tamam, seni mi kıracağım?"

"Kırmızı kalp sevmem yalnız, rengi çok açık olduğu için gıcığıma gidiyor. Siyah ve beyaz olsun."

"Beşiktaş gibi oluyor ama?"

"Olabilir. Zaten biz de birbirine çok zıt iki insanız. Mesela ben uyuyan birinin olduğu odanın camlarını açık bırakmıyorum, üstelik kış vakti... Uykusuna garezi varmış gibi aynı müzik tekrar tekrar dönsün diye ayarlayıp açmıyorum da... Bilmem anlatabiliyor muyum?"

"Neyse Rebena'cığım. Sabah ben sana sebeplerini anlatmıştım. Ama bir yerde haklısın. Ben de kalkıp insanların özel eşyalarını odanın dışına atmıyorum, önem arz eden özel eşyalarını hem de..."

"Tamam kes kes."

"Öf Rebene..."

"Şeyi sormayı unuttum. Senin telefonundan bir şeyler yapmıştık ya, İlhan geri döndü mü?"

"Üst üste arıyor ama açmıyorum. Sanırım sabah vakitlerinde de telefonun bende olduğunu düşünerek küfürler yazıp yolluyor. Bakmıyorum."

"He tamam."

"Aşağıya in artık!"

"Asansördeyim."

Hem mesajlaşmış hem de üstümü giyinerek zaman kazanmıştım. Bu kadar da pratiktim işte.

Asansörle aşağıya indiğimde hızlıca restorana gittim ve oradan da bizimkilerin oturduğu masaya bakındım. Yine dünkü masaya geçmişlerdi. Enis kahvesini içiyordu, Seyit kahvaltısını yapıyordu, diğerleri de kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Bu defa da masada birden fazla boş koltuk vardı ve ben Seyit'in yanına oturmak istediğim için onun yanına gittim.

"Günaydın," dedim koltuğu masanın içinden çıkararak.

Rehan ve Janset beraber, "Günaydın," dediğinde, Seyit de, "Nerede kaldın sen ya?" diye söylendi. "Ne geç indin."

"İndim ya," dedim. "Ona bak sen. Hem etseydiniz kahvaltınızı, beni niye beklediniz ki?"

"Önemli değil," dedi Rehan. "Altı üstü beş ya da on dakika bekledik... Seyit dışında tabii."

Masadakilerle beraber güldüm ama Seyit Rehan'a alınmıştı ve öyle de bakıyordu. "Bir şey derdim de neyse," diye önüne döndü Seyit, sonra da Enis'e elini uzattı. "Ver kızın çayını..."

Çay?

Çatık kaşlarım Enis'e çevrildiğinde boş koltuğun önünde buharı üzerinde çay bardağı vardı. Benim yerimi ayırmıştı, hem de kendi yanında. Yine.

Çayı tabağından tutarak Seyit'e uzattığında yanına oturmadığım için bozulduğunu düşünüyordum. Yoksa yüz ifadesinin başka bir açıklaması olamazdı.

Seyit bardağı önüme bırakarak, "Kahvaltını etmeye başla sen babacığım," dedi evladını seven baba gibi. "Doğursam anca bu kadar severdim vallahi." Yalnız, babalar doğurmuyordu!

Masadaki herkesle beraber güldüğümde biraz da olsa Enis'in de neşesi yerine gelmişti. Leyl'e yanlışlıkla göz göze gelmiştim ama ona bakmayı hemen bırakmıştım. Onun da güldüğünü görmüştüm.

"Rebena," dedi Rehan. "Siz ne zamandan beri arkadaşsınız?"

Ben çok basitçe, "Üç yıl," dedim ama Seyit, "Üç yıl değil!" diye bana kızdı. Sonra da Rehan'a döndü; "Üç yıl, bir ay, beş gün, altı dakika, kırk dokuz saniye."

"Çüş!" dedik Janset'le aynı anda. "Abartma," diye devam ettiren ben oldum ama.

"Yani," dedi Janset. "Resmen kafadan attın."

"Ay ve yıl konusunda değil ama diğerleri hakkında haklı olabilirsiniz tabii," dedi Seyit.

Masadakiler yine gülmüştü.

"Nasıl tanıştınız?" diye sordu Enis.

"Ben o zaman üniversitedeydim," dedim. "Aslım'ın sevgilisiydi, benim de arkadaşım oldu."

"Aslım sayesinde yani?" dedi Enis.

"Evet. Aslım benden bir alt sınıftaydı ama öyle arkadaş olunca önce Seyit'le sonra da Zühre'yle tanıştık. O zamanlar kızların ev sorunları da vardı. Janset'in bana tuttuğu ev hem büyüktü hem de tek başına sıkıcıydı, ben de onları davet edince daha sıkı fıkı olduk. Günler sonra da Alpay ve Buğra'yla da tanıştım."

Enis yavaşça kaşlarını kaldırdı. "Yani bu gurup sonradan oluşmadı? Aslında varmış ama sen sonradan aralarına katılmışsın?"

"Evet," dedim.

"Çok da iyi etmiş küçüğüm," Seyit beni yamacına çekip saçımı öptü ve yanağını başıma yasladı. "Miniğim benim miniğim!"

"Seyit!" Enis dışında masadaki herkes gülüyor olabilirdi fakat ben boğulma tehlikesi geçiriyordum. "Boğuldum!"

En sonunda beni bırakıp, "Bir bırakmıyorsun doya doya sevelim ya," diye söylendi.

"Sus ya!" diye kızdım. Saçlarımı düzelterek de, "Kaç defa yapma diyeceğim?" diye devam ettim. "Herkesin içinde beni rezil ediyorsun."

Hiç umurunda olmadığını elinde beklettiği çayını yudumlamadan önce bana öpücük atarak gösterdi.

"Öf!" saçlarımı arkaya attığımda önüme dönmüştüm. O sırada Enis'in bana karşı değil, yan oturduğunu ve yüzündeki keyifli ifadenin yerini çatık kaşlara bıraktığını gördüm. Sabah böyle değildi ama şu an keyfi yoktu. Sebebini de anlamıyordum.

Öf! Bana neyse? Sanki beni ne ilgilendirirdi? Şu an da kendini kaldırıp camdan ayda bile umurumda olmamalıydı.

Kucağında ne vardı da gözlerini aşağıda tutuyordu diye düşünürken az sonra telefonuma bir mesaj gelmişti.

Cebimden çıkarıp baktığımda Enis'in adını okudum. Mesajı okumadan önce farkında olmadan gözlerimi kaldırıp ona bakmıştım ve anında göz göze gelmiştik; gözleri üzerimdeydi. Fakat göz göze kalmamıza çok izin vermediğinde kahvesini eline alıp masadakilere konuşan Rehan'a gözlerini çevirdi.

Geriye çekilip sırtımı koltuğuma yasladıktan sonra mesajına baktım.

"Bugün buradayım. Biraz yürüyüş yapar mıyız? Hem etrafı gezmiş oluruz."

"Serter bana etrafı bol bol gezdirmişti ama sana da şans verebilirim."

Yüzüne baktığımda belli etmeden gülümsediğini fark ettim.

"Ben gezmedim, sen bana gezdirirsin."

"Seni kaybedersem hesap da sormayacaksın, kızmayacaksın da yalnız?"

"Yok yok. Merak etme."

"Tamam."

"Ne zaman çıkarız?"

"İşin yoksa kahvaltıdan hemen sonra."

"Sadece odama çıkıp montumu, atkımı, şapkamı ve eldivenlerimi alacağım."

"Tamam o zaman."

"Tamam."

Sonrasında karşıdan gelen Serter'i gördüm. Masanızın yanından geçiyordu ve ilk defa ilgi alanında değilmişiz gibi bize bakmıyordu. Janset baş köşede olduğu için arkasından geçeni henüz fark etmemişti ama bir anlık bana bakmasıyla kaş göz ettiğimde omzu üzerinden arkasını kontrol etti ve Serter'i görmesi zor olmadı.

İfadesi anında dağılmış, ağzındakileri güçlükle yutabilmişti.

Serter masamızdan biraz uzaklaştı ama sonrasında karşılaştığı bir kızla güle eğlene bir sohbete daldığı için orada öylece kalmıştı. Kızın onu, onun da kızı epey eğlendirdiği o kadar açık ve netti ki...

Sanki Janset'in canı yanmış gibi yavaşça önüne döndü ve bakışlarını masadan kaldırmayıp kahve bardağına uzandı. Belki de Serter'e bakarken ona yakalanmamak istemişti.

Janset'in üzerinde duran bakışlarım Serter'e döndüğünde onun ona baktığını fark ettim. Benim bu bakışı yakaladığımı gördüğü gibi de ifadesini düzeltip kızı kolu altına aldı ve bize sırtını dönerek asansöre ilerlediler. Onların ikisinden birinin odasına gittiğini Janset'in başının bir daha omzu üzerinde yerini almış olması yüzünden görmüş olmasıydı. Bu bakış hepsinden daha ama daha da kötüydü.

"Enis," dedi Leyl. "Bu tatil ne zaman bitiyor? Evlerimize ne zaman döneceğiz?"

Ben cevabı biliyordum. Biz bu akşam nikahtan sonra dönüyorduk ama onları bilmiyordum.

"Evet ya," dedi Janset. Az önce gördükleri onda hiçbir etki yaratmamış gibi duruyordu. "Gidelim. Burada kardan başka hiçbir şey yok." Belki de en iyi bildiği şeyi yapıp sadece rol kesiyordu. "Hiç sevmedim."

Enis bana bakmamaya dikkat ederek, "Bugün ya da yarın döneriz," dedi. "Sadece bir iki gün kadar daha kalalım."

Rehan Leyl'le biraz daha fazla zaman getireceği için mi yoksa burayı sevdiği için mi bilmem ama en az burada biraz daha kaldığımızı duyan Seyit kadar mutlu olmuştu.

🌠

Eldivenlerimi, şapkamı, atkımı ve montumu tam takır giyindikten sonra dışarıya çıktım. Beyaz örtü başlarda gözümü kamaştırmış olsa bile bir süre etrafa bakarak Enis'i aradığım için sonra alışmıştım.

"Rebena!" Janset koşturarak yanıma gelmişti. "Bana haber vermeden niye dışarıya çıkıyorsun ya? Aşk olsun."

"Haber mi vermem gerekiyordu?" diye sordum şaşkınca.

O da benden daha fazla şaşırıp, "Zorunda değilsin tabii de," dedi. "Ama yine de yalnız çıkmaktansa benimle vakit geçirirsin diye düşündüm."

"Enis'le etrafı gezecektik," dedim. "Ondan haber vermedim."

"Enis mi?" diye sordu anlamadığım bir sesle, bir farklı da bakıyordu. "Neden ki?"

"Öylesine... Gezemez miyiz hem?" cevap vermedi ama ben yüzündeki ifadenin üzerinde durmadan edemedim. "Janset... Ayıptır sorması da sen niye bana öyle bakıyorsun?"

"Siz biraz fazla yakın değil misiniz?" diye sordu en sonunda. "Sen sanki burada kafanı dinlerken İlhan'ı da unuttun..." Ne tepki vereceğimi düşünememiş olacaktı ki biraz çekinmişti. "Enis sayesinde sanki..."

"Janset," diye sıkılgan bir nefes bıraktım ama kendileri tarafından cümlelerim bölündü. "Kızma işte Rebena. İki kardeş konuşuyoruz, ne var? Varsa bir şey söyle. Kime diyeceğim sanki? Hem benden bir şeyini saklamazsın ki sen..."

"Yok, Janset," dedim hemen. "Sence ben bir erkeğe kolay kapılacak biri miyim?"

Kafasını sağa sola salladı. "Değilsin kardeşim."

"İlhan bile bir kahve için kaç ay kliniğe geldi de gitti... Neden böyle söyledin hiç anlamıyorum."

"Ne bileyim, belki İlhan'ı unutmak için şans vermişsindir diye düşündüm. İntikam almak istemiş de olabilirsin tabii."

"Hayır Janset. Yok öyle bir şey."

"Olmasın da zaten Rebena. Tamam mı?" avcu kolumu bulmuştu. "Enis'in İlhan'la durumu ortadayken sana yar değil yara olur; üzer, kırar, yorar..."

"Janset," dedim şaşkınca. "Bu ne demek şimdi? Olacağından değil ama sen bana, Enis kusursuzun da kusursuzu demiştin... Şimdi de böyle söylüyorsun? Yalan mı söyledin yani sen bana?"

Elini çektiğinde ve nefesini bıraktığında bir şeyler olduğunu anlıyordum. "Bak Rebena... Enis hakkında ne söylediysem hâlâ hepsinin arkasındayım. Ama ben buraya da boşuna gelmedim. Bilmediğin şeyler de var."

"O ne demek ya?" diye kızdım. "Ne kadar da çelişkili konuşuyorsun. Benim bilmediğim şeyler de ne?"

"Sonra konuşalım olur mu? Şimdi değil."

"Duymak istiyorum Janset, hem de şimdi."

"Sorun çıkarmak istemiyordum, buradan gittiğimizde söz söyleyeceğim."

"O kadar kötü mü?"

"Yooo. Duyduğunda belki kızarsın ama bence normal de karşılarsın. Şahsen ben garipsemedim de şaşırmadım da."

"Öf Janset ya! Benimle kafamı buluyorsun?"

Güldüğünde, "Gittiğimizde duyacaksın ya," dedi. "Öyle çok da önemli bir şey değil. Bak valla."

"Ama beni ona karşı doldurdun resmen. Yanlış şeyler düşündüm."

"Canım," dedi bastırarak. "Önemsiz dedim ama öyle kulak arkasına atılacak bir şey de değil. Kaldığı kadar kokar, durduğu kadar büyür... Şu an gerginlik çıksın istemiyorum diye söylemiyorum. Anladın?"

"Anlamadım," dedim, göz devirdi. "Sen ne olduğunu söylemeden de anlamayacağım."

"Rebene!" Serter şen şakrak gülüşüyle yanımıza geldiğinde beni kolu altına aldı ve yamacına çekti. "Arkadaşlarını buldun beni unuttun bakıyorum." Gözlerini Janset'in üzerine aldı. "Arkadaşın da arkadaş yani." Janset geriye dönüp otelin içine ilerlediğinde, "Ne dedim ben şimdi?" dedi Serter aynı neşesiyle. "Ne diye kaçtı şimdi bu?"

"Serter," elini alıp omzumdan aşağıya bıraktım. "Benim lisede hatırladığım Serter'le ben bu kadar yakın değildim. O benimle fazla sohbete girmezdi."

"Ah canım," çenemi parmakları arasına aldı. "Bebeğim, bu Serter sana, ona, buna, şuna, onlara, bunlara ve şunlara yürüyen Serter." Eline vurduğumda yüzümden uzaklaştırmıştım. "O Serter senin arkadaşındı, bu Serter de izin verirsen sevgilin olmaya talip. Okey? Takıl bana hayatını yaşa Rebene..."

Bu adam bizim eserimiz miydi bilmiyordum ama dönüştüğü şeyi hiç mi hiç sevmemiştim.

Onu arkamda bırakıp aşağıya inmeye başladım.

"Rebene! Ne dedim ben şimdi?!"

Belki de bize hâlâ öfkeliydi ve bunu da bu şekilde belli ediyordu.

Biraz daha aşağıya indiğimde Enis'e, "Ay neredesin sen ya?!" diye mesaj çektim. "Hem bir şeyler söylüyorsun, hem de ortalıklarda yoksun. Bak içeriye geçeceğim ha!"

"Sinirli misin sen biraz?" arkamı döndüğümde Enis'i gördüm. Takımını çıkarmış, buranın soğuğundan korunmak için kalın kıyafetler giyinmişti. Başında şapkası ve gözlerinde gözlükleri vardı. Az sonra telefonunu cebine bıraktı.

"Kaç dakika oldu," deyip telefonumu elimle beraber cebime koydum. "Çok geç kaldın."

"Kendime kalın bir şeyler ayarladım," kolunu koluma değdirdi. "Hadi, aşağıya inelim."

Berber aşağıya inmeye başladık. Şapkam neredeyse gözüme girdiği için biraz yukarıya kaldırıp, "Akşam kesin gidiyoruz değil mi?" diye sordum.

"Evet. İmzaları atar atmaz."

"Kimseye haber vermeden?"

"Evet."

Bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde ona baktığımı görüp aynısını yaptı. "Aklımda birkaç soru var..."

"Sorabilirsin," dedi.

"Evliliğin sahte olduğunu sadece biz mi bileceğiz? Annem duyduğunda çok kızacaktır, kağıt üzerinde olduğunu onlara söyleyebilir miyiz?"

"Hayır Rebena," dedi temkinli sesiyle. "Bu onu daha çok kızdırır. Bırak annen dahi herkes gerçek bir nikah zannetsin."

"Ama inanmazlar ki," dedim. "Hem de hiç. Hadi benim bir delilik yaptığıma zar zor da olsa inanırlar ama senin benimle aşk evliliği yaptığına asla inanmazlar. İlhan'a ders vermek için olduğunu düşüneceklerdir. Hatta beni intikamın bir parçası yaptığını bile..."

"Düşünsünler," dedi çok basit bir şeymiş gibi. "Biz inkar ettikten sonra ne önemi var? Kimseye bir şeyler kanıtlamak zorunda değiliz."

"İstanbul'a döndüğümüzde bir can güvenliğimin olacağını zannetmiyorum," deyip başımı önüme aldım.

Bu onu güldürmüştü.

"Gülme!" diye kızdım. "Ben ciddiyim."

"Ben varken sana kim ne yapabilir ki Rebena?" kendine nasıl da güveniyordu. "Söylediğine anca gülerim."

"Annem bana bir tane yapıştıracak olduğunda sen de ona bir tane yapıştırdın zaten."

İfadesi donan o olmuşken, gülen de ben olmuştum.

"Haklısın," dedi sonra. "Ona dokunamam... Ama sizi seyredecek de değilim. Bir şekilde engel olurum, senden uzak tutarım."

"Görürüz," diye dalgaya aldım. "Beni bırakıp kaçma da."

Göz devirdiğinde gülümsüyordu. "Annenle görüşmüyorsunuz ama eli hâlâ üzerinde sanırım? Yani tamamen kopmamışsınız?"

"Ben ne olduğumuzu bilmiyorum," dedim. "Üniversiteyi bitirdim, yalnızdım. Seyit'in ve ailesinin yardımıyla bir klinik açtım, yine yoklardı. Aslım da çok yardım etti tabii," bakışlarımı yüzüne çevirdim. "Ve Zühre de. Maddi anlamda çok sıkıntı çekiyor ama o bile ailesinin verdiği harçlığı bana vermeye kalkmıştı da ben almamıştım. Neyse ki kalan açıkları Buğra ve Alpay kapatmıştı."

"Ya kız kardeşlerin?" diye sordu. "Onlarla o zaman görüşmüyor muydunuz?"

"Yok, görüşüyorduk. Ben yardımlarını kabul etmedim," dedim. "Yoksa Neva da, Melvin de, Janset de ayrı ayrı ısrarcı oldular fakat istemedim."

"Zaten görüşüyormuşsunuz, neden?"

"Bu öyle bir şey değil," dedim. "Onlarla kalmak istemeyen bendim, yanlarından ben ayrıldım. Tek başıma yapmaya mecburdum, annemin bunu görmesi lazımdı."

"Anladığım kadarıyla sadece gurur yapmışsın?"

"Öyle de denebilir."

"Çok mu gururlusun?" diye sordu. "Pireyi deve yapacak kadar mı?"

"Ben kolay kolay kırılmam da, gücenmem de, alınmam da... Ama o an bunlardan biri olduysa ben gerçekten kırılmışımdır demek. Orada büyük problem vardır. Boşuna gurur yapmam."

Beni anlayışla karşılar gibi bakışlarını yere çevirdi. "Belki bir gün neden ayrı düştüğünüzü anlatırsın bana," gözleri yüzümdeydi. "Neden her şeyi elinin tersiyle itip onlardan ayrıldığını..."

İstemsizce yüzüme manidar bir gülüş yerleşmişti. "Arkana bakmadan kaç diye mi?"

Kaşlarını çattı. "Ben mi? Benim ne alakam olabilir ki? Bu sizin meseleniz."

"Şu an annemlerin oturduğu yalıya taşındığımızda sen hâlâ karşıdaki yalıdaydın biliyor musun?" gözleri dikkat kesildiği için adımlarımız karşılıklı durmuştu. "Ben on dokuz yaşımda hepinizi gördüm. Mutlu bir aile kahvaltısı yapıyordunuz. Sen, En, Ateş, annen ve üvey baban... Hatta kuzenleriniz; Ekin, Neşe ve aileleri de sizinle beraberdi. Belki Rehan da."

"Rebena-"

"Ben yalıyı terk ettiğimde sen de kendi evinden çıkıyordun," dedim. Önce beni dinlemeliydi, sonra söyleyeceğini söylemeliydi. "O zaman biraz daha gençtin. Seninle karşılaşmıştık. Yeni komşumuz olduğumu düşünüp bana selam vermiştin ama ben sana komşularınızın ben değil, içeridekilerin olduğunu söyleyip seni terslemiştim. Sen ne diyeceğini bilememiştin... Ben aşağıya inmiştim, çoktan oradan ayrılmıştım bile."

"Evet," dedi şaşkınca. Yüzünde biraz da gülümseme vardı. "Hatırlıyorum. Şimdi düşününce çocuksu halini kaybetmiş, olgunlaşmışsın... Yanlış hatırlamıyorsam o zaman daha da zayıftın sanki..."

Şimdi ben de gülümsüyordum. "Evet, doğru hatırlıyorsun. Annemlerle aramızdaki kapanmayan şey o yalı yüzündendi, sizi mutlu bir aile tablosunun içinde görmem yüzünden..."

"Ama-"

"Sebebi sen değilsin ama seni yakından ilgilendiriyor."

Bir süre düşündüğünde aramızdan soğuk rüzgarlar akıyordu ve o en sonunda, "İlteriş abi," dedi. "Annenle aralarındaki kavgalar boşuna değil, değil mi?"

"Değil," dedim. "Ama bunu sana asla anlatmayacağım; onu o mutlu aile tablosunun içinde görmem beni ailemden, evimden etmiş olsa bile..."

"Rebena-"

"Sorma Enis. Anlatmam."

"Annemle uzun bir zamandır evli..." Gözleri sayesinde sorguladığını anlayabiliyordum. "Onu o kadar iyi tanıyorum ki, kötü bir olmadığını biliyorum. Bana, Ateş'e ve En'e gerçekten bir abiden daha fazlası oldu, bir babadan bile çok yakındı. Hatta Rehan'ın hayatta kimsesi yok diye ona bile kol kanat gerdiği çok zaman oldu. Aynı şekilde dayımın çocukları Ekin ve Neşe'ye de... Size nasıl bir kötülük yapmış olabilir ki?"

"Bunu ona sor," dedim. "On dört dersen belki sana bir şeyler anlatır."

"On dört mü?"

"Bu konuyu daha fazla konuşmak istemiyorum," diyerek aşağıya inmeye başladım. "Rehan'ın ailesi neden yok bu arada?"

"Rebena-"

"Tek başına mı?" diye sordum konunun kapanmasını istercesine. "Hayatta hiçbir yakını yok mu?"

"Amcamın oğlu," dedi konuyu kapatmaya karar verdikten sonra sıkılgan bir nefes bırakarak. "Babam ve babası dışında ailenin başka da çocuğu yok. Ben on iki yaşındaydım, Rehan da on bir... Babası annesinin de içinde olduğu arabayla trafik kazası yaptı. Amcam olay yerinde ölmüş ama yengem hastaneye kaldırılırken ambulansta hayatını kaybetmiş... Öyle Rehan da yalnız kaldı, neyse ki biz vardık; yanımıza aldık, bizimle büyüdü... Üniversitede de babamdan izin alıp kendi evine çıktı. Üniversiteden sonra babamla çalışmaya başladı zaten."

"Şu an çalışmıyor ama değil mi?"

"Şu an tatilde," diye yanıt verdi. "Birkaç gün içinde o da döner işine."

"Ortak mısınız?"

"Tüm şirketler zaten Altınday'ların. Babam artık çalışmıyor, amcam desen öldü. Yani yarı yarıya ben ve Rehan'ın her şey. Her işte beraberiz. Ateş ve En de hissedarlar ama ikisinin da hayat planları farklı olduğu için şu an koltukta sadece ben ve Rehan varız."

"İlteriş sizinle beraber değil sanırım?"

"O, annemin şirketinin üstünde. O şirketlerinde iki hissedarı var; Merih dayım ve annem. Annem çalışmayı sevmediği için her şeyi İlteriş abinin üstlenmesini istedi."

"Hisselerini üvey babana mı bıraktı?" diye merakla sordum. "Öylesine mi?"

"O hisseler bana, En'e ve Ateş'e ait Rebena," dedi. "İlteriş abi sadece geçici süreliğine hak sahibi. Zamanı geldiğinde annem ondan alacak ve çocuklarına eşit bir şekilde dağıtacak."

"Hmm, anladım," diye mırıldandım. Hâlâ fakir bir adamdı. "Şeyi sormayı unuttum; kaza olurken Rehan neredeydi? Onlarla beraberdi de kazadan kurtuldu mu?"

"Amcamlar akşam yemeğinden dönüyorlardı; annemle babamlar, hatta Merih dayım ve eşi de onların arkasındaki arabadaydılar. Altısı beraber dışarıya çıkmıştı, biz de tüm kuzenler bizim evdeydik; ben, Neşe, Ekin, Ateş, En, Rehan..."

"Çok üzüldüm," dedim. "Keşke anne ve babası hayatta olsaydı."

"Keşke," dedi benim gibi iç çekerek. "Yengem hamileydi de. Rehan annesiyle, babasıyla beraber kardeşini de kaybetti."

"Hamile mi?"

"Evet. Bunu kutlamak için dışarıya çıkmışlardı zaten."

"Neyse ki siz varmışsınız," dedim. "Bu travmanın üzerine bir de yalnız kalması çok kötü olurdu."

"Öyle bir sorunu olmadı," dedi. "Neyse ki..." Yürümeye devam ettiğimiz bu defa, "Bu Serter sanki bu aralar senden uzak duruyor," diye sordu. "Alakasız alakasız seslenip durmuyor da."

"Dün lise arkadaşımız olduğunu öğrendim," dedim, çok şaşırdı. "Yüzüne vurunca da bir geri çekildi sanki..."

"Lise arkadaşın mı?"

"Ben tanıyamadım ama Janset hemen görünce tanıdı. Serter lisede bizim Janset'in ilk aşkıydı."

"Sen ciddi misin?"

"Evet. Hatta Serter Janset'i çok da seviyordu, ikisine çok imrenirdim."

"Sevgililerdi yani?"

"Evet. İki yıllık bir ilişkileri oldu."

"Utanmadan bir de burada sana mı yürüdü?"

"Evet," dedim gülerek.

"O da mı senin gibi tanımadı yoksa?"

"Başta öyle zannettim ama Janset'in yanından ayrılıp ona sormak için gittiğimde öyle olmadığını gördüm. Ben bilmesem de o benim kim olduğumu biliyordu."

"Bilmezlikten gelmiş."

"Evet."

Sıkılgan bir nefesle, "Janset hangi akılla onunla iki yıl sevgili kaldı?" diye sordu. Biraz da şaşkındı. "O tipte birine şans verecek birine de hiç benzemiyor."

"Serter lisede böyle değildi," dedim. "Yine bu kadar eğlenceliydi ama kız düşkünü değildi." Sanırım Serter'e eğlenceli dediğim için kaşlarını çatmıştı. "Bunlar Janset'le başlamadan önce de Serter'in okulda bir sevgilisi vardı, ona çok sadıktı. Sonra onunla bitti, Janset'le başladılar, Janset'e de çok sadıktı. Tam bir ilişki adamıydı yani."

"Siz yanlış tanıdıysanız demek ki..."

"Bence bizim yüzümüzden oldu," dedim. "Yani Janset ve ben onun güvenini çok kırdık. O da bizden sonra hiçbir ilişkisine çok güvenerek ya da sadık kalarak devam edememişse ve bunu bir süre sonra alışkanlık haline getirdiyse, zamanla şimdiki olduğu kişiye dönüşmüştür. Bence."

"Seni anlamıyorum," dedi. "Siz ne yaptınız ki?"

"Sicilimde bir restoranda yangın çıkardığım yazıyordu ya..."

Şaşkınlıkla gözleri büyüdü. "Eee?"

"Leyl liseden sonra orada çalışmaya başladı, oranın sahibi de sürekli Leyl'i sıkıştırıyordu. Yaşı olan bir adamdı ve utanmadan gencecik kıza göz koymuştu. Her gün bir hediyeler, köşelerde sıkıştırmalar... Bir gün Leyl'e zorla dokunmuş, sabahında annem ondan şikayetçi oldu ama bir gün sonra serbest bırakıldı. Leyl'in başka yerlerde çalışmasına izin vermiyordu, onu takip ediyordu, kimsenin iş vermemesi için herkesle tek tek konuşup kızın adını kötüye çıkarıyordu."

"Kafayı mı takmıştı yoksa sadece kötülük olsun diye mi yapıyordu?"

"Bir gün elinde çiçeklerle evimize kadar gelip anneme Leyl'e aşık olduğunu bile söyledi," dedim. "Eğer annem izin verirse onunla evlenmek istediğini söyledi. Bir de utanmadan yoksul oluşumuzu dillendirip bize çok güzel bir ev hediye edebileceğini söylemiyor muydu?" kendi kendime güldüm. "Ya hiçbiri değil de insan bir tipine bakar ya... Göbeğini arkadan takip ediyordun, merdiven çıkamıyordun, nefesin kesiliyordu... O kızın seninle ne yatak hayatı olsun, ilk geceden tahtalı köyü boylardın."

Enis gülerek karşılık verdi. "Rebena... Konu bu mu? Adamın göbeği ve yaşlı oluşu mu?"

"Ama doğru söylüyorum..."

"Neyse," dedi. "Sonra?"

"İşte adamın bize geldiği gün küçük bir arbede çıktı; ben bıçağa olan aşkımı göstereyim derken biraz ileriye gitmiş olabilirim ama annemle Leyl beni adamın üzerinden güçlükle aldıkları için geceyi kazasız belasız atlatmıştık."

"Amma da belalıymışsın yani?"

"Hakketti," dedim kaşlarımı kaldırarak. "Az bile yaptım."

"Ya sonra? Bu hikayede Serter ne alaka?"

Yüzüm düşmüştü. "Sabah olduğunda bu adamın tacizleri devam ediyordu. Ben Janset'le beraber okuldaki arkadaşlarımızı toplayıp adamın evini taşlamaya gittik ama gecenin yarısında sorgu odasında tek başımaydım. Polis siren seslerini duyar duymaz Janset bile beni bırakıp kaçtı, inanabiliyor musun?"

"Bir sicilinin daha nedenini öğrendim," dedi. "Eve gittiğinde hesabını sormadın mı?"

"Benim onlarla beraber kaçtığımı, arkalarında kaldığımı görmediğini söylemişti," dedim. "Yokluğumu fark ettiğinde bana bakmak için geri dönmüş ama polisler beni çoktan götürdükleri için kimseyi bulamamış..."

"Ee, sonra?"

"Beni bıraktılar bırakmasına da bu adam yine uslanmıyordu. Birinde Leyl'i sokak ortasında yakalamış, evine zorla götürmeye çalışmış... Leyl eve geldiğinde üstü başı dağınık, elbisesinin yarısı yırtılmış, dizini yere vurup kanatmış, hem yağmurda ıslanmıştı hem de ağlıyordu... O gece eve girmedim. Annem yine şikayetçi olmak için Leyl'i alıp karakola gittikleri gibi ben de hemen arkalarından çıktım. O sıralar Neva hâlâ bizimle değil, daha yok. Ama Melvin bizimle. O, evde kalırken, Janset de beni durdurmak için arkamdan çıkmış, gelirken de Serter'le karşılaşmışlar... İşte ikisi benim yanıma gelmeye çalışırken ben çoktan restorana girmiştim bile. Gecenin bir yarısıydı, kimse yoktu, tüm kapılar kapalıydı ama bir zamanlar Leyl'e arka kapının anahtarı verilmişti ve o da hâlâ bizim evdeydi. Çıkmadan önce onu aldığım için içeriye girmem zor olmamıştı. Önce mutfağı ateşe verdim, sonra da diğer kısımlarını... Ama alevler o kadar hızlı yayıldı ki dumandan etkilenip içeride mahsur kaldım."

"Çok tehlikeli bir işe kalkışmışsın Rebena..."

"Ergenliğin verdiği isyankarlık işte." Gülmüştü. "Biz de içimizdeki asiliği böyle dışarıya vuruyorduk ne yapalım..."

"Ya sonra?"

"Neyse ki Janset'le Serter zamanında yetiştiler... Ama üstten odun parçası düşünce Serter yaralandı, hatta bayıldı biliyor musun? Kalkamadı bile. Ateşin öteki tarafında kaldı."

"Yandı mı yoksa?" Enis Altınday Serter için endişelenmişti.

"Yok, yanmadı. Çok şükür ki odun yuvarlanıp ondan uzak bir yerde durdu. Ama alevler çok yüksek olduğu için karşıya geçemedik. Onu uyandırmayı da başaramadık. Polis siren seslerini duyunca oradan kaçamak zorunda kaldık."

"Onu orada bıraktınız yani?"

"Suçu birinin üstlenmesi gerekiyordu," dedim utançla.

Buna daha çok şaşırdı. "Mecburiyetten bırakmadınız yani, bile isteye?"

"Her ikisi de," dedim.

"Rebena, bu kötülük..."

"Serter'in babası çok zengin bir adamdı, güçlüydü... Her türlü Serter'i kurtarırdı. Ama biz ceza alabilirdik."

"Bu düşüncemi değiştirmiyor Rebena... Aynı şey."

"Biliyorum... Değişsin diye söylemiyorum zaten. Sadece olayı anlatıyorum."

Derin bir nefes çekti. "Sonra ne oldu?"

"Ben bu yaşıma kadar bir şekilde unuttum ama Janset hiç unutmadı; konusu her açıldığında hep kendine kızdı, beni suçladı-"

"Normal," dedi. "Sevgilisine, aşığına ihanet etmiş sonuçta. Kolay yenilir yutulacak bir şey değil."

"Enis, kesme lafımı... Sonra lafını sokarsın."

"E," dedi aynı ifadeyle. "Sonra?"

"Bu olay şimdilerde aramızda normalleşti ama o yangından sonra Serter hastaneye kaldırıldı, biz de Eskişehir terk etme kararı almıştık... Aslında annem yangın mevzusunu henüz öğrenmemişti, hatta duyduğunda bile kundaklandığını öğrenmişti, bizi değil... Ama işte sabahında yola çıktığımızda polisler beni ve Janset'i tutuklayıp karakola aldılar, annem öğrenince de daha kötü oldu tabii. Taşınma işi de yarım kalmıştı üstüne... Serter hem uyanmıştı hem de biz tarafından terk edildiğini öğrenmişti. Güvenlik kameralarına bakılmasıyla yangının benim çıkardığım, Janset ve Serter'in içeriye sonradan girdiği anlaşılmıştı. Janset bir gece nezarette kalsa da sabahında serbest kaldı." Bundan sonra söyleyeceklerimi tahmin ediyormuş gibi durgun ve ifadesiz bakıyordu. "Beni bırakmadılar. Beni ıslah evine koydular."

"Sicilinde sadece bir hafta kalmışsın diye yazıyordu. Seni bu kadar kolay mı bıraktılar?"

"Serter babasına, babası da Leyl'i sürekli taciz eden adama baskı kurup şikayetini geri çektirmişti."

"Bu kadar kolay yani?" diye şaşırdı. "Adamı yangında bırakmışsınız, üzerine suç atmışsınız ama o seni mi kurtardı?"

"Serter'in babası adamın tüm zararını karşılamıştı, gözünü de korkutmuştu. O yünden hemen çıktım."

"Neyse ki sizin yaptığınızı Serter yapmamış," dedi. "Kim bilir şu an nerede, ne yapıyordun..."

"Evet. Ben çıktıktan sonra hemen taşındık. Öyle utanç verici bir olaydı ki herkes Serter'e yaptığımız kötülüğü duymuştu; okuldaki, mahalledeki arkadaşlarımızla vedalaşmaya bile gidemeden şehri hemen terk ettik."

"Serter ne oldu? İletişime geçmediniz mi?"

Kafamı sağa sola salladım. "Ben çıktıktan bir gün sonra taşındık zaten ama gitmeden önce bunun için uğraşsak da ne Serter bizi görmek istedi ne de babası izin verdi... Onlar da böyle bitti işte."

"Sizi kolay affetmiş olmalı ki sana çok yakın durmadan edemiyor," dedi.

"Ne düşünüyor, ne hissediyor hiç bilmiyorum... Ama eski Serter olmadığını çok iyi biliyorum. Belki o da böyle intikamını alıyordur. Her gün başka bir kızla Janset'e ceza veriyor olamaz mı?"

"Muhtemelen devam ettiğini göstermeye çalışıyordur..." biraz durdu ve, "Pişman mısın peki?" diye sordu. "Ne olursa olsun Serter öle de bilirdi. Ateşin üstüne sıçraması ve dumandan zehirlenme ihtimalini düşünmüş olman gerekirdi."

"Pişman değilim," dedim. "Ne orayı ateşe verdiğim için ne de başka bir şey için."

"Rebena-"

"Serter'i orada bırakmayı ben ne istedim ne de düşündüm Enis... Bu benim kararım değildi, ben bunu istemedim." Anladığında dudaklarını birbirine kapattı. "Vicdanım ağırlaşıyor ama bu pişmanlık değil bence. O kararı ben almadım sonuçta, polis siren seslerinden sonra oradan zorla çıkartılan bendim..."

🌠

Enis'le yaptığımız yürüyüşün sonuna geldiğimizde beraber otelin içine girdik ve ben, "Enis," deyince gözleri yüzüme döndü. "Aşağıda anlattıklarımız aramızda kalsın olur mu?"

"Tabii ki de."

"Aslında birinin duyması sorun değil ama anlattıklarımın içinde Janset, Serter ve ablam da var ya... Bu olayları Rehan'ın ya da başka birinin bildiğini düşünmüyorum, duymaları da onları rahatsız edebilir."

"Elbette, haklısın. Merak etme aramızda kalacak."

"Teşekkür ederim."

Odalarımıza çıkmak için asansöre ilerledik ama birinin beni arkadan yanına çekmesi yüzünden asansörün önünde durmuştuk. "Rebene... Her yerde seni arıyordum neredeydin sen kaç saattir?"

"Serter..." dedim hem şaşkınca hem de biraz sinirli. "Ne oluyor?"

Enis artık Serter'e eskisi gibi bakmasa da hal ve hareketleri hâlâ hoşuna gitmiyordu.

"Bana iki dakikanı ayırabilir misin?" diye sordu Serter.

"İki dakika mı?" diye sordum.

"Evet," dedi.

O an açılan asansörden Janset çıkınca Serter'in ifadesi dondu ama hemen kendini toparlayıp beni kolu altına aldı ve Enis'e, "Bizim önceden birine verdiğimiz bir sözümüz vardı," dedi. "Beş dakika içinde odasına çıkmış olur."

Bizi geriye döndürüp yürütmeye başladı.

"Nereye ya?" diye sordum. "Ne sözü? Ben diye hatırlamıyorum?"

"Mamoste sana kart açacaktı, unuttun mu?"

"Ha, o mu?"

"Evet, o."

"Bakalım kaderinde ne varmış?"

"Senin dalgalı atın çıktı diye değil, şansımı denemek için yanına gidiyorum haberin olsun," diye takıldım.

O da gülmeden edemedi. "Tamam Rebene."

Uzun bir koridorun ardından köşelerden birinde duran enteresan bir odaya girdiğimizde o günkü kadın, Mamoste yerde bağdaş kurmuş, mumların yakıyordu. İçeride karanlık bir hava vardı ve mumlarla karanlık kırılmaya çalışılmıştı. Perdelerin altında, duvarlardan birine sabitlenmiş pencere falan var mıydı bilmiyordum ama içerisinin gün ışığı almaması için her şeyin yapıldığı açıktı.

Serter kolunu aşağıya indirip, "Gidelim," dedi.

Zaten Mamoste de bizi fark etmiş, "A siz," demişti güleç yüzüyle. "Geldiniz demek sonunda."

"Evet Mamoste," dedi Serter.

İkimiz de karşısına oturduğumuzda yerde, minderlerin üzerinde bağdaş kurmuştuk. "Merhaba," dedim şapkamı aşağıya indirerek. "Nasılsınız?"

"İyiyim, teşekkür ederim. Sen nasılsın?"

"İyi," dedim gülümseyip. "Teşekkür ederim." Kartları hazırlamaya başladığında omzumun Serter'in omzuna değeceği kadar ona yaklaşıp, "Parasını sen vereceksin bak," diye fısıldadım. "Üstümde kuruş yok."

Gözleriyle onay verdiğinde ondan uzaklaşıp Mamoste'yi bekledim.

Mamoste yirmiye yakın kartı masaya yüzü görünmeyecek şekilde dizdikten sonra, "Seç," dedi bana.

Kartların üzerinde bakışlarımı bir süre oyaladım ama en sonunda birini seçtiğimde ona verdim. Karta önce kendisi baktı ve sonra da yüzünü yüzüme çevirip, "Eros'un mutlu olduğu kartı seçmişsin," dedi. Karttaki çıplak ve iki büyük kanadı olan adam bir yere okuyla nişan alır gibi yapmıştı. Ve havadaydı. "Eros, Yunan mitolojisinde aşk, seks ve şehvet tanrısıdır. Aşkın en başlangıç noktasını yaşıyor olabilirsin." Janset'in at çıkmasından sonra az da olsa ümitlenmiştim ama bu söylediğiyle, Serter'e baktım kadının söylediklerini yalanlar gibi. İhanet ve kandırmacanın tam ortasına düşmüşken aşk yoktu. Ne aşkı? Serter'e olduğu gibi bana da yanlış bir zamanlama olur diye bakışlarımı Mamoste'ye çevirdim. "Bu aşk büyük bir aşk; seni sevgisiyle besleyecek, merhametiyle olgunlaştıracak, sana değer kattıkça değer katacak, seni hiç mutlu etmediğin kadar çok mutlu edecek... Kendini hiç özgür hissetmediğin kadar özgür hissedeceksin. Şimdi başka bir kart seç Rebena."

Bu defa hiç düşünmeden ortadaki kartı seçtim ve ona verdim.

Yine kendisi baktıktan sonra bize yüzünü gösterdi. Kartın ön yüzünde filmlerin kötü karakterlerini andıran, siyahlar giyinmiş, tahtında oturan bir kral vardı.

"Kötülüğün simgesi," dedi Mamoste. "Seni yönetecek ya da yönetebileceğini düşündüğün biri hayatında var mı?" İlteriş? İlhan? "Bize söylemek zorunda değilsin, sadece olup olmadığını söyle."

"Aklımda iki kişi var ama bahsettiğin kişiye kim daha yakın bilmiyorum," dedim.

"O zaman ikisine de dikkat et," dedi. "Zaman aktıkça seni avcuna almak isteyen hangisiymiş kendi gözlerinle göreceksin."

"Tamam, dikkat edeceğim."

Onu da başka bir yere bıraktıktan sonra, "Yeniden kart seç," dedi. Elimi kartlardan birine uzatmıştım ki, "Ama dikkat et," dedi eliyle beni durdurarak. "Sadece üç hakkın kaldı."

"Üç mü?" diye sordum. "Ama burada üçten fazla kart var."

"Hepsi senin değil," dedi. "Seçenekler ne kadar çoksa gerçek olma ihtimali de o kadar fazla... Seç hadi."

Bu defa dikkatlice düşünerek en uçta olanı aldım ve ona verdim.

Karta bakmadan önce, "Kalbin yoluna ışık olsun," diyerek baktı ve bu defa kaşlarını kaldırıp kartı bize gösterdi. Gösterdiği kartta yarı insan yarı at bir adam vardı. Şaha kalkmış, kükrüyordu sanki. "Bu kart aşkın en karanlık yüzünü simgeler. Az önce bahsettiğim aşkın sahibine ait olmalı bu... Sana cennetti vaat ediyor ama önce cehenneminden geçmen gerekecek."

"Kötü bir insan mı bu?" İlhan'a kanabilirdim.

"Kötü biri olsaydı Eros çıkmazdı. İyi. İyi ama bazı durum ve koşullar sizi karşı karşıya getirecek... Seçimlerin ve tercihlerin senin kaderinin şekillendirecek. Attığın adımlara çok dikkat et." Elindeki kartı kenara bıraktı. "Unutma, iki hakkın kaldı. Seç bir tane daha."

Yine düşünerek ortalardan bir tane seçip ona verdim.

Karta baktıktan sonra yüzünü bize çevirdi ve, "Kalbi kırık kraliçe," dedi. Gösterdiği kartta kırmızı elbiseli, yüce biri olduğu anlaşılan bir kadın vardı. Lacivert gecenin ışığının bir kısmını gösteren pencereye uzanan merdivenlerin başında durmuş, elbisesinin uzun kuyruğu tüm yeri kaplamıştı. Başında tacı vardı ve yüzünün bir kısmını göstermişti. Gergin ve kırılgan görünüyordu. "Bu kadın kendini tanrı kadar güçlü zannediyor; hiçbir şey onu yenemez, yıkamaz diye düşünüyor. Kalbi kırık, birileri onun nefretini kazanmış. Bu da tehlikeli bir kart. Dikkat edilmesi lazım." Annem. "Şimdi son kartını seç."

Kendimi toparladıktan sonra bir kart seçtim ve ona baktım.

Karta yine önce kendisi baktıktan sonra yüzünü bize çevirdi. "Bu kart belirsizliktir." Simsiyah bir yüzeyin içinde küçük, beyaz, yuvarlak bir nokta vardı. "Ya karanlık o son beyaz ışığı da yutacak, ya da o küçük nokta gitgide büyüyüp tüm karanlığa hakim olacak."

"Neden tam tersi değil?" diye sordum. "Yani o küçük nokta siyah da olabilirdi, neden beyaz?"

Tüm kartları çevirdikten sonra eline gelen bir kartı aldı. Benim seçtiğim kartın tersiydi. Beyaz bir zeminde siyah bir nokta vardı.

Benim seçtiğim kartı öne çıkarıp, "Sen bunu seçtin çünkü," dedi. "Kötülük tüm hayatını yalayıp yutmuş. Işıktan geriye kadar küçük bir nokta kadar kalmış... Ya zoru başaracaksın, ya da tamamen yok olacaksın." İşte sessizlik o an yüreğime bir şehrin korkutucu sesini doldurdu. "Bir de unutmadan, rüyalarına da dikkat et tamam mı? Gördüklerinin anlamlarına bak. Onlar da bazen uyarıcı olabiliyorlar. Dedim ya; tercihlerin ve kararların senin hayatını şekillendirecek."

🌠

"Kötülük tüm hayatını yalayıp yutmuş. Işıktan geriye kadar küçük bir nokta kadar kalmış... Ya zoru başaracaksın, ya da tamamen yok olacaksın."

Mamoste'nin benim hakkımda söylediklerini düşünürken banyonun bir köşesinde, ağzına kadar doldurulmuş küvetin içindeydim. Yıkanmaktan daha çok dinlenmek için girmiştim ve uzun dakikalardır da buradaydım. İçimde taşan, kabaran ve beni kendime bile yabancı bırakan hisler vardı. Bunlar; özlem, korku, endişe ve üzüntü diye sıralayabilirdim. Annemi Janset'ten ve Leyl'den kıskanıp, sırf onların gözüne sokmak için kucağına oturduğum, başımı göğsüne yasladığım on ikinci yaşımı özlüyordum. On dokuz yaşıma kadar saçlarımı tarayan ellerinin beni uykuya yatırmasını istiyordum. Leyl'in sessizliğinde dinlendiğim günleri geri vermeliydiler bana...

Ben ablamı da annemi de bugün çok özlemiştim. Bir defalığına mahsus annemin ya da ablamın beni kolları arasına alma şansını verseler hiç düşünmeden kabul ederdim. Her şeyi siler, yine kabul ederdim.

Ağlamayı bırakmadım ama sanki vücudumda kalan son gücü parmaklarıma vermişim gibi telefona uzandım ve Enis'in bana verdiği telefonun rehberine kağıtlı olmayan annemin numarasını tuşladım. Sesini duymak için onu aramakta kararsız kalmıştım ama en sonunda arayıp telefonunu kulağıma götürdüm.

İlk çalışta telefon açılmadı. Sorun değildi, annem çok çalışan bir kadındı. Her aradığımda ilk çalışta açmazı. Ama üçte ya da iki de kesin açardı.

Bir kez daha aradığımda telefonu, "Alo," diyerek yabancı bir kadın açtı. "Halide Hanım şu an müsait değil, daha sonra arayabilir misiniz?"

Kızıyım demek dilimin ucuna gelmediğinden telefonu yavaşça kulağımdan indirdim ve o sırada kadın karşı taraftan hâlâ bana sesleniyordu. Telefonu kapatıp yere bıraktığımda ise gürültü kesilmişti. Rebena Alarçin olduğumu duysaydı telefonu koştura koştura anneme götüreceğini biliyordum oysa.

Sonrası nasıl geçti bilmiyorum ama hıçkırıklarıma ve nefessiz kalışıma çok dayanamayarak kendimi suyun içine bırakıp yüzümün de suyla örtünmesini sağladım.

İnsanlar acı çekebilirlerdi, bu normaldi. Unuttukları acıları onlara hatırlatan insanlarla da karşılaşabilirlerdi, acıyı yeniden hissetmeleri de normaldi. Ama kendi kendilerini süründürmek, acıdan kurtulmaya çalışmamak normal değildi. İlteriş yüzünden yalıyı terk ettiğim sabah yaptığım en büyük hataydı. Onun için onlardan ayrı düşmeye değmezdi. Şimdi çok daha iyi anlıyordum; yabancı ellerin arasında meçhul sonumu düşünürken...

Aileme neden geri dönmüyordum ki? Gurur muydu bu? Yoksa başka bir adı vardı da ben mi bilmiyordum.

🌠

Banyodan odaya çıktığımda saçımdaki havluyu çekip yere bıraktım ve hâlâ kendimi bitkin hissettiğim için yatağa oturup avuçlarımı da kenarlara bastırarak destek aldım. Yerleri izlemem sonucunda gözlerimde biriken yaş tenime değmeden parkeye çarpmış ve dağılmıştı. Omuzlarımın ağırlığını taşıyamıyordum...

Kapı sertçe çalındığında Enis'in sesini duymuştum. "Rebena!" beni böyle görsün istemiyordum. Karşımdaki boy aynasından gözlerimin kötü göründüğünü görüyordum, anlayacaktı. "İçeride misin?" diye kapıyı bir kez daha çaldı.

"Evet!" sesimi düz tutmaya çalışsam da kendimi kontrol edememiştim.

"Akşam yemeği yememişsin, Janset'i de yanından kovmuşsun. Bilmediğim bir şey mi var?"

"Yalnız kalmak istiyorum," dediğimde önüme dönmüştüm ve artık tenim ıslanıyordu. "Yemek yemeyeceğim... Aç değilim."

"Rebena," garipsemişti. "Öğlen yemeği de yemedin..." cevap vermedim, veremedim. "Rebena... Kapıyı açar mısın?"

"Git buradan Enis. Kimseyi görmek istemiyorum."

"Kapıyı aç Rebena," dedi sertçe. "İyi olduğunu kendi gözlerimle gördükten sonra aşağıya inerim."

"Enis-"

"Kapıyı aç!"

Yanaklarımı silip istemeye istemeye kapıya gittim ve karşısında belki de en kötü halimle durdum.

"Rebena," dedi beni baştan aşağıya inceleyip gözlerini yüzümde oyalattıktan sonra. "Niye ağlıyorsun?"

Kapı kolunu bırakıp ayaklarımın üzerine oturduğumda yüzümü de bacaklarımın arasına aldım. Artık kimse beni susturamazdı.

Benim gibi yere oturmadan, ayakları üzerine eğilip avuçlarını kollarıma yasaldı. "Rebena... Neyin var?"

Yüzümü kaldırmadım ama başımı sağa sola sallamayı başardım. Aldığı tek cevap ağlama seslerimdi.

"Rebena... Söyle de bir çözüm bulayım. Yardım edeyim."

"Edemezsin," dedim ama bacaklarımın arasına konuşuyordum, yüzümü kaldırmamıştım. "Korkularımı yok edemezsin, özlemlerimi bitiremezsin."

Bir süre sessiz kaldı ama sonra hiçbir şey söylemeden beni kucaklayıp içeriye girdi. Artık yüzümü bacaklarımın arasına saklamıyor olabilirdim ancak yumruklarım gözlerimi gizlemeye devam ediyordu.

Ayağıyla kapıyı kapattıktan sonra beni yatağa taşıdı ve bir kenarına bırakıp arkama yerleşti. Elini boynumun altına soktuktan sonra kolunu göğüs kafesime yasladı ve beni kendine çekip üzerimizi örttü. "Neşe'ye bunu yaptığımda susuyordu. Sen de susar mısın?"

Kafamı sağa sola salladım hırçınca.

Buna güldüğünde yanağını hâlâ ıslak saçlarıma yasladı. "Tamam. Susma. Ağla ağladığın kadar." Diğer elini içeriden çıkarıp bileklerimden tutarak yumruklarımı gözlerimden indirmeye çalıştı. Başta izin vermek istemedim ama sonra gücüne karşı koyamadığımdan indirmiştim. O da elimi alıp içeriye sokmuş, çeneme kadar yüzümü örtmüştü.

"Üç saat sonra nikahımız var, biraz uyu. Uyu da dinlen."

"Eros'un mutlu olduğu kartı seçmişsin... Eros, Yunan mitolojisinde aşk, seks ve şehvet tanrısıdır. Aşkın en başlangıç noktasını yaşıyor olabilirsin. Bu aşk büyük bir aşk; seni sevgisiyle besleyecek, merhametiyle olgunlaştıracak, sana değer kattıkça değer katacak, seni hiç mutlu etmediğin kadar çok mutlu edecek... Kendini hiç özgür hissetmediğin kadar özgür hissedeceksin. Şimdi başka bir kart seç Rebena."

"Herkesten nefret ediyorum," diye sızlandım. "Her şeyden."

"Ben de," dedi bana katılır gibi. İçerideki ellerinin biri beni kendine çektiğinden dolayı omzuma yaslıyken, diğeri de bileğimi tutuyordu. Ama az sonra yavaşça elime doğru ilerlemeye başladı.

"Senden de," dedim. "Ben senden de nefret ediyorum."

"Neyse ki ben etmiyorum," avcu elimin yüzeyine kapanmış, parmaklarımın arasına geçmişti. "Senden nefret etmeyen bu adamın yanında güvenle uyuyabilirsin."

Gözlerimi kapatmadım ama zaman geçtikçe, onun yumuşak kokusuyla sarmalandıkça, sıcaklığıyla gevşedikçe gözlerimin kapanmasına engel olamadım. Bu, rahatlayan nefesime de yansıdığında Enis'in kolları arasında gerilemeyi ve kasılmayı bırakmış, başımın ve omuzlarımın tüm ağırlığını göğsüne bırakır olmuştum. Uykuya dalmadan önce son hatırladığım parmaklarımın parmaklarına sarılmaması için kedime karşı koymayı bırakışımdı.

🌠

Gözlerimi araladığımda yumuşak koku sanki damağıma güzel bir tat bırakmış yemek kadar hoştu. Hâlâ Enis'in kolları arasındaydım ama odanın içindeki zifiri karanlığı tepemizdeki kırmızı gece lambası kırarken, ona sırtım dönük değil, yüzüm dönük olduğumu fark ettim. Uyurken yönüm değişmişti. Bir kolu sırtıma sarılmış, beni kendine yaslı tutuyor olabilirdi ama gözleri aralık ve diğer elinde tuttuğu telefonuna bakıyordu. Ben uyuduktan sonra yanımdan çekilebilirdi fakat yapmamıştı, benimle kalmaya devam etmişti. İstemiş miydi yoksa gidememiş miydi işte orasını bilmiyordum.

Telefonda ne yapıyor diye ona yanaşmam gerekiyordu. Gözlerimi kapattıktan sonra içine sindiğimde başını hareket ettirdiğini, bakışlarını üzerime düşürdüğünü fark ettim ama ne önemi vardı ki? Ben uyuyordum. Neyse ki az sonra düşündüğüm gibi yapıp telefonla ilgilenmeye devam etti, ben de o arada gözlerimi açmıştım.

Fotoğraflara bakıyordu. Kaşlarımı çatmadan edemedim. Bazılarını siliyordu, bazılarını favorilerine alıyordu, bazılarını da bakıp geçiyordu. Garip olan, ekranda gördüğüm yüzün bana ait olmuş olmasıydı. Bizi çekmişti, hem de dünya kadar!

Fotoğrafları daha iyi görebilmek için çenemi yavaşça kaldırdım ama bu da yüzümün bir tarafının göğsüne daha çok yaslanmasına sebep oldu. Tenimiz arasında kalınca bir kazak da olsa sıcaklığımızı paylaşabiliyorduk.

Fotoğrafların bazılarında benim sırtım onun göğsüne yaslıydı ve o da yanağını benim saçıma yaslayıp gülerek poz vermişti. Hatta birkaç fotoğrafta Enis çenesini bile başımın üstüne yerleştirip öyle de çekilmişti. Diğerlerinde yüz yüze duruyorduk ama diğerlerine göre benim yüzüm daha az görünüyordu. Çünkü hem saçım yüzümü kapatmıştı hem de neredeyse Enis'in içine girmiştim. Fotoğrafta öyle görünüyordu ki bir ara Enis'e sarılmıştım bile. Diğer baktıklarında ise yüzümün bir tarafı tamamen görünüyordu ama bu defa başım göğsünün üzerindeydi ve saçım kulağımın arkasına sıkıştırılmıştı. Enis ise bazı fotoğraflarda sadece boynunu göstermişti. Elbette ki bazılarında şerefsize, adice, haysiyetsizce ve pislikçe gülüyordu.

Benim fotoğraflarımın bittiğini karşıma çıkan sarışın bir kızın yüzüyle görmüştüm. Sarışındı fakat Janset gibi doğal bir sarışın değildi. Enis'in fotoğrafı kaydırmamasından ve az sonra fotoğrafı silmesinden öyle anlıyordum bu kız Alev olmalıydı. Sürekli aramıza giren kara kedi... Eğer düşüncem doğruysa Alev de Alev'di yani. Bir yemyeşil gözlerinden ateş çıkarması eksikti. Enis telefonu kapattıktan sonra komodinin üzerine bıraktı. Ben de çoktan gözlerimi kapattığım vakitlerde, "Rebena," diye mırıldandı. "Uyan artık. Yoksa nikahına geç kalan ilk gelin olacaksın." Esner gibi kollarımı yukarılara kadar kaldırdım, "Ah!" diye inledi. Elim bilerek yanağına değmemişti. Bacaklarımı da öyle yapmaya çalışırken onun ayaklarını bacaklarıyla beraber biraz itmiş olabilirdim. Ama hiç sorun değilmiş gibi gülüyordu. Ben uyanır gibi yapıp uyanmadığımda ise sesiyle yüzünü düşürdüğünü anlamıştım. "Rebena! Uyandın zannettim ama geri yattın. Uyan." İçine biraz daha sinip çenemi kaldırdım ve göğsüne yasladım. Bu adam düşündüğümden daha kaslıydı! "Rebena," neye gülüyordu bilmiyordum ama sesinde eğlenceli bir ifade vardı. Elini bornozumun göğüs kafesinde hissettiğimde ise kaşlarımı çatmamak için kendimi zor tuttum. "Senin, şu, dövmen... Solda mıydı?" Dövme mi? Dövmeyi görmesi sorun değildi! Ben bornozun altında çıplaktım ve dövme demek göğsümü görmesi demekti. "Dur da ben bir bakayım." Dizimi kendime çekmem ve bile isteye ona vurmam sonucunda hissettiği ağrı için önce inledi sonra da, "Çüş!" dedi.

"Ne oluyor ya?" gözlerimi hâlâ açmamıştım ki çok gecikmeden, "Gözünü aç da bak!" diye kızdı.

Gözlerimi yumruklarımla ovaladıktan sonra aralayıp, "Sen miydin?" diye uykulu bir sesle sordum.

Acısı bir anda dinmiş gibi ifadesini sertleştirip, "Kimi bekliyordun?" diye sordu.

"Rüyamda yakışıklı bir adamla beraberdim," dedim. Yalan söylüyordum, kırmızı bir çanta görmüştüm. "Elbette seni beklemiyordum."

"Yakışıklı adam?" omzu üzerinde durup bana yaklaştı. Zaten kolu da hâlâ altımda olduğu için gereğinden fazla birbirimize yakın durur olmuştuk.

"Evet."

Kendimi kontrol edemeyip dudaklarına baktığımda, "Sürekli dudaklarıma bakıp durman beni sinirlendiriyor," dediğinde utanarak gözlerine baktım. "Bir daha dudaklarıma bakmadan önce soruma cevap ver. Ya da boş boş bakıp duracağına eyleme geç." Daha çok utanarak tek çözümün ondan uzaklaşmak olacağını düşündüm ve yataktan çıkmak için sırt üzerine dönmek istedim ama hem arkamdaki eli beni durdurmuştu hem de diğer elini kolumun altından sokup belime sağlamca yaslamıştı. "Nereye?"

"İzin verirsen yataktan ineceğim," dedim. Avuçlarımı şişkin göğsüne basmak zorunda kalmıştım çünkü neredeyse ağız ağızaydık. "Bırak da yataktan ineyim. Daha üstümü giyineceğim, saçlarımı tarayacağım."

"Yarım saatimiz var," dedi. "Yetişiriz, bu kadar acele etme." Sertçe yutkunmadan edemedim. "Hem sen sanki benim dudaklarımın renkli olup olmadıklarını da kontrol etmek istiyordun..."

"Artık istemiyorum Enis," derken inanılmaz zorlanıyordum. "Bırakır mısın beni?"

"İstiyorsun istiyorsun. Hadi kontrol et, çekinme."

"İstemiyorum ya," dedim gülerek. Gitgide avuçlarıma biraz daha fazla güç vermek zorunda kalıyordum; yıkılmak üzere olan bir binanın kolonları gibi Enis'e karşı duruyorlardı. "Çekil..."

"Kontrol et dedim." Başını yüzüme yaklaştırmaktan, başımı geriye çekmekten dolayı yüzlerimiz arasındaki mesafe kendini koruyor olsa bile alt bedenlerimiz birbirine yapışmıştı resmen. Hatta hissediyordum, bacaklarımız bile iç içeydi. "Bak izin de veriyorum, daha ne istiyorsun sen?"

Daha fazla dayanamayıp başımı geriye atarak kahkaha attığımda o da bana katıldı ama benim ondan daha fazla güldüğüm kesindi. "Enis!"

"Ne!"

Çenemi aşağıya indirip "Çekmecede kulak çöpü olacaktı," dedim. "Onu ver o zaman."

İfadesini düzelterek kaşlarını çattı. "Ben kulak çöpü olmaz demiştim Rebene."

"Allah Allah."

"Evet. Bakmak istiyorsan ne yapman gerektiğini biliyorsun?"

Yine sertçe yutkunduğumda utanç perdesi biraz daha yırtılmıştı. "Yani seni öpmem lazım öyle mi?"

Bu kadar açık olmamı onun da beklemediğimi gözlerinden gördüm ama ne fark ederdi? Söylemiştim bile. O da az sonra, "Evet," dedi. Yüzünde çapkın bir gülüş vardı. "Dudakların dudaklarımın arasında yerleşmek zorunda."

Karnım... Midem... Bacaklarımın arası... Kalbim... Ben ve bütün organlarımız yok oluyor, kül oluyor, bir yerlere savruluyorduk.

Onun benden daha çok açık konuşmasını beklemiyordum. Bu beni biraz daha fazla utandırırken, "Ben giyineyim," deyip kolları arasından çıkmak istedim ama bir bacağını bacaklarımın üstüne attığı gibi onları kendine çekti ve arkamdaki elleriyle de bizi daha fazla yakınlaştırdı. "Neden o kadar çok ağladığını anlatmayacak mısın?" şimdi ciddileşmişti. Bir önceki konuyu hemen kapattığı için sevinsem de bu konunu açıldı diye çok da memnun sayılmazdım. "Rebena... Anlat bana, güvenebilirsin. Belki az da olsa yardımın dokunur."

"Yardım edebileceğin bir şey değildi Enis," dedim. "Sadece uzun zamandır her şeyin üst üste gelmesi yüzünden yaşadığım duygu patlamasıydı."

"Tamam. Olabilir. O zaman hislerini paylaş benimle. Biliyorsun, paylaştıkça azalır."

Denemediğim için hiç bilmiyordum ama her şeyin bir ilki olduğu gibi bunun da bir ilkini gerçekleştirebilirdim. "Korkuyorum," dedim. Falcıya inandığımı söylesem bana güler miydi? "Başaramamaktan, yok olmaktan..."

"İlhan konusunda mı?"

"Her konuda... Annemi de özlüyorum. Banyodayken sesini duymak istediğim için aradım ama başkası açtı, müsait olmadığını söyledi..." şimdi bana üzülmüştü. "Leyl'i özlüyorum, onun yeniden ablam olmasını istiyorum. Aa artık ikimiz de birbirine sokaktan geçen iki insan daha fazla yabancıyız."

"Rebena-"

"Sen hiç birini özledin mi?" diye sordum. "Ama böyle uzun yıllar boyunca? İnşallah hiç özlememişsindir Enis. Öyle kötü bir duygu ki anlatamam sana. Dağ dağı özlese dayanamaz, yıkılırdı. Ben şu an yirmi dördüm ve on dokuz yaşımdan beri ikisini de çok özlüyorum. Yüreğim hep avcumda un ufak kalıp duruyor..." Kirpik diplerime kadar taşan gözyaşım artık fark edilecek kadardı biliyordum. "Özlediğin birilerinin olması işte bu kadar kötü."

"Konuşmadan çözülmeyecek hiçbir şey yok. Halledebilirsiniz."

Kafamı sağa sola salladım. "Ne yaptıysam ben kendim yaptım. Artık evlerine birkaç günlük gitmiş bir misafirden farkım yok. Aradan o kadar uzun zaman geçmiş ki, ben o kadar fazla yalnız kalmışım ki, onlar olmadan yaşamaya öyle alışmışım ki kendimi onlara ait hissedememem. Hissedemiyorum. Aslım ve Zühre onlardan daha yakın sanki bana. Annem bana sarılsa, yatağımı yadırgar gibi kollarını yadırgarım sanırım... Leyl de aynı şekilde."

Söylenilecek hiçbir şeyin olmadığını beni kendine çekip sıkıca sarıldığında göstermişti. Çenesi başımın tam tepesine baskı uyguladığında bana destek olduğunu anlayabiliyordum. "Rebena... Keşke yüzünü güldürebilecek bir şey elimde olsa..."

Keşke.

Continue Reading

You'll Also Like

1.6M 106K 45
Beni iyice tezgâha yaslayarak "Gülden," dediğinde "Bitti," diye tekrar ettim. "Unuttun mu? Aramızdaki her şey bitti?.." "O yüzden mi gözlerime öyle b...
246K 33K 32
minho: hyunjinnnn jisunga cok uzulerek onu reddettigimi cunku zaten bi sevgilim oldugunu soyler misinn🙏🏻
LEKE By .

Teen Fiction

634K 35.9K 31
| Lekelere hapsolmuş bir geçmişin, gelecekteki izleri nasıl temizlenirdi ki.. | ... 'Sorgulamadın,' dedi zihni.. 'Hiçbir zaman nasıl bir adamı sevdiğ...
YAZGI By aNOnimel

Teen Fiction

13K 97 2
"Vicdanını dinleyip bu olaya karışmamalıydın Asrın, Diğerleri gibi görmezden gelmeliydin" Sözleri bir bıçak kadar keskindi. Suratındaki o durgun, mim...