İNTİKAMIN PENÇESİNDE (+18)

By ElisyaRoyal

25.4M 905K 566K

♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... More

▶ | Giriş
İP_1 | "KAR KÜRESİ"
İP_ 2 | "SİYAH TEHLİKE"
İP_3 | "DÖVMENİN ZIRHI"
İP_ 4 |️ "ŞEYTANIN SİLÜETİ"
İP_5 | "AĞA TAKILAN ISLAK KELEBEK"
İP_6 | "SOĞUK KELEPÇE"
İP_7 | "KAR KOKUSU"
İP_8 | "ÖZGÜRLÜK"
İP_9 | "EŞİKTEKİ CESETLER"
İP_10 | RUHTA UYANAN CANAVAR
İP_11 | "YENİ KARARLAR"
İP_12 | "KUZEN"
İP_13 | "KIRILAN İNANÇ"
İP_14 | "KARANLIĞIN NABZI"
İP_15 | İHANETİN PASLI BIÇAĞI
İP_16 | YERALTI KAFESLERİ
İP_ 17 ️| "YERE DÜŞEN KAN"
İP_18 | HESAPLAŞMA
İP_ 19 | KAYIPLAR
İP_20 | "ESKİ EV"
İP_21 | BIÇAK SIRTI
İP_22 | "SİNEMA"
İP_23 | KUĞULU PARK
İP_24 | "RUH SIZISI"
İP_ 25 | SİYAH ️BUZ
26_İP | "SINIR"
İP_19 | "ŞEYTANLA DANS"
13 ▶ | "İS"
14 ▶ | "ÖNSEZİ"
İP ▶ 15 | "KAÇIŞ"
16 ▶ | "ÖZEL"
17 ▶ | "UNUTMAK"
18 ▶ | "BAĞIMLI"
19 ▶ | "BEKÂRET"
20 ▶ | "PLAN"
21 ▶ | "SARHOŞ"
22 ▶ | "YANGIN"
23 ▶ | "KIŞ"
24 ▶ | "BAĞ"
25 ▶ | "KOVMAK"
27 ▶️| "BABA"
28 ▶️| "İZ"
29 ▶️| "MEKTUP"
30 ▶️| "ZEHİR"
31 ▶️| "SİYAH İNCİ"
32 ▶️ | "SERSERİ RÜZGÂR"
33 ▶| "ÂZAD"
34 ▶ | "ÖLÜ AŞK"
35 ▶️ | "DİLEMMA"
36 ▶️| "SESSİZLİK"
İP ▶️ 37 | "KORKU"
İP ▶️ 38 | "İSLİ KALP"
İP ▶️ 39| "GÜMÜŞ GÖZYAŞLARI"
İP ▶ 40 | "UYUMSUZ" ️
İP ▶ 42 | "KÖR KUYU"
İP ▶43 ️| "GERÇEĞİN PORTRESİ"
İP ▶ 44 | "ATEŞ KADEHİ"
İP ▶️ 45 | "️GECE TUTULMASI"
İP ▶️ 46 | "️MÜHLET"
İP ▶️ 47 | "️ÇAKALIN ISLIĞI"
İP ▶️ 48 | "️ATEŞ KIRAĞI"
İP ▶️ 49 | "BUZ KIRAĞI"
İP ▶️ 50 | "ÖLÜMLE RANDEVU" FİNAL
İNTİKAMIN PENÇESİNDE II
İP_51 | HAYAL KIRIKLIĞI
İP_52 | YAĞMUR VE KAR TANESİ
İP_53 | YAĞMURA GÖMÜLEN DÜŞ
İP_54 | HIRLAYAN NEFES
İP_ 55 | GERÇEĞİN DİKENİ
İP_56 | YANILGININ NEFESİ
İP_57 | KIŞ ÇİÇEĞİ
İP_58 | KAYIP RIHTIM
İP_59 | BOŞLUKTA BİR ÇINLAMA
İP_60 | İNSANIN KENDİ YIKIMI
İP_61 | ZAMAN YANLIŞI
İP_63 | KUŞKUYA DÜŞERKEN

İP_62 | KALBE GİDEN HARİTA

168K 4.7K 5.9K
By ElisyaRoyal


Sellam!

Biz geldik.

Umarım sevdiğiniz, çok çok sevdiğiniz bir bölüm olur.


Oy verip bölümü okumaya geçebilir, bol bol yorumlar bırakabilirsiniz. Sizi seviyorum. ❤

Bölüm şarkısı | Mavi Gri • Altüst Olmuşum

Lavin Kutup için, kar bulutu; 🌨

Edim Demiray için, ejderha 🐉

62. BÖLÜM | KALBE GİDEN HARİTA

Hiçbir yüreğe yolu düşmemiş...


Şaşkınlık bir deniz üzerine yükselen dalga gibi kızıl kanımın üzerinde dalgalanarak damarlarımin içinde durmadan gezindi.

Sözleri zihnimde karmaşık bir uğultuya ve burgaca dönüşmüştü. Parmaklarımı birkaç kez mekânik olarak sanki orada duran ve algısımı bulandıran ağır tabakayı kenara itmek ister gibi zonklayan alnımdan ağır ağır geçirdim.

Şaşkınlığım yoğunlaşırken düşüncelerimin üzerine derin bir sessizlik çöktü. Saatçi'yle olan hukukunun eskiden kalma bir mesele olup sadece düşmanı olduğunu düşündüm ama onun eğitmeni, hocası gibi sıfatlarla hayatına giriş yaptığı hiç aklıma gelmezdi. Hapis gibi bir yerde bu tarz bir eğitim nasıl mümkün oluyordu, yetkililer buna nasıl izin vermişti? Anlamıyordum. Edim kapalı kutu gibiydi; öyle sıradan olmayan, içinde gizli bilgilerin stoklandığı ve pandoranın kutusu diye söz edilen önemli bir kutuydu. Onunla konuştukça, kendisini bana açtıkça içinden başka bir benzeri olmayan sıradışı bilgiler, ilginç yaşanmışlıklar çıkıyordu ortaya.

Dilimin ucu dudaklarımın arasından kayıp şaşkınlığın meltemiyle kuruyup kavrulan dudaklarımı usul usul ıslattı. Edim ondan öğretmenliğini, hocalığını yapan kişi diye bahsederken gururuna yediremiyormuş ve kendinden nefret ediyormuş gibi ağır bir tonda söylemişti. O kadar kötü olamazdı bu. Fakat daha sonra geçmişte yaşananlar bugün kullandığı tonun mimarlığını yapmış olabilirdi. Geçmişin üzerine örtülmüş dev örümcek ağlarının bütün kalın tabakaları temizlenmeli, Edim'in ruhu da beraberinde serbest kalmalıydı.

"Bu nasıl oldu, Edim?" diye sordum. "Orası herhangi birinin öylece girip dövüş eğitimi vereceği, diğerininse dövüş eğitimi alcağı sıradan bir yer değil ki." Bakışlarımı ön camdan dışarı, tüm sokaklara gökyüzünün izmaritinden kopup sigara külü gibi dağılan kar yağışına çevirdim. "Hapishaneden söz ediyoruz burda, suçlu olanların cezalara tabii tutulduğu o kötü yerden."

Edim ön cama düşen karlar için silecekleri çalıştırdı. Sileceklerin sesine odaklandım bir süre, Edim tekrar konuşana dek.

"Turgay abi bir gün öyle çıka geldiğinde onu da yanında getirmişti, tanıştırdı bizi," dedi, önü kesilemez biçimde sesinden akan nefreti, öfkeyi duydum. "Onun işinde en iyisi olduğunu söyleyip Saatçi'den özel olarak eğitim almamı istedi benden. Başta Saatçi'de yanlış duran bir şeylerin varlığını hissettim ve içimdeki sezgiye güvenerek ondan eğitim almayı reddettim ama Turgay abi Saatçi'nin ustalığına çok güveniyordu. Ondan eğitim almazsam beni o delikten çıkarmayacağı şartını önüme yatırınca buna mecbur kaldığım için kabul ettim."

Turgay denilen, Edim ve arkadaşları için önemli olan adam. Beni inanılmaz rahatsız ediyordu, şüphe götürmez bir gerçek vardı ki ben de onu rahatsız hissettiriyordum. Hislerimiz son derece karşılıklı. Edim'le birlikte olmamdan hoşlanmıyordu ve ben hâlâ bunun gerçek nedenini bilmiyorum. Ve bir de Edim'in bana anlattığı her şeyin altından bir şekilde bu adamın çıkması, konunun eninde sonunda ona bağlanması vardı.

"Peki ya, hapishane yönetimi? Diğer tüm ilgili makamlar?" Ağzımda tebeşir tadını hissettirdi bu sorular. "Nasıl izin verdiler?"

"Tekine bile hesap verip açıklama yapmam gerekmedi, yönetim dahil diğer tüm herkes ve her şeyle Turgay abi kendisi ilgilendi." Kelimeler kalemin ucundan beyaz sayfaya damlayan mürekkep gibi dudaklarının ucundan damla damla döküldü aramıza. "Gizliydi, hapishanede bunu yaptığımız bilinmiyordu. En azından resmiyete geçecek şekilde."

"Saatçi'den neden nefret ediyorsun, sana ne yaptı?"

Edim henüz Saatçi'nin diğer yaptıklarını bilmiyordu. Beni öldürdükten sona nasıl yaşama döndürdüğünü ve hayatını dün gece kurtarmaya yardımcı olanın Saatçi olduğunu. Bunları öğrendiğinde öfkeden deliye dönecekti ve belki de Edim ve Saatçi arasındaki savaşın fitili yeniden alevlenecekti.

Edim, "Bu başka bir günün sorusu olsun," dedi, artık onun hakkında ya da bu konu hakkında konuşmak istemediğini belirtti. "Ve tabii başka günün hikâyesi."

"Sen öyle istiyorsan."

"Israr edersin sanıyordum," diye itiraf etti. "Bana duygusal manipülasyon yapmanı beklediğimi, buna karşı kafamda koruma geliştirdiğimi itiraf edersem kızar mısın?"

Omuz silktim. "Yanıldın ama Demiray," dedim, yüzünün bir tarafı karanlıkta diğer tarafı sokak ışığıyla aydınlıkta kalmıştı "Sen buraya kadar dediysen, demek ki buraya kadardır."

Şaşkınlığını soludum, yorum yapmasını bekledim ama yorum yapmadı. Kendini kendi zihninin içindeki sessizliğin koynuna bırakmış gibiydi.

Hikâyenin devamını merak ediyordum tabii ki, itiraz edip ısrarcı olarak onu bunaltmayı istemedim. Edim bana karşı eskisi gibi katı değildi, taş evde değişmeye ve daha iyisi olmaya çalışacağını söylediğinden beri bu sözünün üzerine gerçekten gayret ederek çalışıyordu; geçmişini benimle yavaş olsa da paylaşıyor, konuşuyordu. Geçiştirdiği de olmuyor değildi ama onun gibi kontrolü, yönetimi uzun süredir tek başına ele alan biri için süreç ağır ilerlese bile bu gayreti büyük adım demekti. Çünkü anlattığı çoğu şeyi aslında hiç anlatmamayı ve kendine direkt saklamayı tercih etmek isteyeceğini bilecek kadar tanıyordum ben Edim'i.

Geçmişi dillendirmeyi biraz yakınma olarak görüyor, anlatmayı çoğunlukla kendisine yakıştıramadığını bana çok önceden itiraf etmişti. Onun görüşüne göre geçmiş ya ölü olup gömülmeli ya da canlı gibi rahatsızlık veren kısmı varsa biran önce çözüp ondan kurtulmalıydı. Ama başkasıyla konuşmak, dillendirmek asla bir seçenek olmamalıydı.

Edim arabanın radyosuna uzandı, rastgele yabancı bir şarkıda durdu. Şarkıyı tanıdım; Taylor Swift, Willow. Edim geri çekildiğinde ben uzanıp sesini biraz daha yükselttim. Ses arabanın içindeki sessiz hakimiyeti ele geçirdiğinde Edim bana garip bir bakış attı, "Ne?" diye sordum. "Sevdiğim bir şarkıdır kendisi, müziğini ayrı seviyorum. Baksana, böyle karlı kış havasına fazla yakışmıyor mu sence de?"

O an elimde olsa, kulaklığımı takar ve bu şarkı eşliğinde yağan karın altında nereye gideceğimi düşünmeden öylece yollarda yürür, kalabalık insanlarından arasından geçer, renkli caddelerde gezer, sokakların kalbinden geçer sonunda fazla üşümenin getirdiği yoğun ihtiyaçla sıcak bir kahve dükkânında duraksardım. Yapmadığım şey değildi, içimdeki hisler dış eylemlerime yön verirken umarsız olabiliyordu.

Edim bir an sessizce baktı, gülümsemedi ama ifadesine çok sıcak bir gülümseme yayıldı. Bacağımdaki elimi ağırca kavrayıp dudaklarına yaklaştırıp öptü. "Öyle," diye kabul etti ve aramızda iç ısıtan kısa bir göz teması yaşanırken ilgiyle ekledi. "Bu senin mevsimin, senin havan."

Birden, "Seninse kendini ait hissettiğin bir mevsimin yok ama bir havan var," dedim, onun yakışıklılığını abartan benim gözlerim miydi bilmiyorum, ne zaman ona baksam sert çehresi bana bir önceki baktığımdan daha yakışıklı görünüyordu. "Her akşam günü çiğneyerek gelen karanlık, senin havan."

Edim Demiray'ın sert hatlarına, karanlık havasına rağmen gözümde eksilmeden artan inanılmaz bir çekiciliği vardı. Öyle ki onu saatlerce sadece izleyebilir, izlerken bundan yılmazmışım gibi hissediyordum. Karanlıktan çok korkmama rağmen onun karanlığında yaşamayı öğrenmiştim.

Başımı deri koltuğa yaslayıp gözlerimi birkaç saniyeliğine yumdum sonra tekrar açarak dışarıya diktim gözlerimi ama huzur bir anda kayboldu. Şu klinik meselesi beni rahatsız ediyordu.

"Edim, benim fikrim değişmedi," dedim, sesim durgun bir su gibiydi. "Dediğin o tarihte kliniğe yatmaya niyetim yok."

Benimle tartışmasına gerek bile yokmuş gibi, "Belirlenen o tarihte orda olacaksın, Lavin," dedi, sesi öylesine keskin çıkıyordu ki sesi bir bıçağın ucu gibi zihnimin içinde tehlikeyle gezindi, sanki kıpırdasam zihin belleğim kesiklerle dolacaktı. "O tarihe dek kendini kliniğe gitmeyeceğim diye kandırıp avutmak istiyorsan bu senin tercihin tabii, bu kadarına saygı duyabilirim."

Böyle zamanlarda Edim'i güzel görünümlü buzdan soğuk bir heykele benzetiyordum, sözlerim onun soğuk yüzeyine çarpıp bana dönüyordu; bende sızıyı, soğuğu, titremeyi bırakıyordu. Bana cevap hakkı vermemesi beni yaralıyordu, bu konuda net ve katıydı. Tamamen tedavime odaklanmıştı, niye bu kadar ısrarcıydı?

Duygularım gözlerimi zorladı. "Niye beni özellikle o tarihte göndermek istiyorsun?"

"Ne ima ettiğini anlayabiliyorum," dedi, sesi hislerimin üzerinde dolaşan keskin bir bıçak gibiydi, hislerimi tedirgin ediyordu. "Senden kurtulmaya çalışmıyorum, Lavin."

Onunla konuşmak bazen örselenmiş söz yığınlarını zamanın içine yaralı bırakmaktı. Bakışlarımı ondan bir çiçeği kökünden alır gibi yavaşça alıp hayal kırıklığının sesleri içinde ön cama çevirdim. Önümdeki beyaz karların dökülüşünü izlerken derin sessizlik kanıma karıştı. Bir süre süre sessizce akıp giden geceyi izledim, onu dinledim, ona dokundum.

Bakışlarımı ona çevirdim. "Kurtulmaya çalışmıyorsan, neden sana tedaviyi kabul ettiğimi ama o tarihte gitmek istemediğimi söylediğim hâlde inat ederek beni o kliniğe göndermeye çalışıyorsun?" diye sordum, arabının içinin dışardan daha soğuk olduğu duygusuna kapıldım. "Bu basbayağı benden kurtulmaya çalışmak."

Edim gözlerini yoldan ayırıp bana baktı. "Çünkü Lavin, daha fazla erteleyemeyiz," dedi, bakışları siyah ateşler saçarken. "Ne kadar erken gidersen tekrar o kadar çabuk erken dönersin."

Öfkemin rüzgârı kelimeleri dikkatsizce ona savurmama neden olurken, "En azından doğum günümü bekleyemez misin?" diye sordum aniden. "O zaman yanında olmak istiyorum."

Edim bir an susum öylece yüzüme baktı. "Doğum gününü mü kutlamak istiyorsun?" diye sordu, hedef şaşırmadan göğsüme sert saplanan bir hançerden farksızdı bu sorusu.

"Ben..." Duraksadım, kendimi olduğumdan daha kötü hissettim. Annesinin, babasının öldüğü tarihi gel benimle kutlamaya ayır demekti bu. Aptallığıma inanamıyordum. "Hayır, hayır, istemiyorum," dedim hemen aceleyle, kastını aşan hatalı sözlerimden öyle utandım ki yüzüm kıpkırmızı kesildi. "Sadece o gün yanında olmak istediğimi vurgulamaya çalışıyordum, kutlama falan isyemiyorum ben. Hem ben öyle değer de vermem ki o güne, bu yüzden bir kez bile o günü kutlamışlığım yoktur benim. Ölmek için doğduğumuz bir tarihi kutlamayı hiç mantıklı bulmuyorum ben."

Öyle garip bir an oldu ki, içteki gözyaşlarım çıkmak için gözlerimin kapısına dayandı. O an ağlasam hatasını gözyaşlarıyla örten çaresiz bir çocuk, ağlamasam hatasını hafifletemeyecek çaresiz bir kadın gibi hissettiğim arafın tam ortasında mahsur kaldım.

Sessizlik oldu, Edim'in bu ölüm sessizliğini yorumlayamadım. Anne babasının öldüğü o gün ne yapıyordu? O tarihi, o soğuğu, o kaybı unutması imkânsızdı. Benim doğum tarihimi de içeren o tarihin dövemsini sağ kol kasının üzerinde sanki ondan bağımsız tenine yerleşmiş bir yara gibi taşımak için bedenine kazıtmıştı. Asla unutmaz o tarihi. O tarih onun baynonu sarılan, ondan her şeyi özellikle çocukluğunu çalan bir tarihti ama o tarihin tek çocuk kurbanı o değildi, ben de o tarihin çocuk kurbanıydım.

O tarih beni dünyaya değil, acının içine doğurmuştu.

Sanki bu anı kurtarmak ister gibi cebimden telefonumun sesi yükselip arabanın içini ve bu ânı sardığında, bir telefonun çalışına bu kadar sevineceğimi hiç düşünmezdim.

Keskin ve kara gözler trafiğe odaklanmış görünürken ben yeniden anılarımın içine kurumuş bir yaprak gibi savruldum. En son benimle tüm ilişkisini kestiğini söyleyen Tuncay'dı, beni arayan kişi. Bir an gözüme inanamadım, göz yanılması yaşadığımı düşündüm.

Hemen, "Alo," diye cevapladım.

Bir süre ses gelmedi, kararsızlığının bir reaksiyonu olan nefes alış veriş seslerini duydum. "Lavin," dedi sonunda ama sesi mesafeliydi. "Nasılsın?"

"İyiyim, iyi," dedim içime heyecan birikirken. "Sen nasılsın?"

Edim şüpheyla bana bakınca dudaklarımı sessizce oynatıp 'Tuncay,' dedim sadece.

Tuncay'ın sesini duymak beni terk eden elin yeniden omzuma dokunması gibiydi. Beni bir daha arayıp sormayacağına, terk ettiğine, bir abimin olmadığına beni öyle kesin inandırmıştı ki korktum, bana kötü şeyler demesinden korktum.

"Tuncay," dedim, kapıya dayanan yaşların biri kapıdan çıkıp yanağıma düşerken. "Ya lütfen bana kötü bir şey söyleme, ne olur," diye yakardım. Beni o karların içinde öyle arkasına bile bakmadan bırakıp gidişi geldi gözlerimin önüne. Abim olmadığını nasıl haykırır gibi söyleyişi doldu kulaklarıma. "Bana iyi bir şey söyle ki elini yeniden ama sağlam bir şekilde omzuma koyduğunu, beni hiç bırakmayan abim olduğunu bileyim."

İç geçirip, "Sana çok kızgındım, Lavin," dedi ve boğazımdaki düğüm tıpkı bir elin parmakları gibi yumruklaşıp göğsüme indi. "Ben gelmeden, sen seçimini yapmıştın."

Bir yaş daha süzülürken, "Üzgünüm," diye fısıldadım.

"Biliyorum," dedi. "Ben de üzgünüm, Lavin. Yarın sabah İzmir'e dönüyorum, istersen gitmeden havaalanında görüşelim demek için aradım seni."

Dilimin tutulduğunu hissettim ama, "Olur, gelirim," dedim hemen.

"Yarın görüşürüz o hâlde, uçak on bir de, yarım saat önce orda ol," dedi, sesi hâlâ mesafeli geliyordu ama önemli değildi. O zaman içinde yumuşardı bana karşı. "İyi akşamlar."

"Tamam, iyi akşamlar."

Hâlâ ekrana bakarken Edim, "Ne oldu?" diye sordu. "Nereye gidiyormuşsun?"

"Tuncay, yarın sabah İzmir'e dönüyor," dedim. "Havaalnında görüşelim istedi, bende kabul ettim."

Edim'in kaşları çatıldı. "Niye görüşmek için daha uygun bir yer seçmenin yerine orayı seçmiş?" diye sordu, sinirlendi. "Yerinde olsaydım gitmezdim, seni beklerken kalsın öyle, mal herif."

Gözlerimi devirdim. "Ama benim yerimde değilsin ve onun hakkında düzgün konuş, abim o benim."

"O senin abin değil, nasıl olduysa abin gibi birisi olmuş, sonra da başımıza bela olmuş it işte," dedi, ona ters bakınca ekledi. "O da benim için düzgün konuşmamış, çok da ağır konuşmuştu ama beni hiç ona karşı böyle korumadın."

Ona şaşkınca baktım. Sözlerine gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Böyle ciddi görünerek bunun sözünü alıngan bir havadaymış gibi açması bile çok tuhaftı. Alınganlık yapacak, savunulmayı isteyecek son kişi bile olamazdı.

"O akşam elimden gelenin iyisini yaptığımı hatırlıyorum ama," dedim, sonra omzumu omzuna hafifçe vurdum. "Seni korumama ihtiyaç duyduğunu bilmiyordum, Demiray?"

"Hayır," diye homurdandı. "İhtiyaç değil."

"İhtiyaç değilse ne oluyor?"

"Tuttuğun tarafın belirlenmesi."

"Yani senin avukatın olup senin tarafını savunmalıydım, öyle mi?"

"Avukat düzeyine gerek olacağını hiç söylemedim."

"Senin tarafın suç yönünden bayağı bir kabarık yalnız," dedim, ilk andan başlayan tanışmamızın tüm sebeplerini bu sözler altında önüne getirerek. "Senin tarafında olmam için gerçekten senin suç savunma avukatın düzeyinde olmam gerekirdi."

Edim sessiz kaldı, tabii kalırdı. Bu konuda diyecek bir sözü bile olamazdı, suçunun ne olduğunu biliyordu. Tuncay yaptığı tüm şeyleri öğrenerek çıkıp gelmişti yanımıza, nasıl Edim'i tamamen savunabilirdim ki?

"Bu arada yarın o havaalanına gideceğim."

Edim sadece, "Umarım bu son olur da yolu bir daha Ankara'ya düşmez o itin," dedi.

Yolculuk sessizlik içinde devam ederken birden Edim'in yüz ifadesinin değişime uğradığını fark ettim. Yüzünü bir ağrılar kaplıyor gibiydi. "Edim ne oluyor?"

Arabayı ani bir hızla kenara çekti. Direksiyona doğru büküldü.

"Nefeslenmem gerekiyor," dediğinde bunu boğulan başka biri söylüyor sandım, sesi öylesine yabancı çıktı ki o kısık tonlamayı hiç tanıyamadım. Kapıdaki düğmeye basıp camı indirdi, kar kokusu havaya bulaşmıştı ve temiz hava kar kokan nefesiyle içeri dalıp içerde biriken tüm sıcak havayı bir düşmanmış gibi tek seferde yutuverdi.

Endişe içinde titreyen ellerle kemerimi beceriksiz bir acelenin arkadaşlığında açıp, "Edim, ne oluyor?" diye sordum kalbim sızlarken. Arabanın içinde ona yaklaştım, avucumu yüzüne yasladım; teni normal ısının biraz altında ılıktı. "İyi misin, neyin var?" Ensesine doğru kaydırdım elimi, sıcaklık tam o noktada birikmişti. "Hastaneye gidelim mi?"

"Bu gerekli değil, ben iyiyim," demesine rağmen nefes alamıyormuş gibi yakasını çekiştirmesi sözlerini önemsizleştirdi. "İyi değilsin işte," diye karşı çıktım. Hoyrat bir makasla içimden acımasızca geçiliyormuş gibi hissederken arabadaki hiç açılmamış su şişesini bulup kapağını telaşla açtım. Şişenin ağzını onun ağzına yaslarken diğer elim ensesine kaydı. Etrafımızdaki görüntüler birbirine karışıp bulanıklaştı, Edim dışında her şey itinayla yok oluyordu gözümde. "Önce biraz su iç," diye tavsiye ettim, bakışlarım yüzüne sabitlenmişti. "İyi gelecek Edim, haydi."

Edim, şişeyi tutan parmaklarımın üzerine kendi parmaklarını yasladığında, ellerinde artan sıcaklık sanki güneşin doğduğu bir yerdi, sıcağın doğum merkezi. Elim yandı, şöminede yanan ateşe bastırsam bundan daha farklı hissedemezdim. Kor aleviydi.

Edim şişeyi çekti dudaklarından, göğsünün içine derin bir hava çekti. "Daha iyiyim."

Dikkatle yüzünü inceledim. Dediği gibiydi; daha iyi görünüyordu, yine de Edim konu olduğu zaman kesinlik imkânsızdır. "Başka bir sorun olmadığına emin misin?"

"Birden sıcaklığın arttığını hissettim," dedi. "Sorun buydu."

"Yüzün normal sıcaklıkta ama ellerin ve vücudunda ateş var," dedim. "Henüz tam iyileşmeden ayaklandın, hâlâ dinlenmeye ihtiyacın var senin."

Edim sözlerimi yorumsuz bırakıp, "Eve çok bir şey kalmadı sayılır, biz yolun bundan sonrasını yürüyerek devam etsek senin için sorun olur mu?" diye teklifte bulundu. "Üşümüyorsan?"

Edim'in yüz hatları kemikle keskinleşmiş hatlardan oluştuğu için masum bir erkek gibi görünmemiştir hiçbir zaman ama ses tonundan dökülen masum bir şeyler içimde çok garip bir yere dokundu ve bakışlarım onun bakışlarının içine yoğun bir duygu duvarı gibi devrildi. Ben ona bakarken göğsümün içine acı oturdu. Kendimi onun sesinden var olan hislere bıraksaydım gözlerim dolacak, yaşlara boğulacaktım.

Ona dikkatle baktım. "Yürümenin iyi bir fikir olduğuna emin misin?" diye sordum.

Edim, "Uzun bir oturuştansa, kısa bir yürüyüş daha iyi gelir bana," dedi. "Her zaman hareket insanı olmuşumdur."

Başımı yavaşça salladım. "Eğer sana iyi geleceğini düşünüyorsan yürüyelim," diye kabul ettim. "Ama ya araban o ne olacak?"

"Gece yarısı olmadan Dennis gelecek," dedi. "Ona aldırırım."

Kapıları açıp dışarı çıktık. Hava dondurucu derecede soğuktu, küçük kar tanecikleri etrafta dönüp duruyor, sanki belli noktada yapışıp tekrar birleşiyorlardı. Sessiz, ıssız ve beyaz görünen sokaklarda gezinen sert rüzgâr saçlarımı omuzlarımın arkasına doğru dalgalandırarak taşıdığında aracın ön kısmına ilerleyip orda Edim'i beklemeye başladım.

Edim küçük kumandaya bastı ve kapıların kilitlenişini duyunca beklemeden yanıma geldi. "İşte oldu, şimdi gidebiliriz," dedi ve elini tutmam için bana uzattı. Bakışlarım bir an eline kaydı, bir saniye sonra o eli sıkıca tutmuştum ve sıcak parmakları ılık parmaklarımın arasına hayatıma yerleşir gibi yerleşti. "Üşümeyeceğine emin misin, Lavin?"

Gülümsedim. "Emin değilim ama üşümeyi yanmaktan daha çok severim ben, unuttun mu?" diye sordum. Gözlerinde karanlık kol geziyordu, yine de bazı zamanlar orada bir tek kişinin bile göremediği gizli ışığı bir tek ben bulur, kara bakışlarına takılı kalırdım. "Bana sen demiştin, ruhumun bu soğuğa muhtaç olduğunu."

Avucum onun elinden akan ince sıcaklığın tadını alırken, "Öylesin ama acı hissettiğin zamanlarda," dedi, güçlü sıcak elleri güven hissini pekiştirip yalnızlık duygusunu alıyor benden. "Buna acının yanıcı, yakıcı etkisi azalsın diye ihtiyaç duyuyorsun."

"Öyleyim," diye kabul ettim usulca. "Hem biliyor musun? Soğuk hava değil, senin iyi olmadığını görmek bedenimde gitmeyen sert üşümeleri bırakıyor. Bu yüzden endişe etmene gerek yok, sen iyi ol yeter."

Yağmaya yavaş devam eden karın altında kaldırımın kenarına yöneldik, önümüzden akıp giden kar taneleri rahatsız ediciliğini garip bir sempatiye bırakmıştı. Ya da ben böyle hissediyorum, bilmiyorum. Yüzüme vurup kaçan taneler, avucumun içinedeki sıcak elin baskısıyla eriyormuş gibi bir his bırakıyordu düşüncelerimde. Edim'e göz attım, iyi görünüyor gibiydi ama içimden gelen hastaneye gitme isteğini bastırdım, istemiyordu. Başı dik, bakışları ilerdeydi. Acı çekiyordu da, bana mı söylemiyordu acaba, merak ettim. Edim böyle yapardı, bu yüzden içim rahata kavuşamıyordu.

Kendimi tutamayıp, "Edim, abarttığımı düşünebilirsin ama hastaneye gidelim diyorum," diye önerdim. Gece olduğu gibi beni reddetmemesini umdum. "Çok uzak sayılmaz buraya, en azından içimiz rahat eder, ne dersin?"

Edim durdu, bakışları beni buldu ve bana döndü. "Niye ısrarla bana inanmıyorsun sen?" Kaşları çatılmıştı.

Aramızdaki boy farkından dolayı o başını aşağı eğmiş, ben başımı yukarı doğru kaldırmıştım. Bu hâlimiz bir an onun bir gökyüzü, benimse bir yeryüzü olduğumuz görüntüsünü oluşturdu kafamda. Her gün yüz yüze gelip birbirini gören, birbirini asla gözden kaybetmeyen iki farklı, ayrı ama bunun yanı sıra bütün gibi görünen başka iki farklı şey daha var mıdır bilmem.

"Bilmem," diye fısıldadım. "Arabadaki o acı çeken hâlini gördüğüm için olabilir mi? Bir de gece boyu çektiğin başka acılar var, bu yeterli mi?"

Edim, "Rahatla," dedi kısaca. "Ben iyiyim, eve gidince göreceksin." Başını biraz daha maksatlı olarak eğdi, şimdi o gökyüzünden sıcacık rüzgârlar bırakıyordu dudaklarıma. "Bütün şüphelerini öyle bir sileceğim ki..." Durdu, rüzgârlar özenle fırtınaya dönüştü, dudaklarımın üzerindeki kelimeleri kendine katarak ileri taşıdı... "Bir kez daha bana hastane demeyeceksin, dudakların fazla meşgul olacaklar."

Cümleleri algımı hedef alan nazik birer kurşun gibiydi. Öyle bir gafil avlanmıştım ki, bir süre kendime gelemedim. Konuyu amacından öyle bir saptırmıştı ki, yağan karlara rağmen kirpiklerim bile bir süre birbirine değmedi.

Gözlerimi kırpıştırdım. "Edim," dedim hayret içinde, ona ısıran bir bakış attım. "Şu an ne düşünüyorum, biliyor musun?"

"Bilemem tabii ama bir tahminim var," dedi, en küstah hâliyle. Tek kaşını kaldırdı, o kaş kaldırmada yüzüne yayılan bir alay vardı. Sonra tahminini söyledi. "Dudaklarını nasıl meşgul edeceğimi mi düşünüyorsun?"

"Hayır," dedim sert bir fırtına gibi. "Yüzüne şöyle içten, sert bir tokat atmayı."

Gözlerini devirdi. "Bayılırsın zaten tokat atmalara."

Gözlerimi kıstım. "Hak ettiğinden olsa gerek."

"Gerçekten mi?" diye sordu, alay kıvrılan dudağının kenarından uzadı yüzüne. "Ben daha çok senin aksi bir kız oluşundan olsa gerek diye düşünmüştüm."

"Bana aksi diyene de bakın."

Edim herhangi bir yorum yapmayınca, kar rüzgârının içinde yürümeye devam ettik.

Sadece doğanın seslerine kulak kesilince uzaktan bir araba gürültüsü gelirken, daha uzaktan başka adımların sesini duydum. Yol kenarlarına sıra sıra dizilen ve yıllardır sessiz bekçilik yapan ağaçların olduğu yola girdiğimizde, karları döndüren rüzgâr ağaç dallarının arasından geçerken yerden kaldırdığı kar tozlarını avuçlayıp sessizliğin içinde yitip gidiyordu.

Sol elimi açıp avucumu karlara doğru kaldırdım, kar taneleri uvuçlarıma ıslak öpücükler bırakıyordu. İlerde şehir sokakları ve altında üzerini karların kapladığı bankların olduğu yola girdik.


Edim'in adımları aniden durdu ve yine aniden, "Lavin," dedi, daha çok yanında değilmişim de beni yanına çağırır gibi bir seslenişti bu. "Sen..." Kendinden pek emin değilmiş gibi durdu. "Sen o şeyi bir daha söylesene."

Ağzından homurdanır gibi yuvarlanan bu sözlerini tuhaf bulduğuma dair garip bir bakış attım ona. Gergin görünüyordu.

Dudaklarımızın arasından sızan beyaz buhar kıvrıla kıvrıla birbirine iki sevgili gibi yavaşça sokulurken, "Anlamadım," dedim, gözlerimdeki kaygısız pırıltı silindi. "Tam olarak hangi şeyden bahsediyoruz burda?"

"Dün gece seni duydum," dedi gözlerimin içine anlamlı bir şekilde bakarak, gözleri tüm bedenimi kara bakışlarında hapsetti. "Beni sevdiğini söyledin, tekrar duymak istiyorum, Lavin." Kemikli yüzünün sert hatları yumuşadı. "Sevgilim dediğini de."

Dumura uğradım. Ruhsal dengemin alt üst olduğunu hissederken, dudaklarım aniden kurudu. Elini hızla bırakıp, "Sana bunları tekrar söylemeye hiç niyetim yok," dedim, içinde sitem taşıyan bu sözler ondan asla alamadığım sözleri, benden beklemesinin kızgınlığındandı. Üstelik ben ikinci kez seni seviyorum demiştim ona, oysa ben bir kez bile duyamadım. Veriş yapmadan direkt alış yapmaya kalkışıyor olması... Düpedüz küstahlıktı bu talebi. Sabrımla tam o anda vedalaştım.

Edim kaşlarını çattı. "Neden sinirlendin ki şimdi?" diye sordu aksice. Göğsüne büyük bir nefes çekti, geri verdiğinde o nefesin hacmi tufana döndü. "Senden zorla bir şey aldığım yok, Lavin."

Ne anlama geliyordu bu kelimeler? Söylemezsen söyleme, çok da lazım değil gibi bir anlama mı?

Öfke usul usul bedenime yayılıp dolandı. "Sinirlendiğim şey senin ben merkezciliğin ve öz bencilliğin," dedim, hayal kırıklığını taşıyan gözlerim doldu. Duygularıma eşlik ettiğini duymak istiyordum artık. "Söz konusu her durumda bu tutumunu hiç bırakmaman, beni anlamaman."

"Ne?" diye verdiği tepkinin içi sorudan daha çok soru kaynıyordu. "Yapma Lavin, bunun benmerkezcilikle ne ilgisi var şimdi?" Geceden bile daha fazla koyulaşan gözleri öfkeyle parladı. "Bana sorarsan şu tepkin fazla aşırıya kaçıyor. Sence de çocukça değil mi?"

Derin kara gözlere bakıp, "Hayır, hiç de çocukça değil ve tepkim gayet yerinde, benmerkezcisin işte," dedim kızgınca, mavi bakışlarımın içinde yangınların yandığı denizler vardı. Hislerim denizin dalgaları gibi hırçınlaştı. "Çünkü sen bir kez bile söylememişken, benden seni..." Kızgın sözlerimi başlatan güdüm bir an yok oldu sanki, çaresizce durdum o an. "Benden bencilce bu sözleri istiyorsun."

Derdimi öğrenmesine yardımcı olacak açık pusulayı avuçlarına bıraktığımda, sessizlik aramıza cemre gibi düşüp zamanın içine leke gibi yayıldı.

Edim bir an şaşkınca baktı, bense daha ilk saniyede bunları söylediğim için kendime öfkelendim. "Bir anda böyle hırçınlaşmanın nedeni bu mu?" diye sordu. Yüzündeki katı ifade silikleşip yerini rahatlayan bir ifadeye bıraktığında benim ifadem sıkkındı. "Zehir bende çarpma etkisi yapmasa, daha önce fark ederdim. Sen ne zaman anlaşılmayı çok istesen, hep bir şeyleri çok abartırsın. Ne zaman anlam arasan, anlamsız bir hâl içinde olursun."

Gözlerim onda donup kaldı, kalbimin onda donup kalması gibi.

Yine benimle ilgili bir analiz, dosdoğru bir çıkarım daha. Kendimi çok keşfedebilen, yaptıklarıyla bildikleri paralel giden biri olamamıştım. Hareketlerime, kullandığım dile dikkat edip ardına gizlediğim anlamı ben bile bilemezken, Edim bilinçaltımın onları gizlediği yerden yavaşça çıkarıp bana veriyordu. Verirken de benim olanı bana sunuyordu. Garipti, dikkati beni her yeni olayında afallatıyordu.

Ona evet, sende hep yakalarsın demek yerine duygusal bir kaos içinde, "Sakın benimle alay etmeye cüret bile etme, Edim," diye homurdandım.

Edim, kendini frenledi. "Seni kızdırmak istemedim."

"Tabii ki istedin ama boş ver, önemli değil," dedim ve ona arkamı dönerek iki sitemkâr adım attım, ayağımın altında ezilen kar kristalleri gibi ona verdiğim açık pusulanın ayakları altında gururumun bir an ezilip çatırdadığını duyar gibi oldum.

Edim, beni bileğimden yakalyıp hızla kendine çekti, şimdi tam dibindeydim. Pms döneminde olduğum için adet öncesi gerginliğim yoğun, fiziksel hassassiyetim fazlaydı. Hassaslaşan göğüslerim onun sert göğsüne çarparak bedeniyle bitiştiği anda ezilip sızladı. Öyle yakınım ki Edim'in tüm gücünü, kuvvetini ve sıcaklığını daha net hissedebiliyordum. "Bırak beni, Edim," diye yükseldim. Bir eli bel boşluğumdan kayıp arkaya doğru ağır ağır gitti, diğer elininse kor alevi taşıyan sıcacık avucu yüzümle birleşti. "Bırak diyorum."

"Lavin" diye fısıldadı, fısıltısının sıcaklığı dudaklarıma dudaklarıymış gibi kapandı. Sesine işleyen tutkulu dolu bir şey beni sakinleştirdi, hareketsiz biçimde yalnıca gözlerine bakmaya itti. Kalbimin derinleri o tutkuyla sarıldı. Gözleri beni hapsederken, kapkara bakışlarında büyük bir fırtınanın başladığını gördüm. "Seni seviyorum."

Kalbim tekledi.

Kalbim attı.

Edim'in seni seviyorum demesi kalbimin ilk atışı, içime ilk nefesi çekişim ve yaşamaya yeni başladığım ilk an gibi mucize bir histi.

Bu itirafı o kadar beklemiyordum ki buz tutarak donan bir su gibi gözlerinde donup kaldım. Gözlerinde başlayan fırtına bütün hislerimi dağıtıp geçti, duygularım o güçlü kara fırtınaya karşı koyacak güçte değildi. Uğuldayan kulaklarıma karışan bu sesin taşıdığı harfler belki yine benim sanrımdı. Yine benim aklımın oyunuydu bu belli ki.

Aklımı ondan duyduğumu sandığım iki kelimenin içinde kaybettim, mum yakıp arasam bile bulamazmışım gibi hissettim.

Kalbim gümbür gümbür çarparken, "Ne dedin?" diye sordum, aklımla kavgaya girişmekten usanarak biraz sızlanmayla. Bir kez daha umuda kapılmamak, gece olduğu gibi bir defa daha hayal kırıklığına uğramamak için sormalı, emin olmalıydım. "Sen acaba bana..." Durdum, konuşmamı tamamlasın istedim ama mahşeri andıran bakışları öylece bakmayı sürdürüyordu ve ben, duyduğum şeyin gerçekliğinden emin olmak istiyordum. "Yani demek istiyorum ki... Sen beni mi..."

Sanki daha fazla işkence çekercesine kıvranmamı istemiyor gibi durumu çabucak ele alarak, "Yanlış duymadın," dedi Edim, kendinden son derece emin çıkan sesi, aklımı başımdan kovacak etkideydi. "Seni seviyorum, Lavin." Kara gözlerine sinmiş karanlığın içinde parlayan hisler kurt gibi uluyordu. "Seni çok seviyorum, güzelim."

Kelimeler kalbimin derinlerine damlarken ayaklarımın altındaki karların eridiğini, toprağın yarıldığını, yarılan açıklığın genişleyip derinleştiğini ve beni karanlık derinlerine çektiğini hissediyordum.

"Sen bana kalbimi buldurdun, sen kalbime giden yolun haritasısın, Lavin."


Edim yüzümdeki avucunu ağırca enseme kaydırdı, dudaklarını dudaklarıma yaslayıp birleştirince aniden beni öpmeye başladı ve sanki bu dokunuşla birlikte etrafımızda uçuşan kar taneleri delice hızlandı. Dilinin şaşkın dudaklarımı aralayarak sıcaklığıma sokulması beni sarstı. Kalbime şok dalgası verilmiş gibiydi. Sanki karların ıslık çalarak ahenk içinde etrafımızda hızla döndüğünü, gülüştüklerini duydum. Titredim, yüzüme çarpan karlardan dolayı değil de sevginin ihtirasıyla kaynayan bu saf dokunuştan. Karnımın içinde ateş vardı; tenime düşen kar parçaları, karnımdaki ateş parçalarına karıştı.

Edim'in kor gibi sıcak dudakları, kavradığı dudaklarımı ağır ağır bıraktığında kalbim delice çarpıyordu.

Beni sevdiğini söylediğinden beri içime sığmayan içim sıcacıktı, halbuki hava çok soğuktu. Demek ki aşk böyle ateşli bir şey. Garip hissetim. Gözlerimde yoğun hisler oynaşırken, "Bu çok ani oldu, birdenbire. Hissettiklerimi anlatacak düzgün bir söz bulamıyorum," diye itiraf ettim, göğsüm heyecan içinde bir inip bir kalkıyordu. Dudaklarımdaki taze sızı arttı. "Söylemeni beklemiyordum, bana o umudu hiç bırakmadın. Simsayah kara gözlerinde, eylemlerinde gösterirdin sevgini. Bazen bu söylenmemiş sözleri söylediğin diğer tüm sözlerin arasında arardım; sadece hep gördüklerimle kalacağımı sanırdım."

"Senin tarafından aniden söylemem için teşvik edilsem de mutlaka söylerdim," diye itiraf etti Edim. Mevsimleri ilerleten zaman sona ermiş, akrep ve yelkovanlar çürüyüp hareket etmeyi bırakmıştı o an.. "Etkine kapılmamak, elektriğine çarpılmamak imkânsızdı."

Parmak uçlarım yavaşça yanaklarının tam ortasına yerleştiğinde, dokunuşuma karşı Edim gözlerini kıstı. Samimi fakat inişli çıkışlı bir sesle, "Sonunda itiraf ettiğin için mutlu oldum," diye fısıldadım. "Çünkü oldukça geciktin, hem de çok geciktin."

Bakışları dalgınlaştı. "Seni uzun zamandır sevdiğimi biliyorum," dedi, yanaklarıma dökülen saç tellerini kulağımın ardına özen içinde bırakırken gözleri yüzümü izliyordu. "Senden başka kimseyi böyle sevmedim ben, hayatımda olmasaydın eğer kimseyi sevmeyeceğimi de biliyorum; söylemenin neden bu kadar zor geldiğini inan ben de bilmiyorum. Söylemek istediğim hâlde neden sana söyleyemedim, söylediğim içinse yüreğimin neden büyük bir dehşetle dolduğunu bilmiyorum."

"Sanırım bu bilmemenin karşılığı sevgiden korkmak, insan en çok da bilmediğinden çekinip korkar," dedim. "Ve bilmediği için anlayamadığı şeyi kafasında eleştirir."

"Böyle sevgi içeren itiraflara hiç yatkın biri değilim aslında ama işte bu oluyor, şu an karşındayım; içimde yaşadığımı, yüzüne karşı çekinmeden söyleyebiliyorum," dedi. "Bazen farklı hissediyorum, görünüşte ben herkes gibiyim eylemlerim, hislerim, hepsi diğer herkes gibi ama içerdeki dünyamda bir yabancı gibi hissediyorum. Çok uzun süredir böyle hissettim.. Sanırım kadınlar bir şeyleri sessiz sedasız halletmeyi fazla iyi beceriyorlar."

Dudağıma tekrar bir öpücük kondurdu; ilk kez hafif ve yumuşak bir dokunuş bıraktı dudaklarıma. Tuhaf bulmamın nedeni ilk seferden itibaren beni her öptüğünde izini bırakmak ister gibi mührünü basarcasına sert bir baskıyla öpmesiydi. Şimdiyse her şeyi yumuşatmaya başlıyordu, aramızda sert olan ne varsa. Dokunuşlar da dahil.

"Bekledim Edim," diye fısıldadım, sözlerim onun kalbine ulaşmak için havada kanat çırpıyordu. "Kaderimde olacağı kesin bir olayı yaşamayı bekler gibi bekledim seni."

"Lavin," diye adımı söyleyip durduğunda, ismimi seslendirişine takılı kaldım; adımı ondan başkası böyle derin söyleyemezdi. Sanki ruhunun derinliğinden dudaklarına doğru yükselen adım fısıltılı bir dua gibi yayılıyordu havaya.

"Evet?"

Yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Seninle her şeyi konuşmak, sana ilk defa kendimi anlatmak istiyorum," dedi, baş parmakları elmacık kemiklerimi okşarken bana daha önce öyle gergin baktığını hatırlamıyorum. "Bir kadının sevgisine ihtiyacım olduğunu bilmeden yaşıyordum, üstelik bu ihtiyacın farkında olmadığım gibi bu kadınca sevgiyi tanımıyordum da. Varlığını ilk defa senin gözlerinde hissetmiştim, beni sevdiğini ilk kez itiraf ettiğin o geceden bahsediyorum." Kelimeleri beni kendimden koparıp ona itiyor, ona bağlıyordu. Duygularını saran alevler, aramızda kanal oluşturup benim duygularımı da sarmaya başladı. "Ama o yoğun hisse öylesine kapalı, yabancı ve acemiydim ki gözlerinden taşan o ışığın harikulade bir şey olduğunu fark etmeme rağmen sevgi nedir bilmediğim, biraz bile tanımadığım için gerçek gelmedi; öfkelenip o sevgiyi reddettim. Hâlbuki daha önce hiç kimse bana senin baktığın gibi bakmadı."

Gözlerinin bebeğini titreten pişmanlığın kalp atışıydı; sesli, yoğun ve baskıcıydı.

Bir kızın ve bir erkeğin göz buluşmasında, her iki tarafında diğerini cennete götürdüğü söylenir. Gözlemin üzerini sileceğim. Edim Demiray'la ilk anımızdan başlayan her göz temasında birimizin diğerini ağzına kadar kor alevlerle dolu cehenneme götürdüğünü biliyorum.

Gözlerinin ardına saklanmış karışık ruhunu gördüm, karanlıkları kuşanmış ve orada durmuş gizleniyordu. "Reddetme tarzımı şimdi bile affetmeni isteyemem senden, öyle yapmamalıydım," dedi, saçlarına tutunarak çoğalan beyaz kar tanelerinin sayısı onun karanlığını bastıramıyordu. "Seni reddeten o adam yüreksiz bir canavardı, yaşamının belli bir dönemine kadar empati yapmanın cahili olan ve tahmin edilenin de ötesinde elinde ölüm taşıyan bir canavar." Yüzümü tıpkı bir kitabın anlamını kaçırmamak için dikkat kesilen pasajına bakar gibi dikkatle inceleyen gözleri gözlerimde durdu. Başını sallayarak devam etti. "Sevgi dolu sözlerin yumuşak fısıltısının tadını hiç bilmemiş, bir kadının bacaklarının arasındaki huzuru hiç tanımamış, sarılmanın neleri telafi ederek iyileştireceğini küçümsemiş, iki nefesin bir arada olmasında yalnızlığı etkisiz kılışını tahmin bile edemez kötü biriydim ben."

Sesi şehre dökülen kar taneleri gibiydi, soğuk ama güzel. O gece yaşananları hatırlayınca, zihnimdeki cümleler dilime değil boğazıma düşüp orda bir yumruya dönüştü. Gözlerim anılarla doldu, sonra bir gözyaşı yanağıma devrildiğinde hisler de kalbime ve ruhuma gürültüyle devrildi.

"Zaman," dedim yavaşça. "Zamanın çarkı her şeyi değiştirebiliyor." Dudaklarımda bir kıvrım oluştu. "O zaman beni gördüğünde katılaşıp buz kesen gözlerin, şimdi beni gördüğünde çözülüp dağılıyor."

Edim gözleriyle takip ettiği o yaşı tenimden silerken gözlerinde belli belirsiz bir hüznün, ve acının dalgalanışını gördüm. "Seninle aynı evi paylaşmaya başladığımız sırada kafamın içindeki keskin ve net kurallarım dahil her şey aynı anda karmaşıklaşmaya da başlamıştı. İçinde bulunduğum korkunç yalnızlığı keşfetmeme neden olan sendin, bunu anlamanın getirdiği berbat işkence daha başkaydı. Uzaktan nefret etmek çok kolaydı ama sen yanı başımdayken seni tanımaktan, tanıyıp da her gün biraz daha sevmekten başka çarem yoktu. Sözlerin zihnimde hışırtılar çıkararak dolaşıyordu, teninden yükselen o kar kokusunu içime çekip solumak için öfkemi kullanıp sırf sana yakın olabilmek uğruna seni sürekli sıkıştırıyordum. Oysa tamamen kapana sıkışan kişi bendim. Diğer yandan seninle nasıl yaşayacağımı, seni nasıl seveceğimi ve seninle ne yapacağımı da bilmiyordum," diye sürdürdü sözlerini. Keskin bir nefes verdi. "Özellikle ruhum karanlıkken ve cehennemlikken."

Kalbim yerinden sökülürcesine çarparken, "Herhalde bunlar senin kendini beğenmiş olmandan kaynaklı inadından olsa gerek," diye sataştım ama nasıl karşılık vereceğini bilemeyecek kadar şaşkınlaşan, duyguları yeni yeni tanır gibi çocuklaşan kişiliğimin gerçeklerle karışık yansımasıydı sözlerim. "Bilmediğinden değil, öğrenmeyi bir türlü kabul edemediğinden. Kibir insanda çok mantıksız tedirginliklerin uyanmasına neden olur."

Edim gözlerine ulaşan bir gülümsemeyi dudaklarına samimiyetle misafir ederken, "Öyle mi dersin, küçük avcı?" diye sordu, sesinde küstah bir tını vardı ama o an beni anladığını biliyordum. Dudaklarında konuk duran gülümseme kararıp birden hüzünle lekelendi, ruhumu titretti. "Haklısın belki. Öğrenmekten, bilmekten, hissetmekten, düşünmekten kaçmaktı benimkisi ama en çokta sen herhangi biri değildin, yasaktın sen Lavin." Yansımamın siyah gözlerine düştüğünü fark ederken gözlerim doldu. "Senin de o zaman dediğin gibi aramızda kanların, mezarların, geçmişin var ettiği uçurumlar vardı. Yine de sana dokunmak için nasıl delirdiğimi, öpemediğim için ölecek gibi hissettiğimi, kendimle kendi içimde nasıl büyük bir savaş hâlinde olduğumu tahmin bile edemezsin."

Baş parmaklarım sert elmacık kemiklerine sürtündü. "Başlarda sanki zaman bir kapı gibi açılmış da bizi birbirimizin yaşamına dahil etmişti," diye konuştum fısıltıyla ama hızlanan kalbim içimde çığlık atarken dış dünyaya verdiğim sesim nasıl böyle sakin kaldı anlamadım. "Sen beni beklemiyordun Edim, ben de seni beklemiyordum. İkimiz de birbirimizi istemiyorduk ama bu gerçeği bilmemize rağmen aramızda hep bekleyiş vardı. Bunun ne olduğuna bir terim, tanım koyamam sadece öyle hissediyordum."

"Bekleyiş evet," dedi. "Benimkiyle iç içe geçmiş hislerini görüyor gibiydim.

Duygularımın keskinliği içinde başımı ağır ağır gökyüzüne kaldırdım ve kar taneleri yüzüme ıslak ıslak dokunurken aynı anda farklı yönlere koşan ışık kayması gördüm. Yıldız kaymıştı, iki tane birden ama farklı yönlere giden. Kaşlarım çatıldı. Edim'in sesini duyunca başımı eğip onun yüzüne baktım ama içime çöken garip, kısık hüzün düştüğü yerde çukurlar kazıyordu.

"O zamanlar öykümüzün birbirinden farklı olduğunu, senin kendi, benim kendi öyküm var sanıyordum. Oysa bizim öykülerimiz bir noktada çakıştı, senin doğduğun gece ve benim kayıplar verdiğim o gece," dedi. Siyah gözlerinde benimkiyle iç içe geçmiş yoğun, artan bir his vardı. "Bizim öykümüz birdi, her zaman öyleydi; öyle olmayı da sürdürecek, Lavin."

"Bu şekilde benimle ne yapacağını ve beni nasıl seveceğin üzerine ciddi ciddi kafa yorup düşündüysen, şimdi ne değişti peki?"

"Artık biliyorsun ya."

"Duymak istiyorum," diye fısıldadım. "Edim ben ne kadar bilirsem bileyim fark etmez senden hep çok daha fazlasını duymak, çok daha fazlasını öğrenmek istiyorum."

Edim, "Aslında hiçbir şey değişmiş değil, gerçekler olduğu gibi duruyor ama sanırım ben değişiyorum," dedi, canım boğazıma gelmiş çıkmak için çırpınıyor sanki. "Senin dışındaki gereksiz ayrıntıların cehenneme kadar yolu var! Hepsinin hakkından tek başıma da gelirim yine de seni bırakmam."

İçimdeki gözyaşlarının, belimi kavrayan Edim kadar gözlerime yakın olduğunu hissettim, bu yoğun hisler beni ağlatmaya yakındı.

Kalbimin atışları göğsümün içini inletirken, "Edim," dedim, ellerimi beline kaydırıp ona yavaşça sarılırken, başımı sıcak göğsüne bastırdım. Hızlanan kalp atışları eşsiz bir notada canlanıp tenimde yankılanıyordu. "Her ne olursa olsun, başka fırtınaların bizim sevgimizin içinde esip geçmesine izin verme."

Edim beni kendinden ayırdı. "Lavin," dedi. "Başka fırtınalar bizim üzerimizde esmesin diye kendi fırtınalarımızı başlatacağım ben ve iyi olan ne varsa seninle yaşayabilmek için. Mücadele edeceğim, sen bunun her saniyesine değersin."

Tenim, damarlarım, bakışlarım, ruhum ve kalbim hislerle, duygularla öylesine doldu ki kalbim benim varlığımı yaşatmak için değil de sadece onun uğruna çarpıyormuş gibi hissettim.

Nefesimi tek seferde verip muhtaçlıkla tekrar içime çektim, gürültüyle yutkundum, sessizce yutkundu; yutkunuşunu izledim.

Bu duygu yoğunluğundan boğulacağımı hissederken, parmak uçlarımı omuzlarına dokundurup yavaşça ileri kaydırıp güçlü boynuna kollarımı dolarken göğsüm onun göğsüyle bitişti, bakışlarımız iç içe geçmiş bir duyguyla birbirine yaslıydı. Ayaklarımın ucunda yükselmeye başladım. Zeki kara gözler kendisini neyin beklediğini bilerek koyulaştı ve eylemimi destekleyen sert bir hareketin ışığında ellerini bel boşluğuma kaydırdı, bir avucu yukarı doğru şehvetle sürtünerek iki kürek kemiğimin arasında duraksadığında beni sertçe kendisine ani ve hazırlıksız bir baskıyla çekti.

Bedenim aniden tekledi, kalbimin teklediği gibi. O an tecrübe ettim, bir kalp bedene dönüşemezdi ama bir beden hassaslaştığı anda bir kalbe dönüşebilir, kalp gibi tepki verebilirdi.

"Edim," diye fısıldadım yavaşça. "Seni seviyorum, sevgilim."

Edim'in nefesi dudaklarımın aralığından girip ağzımın içindeki cansız kelimelerin mezarlığana gömüldüğünde, dudaklarımı dudaklarına bastırarak ilk kez öpüşmeyi başlatan taraftaki kişi ben olduğunda bir an heykel gibi hareketsizleşti. Edim'in özellikle her defasında üst dudağımı kavramasının aksine, ben canlı bir sıcaklıkla sarmalanan alt dudağını ağırca kavradım ve avucumu ensesine bastırıp, saçlarının arasından yollar açıp geçen parmaklarım ellerine gelen yumuşak saçın uzunluğunu okşadı.


Benden bir anda kalmam istense, bu anda kalmayı isterdim.

Göğsümde hisler ağırlaşıyordu, hafifliyordu ve göğsüm bu gerilimle uyuşurken ben her saniyenin içinde karahindiba gibi dağılıyor, hiç durmaksızın yeniden karahandiba gibi toplanıyorum tekrar eden garip döngünün içinde. Dudakları biraz daha aralandığında onun yaptığı gibi, ondan öğrendiğim gibi dilimi o aralıktan ateşe, ıslak cehennemin inine sızdırdım. Heyecanı giyinerek deliren kalbimin atışları dilimin ortasına çıktığında onun dilini kavrayıp emdim.


Edim, o aralıkta benden uzaklaşıp, "Lavin," dedi nefes nefese, gözlerinde koyulaşan karanlığın içi yanarken inanamadığı bir an yaşatıyormuşum gibi bakıp kaldı bana. "Beni böyle öpeceğini bilseydim, çok daha önce itiraf ederdim, beni öldüreceksin."

"Etseydin o zaman," diye fısıldadım, tam gözlerinin dibine bakarak. "Seni tutan mı vardı?"

"Bu çok garip," dedi, kısık bir tehlikenin oynaştığı koyu fısıltısıyla. "Beni öptün, Lavin."

"Eh, öyle yaptım gibi görünüyor."

"Ve bana inanılmaz bir tecrübe yaşattın."

"İlk öpücüğün olduğunu söyle birde ha?"

Hissettiğim cinsel gerilim yüzünden sesim alay etmenin tonunu taşıyamadı, tek olan yine kısık bir heyecanın tonuydu.

Birbirinden uzaklaşan dudaklarımızı yine yakınlaştırdı, öpecek gibiydi ama öpmedi. "İlk değil ama anlamı, yaşattığı hisler ilk," dedi, gizemli kısık bir sesle. Anlamadığımı belirten kısa bir bakış attım ona. "Tutkulu bir öpüşmenin, cinsel birleşmeden daha ateşli hatta belki daha ilerisi...doyurucu olabileceğini bilemezdim. Bu inanılmaz, akıl almaz bir şey."

Sesindeki o gizemin yoğunluğuna tutundu hislerim. "Hissettiğin bu mu?"

"Bu," dedi, bir an duygulardan, ifadelerden sıyrılan gözleriyle. "Ve bundan çok daha fazlası."

Sözleri içimi ısıtırken fısıldadım. "Daha mı fazlası?"

"Daha fazlası," diye tekrar etti, burnunu boynuma kaydırıp boynumu kokladı, sonra dudaklarını sürttü. "Sanki beni cehennemin içinden çekip cennete alıyormuşsun gibi."

Ve sonra yağan karların, şehir ışıklarının altında beni hiç bırakmayacakmış gibi öptü.

Bahçe kapısı açıldı, büyük avlunun karla kaplı beyaz görüntüsü önümüze uzandı. Eve giden taş yolda, önceden bastığımız yerlerde bizden kalan ayak izleri vardı ama rüzgâr düşen karları o noktalara taşıdığı için son izler silinip tamamen yok olmak üzereydi.

Eve girdik.

Ben direkt odaya giden merdivenlere yöneldim ama parmaklarım merdiven tırabzanını kavradığında Edim'in sesiyle durdum.

"Açsındır," dedi arkamdan. "Dışardan bir şeyler söyleyeceğim."

Düşüncesi bile hoşuma gitmedi, midem bulandı. "Ben istemem, direkt yatağın içine girip sabaha dek deliksiz bir uyku uyumak istiyorum," dedim, sesim sözlerime destek olur gibi uykulu çıkmıştı.

Bu sabahtan beri iştahsızlık ve kırgınlık vardı üzerimde. Sersem gibiydim, kendime gelememiştim hâlâ. Sanki yatağa girsem günlerce çıkmadan uyuyabilecekmişim gibi tembel ve yorgun hissediyordum kendimi.

Edim kaşlarını çattı. "Uyumak mı?" diye sorduğu anda, aklından geçirdiği planlar aklımdaki uyku planını kızgınca dürttü. Yanaklarım ısındı. "Lavin, planımız vardı."

Neden bahsettiğini elbette anlamıştım. Kalp atışlarımın sert baskısını kaburgamda hissettim. "O hiç benim planım olmadı, uyku sana da iyi gelecek, Demiray."

"Şimdi böyle mi oldu?" Başını olumsuzca salladı, gözlerindeki hayal kırıklığına bir an inanamadım. "Kendini ödül olarak bana sunarak istediğim kadar benim olacağını söylerken, hiç de plansız görünmüyordun. Kendimi kandırılmış hissediyorum, oysa ben sözünü tutmanı beklerdim. Lavin Kutup böyle yapardı."

Derin bir iç geçirdim. "Yaralısın sen Edim. Üzerinden zaman geçen yaralar da değil, dün gece hayatını büyük tahlikeye attın. Bu sabah olanların şu an yaşayacağımız şeyden daha farklı olacağını kesinlikle düşünmüyorum," dedim, asıl sorunun aslında ne olduğunu dile getirerek. "Biraz sürecek zevk dalgası için, hayatını tekrar riske atmana destek olmayı reddediyorum. O bir kez olur."

"Biraz sürmek mi?"

"Evet öyle."

Güçlü duran boynunun arkasını ovarken, "Biraz değildi," diye homurdandı. Edim yaklaştı. "Eğer ilk birlikteliğimizin ışığında böyle konuşuyorsan, senin içindi. Senin ilk seferin olduğu içindi, tek seferde bırakıp sonlandırmam."

Yüzüm kızardı, konudan aniden rahatsızlık duydum. "Yeter ama artık, fazla uzattın." Kalbim anıların tüm sıcaklığı içinde fazla sık ve çok sert vuruşlarla atmaya başladı. İçimde yükselen öfkenin dalgalanışı bütün göğsümü sardı. Ağzımla sıkıldığımı belli eden bir hareket yaparak, "Bunun olacağı yok işte, doğru düzgün hareket edemezsin bile," dedim. "Bütün bu sözler hep laf, şovu bırak."

Gözlerim kocaman açılırken, avucumu panik içinde kelimeleri içinden kaçırdığım ağzımın üzerine kapattım. Sanki dahası vardı da ben onları tutmak istedim. Bunu gerçekten dediğime inanamıyorum, hem de Edim'in yüzüne karşı.

Kahretsin, kahretsin, kahretsin!

Bunu asla söylememeliydim.

Sözlerim çoklu havai fişekler gibi patladı aramızda, sonrasını bir sessizlik takip etti. Edim'in yüzündeki ifadeler karmakarışık oldu önce, sonra tümü bir anda dağıldı.

"Sen ne dedin?" Edim'in sesi tehlikeli bir ton aldı, adım attı ve koynuma sıkıştı. Aklımdan bir anlığına geçen bu düşünceyi böyle çıplak biçimde kelimelerle önüne sermeyi ben de beklemiyordum. "Böyle kolay harcamanı beklemezdim beni."

"Harcamadım seni."

"Harcadın," diye ısrar etti.

"Öyle demek istemedim, Edim."

"Lavin, odaya git."

"Yani demek istediğim zorlanabilirdin."

Edim'in gözleri cayır cayırdı. "Zorlanırsam sen devam edersin; eh hayat müşterektir, cinsellik de öyle," dedi, sesindeki tını beni korkuttu. Bakışı her saniye koyulaşıyordu ve ben bu koyu bakışı ilk birlikteliğimizde görmüştüm. "Soyun ve beni bekle, daha açık olayım; çırılçıplak. Sana şov yapıp yapmadığımı göstereceğim." Durakladı. "Ya da daha iyisi, şov nasıl yapılır asıl onu göstereceğim." Sırıttı ama bu kötü erkek sırıtışıydı. "Şanslı kızsın, çünkü benimle birliktesin."

Dilimi çıkarıp kaçmakla, orta parmağımı gösterip meydan okumak arasında kaldım bir an ama tenime süzülen krampı üşüme hissi takip edince, "Tamam, seni bekliyor olacağım," dedim sakince, Edim şaşırdı ama bu hiçbir şeydi. Asıl şaşkınlığı odaya girince fazlasıyla yaşatacaktım ona. "Sen neden gelmiyorsun? Ben soyunurken sen ne yapıyor olacakmışsın bu arada?"

Şüpheyle gözlerini kıstı, siyah gözlerinde zaafları vardı daha gerisinde duraksayan şaşkınlığı da görebiliyordum. "Gerçekten de soyunacak mısın?"

Başımı sallayıp biraz ileri uzattım, ifademi bozmadan, "Evet, ben gerçekten de senin için soyunacağım," dedim, sanki ona gizli bir sır verir gibi fısıldadım. Kabul etmem, uslu duruşum onu fazla şaşırtmışa yine de hâlâ ikna edememişe benziyordu. Zeki biri olduğu için ikna etmenin kolay olduğunu düşünmemiştim zaten. "Gerçekten, bana inan."

Edim kıvama gelerek elinin yüzeyini ince boynumda gezdirirken, "Acil bir iki telefon görüşmesi yapmam gerekiyor," dedi, sanki benim içimdeki hisleri de alevlendirmek istiyormuş gibi parmakları yanaklarıma yavaşça çıktı. "Sonra harikadan da öte olan güzel vücudunu keşfetmeye gelirim, yeniden. Bana bir oyun oynuyorsan falan diye söylüyorum beni durduramazsın, bu kez değil."

Ben sözlerini yorumsuz bırakıp merdiven basamaklarını aşarken, Edim merdivenin altındaki odasına ilerledi. Odanın kapısını açtım ama içini kaplayan karanlık öylesine koyuydu ki ilk önce ışığın düğmesini arayıp buldum. Işığı yakarak içeriye adımlarken karnımın olduğu kısımda başlayan kramp ve kasılmaların şiddetti arttı. Kapıyı sıkıca arkamdan kapattım, ağrıyla hafif bükülen sırtımı kapıya yasladım ve elimi karnıma bastırıp bir süre öylece hareketsiz kaldım.

Bacaklarımın arasında ağrı eşliğinde sızan ılık ıslaklığı hissettiğimde, göğüslerim o an ağırca sızladı. Tüm hücrelerim son derece aktifti, parmak uçlarıma kadar duyarlıydım.

Kesindi.

Regl olmuştum.

Zaman kavramı bir anlığına avucumdan kayarken, avucumdaki sıcaklığı yaymak ister gibi karnımı hızlı baskılarla ovaladım. Ama bu şekilde kapıda beklemenin çaresiz oluşunun, biran önce sıcak yatağa geçmek zorunda olduğumun farkındaydım. Kıyafet değişikliği ve ped alabilmek için gardıroba ilerledim. Dizimin altında biten likralı siyah tayt, önü dantel detaylı siyah askılı atlet, üst alt siyah takım iç çaçamaşırı ve son olarak pedi de alarak banyoya girdim.

Üzerimdekileri ağır hareketlerle çıkarmaya başladığımda, ağrı yoğunlaşıyordu. Bütün gece yeraltındaki hücrede iliklerime kadar üşümüştüm, reglden önce vücudumu sıcak tutmadığım, sıcak şeyler tüketmediğim için içinden bir bebeği doğuran kadın gibi katı ağrılarla, şiddetli kasılmalarla, sarsıntılarla geçireceğimin bilincindeydim. Bu sadece bende mi oluyor emin değilim ama ilk kanı gördüğüm o anda sanki vücudumun bütün mekanizması tek bir saniyede sarsılıyordu.

Kirli çamaşırları sepeta atıp üzerimi diğer temiz kıyafelerle sardığımda, işim bittiği gibi yatağın içine girip örtüyü boğazıma dek çektim ve Edim'in gelişini beklemeye başladım. Şanslıydım, hayır şanslı olan oydu. Ağır dikişleri varken, kendini zarara uğratmak isteyen kibirli bir budala daha olamaz. Neyseki onun yaralı oluşunun hakkından ancak benim regl oluşum gelebilirdi.

Duyduğum ağıya rağmen gülümsemek istedim, yarı yolda kesildi.

Odaya yaklaşan ayak seslerini duydum, onun adımlarının tonlamasını tanıyordum; baskın, sert, tok, kendinden emin.

Kapı yavaşça açıldı, Edim o siyah meleği andıran, çekici karanlığıyla orda göründü. Odanın içinde, tok adımlarla bana doğru ilerleyip önce kaşlarını çatıp, "Neden bu durumdasın sen?" diye sordu, koyulaşan derin kara gözlerine eşlik eden tutkuyla tonlanan bir sesle ekledi. "Çıplak mısın?"

Hevesli sorusuna kendisi yanıt almak için örtüyü tutup aşağı doğru çekti ve üzerimde giysi olduğunu görünce gözlerinde hayal kırıklığı belirdi ama, "Neyse," dediğinde, kaşlarının ortasında uzunlamasına çizgi oluşturan derin yarığı izledim. "Kendim halledeceğim artık." Yatağa oturdu elinin yüzeyini açıkta kalan göğüs gerdanıma sürttü. "Hem ben, seni soymaktan da keyif alıyorum, o zevk de benim için ayrı ve çok da değerli."

Ayağa kalktı. Üzerindeki tişörtü çıkarıp ayak ucumdan üzerime geldi.


Bacaklarımın arasına girdiğinde, "Edim," dedim, yüzümde ağrının izleriyle. "Ben reglim."

"Şaka yapıyorsun," dedi, gözlerini şüphe içinde kısarak. Ağrının izlerini taşıyan safir gözlerimi ona diktim. "Şaka yapmıyorsun," dedi, gözlerindeki şüphe dağılırken.

İç geçirdi, bana ters ters bakarken örtüyü tekrar üzerime kapattı ve, "Daha aşağıda, merdiven başında biliyordun," dedi, siyah gözlerindeki tersliğin aksine sesi sakindi. Belki regl olduğum, ağrı çektiğim için bana anlayışlı olmayı tercih ediyordu. "Aslında dediğinden döndüğünde o an anlamıştım bir terslik olduğunu ama ne yaparsan yap onu savuştururum diye düşündüm. Pekala, buna hiç hazırlıklı değildim."

"Çok üstüme geliyordun," dedim, sesim ağrıdan dolayı homurdanır gibi çıkmıştı. "Dinlemiyordun beni, sinirlendim bende."

"Sabah banyodayken fiziksel değişiklikten anlamam gerekirdi," diye mırıldandı, sanki anılar gözlerinde bir şeyi yakıp söndürdü. Sonra gözlerimin içine bakarak derin bir of çekri ve, "Neyse ne," dedi, Edim bir kafa sallamasının ardından. "Sana sıcak çorba ve sıcak su torbası getireyim."

"Hiçbir şey yemek istemiyorum," dedim. "Aşırı iştahsızım, biraz uyuyabilirsem şu an, kemdimi çok şanslı hissederim."

Regl bende iştahsızlığa yol açıyordu.

Edim kontrolü ele alan bir sesle. "Olmaz, iyi gelecek sıcak bir şeyler içmelisin," dedi. "Benim yüzümden geceden beri zorlanmış olmalısın, orası çok soğuktu."

Sessiz kaldım, Edim gardıroba ilerleyip renkleri siyah olan kısa çorap ve ince bir hırka aldı, yanıma gelip, "Doğrul," dedi.

"Gerek yok ki."

"Var," dedi itiraz istemez bir sesle. "Kendini sıcak tutman gerekiyor. İnatlaşmama sırası senin, söz dinle ve iş birliği yap."

Doğruldum. Edim hırkayı tutup giyinmeme yardımcı olduktan sonra çorapları ayağıma geçirmeye yeltenince ayağımı uzaklaştırıp, "Hayır dur," diye itiraz ettim, onun karışık bakışları arasında. "Kendim yaparım. Bu kadarına gerek yok; reglim, yatalak değil."

Böyle fazla naziklik gerektiren şeyler beni inanılmaz rahatsız edip geriyordu. Rahat olamıyordum, yabancılıyordum. Edim ise tam tersi, böyle özeverili eylemlerden hiç rahatsız olmuyordu. Bazen Edim'in bu iki yönüyle çarpışıyorum, afallıyorum; onun bir yönü karanlık, bir yönü aydınlık gibiydi. Bazen hangi Edim Demiray gerçekti asla bilemiyordum ya da hangi yönünün daha baskın olduğunu bilemiyordum. Aydınlık diye tarif ettiğim ince tarafın damarlarında zekâ, çekicilik, düşünceli oluşu ve şefkâtin kanı dolanıp ona hayat veriyordu. Karanlık diye ifade ettiğim tarafın damarlarındaysa duyarsız, bencil, talepkâr, buz gibi soğuk ve katı oluşunun kanı dalanıp ona hayat veriyordu.

Bazen öyle anları oluyordu ki, kibarlığının içinde küstahlığını seziyordum.

Bazen öyle anları oluyordu ki, küstahlığın içinde nezaketini yakalıyordum.

Edim Demiray iyi olmanın ve kötü olmanın aynı anda bir insanda toplanabileceğinin en iyi kanıtı, iyi bir eşgâliydi.

Edim'in sıcak parmakları ince ayak bileğimi yavaşça kavradı, "Yaparsın," dedi, daha sonra beni şaşırtarak ayak bileğime hafif, yavaş ve sıcacık bir öpücük bıraktı. "Ben yapmak isterim ama. Gerginliğe tutunma. İşini ben yüklenirim, sen dinlenmene bak. Sorun yok, Küçük Avcı."

Sesi, bakışı, tutuşu öyle güven vericiydi ki kastığım bedenimi serbest bıraktım, onun istediği gibi itirazsız çorapları ayaklarıma geçirmesine izin verdim, o bunu yaparken gözlerimi ondan ayırmadan onu izledim ve onu izlerken kendimi köşeye sıkışmış biri olarak düşünmem normal mi bilmiyorum.

Edim örtüyü üzerime örtüp, "Uzan, biraz sonra dönerim," diyerek şakağıma öpücük bırakıp gitti.

Odadan çıktı. Tekrar geri döndüğünde bir tepsi üzerinde dediği gibi sıcak su torbası vardı. Çorba yerineyse süt vardı ama sarı görünüyordu. "O nedir?"

"Aşağıdayken Nergis aradı," dedi. "Ona durumundan bahsedince, sana zerdeçallı sıcak süt vermemi istedi. Ağrını hafifletir diye konuştu."

Canı sıkılmış gibiydi. "Bir şey mi var?"

"Önemli değil."

"Ne oldu?"

"Nergis işte," diye homurdandı. "Abimden bahsedince biraz sinirlendim."

"Birazdan ötesi gibi görünüyor," dedim.

"Umursamıyorum," dedi ve komodinin üzerine oturup su torbasını verdi, sonra sütün olduğu bardağı uzattı bana. "Haydi iç ama yavaş yavaş iç."

Hiç sevmemiştim zerdeçallı sütü ama sırf şu ağrı hafiflesin diye katlandım. Yalnız yavaş yudumlara karşılık yavaş yavaş gelen rahatlamayı inkâr edemezdim.

Gerçekten işe yarıyordu.

Sütü bitirdikten sonra çok daha iyiydim. Banyoya geçip dişlerimi fırçaladım ve tekrar yatağa geçtiğimde Edim'de üzerini değiştirmiş rahat giysilerle yanıma geldi, örtünün altına girdi. Kollarının arasına tamamlanması gereken yapbozun son parçası gibi yerleştim. Yakılan yeni bir ateş kadar canlı ve taze olan teni sıcacıktı, sıcaklık beni ikinci bir beden gibi sardı.

"Edim," diye başladım kollarının arasına girerken. "Kafesten çıkmanın bir yolunu bulamaz mısın?" Tekrar sabah sözünü ettiğimiz konuya dönerek. "Ordan çıkmanı istiyorum."

"Bunu konuştuk, Lavin."

Boğazımın gerilerinde gerginlik hissettim. "Buna neden bu kadar umutsuz baktığını anlamıyorum," dedim, onun umutsuzluğu içimde kelimelerime bulaşan boşluk hissi oluşturuyordu. "Uzun süre başarılı olsa bile hiçbir sistem tamamen yıkılmaz değildir."

Sert bir nefesi içine çekip, "Sistemin açığını arıyoruz, bulamıyoruz," dedi, kafasındaki düşüncelerin hisleri gözlerinin kıyısında belirdi. "Üstelik yeraltında hiç bilmediğimiz, gitmediğimiz kafesler var hâlâ."

Kaşlarımı çattım. "Ne olmuş bilmediğiniz kafesler varsa?"

"Burdaki tüm kafeslerin kendi liderleri olsa da, tüm kafesler aslında tek bir lidere bağlı. Kafeslerde illegal dövüşlerle kazanılan kara paranın büyük miktarı ona ayrılıyor." Kara para mı? Orda her türlü yasa dışı büyük suç rahatlıkla işleniyordu ama yakalanmak diye bir şey yoktu belli ki; bu da onların rahatlık nedeni. "Onun kim olduğunu bilmiyoruz, hakkında tek bir şey dışında bildiğimiz bir şey yok; bilenler ona büyük efendi veya büyük kafesçi diyorlar. Büyük kafesçinin kafesinin nerde olduğunu da, onun kim olduğunu da bilmiyoruz. Herif gerçekten iyi saklanıyor; bu zamana dek yüzünü gören, onunla konuşan olmamış. Kafesi asıl yok edilemez yapan da bu."

Derin bir iç çektim. "Kafeslerin amacı bahisli dövüşler, böyle bir amacı ilke edindiyse büyük kafesçi denilen kişinin de mutlaka bahisle dövüş geceleri ayarlaması gerekir, bu da kafese dışardan seyirci alabileceği anlamına gelmiyor mu?" diye sordum. "Bu durumda kimliği ve yeri ne kadar gizli olabilir ki?"

"Bazı duyumlar aldık tabii," dedi. "Onun kafesinde yurt dışından gelen sayılı zengin seyirciler var."

"Sizi izleyenlerin arasında da öyle tipler var, bunu gördüm."

"Hayır, bizimki karma seyirciler yani aynı miktarı ödeyen herkes girebilir ama onun kafesi de seyircisi de özellikle gizleniyor."

Sessizlik olduğunda düşündüm.

Başımı kaldırıp Edim'e baktım. "Kafesi planlayan kişi," dedim birden heyecana kapılarak. "Kafesin mimarlığını yapan kişiyi ve onun tüm çizili planlarını bulursan, diğer kafesleri hatta bu durumda şehir efsanesi olan o büyük kafesçiyi de bulabilirsin."

Edim'in bakışlarına kasvet ve soğukluk çöktü. "Mimar yok, Lavin," dedi, sesi buz gibi soğurken bakışlarında ölümcül bir avcı peydahlanıyordu. "Doğal olarak çizimler ve planlamalar da yok."

"Orası her metre karesi hesaplanarak ve planlanarak iyi inşa edilmiş bir yapı," diye karşı çıktım ama huzursuzluk buz kütlesi gibi göğsümün ortasına gürültüyle düştü. "Kafesi tasarlayan yetenekli bir mimar ve o mimarında planları gösteren çizimleri olmalı mutlaka."

"Nasıl yani?" diye sorarken bakışları içime yılan düşürdü ve o yılan içimde sürünerek kalbimin etrafını rahatsız, huzursuz hislerle sarmaya başladı. "Onu bulamadığını mı söylemeye çalışıyorsun sen?"

Edim bakışlarını başka yöne çevirdi. "Şu konuyu kapat," dedi, yüzünde beliren çok zehirli bir ifadenin tüm çehresini sarışını izledim, belki dün gece içtiği zehrin tüm içine yayılması gibiydi. "Konuşmayalım."

"Hayır, bu önemli. Bu meselede açılmadık kart bırakmanı istemiyorum," dedim, sesim kararlıydı. "Nerde o?"

Edim yüzünü bana çevirdi. "O yok," dedi, gözlerine ölüm gibi bir his yayıldı, gözleri olduğundan daha karanlık göründüğünde ıstırab içinde ekledi. "Çünkü öldü, aşağılık baban onu öldürdü."

Kelimelerin içinde beliren babam yeniden sırtıma bıçak gibi saplandı, zihnimde gizli tuttuğum acım kanadı.

Yüzümdeki ifadeler sert bir tokatı tenimde ağırlamışım gibi dağıldı. Dilimin üzerindeki kelimeler aniden buz tuttu. Gözlerim titredi. Zihnimde büyük bir alev başladığında, kor alevde yanan düşüncelerdi; zihnimde tek bir düşünce kalmadı, hepsi çıkan yangında kül olduğunda hiçlik ve boşluk duygusu her şeyi sonsuz uzay boşluğu gibi kapladı.

Kelimeler zihnimde kuruyup soluklaşırken belki konuşabilirdim ama artık kolayca bu işi beceremeyeceğimi, önceki heveslerimi kaybettiğimi duyumsadım. Sadece, "Ne?" diye tepki verebildim en kısa, en net halde.

Edim, içimi sızlatan bir sesle, "Bana öyle bakma," dedi hiddetle, gözlerinde vahşi bir ejderha ateşlerini yüzüme püskürtüyordu. "Seni uyarmama rağmen neden bir defa bana güvenip konuşmayı olduğu yerde bırakıp durdurmuyorsun ki? Durur musun? Devam etmelisin. Sana söylemediklerimin nedenleri var." Bunları sanki kafasına silah dayanmış gibi gerginlik içinde söylemişti. Duraksadı, düşünceler yavaşça ifadesine bulaştı. "Hastasın." Durdu. "Zamanlaması bakımından yanlış gün."

Ona aldırmadan neredeyse bilinçsizce, "Ölen mimarın kimliği-" diyecek oldum, onun sesindeki yıkıma denk geldim.

"Kafesin tüm çizimlerini, planını yapan kişi," dedi, sesinin altından uzayan gerilimi duyuyordum. Aramızda yeni bir fırtınanın fitilini ateşlemek için ekledi. "Babamdı."

Kelimeler, bir bedene dağılan damarlar gibi zihnime damar damar dağıldığında, kanım damarlarımda öylece donup kaldı. Zaman da, dilim de tutuldu.

"O kişi Serhan Demiray," dedi, yüzünde kara bir gölge gözlerine tırmanıp ruhuna karıştı. "Kefesin mimarı, benim babamdı."

Yazar, ELİSYA ROYAL

🌨☄️🌨

Nassıl buldunuz bu bölümü, sevdiniz mi?

Sevdiğiniz kısımları yazabilirsiniz.

LÜTFEN OY VERİP YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN.

KARLAR GİBİ IŞILDAYIN, SEVİLİYORSUNUZ. KOCAMAN. ❤

Bölüm öncesi yeni bölüm kesiti okumak ve duyuru için beni şuralardan takip edebilirsiniz;

İnstagram, elisyaroyal

Twitter, ElisyaRoyal

Bu arada spotifyde İntikamın Pençesinde için yerli ve yabancı şarkıları ayırdığım playlistler var.

Ona da bakmak listeleri takip etmek isterseniz;

Spotify: Elisya Royal

Continue Reading

You'll Also Like

3K 204 5
Son bir ayı kalmış olan Cenan ve ona ölümüne bağımlı olan Arif.
1.6M 53.3K 24
"Zorla evlendik farkındasın değil mi?" dedim dehşetle. Umursamadı ve gözlerimin en derine bakıp, belimde olan eli belimi okşamaya başladı. "Evet kar...
341K 20K 143
İçimdeki paslı parmaklıklardan firar etti bugün kelimeler. Kirli havayla bayram etti körpe ciğerleri, mavi göğe yenik düştü düşleri. Bereli parmaklar...
183K 8.9K 24
Bir kız var, acısını kalbine gömüp, hayatını müziğe veren. Gece Alkay. Hayatın tüm zorluklarına göğüs germiş, kendi ayakları üzerinde duran bir kız...