Uyumadan Önce Tuttuğum Dilek

By AnitaFelipova

1.1M 72.4K 100K

Bir şeyi çok isteyince, sahiden olur mu? More

1. Uyumadan Önce Tuttuğum Dilek
2. Dalda Umut Var
3. Yüzme Bilmeyen Gemi
4. Şehre Bahar Gelince
5. Kuleye Yapılan Haksızlık
6. Panjurlu Evin Sakini
7. Yumuşak Yürekli Adam
8. Prenseslik Müessesesi
9. Bahar Kokan Yastık
10. Sinsi Bir Dostluk
11. Karalahana Yaprağı ve Sihirbaz
12. Bir Anahtarlık Meselesi
13. Bahardan Sonra Gelen
14. Muzlu Çikolatalı Mangolu Pasta
15. İhlal Edilmiş Sınır
16: Mavi Saçlı Kuş
17. Kalbe Yerleşen Kıskançlık
18. Balın Zehri
20. Yaşanacak Bir Şey
21. Mutlu Seneler
22. Tek Kişilik Vals
23. Tenime Dokunan Âşık
24. Nuh'un Gemisi
25. Mahallede Yangın Var
26. Ölü Bir Kuş
27. Terk Eden Anneler
28. İki İzmarit
29. Matematik Problemi
30. Elpida ve Pepel
31. Lale Devri
32. Leylalık Makamı
33. Başımızda Uçan Kuşlar
34. Aşk Mahalli
35. Ayaklarımızı Isıran Balıklar
36. Yeni Bir Bahar
37. Mutluluk Sigortası
38. Şeytanın İkâmetgahı
39. Elma Ağacı
40. Gelin Yastığı
41. Aşk Çocuğu
42. Ağaç Kabuğu
43. Küçük İşletme
44. Hayat Akıp Giderken
45. Eldivenler ve Yüzükler
46. İskeçeliler Masası
47. Oyun Arkadaşım
KİTAP OLDUK (:

19. Sokak Sakinleri Kurultayı

25.8K 1.4K 2.4K
By AnitaFelipova



"Aşk bir mevsim, gelmez bir daha."

*




OCAK 2021, İstanbul

Yeni yıla girerken ne dilemiştir Bahar? 2018'in ilk saatlerinde kollarımda uyumuştu. Dişlerini fırçalayamayacak kadar çok uykusu vardı. Sayamadığım kadar çok bardak çay içmiş, bilmem kaç paket cips yemişti. Ağzından fışkıran bergamotla karışmış akdeniz yeşillikleri kokusu hâlâ burnumun ucunda duruyor. Uyumadan hemen önce bir dilek tutmuştu yeni yıl için. Ne dilediğini bilmiyorum, sordumsa da söylemedi. Bana da bir dilek tutmam için çok ısrar etti. Tuttum, sonra tekrar onunkinin ne olduğunu sordum, söylersem olmaz dedi. Sırf o söylesin diye kendi dileğimi ortaya döktüğüm için benim dileğim gerçekleşmedi. Onunki gerçekleşti mi bilmiyorum.

Ama o günden sonra bütün dilekler anlamını yitirdi. Ben ihtiyar bir adam gibi kendi odamda girdim yeni yıla. Oğulcan ve arkadaşları bizim evdeydi. Onların ayağının altında gezmemek için odama çekildim. Saat gece yarısını geçince odama sığamayıp sahile çıktım. Avare yürüyen insanların mutluluğunu izledim uzun uzun. İlk kez buna tahammül edemedim. Örümcek ağına yakalanmış bir böcek gibi ev sahibinin gelip beni yemesini beklemekten usandım. Öldürmüyor o beni. Besbelli benim orada öylece eli kolu bağlı kalmamdan hoşnut olduğu. Aman dilememi bekliyor belki. Yahut beni öldürmesi için ona yalvaracağımı sanıyor. Yapmam diyememek ne acı. Saatlerce sahilde dolandım durdum. Coşkulu kalabalıklar gördüm. Evine sığamayıp sahile çıkan insanlar, baş başa yürüyenler... Düşündüğümden çok kalabalıktı sahil. Hava da buz. Ellerimi ceplerimde ısıttım. Sonra yağmur çiysemeye başladı ve ben geçmişimin tuhaf gece yarılarından birine doğru çekildim. Baktım ki bir bataklığın en derinine doğru saplanıyorum ve ölmemem gerek; silkeledim kendimi. Hızlı adımlarla eve döndüm. Yine de ıslandım. Belki ıslanmaktı niyetim. Belki bundan haz duyuyordum. Olması gerekenler ve oldurmaya çalıştıklarım içimde cirit atarken çarpışıyorlar, karışıyorum.

Senelerdir hiçbir etkinliğine katılmadığım fotoğraf kulübüne bu sayede geri döndüm. Üç günlük bir fotoğraf kampına katıldım. Yolumuz Kapadokya üzerinden geçip Kayseri'de son buldu. Hürmetçi Sazlığında başıboş gezen yılkı atlarını karlar arasında çektik uzun uzun. Gün doğumu başka güzeldi, batımı ayrı bir lezzet. Yeni insanlarla tanıştım. Yalan değil, onca zaman süren inzivadan sonra zorlandım. Epeyce zorlandım. İki insanı arkadaş kılacak ya da onları bir sohbetin içine çekecek kelimeleri unutmadıysam da kullanmayalı çok zaman oldu. Doyuncaya kadar gülmeyeli de öyle. Acıktığımdan değil, sadece gülebildiğimi anımsatmak istedim kendime.

Kampta bir kızla tanıştım. Adı Şebnem, sosyolog, akademisyen olma yolunda adımlar atıyor. Sohbeti keyifliydi. Fotoğrafın acemisi, fotoğraf çekmediğim zamanlarda ona yardımcı oldum, güzel kareler yakaladık. Benim çektiklerime baktı uzun uzun. Daha önce çektiklerimi ve hastanedeki bebekleri görünce hiç sergi açıp açmadığımı sordu. Tuhaf geldi soru, hiç kişisel sergi açmayı düşünmemiştim. İçime bir tohum düştü. Geceler boyu eski fotoğrafların arasında kayboldum. Trabzon'da çektiklerimin içinden çıkmak daha da zordu. Bir de yenidoğanlarım var ki, onların her biri ayrı ayrı yüzümü güldürüyor. Bir gece farkında olmadan fotoğrafları bir sergi düzenine göre gruplara ayırmaya başlamışım. Sonra durdum. Dilimin ucu katran acısıyla kavrulurken beni hayata bağlayan, içinde aşkla kaybolduğum klasöre gitti elim. "Bahar." Hayatımın en güzel sabahının kareleri. Boğazımda tıkanan soluk ve gözlerimi yumma arzusuyla günü bitirdim.

Fotoğrafçılık kulübünün bahşettiği arkadaşlar ve hastanedekilerle dışarıda daha çok zaman geçirmeye başladım. Şebnem aradı. Beraber dışarı çıktık. Laf ebesi biri değil. Biraz çekingen, biraz da soğuk. Bazen çok konuşuyor bazen uzun uzun susuyoruz. Geçen hafta beraber bir konsere gittik. Çok içmedim ama şarkılar ve alkol içimde birbirine karıştı. Sonra Şebnem'in evine gittik, seviştik.

On yaşından beri bisiklet sürmemişsindir, kırk yaşında acaba hala bisiklet sürebiliyor muyum diye düşünürsün, bir bisiklet bulursun, sürmek istersin, zemine hiç bakmazsın. Sonra... Mıcır üzerinde bisiklet sürülmez, süremezsin, kayar düşersin, dizlerin kanar, canın yanar... Uzun, çok uzun bir zamandan sonra ilk kez bile isteye bir kadınla beraber oldum. Hissettirdiği duygulara bile yabancılaşmışım. Birtakım reflekslerle işim bittiğinde kalkıp eve dönmek istedim. Sonra bunu ne için yapacağımı düşündüm. Ertesi gün gideceğim bir işim, okul, kütüphane, çalışmak zorunda olduğum bir sınav ya da dersane... Hiçbirisi yoktu. Evde beni bekleyen bir kardeş fikri gülünçtü. Oğulcan çoktan yatıp uyumuştu. Bahar geldi aklıma. Acaba Bahar nerede ne yapıyordu. Evde beni bekleyen bir Bahar olsaydı ben zaten o evde, o yatakta olmazdım. Bu farkındalık uzandığım yerde karanlık bir tavana bakarak inlememe sebep oldu. Kim bilir neyden sonra uyumuşum.

Eve dönüp banyoya girdiğimde eski tip beyaz küvetin dolmasını beklerken kendimi küvetin bir ucuna oturmuş boşluğu seyrederken buldum. Sayısını unuttuğum kadar çok kez aynı şeyleri düşünmekten, aynı hesap defterlerini açıp gün sonunu getirememekten, aynı hataların muhasebesini yapmaktan ve yanımda olmayan bir Bahar'la kavga etmekten yorgun düştüm.

Birlikte olduğumuz o son gün -kavga ederken- bana "Beni bir tek kendinden korudun Ozan" demişti. "Sakın bana ben seni korumaya çalışıyordum deme. Sen beni yalnız bıraktın. Senden başka herkesin eli değdi bana ama sen, bir tek sen bana dokunmadın. Şimdi yanlış yapıyorum, öyle mi?" Yorgundu, düşüp bayılmaması bile mucizeydi, yaprak gibi titriyordu ve en mühimi kolunda hâlâ damar yolu yatakları vardı. Öyle beyazdı ki koluna bağlanmış turnike bile iz bırakmış, tenini yeşertmişti. Hastaneden çıkıp da gelmişti yanıma. Bünyesi öyle bir kavgayı kaldıracak kuvvette değildi. Sağlıklı düşünemediğini biliyordum. Biliyordum ama ben de iyi değildim. Kapıyı vurup çıktıktan sonra bir yerde düşüp bayılmıştı belki, bilmiyorum. Ardından koşmadım. Koşup ona sarılsaydım, değiştirebilir miydim bir şeyleri? Âşık, çığlık kıyamet bağırırken belki de bana bunu söylüyordu, dinlemedim. Kızgındım, öfkeliydim. Alev alev yanıyordu içim. Alev alev.

Küvetin içine kaygan bir sabun gibi süzüldüm. Sıcak su kemiklerimi ısıtırken o kavgadan uzaklaşmak istedim. Bahar'la dolu başka günler, başka geceler musallat oldu bana. Bugüne dek çok şey için pişman olduğumu söyledim kendime. Bir değil birden çok hatam oldu ve ben onları inkâr etmedim. Aksine büyük bir iştahla yuttum hepsini, kabul ettim, benimsedim. Bunlar bana Bahar'ı getirmedi.

Bu hatalar silsilesinin nerede başladığını düşünüyorum bazen. Problemi doğru kavramak çözmenin başlangıcıdır derler ya hani, ben de orayı bulmaya çalışıyorum. Bahar, ona dokunmayışımla incindiyse, içine gömdüğü bütün o kötü tohumlar filiz verdiyse, sırılsıklam olduğumuz geceye gitmek gerekiyor. Ama çok değil, biraz düşününce hayır diyorum. Pişmanlıklarımın arasında o gece yok. Belki bir sürü şey var ama o yok, o değil.

Bahar'ın soğuktan titreyen bedenini ısıtmaktan başka bir gayemin olmadığı o gece bir hata değildi. İçim buz tutmuşken, o karşımda öylece durup bana bakarken ve gözlerinde o tutku varken, ondan uzak duruşum bir pişmanlık değil. Asla değil. Sandığı gibi sarhoş olduğundan ya da onu arzulamadığımdan uzaklaşmış değilim. Aksine her hücremle istiyordum onu. En az bugün istediğim kadar çok istiyordum. Ama hak ettiği şey o değildi. Öpüşmenin ne olduğunu bilmeyip dudaklarını avucuna götürünce bu hissi tanıyacağını zanneden, çok merak etse bile istemediği bir adamla bu duyguyu paylaşmayan ve kendisini her fırsatta yerden yere vuran Bahar, iliklerine kadar üşüyüp ıslanmış bir halde, çıplaklığın albenisini bile tatmadan benim ehlileşmemiş arzularımla o duvar köşesinde tanışamazdı.

Benim için ne ifade ettiğini bilmeden, aşkı dilim döndüğünce kendi kelimelerimle ona anlatmadan, soğuk fayanslara dayanarak yaşayacağımız bir şey olmamalıydı bu. Seks için sevişmeyi atlayacağım biri değildi ki Bahar. Durduysam bundan sebep. Bugün bile pişman değilsem hep bundan.

Bahar sevişmeyi bilmiyordu, bense bunu aşkla yapmanın ne demek olduğunu. Onca zaman geçti. Ben âşık olduğum kadınla sevişmenin ne demek olduğunu hâlâ bilmiyorum. O ise sevişmeyi öğrenmiş olmalı.

Evet, ben Bahar'ı kaybettim. Galiba Bahar'ın bana döneceği inancını da yitirdim. Seneler evvel kaderimi orta yerinden kırabileceğim virajları alırken bugün ne hale geleceğimi elbette bilmiyordum. Sonunda durup bunca özenin, onca üstüne titreyişin ne işe yaradı Ozan diye çok sordum kendime. Evet, kaybeden taraf ben oldum. Ama Ozan'ca oynadım, Ozan'dan başka biri gibi davranmadım, kendi mutluluğum için Bahar'ın duygularının üzerinden geçmedim. Ben Ozan'dım ve kaybettim, bu kadar.

Yeni evimin en sevdiğim yerlerinden biri de bu banyodur. Beyaz küçük kare fayansları ve yetmişli yıllardan kalma küveti seviyorum. Bahar görse, o da severdi biliyorum. Her zaman küveti doldurup keyif yapıyor değilim ama bunu ilk yapışımda aklıma, Sapanca'dayken Bahar'la birlikte içine uzandığımız sandal gelmişti. Şimdi ne zaman küveti doldursam, gözlerimi örtüyor ve o güne dönüp mutlu oluyorum. Olgunlaşmayı bekleyen bir cevizin kabuğuna Bahar'la sarılarak girmek ve ölene kadar orada yaşamak istiyorum. Sonra gözlerimi açıyor ve kendi gerçeğimle yüzleşiyorum. Bahar yok, bir damla bile yok. Hayatıma onsuz devam etmek çok zor. Bir sihirli değnek arıyorum. Bana dokunup Bahar'la ilgili her şeyi içimden, kalbimden, aklımdan söküp alacak bir değnek. Çünkü ben artık Bahar'ı sevmek istemiyorum.

Sonra düşünüyorum; işte o aradığın şey burada deyip o değneği elime verseler... Bütün hatıralarımı bir araya koyup bedenimi onlara siper edeceğimi biliyorum. Ben Bahar'ın kendi elleriyle yolduğu kirpiklerini bile çarşaftan toplayıp kumbarama atardım. Bir anlamı olduğundan değil, kıyamayışımdan. İçimdeki resmi öyle güzel ki, onu unutmaktan ödüm kopuyor. Hafızamın en aydınlık duvarına asıyorum onu. Boydan boya Bahar. Başımı ne yana çevirsem o var. Yalnızca o var. Ah Bahar...


*

KASIM 2017, İstanbul

*




"Toplanın buraya. Çok acil toplanın, duyuyor musunuz beni? Hey sokaktakiler, hey! Çok fazla vaktimiz yok, gelsenize oğlum."

Yağmurlu bir İstanbul, saat öğleye yaklaştığı halde sabaha karşı karanlığını yaşarken, Ozan hastanenin en işlek koridorunun sonundaki dinlenme odasına sızmıştı. Sabahın beşinde uyuyan bir insanın yedide kalkması başka koşullarda zor olurdu. Ozan da zorlanırdı ama bu sabah pek de öyle olmamıştı. Telefonun alarmı çalar çalmaz sağ eli onu susturmuştu. Zira adam diken üstünde uyuyup diken acısıyla gözlerini açmıştı. Üşüyen yerleri üşümez olmuştu da, tutulan kemiklerinin açılması zaman almıştı. Yüzünü yıkaması, dişlerini fırçalaması, çişini yapması ve giyinmesi uzun sürmemişti. Ama dağılmış banyonun yüzüne bakarken vakit kaybetmişti. Islak paspas yerinden kaymış, çıkardığı kıyafetler bir kenara itilmişti. Bahar'a dair bir şey yoktu ortada. Kapının ardına bakmıştı o zaman. Yerinde olmayan bornozla iç çekip çıkardıklarını kirli sepetine atmış ve sessiz adımlarla yürümüştü Bahar'ın odasına. Kapı kapalıydı. İç çekmişti bir kez daha. Derin uykuda olmalıydı kız. İçeri girmek isteyip eli kapı kolunda asılı kaldı.

Birkaç saat önce onu öylece banyoda bırakırken mahalle sakinleri onu iki kolundan tutup başka başka yerlere çekip durmuşlardı. Kolay olmamıştı odasına dönmesi. Hatta bu iradeyi gösterdikten sonra bile geri dönmeyi dibine kadar istemişti. Kapıyı açık bırakması, kendi ruhunun koşarak Bahar'a dönmesi için miydi bilinmez. Ama bedenini zapt ederken Bahar'ın banyodan çıkıp bir seçim yapmasını çok istemişti. Baş ucundaki lambayı açıp yatağın üstünde küçük bir havluyla oturup beklemişti onu. Üşümüştü. Üşürken ısınmak için sevişmekten daha güzel bir yol olmadığını biliyordu ama "böyle olmaz" demişti bir ses ona. "Böyle olmaz, böyle olmaz, böyle olmaz." Ama ya Bahar yanına gelirse... Olurdu. O çok isterse, o yanına gelirse... Daha fazla direnmem demişti boğazı kururken. "Bu odaya gelirse kendimi tutmam."

Su sesinin susmasıyla bedenindeki bütün tüyler ayağa kalkmıştı. Eli öylece göğsüne uzanmış, Bahar'ın okşadığı yerde takılıp kalmıştı. Gelir miydi yanına? Görür müydü ışığı? Sokulur muydu koynuna? Banyonun ışığının sönmesi, duvardaki anahtarın sönmesi, duyulmayan adımlar, açılan bir kapı. Kendi odasına gitmişti Bahar. Hayal kırıklığıyla süslenmiş bir olması gereken. Ancak o zaman yatağına gömülmüştü Ozan. Yine de uyuması zaman almıştı.

Sabah kızın kapısının önünde öylece kalakalması da bundandı. Saate bakınca çıkmak için on dakikasının olduğunu görüp bu kez mutfağa yönelmişti ayakları. Bu kadar kısa zamanda bir kahvaltı hazırlamak zordu. Bir kere eli ayağına dolanmıştı. Hem Bahar erken kalkar mıydı? İsterse akşama kadar da uyurdu. Kararsız kaldı ve bu ona zaman kaybettirdi. En nihayetinde terekte duran kavanozlardan birini eline aldı. Kavanozu küçük bir tepsiye koydu ve odasına koşup not defterinden bir sayfa kopardı. Üzerine "Armut pekmezi. Senin için Şavşat'tan getirttim. Aç karnına iki kaşık alırsan hiç üşümezsin," yazdı. Aynı anda kavanozdan iki kaşık pekmez indirdi midesine. Tepsiye bir de kaşık kondurup Bahar'ın odasına sessizce girdi. Bir kenarda duran ıslak kıyafet öbeğine baktı. Bir süre orada kaldı gözleri. Sonra yatağın ucunda duran bornozu gördü, oyalanmadan Bahar'a koştu gözleri. Yorganı kolunun altına sıkıştırmış, yan dönmüş bedeniyle bebekler gibi uyuyordu. Ama saçlarına bakınca canı sıkıldı adamın. Kurutulmamış saçlar, bir çalı yumağı gibi dolanmıştı yastığa.

Çalışma masasına çekilmiş sandalyenin kucağına koydu tepsiyi, sandalyeyi de yatağa yanaştırdı ama aynı anda etrafına bakındı. Eli boş çıktı odadan. Kendi odasından kalınca bir battaniye alıp döndü Bahar'ın yanına. Kızın boynuna dek çekti örtüyü. Bahar'ın kılı bile kıpırdamadı. Uzun uzun ona bakıp evden çıktı Ozan.

Yorgunluk, uykusuzluk, hastane, vizit saati derken zaman geçti. geçti ama Ozan'ın aklı banyonun orta yerinde öylece durup kalmıştı. Üşüyordu biraz da. Peş peşe içtiği çaylar yağmur suyunu çekmiş ensesine pek iyi gelmiyordu. Başında inceden bir ağrı vardı ve Bahar bir mesaj atmamıştı hâlâ. Uyuyor muydu acaba? Olabilirdi ama olmaya da bilirdi. Yine de beklemeye karar verdi adam. Beklerken dinlenme odasında sakin bir köşe buldu kendisine. Yarı uyur halde içinden çıkamadığı meseleleri düşlemeye koyuldu. Önündeki masada on kadar hastanın hikayesi yatıyordu. Onun içinde Bahar'ı sevmek, ona âşık olmak, onu arzulamak ve ona zaman ayırmak ile onunla sevişmek gibi kavramlar daha önce hiç duymadığı bir şarkıda hızla dans ediyordu. Ayak uydurmaya çalıştı Ozan, olmadı, düştü ayak altında kaldı, ezildi. Pistten güçlükle çekilip bir kere daha baktı telefonuna. 11.28. Bahar'ı arasa mıydı? Uyansa Bahar kendisini arar mıydı? Bir mesaj yazar mıydı? Ararsa ne derdi? Ya da onun aramasını beklemeyip şimdi hemen onu aramalıydı. Ne diyecekti? Ne demeliydi? Güldürmeliydi onu. Gülerek aşabilirlerdi sabahı? Böyle mi olacaktı peki? En nihayetinde mahalleye doğru baktı ters ters ve bir anda kükredi.

"Ulan zor zamanımda biriniz bile açmıyorsunuz mübarek ağzınızı. Ama iki keyifli olsam limon sıkmaya koşarsınız..."

Efendiyeydi bu serzeniş. Onun balkonuna baktı, kimsecikler yoktu. Sonra rüzgârdan başka hiçbir sesin duyulmadığı sokakta sessizce yürüdü. Bilmediği evler, o evlerin sahipleri, sokağın bakımlı bitkileri, elektrik tellerine sıralanmış kuşlar, besili kediler ve onlarla oynamaya çalışan bir köpek yavrusu... Yerler temizdi. Bir tek Düzkafanın mavi boyalı evinin önünde çekirdek kabuklarıyla bira şişeleri vardı. Fıstık kabukları ve cips poşetleri de. "Pis herif," dedi Ozan. Tek katlı evin önünden geçip gitti.

Yabancının geniş teraslı dairesinin cephesi kırmızıydı. Perdesizdi ev. İçerisi de aydınlıktı, görülüyordu. Kırık cama takılı kaldı Ozan. Yaptırmamış mıydı Yabancı bunu. Hâlâ bantla yapıştırılmış cam onu rahatsız etti. "Hey," dedi ortalarda görülmeyen adama. "Az ye de bir camcı çağır şu eve. Önümüz kış, o cam öyle durmaz."

Yabancının karşısına düşüyordu Efendinin iki katlı her yanı pek bir bakımlı olan evi. Panjurları Amerikan kapaktı. Bahçe duvarları yüksek, peyzajı pek bir alımlı, bahçeye serpilmiş çiçeklerle türlü hayvan heykelleri göz alıcıydı. Para harcıyordu adam bu işe. Ya da iyi bir bahçıvandı. Sarı boyalıydı ev. Ceviz rengiydi panjurlar. Yeni tadilattan geçmişti bina cephesi.

Sokağın ortasında durup bir daha bağırdı Ozan. "Hey!" dedi. "Hey çıksanıza dışarı. Önemli bir şey konuşacağız. Hepinizi hem de hemen burada istiyorum!" Kararlıydı sesi. Dikti duruşu. "Ona kadar sayıyorum, gelmeyeni de atarım bu sokaktan. Sakın boş tehditler savurduğumu...."

Efendinin sesiyle başını ona doğru çevirdi Ozan. Cümlesi yarım kaldı.

"Bağırıp durma," dedi adam. "Sabaha kadar milleti cıstık cıstık gezdirir üstüne de yağmurla karışık sabah ayazını yedirirsen, yamulur kalır öyle çocuklar. Kafaları yastıktan nasıl kalksın insanların?"

Dudaklarını yaladı Ozan. "Sen nasıl kalktın?" dedi. "Demek ki isteyince oluyor. Bak ben de ayaktayım. İsteyince oluyor demek ki." Sırtını panjurlu eve dönüp Yabancı ile Düzkafanın evine doğru seslendi bir daha.

"Hey! Size diyorum. Çıkın dışarı. Kurultay var bugün, çok önemli kararlar alacağız. Oy kullanacağız, eksiksiz olmamız lazım. Kurultaya katılmayan sokaktan derhal tahliye edilecek. Duydunuz mu beni?"

Ozan konuşurken Yabancı terasa çıktı. Önce kollarını havaya kaldırıp gerildi, sonra esnedi. Bir donla çıkmıştı dışarı, efil efil dolandı terasta. "Ne var n'oluyor burada?" dedi. "Daha yatalı beş saat olmuş, ben yedi saat uyumadan güne başlayamam."

Onu görünce "Hah!" dedi Ozan. Uykuyla ilgili söylediklerini duymazdan gelip mavi boyalı eve döndü yüzünü. "Şu leş herifi de uyandırırsak hemen başlayabiliriz."

"O kalkmaz," dedi terasın ferforje demirlerine dayanan Yabancı. "Çok sinirliydi sabah. Mahalleyi ayağa kaldırdı. Esti gürledi. Polis geldi kapıya, şikâyet etmiş birileri durmaksızın küfrediyor diye."

"Çok iyi olmuş," dedi Ozan. "Herkes ben mi onun nazını çeksin. İnşallah polisler güzel bir ceza da vermişlerdir! Kalkmaz demek ha..." Kendi kendine konuşmaya başladı Ozan. "Kalkmayıp da ne yapacakmış. Yedi yirmi dört yan gel Osman yatacak bu evde, sonra kurultaya da gelmeyecek... Atarım onu bu evden. Benden başka da kimse onun nazını kaprisini çekmez."

Yabancı karşıda panjuruna yaslanıp gazete kurcalayan Efendiye selam verdi. Sonra Ozan'a döndü. "Eh madem uyandıracağım diyorsun, ben o sırada bir kahve yapayım kendime. Öbür türlü ayılamıyorum da... Sana kolay gelsin."

Ozan huzursuzca baktı Yabancıya. "Keyfine sıçayım senin de," dedi mırıldanarak. Sonra yeniden Düzkafanın evine döndü yüzünü. "Kalk lan!" dedi tekrar. Yere eğilip bulabildiği küçük taşları bir bir fırlattı adamın camına. "Hey!" dedi bir kez daha. "Hey Düzkafa! Hemen kalk diyorum sana. Bak benim canımı sıkma, yaka paça atarım seni o evden."

Ozan bir kamyon laf söyledi de, mavi evden hiçbir tepki gelmeyince Yabancı ile Efendiye bakakaldı. "N'oldu buna?" dedi bilmezmiş gibi. Yabancı bir yudum aldı kahvesinden. Efendi gazetesini kaldırıp yüzünü gizledi. Hemen öncesinde de yan gözle baktı Ozan'a.

"Çalımını sikerim senin!" dedi bu kez Ozan parmağını sallayarak. Düzkafaya değil Efendiye. Adam şaşkınlıkla indirdi gazetesini, kaşlarını çattı.

"Sen bana neyin afrasını yapıyorsun ha!" dedi bu kez. "Emir erin gibi çalışıp didiniyorum. Ayda iki kere dışarı çıktım diye bana burnunu şişiriyorsan çık git kendine daha itaatkâr bir zihin bul. O aradığın ben değilim." Sonra hızını kesmeyip Yabancıya döndü.

"Sen de git üstüne bir şeyler giy. Götü başı dağıtmışsın iyice." Yabancı şaşaladı. Bir eli kendisini gösterdi. "Ben mi?" dedi.

"Evet sen!" diye bağırdı Ozan. "Ciddi bir iş yapacağız şurada, utanmasan sallaya sallaya gezeceksin. Düzkafadan bir farkın olsun. Git giyin dedim sana. Laf söz etmiyorum diye hepiniz kendi bildiğinizi okur olmuşsunuz. Ben istediğinizi yapmayınca ağzıma sıçmayı biliyorsunuz ama. Herkes ciddiyetle kurultaya katılacak bugün. Yok öyle paşa gönlüm bilir tripleri. Eşek gibi ben ne dersem onu yapacaksınız!"

Bir daha döndü arkasını. Yerden ağır bir taş alıp mavi boyalı tek katlı evin camına fırlattı. Cam gürültüyle parçalandı. Ozan isabetle güldü ve bir ses yükseldi evden. "Ananı avradını sikmezsem ben senin!"

Düzkafa camdan dışarı bile bakmadan çıplak ayakla çıktı sokağa. Kavgaya koştuğu belliydi, elinde bir sopası eksikti.

"Küfretmeden konuş, seni bayıltana kadar döver, sonra bir de tedavi ederim."

"N'oluyo amına koyayım!" diye yükseldi bu kez adam. Saçı başı dağınıktı. Derin uykudan sıçramıştı besbelli. Susuz yıkadı yüzünü, elleri gözlerini ovaladıktan sonra sabah olanları hatırlayarak bir elini havaya kaldırdı. "Senin ben gelmişini, geçmişini, bütün sülaleni sikeyim Ozan!" dedi en içten öfkesiyle.

"Lan puşt, lan göt lalesi! Sen hangi yüzle kapımı çalıyorsun benim. Kırdığın bu pencerenin camlarıyla senin götünü keserim lan ben!"

Ozan Yabancıdan indirdiği parmağı bu kez Düzkafaya salladı. "Git elini yüzünü yıka. Ağzını da yıka." Dişlerini sıktı Ozan. "O bok dolu ağzını yıka. Sonra gel buraya ciddi bir şey konuşacağız." Düzkafa araya girecek oldu ama Ozan'ın gözlerindeki kararlılıktan korkarak sustu.

"Bilhassa seni uyarıyorum. Tek bir bokluk daha yaparsan gözünün yaşına bakmadan seni bu evden attırırım. Senin gibi bir puştu da kimse adam yerine koyup evine almaz. Serseri mayın gibi evsiz yaşarsın. Eh bu halde ne kadar yaşayacağını da Allah bilir."

Gürledi Düzkafa. "Lan senin evinde kalan senin gibi olsun. Yavşak herif! Atacakmış beni evden. Sen kimsin de beni evden atıyorsun lan! Şu hayattan iki gıdım zevk alıyorduysan o da benim sayemdeydi. Sende çük kadar beyin mi var! Atacakmış. Bak bak lafa bak! Asıl ben gidiyorum lan bu boktan mahalleden."

"Siktir git!" dedi Ozan. "Evsiz çulsuz beş parasız yaşa da gör ebenin amını. Şu bira şişelerini de topla giderken. Dadepozito diye satarsın. Beş kuruşun yok cebinde. O çok sevdiğin sikme sokma işlerini de arka mahalledeki travestilerden dilenirsin. İnsaf ederlerse belki alırlar seni içlerine."

Daha çok öfkelendi Düzkafa. Yabancı bir eli teras kapısında izliyordu olanları. Ters bir durum olursa hemen eve kaçacaktı. Efendi ilgisiz gibi görünüyordu ama o bile gazetesinin ardına saklanarak dikkat kesilmişti.

"Burcu'ya gitsem pamuklara sarar beni, sen kendini ne zannediyorsun lan?" dedi bu kez Düzkafa. "Sen sabah o banyodan çıkarak benim bütün varlığımı ezip geçtin zaten. Bu saatten sonra ya herru ya merru."

"Burcu mu dedin sen?" dedi Ozan. Olaya müdahale edip etmemekte kararsız kalan Yabancı bir kaşını havaya kaldırarak yaslandı teras demirlerine.

"Burcu dedim!" diye yükseldi Düzkafa. "Burcu olur, Yasemin olur, sonracığıma Merve olur. Çiğdem olur lan Çiğdem olur. Söyle hangisi beni geri çevirir?"

Ozan dayanamayıp atıldı adamın üzerine. Bir boğuşma başladı ki, hırlayan iki köpekten bile çıkmazdı bu sesler. Debelendiler, dövüştüler, yumruklar, tekmeler, yerde süründüler, üstleri başları toz toprak oldu. Efendi gazetesini bir kenara bırakıp baktı Yabancıya. Yabancı "Ne yapsak, polis mi çağırsak?" dedi. Efendi bilmem dercesine ağız kıvırdı. Zira Ozan çoktan al aşağı etmişti Düzkafayı. Ensesinden basıyordu adamın üzerine. İki seksen yere serilmiş Düzkafa aman dilemeye başlamıştı ve tam da o zaman bir tekme savurdu Ozan ona.

"Git elini yüzünü yıka. Üstüne başına çeki düzen ver. Kurultaya katılacaksın. İnsan gibi konuşacak, oy kullanacaksın. Duydun mu beni?"

Düzkafa "Tamam," diyerek kalktı ayağa. Burnunu çekti, içinden bir küfür daha edip eve girecekken durdu. "Bu kırdığın cam ne olacak?" dedi. "Gece soğuk oluyor, yaptırmak lazım."

Derin bir nefes aldı Ozan. Bir Düzkafanın evine baktı bir de Yabancının bantlı camına. "Ömrümü yediniz be!" dedi hırsla. "Ömrümü yediniz!"

Yabancı ile Düzkafa birbirlerine baktı. Efendi oralı olmadı. "Bir camcı yollarım akşama size," dedi bu kez Ozan.

Düzkafa eve girdi, Yabancı şezlonguna kaykılmadan oturdu. Zira çekiniyordu Ozan'dan. Efendi ise istifini bozmadan gazetesine döndü. Ozan ellerini ardında birleştirip sokak ortasında bir o yana bir bu yana yürüdü. Kim bilir kaç zaman sonra Düzkafa üzerini değiştirmiş halde çıktı sokağa. Üstü başı kıyaktı, nasıl korkuyorsa Ozan'dan tıraş bile olmuştu.

Düzkafayı süzüp içten içe "Adam ol," dedikten sonra "Şimdi..." dedi Ozan. "Hayatımla ilgili önemli kararlar almam gerekiyor. Zaten başlı başına önemli bir senenin içindeyim, biliyorum. Ama bu konu da mühim. Ekmek gibi, su gibi mühim."

"Bahar," dedi Efendi. "Evet," dedi Ozan. "Konumuz Bahar." Her biri bir şeyler diyecek oldu ama Ozan ellerini havaya kaldırdı durun dercesine.

"Hepinizin fikrini az çok biliyorum. Aynı sitemleri, aynı uyarıları, aynı serzenişleri dinlemek için de toplamadım sizi. Konuşacağız. Öyle bağırarak çağırarak değil. Adam gibi konuşacağız. Bağırmak çağırmak yok.

"Lan sen az evvel beni dövmedin mi?" dedi dayanamayan Düzkafa ve Ozan derin bir nefes alıp "Cıvıtanı üşenmeden yeniden döverim," dedi.

"Cıvıtmak yok," Düzkafaya baktı. "Üstünlük taslamak yok," bu sitem Efendiyeydi. "Ve bencillik ve tehdit ve dağdan gelip bağdakini kovmak..." Yabancıyla göz gözeydi. "Yok," dedi nihayetinde. Düzkafa, Yabancının kendinden çok laf işitmesiyle böbürlendi, göğsü kabardı.

"Tamam Ozan," dedi sonra Efendi. "Derdin neyse söyle artık. Koca günümüzü sana ayıramayız. İşimiz gücümüz var. Senin de şu an hasta öykülerini dosyalaman lazım. Yan gel Osman için durmuyorsun bu hastanede."

İçten içe küfrederek Efendiye baktı adam. Gözlerini ondan çekmeden "Biliyorum," dedi. "Ne için bu hastanede olduğumu biliyorum ve bunu bana hatırlatmana ihtiyacım yok. Sen hayatıma dahil olmadan önce her şey ne kadar dağınıksa hepsini bir düzene sokmak için çabalayan ve bunu başaran ben oldum. Sen sonra doğdun. Yanlış anlama, seni sever sayarım, hepinizi öyle. Ama sen bana sorumluluklarımı hatırlattıkça ben de sana seni nasıl kendi ellerimde yarattığımı hatırlatma gereği duyuyorum."

Kendini tutamayıp bir kahkaha attı Düzkafa. "Hah!" dedi. "Aynen öyle. Ağzın açılmışken Efendiye benim ondan önce de burada olduğumu hatırlatır mısın Ozi?"

Ciddiyetle Düzkafaya baktı Ozan. "Sen benim hayatımın en renkli parçasısın," dedi. "Ama sadece senle hayatıma devam etseydim burnumun hiçbir şekilde boktan çıkmayacağını ikimiz de biliyoruz. Bugüne kadar senin pisliklerini hep Efendi topladı. O yüzden ona saygı duymayı sike sike sana öğretirim Düzkafa. Haddini bileceksin."

Bir anda yüzü asılan Düzkafa somurtarak baktı Efendiye ve Ozan en dertli nefesini Yabancıya bakarak verdi. "Sen hayatıma nasıl bir emrivakiyle girdin inan bilmiyorum. Nerenin torpillisisin, nasıl bir anda her şeyi tepe taklak edebildin, o teraslı evi alacak parayı nereden buldun, nesin necisin inan ki hiç bilmiyorum. Merak etmiyorum dersem yalan söylemiş olurum ve seni hâlâ tam anlamıyla tanımıyorum. Bazen korkutuyorsun beni. Sağın solun da belli olmuyor ve en önemlisi..." Durdu biraz. "Kalıcıyım diyorsun. O halde birlikte yaşamanın birtakım kuralları olduğunu biliyor olman lazım. Sana bunları hatırlatacağım ve sonra da Bahar ve benim geleceğimiz hakkında kararlar vereceğiz."

Ozan cümlenin sonuna geldiğinde heyecanlandığını fark etti. Bir yudum su içmek istedi, baktı ki kürsü yok, haliyle bir bardak su da... Boğazını temizleyip meraklı gözlerle kendisini seyreden ahaliyle göz göze geldi. Efendi penceresinde, Düzkafa elektrik direğine yaslanmış halde ve Yabancı terasının korkuluklarındaydı. Susmuşlardı, kendisini dinliyorlardı. Konuya girme gereği duydu.

"Sabah bir şeyler yaşandı malumunuz..."

Düzkafanın homurtusuyla doldu sokak. "Ozi sen gördüğüm en siktiriboktan hatipsin. Durmuş burada seni dinlememizi bekliyorsun ama sen var ya sen... Sen nesin oğlum? Söylesene sen nesin, kimsin sen? Sabah yaptığın şeyi tanımlayacak tek bir kelimem yok. Bu çok şeydi, şey.." Düzkafa volta atmaya başladı. Doğru kelimeyi bir türlü bulamamanın sancısı vardı içinde ve son anda kocaman harflerle "Saygısızlık!" dedi. "Bu bana da Bahar'a da saygısızlıktı. Bu bir insana çok istediği bir şeyi vereceğin vaadinde bulunup son anda vazgeçtim demendi. Bu şerefsizlik, bu aşağılık, bu bir orospu çocukluğu..."

Cümle uzayacakken Ozan parmağını savurdu. "O cümleyi bitirme, seni gebertirim."

Sustu Düzkafa. Hızla Yabancı ve Efendiyle göz göze geldi ve susmanın en hayırlısı olduğuna karar verdi. Bir adım geri atıp "Söyle o zaman," dedi bu kez. "Neydi sabah yaptığın şey?"

"Ben yanlış biliyorum diyelim ki. Ben hatalıyım, hadi açıkla bana Ozi, neydi o?"

Cevap vermeden önce Yabancıya baktı Ozan ve bunu fark eden Düzkafa devam etti. "Ona bakma! O bile banyodan çıkıp gitmenle şoka girdi. O bile istiyordu Ozi."

Sağ eliyle yüzünü sildi Ozan. "Oğlum siz deli misiniz?" dedi. "Neyi istiyordunuz? Bahar'la orada öylece sevişmemi mi? Ne yapacaktım onu soyup domaltacak mıydım? Kucağıma alıp tavana mı zıplatacaktım? Bir kere bile öpüşmedik lan biz. Seviyorum demedik, aşkın adını bile ağzımıza almadık. Donumuza kadar sırılsıklamdık, Bahar'ın dişleri titriyordu. Siz çok fazla film izliyorsunuz galiba... Öyle duşa girdim ah uh ettim, dondum ama aşk daha mühimdi, çok romantik bir sevişmeydi falan... Bunlar film işi şeyler."

Durup Düzkafaya baktı. "Ya da pornoyu fazla mı kaçırdın sen?" Düzkafanın üstüne yürüdü adam. "Ne bekliyordun? Çığlık kıyamet sikişecek miydik orada? Bahar öpüşmek denince avucuna bakıyor. Sekse dair bildiği tek bir şey bile yok. Ama siz öyle bir gecenin ve fırtınanın ardından banyoda sevişmemizi beklediniz öyle mi? Siz geri zekalı mısınız?"

Kısacık bir an Ozan'ın karşısında duran Düzkafa Yabancıya baktı. Destek bekliyordu besbelli.

"Bahar," dedi Yabancı. "O da istiyordu Ozan."

Beklemediği sesle şaşırdı Ozan. Ardına dönüp başını kaldırdı. "Neyi istiyordu?" dedi şaşkınlıkla. "Sevişmeyi mi?"

Başını salladı Yabancı. Güldü Ozan. "Sence Bahar neyi istediğini biliyor muydu? Sence sabah olduğunda," durdu. "Ne sabahı?" dedi sessizce. "Daha o banyodan çıkmadan pişman olmayacak mıydı? Olmayacağını nasıl bilecektim? Sence Bahar iki insanın kendi arzusuyla birlikte olması hakkında ne biliyor? Dümene geçip bu gemiyi yüzdürsem, denizin ortasında ağlayan Bahar'la ne yapacaktım ben? Oğlum ben hiç bakire bir kızla birlikte oldum mu?"

Durdu Ozan. Damağı titredi. Alnındaki damarlar çatal bir yol ayrımı haline gelmiş, şişmişti. Burnunu sıktı adam, öfkeli değildi ama karışıktı. Gözlerini açmadan "Bahar'ın hezeyanları var," dedi. "İyi, kötü her durumda kendini suçluyor. Bana karşı yeterince açık ve dürüst değil. Kendine karşı bile değil. Onu orada öylece bırakmak benim için de kolay değildi ama geri dönüşü olmayan bir yola girsek ne olacaktı? Bahar evden ayrılmak istese ne olacaktı? Gideceği bir yeri bile yok. Bu halde onu hayal bile edemediği bir duygu durum haline sürükleyemezdim."

"En azından onu öpebilirdin," dedi Yabancı. Direnci kuvvetliydi ve bunu duyan Düzkafa atıldı. "Evet, harika bir başlangıç olabilirdi."

Ozan tereddüt etti bir parça ama geri adım da atmadı. "Evet, öpebilirdim. İyi ama dudağım dudağına değmedi diye öpüşmemiş sayılmıyoruz. Ben onun yanağını çok daha büyük bir tutkuyla defalarca kez öptüm. Üstelik o da bunu hissetti. Hissettiği şeye bir ad vermek lazım, bunu biliyorum. Onun için buraya topladım ya sizi."

Avuçlarını yumruk haline getirip gevşetti. Bunu birkaç kez tekrar ettikten sonra Efendiye baktı. "İşleri bu noktaya getirmeyecektin," dedi adam. "Şimdi sana haklısın demek isterdim ama en baştan bu yola girmeyecektin Ozan." Başını eğdi Ozan. Efendi haklıydı ama aynı anda haksızdı da. Yeniden baktı adama. Bir eli terastaki Yabancıyı gösterdi.

"Bu adamı ben mi çağırdım?" dedi. "Bahar'la tanıştığım günden beri yanımdasın. Aşık olmayı ben mi seçtim. Oldu işte. İnan bana bütün irademle bir şeylerin önüne geçmeye çalıştım, çalışıyorum. Aynı anda ders de çalışıyorum, sınava da çalışıyorum. Çalışıyorum anlıyor musun? Hata yapmamaya da çalışıyorum ve elimden bu kadarı geliyor. Ben onunla sevişmek için o banyoya girmedim. Çok üşüyordu. Titriyordu. Isınsın diye... Tamam, hemen çıkabilirdim ve çıkmadım ama ileri de gitmedim. Bahar yerinde bir başkası olsa yaşanabileceklerin yüzde biri bile yaşanmadı orada."

Tepkiyle ellerini havaya kaldırıp alkışlamaya başladı Düzkafa. "Ozi'nin madalyasını getirin çabuk!" dedi boşluğa doğru seslenerek. "Gerçekten on numara konuşmaydı. Ağzın cidden iyi laf yapıyor Ozi. Hadi hep beraber sana inanalım..."

Öfkelendi Ozan. Ama bu kez şiddetle değil, bağırtısıyla gitti adamın üzerine. "Ben Bahar'la olmak istemiyor muyum lan?" dedi. "Şu an hayatta Bahar'la beraber olma arzum Tus'un bile üzerinde duruyor." Kederle iç çekti Efendi. Ozan onu duymadı, Düzkafaya cevap vermeye devam etti.

"O gün geldiğinde ilk yanan, yok olan sen olacaksın, bunu adım gibi biliyorum. Senin külün bile kalmayacak içimde. Öyle inanmaz ayağı yapma bana. Bütün arzularımı biliyorsun, hepsine şahitsin. Zaten burada sizinle konuşuyorsam da bunun için. Artık yeter."

"Ne yeter?" dedi Yabancı. Ürkmüştü.

"Ben böyle devam edemem," dedi Ozan. "Bu aşamaya kadar gelip sonra geri adım atamam. Konuşmam lazım Bahar'la. Bir karar vermem lazım."

"Ne kararı?" dedi Efendi. O da ürkmüştü kendi namına.

"Bahar'a karşı hislerimi söylemem, bir şeyleri alenen başlatmam gerek. Böyle olmaz, olmuyor yani."

"Aferin Ozan. Senelerce bir düzen kuralım, sırf bu sene için bir sürü şeyden vazgeçelim, fedakârlık yapalım ve sen senenin tam ortasında aşkını ilan et." Sinirleniyordu Efendi ve penceresinden sarkıp Düzkafaya seslendi. "Hadi bunu da alkışla."

Oldum olası sevmediği Efendiye orta parmağını kaldırdı Düzkafa. Efendi beton saksılarından birini adamın kafasına fırlattı. "Lan puşt," dedi Düzkafa. "Seni gören bilen de adam sanıyor. Gel lan topla pisliğini."

Birbirlerine girdiler, Ozan usandı. Bir yandan Yabancı ıslık çalıyor, alkış tutuyordu Ozan'ın kararına. "İskeçeli oley! İskeçeli oley! İskeçeli oley!"

"Bir susun!" dedi Ozan. "Mahalleyi ayağa kaldırdınız, susun, dinleyin beni!" Sustular.

Ozan genzini temizledi, Efendiye döndü. "Sana yemin ederim böylesi daha iyi. Zaten kafamın içinde bir sürü şey cirit atıyordu. Bahar'la konuşunca neredeyse bütün dağınıklık toplanacak. İnan bana daha iyi konsantre olacağım."

"Yapma Ozan," dedi Efendi. "Sen kime yalan söylüyorsun? Ben seni biliyorum, eriyeceksin. İki kadeh şarap biraz öpücük, biraz sevişmeyle geçecek gecelerin. Hastanede Mecnun olup evde bereket tanrısı gibi gezeceksin. Ben bu kararını onaylamıyorum."

Önce omuzları düştü Ozan'ın ama aynı anda Düzkafa ve Yabancı atıldı. Düzkafa dedi ki; "Sana ne kardeşim. Adamın kafasında bir yanardağ var. Bırak patlasın da cümleten rahat edelim. Bahar'la sevişince kaymak gibi olacağız biz, zihnimiz açılacak."

Yabancı ise biraz ürkerek girdi devreye. "Ben kaçılacak bir şey değilim. Ben Ozan'ın hayatını güzelleştireceğim. Her şey daha anlamlı, daha kolay, daha şeffaf olacak. O yüzden Ozan bu adımı atmalı." Böylelikle Yabancı ve Düzkafa arasında bir koalisyon kuruldu.

"Siz bencilsiniz," dedi Efendi. "İkiniz de şahsi çıkarlarınızı düşünüyorsunuz. Ozan'ın geleceği söz konusu farkında mısınız? Bu adam mezun olunca babası ona araba almayacak. Gece kulübünde şişeler açtırmayacak. Sınavın ne önemi var oğluşum, bitirdin ya, canın ne zaman isterse o zaman uzmanlığa başlarsın demeyecek. Söyleyin bana Ozan sınavı kazanamazsa ne olacak? Pratisyen olup memleketin köylerinde o sağlık ocağı senin bu sağlık ocağı benim hekimlik mi yapacak? Tamam öyle olsun. Hadi söyleyin Ozan Zonguldak'ın bilmem ne vilayetine atandı diyelim. O zaman yere göğe koyamadığınız aşk," Burada Yabancıya baktı. "Allı ballı anlattığınız şehvet," Düzkafayaydı sözü. "Ne işe yarayacak bunlar? Diyelim ki Ankara oldu, İzmir oldu. İlçe oldu, köy oldu. O zaman uzak mesafe ilişkisi yürütür artık. Oldu mu böyle. Olduysa git Ozan kime ne ilan ediyorsan et."

Ozan ürkerek yutkundu. "Çalışacağım," dedi çaresizlikle. "Çalışmayı bırakmayacağım ki. Daha fazla, daha çok. Tus'u kazanacağım ben. İstanbul'dan ayrılmayacağım."

"Ben neden buna inanmıyorum Ozan?" dedi bu kez Efendi. Düzkafa "Ozi sen onu siktir et, biz bir çalışma planı yapacağız. Bana her akşam bir saat yeter. Bir de uykudan önceyle sabahları da yarımşar saat versen, bir de gün ortası yarım saat falan, fazlasında gözüm yok."

Yabancı da Düzkafaya fırlatacak bir şey aradı. "Bahar'ın yanında kronometre mi tutsun Ozan?" dedi. "Ben öyle mekanize dakikalar istemem, olmaz."

Her birine ayrı ayrı baktı Ozan. Buharlı bir tren gibi başından dumanlar çıkaracakken "Allah aşkına bir susun!" dedi. "Allah aşkına susun." Her birinin derdi başkaydı kime nasıl laf anlatacağını karıştırdı adam. O zaman "Ozan," dedi Efendi. Makuldü sesi, ikna etmeye çalıştığı belliydi.

"Ozan, zorlama kendini. Sana da yazık. Bak ben baş etmeye çalıştığın bütün zorlukları biliyorum. Onlar bilmiyor ama ben biliyorum. Bu eve değer biçmeye geldiklerinde, banka annenden kalan son şeyi satmaya çalıştığında ben buradaydım. Arabanı satarken seni teskin eden bendim. Aylar önce aldığın yurtdışı biletlerini iade etmeye çalıştığın geceyi hatırlıyor musun? Kumbarana üçer beşer para atmak gibiydi, hatırlasana Ozan. Kaç çift ayakkabı sattın sen ömründe hiç girmediğin sitelerde? Sattığın kayak takımlarını, binicilik kıyafetlerini düşün. Sharapova imzalı tenis raketini yok pahasına satıp ağladığında da ben vardım. Sörf tahtası için ne pazarlıklar etmişlerdi hatırlıyor musun? Sonunda yok pahasına satmak zorunda kalmıştın. Ozan sen bütün hayallerini bu sınava bağladın. Yalnız senin de değil, Oğulcan'ın geleceğini de bu sınava bağladın. Ben sana Bahar'ı sevme demiyorum. Sev, daha çok sev ama sabretmeyi de bil. Ciddi bir ilişkinin sırası değil şimdi. Hem de hiç değil. Özlediğin şey cinselliğinse bunu zaten yürütebiliyordun. Bahar'ın yaratacağı bir baş dönmesine ayıracak zamanın yok. Gerekirse Burcu'yu ara ama Bahar'dan uzak dur. Yaza kadar Ozan. Şunun şurasında altı yedi ay. Nedir ki Ozan. Aldığın riske değer mi?"

Kasabın önünde durmuş içeri girmesine izin verilmeyen ve yağlı bir et vaadiyle kapıda bekletilen köpekleri anımsadı Ozan. Ağzından çıkan inilti aklındaki tabloyla özdeşti. Dudakları büküldü, uçları yere sarktı. Düzkafa heyecanla "Bana uyar," dedi. "Burcuymuş Baharmış benim için fark etmez. Olsun da..."

Düzkafa ve Efendi arasında yeni bir koalisyon kurulurken olduğu yerde bedenini çeviren adam Yabancıyla göz göze geldi. Dizlerinin üzerine çökmüş, ellerini de korkuluk demirlerine yapıştırmıştı. Derin bir üzüntüyle serilmişti yere. Ağzını açmıyordu ama gözleri yerde parlayan yağmur damlaları gibiydi. Ozan uzun süre gözlerini ondan çekmedi. İstediği şey bir kadın değildi. Bir ilişki de değildi. Sadece Bahar'dı yanında istediği. Ne suretle olursa olsun Bahar'dı.

Ardına döndü sonra. Efendiye baktı. "Evet sen hayatımın en kötü günleri diyebileceğim zamanlarda geldin yanıma. En büyük destekçim oldun, yol gösterdin, delireceğimi zannederken aklımı korudun. Sağ ol." Ellerini iki yanına açtı Ozan. "Ama," dedi. "Böyle yaşayamam. Bu kadar korkarak, bu kadar düşünerek olmaz. Sana söz veriyorum sorumluluklarımı ihmal etmeyeceğim. Söz veriyorum ne benim ne de Oğulcan'ın geleceği riskte olacak. Hatta istersen bahse girelim ha? Kasımın on sekizinde dersane sınavı var. Göreceksin en yüksek puanımı alacağım o sınavdan ve Bahar benim en büyük motivasyonum olacak."

Çöktüğü yerden umutla dizlerinin üstüne kalktı Yabancı. Başını salladı, gözlerindeki damlacıklar hareketlendi. Ozan devam etti. "Hem," dedi hevesle. "Söylesem Bahar bile bana ders programı yapar. Yeter ki çalışmak olsun ona. Benimle Tus'a bile girer." Ozan ve Yabancı aynı anda gülümsedi.

"Bilemiyorum," dedi Efendi. "Ben Ozan'ın beklemesinden yanayım."

Düzkafanın yüzü asıldı. "Siz ciddi ciddi Bahar'la ders çalışmayı mı düşünüyorsunuz. Ben evin her metrekaresinde kaçar dakikadan kaç kere sevişebileceğimizi hesaplarken siz ciddi ciddi ders çalışmanın peşindesiniz, öyle mi... Allah topunuzun belasını versin."

Onu duymazdan geldiler. Ozan hevesle sürdürdü konuşmasını. Efendiyeydi cümleleri.

"Söz veriyorum sana. Her şey daha güzel olacak. On sekizi dersane sınavı, on dokuzu boşluk. Sınavda kendi rekorumu kırıp Bahar'la yakınlarda bir yerlere gideriz iki gece için."

Gözleri büyüdü Efendinin. "Bir de değil iki gece mi?" dedi adam. "Bak daha şimdiden gevşedi ipin..."

"Gevşemek yok," dedi şen şakrak Ozan. "Gevşemek değil. O gün öyle bir puan alacağım ki iki gecelik kaçamak senin bile gözüne batmayacak. Birinde Bahar'a aşkımı ilan etmem gerek. Eh diğerinde de bir küçük kutlama yapmayalım mı yani?"

Efendiden önce Düzkafa girdi araya. "Kutlama derken, bunun içeriği ne Ozi?"

Sırıttı Ozan. "Orası Bahar'la benim aramda."

Yabancı, güzel bir şey desin diye Efendiye baktı. Bakmak yetmeyince konuştu. "Bahar Ozan'a deliler gibi ders çalıştırır ki. Hiç karıştırmaz aklını. Valla bak."

Derin bir iç çekti Efendi. Heyecanla kuş gibi göğsü şişip inen Yabancı da derin bir nefes verdi. Göz göze geldiler sırayla. En son Düzkafaya baktı Ozan.

"Bahar'dan başka bir kızın adını ağzına alırsan çok pis bozuşuruz."

Omuzunu kaldırıp indirdi Düzkafa. Çocuk gibiydi.

"O zaman anlaştık," dedi Ozan. Efendi ve Yabancıya koştu gözleri. "On sekiz kasımda Bahar'la iki geceliğine uzaklaşıyoruz her şeyden."

"Hayır," diye atıldı Efendi. "Şayet kendi rekorunu kırarsan... Öyle dedin. Öbür türlü ben taviz vermem."

"Tamam ya, o iş bende!" dedi Ozan. Keyfi yerine gelmişti.

"Nereye gitsek Bahar'la?" dedi. Sessiz düşünmeyi bile unutmuştu. Yabancı terasın bir orasına bir burasına tünüyordu. Heyecandan ölecekti sanki. Sonra "Neyse," dedi Ozan.

"Neyse orası mühim değil. Ama sonrası... Sonrası büyük bahar şenliği olacak!"

Kurultay sona erdi. Düzkafa ellerini cebine sokup sokağın demirbaşı gibi bir köşeye doğru yürüdü. Yabancı büyük bir huzurla şezlonguna uzanırken Efendi gazetesine döndü. Bir gözü sokağın orta yerinde mahalleyi mutlulukla gözleyen Ozan'da kaldı. "Ah çocuk," dedi içinden. "Ah çocuk."

*



"Şu an gerçekten saçmalıyorsun. Ne demek Melis çiçeğimin parfümü çok kötü... Seninki üşütme değil de çok pis bir virüs mü acaba? Koku duyun falan mı gitti, kaldır bakayım kafanı."

Başını iki yana sallayan Bahar "Valla," dedi. "Koklarken hasta falan değildim. Koklamama da gerek yoktu aslında. Nefes alınca geliyordu kokusu ve pekmez fıçısına düşmüş gibiydi." Sonra battaniyesinin bir yeri açılmış gibi daha derine sokulmak arzusuyla koltuğun biraz daha dibine girdi. Başında İbo'ya ördüğü bere vardı. Kar beyazı yanakları renklenmişti. Ayaklarında iki çift çorapla anne örgüsü patikler vardı ama sanki buzlu suyla dolu bir kovaya sokmuştu onları, zinhar ısınmıyorlardı. Ara ara elini uzatıp ayaklarına dokunuyordu. Gerçekten var mıydı bu çoraplar diye kontrol ediyordu. Varsa neden bu kadar çok üşüyordu?

Başı da üşüyordu. Tamam saçları kuruyana dek iliğine işleyen bir soğuk olmuştu ama hiç mi ısınmazdı bir insanın bedeni? Gerçi İbo'nun dediğine göre yanıyordu. Ama nedense bu yangın bir tek içine dokunmuyordu. İçi soğuktu. Islaktı. Galiba banyoda unutulmuştu. Banyo aklına gelince kendine kızdı Bahar. Öyle bir şey yoktu. Hiç yoktu. Rüyasında görmüştü, saçmalıktı. Unutmuştu bile.

"Keşke biri beni de o pekmez fıçısına atsa da şu dünyada cenneti görsem."

Bahar buna cevap vermeyip sadece inledi.

"Çorba ısıtayım mı?" dedi bu kez İbo ve Bahar "Saat kaç?" diye cevap verdi ona.

"Yediye geliyor."

"Ozan?" dedi Bahar.

"Gelmek üzeredir." Bahar yine inledi ve örttü gözlerini. Sabah, nöbetten çıkan İbrahim dün gecenin dedikodusunu yapmak için kendisini aramıştı ve sesinin rengini duyunca doğrudan kızın yanına gelmişti. Önce beraber kahvaltı etmişlerdi. Domates, peynir, zeytin, çay ve sucuk. Ama Bahar mutfakta öyle çok üşümüştü ki masa örtüsünü salonun yerine serivermiş, bildikleri usulde yerde yemek yemişlerdi. Bahar kendisini iki battaniyeye sarmıştı da üşüyen yerleri bana mısın dememişti. Sonra kâh uyumuştu kız kâh uyanıp kaldığı yerden geceyi anlatmaya devam etmişti. İbo da o uyurken ders çalışmış, uyanınca da dedikodunun dibini ekmekle sıyırmıştı. Bir de çorba pişirmişti Bahar'a. Öğlenlik olmuştu bu da.

"Ozan gelmeden yemeyelim, zaten benim canım hiçbir şey istemiyor." dedi Bahar.

"Olur," dedi İbo. "Nasıl olsa o gelince çorbadan başka bir şeyler pişirir bize."

Cevap vermek isterken inlemekle yetindi Bahar. İbo güldü bunun üzerine. "Bak ama alışmamış götte nasıl da durmuyor don. Ozan çakı gibidir şimdi. Bir de senin haline bak. Bir gece dışarı çıkıp ne biçim yamulmuşsun."

"Yağmura yakalandık," dedi bu kez Bahar. Ama sesini duymak ve anlamlandırmak kolay olmadı.

"Yakalanmak değildir o. Yağmur mütemadiyen yağıyordu. Adama yağmurun altında şemsiyesiz ne bok yapıyordunuz diye sorarlar ama sizin takıma şimdi böyle şeyler sorulmaz."

Anlamadı Bahar ve inledi. Sonra "Hava çok soğuk," dedi ve burnunu çekti.

"Yoo," dedi İbrahim. "On dört derece. Bence yılın en güzel zamanları. Kütüphanede beremi takıp oturunca hiç üşümüyorum." Sonra bir daha baktı Bahar'a. "Bak giderken alırım beremi, böyle üstüne yatamazsın."

Başını sallamakla yetindi kız. "Eee," dedi sonra İbrahim. "Anlatsana biraz daha Melis çiçeğim başka neler yaptı akşam? Storylerde falan hiç yoktunuz siz."

Dudağını büktü Bahar. "Elinden telefon düşmez diyordum ama bir sürü konuştu benimle. Asla o kadar sıcakkanlı birini beklemiyordum. Oysa ben onu kütüphanede de görmüştüm daha önce. Çok daha havalı biri gibiydi."

"Sesi seninkinden daha kadın çıkan travestiler gördüm," dedi İbrahim.

Huysuz bir surata büründü Bahar. Kötüydü sesi. Tıksırdı, genzini temizlemeye çalıştı ve "Nerede gördün?" dedi İbrahim'e.

"Oooo çok gördüm. Bir kere buradan çıkıp yanlışlıkla Küçük Bayram sokağına girdim. Arkamdan kaç kere yakışıklı diye seslendiler sayamadım. En yakışıklı hissettiğim an buydu galiba. Göğsüm bir şişti bir şişti. Sever beni travesti kardeşlerimiz. Gerçi bir kere de Gülsuyunda gözümüze kolonya sıkmışlardı ama onu saymıyorum. Yakışıklı demeleri daha can alıcı."

Bahar, İbo'nun konuşurken kendinden geçişine güldü. Sonra kendini topladı adam. "Sen gene de o sokaklara girme. Ben bir an doğmamış çocuklarımın geleceği için endişe etmiştim. Ne diyorduk biz?"

"Çiçeğinin havasından ama aynı zamanda sıcakkanlı olmasından bahsediyorduk."

"Ha!" dedi İbo. "Öyledir çiçeğim. Sıcakkanlıdır, mis kokuludur. Gerçi bana bok muamelesi yapar ama senin için Ozan referans olunca değişmiştir işler..." dedi İbo. Sonra Ozan'ın bu konuda kendisini tembihlediğini hatırladı. Bilmiyor gibi yapmak ne zordu. Kendi usulünce kıvırdı. "Ya da üstünü başını beğenmiştir. Öyle olunca da çok tatlı olur çiçeğim."

"Galiba bir tek saçımı beğenmedi," dedi Bahar. Sonra gözlerini açıp büyük bir havadis verir gibi yan tarafında oturan İbo'ya baktı gerisingeri. "Bana seni benim kuaförüme götüreyim dedi. Hatta gelecek hafta boşmuş, buluşalım dedi."

"Vay vay vay demek o kadar etkiledin ha insanları..."

Gözlerini örtüp tebessüm etti Bahar. Hatta saklayamadı, dişleri de göründü. "Sen beni giderken görecektin. Düşüp bayılacağım sandım. Masaya oturduğumda ellerim zangır zangır titriyordu. Ozan olmasa koşarak çıkar giderdim oradan. Koşarken de kesin düşerdim. Tam benlik iş olurdu. Ama sonra... Ne bileyim benden çok başkalar ama kötü de değiller sanki. Erdem mesela. Nasıl sıcakkanlıydı. Kızlar da öyle. Bir Çiğdem biraz mesafeliydi ama sıcakkanlı olmalarını beklemediğimden o bile tiksinen gözlerle bakmadı bana. Galiba fazla önyargılıyım insanlara karşı..."

"Ben de biraz şişirmiş olabilirim seni. Neticede sen kızsın. Bir de biraz çeki düzen verdiysen kendine... Ama işte bir Melis olmak kolay değil." Sırıttı İbrahim. "Yaz biteli kaç zaman oldu bak hâlâ kızarmış piliç gibi dolanıyor çiçeğim. Gördün değil mi akşam sırtını? Nasıl ama? Tam bir bitter çikolata."

İnledi Bahar. "Hatırlat bana bir sonraki buluşmamızda o kıyafetlerle nasıl üşümediğini mutlaka soracağım. Herkes benim gibi yatak döşek yatıyor olamaz değil mi?" Olduğu yerde titredi Bahar. Sonra yeni bir şey geldi aklına. "Bir de bir insanın çevresi nasıl bu kadar geniş olabilir İbo? Diğer masalar, gelen geçenler, garsonlar falan hep selam veriyor Melis'e. Yani diğerlerine de veriyorlar da Melis aşağı Melis yukarı. İki laf edeceğiz hop biri geliyor masaya. Tanımadığı insan yok çiçeğinin."

Derin bir iç çekti. "Öyledir," dedi İbo. "Çiçek güzel olunca kokusunu herkes seviyor işte. Bir biz k..."O sırada açıldı kapı. "Ben geldim!" diye yükseldi Ozan'ın sesi.

Bir hışırtı, bir tıkırtı. Bir göz açıp kapama anı kadar kısaydı. Sırt çantasını yere bırakan adama ayakkabılarını iterek ayağından çıkardı. Ceketini çıkarmada hızlı adımlarla girdi salona. "Bahar," dedi. Sesinde ürkek bir telaş vardı. Öğle arası biterken telefonda "Bahar hasta," demişti İbrahim. Ne demek Bahar hastaydı? Bütün gün mahallede Bahar'a süt ısıtıp çay içirmişlerdi. Akşam olmak bilmemişti.

"Bahar?" hızlı adımlarla salondaki koltuğa kurulmuş hasta yatağına ulaştı Ozan. "Bahar?" dedi yeniden. "Neyin var? N'oldu sana?"

Kendisine hiç bakmayan Ozan'a Bahar'dan önce cevap verdi İbrahim. "Pişik olmuş."

Ozan başını kaldırıp sahi mi dercesine bakınca da kahkahayı bastı. Ozan usanmış gözlerle döndü Bahar'a. Yanı başına oturmadı da eğildi. Kimse bir şey demese de belliydi kızın halinden. Başındaki bereyi saymazsa -ki bu aslında komik bir görüntüydü- yanaklarını ilk kez bu renkte görüyordu onun. Küçük çocukların yanaklarını annesinin rujuyla boyaması gibiydi.

"Bahar?" dedi bir daha. Kızın gözleri açılıp kapandı. Kıvrık kirpikleri ağır ağır hareket etti. Bakarken gülüverdi Ozan. Eli kızın yanağına uzandı. Sıcaklıkla çekti o eli. "Ateşin mi var?" deyip bu kez bere altında kalan alnına uzandı. Sonra dudaklarını uzattı oraya. Bahar'ın gözleri örtülürken. "Ateşin var," dedi. Yan tarafta oturan İbrahim ise "Vay be!" dedi.

"Modern tıp seni alkışlıyor şu an. Öpücükle ateş tespit ettin ha!"

Bir eli adamın dizine yumruk atarken gözünü yuman Bahar "Kavga etmeyin," dedi. Sesi biraz daha ince ve yumuşaktı. İbo güldü.

"Ozan gelince de bir nazlandı senin sesin ha. Sabahtır travesti gibi konuşuyorsun yanımda."

Gözlerini kocaman açıp başının üstünden İbo'ya baktı kız. "Yoo," demeye çalıştı ama Ozan'ın eli bir yerlerine dokununca ona döndü Bahar. "Zahmet etme sen buna cevap vermeye," dedi Ozan. "Müsaadenle iki dakika döveyim ben onu."

"Gel lan!" dedi İbo. "Gel şöyle mutfağa doğru fırlatayım seni. Bahar acıkmış, bir yemek falan yap bize."

Dalaştılar. Bahar yattığı yerden iki kere yapmayın dediyse de sesi duyulmadı. Sonra görüş alanından çıkana kadar gülerek onları izledi kız. Koridorda yükseldi sesler. Ozan İbrahim'in karnına vurmuş olmalıydı ki "Göbeğime vurma lan!" dedi adam. Sonra İbo Ozan'ın kıçına bir tekme atmış olmalıydı ki "Böyle kıçına tekmeyi yersin," diye devam etti İbrahim. "Kıç" kelimesi bir görsel olup da geçti Bahar'ın zihninden. Görmemek için gözlerini yumdu kız. Ağır bir utanç kokusu sardı her yanını. Yanaklarında renklenmeliydi bu kelime ve bunun için hastalığına şükretti.

Gözünün önündeki resimden kurtulmak isterken dudaklarını yaladı. Ah gitmiyordu işte! En iyisi bir sonraki resme geçmekti. Soğuk bir banyoda yıkanan yalnızlık. Evet, bu sarsıcıydı. Yutkundu. Yüzü düştü. "Rüyaydı," dedi kendisine. "Buna bütün kalbinle inan ve unut."

Bir sarsıntıyla açtı gözlerini. Küçük bir deprem gibi yanına döndü Ozan. "Kalk bir duşa gir desem..." Fikri bile dişlerini titretti kızın. Daha sıkı sarıldı yorganına. Onun üstündeki battaniyeye de asıldı. "Ağrıyan bir yerin var mı?"

"Ck," sesi duyuldu. Sonra "Boğazım," dedi ama bu önemli değilmiş gibi "Ayaklarımı hissetmiyorum," diye ekledi.

Kapıya yanaştı İbo. "Sen bir de boğazını gör," dedi. "Bademcikleri daha iyi duran kırk yıllık sigara bağımlıları görmüştüm. Ne içirdiniz bu kıza ağzının içi adeta akciğer grafisine bakmak gibi."

"Aç bakayım ağzını," dedi Ozan.

İbo seslendi kapıdan. "Aç ağzını Bahar, doktor geldi eve." Ozan arkasına dönüp baktı İbo'ya. İbo seslendi. "Lan biz sabahtır saklambaç mı oynuyoruz. Baktık herhalde. Akut farenjit işte. Diğer adıyla göt donması. Romantik yağmur yürüyüşü, virüs partisi, kasımda çıplak ayak fetişi, daha sayayım mı?"

"Ck," dedi Ozan. Önüne döndü, uzanıp öptü Bahar'ın yanağını. "Ne pişirelim?" dedi. "Ne çekiyor canın?" Gözlerini açtı kız. Çok yakındı Ozan. Sıcaktı da nefesi. Nasıl iyi geldi. Yutkundu. Yutkunurken boğazı acıdı. "Aç değilim," dedi ama neden bilinmez Ozan'ın yanında şımarası geliyordu. Kızdı kendine. Sabahtır İbo'nun yanında davranmadığı gibi davranıyordu.

"Tamam," dedi Ozan. "Birazcık gözlerini dinlendir. Kulaklarını da tıka. Şimdi ben İbo'nun ağzına sıçıp yemek yaparım."

Ayağa kalktı. Ardına dönerken "Gel lan buraya!" dedi.

"Kıçımın doktoru!" diye bağırdı İbo mutfağa giderken. "Neyin var Bahar?" dedi inceltmeye çalıştığı sesiyle. Ozan'ı taklit ediyordu. "Kıçımın doktorusun işte!"

Gözden kayboldular. Bir tek çocuk görünümlü yetişkin kavgaları kaldı geriye. Bir de "Kıçımın doktoru!" "Kıçımın doktoru!" "Kıçımın doktoru!" "Kıçımın doktoru!" "Kıçımın doktoru!" nidası.

Gözlerini örttü Bahar. Soğuk banyo duvarları, ıslaklık. İçi titredi. Sonra bir de "kıç" geldi aklına. Ter bastı boynunu.



*



Bugün marketten siyah beyaz çikolata aldım. Şu büyük boy kavanozda ve iç içe olanlardan. Sütlü ve beyaz çikolatanın koyun koyuna girdiği. Eve gelip onu kaşıklamadan önce uzun uzun seyrettim. Beyaz olan saat akşamın dokuzu olmadan yatağına girmek isteyen ama aynı zamanda Ozan'ın kendisine sarılması için canını verebilecek Bahar'dı. Siyah olan ise odasına çekilirken Ozan'ı görmek istemeyen Bahar. Ozan birlikte uyumayacak mıyız derken onu duymazdan gelen ve bir an önce odasındaki tek kişilik yatağa atılmak isteyen Bahar.

Kavanozdan birkaç kaşık aldıktan sonra çikolatalar birbirine girdi. İşte bu hâl, Bahar kendi odasına çekildikten sonra Ozan'ın gelip onun saçlarını okşamasıydı. Aynı zamanda gecenin bir vakti uyandığında, yatağın bir ucuna oturup sırtını duvara veren, kucağına hazırlık kitaplarından birini alıp eğrilmiş sırtıyla uyuyakalan Ozan'ı gören Bahar...

Doğruldum, kitabı kucağından alıp yere bıraktım, elini tutup Ozan'ı yanıma çektim. Uyandı. Ama nerede olduğunu bile anlamadı. Üşüdüğümden öyle çok örtülmüş ve terlemiştim ki, kendi kokum bile beni rahatsız ederken o örtülerden birinin ucunu kendine çekip sarıldı bana. Uyuması anca saniyeler kadardı. Sarılması ömre bedel. Sıkış tepiştik. Boğazım acıyordu. Kalkıp su içmeyi çok istedim ama döndüğümde Ozan bana tekrar sarılmazsa diye korktum.

Aslında buna izin vermem saçmalık. İzin vermek ne demek, benim bunu sevmem bile saçmalık ama kendime söz geçiremiyorum ki. Belki gün içinde, evde değilken ve irademin en sağlam olduğu saatlerde bunu başarabilirim. Ama o evin sınırları içinde eriyip Ozan'ın avuçlarına akmaktan öte yaptığım bir şey var mı?

Sadece bir gece önce o banyoda Ozan'la girdiğim hali neyle açıklayacağımı bilmiyorum. Galiba ben dedemin sıklıkla söylediği gibi bir orospudan ibaretim. Dede kelimesi bile içimde öyle bir korku estiriyor ki, gözlerimi yumuyorum. Her an bir baston gelip öyle bacağıma ya da ayağıma değil, sırtıma inecek hatta başımı orta yerden ikiye ayıracakmış gibi geliyor, korkuyorum. Ve bu öyle bir korku ki cehenneme gitmekten dedemden korktuğum kadar korkmuyorum. Bu korkuya rağmen o banyoda ne işin vardı Bahar dediğimde ise sesim soluğum çıkmıyor. Dedemin anneme haykırarak "Orospu olmuş kızın," deyişi geliyor aklıma. Ağzından sarı bir balgam fışkırıyor, genzi içi kadar kirli çünkü. Ama ona hak veriyor ve bir daha söylüyorum. "Sen orospunun tekisin Bahar."

Gülesim geliyor çünkü onu bile beceremiyorum. Eline erkek eli bile değmemiş bir orospuyum ben. Ozan sırtını dönüp banyodan çıkıyor. Ben onun bornozuyla bakışıp duruyorum. Su tepemden akıyor ama beni ısıtmıyor. Üşüyorum. Donuyorum. Ölesim geliyor ama ölürken de Ozan'ın bana sarılmasını istiyorum. Kemiklerimi kıracakmış gibi sarılmasını. Ara ara saçlarıma dokunmasını, belki kolumu belli belirsiz okşamasını ya da bir bacağını benimkilerin üzerine sermesini.

Ozan sırtını dönüp çıkıyor banyodan. Ben onu çıplak görüyor ve nefes almayı unutuyorum. Adam gidiyor ve ben önünü döner mi diye düşünüyorum. Sen gerçekten vasat bir orospusun Bahar.

Sonra hasta oluyorum. Ne haddimeyse şımarmak istiyor canım. İbo ile laklak yapıp Ozan gelince nazlanıyorum. İbo gidince bir dirhem bile aç olmayan karnım tatlı çekiyor. Ozan bana waffle almak için evden çıkıyor. Çünkü paket siparişler kutunun içinde hamurlaşıyor, meyveler güzel olmuyor. Ozan üşenmeden çıkıyor. Bahar tavana baka baka gülümsüyor. Aşık ötüyor, Bahar ona bakıp daha çok gülümsüyor. Narin'e bakıyor. Onu kıskanıyor ve tekrar ediyor; "Ama Ozan bana tatlı almak için evden çıktı." Bununla yetiniyor. Yine de gözü Narin'de. Çünkü Narin ve Aşık'ın çocukları oluyor. Onlar çiftleşiyor. Aşık, Narin'den hiç uzak kalamıyor, onu öpüyor. Aşık, Narin'e çok aşık. Kıskanır tabii Bahar. Kıskanır da kıskanmak senin ne haddine Bahar? Daha bir gün önce Ozan'la Çiğdem'in ahenk içindeki dansını gözlerinle gördün. Sen neye seviniyorsun yattığın yerde? "Ama Ozan bana tatlı aldı..."

Seviniyor Bahar. Ozan yalnız tatlıyla gelmemiş. İçi dışı rengarenk parlayan balonlardan almış bir de. "Bu ne?" diyor Bahar. Ozan "Kulenin önünde gördüm, hoşuma gitti, seversin diye düşündüm," diyor. Beraber terasa çıkıyorlar. Bahar'ın elinde bir tabak tatlı, şezlongun kenarına sıkıştırdığı balon ve sırtında iki battaniye oluyor. Ozan ince bir tişörtle. Bahar ara ara içeri bakıp Narin'le göz göze geliyor. Sanki nispet yapar gibi "Gördün mü?" diyor. "Ozan bana ne almış..." Oysa nispet, Narin gibi aşkla yoğrulmuş bir kadına sorulur mu hiç?

Sorular bitmek bilmiyor. Kavanozdaki çikolatanın dibini görüyorum. Artık siyah ya da beyaz değil kavanoz. Karışmış bir renk. İçim gibi. En iyisi hiçbir şey sorma Bahar diyorum. Hiçbir şey sorma ve yaşadığını kâr say. At cebine anılarını. Bir gün Ozan seni yakasından silktiğinde cebindekilerle idare edersin.

Ozan sabah beş gibi uyandı. Kalktı tuvalete gitti. Ben de uyandım ama o bunu fark etmedi. Tuvaletin kapısını örtmeden işedi. Sesleri takip ettim. Ellerini yıkadı ve ben onun nereye döneceğini beklerken hep dudağımı ısırdım. Gidip geniş yatağına kurulsa rahat ederdi. Ama bundan çok korktum. Bana dönsün istedim, bana sarılsın, küçücük yatağa sıkışalım. Ozan tuvaletten çıkıp koridora yöneldiğinde boğazımdaki ağrı nasıl büyüdü, uykum nasıl kayboldu anlatabilsem keşke. Sonra bir camın mermere dokunmasının sesini duydum. Su içti Ozan. Nefes almadan bekledim ve Ozan sessizce yanıma döndü. Üç kat örtünün altında beni bulması zor oldu ama uzanıp belimi sardı. Hareket etmedim. Uyandığımı anlamış mıdır bilmem. İyice yerleştikten sonra belimde duran elini çekip alnıma götürdü. Ateşimi yokladı, sonuçtan memnun kaldı mı bilmiyorum ama rahat bir nefes almış gibiydi. Beni kendine çekti boynuma sokuldu. Leş gibi ter koktuğuma eminim ama o, orada uyudu. Beni bir daha uyku tutmadı.

Okula vardım Leyla, derse girdim Leyla, ilk kez ders boyu hiç ders dinlemedim. Hep Leyla. Ebruş mesaj atıp öğlen kantinde buluşalım yazmış, ben yine Leyla.

Öğlen oldu, bir tost aldım kendime. Ebru'nun gelmesine epeyce zaman vardı. Kantin kalabalıktı. Hava da soğuk. İçeride yer bulamayıp bahçeye çıktım. Çayın sıcaklığıyla bir köşede avunurken bahçe girişinde bir kız gördüm. Hem tanıdık hem yabancı.

Lale'ydi. O kadar zayıflamıştı ki, yanımdan geçse tanır mıydım bilmiyorum. Saçları iyice sararmıştı. Fönlüydü. Çok uzamıştı. Kısacıktı eteği. Çizmeleri ucuz şeylere benzemiyordu. Çok baktım ona. Hem de ne çok. Kendi içimde bile dalga geçeceğim bir kilosu kalmamıştı. Kıyafetlerine laf söz edecek olsam bunu da beceremezdim. Lale değişmişti. Bunu kabul edip kendime baktım. Dersaneye giderken de bu kotu giyiyordum. İçine bir de tayt giymiştim. Kazağım sosyete pazarındandı. Boğazım ağrıyor diye içine de bir tülbent sarmıştım. Saçlarım geceden terliydi, yıkanmam lazımdı ama fikri bile üşüttüğünden onları örüp öyle çıkmıştım. Elimde çaya düşen aksimi gördüm. Fırlayan saçlarım çayda yüzen bir orman gibiydi. Baktım, inceledim, kendimle kavga ettim ve sonunda...

Ben bu işi beceremiyorum galiba. Lale İstanbullu olabildi, ben sınıfta kaldım. Kabullenmem gereken şey tam olarak bu. Çay boğazımı ısıttı. Kılık kıyafet meselesini bir kenara bırakırsak beni asıl şaşırtan şey Lale'nin elinde sigara görmekti. Gözlerimi dikip bakakaldım. Sevmezdim ama kaç yıllık sıra arkadaşımı iyi tanırdım. Lale kim sigara içmek kim. Ailesinin bilmediğine adım gibi emindim.

Bir de yalan değil ben bir kadının elinde sigara görmeye bile alışkın değilim. Şavşat'ta bir kadını sigara içerken hiç görmedim. Edebiyat öğretmenimizin içtiğini biliyorduk çünkü sınıfa girdi mi arkasından gelen ve burnumu yere düşüren o kokuyu duymamak mümkün değildi. Ama gözümle görmüş değildim. Sigara içen kadın resmiyle İstanbul'a geldiğimde tanıştım. Burada yaşı fark etmeksizin kadınlar da sigara içiyor. Kadın erkek ne farkı var demeyin. Dedeme soracak olursanız bir kadın sigara içiyorsa kesin orospudur. Lale de öyle.

Her neyse, gözlerimi ondan çekmem uzun sürdü. İbo'nun dediği gibi çaktırmadan insan kesmeyi beceremiyorum. Çok sonra o da beni gördü. Kısa bir an göz göze kaldık. Hiçbir tepki yoktu yüzlerimizde. "Biz artık koca kadın olduk," deyişi geldi kulağıma. Öyle bir şey demişti. "Biz koca kadın olduk ve sen hâlâ şimşekten korkan bir çocuk gibisin." Boğazım daha çok acıdı. Nefret ettiğimiz insanların haklı oluşunu kabullenmek zordur. Dışımdan söyleyemesem de içimden söyleyebiliyorum. Lale haklıydı. Çocuk olan, çocuk kalan, ayak uyduramayan bendim.

Üstelik Oktay'la yatan Lale fikri kafamda şekil değiştiriyordu. Lale eskisi gibi değildi. Oktay telefon ekranındaki keçi gözlü adam değildi. Bir cismi vardı artık. Kendi gözlerimle gördüğüm yakışıklı bir erkek. Lale ile yan yana gelişi ancak televizyonda izlediğim bir dizi olabilirdi ama gerçekti. Bir çark vardı, dönüyordu, insanlar değişiyordu. Aynı kalan, değişmeyen, yerinde sayan bendim.

Gözlerini benden çeviren Lale oldu. Duruşunu değiştirdi. Bir elini beline sarıp diğer kolunu ona yasladı. Elindeki sigaranın dumanı göğe yükseldi. Bir iki dakika sonra kantinden Melis ve Mina çıktı. Lale ile karşılaşmaları gürültülüydü. Ayaküstü konuştular. Melis ona gayet sıcakkanlı davranıyordu. Yutkundum. Sonra ayrıldılar, Melis ve Mina bana doğru yürürken elim ayağım daha da buz kesti. Gelip bana merhaba derlerse diye korkup başımı eğdim. Önümden geçtiler ve beni fark etmediler. Lale bana bir daha baktı. Yüzünde alaycı bir gülüşle. Nasıl kavga ettiğimizi hatırladım. Lale yine haklı çıkmıştı.

Onun haklı oluşu, bana üstünlük taslaması içimde bir yeri kamçıladı. Bir cesaret Melislerin yanına gitmek istedim. Daha bilmem kaç gün önce aynı masada eğlenen insanlar olarak bunu yapmam son derece olağan olmalıydı. Lale de görmeliydi bunu. Kalktım yerimden ama kantinin geniş camlarında kendimi görünce vazgeçtim. Bu halde yanlarına gitsem beni tanımayacaklarına çok emindim. İçimde filiz vermeye çalışan cesaret tohumlarını budadım, Lale'ye bakmadım ve Ebru'yu kütüphanenin önünde beklemeye karar verdim. Beraber kahve içtik ve ona önceki geceyi anlattım. Sadece güzel yanlarını. Tek başıma kaldığım soğuk banyoyu ve Ozan'ın kıçını değil.

Şanslıydım çünkü Ebru güç bela çıkan sesime acıyıp beni köşelere sıkıştırmadı. Böylelikle eve döndüm. Akşam için yemek yaptım. Ve o sırada Melis'ten gelen mesajla elim ayağıma dolaştı.

"Tatlım cuma gecesi girls night yapıyoruz. Ne planın varsa iptal et çünkü harika bir yer ayarladım. Erkeksiz mis gibi bir gece olacak."



*



Kapıdan gelen sesle şaşırarak "Ozan?" diye seslendi Bahar. Duştan yeni çıkmıştı. Başına doladığı havluyla mutfağa girip çayın demlenip demlenmediğini kontrol edecekti ve saat henüz sekiz bile değildi. Ozan bu kadar erken gelmezdi ki.

"Ben geldim!" diyen adamın yanına yürürken kalın hırkasına iyice sarındı. "Erkencisin," dedi adamı görmeden. Ozan ise elinde büyük bir pizza kutusuyla ayakkabılarını çıkarmaya çalışıyordu. "Aklım sende kaldı. Baktım okuduğum hiçbir boku anlamıyorum, ben de evde çalışayım dedim. İbo'nun selamı var, yarın beraber geleceğiz. Bugün mangal partisi varmış evde, ondan gelmedi."

Oysa Bahar "aklım sende kaldı" öbeğinden sonrasını hiç duymamıştı ki. Kollarını bağladı, çiçek oldu, gözü Ozan'da kaldı. Ozan yüklerinden arınıp Bahar'a baktı.

"Değişik bir pizza deneyelim dedim. Bunu önerdiler. Bir de beyaz şarap içelim bu akşam, özel bir şişem var, ikimize ayırdım onu. Banyo mu yaptın? Sıhhatler olsun ama şu saç kurutmama huyunu terk etmelisin bence çünkü hasta halinle bir de saçını kurutmazsan kolay kolay iyileşebileceğini sanmıyorum. Saçım kabarıyor falan deme. Onları yine gemici düğümü yaparız lütfen önce saçını kurut. Narin n'aber? Aşık yine başını şişiriyor değil mi? Oğlum sen susmak bilmez misin?"

Salona girdi adam. Elindeki büyük kutuyu koltuğa bırakıp kafesin başına çöktü. Suyu ve yemi kontrol etti. Bahar'ın bunları tazelediğini görünce başını kıza çevirdi. "Oğulcan'la konuştuk. Hasta olduğunu duyunca geçmiş olsun demek istemiş ama seni aramaya cesaret edememiş. Uygunsan akşam konuşmak istermiş beyefendi. Uygun olur musunuz Bahar Hanım?"

Göz göze geldiler. Bahar kapı eşiğinde durdu, duvara yaslandı, gülümsedi ve "Olmam," dedi. "O kadar meşgulüm ki Oğulcan gibi elma yanaklı beylerle görüşecek zamanım yok. Hiç yok."

"Peki," dedi Ozan. "Ben kendisini uygun bir dille reddederim. Zamanınızı çaldığım için kusura bakmayın. Elçiye zeval olmaz." Konuşurken kızın üzerine yürüdü. Sonra başındaki havluyu çözdü. Havlunun iki yakasıyla kızın saçlarını kurulmaya çalışırken çenesini kızın alnına yasladı. "Saçlarını kurut lütfen," dedi. "Hemen," diye ekledi.

"Sesim travesti gibi çıkmıyor sanki bugün?" diye sordu kız. Burnu iyi koku almıyordu iki gündür. Buna rağmen adamın boynundan gelen kokuyu duyabiliyordu. Güzel bir parfümdü bu. Akılda kalıyordu. Ozan yanında olmasa bile zihni ona bu kokuyu getirebiliyordu ama şimdi kanlı canlı karşısındaydı. Doya doya içine çekti.

Ozan olduğu yerde hiç kıpırdamadan "Dürüst mü olayım?" dedi. Gülüşü içtendi, Bahar da katıldı ona ama sonra öksürdü ve Ozan bir adım geri attı. "Saçını sen mi kurutursun ben mi yapayım o işi?"

Yüzünü buruşturdu Bahar. Ardına dönüp banyoya girerken "Bu arada," dedi. "Melis mesaj atmış bugün. Cuma akşamı kız kıza çıkalım yazmış."

Ozan Bahar'ı duyduğu an salondan çıkıp koridora yürüdü. Banyonun kapısına kadar yanaşmadı, tereddüde düştü. Bahar kızlarla dışarı çıkarsa... Kendisi olmadan... Rahat eder miydi, huzursuz olur muydu, incinir ya da kırılır mıydı, kötü bir şey olur muydu? Neden rahat etmesindi? Neden huzursuz olsundu, neden kırılsın ya da incinsindi? İbo geldi aklına. İbo kırılmıştı zamanında. Ama aynı şey değildi. Kızlar Bahar'a karşı gayet sıcakkanlıydı. Bahar mutlu ayrılmıştı geceden ve en mühimi dans ederlerken Çiğdem, Bahar'ı sormuştu kendisine. Kim bu kız diye değil, niçin senin evinde, ne önem arz ediyor diye. Sakınmamıştı Ozan. "Kalacak yer sıkıntısı yaşıyordu ev arkadaşı olduk. Sadece arkadaşız. Öyleydik yani. Ama şimdi bir şeyler değişti," demişti. Kız üsteleyince de "Benim için özel biri," demişti Bahar için. "Henüz adlandırmadık ama sadece arkadaşım değil."

Haliyle Bahar'ı merak ediyor ve tanımak istiyorlardı. Bu doğal ve olası bir şeydi. Ürktüğü ise Bahar'ın yanında olamamaktı. Hani Bahar'ın bir ihtiyacı olurdu ve küçücük bir şey sormak için bile kendisini yanında isterdi, arardı, varlığı güç verirdi... Koridorda sürüklediği ayakları durunca "Saçmalama Ozan," dedi kendisine. "Sen onun annesi ya da babası değilsin. Bahar'ın nasıl büyüleyici bir havası olduğunu biliyorsun. Konuşmaya başlayınca nasıl içten, nasıl doğal ve albenili olduğunu biliyorsun. Kızlar onu sevecek elbette..."

"Yine de..." diyen bir yanı vardı. Üzerinden bir toz gibi silkeleyip atmaya çalıştı onu. "Gidecek misin?" dedi banyonun kapısına yanaştığında. Saç kurutma makinesinin gürültüsü doldu aralarına. Bahar upuzun saçların arasına karışmış, nemli tutamlarla boğuşuyordu. Makinenin verdiği havanın yarısı boşa gidiyordu güldü adam.

"Aslında gitmem diyordum ama daha ben cevap yazmadan doğru düzgün sohbet edemedik geçen akşam, bu sefer farklı olacak yazmış. Açıkçası bu beni daha çok korkuttu. Müziğin arkasına gizlenip konuşmamak iyiydi. Şimdi konuşmam gerekirse vay Bahar vay."

"Gitme o zaman," dedi Ozan. Bir yandan da kapıda duramayıp içeri girdi. Bahar'ın uçuşan saçlarına uzattı elini. Makineyi onun elinden alırken sanki bu devir için sözleşmiş gibiydiler. Ozan önce saç diplerine yöneldi kızın. Bahar elleriyle yüzünü açtı, sonra o elleri lavabonun ortasına yasladı. Kıpır kıpırdı parmakları.

"Ama böyle çağrılmışken reddetmek çok kaba olmaz mı?" dedi.

Başını sadece iki yana salladı Ozan. Tereddütleri konuşmasının önüne geçiyordu. Ne git diyebiliyordu kıza ne de gitme. Ne gerek var dese...

"Bir de benden hoşlanmasalar çağırmazlar sanki. Çağırdıklarına göre hoşlanmışlar demektir. O zaman ben gitmeyerek burnu büyüklük yapmış olurum gibi."

Gözlerini kızın saçlarından çekip ellerini ve makineyi durdurmadan aynaya baktı Ozan. Bahar'ın siluetiyle göz göze geldi ve "Hastasın Bahar," dedi. "İyileşmedin daha."

"Sesim çıkmıyor ama düne göre iyiyim. Hem cumaya da çok var daha."

"Çok içmek de iyi gelmiyor sana."

"Çok içmem ki. Hem o gece bile bir şey olmadı."

"Kusmuşsun dün sabah."

"İbo mu söyledi?" dedi kız. Biraz bozuldu yüzü.

"Önemli mi bu?"

Aynada birbirlerine baktılar. Ciddiydi yüzleri. Sonra tebessüm etti Bahar. "Senle beyaz şarap içmemi istiyorsun ama kızlarla içmeyeyim öyle mi?"

Birkaç saniye sustu Ozan. "Ben öyle bir şey demedim. Sadece hasta olduğun için demiştim. Yo..."

"Gitmemi istemiyorsun," dedi Bahar. Soru soruyordu aslında. Bir de Ozan'ın her zamanki akıcı söylemlerini duymak istiyordu. Takılmıştı adam. Bir şey mi vardı? Siyah çikolata beyazı azarladı. Neydi bu görüşme arzusu? Ne sanıyordu kendini? Bir gece Ozan onu koluna taktı da arkadaşlarına takdim etti diye Oktaygillerden biri mi olmuştu? Hadi sıkıyorsa bugün çıksaydı kızların karşısına... Kantinde selam verebilseydi onlara... Ama yoktu cesareti. İlle allanıp pullanacaktı. O halde bile fersah fersah uzaktı onlardan. Lütfedip yüzüne baktılar diye kendisine güveni mi gelmişti. Ne salaklıktı ama!

"Onu nereden çıkardın?" dedi Ozan. Göz göze geldiklerinde Bahar'ın içini okudu. Asıl bu vesveselerle Bahar'a zarar veren kendisiydi. Balkonuna konmuş ürkek bir kuşu dalından aşırmaktı yaptığı şey.

"Elbette git. Görüşün, buluşun. Bu beni daha da çok mutlu eder ama iyi değilsin diye korktum ben. Daha da hasta olmanı istemem."

Aynadaki yüz hâlâ ikna olmamıştı. "Sana benimle ilgili bir şey mi dediler?" dedi bu kez Bahar. Öyle ya "kıçlı" sabah sonrası akut farenjit ile ilgi odağı olmuş, şımardıkça şımarıştı. Ama Ozan'a o geceyle ilgili hiç konuştunuz mu, dememişti. Belki nefret etmişlerdi kendisinden. Belki gülünç ve basit bulmuşlardı. -Aslında olan da buydu ya!- Öyle bir şey varsa Ozan kendisine bunu söylemezdi ki. Ondandı belki de aynada gördüğü bu ifadesiz yüz. Gitmesini istemiyordu aslında. O zaman Melis neden kendisine mesaj atsındı ki? Kafası karıştı.

Kurutma makinesi saç diplerini yakarken başını çevirip öyle baktı Ozan'a. "Benim hakkımda olumsuz bir şey söyledilerse lütfen o..." durdu Bahar; bir elini adamın göğsüne koydu, oraya baktı ve sonra Ozan'ın gözlerine döndü. "O yumuşak yürekli adam ol ve bana dürüstçe söyle olur mu? Üzülmem. Gerçekten üzülmem ama bilmeliyim."

Ozan korktu. Evet tereddütleri vardı ama hiçbirisi Bahar'ın kendisini kötü hissetmesinden daha önemli değildi. Gülümsedi. Makineyi kapatıp lavaboya bıraktı. Elleri kızın yanaklarına uzandı. Yüzü avuçlarının arasında öyle küçük kaldı ki, plansızca öptü kızın burnunu. "Neler yazıyorsun o küçük kafanda kendi kendine?" dedi.

"Onlarla telefonda bile konuşmadım. Hastaneden çıkıp doğruca sana geliyorum iki gündür görmüyor musun? Sadece hastasın diye endişelendim. İçersin, daha kötü olursun, üşürsün daha uzun sürer iyileşmen. Buydu korkum."

"İçmem," dedi Bahar. "Valla içmem. Hastayım der içmem. Çok durmam da zaten. Bir saat oturur, dönerim eve. Sadece..." Sustu Bahar. Damaklarını yaladı. "Sadece kırk yılda bir gelen arkadaş teklifini geri çevirecek kadar zengin değilim. Hele ki bunlar senin arkadaşlarınsa... Ne derler sonra... Anlıyor musun?"

Bahar'ın dağılmış, karışmış ve kabarmış saçlarını zapt etmeye çalışan Ozan gülümserken "Senden daha değerli değiller," dedi. Samimiydi. "Sakın kendini onlardan daha değersiz görme." Derin bir nefes aldı. Öksürdü Bahar. Sonra gözlerine bir canlılık katmaya çalışarak "O kadar kötü olmaz belki," dedi.

"Sıçıp batırmam bir şeyleri. Geçen gece de çok korkmuştum ama güzel geçti. Belki yine öyle olur. Sadece bu defa..." Sustu Bahar.

"N'olmuş bu defa?"

"Ayağıma sandalet giyemem," dedi Bahar. "Kesin donarım. Zaten Melis'e bu havada o kılıkta nasıl üşümediğini mutlaka soracağım. Sahi Ozan," bir nefes aldı. "Ben ne giyeceğim?"

Bir tutam saç elektriklendi adamın avucunda. Çekmedi elini ve saymaya başladı. "Tayt üstüne kot. Ayağına iki kat çorapla bot. Kazak ve mont. Bir de bere takarsan iyi olur. Sırt çantanda da şemsiye. Ha bir de İstanbulkart yanında olsun. Taksi için beni de kullanabilirsin ama ben joker olarak eve döndüğünde seni ısıtmak için hazır beklemeyi tercih ederim."

"Evet, bu kılıkta beni tanımayacakları ya da tanımazdan gelecekleri kesin olurdu. Ama... Keşke seni cebimde taşıyabilsem," dedi Bahar. Ozan güldü. "Aslında ben de cep boy Bahar olsun isterdim. Bütün gün seni cebimde taşımak ve eşede köşede senle sohbet etmek iyi olurdu. Kuş gibi şurada dururdun. Göğsünde bir cep varmış gibi sağ yanını gösterdi adam.

"Beraber ameliyata da girer miydik?"

"Düşüp bayılırsan n'olacak?"

"Aslında geçen gün bir asistan, mezun olunca kendimizi bir laboratuvarda bok, sidik, balgam incelerken bulabileceğimizi söyledi. O yüzden bir yerden başlamam lazım sanırım."

"Gerçekçi bir yorum olmuş ama ameliyat denince aklına bok, sidik ve balgam geliyorsa, ameliyathaneye girdiğinde biraz korkabilirsin."

"Hastaneye adım attığım an korkarım ben. Hayatım boyunca hastaneye gitmediğimi sana söylemiş miydim? Bir kere dişçiye gittim, dolgu için. Onun dışında, ha sağlık ocağına da gittim. Bizim orada sağlık ocağı yok da mahallelerde var. Bir sürü yol gitmiştik onun için bir de iğne yemiştim. Kısaca hastane fikri bile çok korkunç."

"Sağ ol!" dedi Ozan. "İş yerime ziyarete de gelmeyeceksin anlaşılan."

Bu kez hayati bir fırsatı kaçırırmış gibi "Gelirim," dedi Bahar. Sonra ekledi. "Ne zaman geleyim?" Ama daha da sonra düzeltti. "Yani istersen. Daha doğrusu gerekirse gelirim."

Ozan gözlerini havaya kaldırdı. "O zaman," dedi. "Lütfen," diye ekledi. Gözlerini kocaman açmıştı. "Randevu defterini kontrol et ve yirmi kasımın boşsa hastaneye ziyaretime gel. Ben de o gün mavi çizgili gömleğimi giyer bir de üstüne küpe takarım." Yirmi kasım iyiydi çünkü baş başa tatillerinden dönmüş olurlardı. Aynı gün hastaneye gidecekti Ozan ve Bahar da gelirse... bayram kokusu sardı mahalleyi. Ama yalnız mahalleyle olmazdı. O gün hastanedeki arkadaşlarına Bahar'ı takdim etmek, eh bir de gün arası Bahar koklamak fazla güzel olmaz mıydı? Heyecanlandı. Konuştukça gamzesi belirdi.

Bahar ona baktıkça ağzını kapalı tutmakta zorlandı. "Neden?" dedi bulduğu ilk fırsatta. Ayın yirmisi dediği on üç gün sonrasıydı. "Çok var daha" dedi kendisine, içinde bir yer merakla kaşındı. "Ne var ki o tarihte?" dedi bu kez.

Ozan kendisine kızdı. Şu sabırsızlığı neredeyse bütün sürprizi bozuyordu. Topladı kendisini. "Hiç," dedi. "Hastanedeki arkadaşlarımdan birinin doğum günü var. Tam kadro orada oluruz. Herkesle tanışmış olursun. Ondan yirmisi dedim. İstiyorsan hemen yarın gel."

Davet edilmenin eşsiz tadıyla "Yok," dedi Bahar. "Önce sesim bir düzelsin." Heyecanını örtemedi. Oysa daha kaç saat geçmişti şu banyoda tek başına kaldığı sabahın üzerinden? Kırk sekiz saat dolmuş muydu? Beyaz çikolataydı şimdi aklı. Bir kaşık gelip onu karıştırmamış, yememişti.

"Pekmez içmen lazım onun için. Bak bana. Nasıl da taş gibiyim..."

İstemsizce adamın bedeninde gezdi Bahar'ın gözleri. Utanç doldu içine ve bunu fark eden Ozan kollarını kızın belinden sırtına sürüdü. "Hem," dedi onu kendine çekerken. "Elimde harika bir Şavşat pekmezi var. Tadına doyum olmuyor. Aslında onu kendime saklamayı seviyorum ama senin için küçük bir torpil yaparım."

Bir eli Bahar'ın kabaran saçlarının arasında kayboldu. Bahar aynaya sırtını dönmüş, saçlarının halinden uzaklaşmıştı. Şimdi Ozan'ın yörüngesindeydi. Bu yarı körlük demekti. Işıklıydı Ozan. Ona bakmak kızın gözlerini kamaştırırken, ruhunu tatlı bir uykuya çağırıyordu. "Pekmez değil de pizzanı paylaşsan?

Bir süre göz göze kalıp nerede olduklarını ve ne yaptıklarını anlamak için beklediler. Sonra "Ha pizza!" diyerek geri çekildi Ozan. Ama kapıda durdu. Ardına döndü. "Saçlarını kurutuyorduk," dedi. Bahar "Ha," diyerek saçına uzandı. "Kurumuş sanki," dedi. Lavabodaki makineye tutacakken elinden düşürdü. Yerden alırken başını lavaboya çarptı. Canı acıdı, Ozan onu sarmaladı, yek beden çıktılar banyodan.

Aşık öttü, Narin sustu; Galata sadece seyretti.



*



Bazen bir şeyi yapma fikri insana iyi gelir. Yakın ya da uzak geleceği dair hayaller kurulur, planlar yapılır. Şunu yapacağım, şunu başaracağız, bunun için çalışacağız, bu olacak, şuraya gideceğim. Bunun gerçekleşeceğine inanmak ve başardım duygusunu hayallerde bile olsa tatmak ruha iyi gelir. Fikrin eyleme dökülmesi zamanı geldiğinde, hayali kurulan o adımları atmaksa zor mu zordur. Zihin mevcut konforu kaybetmekten endişe duyar, yorgun ayaklar adım atmaktan imtina eder, yenilik fikri taze bir nane gibi ruhu ferahlatsa da onu ağızda tutmak zordur; korkarız.

Bahar, otobüsten inip yürüdüğü yol boyu verdiği kararın her yanını çekiştirip dururken pek uzakta gördüğü yaya geçidine yürümeden karşıya geçmek istedi. Sağını ve solunu defalarca kontrol ettiği ve hatta beraberinde başka insanların olduğunu da gördüğü halde caddeyi aşmakta zorlandı. En yakındaki far ışığını gördüğünde ayakları durmak ve teslim olmak istedi. Karşıya geçtiğinde kalbi deliler gibi atıyor, beyninin her hücresi ona geri dönmesini buyuruyordu. Fısıltı denmeyecek kadar yüksekti sesleri.

"Geri dön aptal, Ozan yokken bunu başaramazsın. Neden kabul ettin ki? Vazgeçmek için geç değil. Geri dön. Hasta olduğunu söyle. Bir bahane bul, geri dön. Tek başına yapamazsın. Sen onlarla nasıl sohbet edebileceğini düşünürsün? Ne anlatacaksın onlara? Nazlı'dan mı bahsedeceksin? Hocamgillere anlattığın hikayeler onlara söker mi sandın? Dön geri. Rezil olacaksın."

Ardına kaç kere döndü, kaç kere bir ileri bir geri gitti ayakları ve nefes almakta zorlandı... Başarma arzusuyla başaramayağına dair duyduğu inanç kanlı bir savaşa girdi. Bahar yara aldı, yolda kaldı. Matematik problemi değildi, çözülmüyordu. Çözemedikçe kendisinden nefret ediyor ve bu nefreti seviyordu. Ama bu aciz hali, koca bir semtin en canlı caddesinde yaşanacak şey değildi. Ağlama isteği bundandı. Ailesi tarafından veli toplantısında yalnız bırakılmış bir çocuk gibiydi. Ozan'ı aramak ve dönüyorum demek istiyordu. İşte o zaman inanç, arzunun karşısına geçip kah kah gülüyordu.

Haritaları kontrol etti. Evet, Melis'in dediği yer burasıydı. Şu sarı ışıklı tabela. Ozan burayı bilmiyordu. Hiç gitmedim, demişti. Melis'in seçimine biraz şaşırmıştı, pek Melis'lik yer değildi ama içten içe sevinmişti. Çünkü lüks bir gece kulübündense orta halli bir Irish pub Bahar'ı daha güvende hissettirirdi. Yine de kızı uğurlarken huzurlu değildi. Bahar'ın kendi iradesiyle gitmemesini bütün kalbiyle dilemişti. "Gitme," diyememişti çünkü bunu ima etmesi bile Bahar'a kendisini kötü hissettirmişti. Ama ondan aldığı sözler vardı. Alkol almayacaktı Bahar. Yahut bir, en çok iki bira. Ötesine geçmeyecek ya da alkolleri karıştırmayacaktı. Bu alması en kolay olan sözdü zira Bahar da içmek için yanıp tutuşmuyordu. Bunlardan da önce yemek yiyecekti. Aç çıkmamıştı evden ama yolu da uzundu. Bir şeyler atıştırıp öyle içecekti birasını.

Bahar'ın aklında ışıklı bir levhaya yazılmıştı Ozan'ın sözü. "Bara gidiyorsun diye alkol almak zorunda değilsin. Menüyü iste ve alkolsüz içeceklerden harika bir kokteyl seç. Seversin, biliyorum. Ya da çay iç Bahar. Bu sana her zaman en iyi gelen." Tabelanın yanında çukur yanak Ozan resmi vardı. Güven, huzur, mutluluk!

Mekânın kapısına kadar geldi. Nasıl kalabalıktı cadde nasıl! Ayağındaki botlara baktı. Bunlar da Ozan işiydi. "Çok şükür," dedi bunun için. Yünlü çorap giymişti ayaklarına. Çorapları da botundan çıkarmıştı. Bu sayede üşümüyordu ayakları. Üstündeki siyah kısa elbise Ebruş'undu. Ödünç almıştı. Ne çok ince ne çok kalındı. Kabanı ısıtıyordu. Açıkta kalan boynuna Ozan bir fular dolayıp bağlayıvermişti.

"Nikaragua'dan almıştım bunu. Dağ tepe tırmanırken başıma ya da boynuma bağlardım. Ne zamandır kullanmıyorum, boynun üşümesin."

Sevmişti Bahar. Küçük bir yazma gibiydi siyah beyaz desenli kumaş. Evde tülbent bağlıyordu boynuna. Belki de dışarı çıkarken de o tülbenti bağlamasından endişe etmişti adam. Bu yüzden bunu vermişti kendisine. Siyah çikolata böyle diyordu. Beyaz olan ise Ozan'ı yanında hissedip mutlu oluyordu. Bundandı elinin devamlı boynuna uzanması.

Saçları Bahar saçıydı. Açık, uzun, dalgalı. Onları şekle sokacak takati yoktu, kuaföre gitmeye üşenirdi -bildiği bir kuaför de yoktu- ve en önemlisi Ozan saçlarının "çok güzel" olduğunu kim bilir kaç kez söylemişti.

Eve geç dönmeyecekti. Bu Ozan'ın ricasıydı. "Henüz iyileştin diyemeyiz, sabah kadar yorma kendini." Ozan bunu demese bile Bahar en fazla iki saat tanımıştı kendisine. Asıl isteği, bir saat görünüp kaybolmaktı. Bunu başaracağını umuyordu.

Işıklı tabelanın önünde o kadar uzun durmuştu ki, bir sürü insan kendisine çarpa çarpa yürümek zorunda kalmıştı. İçeri girenler, çıkanlar, öbek öbek kaldırımı kaplayan insanlar. Yerliler, yabancılar, gülenler, telefonla konuşanlar, tartışanlar, neler neler... Sonunda mekânın kapısında duran düzgün giyimli bir genç kadın yanaştı kıza. "Rezervasyonunuz var mıydı?" dedi. Bahar kısa bir an sendeledi. "Vardır herhalde," derken hemen ardından gelen kimin adına sorusuna cevap vermekte zorlandı. "Melis," dedi sonra. Soyadını söylerken dudaklarını ısırdı ve içeri buyur edilirken "Geri dön," dedi bir sürü ses aynı anda. "Geri dön çabuk!"

Sarı ışığın hâkim olduğu mekân aslında her yönüyle ayrı bir renk paletiydi. Koyu renk ahşapla sarı, yeşil ve altın renkleri öyle yoğundu ki, gözü kamaştı kızın. Duvarlardaki altın renkli çerçeveler, adım atana adeta bir saraya girdiğini düşündürüyor ama tavandan sarkan çok ışıklı yeşil avizeler, saray ağırlığını kırıyordu. Çünkü yeşil cam parçalarının her biri birer bira şişesinden ibaretti. Kiminin içinden bitkiler sarkıyordu. Fazla büyük ve gösterişli avizeler aynı zamanda iyi bir dekorasyonun parçasıydı. Ceviz rengi yuvarlak masaların etrafı aynı renk bar sandalyeleriyle kuşatılmıştı ve her birinin üzerinde büyük bir avize parlıyordu. Mekân dışarıdan görünenden çok daha büyük ve görkemliydi. Sağ yandaki cilalı ahşap merdivenlerle üst kata çıkılıyor ve üst kattan aşağısı görülebiliyordu. Sol yanda küçücük bir sahne vardı ve üzerinde kuyruklu bir piyano bekliyordu. Başıboştu. Kırmızı kadife perdeler vardı, uçlarından püsküller sarkıyordu ve tam orta yere daire şeklinde bir bar kondurulmuştu. Yüksek ceviz sandalyelerle çevrelenen dairenin ortasında bir çam ağacı gibi yığılmış alkol şişeleri göz alıcıydı.

Bahar öyle uzun kaldı ki girişte ona yol gösteren kızın sabrı tükendi. Üçüncü kez "Bu taraftan," dedi kız ve Bahar koşar adımlarla geri dönmeyi dilerken kızın peşine takıldı. İnsanlara baktı bu kez. "Normal" görünüyorlardı. Gülüşüyorlardı, sohbet ediyorlardı, içiyorlardı. Yutkundu. Daire şeklindeki barın çevresinden dolanmışlar, arka tarafına geçmişlerdi. Sonunda kendisine yol gösteren kızın "şurası" demesine gerek kalmadan gördü aradığı insanları. Dört kişilik bir masaydı. Melis, Çiğdem ve Mina çoktan yerleşmişti, önlerinde çeşitli bardaklar duruyordu. Kendisine ayrılmış sandalyeye baktı Bahar, Melis'le karşı karşıya oturacaktı. Göz göze geldiler.

"Aaa tatlım!" diyerek ayaklandı Melis. Sonraki saniyeler takip edilemeyecek kadar hızlıydı. Öpüşmeler, fazla uzun sarılmalar ve yer ayağının altından kaymadan boş sandalyeye oturabilme... Bir de şükretti Bahar. Melis öyle çok konuşmuştu ki, diğerleri de eklenince kendisinin kırık bir tebessümden başka bir şey yapmasına, demesine gerek kalmamıştı. Kabanını çıkarıp sandalyesinin arkasına asmaya çalıştı iki kez kaydı kabanı. Sonra yere düştü. Mina uzanıp kabanı sırtından yakaladı. Kaldırırken etiketine baktı. Güldü ve Melis'e baktı.

Bahar, Mina'ya teşekkür edip çantasıyla sabitledi kabanını. Telefonunu önüne alıp ellerini kucağında birleştirdi. Üç kızın yüzünden hızlıca geçti. Çiğdem keyifsiz duruyordu, diğerlerininse tüm dişleri meydandaydı.

"Otobüsle geleceğini bilsek seni taksiyle alırdık," dedi sonunda Mina.

"Çok beklettim mi?" dedi Bahar. Panikledi. Aslında sadece on beş dakika geç kalmıştı. Kaygıyla bir eli boynuna dolanmış beze dokundu. Sırtı terlemişti hızla yürürken. Saçı daha da üşütüyordu terli yerlerini ve boynuna bir el daha uzandı. Mina'ydı. "Ne güzel fularmış bu," dedi daha Bahar ağzını bile açmadan. Bahar'ın eli gerdanında kaldı. Mahcup bir gülüşle "Ozan'ın," dedi. Ve devam etti.

"Ben biraz hastayım da," Melis'e baktı burada. Gelmemek için hasta olduğunu söylerken bunu bahane saymıştı kız, "Bahane değildi, gerçekten hastaydım, daha da tam iyileşemedim. Ozan da boynum üşümesin diye verdi bunu."

"Ne güzel!" dedi Melis. Aynı anda Çiğdem'e çevirdi gözlerini. Çiğdem'in öfkelendiğini, kızın elinin önündeki bardağın ince beliyle oynayışından anladı. Salaktı Çiğdem, şu kıza prim veriyordu... Toparlansın diye gözlerini dikti ona. Çiğdem silkelendi. Sonra Bahar'a döndü.

"Ah ne güzel!" diye yineledi Melis. "Şanslısın çünkü komplimanda Ozan'dan daha iyisini görmedim."

Bahar, Melis'in tam olarak ne demek istediğini anlamadı. Ama aynı anda önüne getirilen menüyle sırtını dikleştirdi. Bir eli menüyü açarken diğeri aynı kaygıyla fuların küçük düğümüne uzandı. Her birinin önünde renkli bardaklar vardı. Görüntüleri sevimliydi, bunlar nedir diyemediği için menünün karmaşık sayfalarında göz gezdirmeye başladı. Melis ve Çiğdem'in gözleri arasındaki sessiz ama şiddetli sohbeti görmedi, duymadı. Alkollü içeceklere bakmadı önce. Alkolsüzleri bulamadı. Sayfalar arasında gelgit yaptığının farkındalar mıydı acaba? Telefonu titredi, ekranda Ozan'ın adını gördü. "Vardın mı?" demişti adam. Gülümsedi ama sıkıntılıydı.

"Karar veremedin mi?" dedi Melis sonunda. Bahar başını kaldırınca da devam etti. "Sen menüyü boş ver bence tatlım. Kafa karıştırmaktan başka bir işe yaramaz. Mesela ben hep başka masalarda gördüklerimden içerim."

"O senin maymun iştahından kaynaklanıyor, diyerek araya girdi Mina."

Melis önündeki Pina Coladanın nanesini çekip yaprağı iki dudağının arasına sıkıştırdı. Her birine bakıp "Huyum kurusun," dedi. "Azla yetinmek, makul davranmak ve arsızlık yapmamak gibi meziyetlerim yok."

"Onu biliyoruz canım!" dedi Mina ve Melis en aydınlık gülüşüyle "Bahar bilmiyor ama!" dedi. Sonra hızla sürdürdü konuşmasını. "Bu gecenin amacı da bu zaten. Birbirimizi biraz daha yakından tanıyalım. Öyle gece kulübünde kulaktan kulağa oynamakla olmaz bu. Mesela Bahar en sevdiği kokteyli söyleyerek bir adım atabilir."

Gözler üzerine çevrilince ellerini kucağında birleştirdi Bahar. İçinden "Hayır, hayır!" dedi. "Bana soru sormayın, ben yokmuşum gibi devam edin," dedi. Hâlâ kendisine bakıyorlardı. Menüde bira var mıydı? Vardı da yüz tane bilmediği bira markası görmüştü. Telefon jokerini kullanıp Ozan'a sormak istiyordu. Ama hâlâ kendisine bakıldığını fark edince, biraz utanıp sıkılarak "Aslında," dedi. Bir eli yine fularına uzandı. "Alkolle pek aram yok. Ben sadece bira içsem... Ama burada çok fazla bira adı yazıyor. En güzeli, yani en hafif gibi olanı söyleseniz, olur mu?"

İçindeki seslerden biri "Çay?" dedi Bahar'a. "Önce çay içecektin. Yemek, bir şeyler yiyecektin!" Haklıydı o ses ama karıştırmıştı işte sırayı. Toparlayabilir miydi?

"Ya da ben alkol almasam daha iyi aslında," dedi bu kez. "Sıcak bir şey içsem?" Ellerini masanın üzerinde birleştirdi. Tırnak etleriyle oynuyordu.

"Aaa!" dedi Mina ve Melis aynı anda.

"Girls night dedik aşkım. Bir gün pijama partisi yapar elimize sıcak çikolata alırız ama bu gece o gece değil."

"Ay evet!" dedi Mina ve Bahar'a döndü. "Melis'in evinde harika oluyor o partiler. En son sıcak çikolata içip porno izlemiş, sahne yorumlamıştık, harika bir geceydi."

Bahar cümlenin başında gülümserken sonunda panikle ellerini masanın üzerinden kucağına çekti. Dirseği Çiğdem'in oynadığı bardağa çarpınca, bardak devrildi, yuvarlanarak yere düştü ve masaya yayılan turuncu sıvı sağanak bir yağmur gibi Çiğdem'in kucağına döküldü. Bin özür çıktı Bahar'ın ağzından. Ayaklandı Çiğdem'le Bahar. Bir garson koştu yanlarına. Masa silindi de, Çiğdem'in elbisesi nafile bir renge büründü. Melis ve Çiğdem tuvalete gitti. Bahar'a lüzum yok, dediler ve Bahar titreyen dizlerle sandalyesine çöktü. Onların tuvalete gidişlerini seyretti usulca. Dokunsalar ağlardı da, Mina gülüyordu. Hatta bir şeyler anlatıyordu kız ama Bahar'ın kulakları kendi içindeki çığlıklardan başkasını duymuyordu. Kendisine hakaretler, kendisine ne kızgınlık ne öfke! "Beceriksiz aptal!" diyordu bir ses. "Beceriksiz aptal, otururken bile çam devirebiliyorsun. Seni çağırdıklarına şu dakika pişman oldular! Kovulmayı mı bekliyorsun. Kalk git şuradan."

Beş dakika sonra güle oynaya döndü Çiğdem ve Melis.

"Ne söylediniz?" dediler. Bahar başka bir özür dileme seansına kapılmıştı. "Ben söylüyorum senin yerine," dedi Melis. Bahar tek kelime etmeden boyun eğdi. Melis arkasını döndüğü an başlarında biten adama hızlıca saydı. Önce Çiğdem'e baktı. "Bir dry martini," dedi. Sonra Bahar'a çevirdi gözlerini, "Bir caipirinha," dedi. Bir kaşını havaya kaldırdı ve garsona dönüp bir shot da şampanya koyalım içine," diye ekledi. Bahar tam "Hayır ben yalnız sıcak bir şey..." diyecekti ki Melis Mina'ya döndü. Mina önündeki bardağı gösterip "Ben az sonra alayım," dedi ve Melis bütün sevimliliği ile garsona bakıp "Bana da bir orgasm," dedi. Garson sormadan da ekledi. "Muzla servis edilsin."

Kafasında bir sürü sesle baş eden Bahar, sağına ve soluna bakındı. Mina ve Melis bir şeyler konuşuyorsa da duymadı, dinlemedi. Kalabalık masalarda ne çok keyifli insan vardı. Piyanonun başına geçti bir adam. Ama aynı anda hareketli bir şarkı çalıyordu. Piyano ona eşlik etti. Gürültü vardı. Bar kalabalıktı. Işıklar güzeldi de tadını çıkaramıyordu. Belki buraya Ozan'la gelmiş olsaydı, ne güzel bir yer diyerek gülücükler saçardı ama şimdi ... Şu bardağı devirmeseydi bir ihtimal... Ama yok, şimdi koyu renkli bir baş ağrısı musallat olmuştu, onu aşamıyordu.

Telefonuna uzandı eli. Ozan'dan gelen mesaja cevap yazmak istedi.

"Vardım ve bir bardak kırdım bile. Her şey harika! En çok da ben!" Yazdı ve sildi. Sonra "Vardım merak etme," dedi. Bunu da göndermeden sildi. "Geldim, bir sorun yok," dedi sonunda. Mesajı gönderip başını kaldırdığında Çiğdem'le göz göze geldi. Gülümsemeye çalıştı ama aynı karşılığı çok geç gördü. Başındaki ağrı kuvvetlenirken "Eee," dedi Melis.

"Bizim çenemiz düşüktür, biraz da sen anlat. Neler yapıyorsun?"

Bahar, hipnotize olmuş gibi Melis'in parmaklarına dizilmiş yüzüklerine baktı. Siyah boyalıydı kızın tırnakları ama bir parmağına dizili üç yüzük vardı. Ne narin ne inceydi parmakları. Sanki kendi parmakları başka türlüymüş gibi beğendi onları. Soruyu unuttu bakarken. Daha doğrusu unutmak istedi çünkü buna verilecek bir cevabı var mıydı? Okula gidiyorum, okuldan çıkıp kütüphaneye geçiyorum ya da evde yemek yapıyorum gibi cevapların bir değeri olur muydu?

Bunları söylememek için "Parmakların ne güzel," dedi kıza.

Doğrusu hoşuna gitti Melis'in. İçinde bir ılıklıkla "Kuaföre gideceğiz beraber," dedi. "En yakın zamanda gidelim hatta," diye de devam etti. Üç kokteyl geldi masaya.

Bahar önüne konan, buz ve yeşil limon dolu bardağa baktı uzun uzun. Kızların önündekiler gibi şekilli bir bardak değildi bu. Büyük bir su bardağını andırıyordu ve tutmak için bile fazla soğuktu. Boğazına iyi gelmezdi ki bu! "Oyunbozanlık yapma sakın," dedi içindeki seslerden biri. Yavaş yavaş içerim zannıyla kızlara baktı Bahar. Çiğdem'in önündeki bardak devirdiğinin aynısıydı. Bunun parasını da mutlaka kendisi ödemeliydi lakin Melis'in bardağı... Kızın adını söylediği şeyi yanlış anlamadıysa... Beyaz bir sıvnın içine kondurulmuş uzun muzun başı Hindistan cevizi ve balla kaplanmıştı. Gülüştüler bir anda. Bahar utancını nereye saklayacağını bilemezken Melis telefonunu uzattı kendisine. "Aşkım tam karşıdan bir fotoğrafımı çeker misin şununla?" dedi.

Mina girdi araya. "Kime misilleme yapıyorsun şu an?" Melis kaşlarını kaldırdı. "Listemde birlikte olmaktansa şu muzu tercih edeceğim çok adam var ama üstüne alınırlar mı bilmem!" dedi. "Başı büyükmüş," dedi Mina ve Melis önündeki bardağa bakıp burun kıvırdı. Kahkahalar yükseldi masadan. Bahar üç fotoğraf çekti. Üçü de net değildi zira eli hep titremişti. Bu işi Mina devraldı ve Melis kısacık bir anda "Gerçek bir orgasm," yazarak paylaştığı fotoğrafı masadakilerin beğenisine sundu. Çiğdem ve Mina bir şeyden bahsederek kahkaha atarken Bahar ellerini bacaklarını çimdiklemek için kullandı.

Sonra gözler yeniden Bahar'a çevrildi. Melis "Eee," dedi Bahar'a. "Kendinden bahsediyordun sen. Anladık ki fotoğraf çekme konusunda çok kötüsün..." Gülümsemeye çalıştı Bahar. "Ellerim titrer benim," dedi ama doğru cümle bu değildi. Stres altındayken ellerim titrer, doğru olandı.

"Ozan'dan hiç fotoğrafçılık dersi almamışsın!" dediğinde üçü de gözlerini Bahar'a çevirdi. Bahar farkında bile olmadan uzandı bardağına ve "Aaaa!" dedi Melis. "Kadeh kaldırmadık henüz!"

Kaldırdılar kadehleri. "Bahar'a içelim," dedi Melis. "Yeni arkadaşlara!" diye devam etti. Ağzı kurudu Bahar'ın. İçmek bu yüzden zaruriydi ve ilk yudumunda soğuk bir buz parçasından öte hiçbir tat almadı. Bu yüzden, sırf susuzluğunu gidermek için, iki yudum daha aldı bardaktan.

"Ozan diyorduk," dedi Melis. "Hiç özel ders vermiyor mu sana?"

Gülümsedi Bahar. Ozan'ın adı en kötü şeye bile tat katıyordu. Dudaklarını yaladı. "Onun öyle bir zamanı yok ki," dedi. "Ayrıca bu kadar yeteneksiz bir öğrenciyle kimse uğraşmak istemez. Benim fotoğraflarla aram iyi değildir. Çekmeyi de çekilmeyi de sevmem."

"Aaa," dedi Melis yeniden. Her "aaa" deyişi bir öncekinden daha coşkuluydu. "Ozan sabırlı bir öğreticidir oysa," dedikten sonra Çiğdem'e döndü. "Değil mi tatlım?" dedi.

Çiğdem önce Bahar'a baktı. Sonra Melis'le göz göze geldi. Kızın tuvalette kendisine haykırdığı şeyi bir kere daha tekrar ettiğini gördü. "Sen tiyatrocusun Çiğdem! Ne bu tutuk haller? Rol yapmayı ben mi öğreteceğim sana?"

Silkelendi Çiğdem. Sahne arkasından öne doğru bir adım attı. İlk adım her zaman heyecan verirdi ama sonra akardı oyun. Önündeki geniş ve sığ bardağı belinden tuttu. Kürdana saplanmış zeytinlerle oynarken "Ozan'ın sabrı hakkında diyeceğim bir şey yok ama ısrarcılığının ne kadar bunaltıcı olduğunu biliyorum."

Hiçbir şey anlamadı Bahar. Ama mevzu Ozan olduğundan kulağını kabarttı. Neyse ki üçlü bir sohbete başlamışlardı. Bir yudum daha aldı bardağından. Buzların arasına sızan alkolle tanıştığında yüzü ekşidi ama hiç ses etmedi.

"Yapma ama en güzel fotoğraflarını hep Ozan çekmişti."

"İnkâr etmiyorum ki," dedi Çiğdem. "Ama güneş doğarken uyandırıldığım sabahların uykusuzluğu hep aklımda. Çiğdem kalk güneş doğuyor, Çiğdem kalk şu ışığı kaçıramayız, Çiğdem yeni analog makineyi denemeliyiz. Aşkım kalk şu ışık, bu gölge, o bilmem ne! Öf yani!"

"Çadırda da kaldırıyordu değil mi bir de?" dedi Mina.

"Oraya girme hiç!" dedi Çiğdem. Elindeki bardağı bırakmadı. "Tamam ben onun kişisel zevkleri için çok dağ bayır gezdim, fotoğraf tutkusunu anlayabiliyorum, çadır kamplarını da sevmiştim ama public sevişmeler bana göre değildi." Yeniden gülüşmeler.

"Dur bakayım," dedi Melis. "Aslında kulağa gayet seksi geliyor!" Daha çok gülüşmeler.

"Bir cazibesi yok değil!" dedi Mina ve Çiğdem ikisine bakarak kaldırdı kadehini.

"Tamam ben de kapıldım o cazibeye ama bir yerden sonra hormonların kontrolünden çıktım. Ozan'da bu yok işte. No brake, don't get tired, just sex, sex, sex!" Kahkahalar ardı ardına yükseldi.

"Melis'in erkek versiyonu."

"Gururumsun Ozan! Sizin gibi faniler ne anlar!"

Konuşulanları duyuyordu Bahar. Anlıyordu da. Ama tanımadığı bir Ozan'dan bahsedildiğine o kadar emindi ki kulaklarını yorma zahmetine girmiyordu. Bir de yalan değil, sıkılıyordu. Eve gidip çay demlemenin hayalini kuruyor, battaniyenin altına geçip öylece yatmak istiyordu. Ozan'ın şarap keyfine çayla eşlik etmek ne de güzel olurdu. Gece kulübü ne iyiymiş meğer diye geçirdi aklından. Konuşma zorunluluğu yokken, Ozan pek yakınındayken ve... Her neyse. Ebruş'la böyle bir yere gelseler, saatlerce oturur ve hiç sıkılmazdı.

"Bu arada bende son moda bir dedikodu var," dedi Melis. "Daha fırından yeni çıktı. Öğlen öğrendim ama Bahar'la buluşana kadar içime gömdüm, tuttum kendimi."

"Hayatta inanmam," dedi Mina. Çiğdem de eşlik etti buna. "Sen bir şey bilecek ve susacaksın! Mümkün değil. Önemsiz bir haber demek ki."

"Eh söyleyeyim de sen karar ver önemli mi önemsiz mi!"

"E hadi söyle!"

"Burcu Ozan ayrılığının gerçek sebebini öğrendim ben bugün!"

Burcu adını duyunca masada dönen sohbet bir iğne gibi dürttü Bahar'ı. Hayır, Ozan bildiği Ozan değildi de, Burcu da mı tesadüftü?

"Ayrılık deme kızım şuna," dedi Mina. "Zaten sevgili değildi onlar."

"Değildi aşkım ama Ozan'ın kızın peşinden nasıl koştuğunu duymayan kalmadı İstanbul'da. Neyse bakın bu haber önemli, bu masadan dışarı çıkmasın dedikodu."

"Çatlatma yahu insanı!"

"Hani Ozan bu yaz bu kız için çekim yapmıştı ya. Sonra bir de başka bir kızı çekti Pınarların butiğinde. Hah işte Burcu ayarlamış ikinci işi ve bilin bakalım Ozan, çekimden sonra kiminle yatmış?"

Mina'nın gözleri büyüdü bir anda. Çiğdem'e baktı. Duyacağı haberin gerçek mi yoksa Bahar'ı tırnaklama operasyonunun bir parçası mı olacağını kendisi de bilmiyordu. Zira bu daha önce konuştukları bir şey değildi. Melis doğaçlamaya geçmiş olabilirdi.

"Ay kiminle?" dedi Mina. Çiğdem bir elini yüzüne örter gibi oldu. "Allah'ım Ozan niye böyle oldu?" dedi ağlamaklı bir sesle.

"Çekim yaptığı kızın annesiyle!" dedi Melis. Ve hemen ardından sırtına yaslanıp bardağını eline aldı. "Pardon!" dedi. "Hem kızla hem annesiyle!"

"Yok artık!" dedi Mina. Bu gerçek bir tepkiydi. "Şaka yapıyorsun değil mi?" derken hakikaten gerçeği anlamaya çalışıyordu.

"Eh orasını bilmem ben!" dedi Melis. "Burcu bunu duyunca delirmiş. Profesyonel değilsin diyerek basmış Ozan'a tekmeyi. Tabii bence profesyonellik işin sosu. Esas kıskançlığından delirmiş dedi benim kaynağım."

"O kim?" dedi Mina.

Omzunu kaldırıp "Kim olduğunu söylemem cicim," dedi. "Ama güvenilirliğine ben kefilim."

"Yapmaz," diyemiyorum," dedi Çiğdem. "Anne figürü farklı bir yerde Ozan'da. Yani ileri yaş kadınlarına meyilli var biliyorum. Yine de işine karıştırmış mıdır emin değilim..."

"Nasıl katlanıyorsun sen bunlara Çiğdem!" dedi Mina.

Bahar işittiklerini anlamaya çalışırken beş yaşında çocuklar için yapılmış bir yapbozun parçalarını yerleştirmeye çalışır gibiydi. Bir yudum daha aldı bardaktan, yüzü ekşidi, kaşları çatıldı ama belli etmedi. Sahiden Ozan'dan bahsediyor olamazlardı. Annenin Ozan için ne olduğunu biliyordu ve böyle bir sohbette Ozan'la anne kelimesini yan yana koyamazdı. Olmazdı. Başka bir Ozan olmalıydı bu.

"Aşkım ben ona Tus'a kadar zaman verdim. O zamana kadar kimle ne yaptığı inan ki hiç umurumda değil. Nasıl olsa tıpış tıpış döneceği yer benim yanım."

Tus ve Ozan. Ozan ve anne. Bir noktada "Nasıl?" diye bir ses çıktı Bahar'ın ağzından. Bilerek yapmamıştı. Sadece içinde bir yer masada yabancı bir dilde konuşulmasına tepki vermişti. Dil yabancıydı ama özne bildiği bir isim olunca tutamamıştı kendisini. İşte tam da o zaman kızların yüzü aydınlanmıştı.

"Siz hangi Ozan'dan söz ediyorsunuz?"

"Bizim Ozan işte," dedi Melis. "Ev arkadaşın olan."

"N'olmuş ki ona?"

"Bir şey olduğu yok," dedi Melis. Sonra Çiğdem'e döndü. "Freelance takılmanın da bir sonu olsun ama bebişim, ya adam elden giderse?"

"Nereye gidecek ki?" dedi Çiğdem. Rahattı, keyifliydi. "Aramadığı tek bir gün yok. Hemen her gün aynı şeyleri konuşuyoruz. Yeniden başlasın dememi bekliyor. Hele bir iki kadeh içsin deliriyor benim için. Geçen gece dans ederken tutturdu eve gidelim diye."

Bahar bir yudum daha aldı bardaktan ama anlamadı. Ne konuştuklarını da ne dediklerini de. Çiğdem'le Ozan'ın üzerinde bir dikiş makinesinin düz ayarı gibi niçin ileri geri gittiklerini çözemedi. Bahsettikleri şeyleri yapan Ozan kimdi, çözemedi. Dans ederken Çiğdem'e eve gidelim diyen kimdi?

"Anlamadım," dedi yeniden. Aptallığını göz ardı etmişti. Çözmeye çalışıyordu şimdi.

"Neyi anlamadın canım?" dedi Mina. "Ozan'la Çiğdem'in sevgili olduğunu mu bilmiyorsun?"

Beş yaş yapbozunun eksik parçası tamamlanmıştı sanki. Çiğdem'e baktı Bahar. Sonra Melis'e.

"Yani sevgililerdi," dedi Melis. "Şu an askıdalar. Çiğdem Ozan'ı Tus bitene kadar özgür bıraktı."

Bir daha Çiğdem'e döndü Bahar. Onay bekler gibi baktı ve Çiğdem başını salladı. Bahar ağzını açamadı. Önündeki bardağa sıkı sıkı sarıldı. Camı ısıttı parmakları ya da parmakları buz tuttu, bir farkı var mıydı iki halin de? Kızlar konuşmayı sürdürdü. Bahar bir yerden sonrasını duymadı. Telefonu titredi. Bir fotoğraf göndermişti Ozan. Terastaki boş şezlong. "Takılıyoruz biz de öyle," yazmıştı. Bahar ekrana baktı da, bir şey yazmadan masaya bıraktı telefonunu.

"İşte böyle," dedi Çiğdem. "Bunalttı, bunalttı, bunalttı ve sonunda sınav geçene kadar Ozan'dan uzak durmaya karar verdim. O da kendi çapında eğleniyor şu an. Burcu'dur başkasıdır, Ayşe'dir, Fatma'dır bir önemi yok..." Adını söyler gibi baktı Bahar'a. Melis girdi araya, "Ozan doyurulamayanlardan," dedi. Sağ elinin işaret parmağı kendisini gösteriyordu.

Mina da devam etti. "Ama var ya Ozan ve Çiğdem gördüğüm en tutkulu çiftti. Sevişmediğiniz yer var mı sizin?"

Dümdüz bir sesle "Yok," dedi Çiğdem. "Bir ara gün aşırı dersten çıkarıyordu beni."

"Sonra araba!" dedi Melis.

"Aaa araba!" dedi Mina. Melis girdi araya. "Ben hâlâ arka koltuktaki izlerin sperm izi olduğunu düşünüyorum."

"Belki Oktay'ındır onlar," dedi Mina.

Bahar büyük büyük yudumlar aldı bardaktan. Anlamıyordu. Utanmayı bir kenara bırakmıştı ama anlamıyordu. Cümleleri değil, anlamlarını.

"Oktay arabada seks yapacak ha! Hayatta inanmam. Ozan'ın işi onlar. Çiğdem sen söyle."

"Arabada seviştiğimiz de oldu ama biz temiz çalışırdık. Ozan titizdir." Bahar'a döndü, baktı. "Bilirsin sen de," dedi. Kahkahalar, kahkahalar!

Ozan'a dair söyledikleri ve anlamlı olan tek şey buydu. O da kast ettikleri şeyi kapsamıyordu. Ya da kapsıyordu da kendisi bilmiyordu. Akan sohbete neresinden elini uzatsa afallıyordu.

"Hayır canım Oktay'ın arabada bir kızla sevişeceğine beni kimse inandıramaz."

"Kafası güzeldir belki."

"Hayır o manken bozması kızın lafına neden inanıyorsun ki sen."

"Ondan duymadım balım Cüneyt söyledi, eve kadar sabredemedi diye."

"Cüneyt'in de olabilir o izler, o da kullanıyor ara sıra o arabayı" dedi Mina. Kahkahalar yeniden yükseldi. "Sen Cüneyt'in o arabaya sığacağını nasıl düşünürsün?"

"Bahar aşkım sen seksi arabada mı evde mi tercih edersin?" Kahkahalar! "Edepsizsin kızım sen!" dedi Mina. Melis "En sevdiğim şeydir," dedi.

"Aaa içkiler bitmiş, niye söylemiyorsunuz, hemen tazeleyelim." El kaldırdı Melis, gelen garson hızlıca ayrıldı masadan. Bahar bir elini alnına götürdü, ateşi mi çıkıyordu yeniden, nefes alamadı masada. Bin pişmandı geldiğine. Ebruş olsaydı şimdi böyle şeyler konuşulmazdı ki burada. Onlar bir sürü şey konuşurlardı da böylesi değildi. Bazen uzun uzun susarlardı ama asla böyle değildi. İnleyerek Ozan'ın adını sayıklamak istedi ama Ozan denilince aklında bir sürü soru işareti belirdi. Ozan'la Çiğdem sevgili miydi? Hem de en tutkulusundan ha... O gece dans ederlerken öyle bir şey demiş olabilir miydi Ozan Çiğdem'e?

Demez, dedi içinden bir ses. Sonra daha yüksek sesli olan neden demesin ki dedi. Sana elini bile sürmeyen Ozan'ın elbette daha iyi seçenekleri olacak. Hatta sen bir seçenek de değilsin ki Bahar? Ozan sabaha karşı Çiğdem'i kaldırıp fotoğraflarını çekmiş miydi hakikaten? Çok acıdı canı. Yeni bardaklar geldi masaya.

Önüne gelen yeni bardağa uzanacakken Melis onu çekip aldı kızdan. "Değişelim bu defa," dedi. Hayır demedi Bahar. Hatta Bahar hiçbir şey demedi. Duymak istemediği başka cümleler vardı sırada.

"Ben bir kere Oktay'a sordum. Niye hâlâ değiştirmiyorsun arabayı dedim. Ozan doktor olunca geri alacak dedi."

"Aman yalan!" dedi Melis. "Cüneyt'ten öğrendim ben. Oktay parayı basıp arabayı kendi üzerine almış. Babası çok kızdığı için yeni araba vermiyor Oktay'a. Araba Oktay üzerine olduğu için altından arabayı da alamıyor. Yani Oktay o arabaya muhtaç şu an."

"Ck!" dedi Çiğdem. "Oktay'a araba mı yok? İstese kredi kartıyla bile araba alır o. Mesele Ozan'a kıyak yapmak. Ki ben seviyorum o arabayı. Ozan geri alsa çok da mutlu olurum."

"Doymadım arabada sevişmeye diyor Çiğdem!" Kocaman kahkahalar uçtu masada. Melis masadaki orgasm bardağını havaya kaldırıp "Orgasm goes to Çiğdem!" diyerek kızın önüne bıraktı. Yan masadakiler kendilerine bakınca yerin dibine girmek istedi Bahar. Telefonu eline alıp Ozan'ın mesajına baktığında o kadar hissizdi ki, mide bulantısı tam olarak orada baş gösterdi. Ellerini yüzüne örtüp masaya kapanmak istedi. Bunu da yapamadı. Nasıl kalkıp gidebilirdi buradan?

"Tatlım kendini kandırma. Ozan doktor maaşıyla o arabayı alamaz. Oktay da arabasız kalamaz, yani o araba Ozan'a dönmez."

"Ozan'ın mıydı o araba?" Kendi sesine yabancılaştı Bahar. Duyduğuna inanamadı. Konuşan kendisi miydi?

Melis gözlerini kırptı ağır ağır. "Bilmiyor musun tatlım?" dedi. "Ozan anlatmadı mı hiçbir şeyi?"

"Biliyorum," dedi Bahar. "Yani şey, arabasını sattığını biliyorum da, o şey, kırmızı Mercedesi bilmiyordum."

"Hadi kadeh kaldıralım," dedi Mina. Bahar yanaklarını şişirdi. Bardağı eline alıp onlara eşlik etti amsa hemen arkasından "Ben artık kalksam?" dedi. "Çok iyi hissetmiyorum kendimi. Ateşim çıkacak gibi..."

"Hayatta olmaz!" dedi Melis. "Daha yeni geldik. Bir saat olmuş sen geleli, nereye gideceksin. Hem her zaman böyle toplanamayız. Fırsat bulduk mu sohbetin dibini görmeden kalkmak yok."

"Siz oturun," diyecek oldu Bahar. Melis onu duymazdan geldi. Bahar bir sağa bir sola baktı. Telefonu aldı eline. Saçlarını ardına attı. Eli fularına uzandı. Ozan'a mesaj atmak istedi. "Dönmek istiyorum ama bırakmıyorlar beni." Yazdı, bekledi, gönderemedi mesajı, sonunda sildi. Kimden medet umduğunu düşündü. Acizliği cebindeydi bir de kafa karışıklığı. Susuyordu, boğazı kuruyordu, ıslatmak için bir yudum daha aldı bardağından. Bu defa daha şekerli bir şey içiyordu. Ne olduğuna dair en ufak bir fikri yoktu. Masadaki bardaklar çapraz döngüye girmişti. Başını kaldırıp yan masadaki kızlardan biriyle göz göze geldi. Uzun süre baktı kaldı ona. Ne olduğu, ne yaptığı, ne duyduğu karışmıştı.

Buraya gelirken kiminle ne konuşabileceğine dair bazı başlıklar hazırlamıştı. Sorular kendisine değil de başkalarına yönelirse rahat olacağını düşünmüştü. Yanında oturan Çiğdem'e tiyatrodan bahsedecekti. Melis'e güzelliğinden, güzellikten... Oysa onlar nelerden bahsediyordu. "Son," dedi içinden. "Bir dahası olmayacak." Ama Ozan. Ozan, Tus, kırmızı araba, sevişmek, Ozan ve Çiğdem. Bir yudum daha. Yalan söylüyor olabilirler miydi? Niye böyle bir şey olsundu? Ozan yalan söyler miydi? Söylemezdi. Ama bu konuları kaç kere konuşmuşlardı ki? Arabada seviştiği insanlardan mı bahsedecekti sanki kendisine... Ama Ozan... Ne olurdu şimdi yanında olsa.

"Ben bir tuvalete gideyim," Kalktı Bahar. Melis, Mina'ya göz kırptı. Mina da ayaklandı. Çiğdem ve Melis kaldı masada.

"Korktuğun kıza bak!" dedi Melis. "Ben bunu ayağımla değil parmağımla ezer geçerim."

Derin bir nefes aldı Çiğdem. "Kız salak da... Ozan'ın da kafası yerinde değil gibi. Mesaj atıp duruyor kıza."

Omuz silkti Melis. "E sen buradasın, görüyorsun. Tabii nispet yapacak."

Evet, bu mantıklı olandı. Dudakları yamuldu Çiğdem'in. "Salalım şunu gitsin," dedi sonra da. "Baktıkça canımı sıkıyor sünepe duruşu."

Bir nefes aldı Melis. "Yeterince canı sıkıldı onun. Gidince Ozan'la kavga edeceklerine eminim ben."

"Etsinler de..."

"De ne?"

"Ozan bize sıçramasın, bana yani."

"Şayet gidip bizi Ozan'a şikâyet edecek götü varsa bu kızın..." İşaret parmağını önce diline sonra masaya çaldı. "Ben bunun belasını siktirtirim. Ama tabii tedbirde fayda var."

"Neymiş o tedbir?"

Biraz düşündü Melis. Düşünürken gözleri etrafı gezdi. Masaları bir bir süzdü. Sonra bara bakındı. "Bir dakika ben geleceğim," dedi ve kalktı. Birkaç tutuk adımdan sonra el salladı bara doğru. "Doğukan?" dedi yüksek sesle ve onca gürültünün içinde duyulmuştu tiz sesi. Bir adam kalktı uzun boylu sandalyelerden birinden. Melis'le orta yerde kucaklaştılar. Bir adam daha geldi onun ardından. El sıkıştılar Melis'le. Çiğdem masadan izledi onları. Adamları tanımıyordu.

Mina ve Bahar döndü. Melis hemen onların ardından masaya koştu. "İçkileri tazeleyelim mi?" dedi ama cevap beklemeden garsonu çağırdı. Bahar saçlarını geri savurdu. Ensesi, boynu, sırtı su gibiydi. "Ben kalkacağım," dedi Melis'e. "Bir şey istemiyorum."

Midesinde, karışan içkilerin ve duyguların spazmı vardı. Çıkıp otobüs durağına kadar yürümek de zordu ama hasta olma pahasına soğuk havayla çarpışmak istiyordu. Çarpışmak, dayak yemek ve sonunda bir yerde bayılmak. Peki ayılınca Ozan yanında olacak mıydı?

Yılgın bir halde oturduğu yere çöktü. Bir kolunu masaya yasladı, başını da ona dayadı. Yapmazdı böyle şeyler ama dik duracak enerjisi yoktu. Ozan'a mesaj atsa... "Gelip beni al," dese... Yine mi Ozan dedi içindeki ses. Mide bulantısının yarısı Ozan'dı zaten. Yine mi Ozan? Siyah çikolatayla beyaz birbirine giriyordu işte. Yine. Yine. Yine. Gözünü yumduğunda kırmızı bir araba bir anda karnına çarpmış gibi oldu. İrkilerek kaldırdı başını.

"Tatlım!" dedi bir ses. "Hadi kadeh kaldırıyoruz."

Kılını kıpırdatmak istemiyordu, ne kadehi... Eline aldığı bardak kaç kiloydu? Uzun süre bunu düşündü. "Bu bardak kaç kilo?" Ağzından çıkana kendisi de inanamadı. Kızlar nasıl güldüler bir anda... Bahar da güldü. Karnı açtı. Ama karnına bir lokma girse onu çıkarırdı. Ne tezattı ama! Sahi, dedi kendisine. Yemek yemeyi unuttun. Ozan demişti oysa. Yine Ozan. Yine.

Ne konuşuyorlardı bu kadar çok ve neye gülüyorlardı bu kadar? Bardağına bardaklarla saldırıyorlardı. Bardağı bir silah gibi aldı eline. Onlar vurdu ve Bahar da karşılık verdi. Bir yudum daha.

"İstersen şu fuları çıkar!" dedi bir ses. Hangisiydi. Melis mi? "Terledin galiba? Kızardı yüzün."

"Fular da tanıdık bana," dedi Çiğdem. "Ozan bunu çadırda kullanırdı."

"Bağlar mıydı yoksa seni?" Kahkahalar! Kocaman dağ gibi kahkahalar. Fuları çıkarmayı denedi kız. Ne mümkündü bu düğümü çözmek. Şimdi içtiği şey daha ekşiydi. İlki ekşi ikincisi tatlı şimdi yine ekşi. Buna nedense çok fazla gülesi geldi. Gülerken de midesi bulandı. "Ben artık gideyim," dedi bir daha. Hatta bu işi tek başına yapabileceğinden şüphe edip telefonu eline aldı. Ozan'ı arayacaktı. Yine Ozan, yine! Bıraktı telefonu. Melis "Kadeh bitmeden nereye tatlım?" dedi. "Gel fondip yapalım o zaman. Bir dikişte içiyoruz, hadi!"

Dik tutmaya çalıştı sırtını. Tek başına gidecekti. Hatta eve gidince Ozan'a hesap soracaktı. Neyin hesabını soracağını bilmiyordu ama soracaktı. Melis, Bahar'ın gideceğini anlayıp ya da gitmesine izin verip başını kaldırdı. Bara doğru baktı, el kaldırdı az evvel konuştuğu adama. Bardan kalkan iki genç masaya doğru yürüdü.

"Tatlım," dedi Melis. "Bak burada bizim arkadaşlarımız da varmış, az önce denk geldik. Onlar seni eve bıraksın doğrudan. Ozan'ı da tanıyorlar hem."

Eve gitmek fikri mükemmeldi. "Tamam," dedi Bahar. Ama geri kalan kısımlar neydi anlayamadı. İki adam geldi masaya. Melis kalkıp onları öptü. Doğukan dediği adam kulağına eğildi. "Başımıza bir iş gelmesin?" dedi. Melis fısıltıya gerek duymadan adamın yanağına uzattı elini. "Aşk olsun!" dedi. "Ben sizi hiç mağdur eder miyim?"

"Ozan'ın arkadaşları," dedi Melis Bahar'a bakarak. Bahar ayağa kalkarken çantasını aldı, kabanı düştü. Güldü nedensiz. Eğilip onu almak zor mu zordu. Kaban kaç kiloydu acaba? Bu önemli bir detaymış gibi ağır ağır giyindi. Düşünmesi uzun sürmüştü. Sonra bir anda "Gideyim ben," dedi. Bu yapması gereken şeydi. Akıl ettiği için kendisini kutladı. Türkiye ellincisiydi o. Neden kırk dokuz değildi ki? Ya da neden kırkıncı olamamıştı? Ozan'dan ötürü, dedi kendisine. Hep Ozan hep!

"Biz bırakırız seni," dedi sırtına elini koyan adam. Ama kimdi bu? "Ben giderim," dedi Bahar. Bir adım attı öte yana. Diğer adam belirdi başında.

"Tatlım görüşürüz," dedi Melis. Mina da aynını tekrarladı. Çiğdem ağzını açmadı. Bahar ardına döndü. Beraberinde iki adam vardı. 




------------------------------------------------<3


Merhaba! 


Saat çok geç olmuş ama bugün benim için değişik bir gündü. Heleniko'ya kardeş, evimize yeni bir kedi birey katıldı. Her ne kadar şu an birbirlerini sevmeseler de benim son dört saatim onları birbirinden ayırmak ve izlemekle geçti. Yeni yavrumuz Vincent, biz ona "Vini" diyoruz, dünya tatlısı bir bebek.

Bu vesileyle yazılar, yazarlar da görüşmek üzere. 


Anita Felipova Emilova &  Heleniko Sümüklüburun & Vincent Boklupati 

Continue Reading

You'll Also Like

66.8K 5K 46
Kış çok soğuk geçtiğinde, rüzgarlar sert estiğinde deniz kudururdu. Kuduran denizin dalgaları evin duvarlarına vururdu, zarar verirdi. İçimden 'Deniz...
1.9K 297 10
Kısa Hikayelerimin Toplandığı Kitap. Her kitabın türü o bölümün başında yazmaktadır. 1) Kalbe Yazılan Pasajlar : -Kitap Türü: Romantik/Dram -Şükran...
3.3K 346 21
Kendisi hariç yakın çevresinin acılarını yüreğinde tutan Maya'nın yaralı kalbini ve hayal kırıklıklarını iyileştirme yolculuğu...
13.9K 1.3K 11
Okulun inek öğrencisi Baekhyun ve iki yıldır aşık olduğu, okulun havalı çocuğu Park Chanyeol.. Baekhyun Chanyeol'ü etkilemek için ikizi Baehyun'dan y...