Uyumadan Önce Tuttuğum Dilek

By AnitaFelipova

1.1M 71.9K 99.7K

Bir şeyi çok isteyince, sahiden olur mu? More

1. Uyumadan Önce Tuttuğum Dilek
2. Dalda Umut Var
3. Yüzme Bilmeyen Gemi
4. Şehre Bahar Gelince
5. Kuleye Yapılan Haksızlık
6. Panjurlu Evin Sakini
7. Yumuşak Yürekli Adam
8. Prenseslik Müessesesi
9. Bahar Kokan Yastık
10. Sinsi Bir Dostluk
11. Karalahana Yaprağı ve Sihirbaz
12. Bir Anahtarlık Meselesi
13. Bahardan Sonra Gelen
14. Muzlu Çikolatalı Mangolu Pasta
15. İhlal Edilmiş Sınır
16: Mavi Saçlı Kuş
17. Kalbe Yerleşen Kıskançlık
19. Sokak Sakinleri Kurultayı
20. Yaşanacak Bir Şey
21. Mutlu Seneler
22. Tek Kişilik Vals
23. Tenime Dokunan Âşık
24. Nuh'un Gemisi
25. Mahallede Yangın Var
26. Ölü Bir Kuş
27. Terk Eden Anneler
28. İki İzmarit
29. Matematik Problemi
30. Elpida ve Pepel
31. Lale Devri
32. Leylalık Makamı
33. Başımızda Uçan Kuşlar
34. Aşk Mahalli
35. Ayaklarımızı Isıran Balıklar
36. Yeni Bir Bahar
37. Mutluluk Sigortası
38. Şeytanın İkâmetgahı
39. Elma Ağacı
40. Gelin Yastığı
41. Aşk Çocuğu
42. Ağaç Kabuğu
43. Küçük İşletme
44. Hayat Akıp Giderken
45. Eldivenler ve Yüzükler
46. İskeçeliler Masası
47. Oyun Arkadaşım
KİTAP OLDUK (:

18. Balın Zehri

23K 1.6K 2.9K
By AnitaFelipova



Kasım, 2017



*



Bahar, banyodaki aynayı duvardan çıkarıp terasın korkuluğuna yaslamış, yere oturup günün son ışıklarını Ebru'nun yüzünü boyaması için kullanmıştı. İşleri bittiğinde gökyüzü mor ve lacivertten olma, turuncudan doğma gösterişli bir bukete dönüşmüştü. Bahar önde, Ebru onun ardındaydı. Aslında Ebru kızın gür saçlarını çoktan düzleştirmişti, elinin gelişigüzel tutamları ağır ağır taraması, sadece manzara karşısında büyülenmesinden ibaretti. Saçlarıyla oynanan Bahar'ın kasım rüzgarıyla ürpermesi ise safiyane bir huzur ve heyecandandı.

Oğulcan'lı üç gün galiba İstanbul'daki en güzel günleriydi. Sabahından gecesine Ozan'la geçen nadide zamanlarıydı. Kahvaltıdan akşam yemeğine dek İstanbul'un başka başka ücralarında gezdikleri ve İstanbul'a Ozan'ın penceresinden baktıkları eşsiz zamanlardı bunlar. Galiba Ozan'ın en güzel hali -pek çoğu öyleydi ama- "abi" olandı. Bir gece vakti aklına düşmüştü Bahar'ın, sahi onun da bir abisi vardı. Dedesi üniversiteye gitmemesi için çırpınırken kendisine "Ne var da Artvin'de kalmıyorsun, senin yüzünden bunca kavga gürültü kopuyor," demişti. Unutur muydu hiç?

Ama hakkı da yenmemeliydi, bir tek güzel olan Ozan değildi, şeker gibi lokum gibi bir çocuktu Oğulcan da. Öyle çok konuşkan değildi. Ama mütemadiyen kırmızı yanaklarını göstere göstere bir gülüşü vardı ki... "Elma diye ısırırım ben senin yanaklarını ha!" demişti ona. Oğulcan yanaklarını tutup "Çok mu büyükler?" dediğinde, Ozan çocuğun iki yanağını da ısırmıştı. Riva'da kahvaltı etmişlerdi. Sahilde çekilen bir dizi vardı, Bahar orada çay içmek için tutturmuştu. Rüzgâr saçlarını dört bir yana savururken, gözlerini dizi setinden bir saniye bile ayırmamıştı. Sonra Polonezköy'den dönerken "Acarkent" tabelasını görmüşler ve "Ben burada doğdum değil mi abi?" demişti Oğulcan. Kalburüstü bir yerdi geçtikleri. Altlarındaki kırmızı Mercedes'in layık olduğu bir semt.

Evet, iki gün boyu o arabayla gezmişlerdi İstanbul'un her bir köşesini. Bir Kadıköy kalmıştı arkalarında. O da Ozan'ın hastaneye gitmek zorunda olduğu pazartesi gününe nasip olmuştu. Oğulcan'la kol kola dolaşmıştı Bahar. Kendisi de İstanbul'u çok bildiğinden değil ama bildiğince, bazen de sokaklarda kaybola kaybola çarşıdan geçip Moda'ya yürümüşlerdi. Burada dondurma yiyip bir de üstüne yağmura yakalanmışlar ve kurumak için bir pizzacıda Oğulcan'ın yanağına yanak eklemişlerdi. Bir de fotoğraf göndermişlerdi Ozan'a. Yanak yanağa pizza dilimleriyle. Çok utanıp sıkılmıştı Bahar ama ömründe bunca güldüğü başka günler olmamıştı.

Geceler de başka güzeldi. Korkuluklara yaslanıp Galata'yı seyretmişlerdi bazen. Sonra üşüyüp içeri girmişler ve Oğulcan uyuyakalana kadar Ozan'la playstation oynarken Bahar koltuğun üzerinde onları seyretmişti. Mısırları vardı. Cipsleri ve kolaları da. Bir de Snoopyli tişörtleri. Oğulcan, pek sevmişti bunu. Öyle olunca Bahar kendisininkini üzerinden çıkarıp Oğulcan'a hediye etmişti. Zira oyun oynarken Ozan'la pek güzel takım olmuştu üstleri başları. Oğulcan'ınki biraz göbeğine yapışıyordu ama olsundu. Ne çok gülmüş ve ne çok eğlenmişlerdi! Hem Bahar'dan Oğulcan'a giden bu küçük hediye Ozan'dan gelen bir çift dudak olmuş, kızın alnına konmuştu, ne gamdı Bahar'a!

Aklındaki anıyla eli alnına uzandı Bahar'ın. Rüzgâr öpmüş gibi dokundu oraya. O sırada "Manzaraya kapıldık, ojeyi unuttuk," dedi Ebru. Derin bir iç çekişle ellerine baktı Bahar. Bu gece mühimdi. Ozan'ın arkadaşlarıyla tanışacaktı, dışarı çıkacaklardı. "Oktaygiller" ile... Ozan'ın teklifini, daha doğrusu Ozan'a gelen teklifi reddedecek kadar cesur olamamıştı. Aslında cesaret gitmek miydi yoksa istemiyorum demek mi... Buna karar verememişti ama "Olur, gidelim," lafı ağzından çıkıvermişti. Pişman olmuştu sonra. Daha doğrusu her dakika fikri değişiyordu da, kendi içindeki savaşı görmezden geliyordu. Sonunda buluşma günü gelmişti ve eli mahkûm Ebru'nun kapısını çalmıştı.

Gidecekleri yer hep o telefon ekranında gördüğü kulüplerden biriydi. Gürültülü patırtılı yerlerden biri. "Çok durmayız," demişti Ozan. "Ne zaman istersen döneriz." Biraz buna sığınmıştı Bahar. "Ne giyilir?" diye yine Ozan'a sormuştu da, "Canın ne isterse," demişti Ozan. Ancak canının istediğiyle olmazdı ki bu iş. Görmüyor muydu Bahar? Görmez olur muydu? Gördüğü, bildiği için Ebru'ya koşmuştu ya.

Bütün bir Cuma öğleden sonrasını çarşı pazar gezerek geçirmişlerdi. Girdiği deneme kabinlerinin birine ağlamak için çöktüğünde Ebru da içeri girip sarsmıştı onu. "Sen kendini kime beğendirmeye çalışıyorsun!" diye kükremişti kız. Azarlamıştı ama azarı Bahar'a değil de ona kıyafetiyle ilgili eleştiriler düzen, tanımadığı bilmediği insanlaraydı. Muhtemeldi ki bunlar Bahar'ın içinde yaşayan kötücül seslerdi. Kızın başını yiyip bitiriyorlardı.

Sonra bomboş ellerle çıkmışlardı alışveriş merkezinden. İstikamet Kadıköy, istikamet Ebru'nun isteğiyle Çilek Sokak olmuştu. Bahar ilk kez adım atmıştı bu sokağa. Burada bir sürü küçümencik dükkân vardı. Ya orijinal ürünler satıyor ya da kaliteli "çakma" ürünleri uygun fiyata bırakıyorlardı. Alışveriş merkezinden edindikleri tecrübeyle Bahar, kısa bir elbise giymeye yanaşmıyordu. Sevmiyordu "çırpı" dediği bacaklarını. O zaman Ebru beyaz bir pantolonla çıkmıştı kızın karşısına. Olur mu olmaz mı, güzel mi değil mi derken, Çilek Sokak'tan elleri kolları dolu ayrılmışlardı. Sonrası evdeki hazırlıktı.

"N'oldu?" dedi Ebru bomboş gözlerler ellerine bakan Bahar'a. Balkonun ışığını açıp da gelmişti. Elinde küçük bir oje şişesiyle göreve hazırdı. "Hiç," dedi Bahar.

"En son ne zaman oje sürdüğümü hatırlamaya çalışıyorum."

"Ne zaman?" dedi Ebru.

"Hiç," dedi Bahar. "Dedem tırnaklarımı renkli görse parmaklarımı kökünden keserdi herhalde. Cesaret edip bir oje almadım hiç."

"Bok yesin deden," dedi Ebru Bahar'ın sağ elini avucuna alırken. "Parmakların da tarak gibi ha!" dedi üstüne. "İncecik maşallah."

Elini çekecek oldu Bahar. "Bak çarparım bir tane ha!" diye çıkıştı bu kez Ebru. "Güzel bir şey diyorum, küfretmiyorum. Yok yere vesvese yapıyorsun. Denediğin elbiselerin hepsi çok güzeldi. Hepsi çok yakışmıştı, sen hepsine bir bahane buldun. Ama iyi ki buldun çünkü pantolon daha çok yakıştı. Bak ara ara geleceğim sınıfına. Giyeceksin bu pantolonu okulda da!"

Tırnağının üzerinde hissettiği ıslaklıkla gülümsedi Bahar. "Tamam," dedi. "Giyerim. Hele şu gece bir bitsin..." Sonra biraz durdu, ekledi. "Yine de bir beden büyük alsak daha iyi olurdu sanki."

Yükselmedi Ebru. "Ck," dedi. "Senin pantolon bedenin otuz altı değil, otuz dört. Öbürü bol olmuştu, bu çok güzel oturdu üzerine."

"Bluz biraz kısa kaldı ama..."

"Bluz zaten kısa giymek için, önce o noktada bir anlaşalım..."

"Ama sen kendin dedin Melis açma meraklısı diye... Benim karnım açık kalınca da aynısı olmayacak mı?"

"Tatlım," dedi Ebru, Bahar'ın bir eline marifetle oje sürüp ikinci tura dönerken. "Dekolte güzeldir. Dekolte severim ben. Ama dekolteyle açmak arasında bir fark var. O kızınkiler dekolte değil. Dekolte öyle bir şey değil. Bu maşallah eskort gibi pazarlıyor bedenini."

Bahar gülmesine güldü. Ama sonra tuttu çenesini. "Sen çok fenasın," dedi kıza. "Keşke bu gece de yanımda olsan. Düşüp bayılırsam beni tutardın."

"Eh artık Ozan tutsun seni," dedi Ebru. Başını kaldırıp Bahar'ın gözlerine baktı.

"Başlama yine," dedi yüzü gülen Bahar.

"Ne dedim ki?" dedi bu kez daha da sırıtan Ebru.

"İma yapıyorsun işte Ozan'la ilgili."

"Ne iması?" dedi Bahar'ın elini bırakan Ebru. Bahar boş bulunup eliyle kızın omuzuna vuracak oldu. "Bozma ojeyi!" diye azar yedi Ebru'dan. Gülüşleri balkondan taşıp Kule'nin kulağına ulaştı.

Sonra sustular, Bahar'ın diğer eline uzandı Ebru.

"Tahminen ne zamana kadar saklayacaksın Ozan'dan hoşlandığını?"

Ebru'nun gözleri üzerinde olmayınca sessizce iç çekip başını çevirdi Bahar. Kuleyle göz göze geldi. Bu Ozan'a bakmaktan farklı bir şey değildi. Ozan'ı görmek, onun gülüşüne bakmak, bir çukura düşmek... Hepsi aynı şeydi.

Ebru başını kaldırıp "Hı?" dediğinde önüne döndü Bahar da. "Arkadaşız biz, niye başka şeyler arıyorsun ki aramızda..."

Cevap verecekken gülmeye başladı Ebru ve bir yerde Bahar da ona katıldı. Nice gülüşe "Arkadaşız biz," diyerek nokta koymaya çalıştı Bahar. Başarılı olamadı.

"Niye çekiniyorsun tam olarak? Bak ben ne zamandır hoşlanacak birini bulamamanın acısını çekiyorum. Çok umutluydum bölüme başlamaktan ama bir tane bile düzgün tip bulamadım. Çok acı çekiyorum ya... Yüzde doksanı erkek olan bir sınıfta nasıl karizmatik biri olmaz?"

Karizmatik, Ozan'ı tanımlamak için güzel bir kelimeydi. Aklından bu geçti Bahar'ın. Yakışıklı ve güzel kelimelerini de kullanabilirdi Ozan için ama yanlarına karizmatiği eklemek hoş olurdu.

"Elektronikte daha hoş çocuklar var. Hele bir gözlüklü oğlan var.... Kaçtır görüyorum Bahar, adını öğrenemedim hâlâ. Ama bu hafta çok kararlıyım gidip tanışacağım. Ben ömrümde bir erkeğe gözlüğün bu kadar yakıştığını hiç görmemiştim."

Başını salladı Bahar. Ozan'a da çok yakışıyordu gözlük. Hem de nasıl. Ders kitaplarının başına oturduğunda her zaman olduğundan daha güzel oluyordu Ozan. Nasıl denirdi buna... Hoş ya da çekici! Evet evet, çekici! Doğru kelime bu olabilirdi. Ama Ozan'a bakıp "ne kadar çekicisin" diyebilir miydi? Hayır. Bunu ona böyle söyleyemezdi. Yakışıyor demek kurtarıyordu çoğu kez. Sakınmıyordu da bunu söylemekten. Ozan'ın da hoşuna gidiyordu galiba duymak. Geçenlerde dalıp gittiği bir an pat diye bunu söylemişti Ozan'a. Öyle aptalca bir andı ki... Salonda bir gece vakti, ikisi de ders çalışırken Bahar duvara baka baka uzaklara dalmış ve odaya döndüğünde doğrudan "Gözlük sana çok yakışıyor," demişti. Sonra uykusunun geldiğini söyleyerek salondan kaçmıştı ama ne fayda... Ozan O.5 uçlu kalemini parmaklarının arasında hızla döndürürken gülüp durmuştu. Odadan çıktığında duymamış mıydı bunu Bahar?

"Burslu değilmiş bir tek onu öğrenebildim. Ama hiç öyle burnu havada bir tipi de yok. Geçen hafta bütün enerjimi evrene bizi doğal yollarla tanıştırması için yalvararak harcadım. Madem evrenden hayır yok, gider bir omuz falan atarım artık. Ne zaman gelirsin bu hafta benim yanıma? Göstereyim de ağzının suyu aksın."

Omuz atmak mı, diyerek güldü Bahar. İçten içe. Aklına Ozan'la tanıştığı zaman geldi. Geçen seneydi sahi. Bir sene oluyor muydu? Evet, dedi içten içe. Aralıktı onu tanıdığında. Nasıl koşmuştu ama peşinden ve ne salaktı o parkta ağladığında... Güldü nedensizce.

"N'oldu?" dedi Ebru, Bahar öyle gülünce ve kız güldüğünü ancak o zaman fark etti. "Hiç," dedi panikle. "Ben bu hafta içi geleyim sizin bölüme de kimmiş o ağzımın suyunu akıtacak şey gösterirsin bana. Zaten sen o zamana kadar tanışırsın onunla."

"İnşallah," dedi kız. "Ayaklarına da sürelim," dediğinde Bahar hızla ayaklarını kendine doğru çekip parmaklarını topladı. "Yok," dedi. "Ayak tırnaklarım ellerimden beter. Bir de ben hala kasım gecesi sandalet giymenin iyi bir fikir olup olmadığına karar veremedim."

"Neden?" dedi Ebru biraz da kızarak. "O pek çekindiğin kızlar hiç de mevsime göre giyinmiyorlar. Sen sandalet giymişsin çok mu?"

"Ebruş sen onlara ne bakıyorsun?" dedi Bahar en çocuksu sesiyle. "Onlar çuval da giyse kimse bir şey demez ki, onların özgüvenleri var! Ben üflesen uçacak yaprağım."

"Deme şunu be kızım! Bak vallahi gelip olay çıkarasım var ha! Ayrıca iyi hissetmeyeceksen neden gidiyorsun. Gitmek zorunda değilsin ki."

İç çekti Bahar. "Laf ağzımdan çıktı bir kere. Ozan'a gidelim dedim, şimdi gitmek istemiyorum diyemem."

"Saçmalamasana, Ozan bunun için sana kızacak değil ya!"

Dudaklarını birbirine bastırıp kuleye döndü Bahar. "Olsun," dedi önce. "Hem ben de hiç gece dışarı çıkmadım, bana da değişiklik olur. Bir sürü alışveriş yaptık zaten. Baksana yüzümü gözümü boyadın, oje sürdün, saçımla uğraştın kaç saat. Boşa gitmesin bunlar da." Baktı ki bu konu kendisini boğacak, hemen atağa geçti Bahar.

"E sen şu çocuktan bahsediyordun. Yok mu fotoğrafı falan, nasıl bir şey anlatsana."

Ebru elindeki küçük şişeyi yere bırakıp Bahar'ın yanına sürükledi bedenini. Bağdaş kurup kollarını geri yasladı ve öyle baktı kuleye. "Yaşını merak ediyorum en çok," dedi. "Pek öyle on sekiz on dokuz gibi durmuyor. Yani belki öyledir de olgun bir yüzü var, çok karakteristik. Ya da belki gözlükleri öyle gösteriyordur bilmiyorum. Geçen gün beyaz bir ceket giymiş. Ama hani annelerimizin görünce para verseler giydirmem diyeceği cinsten bir şey. Nasıl yakışmış, Allah Allah dersin..."

Ebru konuşmaya başlayınca Bahar başını salladı onun dediklerine. Ozan'a da beyaz gömlek çok yakışıyordu. Aslında hastanede bir de beyaz önlük giyiyorlardı da Bahar bunu dünya gözüyle bir türlü görememişti. Biraz da bundan sebep hastaneye gitmeyi istiyordu ama cesaret kanatlı bir kuştu, bir türlü kendi dalına konmuyordu.

Arada İbo sulu şakalı fotoğraflar gönderiyordu kendisine, eşede köşede varsa bir orada görüyordu Ozan'ı beyaz önlükle. Koca adam gibi oluyordu o zaman Ozan. Koca adam, koca doktor. Pek güzel, pek hoş ve kendinden uzak. Ama konu bu değildi. Konu, Ozan'a yakışan önlüktü.önlükten başka giydikleri yeşil takımlar vardı. Bir de mavi. Ama neden onlar ya da neden önlük sorusunun cevabını bilmiyordu.

"Dinliyor musun sen beni?"

Daldığı yerden hızla çıkarıldı Bahar. "Dinliyorum tabii. Şu çocuğa beyaz gömlek çok yakışıyor dedin en son."

"Ceket," dedi Ebru. Bahar anlamadı. "Ohoo senin kafan baya uçmuş," diyerek büsbütün Bahar'a döndü Ebru. "Bak bakayım," dedi önce kıza. Makyajına baktı önce, uzun uzun. Sonra saçlarının orasına burasına. Bir daha yüzüne. Bir ruj eksikti o kadar. Aslında daha Ozan'ın gelmesine ve evden çıkmalarına çok vardı ama Bahar erkenden hazır olmak istemişti. Bir giyinmesi vardı.

"Her şey çok yakıştı sana. Yüzün makyajsız haliyle bile o kızlardan daha güzel ama makyaj da çok yakıştı. Her şey fazlasıyla güzel olacak bu gece. Boş yere kasma kendini tamam mı? Hem Ozan var..."

Adı geçince tebessüm etti Bahar. O olmasa bir yere kıpırdayacağı yoktu zaten ama yine de eli ayağına dolanıyordu. Sonra sadece onun adıyla sakinleşiyordu ruhu.

"Haklısın Ozan var..." Derin bir nefes aldı Bahar. Sonra damaklarını yalayıp "Buzdolabında Ozan'ın biraları var, içelim mi birer tane?" dedi. Böyle bir teklifin Bahar'dan gelmesi bile ne denli gergin olduğunun göstergesiydi zaten. "Tamam," dedi Ebru ve birlikte ayaklandılar. Birlikte mutfağa yürüyüp birlikte salona, balkona döndüler. Bahar radyonun sesini açtı. Aşık şakıdı, kız ona bir öpücük gönderdi. Hava serindi ama kulenin ışıkları göz alıyordu, içeri girmek akıllarına gelmedi. Bir tabak fıstıkla oturdular az evvel kalktıkları yere.

"Yalnız hakkın var," dedi Ebru. "Sadece şu manzara bile insanı birine aşık edebilir."

Kocamandı Bahar'ın gülüşü. Manzaraya baktı, Ebru sonuna kadar haklıydı. Bu manzara önce kendine aşık ederdi insanı. Sonra o aşk büyür, büyür ve içine sığmazdı insanın. Bir şehre âşık olurdu insan. Sonra o şehirde yaşayan herhangi birine... Ayılınca başını çevirip "Aşk falan yok," dedi kız. "Nereden çıkarıyorsun?"

"Neden inkâr ediyorsun?" dedi Ebru. "Üç lafının ikisi Ozan. Dalıp gittiğin yer Ozan, yatıyorsun kalkıyorsun Ozan. Bir yere oturuyoruz, Ozan da görsün. Bir şeyin tadı hoşuna gidiyor Ozan da yesin... Ama lafı geçince yok öyle şey. Ne bileyim, güzel bir şey değil mi aşk? Bence çok güzel, bak ben yan sınıftaki oğlanı bile kaç saattir anlatıyorum. Sen neden anlatmıyor, konuşmuyorsun hiç? İnsan bu güzelliği neden saklar?"

"Bir şey yok ki sakladığım," dedi bu kez Bahar. "Yani Ozan iyi hoş, yakışıklı... Tamam da bunları söylemek benim haddim mi sence? Bunu herkes biliyor zaten. E çok yardımsever. Sağ olsun bak evinde kalıyorum ve ya..."

Cümleyi bitiremeden Ebru başını korkuluğa dayadı. "Bak atacğaım ha kendimi," dedi. "Hep aynı hikâye. Sen boksun, Ozan prens. Zaten senden başka herkesin her şeyi çok iyi, sen hep bok... E bir de Ozan sana evini açtı, tabii bunlar hep yardımseverlikten falan fıstık.... Ya siz geçen hafta bu adamın babasının yanına gitmediniz mi?"

"O başkaydı..."

"Bahar yapma Allah aşkına. Benden mi saklıyorsun sadece yoksa hâlâ mı genel inkâr modundasın?"

Dili damağı kurudu kızın. Elindeki bira şişesine yüklendi. Soğuk içini üşüttü. Ne diyeceğini bilemedi.

"Konuşmayacaksın yani..."

"Ebruş valla anlatacak bir şey yok. Olsa senden saklar mıyım, neyi saklıyorum ki... Yani Ozan'la aramız iyi. Çok iyi. Ama arkadaşız. Babasıgile de öyle dedik, öyleyiz çünkü. Ozan'a da sorsan öyle diyor. O arkadaşız derken ben sana ne diyim ki?"

"Ha yani sen Ozan adım atmıyor diye şey yapmıyorsun?"

"Ne yapmıyorum?"

"Yani Ozan gel sevgili olalım desin diye bekliyorsun, bütün mesele bu mu?"

Durdu Bahar. Gülecek oldu, sustu. Bir yudum bira daha alıp Ozan'ın kendisine "sevgilim olur musun?" dediğini hayal etti. Öyle bir soru sorularak mı başlıyordu ilişkiler? Ya da sadece "seni seviyorum" demek bir başlangıç kabul ediliyor muydu? İlişkilerin başlangıç ve bitiş noktaları hakkında hiçbir şey bilmediğini fark etti. Ama hiçbir şey. Lisede birileri birilerine çıkma teklifi ediyordu ve sonra bu insanlar sevgili oluyordu. Nasıl oluyordu sahi? Benimle bir yere çıkar mısın ya da sevgili olalım mı gibi bir şey miydi bu? Ne bilsin. Bu belirsizliği bir kenara bırakırsa Ozan ile sevgili olmanın ne demek ve nasıl bir şey olduğunu, olabileceğini hayal etti. Neler değişirdi hayatında? Önce öpmek geldi aklına. Şüphesiz o zaman Ozan kendisini öperdi. Bu fikir hem korku hem heyecan kondurdu içine, yutkundu. "Başka?" dedi bir ses. Başka ne yapardı Ozan? Masum sarılmaların rengi değişirdi belki? Belkisi yoktu değişirdi mutlaka ama bu derin bir korkuydu, kıyısında yürüdü Bahar, düşerse çıkamazdı, ürktü. "Başka?" dedi yine o ses. Başka ne olurdu?

Ozan'ın ağzından aşkı duyar mıydı? "Sana aşığım Bahar." gibi bir şey mi olurdu bu? Ama buna inanamadı. Düz saçlarını kulağının ardına itip benim neyime âşık olacak ki diye düşünmeye başladı. Bir Ozan kişisi Bahar'ın nesine âşık olabilirdi ki? En temel soru buydu galiba. Bahar'a bir insan neden ve nasıl âşık olurdu? Kendisiyle ilgili güzel bir şeyler olmalıydı bunun için. Düşündü, düşündü, düşündü. Tek bir cümle bile gelmedi aklına.

"Ozan bana niye âşık olsun Ebru?" dedi sonra. Baktı kızın gözlerine. Ebru şaşırdı.

"Aşkın bir sebebi olur mu?"

"Olmaz mı?" dedi Bahar ve güldü. "Öyle olsa iyi olur zira birinin bana âşık olması için tek bir sebep bile bulamıyorum. Hele ki Ozan'ın."

"Niye?" dedi Ebru. "Ozan'da üçüncü bir göz falan mı var? Bilmediğim bir özelliği mi var onun da 'hele ki' Ozan sana âşık olmasın..."

"Yok ama..."

"Ama?"

"Yok ama Ozan diğer erkekler gibi değil ki. Yani herkes gibi değil ki. Bir kere o çok..." Kelimeler nereye gitmişti yine?

"Çok ne?" dedi Ebru. Yüzü şekilden şekle giren Bahar, tamamen karanlığın çöktüğü Beyoğlu'nu gözledi uzun uzun.

"Çok fazla iyi. Benim gibi biri için..." Dizlerini karnına çekip tırnaklarını korumaya çalışarak kollarını onlara doladı. Başını kıza çevirdi. "Ebruş eğri oturup doğru konuşalım. Ozan yakışıklı, bunu bir kenara bırak acayip sosyal biri. Girdiği her ortamda herkesle çok ama çok kolay iletişim kuruyor, kendisi sevdiriyor, bir yere girdiğinde başı hep yukarıda, yüzü hep gülüyor. Aynı yaşta değiliz, aynı dertleri taşımıyoruz. O Tus'tan sonra kanatları onu nereye taşırsa uçup gitmenin derdinde. Ders çalışmaktan ölürken bile dışarı çıkıp dans edebilmenin telaşında. Ben senden başka bir kimseyle sohbet bile edemedim daha. Sen söyle Ozan beni yanında ne yapsın?"

"Sende aşağılık kompleksi mi var," dedi Ebru dümdüz bir sesle. Devam edecekti ki Bahar araya girdi.

"Ben de bunu ara ara soruyorum kendime. Herkes mi senden daha iyi Bahar diyorum. Okul dışında cevabım evet. Sosyal kabiliyetsizlik galiba bu. Bir şeyler okudum bununla ilgili. Galiba benim sosyal becerilerim gelişmemiş. Olabilir geliştirmeye çalışan olmadı, öğrenememişim demek ki. Nazlı'yla pratik yaptım bu yaz. İki insan birbiriyle nasıl konuşmaya başlar diye düşünüp teatral sohbetler uydurmaya çalıştım. Olmuyor. Tıkanıp kalıyorum. Kabullendim yani."

"Şeytan diyor ki şöyle tut ayaklarından aşağıya doğru bir salla, dökülsün bütün saçma düşüncelerin."

Gülmeye başladı Bahar. "Salla istersen ama bu haklılığıma etki etmez. Bir kere Ozan'ın birlikte olduğu insanları, takıldığı kızları görünce bile ne demek istediğimi anlarsın. Kaldı ki sen zeki bir insansın, bence ne demek istediğimi gayet iyi biliyorsun da beni yüreklendirmeye çalışıyorsun. Gerçekten iyi ki varsın Ebruş ama bu konuda fikrimin değişeceğini sanmam. Zaten Ozan bir çeşit emrivaki sebebiyle beni arkadaşlarıyla tanıştırmak istedi. Öbür türlü böyle bir akşama hiç girişmezdik ve belki de böylesi daha iyi olurdu. Kısaca benim tek derdim bu akşam Ozan'ı arkadaşlarına rezil etmemek, utandırmamak ve kendi adıma da komik duruma düşmemek. Başka bir şey istemem."

"Ama," diye araya girmek istedi Ebru, Bahar yine müsaade etmedi. "Ama diye bir şey yok. Bu sene Ozan için çok önemli ve konsantre olmak istediği tek şey Tus. Yeterince zorlanıyor ve kendi ağzıyla söyledi bana; Tus geçmeden herhangi bir ilişki de istemiyor."

"Öyle mi dedi?" dedi Ebru.

"Öyle dedi," diye onayladı Bahar. Kendinden emindi. "Yani bana kasıtlı demedi tabii ki ama Tus geçmeden hayatında bir ilişki istemediğini açık ve net bir şekilde söyledi. Bu yüzden Bahar ve Ozan ile ilgili bir şeyler arama. Hem Tus geçse bile Ozan'ın aradığı ilişki benimle yaşayacağı gibi bir şey olmaz zaten. O çok... Neyse. Biz diye bir şey yok, olamaz da."

Bira içip soğukla titredi Ebru. Üşüme sesleri çıktı ağzından ve "Wow!" dedi. "Ozan'a şimdiden kolay gelsin. Yani adam çıkıp sana aşığım dese bile seni buna inandırmak pek kolay olmayacak. Hatta birlikte olmanız için koca bir sınav değil de Bahar engeli gördüm, Allah onu ıslah etsin."

Güldü Bahar. Çok güldü ve Ebru da atkuyruğunu sıkarak "Ama onu seviyorsun, burası net," dedi. O zaman dudaklarını büzerek gülüşünü içinde tutmaya çalıştı Bahar.

"Seviyorsun işte!" dedi Ebru. Bahar güldü. Ebru diretti ve sonunda "Seviyorum," dedi Bahar. Utanç, damarlarında dört nala koşmaya başladı, biradan hızlıydı ayakları ve Bahar onu tutamadı. Boyanmış yanaklarının altından süzülen kan dışarı çıkacak gibi oldu, çalkalandı kızın içi ve yüzünde güller açtı.

"Hadi O zaman Bahar'la Ozan şerefine!" dedi Ebru. Bahar sustu ama şişesini uzattı Ebru'ya. İki cam tokuştu ve Ebru sahip olduğu bütün sesle, bütün gücüyle bağırdı. "Ozan, gel de duy bunları Ozan!"

*

Ozan Cuma akşamı dışarı çıkacağımızı söylediğinde, akşam sekize doğru birileriyle buluşuruz gibi bir düşünceye kapılmam bile gülünçtü. On bir gibi evden çıkarız dedi Ozan. Benim o saatlerde uykum ağır adımlarla içimde kol gezmeye başlardı. Uykulu olursam da saçmalardım. Oysa bunda şaşılacak bir şey yoktu. Ben Oktaygillerin hikayelerini hep yatağımda seyreden biriydim. Uyumadan önce onları izler, sızıp kalırsam da -ki hep böyle olurdu- kalan hikayeleri sabah görürdüm. Şaşılası olan o akşam benim de o hikayelere dahil olacak olmamdı. Bu fikirle irkildim, sarsıldım, panikledim.

Hafta boyu kaç kez dilimin ucuna kadar geldi "ben gelmeyeyim" demek de hep tuttum kendimi. Tuttum çünkü bir vesileyle Ozan'ın beni arkadaşları ile tanıştıracak olması fikri sıcaktı. Ona daha çok yaklaşmak demekti. Beni kendine yakınlaştırmasıydı hatta. Bu düşünceyi sevdim. Mızıkçılık yapmamak için içimdeki Bahar'ı dizginledim. Cuma gecesini düşünmedim. Ta ki cumaya kadar. O gün Ebruş olmasaydı bir yerlerde kalp krizi geçirip ölmem işten bile değildi. O tuttu beni, o sürükledi, o kalp masajı yaptı bana. Ölmedim. Çok döndüm eşiğinden de, ne giyeceğim sorunsalının içinden bir şekilde, Ebru sayesinde, çıkabildim.

Bir de en bunaldığım anlarda Sapanca'yı düşündüm. Ozan ve babasının Yunanca konuşması öyle muazzam bir manzaraydı ki, gülümsemek için o anılara kaçtım. Sataşıp durdular birbirlerine. Güle çağıra kurdukları cümlelerin yarısı Türkçe yarısı Yunancaydı. Ozan Yunancayı Türkçeden çok daha hızlı konuşuyor. Ses rengi aynı ama melodisi çok başka. Sanki en sevdiğim evin penceresindeki saksıların değişmesi gibi bir şey bu. Çiçekler de başka. Güzel ama başka.

Meral abla onlara çıkışmasa büsbütün Türkçeye dönmezlerdi ve ben dışımdan değilse de içimden üzüldüm. Evet ne dediklerini anlamıyordum ama anlamasam bile dinlemesi ne keyifliydi. Herhalde içkinin tesirine uyku da karışınca, yatar ayak Ozan'a "Yunanca konuşurken ne kadar hoş oluyorsun," deyiverdim. Bin pişmanlık fayda etmedi, o güldü ben yatacağım odaya -Oğulcan'ınkine- kaçtım. Duvarları çizgi film posterleriyle dolu küçücük bir oda. Ama ne çok poster olduğunu bilseniz... Bildiğim bilmediğim bütün çizgi filmler orada. Kimisi poster. Kimisi gazetelerden dergilerden kesilmiş küçük kupürler. Dağınık asılmış, duvarlar kirlenmiş, perdelerin eteği bağlanmış, her şey sıradan bir ev gibi. Öylesine sevdim. Yatağa yeni çarşaf sererken Meral abla bana "İyi ki geldiniz," dedi. "Kaç zamandır böyle keyifli görmemiştim Rafet'i. Oğulcan'la Ozan'a hiç değinmiyorum, onları yan yana görmek benim en büyük mutluluğum," dedi. Sonra teşekkür etti bana. Sanki benle ne ilgisi varsa... Huzurla uyumuşum. Uyandığımda, çatal bıçak seslerine, salondan gelen oyun sesleri karışmıştı. Hızlı bir kahvaltıdan sonra kırmızı Mercedes bizi İstanbul'a taşıdı.

Üç gün boyu bizimleydi kırmızı araba. Ve biz gece gündüz bir aradaydık Ozan'la. Tanıştığımızdan bu yana ilk kez bunca zaman geçirdik beraber. Hatta gece uyumaları dışında ayrı olduğumuz bir saniye bile olmadı ki Ozan yine yaptı yapacağını. İlk gecemizde "İsterseniz üçümüz beraber uyuyalım," dedi Oğulcan'ın yanında. Yerin dibine girdim utançtan. Onun umuru bile olmadı. Odama kaçtım.

İstanbul'un büyük bir kazan benimse çay kaşığı olduğumu bilirdim de, buncasını tahmin edemezdim. Nereleri gezmedik ki beraber. Ama gezdiğimiz yerlerden ziyade, gün boyu büründüğümüz kişiliklerin farklılığı dikkatimi çekti. Bir sabah Bebek'in en kalburüstü yerlerinden birinde kahvaltı ettik. Etlerim gerildi içeri girerken. Rezervasyonumuzun olduğunu bile bilmiyordum. Ozan mekânın yabancısı değildi bense gavur gelindim. Garsonların önümde habire eğilirmişçesine kibar davranmasına değinmiyorum bile. Masa örtüsünün ayakkabılarımdan pahalı olduğuna yemin edebilirim ve yalancı da çıkmam. Oturduğum yerde kıçıma iğneler batar gibi olunca ferahlamak için Ozan'la Oğulcan'ı izledim. Bebek değil Oğulcan ama Ozan onun ekmeğine kahvaltılık soslardan sürüp durdu. Oğulcan ikiletmeden yedi hepsini. Kucağımıza kumaş peçeteler serdik. Çok tuhaftı. Sini bezine alışıktım da kâğıt peçete hiç kullanmamıştım. Bir şeyleri dökmekten çok korktum.

Sonra oradan kalkıp Riva'ya geçtik, epey yol yürüyüp bir çay bahçesinde gözleme yedik, çay içtik. Gözlemeleri açan köylü kadınlarla sohbet etti Ozan. Hatta karışık gözlemeler yapılırken onların başında bekledik. Ozan onların bir sürü fotoğrafını çekti. Sorarsanız köylü olan benim ama o köylülerle benden daha güzel sohbet ediyor. Çok garip değil mi?

Mesela otlu peynirli gözleme yapılırken peynir için bu ne peyniri dedi. Baktım peynir bizim Gorcolo'ya çok benziyor... Gorcolo mu diyecek oldum ve o sırada kadınlardan biri "Kars peyniri" dedi. Ozan tatmak istedi, bir çatal uzatıverdiler ona. Merakımdan ben de tattım. Vallahi gorcoloydu bu. Elbette inat etmedim. Masamıza dönünce kars peyniri dedikleri şeyi aradım, karşıma gorcolo çıktı. Diyeceğim o ki, bildiğim şey için bile konuşamadım kadınlarla. Oysa Ozan gözleme açan kadının çocuklarının yaşına kadar öğrendi.

Neyse. Sosyal sınıflar arası gezinti gibiydi o gün. Sabahı Bebek'in lüks mekanlarında açıp öğleyi Riva'da geçirip, geceyi ise Beyoğlu kebapçısı üstüne Karaköy tatlıcılarında kapattık. Eve dönünce onlar oyun oynadı, bense abur cuburdan sorumlu şef oldum. Snoopyli tişörtüm Oğulcan'ın üstündeydi. Abi kardeş fotoğraflarını çektim, bir güzellerdi ki sormayın.

Son gün, ne yazık ki Ozan ve kırmızı Mercedes bizimle değildi. Vapurla karşıya geçtik Oğulcan'la. Vapurda çay içtik. Bunu hep yapmak istemiştim de, tek başıma cesaret etmemiştim hiç. Oğulcan'ın yanında "büyük" olmak hoşuma gitti sanırım. Kadıköy'de çok yürüdük. Ağzı var dili yok Oğulcan bile "Bahar abla hiç oturmayacak mıyız?" dedi. Çünkü geri zekalı Bahar ablası Moda'ya çıkan yolu karıştırınca güzergahımız yokuşlandı, yolumuz uzadı da uzadı.

Ama sonra bildiğim cadde boyuna vardık ve sıra sıra neler yemedik ki... Dondurma, waffle, kazandibi... Starbuck kahvesi ve donutla Moda sahile vardığımızda havanın serinliği orada uzun uzun oturmamıza mâni oldu. Ama lise çıkışına denk geldik ve Oğulcan'ın gözleri ardımızda kalan okulun bahçesinden hiç ayrılmadı. "Liseyi İstanbul'da okursun belki?" dediğimde Oğulcan "Burası fen lisesi değil, burada okumam," dedi. Sarılasım geldi ona ve ilk kez kendimi tutmadım. Belki de Ozan'dan daha sıkı sarıldım ona, uzun uzun, salt sevgiyle.

Açıkçası Ozan'la gezmek daha güzeldi. Daha doğrusu Oğulcan yanımda sıkılmıştır diye endişe etmedim değil. Ama karşıya dönüp bildiğim ya da bilmediğim sokaklar boyu Oğulcan'la yürürken ben hiç sıkılmadım. O ise eve yaklaştık dediğimde "Bahar abla," dedi bana. "Abime bir şey almak istiyorum. Hediye gibi bir şey. Sence ne alayım?" dedi. Oysa sabah Ozan hastaneye giderken bilakis tembihlemişti beni. Daha doğrusu biraz sıkılarak Oğulcan para harcamasın, biz senle sonra hallederiz demişti. Ona nasıl baktıysam da "Kızma," diyerek öpmüştü yanağımı.

Elbette ona para harcatmamıştım ve Ozan kendisine hediye alınması için Oğulcan'ın para harcamasını ister mi diye durup düşündüm. Sonra ona "Bence abin bunun için para harcamanı istemez" dedim. Gülümsedi. "Ama benim biriktirdiğim çok param var," dedi. Sapanca'da para harcayacak yer yokmuş zaten. Test kitapları çokmuş, okuma kitaplarını okulun kütüphanesinden alıyormuş, bir de zayıflamak için çok bisiklet sürüyormuş, bu yüzden hem babasının restoranında hem de yan taraftaki restoranda, siparişlerden yakın olanların paketlerini o bisikletle götürüyormuş ve buradan da para kazanıyormuş... Kısacası Oğulcan'ın hediye alma arzusu çok samimiydi. Yürüdüğümüz sokak boyu antikacılar ve turist hediyelikçileri vardı. Birkaçına girdik. Hediye alma konusunda becerikli bir insan olmamam işimizi uzattı ama sonunda gözlüklü bir domuz kumbarasında karar kıldık. Oğulcan emin olamasa da benim gönlüm rahattı. Ozan, kardeşinden gelen bir boncuk tanesi de olsa havalara uçardı. Benim pekmezime cennet marmeladı yapmış adam, Oğulcan'dan geleni hiç sevmez mi?

Meral abla için de ahşap üzeri el boyaması bir toka aldık. Beyaz boyanmış bir elips, üzerinde kırmızı güller var, cilalanmış. Bununla önüne düşen saçlarını toplarmış Meral abla. Oğulcan'ın lafı bu. Bal gibi çocuk değil de ne?

Gün bitti. Son akşam yemeğini beraber yedik ve Ozan kırmızı Mercedes'le onu Sapanca'ya götürdü. Dönüşü geç saatti, doğrudan yatar diyordum ama o bir kadeh şarapla beraber balkona koştu. Ben uyukluyordum, battaniyeye sarınıp da çıktım yanına. Şarap falan içmedim, o ise hızlıydı. Konuşmadık pek. Sonra içeri girdik, içim üşüdü, battaniyeye sarınmış halde odama yürürken tuttu beni. Kemiklerim kırılacak sandım sarılmasından. Kaç kere öptü yüzümün her yanını sayamadım. Başka bir şey konuşmadık. Sadece elimden tutup kendi yatağına götürdü beni. Sıkı sıkı örttü üstümü, soyundu ve yanıma uzandı. Öylece uyuduk. Sonraki gün arkadaşlarıyla tanışma mevzusu yeniden önüme geldi. Onu çok sevdiğimden "Tamam," dedim.

Onu çok sevdiğimden... Ebru bana kızıp duruyor belki ona bir şeyleri anlatmadığım için ama nasıl anlatayım? Bir beklenti içinde değilim. Ozan'ın yanında olmak, onunla olmak bana yetiyor. Daha fazlasını isteyip var olanı yitirmekten ödüm kopuyor. Varsın böyle olalım, sevgili değil arkadaş. Ama beraber olalım. Onunla uyuyayım, onunla uyanayım, başka bir derdim yok. Ozan'ın bana aşık olması gibi şeylerin peşinde değilim. Ozan benden uzak olmasın yeter. Böyle arkadaş olalım, bu kadar arkadaş olalım, başka bir şey istemem.

Ha bir de, kalbimi dövüp duran şu gecede Ozan benden utanmasın, titrek bacaklarım beni taşıyabilsin ve ben yerin dibine girmeyeyim. Bütün isteğim bu kadar. Ozan için, Ozan mutlu olsun, benimle olsun diye.



*



"İstersen bekle, ben hemen hazırlanırım. Taksiyle gideceğiz, seni de evine bırakalım."

Ebru, Ozan'ın tüm ısrarına rağmen onu dinlemeyip evden çıktı. Kapıyı kapatan Bahar, dönüp Ozan'a baktığında, adamın gözbebeklerinin ne denli büyük olduğunu gördü. Üç adımla kendisine yaklaştı Ozan. Bir eli kızın belindeki saçlardan bir tutam aldı. Hâlâ bu gür ve düz saçların Bahar'a ait olduğuna inanmıyordu galiba. Kendisine sorsalar, böyle olsun istemezdi. Yer çekimine meydan okuyan bukleler onları bu hale getiren kişiye boyun eğmek için işkence görmüş olmalıydı. Kendisine sorsalar kıymazdı onlara ama bu, kızın saçının kötü olduğu anlamına gelmiyordu. Sadece farklıydı Bahar. Bildiğinden çok farklı.

"Saçlarına nasıl kıydın?" demesi belki gülünçtü ama tutamamıştı kendisini. Oysa saçtı alt tarafı. Her şekle sokulurdu. Ne vardı bunda? Bahar'ın dudakları aralanıp dişleri göründüğünde adamın eli kızın yanağına uzandı.

"Stresten dümdüz oldular," dedi Bahar. Sonra devam etti. "Şu gece bir bitsin..." Ozan'ın eli Bahar'ın yanağından dudağına kaydı.

"Bu kadar çekinme n'olur. İstemezsen gitmeyiz..."

"Yok," dedi Bahar. "Oyunbozanlık yapan ben olmayacağım ama onlar gelmememi isterse lütfen hemen söyle. Pijamalarımı giyip yatağıma girer, beş dakika içinde uyurum."

"Sıkıldığın an söyle, hemen eve döneriz, istersen ben sana pijamalarını giydiririm."

Sırıttı adam ve Bahar bir adım gerilemeye çalışarak "Terbiyeni yine hastanede unutmuşsun," dedi. Aşık'ın sesi yükseldi ve derin bir iç çekişle ona baktı Ozan.

"Tamam," dedi sesini yükselterek. "Tamam Aşık tamam, kapı önünde oynaşmıyoruz."

Salona yürüdü Ozan. Burasını daha aydınlık görünce bir de ışık altında süzdü Bahar'ı. Makyajın ona yakışıp yakışmadığı konusunda kararsız kaldı. Yakışmadığından değil de onun bembeyaz yüzüne alışıktı. Şakağında mavi yeşil bir damarın naylon altında yatar gibi kendini belli etmesine ve göz çukurlarında engin bir nehir gibi kollara ayrılmasına; sonra dudaklarının ortaçağdan kalma tablolardaki gibi soluk bir pembe olmasına... Doğrusu bugüne kadar Bahar'ın pek çok kez fotoğrafını çekmek istemişti ama kendi kendine "böyle değil," dedi adam. "En doğal haliyle çekmeliyim onu. Çırılçıplakken, yüzüne hiçbir boya değmemişken ve elbette saçları böyle değilken..."

Salona doğru iki adım atan Bahar ise ellerini ardına alıp birleştirdi. Ayakları balerin gibi sekti ve sonra parmakuçlarında yükseldi. "Olmuş mu..." dedi ve daha hızlı bir şekilde "Olmamış mı..." dedikten sonra "Bak anlaşalım," dedi makul bir sesle. "Sen dürüst bir adamsın. Olmadıysa baştan söyle ki bir çare çözüm bulalım. Beni ele güne... Hele ki onlara... Yani rezil olmama izin vermezsin diye umuyorum. Alınmaca gücenmece yok, valla!"

Bahar konuştukça gevşedi adam. Gevşedikçe güldü, güldükçe keyiflendi, vakit gece yarısıydı, mevsim de kıştı ama mahallede yaz gecesi coşkusu vardı. Gürültüler, sesler, çekirdek çıt çıtları, çay bardaklarında dans eden kaşıklar, asitli içeceklerin foşurtusu ve müzik! Bir yerlerde keyifli şarkılar çalıyordu ve dans etmek istedi adam. Eğilip içindeki mahallenin ışıklı sokağına baktı. Efendi, Düzkafa, Yabancı... Tanıdığı herkes balkona atmıştı kendisini. Bir tek Efendi'nin yüzü yarım asıktı. Onunla göz göze gelince "Hayır, kötü bir şey yok ama ben endişeliyim," dedi adam. "Geçen hafta üç gün fire verdin, şimdi gece gezmeleri derken, ipin ucu kaçarsa..."

"Sus," dedi Ozan. En kibar sesiydi bu. "N'olur bu gece sus. Söz veriyorum yarın her zamankinden çok çalışırım. Son denemem çok da iyiydi. N'olur izin ver bu gece bana."

Derin bir iç çekişle "Tamam, öyle olsun," dedi adam. Düzkafa nasıl ıslık çalıyordu ama. Ozan Bahar'a cevap vermeden ardına dönüp şarabına koştu. Bahar iki adım daha sekti. "Çıkmayacak mıyız az sonra, şarabı..." Ardına döndü adam. Epeyce yaklaştı Bahar'a. Biraz da eğildi.

"Sen de bira içmişsin." Nasıl güzel bakıyordu gözleri. "İki tane," dedi Bahar sırıtarak. "Üçüncüye bile niyetlendim ama bu sefer de sarhoş olurum korkusu ağır bastı. Ozan şu gece bir bitse..."

Ozan nefes aldı, sesini sakinleştirdi. "Mülakata girmiyorsun," derken kızın saçlarını kulaklarının arkasına atacaktı ama oradan buradan fırlamayan saçları sevemedi. Fazla uysaldı bunlar.

"Soruma cevap vermedin," dedi bu kez Bahar. Gözlerinin üzeri griye boyanmıştı. Uzun kirpikleri kararmış ve gözlerinin altına ten rengine yakın bir ışıltı katılmıştı. "Çok güzel görünüyorsun. Ben sadece şaşırdım. Yani güzelliğin değil şaşırtan, o hep var da... Saçların beni şaşırttı."

"Ha onlara aldırma," dedi Bahar. "Ebruş maksimum üç saat süre verdi. Sonra eski hallerine dönmeye başlayacaklarmış. Uysal değilmiş saçlarım ve pek laftan sözden anlamıyorlarmış. İki saat sürdü bu hale gelmesi. Ben hep diyorum bu saçlarda karadeniz domuzlarının inadı var diye ama sözümü dinleyen yok ki!"

O zaman acımadan kıza sarıldı adam. Sarılışı saldırıdan farksızdı ve Bahar saçlarının hoyrat ellerde yoğrulduğunu hissederken burun deliklerinden biri de adamın göğsüyle tıkanmıştı. Güldü, hem de nasıl güldü. Boğuk bir sesle "Gitmeden bozulacaklar herhalde," dedi. Çok sonra adam kendisini özgür bırakınca derin bir nefes aldı. Birkaç adım uzaklaştıkları zaman "Amanın!" dedi Bahar'ın en civelek sesi.

"Gömleğin n'oldu öyle!" Ozan eline aldığı kadehle eğdi başını, fondötenle sararan gömleğine bakıp Aşık'la Narin'e çevirdi yüzünü.

"Oğlum bak," dedi. "Narin sana böyle şeyler yapıyor mu?"

Bir dere ki aktı aktı, durduramadı Ozan. Bahar coştukça coştu. "Çıkart yıkayayım," ile başlayan hezeyanlar "Yenisini alırım," ile son buldu. Saat on bire pek yakınken Bahar sessizleşti, durgunlaştı. Ozan ikinci kadehiyle yaslandı balkonun korkuluklarına. Bir eli cebindeydi, salondaki koltukta öylece oturan Bahar'ı gözlüyordu. Yabancının sesini duydu içinde. "Kaygıları onu yiyip bitiriyor," dedi adam. Ozan başını salladı. "Biraz rahat bıraksa kendisini, biraz nefes aldırsa ruhuna..."

"İyi geçer mi sence bu gece?"

"Sen de kaygısız değilsin," dedi Yabancı.

"Benim kaygılarım Bahar'la ilgili, Bahar'dan ötürü ve Bahar için..."

"Ne olursa olsun, onları sustur da Bahar'ın yanında ol. Biraz yüzü gülsün. Ne güzeldi az önce..."

Onu güldürmenin yollarını aradı Ozan. İşte o zaman gördü sokakta elleri cebinde gezen Düzkafayı. "Pişt," dedi ona. "Bi gelsene sen şuraya."

"Ben mi?" dedi adam şaşkınlıkla. "N'oldu sen bana durduk yere seslenmezsin. Bi bok yedim diye azarlayacaksan yürü git işine çünkü hiçbir şey yapmadım. Kısırlaştırılmış köpek gibiyim hatta. Öldürdün beni, yedin bitirdin."

"Ağlama lan!" dedi Ozan adama. "Ağlama, gel iki dakika işim düştü sana."

"N'oldu?" dedi bir kez daha meraklı olan adam. Ellerini cebinden çıkarıp göğsünü kaşıdı.

"Güldürsene Bahar'ı biraz," dedi Ozan.

"Ben mi?" dedi önce Düzkafa. Etrafa bakındı, Yabancı ile göz göze geldi ve "Olmaz," dedi. "Benim yöntemlerim çok geliyor size. Sonra hep beraber ağzıma sıçıyorsunuz."

"Yok," dedi Ozan ikna etmek ister gibi. "Senin usulünle olsun. Söz bir şey demeyeceğim."

Düzkafa emin olmak ister gibi baktı Yabancıya. Sonra yeniden ellerini cebine soktu. Islık çalarak sokağın ortasına yürüdü, kendi ekseni etrafında döndü.

Ozan elindeki kadehi bitirip içeri girdi. Ellerini bacaklarının altına sıkıştırıp oturan Bahar'a baktı. "Ben bir duşa gireyim, sonra çıkarız istersen," dedi ve Bahar ayaklandı.

"Duşa mı gireceksin daha?" dedi. Aynı anda koridora yürüyorlardı. "Ben giyinir çıkarız diye düşünmüştüm."

"Sen böyle gelmeyecek misin?" dedi Ozan. Üzerinde kot ve ince bir kazak vardı Bahar'ın. Kız gülerek önüne eğildi, baktı kendisine. "Valla çok isterdim de... İbrahim dedi ki her zamanki halimle gidersem masada yokmuşum gibi davranırlarmış."

Kahkaha attı Ozan. "Ne zaman konuştunuz?"

"Dün," dedi kız. "Ama sana bugün girdiğim deneme kabinlerinde ağladığımı falan söylemeyeceğim."

Yüzü buruştu adamın. "Böyle de gelebilirsin," dedi sonra. Ve banyonun kapısının önünde göz göze geldiler. Bahar tebessümle baktı adama. "Bence şimdi dürüst değilsin."

Sırıttı Ozan. "Bence sıcak bir duş sana çok iyi gelecek."

"Duş mu?" dedi Bahar. Eli saçına gitti. "Yok ya saçım başım var. Hem makyajım var, ben duş falan alamam."

"Yardımcı olurdum ben," dedi Ozan bu kez. Banyonun hemen önünde durup kolunu kapı pervazına yaslamıştı. Kısa bir süre baktılar birbirlerine ve Bahar'ın yüzündeki tebessüm öfkeye evrildi. Elini kaldırıp hızla adamın karnına vurdu ve Ozan gülerek yakaladı o eli.

"Pislik yapmasana!" diye gürledi kız. Ozan ise yakaladığı eli dudaklarına taşıdı, baktı, öptü. "Ojeler yakışmış," dedi ve kız hızla çekti elini.

"On dakika içinde hazır oluyorum ben! Sen de öyle bir saat durma banyoda. Görüyorum şehzade hamamı gibi bir giriyorsun içeri en az bir saat sürüyor banyodan çıkman. Hadi çabuk!"

İki adım ilerledi Bahar ve ardına dönmeden konuşup vardı odasının kapısına. Ozan ise banyoya girmeden baktı kızın ardından.

"Senin yüzünden," dedi sadece. Bahar şaşkın bir yüzle döndü ardına. "Niye?" dedi önce. "Ne demek senin yüzünden? N'apıyorum ben, bahçe mi kazdırıyorum sana?"

"Ck," dedi adam sırıtarak. Bir yandan gömleğinin eteklerini çıkardı pantolonunun içinden. Bir eli düğmeleri iliklerinden boşandırıyordu. "Sorun dışarda değil, içerde." Gözüyle banyonun kapısını işaret eder gibi oldu. "Seni düşününce banyoda geçirdiğim süre de uzuyor."

Bahar yutkundu. Bedeni Ozan'a döndü, birkaç adım attı öne doğru. Düşünüyordu ama anlamıyordu. Niye böyle sırıtıyordu adam ve ne demek istiyordu? Gözlerini de çekemedi ondan. "Anlamadım," dedi sonunda. Daha kısıktı sesi. "O ne demek?"

Boyluca kızı süzdü adam. Tepeden tırnağa derlerdi ya hani, Ozan gördüklerinin yanında göremediklerini de süzdü. Sonra içine sığamayacak kadar büyük bir nefes alıp "Bir ara," dedi. "Uzun uzun anlatayım içeride ne yaptığımı. Hatta istersen gösteririm de."

Bir parça tereddütle "Sen iyi bir şey demiyor gibisin," dedi Bahar. Aslında onunki nabız yoklama çabasından ibaretti. Bir adım daha öne gelecek oldu ama sonra Ozan'ın iliklerinden boşanmış düğmeleri aralayıp kendi karnına dokunduğunu görünce... Ozan ise devam etti.

"Yo, hayır. Çok güzel bir şeyden bahsediyorum. Şimdi bir oyuncak düşün. İki parçası var. Biri sende, biri bende. Tek başına oynamak keyifli olmuyor. Ama ikisi bir araya gelince..." Pervaza yasladığı elini hızlıca üç kez vurdu olduğu yere. Dudaklarını lezzetli bir yemek yer gibi birbirine bastırdı. Ve "Yani beraber oynasak bu evi yıkarız herhalde..."

Gözleri büyüdü Bahar'ın. Kalbi nasıl hızlandıysa, bir eli duvara uzandı, tutunur gibi oldu oraya. Ardından kaşlarını çattı ve "On dakika!" diye bağırdı.

"On dakika içinde duştan çıkıp giyinmen lazım. Ben senin hamam keyfini de oyununu da fan..." Durdu burada, fantezi diyecekti, diyemedi. "Bekleyemem!" dedi arkasından. "On dakika içinde çıkmazsan giyer pijamamı yatarım, o kadar!"

*

"Ben İstanbul'a kar yağarken Melis'in askılı elbiselerle teknede dans ettiğini hatırlıyorum. Benim daha şimdiden ayaklarım dondu Ozan!"

Taksinin arka koltuğunda oturmuş, akşama kıyasla seyrelen trafiğin içinde yüzüyorlardı. Işıklıydı geçtikleri tüm yollar. Bahar evde olsa uykuya hazırlanırdı ama şehir, İstanbul, sanki hiç gece olmamış, yirmi dört saat kesintisiz çalışan bir fabrika gibi ışıl ışıldı. Bahar beyaz pantolonunun altına giydiği burnu açık sandaletleriyle ayaklarının üşümesinden dert yanıyordu ama Ozan tarafından tutulan elinin ayaklarından bile daha soğuk olduğunun bilincinde değildi. Buz gibi bir terle yıkanıyordu kız. Ozan bunu fark ettiği için onun elini sımsıkı kavramıştı ama kâr etmiyordu Bahar'a. Gözbebekleri ışığa tutulmuş bir kemirgeninkiler gibi büyümüş, konuşması ağırlaşmış ve nefesi sıklaşmıştı. Buna rağmen, bütün bu gereksiz kaygıları bir kenara bırakabilse, çok güzeldi. Çok fazla güzeldi.

Narin gibi ürkerek bakıyordu etrafına ve tepeden tırnağa bu gece için özendiğini görüyordu adam. Ama bu onu mutlu etmiyordu. Zira Bahar aylardır sayıkladığı bir kıyafeti alsa -bu bir çorap olsa bile- mutlu olurdu. Oysa şu an giydiği her şey kendisine çok yakışmakla birlikte ona bir dirhem mutluluk katmış mıydı acaba? Soruyordu çünkü bunu okuyamıyordu Ozan. Bahar'ın yüzünde var olan tek şey kaygıydı. Heyecan bile değil, kaygı. Huzursuz olması biraz da bu yüzdendi.

Bahar'ın sağ eli avucundaydı, yüzüyse hep dışarıları seyrediyordu. Ozan başını hiç kaldırmadan o eli izlerken Bahar bakışlarının yerini değiştirmese de sol elini de Ozan'ın elinin üzerine koydu. Ozan iç çekti ve mahallenin elektrik direğine yaslanmış olan Düzkafanın sesini duydu. "Çok kasıyorsun be Ozi. Az rahat bırak kendini."

Duyduğu sesle irkildi Ozan. Düzkafa ise devam etti. "Yok yüzünde şu varmış bu varmış. Mis gibi olmuş işte kız. Kusura bakma da kendine çeki düzen verince bir şeye benzemiş. Hem de güzel bir şeye benzemiş ha. Pantolona şaşırdım mesela. İddialı bir seçim. İçine ne giydiğini henüz çözemedim ama inceleyeceğim bunu. Bir de Bahar'ı göbeği açık bir şeyle görmeyi beklemiyordum. Belki elbise filan diyordum ama... Çok topuklu giymemiş ama gene de bir hava katmış şu ayağındakiler. Deri ceket de yakışmış. Yani isteyince baya güzel bir şey olabiliyormuş."

Farkında olmadan sola dönüp kızı incelerken buldu kendisini. Bahar da ona dönünce panikledi. "Sen bir girsene evin içine artık," dedi Ozan Düzkafaya kızarak. "Güzel bir şeye benziyormuş da bilmem neymiş de. Az yüz verince hemen saçmalıyorsun."

Düzkafa orta parmağını kaldırdı Ozan'a doğru. "Şuraya konuş," dedi. "Banyodayken hiç öyle demiyordun, şimdi gel bunları kıçıma anlat Ozi."

Sinirlendi Ozan. "Gir lan içeri," dedi. "Mahrem diye bir şey var. Beraber yaşıyoruz diye her canının istediğini söyleyemezsin bana."

"N'oldu?" dedi aynı anda Bahar. "Sinirlendin gibi..."

Afalladı adam. "Yoo," dedi. "Sana öyle gelmiş." Toparladı sonra kendisini. "İnce giyinmişsin biraz. Ama az kaldı. Içeri girince üşümezsin, hatta epeyce terleriz."

"Yok ben ince giyindiğimin farkındayım da, diğer insanlar nasıl üşümüyor onu anlamadım."

"Sen bakma başkalarına," dedi adam. "Soğuğa yiğitlik yapılmaz der Meral abla Oğulcan'a sık sık." Gülümseyerek başını Ozan'ın süet ceketine yasladı Bahar. Burası sıcaktı, rahattı. Yastığı kadar değildi ama huzur veriyordu. Gözleri örtüldü, galiba uykunun eşiğinde, incecik bir çizgide yürümüştü ve yanlış tarafa geçmişti. Bu yüzden taksinin durup kapının açılması sadece üç beş saniyede cereyan etmiş gibi geldi ona. Sonra bir ses duydu. "Geldik," dedi Ozan.

Bahar'dan önce inip taksinin diğer yanına dolandı. Bahar indikten sonra bedeni titrerken Ozan'ın koluna girdi. Bu sıradandı, bu her zaman yaptığı bir şeydi, alışılmıştı. Başını kaldırıp mavi ışıklı tabelaya baktı. Konuşmadan yürüdüler kapıya doğru. Galiba yaşadığı an, aylardır takip ettiği instagram hikayelerine adım atmak gibi bir şeydi. Üşüdüğünü unuttu kız. Çantasının incecik zincirini tutan elleri bir kova sudan çıkmış gibiydi. Bereket vardı ki, Ozan yanındaydı. Düşmediyse, takılmadıysa, devrilmediyse hep Ozan sayesindeydi.

Bir de nasıl kalabalıktı gösterişli kapı. Sanki bütün İstanbul gece olunca uyumamış da gizlice yatağından çıkıp buraya gelmişti. Buna niye şaşırıyorsa... Kaç kez görmemiş miydi sabaha kadar eğlenen insanları. Ozan da öyleydi. Neyi garip geliyordu şimdi? Başını çevirip Ozan'a baktı kız. Ozan ona gülümsedi. Sağ eli uzanıp koluna dolanmış kolu okşadı. "Ne zaman sıkılırsan söyle," dedi tekrar ve sonra her adımlarında müzik sesi arttı. Burada iki insanın birbirini duyması ne zordu... Aslında bunun için şükredebilirim diye aklından geçirdi Bahar. Burada tanışacağı her kimse -sanki bilmiyordu- onlarla konuşma ihtimali yok gibi bir şeydi. O halde konuşamaz, konuştuğu duyulmaz, anlaşılmaz ve saçmaladığı fark edilmezdi. Titreyen gönül tellerini elleriyle durdurmaya çalıştı. Ne denli başarılı olup olmadığını bilmeden Ozan'ın ayaklarına uyum sağladı.

Işıklar göz alıyordu ve bu halde göz gözü bile zor görürdü. Çirkinliği görülmeyecek ve sesi duyulmayacaksa ne iyiydi ama bir yerlere takılıp düşmekten korktu. Ozan ise aradığı insanları nerede bulacağını bilen adımlarla yürüyordu. Bir yerde yan yana yürümek zorlaştı, kolunu kızdan çekip elini uzattı kıza ve planlanmış gibi buluştu elleri. Ozan önden yürüyordu ve ardındaki Bahar yürürken sadece yere -ayaklarına- bakıyordu. Sonra durdular. Gürültülü müziğin içinde "Aaa Ozan!" ve "İskeçeli," kelimelerini seçebildi Bahar. Başını kaldırdı. Yeşil ışık, bildiği bir yüzü parlattı. Başını kaldırdığı an Oktay'la göz göze gelmek beklediği bir şey değildi. Topluydu saçları, ayaktaydı. Bahar afalladı. Ozan'ın eli de parmaklarının arasından sıyrılınca nerede olduğunu, kimlerle karşı karşıya geldiğini anladı. Ağzında bir damla su kalmadı sanki ve koşarak oradan ayrılmak istedi. Ne hazindi, bıraksalar Ozan olmadan çıkış yolunu bile bulamazdı.

Çünkü yalnız ona güvenerek adım atmıştı. Yürüdüğü yola ekmek kırıntıları dökme gereği bile duymamıştı. Ah Ozan! Sığınabileceği tek liman oydu. Oktay da gözlerini kendisinden çekmeyince panikle çevirdi başını. Ozan'ı aradı gözleri ve onu Çiğdem'le sarılırken buldu. Sırtını gördüğü adamın ensesine yaslanmış bir baş! Galiba dedi içinden, ışık gözlerini yanıltmıyorsa, Çiğdem'in saç rengi değişmişti. Daha kumraldı kızın saçları. Uçları ise daha sarı. Bildiği düz saçlar değildi bunlar ve gözü hızlıca süzdü masadaki kızları. Melis'in bir kale gibi masanın bir ucunda duran Cüneyt'in yanında saf tuttuğunu gördü. Mina da Çiğdem'in hemen ardından sarıldı Ozan'a. "Ah," dedi içinden. "Bahar sen gerçekten şunları giyince bu masadakilere yaklaşabileceğini mi sandın... Bu kadar mı aptalsın sen Bahar..."

Melis Cüneyt'in yanından iki adım atarak Ozan'a yaklaştı. Çiğdem'inkinden daha şaşalı bir sarılıştı onunki, asılıp kaldı adamın boynuna ve Bahar nereye bakacağını şaşırdı. Bereket ki ışıklar öyle çok renk değiştiriyordu ki, herhalde diğer insanların gözlerini de kamaştırıyordu ve olduğu kadar aptal görünmesine engel oluyor olmalıydı. Bu yüzden kendisine uzanan eli çok geç fark etti Bahar. Çantasının ince zincirini kavrayan ellerinden birini özgür bırakıp kendisine uzanan ele dokunması düşünülmüş bir hamle değildi. "Erdem ben," dedi yükselen ses. Ya da Bahar hangi ismin söyleneceğini bildiğinden dudak okumuştu, emin değildi. Erdem, en az bildiği, en ilgilenmediği isimdi. Bu yüzden zararsızdı, daha az korktu kız. Gülümsemeye gayret etti. "Bahar," dedi. Sesinin duyulup duyulmadığına dair bir fikri yoktu.

Ama gülümsemişti adam. Belki de ciğerini doyuran ilk nefesi o zaman almıştı Bahar. Aynı karşılığı verdi adama ve sonra Ozan'ın bir adım gerileyerek Melis'in kollarından sıyrılıp elini sırtına koyduğunu anladı. Gözleri gülüyordu Ozan'ın. Daha sık nefes aldı kız. Ozan, tam bir şeyler diyecekti ki, Bahar omuzlarına dokunan ellerle başını çevirdi. "Tatlım," dedi bir ses. Ne kadar gürültü de olsa bunu duymaması mümkün değildi zira kulağının dibine kadar sokulmuştu Melis.

"Melis ben," dedi sonra. Aynı anda Bahar'ın boynuna sarılıyordu ve elleri sırtında geziyordu. "Meraktan öldük, kimmiş Ozan'ın şu meşhur ev arkadaşı diye diye!" Uzun sürdü sarılışları. Bahar şaşkınlıkla bir elini kızın sırtına götürdü. Çıplak bir tene değdi, çekindi biraz. Sonra bir rüzgâr gibi geri çekildi kız ama bir eli hâlâ Bahar'ın sırtındaydı. Çiğdem'e doğru buyur etti kızı. Çiğdem tuhaf bir gülümsemeyle elini uzattı kıza. Bahar sarılacağı zannıyla eğilirken, bir yerden başka bir yere savrulmuş gibi bu kez yeniden elini uzattı. Adını söyleyemeyip gülümsedi sadece. "Çiğdem," dedi parmaklarını şöylece bir değdiren kız. Mina atıldı sonra.

"Ay durun ben sona kaldım," derken masayı çevreleyen u şeklindeki koltuğun ardından çıkıverdi. Melis gibi olmasa da hızla sarıldı kıza. "Bahar değil mi?" dedi. Ağzı kuruduğu için bir şey diyemedi Bahar. Yalnız başını salladı. "Geçsene şöyle tatlım," dedi bu kez Melis ve Bahar bir anda, masanın bir ucuna sürüklendi. Ozan'la arasına Çiğdem'le Mina girmişti. Gözleri Ozan'ı buldu. Sıcak bir gülümseme gördü o yüzde. Derin bir nefes aldı.

Sonra bir el daha dokundu omuzuna. Baktı. "Kabasakal," dedi içinden. Sakalı uzamıştı, ürkütücü görünüyordu ama aynı anda da gülüyordu adam. "Valla ben sokakta görsem tanımam," dedi Cüneyt kızın kulağına eğilerek. "Temizlik yaparken bu kadar güzel değildin," dedi sonra.

İçine damla damla bir şey aktı Bahar'ın. Neydi bu? Çekingenlik, korku, rezil olma kaygısı... Her şey ama kötü hissettiren her şeydi. Adamın elini sıkmak için kalkmak üzere olan eli tuhaf bir şekilde havada kaldı. Galiba onu bile yapmak istemedi canı. Ama kısacık bir an içinde o ele dokunan bir şey oldu.

Cüneyt tutuvermişti elini. Geri çekemedi Bahar. Ozan'ı aradı gözleri. Kırmızı ışık girdi aralarına. Bir de değişen müzik. Adam elini bırakana dek kaldı öylece. Nihayet sağ ayağı yerinden oynadı da kayıverdi bedeni. Melis'in varlığı güven verdi Cüneyt karşısında. Çekildi. Birileri gülüştü, en olduğunu anlayamadı ve sonra yeniden Melis'in elini hissetti bedeninde.

"Tatlım sıcaktan pişmedin mi, çıkar istersen şunu."

Sıcakladığından değilse de kendisine buyrulanı yaptı Bahar. Titreyen elleriyle hem çantasını tuttu hem ceketini çıkardı. Oysa buz gibi bir ter akıyordu üzerinden. Terliyordu ama sıcaktan değildi bu. Ozan'a baktı, onun da diğerleriyle selamlaştığını ya da sohbet ettiğini gördü. Melis'e baktı. İnce dudaklarıyla tebessüm etmeye çalışırken kızın telefon ekranındakinden daha güzel güzel olduğunu fark etti. Oysa okulda da görmüştü kaç kez... Ama belki de ekranda gördüğünü arıyordu gözleri. Ne garip, ne tuhaf...

"Vestiyere bıraksaydın keşke ceketini," dedi kıza. Bahar bir şey diyemedi. Cümlenin bir devamı vardı galiba ama duyamadı. Oturtulduğu yerde kucağına çekti ceketini. Buruşturup bir hamur haline getirdi. Neredeyse yoğuracaktı elleriyle. Masanın etrafına sıra sıra baktı. Işıklar yanıp sönerken en uzağına düşen Oktay'la bir daha göz göze geldi. Bu kez başını salladı adam. Aynı anda önündeki bardağı tutana elinin parmakları selam verir gibi oynadı yerinden. Bahar olabilecek en sıradan baş selamıyla onu karşılayıp gözlerini kaçırdı. Ancak o zaman oturduğu masa dışında olan biteni gözleyebildi.

Bir kere mekân kalabalıktı ama herkes kendileri gibi bir masaya sahip değildi. Çoğunluk yüksek ve küçük masalar etrafında çevrelenmişti. Olduğu yerde dans edenler de vardı ve mekânın her köşesinden ayrı bir ışık yükseliyordu. Üç beş masa sonra birkaç basamakla yükseltilmiş bir sahne vardı galiba. Ya da bu sahne değil de pistti. Düğün salonları geldi Bahar'ın aklına. Benzetmek tuhaf mı olurdu? Alanı kestiremedi, karanlık ve kalabalık buna engel oldu. Müzik olabildiğince yüksek sesliydi. Sanki insanlar asla birbiriyle konuşmasın diye her köşeye bir hoparlör konmuştu. Çalan şarkılar dans etmeyi seven bir insanın yerine oturmasına müsaade etmiyordu ama instagramda bir şeyleri izlemek ne kadar kolaysa burada hareketleri ve sesleri takip etmek bir o kadar zordu. Sorsalardı ekran başında olmayı bin kere tercih ederdi. Yeniden Ozan'a baktı gözleri. Alabildiğine rahattı o. İç çekti. Oktay'la göz göze geldi. Daha önce üstündeki bu şeyi, tişört müydü? Görmemişti. Gerçi, haftalar vardı ki eskisi gibi bakmıyordu kimseye. Bir kere daha kaçıştı gözleri.

"Ozan'a kaç kere söyledik, kimmiş bu Bahar diye. Galiba seni bizden saklıyor. Ya da sen mi bizimle tanışmak istemedin?" Kulağına dolan sesten çok burnuna dolan kokuyla kendine geldi Bahar. Ağırdı koku, bir sürü çiçek bir kazanda kaynatılıp pekmezle karıştırılmıştı sanki. Daha şekerli bir şey gelmedi aklına. Ama bundan ziyade Bahar'ın yüzünü güldüren şey İbo'yu anımsamaktı. "İlahi İbo," dedi içinden. "Sen bu kokunun neyini seviyorsun da çiçeğim çiçeğim diye geziyorsun..."

Melis iri gözlerini Bahar'ınkilerden çekmeyince, Bahar bir cevap verme gereği duydu. Dudaklarını yaladı. "Ozan çok yoğun," demek istedi. Galiba dedi de. Ama kendi sesinin çıkıp çıkmadığından dahi emin olamadı. Aynı anda Ozan Oktay'ın omuzuna vurdu elini. Bir çeşit "N'aber?" demekti bu ve Oktay önündeki sek votka bardağını kaldırdı Ozan'a doğru. Ozan bardağı adamın elinden alıp bir yudum içti. Sek olması hoşuna gitmedi, başka bir soruyla baktı Oktay'a. "Siktir et," dedi Oktay. Sonra Bahar'a doğru çevirdi yüzünü. "Tadını çıkar, ben az sonra kaçacağım," dedi.

Nereye gideceğini bilirmiş gibi "Gitme bir yere," dedi Ozan. Oktay omuz silkti. Bir daha baktı Bahar'a doğru. "İstersen arabayı vereyim," dedi Ozan'a. Ozan da gözlerini Bahar'a çevirdi. Bu kez Oktay'ın karnına vurdu. "Gerek yok," dedi. Ama aynı anda da ciddileşti yüzü. "Sen de kullanma bu gece."

Sırıttı Oktay. Hem de alabildiğine. Eğildi adamın kulağına. "Söylesene," dedi. "Boğaza uçsam seninkiyle bana mı üzülürsün arabaya mı?"

Ozan da başını geri çekip Oktay'ın gözünün içine sırıtarak baktı. "Boğulmayacağını ikimiz de biliyoruz," dedi önce. Sonra devam etti. "Salaksın ama seviyorum seni," dedi. Oktay kolunu Ozan'ın boynuna doladı. Sıkıştırdı da adamı ve aynı karşılığı buldu ondan. "Biliyorum lan!" dedi. "Beni sevdiğin için en az benim kadar salaksın sen de!"

Aralarında bir gürültüdür kopunca önce Cüneyt ayaklandı, onların yanında aldı soluğu. "N'oluyor orada?" dedi. Melis sesini yükseltebildiği kadar yükseltti ama duyulmadı. "Bizsiz mi eğleniyorsunuz siz?" Ozan Cüneyt'le Oktay'ın arasından süzülüp Bahar'ın yanına attı kendisini. Bahar bir çocuk gibi baktı Ozan'ın yüzüne. Ozan varsa, bu kadar gerilmeye gerek yoktu. Ama şurada durmalıydı adam. Bir adım bile ötede değil.

"N'aber güzellik?" dedi aynı anda Ozan Melis'e. Bir yandan Bahar'a göz kırparken ceketini çıkardı, Bahar'ın kucağında bir dürüm gibi sıkıp durduğu ceketini aldı, masanın altında olduğunu bildiği çengellere astı iki ceketi de. "Ne içelim?" dedi Bahar'a dönüp. Ağzını açmadı Bahar. Ozan ne söylerse onu içecekti. Nasıl olsa burada ne yapılıp yapılmayacağını en iyi o bilirdi. Omuzlarını kaldırdı sadece.

"Hafif bir bira?" dedi Bahar'ın kulağına eğilip. Bahar aynı şekilde karşılık verdi adama. "Ama evde de içmiştim?"

"Kötü müsün?"

"Hayır da, ya sarhoş olursam?"

"Güzel olur," dedi Ozan. Bahar, onun nasıl güldüğünü görüp eliyle kolunu sıktı adamın. Ozan o eli tuttu, gülerek döndü kızın kulağına. Bahar, Ozan bir şey diyecek zannıyla beklerken Ozan kızın kulağından biraz daha aşağı eğildi. "Burası ne güzel kokuyormuş," dedi ve Bahar gülmeye başladı. Aslında gülüşüne bir tutam gerginlik bir tutam da utanç dahildi. Bu yüzden Ozan'a kallavi bir tokat atmak istedi kız. Evde olsa vururdu muhakkak. Yeri miydi şimdi böyle şakalar yapmanın... Ama orada, herkesin içinde bir şey diyemedi. Ozan da gözlerinin içine baktı gülen Bahar'ın.

"Dert etme," dedi. "Eve dönünce vurursun bana. Şimdi sadece gül."

Güldü Bahar. Gülüşünün yarısından fazlası utançtı da ne desindi? Ozan ayaklandı, el attı birine ve tam da sipariş almak için temiz yüzlü bir genç gelmişken "Hop!" dedi Cüneyt.

"Bu gece çok önemli bir kutlama yapıyoruz. O yüzden kimse kafasına göre içmesin! Bu gece buraya barın en kaliteli içkileri gelecek!"

Böyle kalktı yerinden, böyle geçti u şeklindeki masanın orta yerine. Bir elini de sipariş almak için bekleyen gencin omuzun koydu. "Sen!" dedi ona. "En kaliteli viskin neyse onu getireceksin. En kaliteli votkan, en kaliteli şarabın," Ozan'a bakıp göz kırptı burada. "En kaliteli şampanyan, heh şampanyasız olmaz! Ne varsa getireceksin! Ama bak beğenmezsem yakarım çıranı!"

Başını kaldırmadan güldü genç adam. Gidecek oldu ama bırakmadı Cüneyt. "Donat şurayı da komple. Sonra, önce şey olsun. Tekila. Shot yapacağız, kimseye bir şey sormadan biten bardağı dolduruyorsun!"

Az ötesindeki Erdem'e baktı Ozan. "Hayırdır," dedi doğrudan. "Neyi kutluyoruz?"

"Soruyor musun abi?" dedi Erdem'in şen sesi. "Deli sikti herhalde gene. Kendi de bilmiyordur neyi kutladığını."

"Aşkım!" diye seslendi Melis Cüneyt'e. "Neyi kutluyoruz bu akşam?" gülerek sol yanına baktı. "Bahar'la tanışmamızı mı yoksa!"

"Onu da kutlarız!" diye bağırdı Cüneyt. "Ama öncesinde bendeniz Cüneyt'in cennetin gök kubbesine yükselişini kutlayacağız." Oktay'a bakarak sırıttı Cüneyt. Hakikaten ruhu kanatlanıp göğe yükselmişti. Dün itibariyle seneler sonra kendisine dua ettiren hadise gerçeklemiş ve canına yandığı adam sapasağlam bir şekilde Yunanistan'a ayak basmıştı. Şimdi adamın izini kaybettirip tencereyi biraz soğuttuktan sonra eşek yüküyle malı piyasaya sürecekti. Üstelik kaçırdığı adamın çarptığı herifler kendi adını asla bilmeyecekti. Tertemizdi iş. Hem devamı da gelecekti. Şu adamı Meksika'ya kadar bir taşıyabilse... Sonra daha büyük sevkiyatlar olacaktı. Hayali bile ağız sulandırırdı ama şimdilik bu kadarı yeterdi. Tekneyi büyütecekti evvela. Belki doğrudan ikinci tekneyi alırdı, belli olmazdı. Sonra ufaktan bir galeri kursa... Ne iş döndürürdü ama orada! Belki Oktay'ın da aklını çelerdi. İş bağlantılarını kurdururdu ona. Kendisi arka planda çalışan beyin olurdu.

Of! Kurulacak o kadar çok hayal vardı ki gerçekleştirmeye başladıktan sonra. En iyisi şimdi içmekti. Sabaha kadar içmek, zil zurna sarhoş olana kadar içmek!

Mina laf attı Cüneyt'e. Cüneyt onu ayağa kaldırıp kolunun altında bir balerin gibi döndürdü. Bahar onlara bakarken elinde büyük bir tepsiyle geldi az evvel uğurladıkları adam. Önden gelen bir şişe tekila, sıralanmış shot bardakları, tuz ve limon masada coşku yarattı. Bahar'ın gözü Ozan'da kaldı. Ozan eğildi kızın kulağına. "Tek dikişte içiyor, sonra da bir dilim limon atıyoruz ağzımıza," dedi. Küçük bardaklar dolduruldu, coşkuyla kapıldı ve gürültüyle içildi. Bahar herkes gibi başına dikti küçük bardağı ama yüzü öyle çok ekşidi ki, bir parça limona uzanmak o kadar da kolay olmadı. Mayhoş tat, kusma isteğini dürttü. Kendisini tuttu ama gözünü açamadı. Bu yüzden onu gözleyen Ozan, elindeki limonu kızın ağzına dayadı. Gözleri sulandı kızın ve bu durum Ozan'ı daha çok güldürdü. İkinci bardaklar havalanırken Bahar buna cesaret edemeyip yalnızca etrafta olan biteni gözledi. Kızlar ve Cüneyt arasında ne olduğunu anlamadığı bir sohbet başladı.

O sırada Melis'e baktı Çiğdem. Sessiz bir konuşmaydı onlarınki. "Hadi," diyordu Melis'in gözleri. Çiğdem sağa dönüp Ozan'ın eline uzandı.

"Hadi," dedi adama. "Çok oturduk bu akşam. Birilerinin buradaki herkese nasıl dans edildiğini göstermesi lazım."

Ozan elini kızın elinden çekmeden gülerek Bahar'a baktı. Küçük bir ikilemdi yaşadığı ve Bahar'a "Hemen döneceğim," diyerek ayaklandı. Bahar onların masadan kalkıp küçük piste ulaşana dek el ele yürüyüşlerine takılı kaldı. İçeri girdiklerinde onlar da böyle yürümüştü. Tabii burası iki insanın ayrı ayrı yürümesi için fazla karanlık ve kalabalıktı. Böyle yürümek gerekti. Zaten kendisi olmasa da Ozan arkadaşlarıyla böyleydi işte. Kendisiyle olduğu gibi. Ne saçma cümleydi bu. Onlar da arkadaştı zaten. Ebru'ya seslendi içten içe. "Eh be Ebru," dedi. "Sen bana kızıyorsun da, doğrusu bu işte. Biz Ozan'la arkadaşız... Başka bir şey arama aramızda. Kimse aramasın, kimse... Duydun mu beni Bahar?"

"Eee tatlım?" dedi o sırada Melis. "Sen de mi tıp okuyorsun? Öyle mi tanıştınız Ozan'la?"

İnce askılı bluzunun içine çamaşır giymemesini Ebru söylemişti. Plastik sutyen askıları komik olur demişti. Askısız da sutyen kullanamazdı, korkardı düşer diye, alışık değildi. Bolca bluzunun altında duran ince bedeni herhangi bir kadınsılık taşımıyordu. En iyisi bu olur demişlerdi. Yine de bir yeri açılacakmış gibi bluzunun göğsünü çekiştirdi Bahar. "Yok," dedi Melis'e. "Eee," dedi kız yeniden. "Nasıl tanıştınız ki siz?"

"Şeyde," dedi Bahar. Kütüphane kelimesi bir türlü aklına gelmedi. Ağlayacaktı hırsından. Bir insan kütüphane gibi bir kelimeyi unutur muydu hiç? "Laboratuvarda," dedi. Laboratuvar nereden çıkmıştı oysa. Başını kaldırıp bir yerlerden medet umar gibi baktı kız.

Bar mı disko mu her neyse oranın duvarlarında kelime ararken Erdem'le göz göze geldi. Adamın gülüşü içtendi. "Ne o?" dedi Melis'e doğru. "Hemen mi başladın kızı sıkıştırmaya?"

Koltuğun ucundan Melis ve Bahar'ın yanına kaydı adam. "Ne sıkıştırması aşkım..." dedi Melis. "Sohbet ediyoruz müsaade edersen."

Bahar ise sebepsiz bir minnetle baktı adama. Erdem ardına yaslandı ve "Hayatımda ilk kez saçı seninkinden uzun kız gördüm yalnız," dedi Melis'e. Melis Bahar'ın saçına baktı. Hatta birkaç parmağıyla dokundu kızın saçlarına. "Evet uzun ama birazcık kırılmış sanki, bakımı ihmal etmişsin bu ara," dedi. Sonra en süslü gülüşüyle gözlerine döndü kızın. "Harika bir kuaförüm var, bir ara beraber gidelim istersen. Gelecek hafta boşluğum var benim, haberleşelim olur mu?"

Peş peşe yutkundu Bahar. Hayatta gitmezdi ama gitmem demeyip başını salladı. Solundaki Erdem'e baktı sonra. Ardından piste çevirdi yüzünü. Ozan'ı aradı gözleri göremedi. Melis'in elini bacağında hissedene kadar masaya dönmedi.

"Ozan'a bakıyorsun, onlar çoktan pistten taşmıştır. Çiğdem'le yan yana geldi mi kimse tutamaz onu." Onay beklercesine Mina'yı aradı Melis'in gözleri. Cüneyt'le kulaktan kulağa bir şey konuşurken buldu kızı. Dürttü, yanına çekti. "Ozan'la Çiğdem'i görebildin m?" dedi. Göz kırptı.

"Oturmaz onlar bu gece," dedi kız. "Pisttedirler."

Bahar piste koşan gözlerini topladı. Parmaklarını birbirine dolayıp kucağında oynarken, Erdem döndü ona doğru. "Bir şey ister misin?" dedi. Anlamadı Bahar. "Soda alacağım ben, alkolsüz bir şey ister misin?" dedi biraz daha kıza sokularak. Bahar önce yutkundu. Sonra bir daha baktı Erdem'in yüzüne. Olanca saflığıyla "Alkolsüz içecek var mı burada?" dedi. Erdem güldü ama bu gülüş ürkütmedi Bahar'ı. "Var," dedi. "Hatırı sayılı müşterilere çay kahve de veriyorlar. Ben genelde dışarı çıkacağım gecelerde grip olmayı sevdiğimden nane limonla geçer gecem."

Adamın önündeki bardağa ancak o zaman baktı bahar. İnce uzun bir cam bardaktı. İçinde hem limon hem otlar vardı ama masada ona benzeyen başka süslü bardaklar da vardı. Çay mıydı yani o? Kızın bakışlarını okudu adam. "Nane limon," dedi. "Biraz soğudu ama idare ediyor."

Gayriihtiyari o bardağa elini uzattı Bahar. Boğaz yakan bir çay değildi. Hatta kendisi için çok fazla ılıktı ama en azından bildiği, risksiz bir tattı. "Bana da verirler mi ki bundan?" dedi bu kez merakla. Hatırı sayılır müşteri değildi ki.

"İstiyor musun?" dedi Erdem. Başını salladı Bahar. Erdem el kaldırdı masalarının pek de uzağında olmayan genç bir çalışana. Daha adam yanlarına gelmeden önündeki bardağı kaldırıp diğer eliyle de iki işareti yaptı.

"Benim aram normalde de alkolle çok iyi değil," dedi Erdem.

"Valla mı?" dedi Bahar.

"Allah Allah," dedi Erdem. "Sen de mi babadan içicisin. Buradaki herkes içmeyi anasından babasından öğrenmiş. Benimkiler bütün boş vakitlerini Mekke'de geçirdiklerinden ben İstanbul içicisiyim."

Bahar'ın gözleri alabildiğine açıldı. "Nasıl yani?" dedi. Erdem de "Ne, nasıl yani?" diyerek şaşırdı.

"Yani sen şey değil misin?" bunu söyledi ama "şey" yerine ne koyacağını bilemedi bir türlü. Erdem'le ilgili bilgilerini tazelemeye çalıştı. Herkese dair çok şey vardı aklında ama Erdem çok pasif bir süjeydi. Instagram profili kapalıydı. Hoş, ona dair pek bir merakı da olmadığından... Kimdir necidir hiç düşünmemiş, diğerleriyle beraber genelleyivermişti adamı.

"İstanbullu değil misin?" diyebildi sonunda. Bu uygun bir cümle miydi acaba? Yoksa aptal gibi göründüğü aşikâr mıydı?

"Yok," dedi adam. "Balıkesir'de ailem ama çok sene oldu ben İstanbul'a geleli. Baya çok. İstanbullu olan ben oldum galiba."

Gülerek kaldırdı başını. "Hep bunlar bozdu beni," dedi. "Geldiğimde ağzına alkol değmemiş çalışkan bir adamdım ben. Her şeyimi aldılar benden." Ama nasıl gülüyordu bunları söylerken. Bahar da onun gülüşüne eşlik etti. "Eh çok da şikayetçi değil gibisin," dedi sonra.

"Kişilik bölünmesi dışında sıkıntı yok," dedi Erdem. "Babamların yanına gidince evde ilahi dinleyip İstanbul'a dönünce kusana kadar içmek gibi."

"Valla?"

"Valla. Ama gerçekten valla. Yani ilahi dinlediğim de gerçek, burada kustuğum da. Barın arkasında bir çöp var, ağzı olsa neler anlatır..." O sırada ince uzun iki bardakta el yakan çaylar geldi masaya.

"Oha lan yancı mı buldun?" Kendine dedi Cüneyt. O zaman gözler Bahar2ın önündeki bardağa çevrildi.

"Kıza ne çeşit bir işkence ediyorsun Erdem?" dedi Mina ve Melis "Bahar aşkım sen kibarlık yapacağım diye uymasana bu adama," diye devam etti.

Aynı anda el ele tutuşarak masaya döndü Çiğdem ve Ozan. Ozan doğrudan kulaktan kulağa konuşan Bahar ve Erdem'in arkalarından dolanıp aralarına soktu başını. "N'apıyorsunuz?" dedi keyifli sesiyle. Bir eli Bahar'ın omuzuyla göğsü arasında bir yere uzandı. Kendine çekti dokunduğu bedeni.

Bahar, mutlulukla Erdem'den önce cevap verdi Ozan'a. Önündeki bardağı iki parmağıyla havaya kaldırdı. "Erdem bana ne söyledi bak," dedi ve Erdem de önündeki bardağı kaldırıp Bahar'ın tuttuğu bardağa nazikçe dokundu. Sonra Ozan'a baktı gerisin geri. "Çay söylediğim için neden bu kadar mutlu olduğunu hâlâ anlamadım ama sonunda kendime bir yaver buldum," dedi.

Ozan da gülüşüyle eşlik etti onlara. Sonra çıkıştı Erdem'e. "E benim planımı bozmuşsun sen," dedi. "Ben Bahar'ı sarhoş edip onu piste çekecektim bu gece."

"Niye?" dedi Erdem. "Dans etmiyor musun yoksa?" Bahar'aydı soru. Yüzünü buruşturdu Bahar. "Hayret," dedi o zaman Erdem. Ozan'a döndü çehresi. "Akşamları sirtaki yapmadan yatmıyorsunuzdur diye düşünmüştüm."

"Çalışıyoruz oğlum biz," dedi bu kez Ozan. "Hem de deliler gibi çalışıyoruz. Öyle senin gibi sınava girip yanlış insanlardan kopya için medet ummuyoruz."

"Ya o bi kere olur!" dedi Erdem. "Gör bak bu sene bu okul bitmezse ben de ne olayım!"

Gülerek "büyük konuşma," dedi Ozan. Sonra bahar'a döndüç "Bu çocuk senelerdir, bu sene son diyor."

"Geçen sene bitecekti oğlum, kıyısından kaçırdım," dedi Erdem. Sonra ekledi. "Kopya kurbanı oldum."

Çok merak ettiğinden değilse bile sordu Bahar. "O nasıl oluyor?" Ozan cevap verdi Erdem'den önce. "Yanlış insandan kopya isteyip dersten kaldı." Sonra müthiş bir bilgi verir gibi döndü Erdem'e. "Bak bu sene sınavda birilerine mesaj atacaksan Bahar'a da yazabilirsin. Gördüğüm en inek insandır."

"Valla mı?" dedi önce Erdem. Sonra "Ne okuyorsun ki sen?" dedi Bahar'a. Aynı anda bir çıkmaza girip "Yok, ben kendim geçeceğim, bir daha yemezler o siki," deyip Ozan'la Bahar'ın yüzünü güldürdü. Daha fazla ayakta durmak istemeyen Ozan, koltuğun etrafından dolanıp Bahar'ın yanına gelecekken Bahar onu kolundan tuttu.

Ozan bu kez diğer kulağına doğru eğildi kızın. Az önceki Erdem'in duyabilmesi içindi, şimdiyse Bahar'la ikisi için, kendilerine özel. "Lavaboya gideceğim," dedi Bahar. Aslında birinin ona yol göstermesini istemek gülünçtü, biliyordu ama buradan tek başına kalkıp yürüyebilir miydi, emin olamayınca, Ozan'dan istemek daha doğru geldi. Ama daha tek bir söz etmeden duruşu dikleştir adamın. "Bekliyorum," der gibiydi. Ayağa kalktı Bahar. Melis'in yanından kalkıp Çiğdem ve Cüneyt'in yanına geçtiğinin farkında bile değildi.

Karşılaştığı yüzlere tebessüm etmeye çalıştı. Bir eli diğer kolunu tuttu yürürken. Ozan'ın kendisine uzattığı eli tutmaktan çekindi, görmemiş gibi yanından geçti adamın ve böyle olunca belinde hissetti adamın elini. Öyle baktı ona. Pistin öbür tarafına geçmek için içeri girdikleri yöne değil de karşıya yöneldi Ozan. Sonra bir eli kızı dans eden kalabalığa doğru çekti. Bir yola gireceği zannıyla adamın peşine düştü Bahar. Ozan'ın niyetini anlayınca da "Hayır Ozan!" dedi nazlı yüzü. "Olmaz, yapamam ben, istersen Çiğdem'i çağırayım, bırak beni n'olur."

Bahar konuştukça, sussun diye onu göğsüne çekti Ozan. Kızın ağzını bedeniyle örttü. Kollarını boynuna doladı, başını olabildiğince bastırdı kıza. Düzkafa biraz sarhoştu. Ne ara sarhoş olduğunu bilmiyordu Ozan ama "Sikmişim Çiğdem'i," dedi Bahar'a cevap verir gibi.

Bahar'ın bir kafese kapatılmış gibi göğsünde bir şeyler söyleyip durduğunu biliyordu ama istifini bozmayıp onun saçlarına eğdi başını. "Sızlanma artık," dedi önce. Sonra bir eli kızın sırtından beline indi. "Çay içerek bütün planlarımı bozmuşsun zaten. Ben hain planlar kuruyordum bu akşama dair. Sarhoşluğun arifesinde seni piste çekecektim."

Göğsünde bir sıcaklık duydu adam. Kızın nefesi içine dek girmişti galiba. Yüzünü güldüren bu oldu. "Çok sıkıldı mı canın?" diye sordu Bahar'a. Oysa kızın yüzünü göremediği gibi konuşmasına da fırsat vermiyordu ki. Yine de bekledi cevabı. Uzun uzun bekledi. Beklerken de bedeni bir o yana bir bu yana hareket ediyordu. Uyum içinde değillerdi Bahar'la. Kız duvardan duvara çarpan bir top gibi hareket ediyordu ama direnmiyordu da. "Baksana bana," dedi çok sonra Ozan. Bahar'ın yüzünü ağır ağır kaldırmasını bekledi. İki eli de adamın göğsüyle omuzu arasında bir yerde duruyordu. Ağaca tutunmuş sincap gibi. "Bu şarkı çok güzel," dedi sonra kıza.

Bahar çalan şarkıyı bilmiyordu. Aslında umurunda da değildi. O, başını kaldırana dek sadece orta yerde ne çeşit rezil olduğunu düşünüyordu. Başını kaldırdığında Ozan'ın ne kadar yakışıklı olduğuna kaymıştı aklı. Ona bilmem kaçıncı kez -yine- karşı koyamadığı, niye böyle olduğu, neden ona zerrece direnç gösteremediği, yapmam dediği şeyleri yaptığı ve... Bunun gibi şeyler de düşündüklerinin bir kısmıydı. Şarkı güzel demişti ya hani Ozan... Aslında Ozan'ın kendisi şarkıdan da güzeldi. Kızıyordu kendisine. Böyle böyle kapılıyordu bu adama. Hem de ne fenaydı ki, Ozan'ı gördükçe, ona baktıkça ve o yanında oldukça kapıldığı bu sudan çıkası da gelmiyordu. Bir saniye, tek bir saniye bile uzaklaşmasaydı adam yanından, hep ama hep yanında olsaydı... Olmaz mıydı? Ama öyle değil diyordu içinde bir yer. Öyle herkesin yanında olduğu gibi istemiyordu Ozan'ı. "Benim" demek istiyordu. Sahip olamadığı oyuncaklar, sahip olamadığı kıyafetler, yapamadığı ya da kendisinden bir şekilde esirgenmiş her şeyden farklı olarak "benim" demek istiyordu. "Çok güzel, en güzeli ve yalnız benim." Başkalarına baktığı gibi bakmayacaktı kendisine, başkalarının elini tutar gibi tutmayacaktı, onlar gibi sarılmayacak, öyle sevmeyecekti. "Yalnız benim, yalnız benim, yalnızca benim."

Çocukçaydı bu arzu. Kimse kimsenin değildi hayatta. Hele ki birisi Bahar'ın olamazdı. Belki bir gün birisi olurdu da bu Ozan olamazdı. Herkes dengi dengineydi. İbrahim'in dediği gibi, her malın bir alıcısı, her trenin bir yolcusu vardı. Önce kendi çapını bilecekti. Ozan "yalnız benim" demek için öyle yanlış biriydi ki... "Ama Burcu gitti," dedi bir ses Bahar'a. Bu, belki de umut vardır demek gibiydi. Ah işte hep bu umutlar insanı uçurup yukarılardan aşağıya salmaz mıydı? Yaralanacaktı Bahar, gözleri göre göre yürüyordu bu yolda. Mutlu olduğu her günü, her anı cebinde topluyordu ve sonra ölmez de sağ kalırsa bunlarla avunmayı düşünüyordu. O yüzden aç karnına ne bulursa tepiyordu ya içine...

Sapanca'da sığıverdikleri sandal geldi aklına. Cevizin kabuğu sertti ama içi dünya tatlısıydı. O kabuk kolluyordu balı. O kadarcık şeye ne cevher sığıyordu, kabuk içinde ne kıymetli şey taşıyordu. İçine sığdıkları sandal da onların kabuğuydu işte. Herkesten ve her şeyden uzak, hem de nasıl lezzetli şeydi, tadı damağındaydı ama çıkıvermişlerdi içinden. Şimdi Ozan'ın ağzından yine bal akıyordu ama az evvel de burada böylece salınmıyor muydu adam? Ağzında başka bir çiçeğin balı geziyordu. Yalnız benim diyemiyordu Bahar. İçine damla damla biriken bir tat vardı; balın zehri. Gözlerini örttü.

Kalbi sorgulamadan itaat ediyordu da ayaklarına ne oluyordu öyle? Ozan dans ederken onlar neden savruluyordu oradan oraya... Aklı başka, kalbi başka, bedeni başka konuşuyordu. Çıkamıyordu ki işin içinden.

"Ama sen hepsinden güzelsin," dedi sonra Ozan. Hepsi ne demekti? Bütün şarkılar mı? Bütün çiçekler ve bütün ballar mı? Hepsinden mi daha mı güzeldi Bahar? Ozan'a bakarken ağzında sıcak bir çayın tadı vardı ama gözlerine sarhoşluğun perdesi inmişti galiba. Saçlarının arasında bir el geziyordu. Bağırmak istedi. Aslında burası bağırmak için güzel bir yerdi çünkü sesini duyan olmazdı. "Yapma Ozan, yapma. Onlara ne yapıyorsan bana da yapma. Ben inanıyorum sana. Ben bile bile kanıyorum."

Onun gözlerine bakmaktan başka bir şey yapamadı. Dudakları kıpırdıyordu adamın. Gözleri şen şakrak. Çalan şarkıyı söylüyordu galiba. Güzel miydi şarkı? Dinledi Bahar. Duydu, güzeldi. "Give a little piece of your heartache, give a little piece of your touch, give a little piece of your heartbreak..."

Dayanamayıp bir elini adamın yanağına götürdü Bahar. Ozan'ın eli pusuda bekler gibi o elin üzerine örtüldü, avucuna sığdırdı kızın elini, tutup dudaklarına götürdü, şarkıyı söylemeye devam ederken kaç kere değdi dudakları o elin en içine, sayamadı Bahar. Ama her dokunuşta içi titredi. Nerede olduklarını da ne yaptıklarını da unutalı çok olmuştu. Bir yerden sonra "İstersen evimize dönelim artık," dedi Ozan. Buraya ne zaman geldiklerini ya da ne kadar kaldıklarını bilmiyordu Bahar. Başını salladı sadece. Ozan nasıl isterse öyle olsun dedi içindeki ses. "Ama gitmeden biraz daha içiririm sana. Yeterince sarhoş olmazsan evde de içirmeye devam ederim..."

Güldü Bahar. Sonra uzandı adamın kulağına. "İnşallah sarhoş olup kusarım da iş çıkar başına."

"Olur," dedi adam. "Anlaştık."

Tuvalete gitmeyi bile unuttu. İçinde yiyip içtiklerinden çok kelebekler vardı. Ozan'ın eli belinin açıklığındaydı bu kez. El ele değil de bir bütün gibi yürüdüler masaya.

Ve daha oturmadan bulduğu ilk şişeyi eline aldı Ozan. Küçük bir bara yetecek kadar çok içki ve bardağın sıralandığı masadan iki boş bardak çekti önüne. "Oturma," dedi Bahar'a. Cüneyt'in kocaman sesiyle "Ozan şov yapıyor," deyişine güldü Erdem. Ozan ise "Ne şovu oğlum," dedi elindeki şişeyle. Masada gezdi gözleri. Vişne suyunu gördü, uzandı. Bir kere daha baktı Bahar'a. Alnının bir yanından bebek saçları firar etmişti. Hep bir ağızdan bizim şeklimizi değiştiremezsin diye bağırıyorlardı. Tanıdıktı bu saçlar. Dokunacaktı adam ama tuttu kendisini. Çünkü Bahar işkillenecekti. Saçının bozulduğunu anlayıp canı sıkılacaktı. Dokunmadıysa bundan sebep.

Aynı anda Erdem kızın bardağını kaldırdı ve "Çayın burada bak," dedi kıza bağırarak. Oktay kenarda bir kızla konuşuyordu. Bahar ona bakarken, Çiğdem hızla oturduğu yerden kalkıp bir rüzgâr gibi geçti Bahar'ın yanından. Onu Mina ve Melis izledi. Bahar arkalarından bakıp farkında olmadan sorarcasına Erdem'e döndü yüzünü.

"Büyük bir dedikodu yakalamış olabilirler," dedi adam, güldü. Cüneyt kalktı elinde bardağıyla. "Dedikodu kalkışı değildi oğlum bu," dedi Erdem'e. "Av kalkışıydı bu." Sonra Bahar'a yanaştı. "Sen de çaycıymışsın," dedi kıza.

"Anlaşalım önce..." diye devam etti. Elinde viski bardağı vardı ve konuşurken eli kolu öyle çok oynuyordu ki, ince damlalar taşıyordu bardaktan. "Benim masamda olmaz," dedi ardından. Uzanıp gülen yüzüyle bir makas aldı kızın yanağından ve Bahar'ın yüzü ekşidi. Bir adım daha yanaştı Ozan'a. Aynı anda Ozan'ın kolunun altında buldu kendisini. Cüneyt sırıttı.

"Doktorlara güvenme," dedi Bahar'a bakarak. "Her derdin, her hastalığın ilacı bende!"

Kafası güzel değilse de o yolda ilerliyordu adam. Ozan aldırış etmedi ona. Bahar'ın eline rengi kırmızıya benzeyen bir bardak tutuşturdu.

"Temizlik işi bende, sen hiç oraları düşünme," dedi. Göz kırptı sonra ve Bahar'ın içi ısındı. Ozan'a bakarak bir yudum aldı bardaktan. Tatlıydı, güzeldi, içmesi de zor gelmedi. Öyle olunca büyük büyük yudumlar aldı bardaktan. Belki eve gitmek içindi acele edişi. Belki içinde bir yer ısınıyordu gittikçe. Belki rahatlıyordu. Belki yalnız Ozan'a güvendiği içindi. Yalnız Ozan'a.

Aynı anda, tuvaletin kapısını bütün gücüyle çarptı Çiğdem. İçeride kâh sıra bekleyen kâh gizli bir sohbete tutuşan ya da makyaj tazeleyen diğer kadınları görmezden gelerek elini kabinlerden birinin kapısına vurdu hızla. Avuç içinde incecik bir sızı duyarken "Aşkım yapma ama!" diye peşinden geldi Mina, Melis onları izledi.

"Neyi yapmayayım!" diye gürledi Çiğdem. Bir hışımla döndü etrafında, sanki öfkesinin muhatabı Mina'ymış gibi onun göğsüne dayadı elini. "Görmüyor musun?" dedi gözlerini kızınkilere dikerek. Sonra taştı öfke, Melis'e baktı.

"Kör müsünüz, görmüyor musunuz? Nasıl bakıyor Ozan o kıza? Bana inat yapıyor. Ben hırsımdan öleyim diye, kıskanayım diye yapıyor."

"Yapmıyor bir şey," diyerek onu sakinleştirmeye çalıştı Mina. "Bak işte senle dans etti yine..." Melis ağzını açamadan çıldırmış öfkesiyle devam etti Çiğdem.

"Ben kaldırdım dansa! Bana Bahar yabancılık çekmesin diye yardımcı ol dedi. Düşünebiliyor musunuz? Ben o salağa arkadaşlık edecekmişim, kötü hissetmesinmiş kendisini! Aylardır bir kenarda Ozan'ın kendine gelmesini bekliyorum. Şimdi de Ozan'ın yeni bebesine bakıcılık yapacakmışım! Benden istiyor bunu da!"

"Ya..." dedi Mina. "Öyle mi dedi?" Melis ise karşısında kalan aynaya göz ucuyla baktı. Kalemi mi akmıştı? Topa tutardı kendisine bu markayı öneren kuaförü. Dikkati dağıldı.

"Yabancıymış bu ortamlara. Benim gibi sıcakkanlı birisi çok iyi gelirmiş Bahar'a. Aklımı kaçırayım diye bile bile yapıyor. Delirtmek için, kudurtmak için yapıyor."

"E aşkım anlıyorsun da neden ona istediğini veriyorsun?" diye araya girdi Melis. "Kaç kere dedim sana, erkekler bebek gibi pışpışlanmayı sever. Adam seni kıskandırmaya çalışıyorsa zaten sana müptela demek. Oh canıma değsin de otur yerinde. Çek kendini geri. Görmüyor musun bebe dediğin kız nasıl ağırdan satıyor kendini. Niye tuvalet köşelerinde sinirleniyorsun. Cildine yazık."

"Gözümün önünde fingirdiyor kızla Melis! Gözümün önünde durup bir yiyişmediği kaldı!"

Melis dayanamayıp kahkaha attı burada. "Balım yapma ama ya! Kıskandığın kıza bir bak." Tam burada sesini kıstı. "İnsan utanır şu paçozu kıskanmaya... Kızın saçlarındaki kırıklar kilometrelerce uzaktan ben kuaför nedir bilmem diye bağırıyor. Benim vahşi kızım Şila'nın tırnakları bile bu kızınkilerden daha bakımlı. Üstü başı desen perişan..." Durup güldü. Mina'ya baktı destek bekler gibi. "Ya çantasının tokasını gördünüz mü? Chanel görse logo değiştirir, böyle rezalet bir çakma olamaz. Bak fakir insanların bile bir zevki olur, bu kız fasfakir. Bir erkek bunu kadın diye koluna bile takmaz, sen burada durmuş neredeyse ağlayacaksın!"

"Takmış işte!" diye bağırdı bu kez Çiğdem. "Koluna takıp geldi buraya. Gözünün içine bakıyor. Bana baka baka dans ediyor kızla! Delireceğim ben!" Ellerini yüzüne örtüp bu kez hırsla bir tekme savurdu yanındaki kapıya. Birkaç kişi garip bir yüzle baktı ona ama Melis'in tehditkâr bakışlarına karşı ses çıkaramadılar.

"Canım takmış da n'olmuş!" dedi bu kez Melis. "Sevgilimi geçtim, takıldığım kız bile diyemiyor Ozan. O bile kendine yakıştırmıyor kızı. Ev arkadaşım diyor. Bu rezilliği o bile göze alamıyor, daha n'olsun."

Başını salladı Mina. "Kız da ev arkadaşım diyor. Hadi Ozan saklasa diyeceğim ama kız çıkıp erkek arkadaşım diyebilirdi. O bile demiyor."

"Ya o sümsük konuşamıyor bile!" diye bağırdı bu kez Çiğdem. Zaten en çok ağrına giden de buydu. Kız güzel olsa, yüzüne bakılsa ya da iki satır konuşulacak biri olsa...

"Aşkım!" dedi Melis. Bu kez sesi daha sertti. Çiğdem'i bileklerinden tutup ellerini indirdi. "O kızın senden benden üstün olan tek yanı ne biliyor musun?" Merakla baktı Çiğdem. Mina da öyle.

"On dokuz yaşında o!" dedi büyük bir sır verir gibi. Yüksekti sesi, kendinden emindi. İkna olmamak zordu.

"Erkek milletini öğretemedim mi ben size hâlâ! Yetmiş yaşındaki de, yirmi beş yaşındaki de dayanamaz on sekizlik kızlara. Bayılıyorlar, ölüp bitiyorlar bu kızların toyluğuna. Üç gün! Üç gün bunların ömrü. Sonra salaklıklarına tahammül edebilen tek bir adam görmedim. Ama o zamana kadar sömürürler, alışın canım buna artık!"

Kendi söylediğinin haklılığıyla başını salladı Melis, gözlerini büyüttü. "Babana götürsen canı çeker. İki artı iki dört, bu kadar!"

"Siktirtme yaşını!" diye gürledi bu kez Çiğdem. Sanki sahnenin orta yerindeydi ve en yüksek tiradını okuyordu. "Ne toyluğundan bahsediyorsun sen. Bu kız mı toy! Anasının gözü diyorlar bunlara. Aynı masada hem Ozan'la hem Erdem'le fingirdiyor kız. Gözümün içine bakıyor bir de Ozan'ın sahibi benim der gibi."

Küçük tırnağına bakarak "Eh!" dedi Melis. "Neticede tercih edilmiş kız. Az biraz götü kalkar, çalımı olur. Ama sonra kıçına bir tekme yer ya da daha yağlı bir kapı bulur uçar gider!"

"Ya Melis Ozan'ın bu kaltağa kaptıracağı bir parası yok ki sen neyi anlatıyorsun!"

Gözlerini devirdi Melis. Bazen çevresindeki insanların aptallığına da tahammül edemiyordu. Derin bir nefes aldı. "Aşkım ev!" dedi. "Adam evine almış kızı. Homeless mıdır nedir, sence bu yeterince yağlı bir kapı demek değil mi?"

Mırıldanır gibi "Bilmiyorum," dedi Çiğdem. Birkaç kez tekrar etti bunu ama sonunda öfke yerini acıya bırakmaya başlamıştı. Gözleri yaşarırken Mina'ya döndü kız. Ellerini yeniden yüzüne örttü.

"Ben Ozan diye diye öleceğim, o benimle oyun oynuyor..."

"Yapma ama Çiğdem, balım... Melis haklı..." Bir şeyler demek isteyip ne diyeceğini bilemeyen Mina, Melis'e baktı.

"Aaa ama! Ağlıyor musun sen? Şu küçük şıllık yüzünden mi? Ya sen iste ben onu iki saniyede tırnaklarım, değer mi hiç gözyaşlarına?"

Korkarak "Ay sakın!" dedi Mina. "Ozan yüzümüze bakmaz bir daha."

"Hoşt ona!" dedi bu kez Melis. "Benim Çiğdem'im burada gözyaşı dökecek ben hiç düşünür müyüm Ozan'ı?"

Yanaklarını silerek "Olmaz," dedi Çiğdem. "Ozan'ın yanında demeyin bir şey..."

Yarım ağız güldü Melis. "Balım ben senin güzel hatırın için susarım. Susarım çünkü üç günlük kız için Ozan'ın götünü kaldırmaya değmez. Ama yerinde olsam... Hatta bana kalırsa..."

Bir süre sustu Melis. Ama yüzünde çarpık ve gösterişli bir gülümseme vardı. Sonra devam etti. "Biz şununla bir baş başa çıkalım dışarı... Bir kız kıza takılalım, hem derdi neymiş anlarız hem de usulünce tırnaklarız."

Kızlar susunca ellerini Çiğdem'in yanaklarına uzattı Melis. "Aşkım tamam mı?" dedi. Burnunu çekti Çiğdem. "Tamam ama..." dedi. Ozan'dı yine korkusu, Ozan'dı telaşı. "Tamam ama ne?" dedi Melis.

"Ozan..." dedi. "Faturası bana kalsın istemiyorum."

"Aşk olsun!" dedi bu kez Melis en sevimli gülüşüyle. "Bu devirde faturalı iş mi yapılır? Hem bizimki amme hizmeti. Küçük kaltağa her erkeğe olta atılmayacağını göstermiş olacağız, gelip elimizi öpsün."

Yanaklarını şişirip havaya baktı Çiğdem. "Tamam," dedi bu kez ve sonra silkelendi. "Tamam... Sen bir yol bul, bir şey de şu kıza. Ben bunun yüzünü dağıtmadan rahat edemeyeceğim."



*



"Biraz yürüyelim mi?"

"Üşümez misin?"

"Şu an hiç üşümüyorum."

"Peki ya uyku?"

"O var ama..."

"Ama..."

"Sahilde seninle yürümek kulağa daha tatlı geliyor..."

Ozan'ın yüzü Bahar'ınkinde gördüğü mutlulukla aydınlandı. Saat üçü geçmişti. Gecenin yorgunluğu günün sırtına binmişti, şehrin yarısından fazlası derin uykudaydı ve el ele çıktıkları ışıklı mekânın önünde taksiye binmekten son anda vazgeçmişlerdi. Bahar'ın üzerinde şımarık bir çocuk aymazlığı vardı. Yerinde duramıyor, yürürken sık sık Ozan'ın önüne geçiyor, Ozan onun seker adımlarına uyum sağlamakta güçlük çekiyordu. Ama hoşnuttu adam. Bahar'ı böyle görmek her zaman ve herkese nasip olan şeyler değildi, bunu biliyordu. Bu yüzden sahil boyu soğuk ve rüzgârlı da olsa hatta incecik bir yağmur üstlerini başlarını yoklasa da "Hemen eve dönelim," diyememişti adam. Başı boş iki insan gibi yürümek ona da iyi gelmişti. Ve yürüdükleri yol boyu, uzun bir zaman dilimince hiç konuşmamışlardı. Sonra aynı anda birbirlerine bakmışlar ve cümle kurmaya kalkmışlardı.

Bahar "Melis kalkarken..." demiş ve Ozan aynı anda "Çok kötü değildi sanki ha..." diyerek söze girmişti.

Gülen Bahar devam etmişti sonra.

"Melis kalkarken, bunu saymayalım, doğru düzgün tanışamadık bile. En kısa sürede mutlaka baş başa dışarı çıkalım dedi... Kız kıza takılacakmışız. Ne yalan söyleyeyim şaşkınım Ozan. Benim kafamda kırk türlü felaket senaryosu vardı. Tamam, bana bayıldılar gibi bir şey demiyorum ama o kadar sıkıcı değilim sanırım. Yani şey gibi, şey kadar..." Boşluğu dolduramadı kız.

"Kusursuz bir akşamdı," dedi Ozan ve Bahar ondan aldığı güçle devam etti.

"Bütün gün kafamda o kadar çok felaket senaryosu döndü ki, hâlâ düşmeden bir şeyleri devirmeden ve büyük bir rezillik yaşamadan oradan çıkabildiğime inanmıyorum. Üstelik..."

"Üstelik o kadar da kötü değilmiş, değil mi?" dedi Ozan. Bahar hem başını salladı hem de adamın bir adım önünden yürürken başını göğe kaldırıp derin derin nefes aldı.

"Bir kere Melis'in sıcakkanlı olduğunu hiç düşünmemiştim. O kadar çok ilgilendi ki benimle... Önce biraz kasıldım ama samimi görünüyordu. Saçlarıma bile ilgi gösterdi. Beraber kuaföre gidebilirmişiz, onun da saçları eskiden böyle kabarırmış, doğru şampuan kullanırsam ipek gibi olurmuş saaçlarım..."

"Senin saçların zaten ipek gibi," dedi adam ama Bahar bunu duymazdan geldi.

"En büyük şaşkınlığım Erdem için. Yani nasıl desem... Onunla ilgili hiçbir bilgim ve beklentim yoktu. Ama bu gece varlığı şey gibiydi. Hani hiç istemediğin bir yere gidersin. Gitmek fikri bile günler öncesinden mideni bulandırır ve o zaman geldiğinde huysuz ve mutsuz olursun. Sonra orada eski bir tanıdığı görürsün ve onun varlığıyla avunursun. İstemediğin şeye tahammül etme gücü bulursun kendinde. Heh işte Erdem de öyle geldi bana. Huzur verdi, dayanma gücü verdi, yüzümü güldürdü."

"Demek varlığım da yetmiyor sana..." Şakayla kıza sataştı Ozan ve Bahar başını salladı. "Senin zaten orada bir yerin var Ozan. Bir de bana bebek bakıcılığı yapman fikri can sıkıcı. Üstelik doğal habitatında çok da keyifli bir adamsın. Çıkıp sana ben sıkıldım diyemeyeceğimi bilmen lazım."

"Nasıl yani?" dedi adam. "Sıkılsan da söylemez miydin?"

"Sence sıkıldım beni eve götür diyebilir miydim?"

Gülerek ama aynı anda şaşırarak "Ben boş yere mi konuşuyorum yani?" dedi. Sonra ekledi. "İyi ki Erdem varmış o zaman. Ozan'ın varlığı ne anlamsızmış öyle."

Yüzündeki gülüşü eksiltmedi Bahar. Boştaki sağ elini adamın karnına vurdu. Solu zaten adamın avucundaydı. "Ozan!" dedi sitemle.

"Bırak da bir şeyleri devirmemenin mutluluğunu yaşayayım."

"Asıl sen bırak şu önyargıları da mutlu olsun Bahar."

Bıraktı kız kendini. Başı adamın omuzuna yaslandı. Ezbere bildikleri bir hareketi yapar gibi elleri ayrıldı, adamınki Bahar'ın omuzuna dolandı. Daha sıkı sardı onu. Bahar'ın burnunun ucuna bir damla yağmur düştü. Rahatsız olmadı kız. Sığındığı liman korunaklıydı, güvenliydi, huzur veriyordu. Ayakları nereye olduğunu bilmeden yürümeye devam etti.

"Ara ara çıkarız belki böyle beraber ha?" dedi Ozan. Omzunu kaldırdı Bahar. Ozan devam etti. "Belki yalnız ikimiz çıkarız. Bir şarkı seçeriz kafamıza göre, sonra şarkılar boyu dans ederiz..."

"Ona dans etmek demezler," dedi Bahar. "Dans etmek Çiğdem'le yaptığın şey..."

"Bizimki neydi?" dedi Ozan.

"Bilmem. Sen dans ettin. Hatta iyi bir kukla oynatıcısıydın. Ben sadece sana sarıldım."

"Tamam o zaman. Birlikte çıkarız, sen bana sarılırsın, ben dans ederim. Sonra..."

Sustu adam. Başını havaya kaldırdı, gülümsedi, yüzüne damlalar düştü.

"Sonra?" dedi Bahar ona bakarak.

Ozan'ın ağzına bir tükürük akımı hücum etti. Mahalleye yağmur yağıyordu usul usul. Efendi çoktan yatıp uyumuştu. Zaten Ozan gece vakti dışarı çıkacaksa, Efendi erken uyurdu. Bu aslında bir kızma şekliydi. Dışarı çıkan adama kızgındı Efendi. Kapısının penceresinin kapalı olmasından belliydi. Yabancıyı yokladı Ozan. Onun balkonunun kapısı açıktı. Adam boyluca yerde yatıyordu. Sere serpe yatmaktı bu. Elinde bir içki bardağı vardı. Gözleri gökyüzündeydi. Yağmurda ıslanmaksa hiç umurunda değildi. "Sarhoş mu oldun?" diye sordu Ozan ona. Yattığı yerde sadece başını salladı adam. Dudakları kıpırdadı yemek yermiş gibi.

"Keyfin yerinde mi?" diye sordu bu kez Ozan. Ve hiç ummadığı şekilde cevap Düzkafadan geldi. "Rahat bıraksana oğlum adamı," dedi Düzkafa. "Bırak sarhoşluğun tadını çıkarsın. Sen de şu geceyi tatlı tatlı bitirirsen, herkes fazlasıyla mutlu olacak."

"Ne demek tatlı tatlı?" dedi Ozan. Gece zaten baştan sona tadından yenmiyordu ki...

"Yani işte artık eve dönüp yatağa girme vakti geldi. Bahar'ı da yanına yatırırsın. Kontrol ettim ben, üstündekiler hızlıca çıkacak şeyler. İçine de bir şey giymemiş. Avuçların bayram eder. Hıphızlı bir sabaha karşı sevişmesinin ardından çakı gibi olursun."

"Ne diyorsun oğlum sen?" dedi bu kez Ozan. "Kıçın mı üşüdü, açık mı yattın gece vakti? Ne saçmalıyorsun?"

"Ozi oğlum yeter lan!" dedi Düzkafa. "Kuruduk oğlum biz," dedi Yabancıyı da göstererek. "Patlıyoruz oğlum açlıktan. Bahar tazecik duruyor yanında. Kütür kütür ısıracağın yerde salaklıklarla uğraşıyorsun. Götür oğlum kızı artık. O da istiyor işte. O da deli oluyor sana. Hem bak kızma hemen, Yabancıya sor istersen. O da benim gibi düşünüyor."

"Siktir lan oradan!" dedi Ozan. "Birlik ola ola bu konuda mı oldunuz?"

"Efendim?" dedi Bahar. Ozan şaşkınlıkla baktı onun yüzüne. "Bir şey mi dedin?" Adam kendine gelemedi. Öylece eğilip kızın saçlarını rastgele öptü. Öperken dudakları uzun süre kaldı olduğu yerde. Kızın beline dolanan eli, ceketin altına girip çıplak belini okşadı. Düzkafa dili dışarıda duran bir köpek gibi köşe başındaydı, yalvarıyordu Ozan'a.

Sonra bir şey oldu. Çok değil saniyeler içinde yeryüzünü uğultulu bir su sesi kapladı. Yağmur ince damlalarının gücünü arttırdı, başka koşullarda huzurlu denecek bir su sesi her yanı sardı. Damlalar şişmiş kurbağalar gibi gürültüyle yer yüzünü döverken Ozan ve Bahar birbirlerine bakakaldılar. Önce eğlenceliydi damlalar. Kâh adamın burnunda, kâh Bahar'ın gözkapağında... Kızın saçları huzursuzca başına yapışırken Ozan'ın yumuşak ceketi renk değiştirmeye başladı. Aynı anda arkalarına baktılar. Öyle çok yürümüşlerdi ki, çıktıları mekânın ışıklı levhaları bile görünmüyordu. Ozan, kızı caddeye doğru çekti. Bir taksi çevirecekler ve trafiksiz şehirde evlerine gideceklerdi. Gülüşleri yüzlerindeydi.

Bir taksi geçti ve durmadı. Bir diğeri için bir dakika kadar beklediler. "Hah," dedi adam bir adım öne çıkarken. Bahar Ozan'ın saçlarına baktı. Duştan sonra bile böyle şekilsiz görmezdi onları. Taksiyle ilgilenmeyip adamın alnına uzandı eli. Öbek öbek birleşen saçları parmak uçlarıyla sevdi. Bu taksi de durmadı. Gülüştüler. "Saçların," dedi kız. "Çok güzel. Ama küpeni takmamışsın bu akşam." Bahar'ın eli kulak memesinde gezerken adamın aklı bulandı. Çenesini boynuna bastırdı. "İsteseydin takardım," dedi Bahar'a.

Düşen damlalar kızın gözlerini açık tutmasına engel oldu. Kırpıştı gözleri. Ozan uzanıp birinin kapağını öptü. Su, Bahar'ın yüzündeki boyaları yaladı, karardı kızın gözleri, Ozan'ın dudaklarına da değdi karartı, Bahar gülerek sildi adamın dudaklarını.

Parmakları dokunduğu dudakları terk edemezken, adam da gözlerini Bahar'ın yüzünden çekemedi. Saçlarından başka bir yağmur akmaya başladı kızın yüzüne. Adamın yüzünden düştüler. Bir taksi öylece geçti.

"Öp lan," diye bağırdı Düzkafa. "Ölüyoruz burada durmasana." Ozan eğildi. Oyun oynuyordu adeta. Kızın dudaklarına değil, dudaklarına yakın bütün duraklara uğradı. Suya dokunan hava soğuktu. Az esen rüzgâr da soğuktu. Bahar'ın teni hepsinden soğuktu ama nefesi, işte o yanıyordu. Ozan üşüyen ellerini kızın ceketinin içine, sırtına uzattı. Bahar belinden sırtına yükselen ıslak ellerle ürperdi. Göğsünü adamın göğsüne yasladı. "Çok soğuk," dedi titreyen dudakları.

İnceydi bedeni. İki elini kızın sırtına bastırdığında, onu sımsıkı kavradığında serçe parmakları havada kalıyordu. Yutkundu bir kez daha. Düzkafanın sesi usul usul geliyordu kulağına. Gözlerini örttü. Bahar'ı elleriyle soyduğunu hayal etti. Bir ceketle incecik bir bez parçasından başka ne vardı ki üzerinde? Sırtının boşluğu, engebesizliği... İşte en çok o ona takıldı aklı. Gözünün önüne getirdi Bahar'ın göğüslerini. İki tomurcuk hayal etti. Pembe, dedi Düzkafa. İki pembe tomurcuk. "Ck," dedi Ozan. Sütten beyazdı bedeni ama "Kahverengi," dedi Ozan. Olduğu yerde kendisine bakan iki kahverengi tomurcuk. Dudaklarının arasında şişecek, büyüyecek ve Bahar'ı titretecek iki tomurcuk.

Onları nasıl mutlu edeceğini düşünürken dudaklarıyla kızın burnunda geziyordu. "Hayır," dedi. Kime cevap verdiğini kendisi de bilmiyordu. Düzkafaya mı, Bahar'a mıydı bu hayır? "Çok sıcak," dedi hemen sonra. Bahar da adamın bahsettiği sıcaklığı arar gibi ellerini adamın ceketinin içine sokuşturdu. Göğsünde duramadı, zira burası soğuktu. Ozan gibi yaptı, ellerini adamın sırtına götürdü ama tek bir yerde tutamadı onları. Gezgin eller, yeterince ısınamamış olsa gerekti ki, can havliyle sıcak bir iklim aradı. Ozan'ın incecik kazağının eteğini buldu biri. Diğeri hayretle onun peşine takıldı. Aradığı sıcaklık buradaydı işte. Adamın gövdesine bir sarmaşık gibi tutundu. Göğsü hızla şişip inmeye başladı adamın. Ah şimdi evde olsalardı... Bir saniye bile düşünmezdi adam. Yabancı uzandığı yerde çırpınır gibi üzerini çıkardı. Soyunuşuna tatlı bir tebessüm eşlik ederken Düzkafa uluorta yapılamayacak şeyler için koşarak evine girmişti. Ozan bir elini tıpkı Bahar'ın ona yaptığı gibi incecik bir penyenin içinde gezdirirken diğer eli kızın yanağına uzandı. Tuttuğu çehreyi birkaç santim ötesine çekip gözlerinin içine baktı. Ne soğuk ne yağmur vardı şimdi. Çizgi filmlerin ejderhaları gibi gözlerinden ve ağızlarından alevler çıkarabilirlerdi.

Bahar tek bir işaret bekliyordu adamdan. Bir söz, bir hareket, tek bir göz kırpma bile yeterdi.

Yan yana iki ateş vardı, cayır cayır yanıyorlardı ve üzerlerine su döken kudret, işte o, yakmasını bildiği gibi onları yavaş yavaş söndürdü. Sönerlerken de gök yüzünden bakıp güldü. Birleşselerdi sönmezlerdi belki ama Bahar beklemekten usandı. Usanmak bir yana, adamın gözlerinde çırılçıplak kalıp bir süre sonra bunu fark ederek utandı. Başını yeniden adamın göğsüne yatırdı. Elleri değdiği yangından uzaklaşıp kendi bedeninde çiçek oldu. Ozan'ınkiler de onları izledi. Biri boşlukta sallandı. Diğeri yalnızca Bahar'ın sırtını okşadı.

Bir taksi daha gelip geçti yanlarından. Durmadı adam. Ozan sakınmadan küfretti. Dakikalar dakikaları kovaladı, yağmur bir dirhem bile düşürmedi hızını. Bahar o kadar sessizdi ki, Ozan bir an onun uyuyakaldığını düşündü. Başını eğip baktığında, kızın sırılsıklam olmuş saçlarından başka bir şey görünmüyordu. Bir de büzüşüp kalmış ayak parmakları. Üşüyordu kız. Yola kaygıyla baktı. Bir taksi bile durmaz mıydı? Geri dönselerdi, hepsi mekânın önünde dizilmiş olurdu. Aptallık onlardaydı, yağmur geliyorum derken yürümeye başlamışlardı. Sinirlendi Ozan. İçine dolan huzursuzluk çok çeşitli şeyler fısıldıyordu ona. Otoparkta bir arabası olsaydı böyle olmazdı mesela. Yutkundu defalarca. Bir taksi daha... Sonunda ıslanıp üşümüş sinirleriyle "İşte," dedi kıza. Oysa onun bunu duyup duymadığını bile bilmiyordu.

"İşte böyle zamanlarda eski hayatımı özlüyorum. Valenin ayağıma arabamı getirmesini ve onun cebine bir banknot sıkıştırıp seni şu yağmurdan koruyabilmeyi..."

Fısıltılar fısıltılar... Duydu Bahar. Gözünü açmadı, tebessüm etti. Başını koyduğu yeri seviyordu. Burası ceviz kabuğuydu. Sabaha kadar burada dursa da şikâyet etmezdi. "Ama biz çok yürüdük," dedi bilinçli bilinçsiz. "El ele yürüdük. O kadar çok yürüdük ki, oraya geri dönemeyiz. Üstelik bir sürü içki içtin. Senin kullandığın arabaya binmem ki ben. İyisi mi araban otoparkta kalsın Ozan. Taksinin de Allah belasını versin. En iyisi otobüsler. Şuradaki durağa kadar yürüyelim mi? Benim kartım yanımda."


*



Ozan'ın eve sabaha karşı geldiği gecelerdeki sarhoşluğunu çok iyi bilirim. Yüzünde tuhaf bir gülümseme, gözlerinde renkli ışıklar, pelteleşmiş bir dil ve kontrolsüz bir beden... O gece ben de öyle olmalıyım. Hatırlamıyor değilim. Aksine her saniyesi aklımda. Ama şaşırdığım bir şey var. Ben çok fazla içki içmiş değildim. Daha doğrusu, oradan çıktığımızda aklım başımdaydı, evet tükenmek bilmeyen bir gülme arzusu da vardı ama iyiydim. Ne yaptığımı bilmeyecek halde değildim. Yaptıklarımın, söylediklerimin farkındaydım.

İşte bu bilinci yavaş yavaş kaybetmek beni şaşırttı. Çünkü öyle oldu. Yağmur yağdı ve her şey netliğini yitirdi. Gökten düşen su değildi de, dokunduğu yeri uyuşturan, sersemleten, önce yakıp sonra üşüten bir sıvıydı. Bir de zehirliydi, şehvet salıyordu insanın içine.

Taksiler durmadığı için sinirlenen Ozan'ı gülerek otobüs durağına çektiğimi hatırlıyorum. Gececi bir otobüsle üç durak geri gidip bir taksi bulabildik. Taksiye bindiğimizde ıslanmamış tek bir kuytum yoktu. Sırılsıklam bir yastığa sarındım, üşüdüm, titredim, gözlerimi örttüm. Ozan bir yerlerimi öptü ve biz hiç konuşmadık. Uyumuşum. Ozan beni uyandırdığında palazlanan kuş yavruları gibi yere bastım. Yağmur burada daha az yağıyordu ama daha çok üşüdüğüme emindim. Ozan olmasa yere düşebilirdim çünkü yerde mi gökte mi olduğumu bilmiyordum. Titredim bilmem kaçıncı kez. Parmaklarım çamaşır yıkamışım gibi buruş buruştu. Ozan beni ayakta tuttu ve kısacık yolu yürürken gözümü kuleden hiç ayırmadım. Çok güzeldi. Apartmana girerken ona "İyi geceler," dediğimi de hatırlıyorum. Merdivenleri sessizce çıktık ama içeri girişimiz gürültüsüz değildi. Anahtarı bulmakta zorluk çekti Ozan, küfretti. Kapıyı açtığında Aşık'ın sesi bize hoş geldiniz dedi ve Ozan ayakkabılarını iterek ayağından çıkardı. Çoraplarını çıkarışı daha hızlıydı. Ceketini de üzerinden çıkarıp bana baktı. Çantamı yere bıraktım. Deri ceketim üzerime yapışmıştı, onu çıkarmam kolay olmadı. Çıkarınca da daha çok üşümeye başladım.

"Duş," dedi Ozan. Soru değil, cevap değil. Ne demek istediğini bile anlamadım. Koridora yöneldi ayakları. Banyonun ışığını açtı. Sonra su sesini duydum. Yağmur gibi bir sesti bu. Ne yapacağıma karar veremezken eğilmiş, canı çıkan sandaletlerimi ayağımdan çıkarıyordum. Kasım günü yazlık sandalet... Aferin Bahar... Sana ne Melis'ten. Sana ne onlardan. Onların ayağı taşa değmez, sen otobüsle gezersin. Ah bahar ah... Pantolonum çamur içindeydi, lekeleri çıkar mıydı bilinmez... Sandaletlerimden kurtuldum. Ozan yanıma döndü. Elimi tuttu. Sorgulamadım. Beni banyoya çekti. Soyunmadan aynı duş kabinine girdik. O kadar kısa bir anda oldu ki bu, işte tam bu noktada ben hayal mi görüyorum dedim. Uyudum da düşlere mi kapıldım, rüya mıydı bunlar yoksa dersin ortasında yine edepsiz hayaller mi kuşatmıştı beni?

Ozan da yağmurla zehirlenmişti herhalde. Çünkü ikimize de aykırıydı bu an. Bir kere Ozan'ın duştan çıkması kısa sürmezdi, benimse duşa girmem upuzun bir ritüeldi. Önce kıyafetlerimi ve havlumu banyoya taşırdım. Sonra kirliler için bir poşet alırdım yanıma. Duş lifim ve şampuanım da odamda dururdu. Ozan buna çok gülse de ben eşyalarımın onun kişisel hayatına, günlük rutinine ve alışkanlıklarına karışmasını istemezdim. Banyo ve ev ona ait. Her şey onundu, ben varlığımı belli etmeyi sevmezdim. Duş lifimi kaloriferin köşesine asardım odada. Banyodan banyoya alırdım yanıma. İkimizin duş lifinin kırmızı olması da komik bir tesadüftü. Gülerdik ara sıra.

Havlum, kıyafetlerim hiçbir şeyim yokken duşa girdim. Hem de Ozan'la hem de giyinik halde. Dişlerimiz o kadar çok birbirine çarptı ki, başka bir ses duymadım. Onun da duymadığına eminim. Sonra o su serpen şeyi eline aldı ve yalnızca benim yüzüme tuttu. Su beni yakana kadar gıkımı bile çıkarmadım. Gözümü o kadar uzun bir süre açmadım ki... Üzerimde ıslak kıyafetlerle durmanın huzursuzluğu olmasa, orada öylece uyurdum. Sırtımı verdiğim duvar bile ısındı sonunda. Ayak parmaklarım... Onlar bile ısındı. Yüzümü yıkayan bir el kaldı sadece. O nedense soğuk kaldı. Gözümü açtım, Ozan'ı ilk kez öyle bir yüzle gördüm. Bunun adı nedir derseniz bilemem. Sempatik, yakışıklı, çekici, hoş, güzel... Hiçbirisi değildi. Açıklayamıyorum. Ama o bakışların bana hissettirdikleri aklımda. Benden o an ne isterse yapmaya hazırdım. Ne isterse, ne dilerse, bir kere bile düşünmeden yapardım. Korku, kaygı, kararsızlık... Bunlar içimde yoktu. Yalnız Ozan. Ne çok Ozan. Bir eli beni ısıttı, diğeri hep soğuk kaldı. Bir yerden sonra onun yüzüne dokunan ben oldum. Elindekini aldım. O iki elini de yüzüne götürdü. Saçlarını geri yatırıp üzerindekini çıkardı. Dokunmak istedim ona. Tek bir yere değil, her yerine ama elim varmadı. Tek bir kelime bekledim ondan. Dokun deseydi dokunurdum, öp deseydi öperdim. Ne isterse... Bir şey demedi Ozan. Derin nefesler aldı. Her nefesinde eriyeceğimi düşündüm. Titriyorsam soğuktan değildi. Ne yapmam gerektiğini ya da nasıl yapacağımı bilsem yapardım. Elim göğsüne uzandı. Dokundum, acemi parmaklarımla sevdim orayı. Sonra, elini benimkinin üzerine koydu ve... Dudağını ısırdı. Sonra bir adım geriledi.

Sıcak su bende kaldı. O ise uzaklaştı. Bir adımla çıktı kabinden. Bana bakmadan altında ne varsa çıkardı. Nefes bile almadan izledim onu. Yeniden bana dönecek sandım. Ozan bana bakmadı, dönmedi yüzünü. Kapının ardına asılı baş havlusunu aldı, bornozumu sen kullan dedi ve dışarı çıktı. Ben ardından öylece bakakaldım. 



----------------------------------------------<3

Merhaba! 

Nasılsınız?

İki bölüm arası çok uzun zaman geçmiş, öncelikle affedin. Neden böyle oldu derseniz, izah etmek zor. Güzel şeyler bitsin istemezken kötü şeylere doğru yürümek zor geliyor insana. O yüzden elim bir türlü hızlanmadı. (kötü şeyler geliyor diye ağlamayın, pencereyi açın içeri rüzgar girsin, dinimiz amin.) 

Güzel oldu sanki bölüm, benim içime sindi en azından. Şu satırları yazarken dolabın üzerinden beni izleyen Heleniko da "oldu oldu" diyor. Eh siz de oldu derseniz tamamdır. Olmuş mu? Olmadıysa, lütfen yazın bana. 

Gelecek bölümde buluşana dek kendinize iyi bakın. 

Sevgiyle,

Anita Felipova Emilova & Heleniko Melahat Uzunkuyruk 

Continue Reading

You'll Also Like

83.4K 6.6K 22
Park Holding büyük bir belayı işe almıştı. O belanın adı: "Byun BaekHyun."
5.2M 27.9K 7
Aşiyan 3 Serilik bir kitaptır ve tüm seri tamamlanmıştır. ... "Sen benim evimsin Gülfem, şu tenin.." derken elini boynumda dolandırdı. "Sadece benim...
10.6K 1.6K 13
"Yıllar önce dağılan tek şey Sovyet Rusya değildi, aynı zamanda benim ailemdi. Yıllar geçti, kayıplar yaşandı, kalbimdeki yangında en çok onu yakmayı...
1M 35.4K 57
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!