Lord, don't move that, [Yizha...

By Nneoll

18.7K 2.1K 4.7K

"Atalarımın kanıyla yıkanmış kılıcım üzerine yemin ederim ki, lordumu her şeyden koruyacağım." ___ ~Victoria... More

1| Cesur bir yürek, bir de ateşli silah
2| Siz beni kurtardınız, her anlamda.
3| Galler arşidükünün sembolü.
4| Biz, farklı bir yüzyılda yaşamalıydık.
5| Sadece lorduma, benim lorduma.
6| Koca bir kış, tek bir öpücük.
7| Nasıl da acımasız.
8| Neden bu kadar çok canımı yakıyor?
9| Gönlümü put sanıp kıran da kim?
10| Elini tuttu ve seninle dans etti.
11| Dene, cesaretin varsa.
12| Ben Kont Xiao Zhan.
13| Ben bir hayal kurdum ve orada, özlemek yoktu.
14|Öfke ve çaresizlik.
15| Geç gelen mektup.
16| Duyulan çocuk sesi ve tek bir an.
17| Bir damla kan, binbir endişe.
18| İkinci kez ölmeye yemin etmek.
19| Asla bitmeyen veda, durgun yaz ve ahengin bozulduğu nokta.
21 | İnsanın kendi kıyameti.
22| Bir kelepçenin özgürlüğüne mahkum olmak.
23| Londra.
24 | Ölüler mektup yazamazlar.
25| Ölüme ağlayan deliler, acıdan titreyen mezarlar.
26|Ellerime bak, ne görüyorsun?
27| Aklımdan çıkmıyor, kalbimi bir an olsun terk etmiyorsun.
28| Her şeyden bir adım öncesi.

20 | Peri masalından sürgüne giden yol.

329 52 140
By Nneoll

Bazen, bazı kelimeler anlamlarına ulaşmazdı. Hiçbir lisanda kafamızın içindekilere karşılık gelenler için uygun kelimenin var olmayacağını düşünürdük. Bu yüzden de mecburen o anlama en yakın bulduğumuz sözleri dilimize misafir ederdik.

"Çok fazla sevdim."

Baron usul usul inip geldiği merdivenin son basamağındayken söylemişti bunları. O an tüm öfkesini, tüm korkusunu anlaşılması güç bir durgunluğun ardına gizlediğini yalnızca kendisi biliyordu.

"Anlatılacak, izah edilecek bir tarafı yok; her şey okuduğun gibi. O adamı her şeyden çok önemsiyorum."

Lord Darren'in nefesi kesildi. Gözleri yuvalarından fırlayacak kadar çok açılmıştı ve Fanxing'in yere düşürmesiyle eline alıp okuduğu mektubu bir fenalıktan kaçmak ister gibi buruşturarak yere atmıştı.

"Sen! Ne dediğinin farkında mısın?!"

Yibo'nun bakışları yere düşen kağıdı takip ettiğinde yerdeki şeyin samimi duygularla yazılmış mektup değil de babasına duyduğu saygının olduğunu düşündü. İnsanlığını yitirmenin türlü kirli yolları olabilirdi, ama bir kağıt parçasını yere bırakmanın da yeterli olabileceğini belki de kabul etmeliydi.

"Çıldırdın mı sen! Aklını ki yitirdin Yibo?!"

Babasının bu haddinden fazla yüksek sesine rağmen arkasındaki annesinin sessiz ağlayışını duydu. Böylelikle bir kez daha anladı ki; sevmek, sevmek dışında her anlama sahip olabilirdi ve buna bir anneyi ağlatmak da dahildi.

"Sana bir şey mi yaptılar? Söyle bana, Manchester'da sana ne söylediler, kim girdi kanına?" Diye ardı ardına sorularını yineleyen babasının yüzündeki ifadeyi her milimiyle birlikle zihnine kazıdı ve oradan usulca bir ses yükselerek kanına karıştı.

İşte sana böyle bakacaklar.

Kabul edilmeyeceksin ve her şey cehennem gibi hissettirecek.

"Bunu nasıl yaparsın!?"

Lord Darren bir kez daha oğlunun karşısında duran özgüvenli figürüne bakarak sorduğunda Yibo artık dayanamıyormuş gibi hızlıca, "Baba yeter." Diye konuşmuştu. Bakışları yerdeki kâğıttaydı."Bu sözlerine son ver artık, dayanamıyorum."

Araya sessizlik girdiğinde Baron  ağlamamak için direnen ve yüzüne bakamayan Fanxing'i seyretti; ne yapacağı hakkında bir plan yarattı ve her noktası gerilen bedeninin pozisyonunu değiştirerek babasına doğru adımladı. O sırada arkasında kalan annesi hala ağlıyor, önündeki adam ise sessizce bekliyordu. Hali daha çok söyleyecek bir şey arayışı içinde olduğunu işaret ediyor gibiydi.

"Baba beni dinle."

Gözleri buluştu. Onlarca hayal kırıklığı resmine aynı anda bakıyormuş gibi hisseden Baron nedense bu vaziyete önceden hazırlıklı olmamasına rağmen kolayca kabul etmişti, ya da kendisini buna inandırmak niyetindeydi.

"Garip ve kabul edilemez geldiğini biliyorum. Fakat benim mutluluğumun buna bağlı olduğunu anlamalısın."

Lord Darren kendisine doğru adımlayan oğluna aynı şekilde karşılık verdi. Öfke saçıyordu her bakışında, ve de her sözünde ezip geçiyordu oğlunun olumlu düşüncelerini.

"Hiçbir şey bilmiyorsun! Mutlu olamazsın, bu şekilde olmaz anladın mı beni?!"

Yibo o an pek çok şey sorabilir, duyduğu sözlere anlamlı inkarlar sunabilir ve en kötü ihtimalle çekip gidebilirdi. Ama hiçbiri yapmamış, yalnızca sormuştu.

"Neden?"

Yalnızca, "Oğlum. "Demişti Lord Darren ve Yibo onun daha çok yaklaşmasıyla vuracak mı diye düşünmekten kendisini alıkoyamamıştı. Dürüst olması gerekirse bu sözleri duymaktansa yüzüne sert bir tokat yemeyi tercih ederdi. Çünkü öyle olsaydı eğer  bitirmek daha kolay olurdu her şeyi.

Ama hayır,  tam karşısında durduğu babası isteğinin aksine üzüntülü, neredeyse yalvaran bir sesle elini kafasına götürüp saçlarını okşamıştı. "Oğlum ne oldu sana? Neden böyle yabancı bakıyorsun evladım, niçin sözlerime kulak vermiyorsun?"

Yutkunmaya çalıştı; belli ki hiçbir şey kolay yoldan olmayacaktı. Babasının lütfen diyerek yalvarıp durmaları bir süre daha devam ettikten sonra sıra kendisine geçti ve bu seferde o, tıpkı babası gibi üzgün bir sesle rica etti.

"Baba...baba beni anlayamaz mısın, lütfen... bir kez olsun yüreğimin götürdüğü yere gitmeme izin veremez misin?"

Bu sözler Lord Darren'in geriye çekilmesine neden oldu. Hızlıca yılları deviren adamın artık daha yaşlı görünen yüzünde çaresiz bir ifade belirmiş, öfke kıvılcımları güçlenerek çehresini sarmıştı. Yibo ona bakarken gözlerinin önünün mü karardığı yoksa kararan şeyin gündüz vaktine rağmen ev mi olduğuna tam karar veremiyordu.

"Yüreğinin götürdüğü yer yok! Yargılanırsın, canını yakarlar ve hatta öldürülürsün! Hemen son ver buna, kurtul çabuk."

Bu sözler içindeki umudun kökünü kazıyarak yerine hayal kırıklığını bıraktı. Demek böyle olacaktı diye düşünürken ellerini yumruk yapmış, boğum yerlerinden kanı çekilene dek sıkmıştı.  Galiba öfkelenmişti de, emin değildi ama dilinden dökülen kelimeler bunun en büyük kanıtıydı.

"Sevgimden bir lanet gibi bahsetmeye sakın cüret etme. "

Sesindeki duvarlar ardı ardına dizilirken önünde, onların bir daha yıkılmayacağından emin oluyordu. Bir daha aynı şekilde bakamazdı önündeki adama. Asla aynı duygularla bu evde kalamazdı ve eşyalarını toplamak için gitmeye kalktığında babasına ait  kederli bir, "Oğlum." Seslenişi daha duymuştu.

"Beni gözünde ne olarak görüyorsun bilmiyorum ama biraz olsun saygı duyabilseydin kendimi senin oğlun olarak görebilirdim."

Merdiveni çıkmak için arkasını döndüğünde babası koluna sarıldı. Az önce öfkesine zorlukla sahip çıkan Lord Darren oğlunun gideceğini anlamıştı ve buna engel olmak için her şeyi yapmaya hazırdı.

"Seni oğlum bilmesem, kıymet vermesem bu kadar çok çabalar mıyım sanıyorsun?"

Yibo üzüntüsünü derinlere gömdü ve bu sefer yüzünü yıllardır yıkamadığı otoriteyi aşmak için babasına döndü. Büyük bir cesaretin tesiri altına girmişti. Ailesini kayıp mı etmişti? Öyleyse canını göğsünden çekmek gibi olsa da elinde kalanlara tutunmalıydı.

"Senin kıymet verdiğim tek şey ismin."

O an gözlerinde çakmak çakmak yanan bir ateş vardı ve kolunu tutan babası ona baktığında sahici bir ateşten kaçar gibi birkaç adım uzağa çekilmişti. Üzgün değilim diye uydurduğu yalanlar, zihnindeki bu böyle olmamalı çığlıklarına karışırken ayakta kalabilmek için kısa bir an gözlerini kapatıp bekledi. Kaderi yolundan etmeye çalışmak tek başınayken çok zordu, bu yüzden babası için pişman olmamaya çalıştı.

"Nasıl böyle düşünüyorsun Yibo?" Diyerek hayretle soran Lord Darren titreyen göğsünden yükselen hırıltılı nefeslerine mani olamıyordu.  Çok az vakti kalan bir insan gibi sözler aceleyle dökülüyordu dudakları arasından. Başka bir ifadeyle söylenmemiş söz kalmaması için çabalayıp duruyordu. "Yıllarca her istediğini yaptım, her dilediğini gerçek kıldım. Ben sadece haysiyetim ve ailem için yaşadım. Bunu nasıl söylersin bana, hiç düşünmüyor musun?"

Duydukları Yibo'yu biraz olsun suçlu hissettirse de, dünyaya bedel tuttuğu aşkından vazgeçmesi için hiçbir şekilde yeterli olmazdı. Üstelik söz konusu sadece kalbinin götürdüğü yolda yürümek istemesi değildi; aynı zamanda kendini bildi bileli uymak zorunda olduğu kurallar ve kaidelere yapılmış bir başkaldırıydı. Babasının peşinden yürüdüğü soyluluk makamında ve sorumlu olduğu insanları mutlu etmek adına yaptığı her şeyde onu huzursuz eden, mutsuz bırakan bir şeyler vardı.

Elbette birileri gücü elinde tutup düzeni sağlamalı ve insanlar aç kalmamalıydı. Fakat Yibo özellikle de Xiao Zhan ile tanıştığı vakitten beri bu işler için yaratılmadığını düşünüyordu. Birisi soylu olmalıydı, ama o kişi şimdi babasına duygusuz gözlerle bakan kendisi olamazdı.

"Seni düşünmediğimi mi söylüyorsun?" Diye sorduğunda bedenini bütünüyle babasına çevirmişti. Çaprazında Fanxing, arkasında annesi vardı ve ikisi de hala ortamla alakasız, donuk birer heykeli canlandırıyorlardı. "Öyleyse benim aynı hislerle geçen son 15 yılıma karşılık bu anın kederini unutmamalısın baba."

Yıktığını, sönmesi zor bir yangın çıkardığını biliyordu babasının kalbinde. Ancak kendisinin de daha iyi olması söz konusu değildi, çünkü istemeden ıslanan kirpikleri, sızlayan burnu ve sökülüyormuş gibi hissettiği o aile tablosu canını çok yakıyordu. Merdiveni çarpık bir iki adımla çıkmaya başladığında ardında bıraktığı adam son bir çabayla konuştu.

Yüzüne bakmayan birisi yalnızca sesini duyarak ağladığını düşünebilirdi ve Yibo'da öyle sanmıştı.

"Ya bunun için sizi öldürmek istiyorlarsa?"

Kaşlarında beliren keyifsiz izler derinleşti ve göz kenarlarına ulaştı. Konuşmak için araladığı dudakları titrediğinde ise onları birbirine bastırarak durdurmaya çalışmış ve sonra da tane tane konuşarak sormuştu.

"Ne demeye çalışıyorsun?"

"Ya onca musibet bu ilişkiniz yüzünden vuku buluyorsa? Ne yapacaksın o halde oğlum?"

Yibo çıktığı iki basamağı geri indi. Bunu kendisi de düşünmüştü fakat çok fazla boşluk oluşuyordu; böyle bir ihtimal gerçek sayılamazdı. Bu yüzden babasına emin bir sesle konuşma konusunda da hiçbir sakınca görmemişti. "Mümkün değil. Xiao Zhan'a ilk saldırı düzenlendiği gece onu tanımıyordum bile. Üstelik onun güçlü olduğunu biliyorsun. Londra'ya karşı durabilecek tek lord olduğunu bana sen söyledin."

Babasının yeri takip eden gözleri yeniden onun gözlerinde buluştu ve böylelikle konuşmasına devam etti. "Şimdi tüm bunların onun başkaları üzerinde yarattığı savunmasızlık değil de ilişkimiz yüzünden olduğunu mu söylüyorsun?"

"Evet Kont Xiao'ya saldırmak ve onu öldürmek için güçlü bir nedenleri olabilir. Ama böyle bir ilişki yaşayarak daha çok sebep veriyorsunuz onlara. Yalnızca onun yanında olduğun için bile zarar gördüğünü göremiyor musun oğlum."

Yibo durdu, birkaç saniye yalnızca soluk alıp verdi. Bu ilişkinin kabul edilmeyeceğini zaten en başından biliyordu ama onları ölümün eşiğine sürükleyebileceğine inanmak istemiyordu. Zorlukla inşa ettiği bu inancın şimdi yüzüne bakarken bile saf üzüntüye, hayal kırıklığına boğulduğu babasının yıkmasına izin vermeyecekti. Bunun için onun, "Ya bu ilişki sana ölümü getirirse?" Diye sormasına kendinden emin sesiyle, tek bir an bile düşünmeden yanıt vermişti.

"Ölmekten korkmuyorum. Üstelik anlamadığın gerçek şu ki; onsuz olmak bana zaten ölümü getirecek." Dedikten sonra duraksayarak gözlerini yeniden kapadı ve geriye bir dönmeden önce kısa bir süre bekledi. "Kendin için endişeleniyorsan da endişelenme, akşama evden ayrılmış olurum."

Sözleri belki de karşısındaki adamı çıldırtmalıydı. Fakat o anki ortam yeni bir deliliği daha kaldıramayacak kadar hassaslaşmıştı.

Bunun için de Lord Darren yalnızca üzüntüyle bakmakla yetinmişti. Hakikat Yibo'nun söylediği gibi değildi; endişe sırasında öncelik oğlunun can sağlığına aitti ve bunu ne derse desin ispatlayamacağı ortadaydı. Öyleyse biraz acımasız yollarla, nefret edilen bir baba da olsa ona mani olacaktı.

"Peki Kont Xiao ölürse?" Aralarinda tarifi zor, sancılı bir bakışma geçti. Öncekilerden daha fenaydı ve Yibo düşünürken bile nefessiz kalmış olsa da babası devam etmişti. "Sırf kalbin huzura ersin diye gittiğin bu yolda onu kaybedersen pişman olmayacak mısın?"

Yibo düşüncesinin bile onu çılgına çevirdiği bu olasılığın gerçek olması halinde sahiden öleceğini emin olmuştu.O sırada da kontrolsüz elleri babasının yakasına ulaşarak onu kendisine çekmiş, boğuk ama etkili bir sesle konuşmuştu.

"Bu olmayacak! Anladın mı beni olmayacak! Olsa bile ben onunla birlikte öleceğim."

Korkan ve oğlunun bu öfkesine şaşıran Lord Darren yakasındaki ellerin uzağa çekilmeden önce onun sesini yeniden duymuştu.

"Bizim için tek kalmak diye bir şey yok baba."

Baron'un zihninde sona eren kavga onu rahat bırakmış ve kurduğu plan için harekete geçmenin iyi olacağını düşünmüştü. Gitmek dışında başka bir şey yapılamazdı ve en başından beri sözlerini anlamayan babasına karşılık merdiveni hızla çıkmadan önce son kez konuştu.

"Sarf ettigin tüm bu sözler yerine kısaca git kendini öldür desen daha kafiydi."

-------------------

Fazla eşyası yoktu. Gösterişten hep uzak olan hayatında benimdir dediği çok az şey vardı ve niyeti evden gitmek olduğundan küçük bir el çantasına sığmıştı tüm hayatı. Birkaç parça giysi, en kıymet verdiği kitaplar ve Manchester'da kalırken kendisine hediye edilen bir kalem; birde herkesten sakladığı soluk bir fotoğraf.

Wang Yibo bunlardan ibaretti ve şimdi yırtılarak uzağında kaldığı aile resminin yüreğinde denk düştüğü hislerin zannediyordu ki uygun bir tarifi yapılamazdı. İçindeki hasretlik tanıdıktı ve şimdi, dipdibeyken bile özlem duyulabileceğini ailesi sayesinde kabul etmişti.

Dimağında hep hatırası yatan adama, kalbinde sahiplik kuran kişiye; Xiao Zhan'a gidecekti. Onunla ayrı düşmeyeceği fikri sabit, yaşamını mümkün kılan sevgisi bakiydi. Ancak yinede saniyelik bir boşluk hissi onu boğuyor, dünya bu yüzden yaşanılmaz geliyordu.

Terk ettiği yer neresiydi, gittiği yerin adına ne denirdi bilmiyordu.

Yersiz yurtsuz kalmış da sayılmazdı ama her şekilde hasretlerden hasret beğeniyor olmak onu şiddetli bir öfkeye sürükleyerek, en nihayetinde dilsiz bırakmıştı; kendisiyle bile konuşmuyordu.

Kapısı çaldığında kapının tıklatma sesinden gelenin kim olduğunu anladı ve odasını terk etmek için hazırlanan ellerinin işine son verdi.

"Gelsene anne."

Annesinin zayıf figürü odanın içine doğru adımladığında Yibo ciddi bakışlarla onu süzdü. Ağlamasını dinen kadın konuşmuyor ama her an yeniden ağlamaya başlayacakmış gibi duruyordu. Yüzündeki üzüntüyü gözleri iyi görmeyen bir insan bile anlardı ve bu üzüntünün Baron'un vicdanındaki karşılığı tartışmasız sarsıcı olmuştu.

Yıllardır az konuşan annesinin aniden konuşmaya başlamasını beklemiyordu. Onun sessiz ve bazı zamanlar rahatsızlık verecek kadar kendi halinde oluşuna alışalı çok olsa da, bugün yine huzursuz hissetmesine mani olamamıştı.

"Fanxing nerede?" Dediğinde dilinin ucuna kadar gelen elveda sözlerinin niçin inat edip de dışarıya çıkmadığını sorgulamadı. Böyleydi, insan dile getirdiklerinden bir dünya yaratıyor olsa bile asla özgürce konuşamazdı.

"Babanın çalışma odasındalar."

Duyduğu cılız ses onu düşündürdü. Fanxing'in kendisi yüzünden sıkıntı çekmesini istemiyordu. Bu yüzden ona kendisi ile gelmek isteyip istemediği sormayı düşünüyordu ve bunu soracak olsa bile esasında kabul edilmeyeceğini biliyordu. Bunu bildiği içinde kendine ait çiftlik evinin tapusunu hazır etmişti. Fanxing'e evin ve parasının bir kısmını bırakırsa yıllardır olduğu gibi bu eve mecbur kalmazdı; elinden ancak bu kadarı geliyordu.

"Ona kötü davranmayın ve ne istiyorsa yapmasına müsaade edin. "Dediğinde annesine yaklaştı. Bir rica gibi dile gelen sözlerin kabul edilip edilmeyeceğini bilmiyordu ama yine de konuşmaya devam etmişti. "Bunca zaman ailemizin yanındaydı, benim yüzümden sıkıntı çekmesine izin veremem."

Annesini çekingen bir tavırla susmuş, titreyen göz bebekleri yerdeki dokuma halıda gezintiye çıkmıştı. Aslında annesi tuhaf değildi, sadece toplumun inandıklarına göre bir kadındı. Sessiz, ailesiyle ilgilenen ve bir soylunun karısı olarak kocanının ardından ona destek çıkacak türde birisiydi. Belki de onu farklı kılan tek şey ülkedeki en mütevazı leydi oluşu olabilirdi.

Ne var ki Yibo bunu hiç olması gereken olarak düşünmemişti.

"Bir şey söyleyeceksin sanırım." Yibo başını yana düşürüp kısa boylu annesinin yüzüne gözlerine doğrudan bakmak istedi. "Konuş benimle anne, çünkü birazdan gideceğim."

Annesi dolan gözlerini elinde tuttuğu mendile silerek başını yukarı kaldırdı. Ani bir temasla oğlunun eline tutundu ve içten bir şekilde konuşmaya başladı.

"Oğlum gitme, vazgeç bundan."

Yibo cevap vermemek için dilini ısırdı. Belki de artık çatısı altında olduğu evde kendisine iyi gelecek bir söz duyacağı dair olan umudunu yok etmesi gerekiyordu. Çünkü babasının aksine annesinin daha duygusal yaklaşarak acıyan yerlerini az da olsa saracağını düşünmesi ile yeniden acının içinde boğulması arasında sadece saniyeler oynamıştı. Aklında bitirmişti ama kalbinde bitemediğinden olsa gerek her an yeniden umuda tutunmak gibi hatalara düşüyordu.

"Yıllarca benimle çok az şey paylaştın. Sevgisiz değil ama ilgisiz bıraktın beni." Dediğinde annesinin şaşırarak yüzüne bakması onu durdurmamıştı. Gidecek olduğu için dile getirmesi gerektiğine inanıyordu. "Gitmeden önce söylemek istediklerin bunlar mı sahiden?"

Cevap yoktu. Soluk benizli kadının yaşadığı sıkıntı gözle görülür, kulakla duyulur hale gelmişti. Bu da karşısında duran Baron'un geriye çekilerek vazgeçmesi için yeterliydi. Zorlamayacaktı, olsun diye direnmeyecekti. Konuşulmamış onca şey olsa dahi dilini boş yere yormayacaktı.

"Neyse, en azından babam gibi değilsin." Dediğinde yanına gelen babasının adım seslerini duymadan devam etti. "Acımasız sözler dökülmüyor dudaklarından. "

Sözleri biter bitmez kapı açıldı ve babası kararlı adımlarla içeriye girdi. Dağılmış yakasını düzeltme ihtiyacı duymamıştı, yorgundu ve karşısında dimdik duran oğluna karşı son kozunu ortaya koymaya hazırdı.

"Ya burada kalıp dediklerimi yaparsın." Dediğinde diyeceği şeyi zaten bilen annesi yeniden yere baktı, Yibo ise başını daha dik tutmuş ve en az babası kadar kararlı bir duruş sergilemek istemişti. "Ya da Fanxing'i Rusya'ya gönderirim."

"Ne? Niçin?"

Birden öne çıkarak babasının en yakınına kadar geldi. Gözleri şaşkınlıkla aralanmış, hiddeti her zerresine karışarak fırtınalı bir auraya sahip olmasına neden olmuştu. O haliyle tehlikeli görünse de babası hala aynı kararlılıkta ve ciddiyette yüzüne bakıyordu.

"Karar sana ait. Onu da yanımda götürürüm bu karara mani olurum diye sakın düşünme." Diye konuşan Lord Darren dediklerinin arkasındaydı. Odasında bıraktığı ağlayan Fanxing'i Rusya'ya göndermese de Yibo'nun gitmesi durumunda da onu da gönderecekti ve biliyordu ki, hiçbir dayanağı olmayan Fanxing tek başına yanlarında olduğundan daha iyi hayat yaşayamazdı. "Onun hakkındaki kararları sadece benim verebileceğimi biliyorsun. Engel olamayacağının farkındasın."

Yibo biliyordu, kahretsin ki farkındaydı. Daha çok küçükken babasının isteği yanlarında yaşamaya başlayan gencin yaşı daha 17 bile değildi ve bu yüzden hakkındaki elzem kararları verebilecek tek kişi babasıydı.

"Bana olan hıncını onu sürgüne göndererek mi çıkartacaksın?"

Başını sallayarak ellerini arkasında bağlayan adama bir şey demeden rüzgar gibi geçti yanından, odasından çıktı. Yeri delecek gibi zemine çarpan adımlarının hedefi Fanxing'in odasıydı ve ağlayarak eşyalarını toplayan çocuğu görür görmez sesi tüm odada yankılanmıştı.

"Derhal bırak elindekileri Fanxing!"

Fanxing konuşamayacak kadar çok ağlarken başını iki yana salladı ve elinde tuttuğu gömleği parmakları arasında sıkıştırdı. Suçlu hissediyordu; böyle olmasını hiç istememişti. Basit bir şekilde ama türlü eziyetlere eş değerde yaşanıyordu her şey. Ucuz bir gerilim romanının belirsiz bir sayfasına konu olmalıydı, çünkü bu kadar kolay yakalanmış olamazdı.

Yibo, "Neden beni dinlemiyorsun?" Diyerek yanına gittiği gencin ellerinden tutarak gömleği yatağın üzerine bıraktı. Fanxing yüzüne bakamıyordu, bu yüzden saniyeler sonra çenesinden tutarak onu yüzüne bakmaya zorlamıştı. "Hiç bir yere gitmiyorsun. Gideceksen bile o yer kat'i surette Rusya olmayacak."

"Ama Baron ben.." Konuşmaya çalışan çocuk hıçkırıklara boğularak titredi ve eliyle ağzını kapatırken Yibo onu göğsüne doğru çekip sakinleştirmeye çalıştı.

Bir yıkım yaşanıyorsa şayet dışarıdan bakıldığında en altta kalanın Fanxing olduğu söylenebilirdi. İçeriden bir bakış açısı ise daha farklı bir cevap sunabilirdi elbette.

Bir an bile dik duruşunu bozmadan kendisine sarılmayı bırakarak uzağa çekilen gencin yüzüne bakan Baron destek olma isteği ile omzuna  dokunup kendisininde tüm kalbiyle inandığı sözlerini dile getirdi. "Senin suçun değildi, kendini bunun için hırpalama."

Fanxing ıslanan yüzünü sertçe kurulayıp karşı çıkmak istediğinde karşısında duran Baron tarafından sözü kesilmişti.

"Eninde sonunda ortaya çıkacaktı zaten. Sonsuza dek gizli kalmasına imkan yoktu."

"Tıpkı sonsuza dek sürmesinin imkansızlığı gibi."

Arkasındaki aralıklı kapıdan içeriye giren Lord Darren demişti bunları. Kötü anılmayı ve hatta yüzlerine baktığı ikilinin nefretini kazanmayı çoktan göze almıştı. Bu yüzden artık hiçbir sözün etki etmeyeceği bir inancın parçasıymış gibi durgun duruyordu. Bağırmıyor, öfkelenmiyor ve sadece kendi seçeneklerini dayatma yolundan gidiyordu.

Baron arkasına döndüğünde "Sözlerine dikkat et. "Diye konuştu, sesi oldukça sabırsız çıkmıştı. Başka biri olsa öylece bakmakla yetinmezdi ama duydukları babasına aitti ve sabrının sonunu da bunun için harcayabilirdi. "Tahammülümün sınırındasın baba."

Babası ileriye doğru yürürken oğlunun arkasında kalan Fanxing'e, "Hazırlan, yarın sabah gideceksin." Dediğinde saniye geçmemişti ki Yibo sözlerinin tam aksini dile getirdi. "Hiçbir yere gitmeyeceksin. Boşuna hazırlanma."

Bu sözlerinden sonra sadece bakışarak savaşabileceğinin iyi bir örneği yaşandı odada. Üstün gelme çabasından ziyade yaşama gayretine benziyordu ve Yibo bir sonuç alamacağını, babasının gözünü kararttığını anladığında sakince gözlerini kapatıp açtı ve sordu.

"Fanxing'i rahat bırakman için ne yapman gerekiyor?"

Lord Darren önce Fanxing'e baktı sonra oğlunun gözlerindeki kararlılığı okudu. Ancak bu onu durdurmayacak ve biraz sonra planındaki şeyleri dile getirecekti.

"Aziz Martin kilisesine git ve katedralde sana verilen görevlerle meşgul ol."

Yibo içine çektiği nefesi geri bırakamadı. Yanlış duymuş olma olasılığı ile kısa bir süre oyalandı ve daha sonra odağını kaybeden gözlerini yeniden babasıyla buluşturdu. Bahsi geçen kilise Margate sınırındaydı, katı kuralları olan yatılı bir kilise okuluyla birlikte geniş bir yerleşkede yer alıyordu.

Evde hapsedilme olasılığını düşünen aklı böyle bir şeyi hiçbir zaman kendisine olasılık olarak sunmamıştı.

Dışarıya adım atamadığı ve Xiao Zhan'a ulaşamadığı bir senaryoyu zihni istemeden gözleri önünde getirdiğinde ürperdi ve başını küçük hareketlerle reddetti.

"Gitmezsem en fazla ne yaparsın?"

Babası bu soruyu beklediğinden şaşırmamıştı; cevabı hazır ve bir o kadarda yaralayıcıydı.

"Sen bu akşam yola çıkmazsan, dediğim gibi Fanxing yarın sabah gider. Ama bununla son bulacağını sakın düşünme; eğer dediklerimi yapmazsan, bedeli senin de cezalandırılacak olman olsa bile Kont Xiao'yu bu günahı işlediği için ihbar ederim. "

"Ne dediğinin farkında mısın sen!?"

Kontrolünü kaybetmek üzere olan oğlu üzerine yürüdüğünde geriye çekilmedi ve onun çıldırmaya yakın bu halini hiç görmediğini düşündü. Fazla mı ileri gitmişti? Ama her şekilde bunun oğlunun ölümünde daha yeğ olacağını biliyordu. Bunun insanlar tarafından duyulursa onu ne yapsa kurtaramayacak olduğunun da farkındaydı. Öyleyse geri adım atmamalıydı ama yutkunarak geriye attığı adım tamamen onun kastı dışındaydı.

"Bedeli benim cezalandırılacak olmam ha?" Diye konuşan Yibo az önce uyarıda bulunduğu sınırı geçtiğini biliyordu. Babasına doğru attığı her adımın, dilinden dökülen her lafın geri dönüşü yoktu ve o an sıkışıp kaldığı köşede tüm dünyaya haykırmak istediği şeyler vardı.

"Sana dedim! Bedeli ölmek olsa dahi vazgeçmeyeceğim, geriye adım atmayacağım. "Her bir hecesinde güçlü bir vurgu, kızaran gözlerinde ismini çoktan sildiği umuda ait belirsiz gölgeler kendisini gösteriyordu ve ne geride ona seslenen Fanxing'i ne de önünde ona bakan annesini gözü görüyordu. Tek derdi babasını alt edebilmek ve onu kendi dünyasında zayıf bırakabilmekti.

"İstersen beni ıssız bir manastıra kapat. İstersen ihbar, et istersen de hemen şimdi çek vur." Konuşmak için ne fırsatı olan ne de dermanı kalan babasının elini tutup kendi göğsüne bastırdı. Hareketleri sertti, durulacak gibi görünmüyordu. "Benim yaşamımı mümkün kılan buradaki sevgimdir. Yüzlerce kez ölsem dahi bu hakikat değişmeyecek ve sevgilimin kalbinde var olmaya devam edeceğim."

Lord Darren şaşkınlık içinde dilini yutmuş gibi kalakalmıştı. Sevmenin ne olduğunu dar anlamlıyla da olsa biliyordu ve şüphe yoktu; oğlu o kişiyi seviyordu. Lakin tıpkı Baron'un kafasındaki keskin kararlar ve vazgeçilmez yeminler gibi onun da kendisine ait dönülmez sözleri vardı. Acı artık kaçınılmaz bir gerçekti ama yine de, hala ölmekten daha iyi olacağına inanıyordu.

Bu yüzden terle ıslanan alnını silip sakinleşmeyi denedikten sonra kararlı duruşunu yeniden yakaladı. Yibo ise hala delirmiş gibi kendisine bakıyor, her şeyi yapmaya hazır haliyle gözünü korkutuyordu.

"Diyeceğimi dedim, şimdi kararını söyle."

Yibo durdu ve ardında bekleyen Fanxing'e baktı. Onun zarar görmesini istemiyordu ve kolundan tutarak Rusya'ya gidebileceğini, kendisi için istemediği şeyi seçmemesini söyleyen çocuğa bakarken kararsız hissediyordu.

Kiliseye giderse Xiao Zhan'a ulaşabilir miydi? Babasının özellikle mani olacağının farkındaydı ama Fanxing'i harcamayazdı. Üstelik ihbar edilme durumu, bir ihtimal bir tehdit olsa bile risk almayacağı kadar tehlikeliydi. Babasına artık güvenemiyor olması bu noktada onu en çok zarara sürükleyen şeydi.

Onu hiç böyle görmemişti. Dediklerini yapacağını biliyordu ve hal böyleyken risk alabilir miydi?

Saniyeler geçerken omuzları çöktü. Yaşamak için çaba gösterilmeliydi ama bunu kilisedeyken nasıl yapabileceği kestiremiyordu. En kötü ihtimalle orada sorun çıkarmak, özgürlüğü için birini rehin almak ve belki de önüne çıkan herkesi önemsemeden ezip geçmek gibi seçenekler zihninde sıralanırken babasına yeniden baktı.

Geriye dönmeyecekti. Kabul etmeyecekti ama şimdilik babasının kazanmış gibi hissetmesine izin vermek belki de en zararsız olanıydı.

"Kiliseye gideceğim." Diye sakince konuştuktan sonra öne çıktı işaret parmağını babasına çekinmeden uzatıp onu tehdit etti. "Ama, Fanxing'i rahat bırakmazsan ve yine herhangi bir yere Xiao Zhan'ın adını vererek ihbar da bulunursan bedeli ne olursa olsun-"

"Ne yaparsın? Bana zarar mı verirsin?"

Yibo babasının sorusuna karşı gülümsedi. Herkes emindi ki, bu gülüşte eğlence yoktu. Oradaki herkes ona yabancı gözlerle bakıyordu.

"Hayır sana zarar vermem. Ama başıma gelecekler hakkında göze aldıklarından çok daha fazlasını yaşatabilirim." Dedikten sonra babasının kulağına eğilip daha kısık ama etkisi yitirmeyen bir sesle devam etti. "Bir sabah uyanırsın ki her şeyi kendim açık etmişim. Bir bakmışsın tutukluyum, bir de duymuşsun ki bir erkeği sevmesine razı gelemediğin oğlun daha aklanmaz günahlara gark olmuş."

Babasına daha yakından baktı. Dediklerini çekinmeden yapacağını kararlılıkla gösterdi ve Fanxing'i peşinden sürükleyerek kendi odasına doğru gitmeden önce son bir kez daha dudaklarını araladı. Annesi dayanamayarak yeniden ağlamaya başlamıştı. Babası ise titriyordu ve sıkışan göğsüne mecburen elini götürmüştü.

"İşte o vakitten sonra yapabileceğin tek şey Londra'nın göbeğinde idam edilişimi seyretmek olur."

-----------------

Umut türlü türlü niteliklere yakıştırılsa da esasında ne idüğü belirsiz bir şeydi. Tarifi çoğu zaman zordu, yaşamak sancılıydı ve yıkılışını seyretmek kadar da acı veren daha başka bir şey yoktu.

Ve tüm bunlara rağmen uzakta görünen katedralin belirsiz yapısına bakmaya devam eden Baron yine nereden türediğini anlayamadığı bir umuda tutunmuştu.

Yanında oturan babasına bir kez olsun bakmamıştı. Evden apar topar ayrılmış, Fanxing'e planladığı gibi sahip olduğu çiftlik evinin tapusunu ve yeterli miktarda para bırakmıştı. Ama en önemlisi fırsat bulduğu ilk anda Manchester'e acil bir haber yollamasını istemişti. Onun gerek telgraf gerekse mektupla bir şekilde sevgilisine ulaşacağına emindi ve bunun için olsa gerek ilk andaki gibi öfkeli hissetmiyordu.

Her şeyin zor olacağını kabul ettiği için de olabilirdi bu sakinliği, ya da babasına nihayet karşı durabilmiş olmasının bir getirisiydi, bilmiyordu. Tek düşünebildiği artık bir şekilde bu yola girdiği, sonunun kötü bitmesi için savaşması gerektiğiydi. Bu yüzden bir an önce Xiao Zhan'a haber yollamalıydı. Gittiği yerdeki şartları bilmiyordu ama belki kendisi bile bir fırsat yakalayabilirdi.

"Oradakilere senin okulda çalışmanın  uygun olduğunu söyledim."

Babasına cevap vermedi, sadece dinliyordu.

"Ama bunun önce kısa bir eğitimi gerekebilirmiş. Bu sırada yaptıklarını düşünmeni istiyorum. Eğer biraz sabırlı olabilirsen gerçekleri göreceğine inanıyor-"

"Öyleyse bana katıl. "Diyerek babasının sözünü kesti. Sesi sinirli çıkmıştı. "Zira yaptıklarını düşünmesi gereken de, gerçekleri göremeyen de sensin."

Duyduğu homurdanma sesini umursamadı ve aynı sesle sordu. "Bu yaptığının beni durdurmayacağını biliyorsun değil mi?"

Lord Darren'in kaşları düşünürken yukarı havalandı ve artık bir yabancıymış gibi kendisine bakan oğluna döndü. Kabullenmeye çalışsa da bu hali canını yakıyordu. Tam o an, ona sarılıp yanında olacağını söylemek ne kolay, ne kadar da zahmetsizdi. Ancak onu korumak istiyorsa yaptığı şeyi yapmaya devam etmesi gerektiğine inanıyordu. Bu yüzden rahatsız hissederek yalnızca yerinde kıpırdanmıştı.

Fanxing'in evden dışarıya çıkmasını yasaklamıştı, onu bir yere göndermeyecek olmasa da bir süre yalnızca evdeki işleri yardım etmesini uygun görmüştü ve kendisi eve döner dönmez Manchester'e Yibo'nun ağzından her şeyi bitiren bir mektup yazacaktı.

Henüz tam kavrayamadığı şey ise, bunun bir mektuba sona erecek geçici bir gönül ilişkisi olmadığıydı.

Lakin sorun değildi çünkü öğrenmesi hiç de geç bir vakitte olmayacaktı.

Yibo arabanın durmasına yakın kendisinden emin bir halde, "Sadece birkaç gün bekle." Diye konuştu. Bu süre burada kalmak için kendisine verdiği süreydi çünkü Xiao Zhan'a güveniyordu. "Bu çabanın beyhude olduğunu anlayacaksın."

Yalnızca birkaç dakika sonunda araba durduğunda içeride kendisini bekleyen şeylerin neler olduğunu bilmeden aşağıya indi ve onunla birlikte inmek isteyen adamı durdurdu. Hava çoktan kararmış, vakit belki de gece yarısını geçmişti.

"Gelmene luzüm yok. Nasılsa gündüz haber yollamadın mı buraya. Tanıdığın bir öğretmen olduğunu da söylemiştin."

Arabadan inemeyen babası kararsızlık için etrafına bakındı. Kiliseye oğlunu bir süreliğine buraya göndermek istediği söylerken aceleyle düzgün bir sebep sunmamıştı, bu yüzden şimdi giderek konuşmak istiyordu. Ancak kapıda duran Yibo kendisine geçit vermeyecek gibi duruyordu.

"Merak etme." Demişti sadece. "Yaptıklarımın izahını kendim yaparım."

" İnsanlara gerçekleri söylemek zorunda değilsin."

Yibo eline aldığı çantayı tartarken bu cevapla başını birden kaldırmış ve evdeki öfkesinin kısa bir yansıması yüzünden esip geçmişti. "Sebepsiz yere buraya gelmemi çok mantıklı bulmazlar."

Babası bir şey diyeceğinde dayanamıyormuş gibi yüzünü buruşturup giriş kapısına baktı. Karanlığı bölen iki ayrı ışık uzakta parlıyordu ve oraya doğru yürümeye başlamadan önce mecburen babasına çevirmişti yüzünü.

"Ben senin istediğini yaptım ve sen de benim istegimi yerine getir ve Fanxing'i rahat bırak, bir de.. "Duraksadı ve içini yakan bu konuşmanın boğazında bir yumruya sebep oluşunu engellemek istedi. Bundan sonra babasıyla hep böyle mi konuşacaktı?

"Ben çağırana dek burada kal." Dedi Lord Darren o konuşmaya zorlanırken. "O zaman Fanxing de, bizde iyi olacağız. Güven bana."

Arabanın yanını terk etmek üzere olan adımları durdu. Asla sonu gelmiyordu bu sözlerin. Yıllarca kalp kırıklığından bahsedebilirdi ve vazgeçmesini istedikleri aşkından bile daha güçlüydü belki de bunu konuşma ihtiyacı. Lakin uygun bir kulak, hislerini anlatan kelimeleri anlayacak bir yürek yoktu karşısında.

Xiao Zhan'ın varlığına duyduğu ihtiyaç bedenini titretirken kapının iç tarafından elinde zayıf bir lamba tutan, sık ve sessiz adımlar atarak yanlarına ulaşan yabancı bir adam dikkatini dağıttı. Kendisiyle aynı noktaya bakan babasının sesini duydu.

"Sana bahsettiğim öğretmen tanıdığım o, seni karşılamaya gelmiş olmalı. "

Yibo babasının arabadan inmesine müsaade etmeden hızlı adımlarla oraya doğru ilerlemeye başladı. Elini durması için uzattığı adama son kez baktıktan sonra ise sesindeki kırıkları toplamaya çalışmadan son kez mırıldanmıştı.

"Buraya senin yüzünden gelmiş olsam da, kendi irademle çıkacağım. Ve son olarak sen artık dünyanın tüm nimetlerini getirsen, bana inansan ve her şeyi eski halinde önüme sunsan bile bir daha sana asla güvenmeyeceğim baba."

-----------------

Ne kadar geçtiğini bilmiyordu. Kıvrımlı taş sokakta önünde yürüyen adam çok az konuşmuştu. Memnuniyetsiz sesiyle kurduğu üç cümlenin üçü de babasıyla ilgiliydi.

Niçin yanında gelmediğini sorduğunda Yibo daha uygun bir vakitte geleceği hakkında önemsiz bir yalan uydurmuş ve daha başka bir soruya da suya sabuna dokunmayan bir yanıt vermişti.

Konuşmak istemediği için yaşanan sessizlik çok sorun değildi fakat  içeriye doğru attığı ilk adımda karmaşık düşüncelerin ağına düşmüş ve kalbinin ortasına kaldırabileceğine emin olamadığı bir ağırlık çökmüştü.

Doğru mu yapmıştı?

Bilmiyordu, emin olduğu tek şey, karşı gelmiş olsaydı Fanxing'i zor  kullanmadan yanına alamayacağıydı. Babasının onu bırakmayacağını gözlerindeki kararlılıktan anlamıştı ve bu vakte kadar dediği her şeyi yapan babasına karşı gelmek için fazla hassas bir konuydu bu. Üstelik Xiao Zhan'ın ihbar edilme hususu elini kolunu bağlıyordu. Bu yaşandığı takdirde sevgilisinin kendi ismini bir sır gibi saklayacağını bilse de rahatlaması mümkün değildi.

Fazla meçhul, fazla sıkıntılıydı. Bu ilişki açığa çıkarsa başlarına ne gelirdi bilmiyordu bile. Sadece önceden birkaç kez duymuştu. Duyduklarının iyi sonla bittiği hiç olmamıştı ve şimdi karanlığı aşarak girdiği okul binasında ilk adımlarını atarken bile boğucu bir karamsarlık yakasına yapışmıştı çoktan.

Babasının Manchester'e göndereceği ayrılık mektubundan habersiz Xiao Zhan'a nasıl ulaşacağının düşüncesi ile meşgül olurken iki adım önünde yürüyen adam durdu ve duygusuz yüz ifadesini değiştirme zahmetine girmeden yan tarafta kalan kapıyı gösterdi.

"Baş rahip içeride, belge için seni bekliyor. Sonrada üst kattaki en son odaya yerleşirsin."

Kendisiyle niçin senli benli konuştuğunu anlayamadığı adam arkasına bakmadan giderken ani bir merakla sorsa da hemen pişman olmuştu.

"Rahip neden burada? Burası okula ait bir bina değil mi?"

Onu kapı önünde bırakıp gitmeye hazırlanan adam durdu ve zoraki olduğu epey anlaşılır olan kısa bir açıklama yaptı. "Normalde burada kalmıyor, ama bazen uğradığı oluyor. Bugün senin için burada gir hadi."

Büyük kapı önünde yalnız kaldığında koridor camından içeriye vuran ayışığına baktı. Ani bir yabancılık hissi, tiksintiyle karışan garipseme ve tüm yaşadıkları onu daha önce hissetmediği kadar kötü hissettirmişti. Buraya geldiği için pişmandı ama biliyordu ki öbür türlü yapsa da pisman olacaktı. Bu yüzden göğsünü nefesle doldurup, sadece bir iki gün diyerek rahatlamaya çalıştı.

Elinde taşıdığı çantayı bırakmadan kapıyı çaldı ve içeriden gelen tok sesle araladığı kapıdan içeriye doğru adım attı. Geniş ahşap masanın öbür yanında, yaşlı lakin güçlü denilebilecek bir duruş sahibi olan adam gülümseyerek eliyle karşısındaki sandalyeyi göstermişti.

"Buyrun Baron, ben de sizi bekliyordum. Oturun da hemen halledelim işlemleri."

Bu tutumu garipseyen Baron kaşlarının ortasında beliren kararsız çizgiyi bozmadı ve ihtiyatlı bir tavırla gösterilen sandalyeye doğru yürüdü. Gecenin bir vakti, karşısında duran adam fazla dinç duruyordu ve niçin, onu bırakıp giden öğretmenin aksine kendisiyle kibar konuşuyordu anlamadı.

Çekmeceden bir kağıt çıkartan adama bakarken buraya gelme nedenini söyleyip söylememeye dair sorular bir an olsun durulmuyor ve gerçeği bilselerdi kendilerine nasıl  davranırlardı merak ediyordu. Düşündükçe birkaç günlük bir yalan bulmak daha kolay bir yol gibi görünmeye başlamıştı.

Gergindi, omuzlarından boynuna batıp çıkan hayali iğneler vardı sanki. Kendisine tam adını, yaşını ve 3 kuşak önceye kadar soyunu soran adama cevap verirken duraksıyor ve onu bekletiyordu. Rahip en son vatandaşlık kartını istediğinde çantasından çıkartıp uzattı. Bir suçlu gibi çekingen davranmasına karşılık ise kendisine kızmıştı.

Rahibin rahat lakin ağır konuşması sebebiyle böyle olduğunu sandı. Çünkü onunla konuşmak babasına karşı çıkmaya benzemiyordu; aşılmaz otorite ve sarsılmaz duruş onu terletmişti.

"O belge niçin?"

Yine düşünmeden sorduğu soru bu sefer onu yine pişman etse de, fazla uzun sürmedi. Rahip gülümsedi ve belgenin arka yüzünü çevirirken ona cevap verdi.

"Burada her şeyin kuralları vardır. Aynı çatı altında barınan herkesin kaydını tutmak ve o kişiye en uygun sorumluluğu vermek sizde takdir edersiniz ki gerekli bir şey."

Başını salladı yalnızca, rahatlama denemeleri rahibin konuşmaya devam etmesiyle boşa çıkmıştı.

"Aile geçmişinizi de göz önünde bulundurunca sizi küçük öğrencilerin lisan dersine atamak doğru bir karar diye düşünüyorum. Siz ne dersiniz?"

Buradan birkaç gün sonunda gidecekti. Buna inanıyordu ve şimdi uzun süreli planlardan bahseden, hep orada kalacakmış gibi okulu, kiliseyi ve ayda bir yapılan konsil* toplantılarını anlatan adam onu adeta iki cümleyle boğmuştu. Neredeyse ayağa kalkıp avazı çıktığı kadar bağıracaktı; öyle çok huzursuzlanmıştı.

(Konsil, Hristiyanlıkta dini veya idari anlaşmazlıkları çözüme kavuşturma amacıyla din adamlarının toplandığı kurulun adıdır.)

"Yaz geldiğinde eğitimi bazı zamanlar kilisenin arka tarafında kalan-"

"Bu kadarı kafi." Dediğinde öne uzattığı elinden titrediğini fark etti ve gözlerinin önü kararır gibi olduğunda ise duyduğu ses onu kendisine getirmişti.

Rahip anlayışla gülümseyerek, "Yorgunsunuzdur, daha sonrada anlatabilirim bunları. Vaktimiz bol nasıl olsa." Demişti.

Terleyen alnını beceriksizce sildikten hemen sonra nefesi tükeniyormuş gibi karşılık verdi ona. "Fazla uzun kalmayacağım, bu yüzden bunları bilmeme lüzum yok."

Bu sözlerinden sonra araya huzurdan çok uzak olan bir sessizlik girmişti.  Şakağında zonklayan damarını kalbinin her çarpışında daha çok hissediyordu. Nefes alıyordu, hatta çok sık tekrar ediyordu fakat buna rağmen boğulduğuna dair hissettiği şey çok güçlüydü. Karşısında, artık gülümsemeyen adam bu sefer oldukça ciddi ve dikkatlice, "Buraya niçin geldiniz Baron Wang?" Diye sorduğunda elini yeniden alnına götürerek yükselen ateşini hissetti.

Cevap vermesi uzun sürmüştü. Çünkü gerçek sebeple uyduracağı yalan arasında gidip gelmiş, kararsızlık probleminde bir türlü bulunamayan sonuçla yüz yüze durmuştu. Uzun denilebilecek bir aradan sonra sadece, "Ailevi sebepler." Diyebildiğinde ise bunun konuşmasını ilgiyle bekleyen adamın tatmin edecek bir yanıt olmasını diledi.

Rahip boğazını temizleyerek elindeki belgeyi sakince kenara bıraktı. Yibo cevabının yeterli olduğunu ve işlerinin bittiğini düşünerek ayağa kalkmak istediğinde öne uzatılan bir el ve rica eden bir ses onu durdurmuştu.

"Gitmeden önce size bir hikaye anlatayım."

Mecburen sandalyeye oturan Baron kısa bir an tepedeki avizenin yanan mumlarına baktı. Kısa zaman sonra bu soluk renkli ışığa aldanan gözleri kamaşmış ve onları kapatarak önüne önüne dönmüştü yeniden.

Rahip beklerken, o da arkasındaki duvarda yer alan Mesih resmine ve en yukarıda asılı duran haç sembolüne bakıyordu ilk kez. Kendisini bu ortamdan sıyırıp atmak isterken ise Rahip nihayet konuşmaya başladı. Devamlı olarak baron üzerinde tuttuğu ve bilinmeyeni bilen bakışlarında epey bilgece bir ifade vardı.

"Gerçi hikaye diyorum ama, bu aslında neredeyse çeyrek asırlık bir anı ve bu unutulması gereken bir hatıra olsa bile, çehrenizin tanıdık gelmesi sebebiyle size anlatmak istedim."

Gömüldüğü anlamsızlığa ve sadece karanlık bir uykuya ihtiyacından doğan ağrılara söz geçiremeyen Baron yüzünde asılı kalan ciddiyeti bozmadı. Elleri kucağında birleşik duruyor, soluk alıp veriyor ama tam anlamıyla yaşayan birine benzemeyecek derecede solgun görünüyordu.

"Önceden, çok özel bir kilisede tanrıya ellerini yalnızca hizmetinde olduğum insanlar için açan bir papazdım. Gençtim ve benden de genç olan bir erkek çocuğuna bazı dini bilgileri ve kutsal kıtabımız İncili anlatmakla yükümlüydüm. "

Yibo duyduklarını kafasının içinde anlamlı bir yere koyamazken karşısındaki adamın yeniden konuşmaya başlamasıyla gözlerinin içinin parladığını fark etmişti. Kendisinin aksine oldukça hevesliydi.

"Görmeliydiniz, o çocuk müthiş derecede yetenekli ve tahmin edilemeyecek kadar da zeki birisiydi. Onun aydınlık geleceği ülkemizin kaderini değiştirebilirdi. O kişiyi layık olduğu gibi yetiştirebilmek ise binlerce insan için kazanılmış bir zafer olacaktı ve ben, böyle mühim bir görevde bulunduğum için kendimle gurur duymaktaydım."

Bahsi geçen kişiyi merak ediyordu fakat bilmek ve bilmemek arasında neredeyse hiç fark olmadığını anladığı an oradan koşarak kaçmak istedi. Orada bulunmak yerine Xiao Zhan'a bir haber ulaştırmak için çabalamanın gerekli olduğunu sıkıcı tekrarlar halinde düşünürken bir bacağı sabırsızlıkla sallanıyordu. Saniyeler sonra bundan daha da sıkıcı bulduğu sesin sahibi olan Rahip'in anlattıklarına dikkat kesildi.

"O kişinin her şeyi vardı; en kıymetli kumaşlardan dikilen kıyafetler giyerdi, normal bir insanın asla tadını bilemeyeceği yemeklerle donatılırdı sofrası ve çevresinde az sayıda ama onun memnuniyeti için canını verecek insanlar bulunurdu hep. Kısacası her dileğin anında gerçek olacağı bir peri masalının içindeydi sanki. Ona sadece bir kez bile baksanız eminim ki ne demek istediğimi anlardınız. "

Baron'un ülkede kimin böyle bir hayatı olacağını düşünmeye ayırdığı süre yalnızca iki saniyeydi ve cevabı bulmak için yeterli sakinliğe sahip değildi. Konuşmanın devamı kulaklarına ulaştığında ise, nefesini tutmuş ve kalbinin göğsünde barınabilmesini mümkün kılmak için elini sıkıca yakasının biraz aşağısına bastırmıştı.

"Kısacası o genç bizim istikbalimizdi, şayet bir erkeği severek hayatını felakete sürüklememiş olsaydı."

Rahip konuşmaya kısa bir ara verdi. Şimdi karşısında gördüğü şaşkın, korkulu ve hepsinden de öte acı çeken yüz, daha dünmüş gibi hatırladığı anılarla fazla benzerdi. Baron'un da adına sevgi dedikleri ama daha çok hastalık olarak gördüğü şeyden muzdarip olduğunu anlaması zor olmamıştı. Çünkü arkasındaki görsele neredeyse tiksinir gibi bakmak herkesin harcı değildi.

Biraz sonra titrediğini o mesafeden bile fark ettiği Baron gözlerinin içine baktığında, arkasına yaslandı ve masaya dayadığı kollarını kucağında bir araya getirirken dudaklarını yeniden araladı.

"İki gencin yaşadığı ilişki ortaya çıktığında kalbimde duyduğum hayal kırıklığını ve başarısız olma korkusunu bugün bile hissedebiliyorum. Ancak korkumun yaşanacak hazin sona bir faydası olmayacağına en az kendi adım kadar emindim. "Diye konuşan adam gözlerini kapattı ve saatler boyu uyumadaninandığı dini anlatarak yanlışından vazgeçirmeye çalıştığı gencin yüzünü hatırladı; dayanılması zor bir anıydı. "Yine de çok fazla uğraştık. İlk olarak arkadaş olsunlar diye yanına getirilen ve sonunda onunla aynı günahı işleyen genci uzak bir yere gönderdik. Ardından günlerce, ülke adına umudumuzu yerle bir etmiş olsa bile o kişiye, yetişkin bir insanın dahi zorlukla tahammül edebileceği cezalar uyguladık. Lakin hiçbir şekilde kalbinin en derinine kadar işleyen bu lekeyi söküp atmayı başaramadı."

Yibo dayanamıyordu. Kimin anılarıydı bunlar bilmiyordu ama, acısını binlerle çarparak kalbini yakan bu sözler, çıldırması için fazlasıyla yeterli olan bu kötü tabirler, onu oturduğu yerde ölmeyi isteyecek kadar zora sokmuştu. Rahibin oraya gelme nedenini nasıl anlayabildiğini bile sorgulayamayacak kadar kötü bir haldeydi. Belki de çoktan aklının birazını ömründeki en kötü güne hibe etmişti.

"Aylar sürdü, umut kalmamıştı ve nasıl olduğunu bilmiyorum ama bir sabah bende dahil onun için çabalayan herkes, aynı çığlık sesine uyandık. Kilisede tuttuğumuz o kişinin, arka bahçede kucağında yatan ölü sevgilisine sarılarak döktüğü gözyaşları, yaktığı ağıtlar şu an bile beni ağlama isteğiyle dolduracak kadar çarpıcıydı."

Bu sözler birer cinayet aracı olabilirdi. Yibo'nun da kendini kaybetmek üzereyken ayağa kalkması ve hiddetle gitmek için adımlaması da tam olarak bu sebep yüzündendi. Ölümden kaçar gibi kaçacaktı oradan, lakin Rahip'in, "Baron, lütfen hikayemin sonunu dinleyin." Demesiyle lanetler ederek durmuş ve sırtını döndüğü adama yüzünü çevirmeden dinlemeye devam etmişti.

Masada oturan adam gözlüğünü çıkarıp beyaz saçlarını düzeltti ve bildiği tüm detayları atlayarak yirmi yıldır değişmeyen sonuca geçti. "Fazla uzun bir hikaye, lakin sonunu kısa tutacağım." Demişti bu arada da. Sesindeki azalan kuvvete rağmen duraksamadan konuşuyordu.

"O günden sonra tam bir ay aynı ağıt sesini dinledik hepimiz. Fakat bu, sevgilisi ölen birinin aklı başında ağlayışları değildi ve bu yüzden onun delirdiğini düşünmüştü bazılarımız. Zamanla düzeleceğine dair hiçbir umudumuz kalmamıştı."

"Rahip, lütfen." Diye dişlerini sıkarak konuşan Baron aynı şekilde ellerini de sıkıyordu ve dönen başına rağmen hareket edemiyordu. Daha önce hissetmediği kadar çok aciz hissediyordu kendisini. İhtimalini bile düşünmekten kaçtığı bu kötü sonu birileri başkalarının anısı olarak önüne sunuyordu; böyle hareketsiz durabilmesi bile mucize gibi gelmeye başlamıştı.

"Aradan fazla zaman geçmeden o olayı bilen, yani onu görüp ona hizmet eden herkes aynı yere çağrıldı. O gün hem biz, hem de artık bir ölüden farksız durmayan o kişi bir daha dönmemek üzere yaşadığımız yerden ayrıldık, başka yerlerde yeni hayatlara başladık."

Yibo arkasını dönerek ahir zamanı görmüş gibi yorgun bakan gözlerini adamın geçmişin hatırası ile buğulanan gözleriyle birleştirdi. Dili dönmüyordu fakat, neredeyse inleyerek konuşmayı denemişti. Bunu yapmadan önce ise Rahip'in bitip tükenmek bilmeyen sözlerinin son kısmını duymuştu.

"Biz bahsettiğim kişinin yüzünü, hatırasını ve varlığını unutma yemini ederek ayrıldık oradan. O kişi ise hayatının tek anlamı olan adını bırakarak gitmişti. Bugün bile oraya çağırılan insanlar arasında kimse nerede olduğunu, ne yaptığını bilmiyor. Zannediyorum ki yalnızca iki kişi haberdar."

"Bunu bana neden anlattınız? Sebebi-"

"Sebebi, buraya gelişinizle ilgili bazı şeylerin farkında olmanızı istememdir." Diyerek sözlerini kendince tamamlayan rahip, başından beri açık etmediği şeyi nihayet söyleyecekti ve amacının da düzgün bir izahını yapmasının ona göre tam zamanıydı. "Çünkü bilmelisiniz."

Artık dünyayı çok karanlık bir perdenin ardından gören Baron bedeninin sahibi değil gibi hissediyordu. Onu dik tutma, düzgünce nefes alıp verme çabasının faydasızlığına çözüm bulamazken fısıltıyla sormuştu. "Neyi bilmem gerekiyor?"

Rahip onu çaresizliğe ve umutsuzluğa boğacağını bilse de durmadı; hayali bir el misali, hasta olarak gördüğü Yibo'yu kendisine göre kurtuluş olan kör kuyulardan birine itti sözleriyle. Böylelikle sevmekten vazgeçeceğini sandı. 

"Mevzu bahis böyle bir sevgi olduğunda ülkenin prensi bile olsanız, peri masalıyla başlayan hikayenizin sürgünle sona ereceğini."

○○○○○○○○○○

Prens hakkındaki gerçekler bununla sınırlı değil ama birden öğrenmek yorucu olabilirdi, bu yüzden ufaktan başlamak istedim.

Önceki bölümlerin yarısı kadar bile okunmuyor diye motivasyon kaybı yaşıyorum ama sanırım artık bıraktım.

Yalnızca lordlarım ve onları kötü olayların yaşandığı bir anda sonsuza dek bırakmamak için yazıyorum.

Umarım bir şeyler değişir, ya da ben daha hızlı yazarak bu hikayeyi bir an önce bitiririm.

Teşekkür ederim.

●○●

Aziz Martin Kilisesi

Bir de hristiyanlık dinine ait bilgim internetten eriştiğim kadarıyla kısıtlı, hatalı bilgi verirsem kusuruma bakmayın.

Continue Reading

You'll Also Like

152K 14.5K 26
010 ***: hamileyim jungkook: sen kimsin
32.5K 5.5K 27
[🥼🔬] [theoretically lab] kim taehyung, stajyer jeon jeongguk'un tam bir virüs olduğunu düşünüyordu.
159K 5.5K 75
Ailesinden kalma küçük ve güzel pastanesiyle ilgilendiği sırada rastgele bir mafyadan gelen mesaj ile dalga geçip uğraşan bir kızın hikayesi
28.8K 2.7K 16
Üniversitesinin serseri çocuğu jungkook, kız arkadaşını rahatlatmak için kayda aldığı inlemelerini yanlışlıkla yeni atanan rektörü Kim Taehyung'a ata...