8| Neden bu kadar çok canımı yakıyor?

767 109 191
                                    

Baron biraz sonra beklenilen yerde olacak misafirlerini karşılamaya hazırdı. Bütün her şeyi halletmişti ve araya giren beş gün gecikmeden sonra nihayet Fransızlar gelecekti. İlk olarak onları evinde ağırlamayı düşünmüş olsa da Marki son dakikada yolculukta çıkan aksilik yüzünden aksayan görüşmeleri gönderdiği bir haberle biraz hızlandırmak istediğini dile getirmişti. Marki'nin ismiyle birlikte aklına onlarca düşünce akın ederken ofladı ve biçim verdiği saçlarını kontrol etti. Sakin olmalıydı.

Ancak o an gerginliği çoktan hayali parmaklarını boğazına dayamış ve sanki sahibi olduğu her şeyi almak istiyormuş gibi soluğunu ondan çalıyordu. Korkunçtu.

Sağa sola yürürüp dururken parmak uçları karıncalanıyor, yakasındaki abartılı detaylara dokunuyor ve sanki gerçekliğini kontrol etmek için kumaşı yokluyordu.

"Lordum."

Bu tanıdık ses bir süredir evinde misafir ettiği bugün buraya gelirken de ona eşlik eden Kont'a aitti. Yavaşça konuşmuş ve olduğu yerde donup kalan Yibo'ya yaklaşmıştı. Yibo ona bakarken, sayısını unuttuğu kez gösterişli bir adam olduğunu düşündü. Her zamanki gibi siyahlara bürünmüştü, göğsündeki paralel işlemeler, belindeki kemeriyle uyum içindeydi. Soluk kırmızı dudakları yeniden kendisi için aralandığında yutkundu.

"Gerginsiniz, dokunmadım ama biliyorum omuzlarınız kaskatı kesilmiş."

Bu kendine güven dolu ifadeden sonra Baron sahiden de gerilen omuzlarını rahatlatmaya çalıştı, lakin beceremedi. Kendisine güzel güzel bakan adamı gördükçe daha da geriliyordu, nasıl rahat olabilirdi ki?

Bir hafta.

Ne çabuk geçmişti. Bir haftada işleriyle meşgul olurken bir yandan da zihninde bir taraf uyanık, Xiao Zhan'ı düşünmüştü. Üstelik omu sadece zihninde misafir edebilseydi, bugün onu böyle uzunca seyretmez ve dilinden çıkacak tek söze böyle dikkat kesilmezdi. İçinden bir itiraf yükselse, onu parçalara ayırarak yeniden bütün olabilmesi için dermansız bıraksa da hiçbir şeyin önüne geçemiyordu.

Yapamıyordu, sonu belli olmayan kör ve karanlık bulduğu bu yolu istemeden adımlıyordu kendi içinde. Ancak, sannmıyordu ki diline dolanırdı bu itiraf. Ölse bile itiraf edemezmiş gibi geliyordu.

Üstelik tek bir haftada böylesine darmaduman olması da epey şaşılacak bir durumdu. Belki de şaşırmamalıydı, kendisine aylar ancak tesir ederken karşısındaki adama tek bir an yetmişti. Anlıyordu ki, bu böylesine karmaşık, sıkıntılı ancak hepsine, ta en baştan gönüllü olunan bir yoldu.

"Yine çok düşünüyorsunuz, oysaki derince bir soluklansanız." Konuşması aldığı derin solukla bölündü ve büyük bir bir adım atarak Yibo'ya yaklaştı. "Bir kez olsun düşünmek yerine birden konuşsanız."

Baron kendisine yaklaşan, bir adım ötesinde duran adam ateşin ta kendisiymiş gibi hissederek ondan kaçınmak istedi. Yapamadı, titreyen bedeniyle durdu ve kapanmak isteyen göz kapaklarına inat ona baktı. Kont'un elleri bir haftadır olduğu gibi arkasına giderken derin sesiyle konuşmasına devam etti.

"Belki de o zaman ellerimi size uzanmasınlar diye sıkı sıkıya tutmama gerek kalmazdı ve ellerim, kimsenin görmediği bir yerde gerginliğinizi azalmak için saçlarınıza dokunabilirdi."

Yibo korkunç bir şey duymuş gibi dehşete düştü. Önceden olsa, bu adam bir hayale düştüğü için, zayıf bir kıvılcımla kendi kendine oyunlar oynadığı için böyle konuşuyor diyebilirdi. Fakat şimdi anlıyor gibiydi ki, görünen şey ne bir hayaldi ne de kıvılcım kadar zayıf bir alevdi.

Düşünceleri birbiri ile dans ettiği sırada, baktığı gözler yüzünden yeni bir düşünce daha zihnine kazındı. Bir zamanlar, küçük bir çocukken, gerçek bir ateşle kazara elini yakmamış olsaydı Kont'un gözlerinin bedenini bir şekilde yakacağına yeminler edebilirdi.

Lord, don't move that, [Yizhan]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin