Lord, don't move that, [Yizha...

By Nneoll

18.7K 2.1K 4.7K

"Atalarımın kanıyla yıkanmış kılıcım üzerine yemin ederim ki, lordumu her şeyden koruyacağım." ___ ~Victoria... More

1| Cesur bir yürek, bir de ateşli silah
2| Siz beni kurtardınız, her anlamda.
3| Galler arşidükünün sembolü.
4| Biz, farklı bir yüzyılda yaşamalıydık.
5| Sadece lorduma, benim lorduma.
6| Koca bir kış, tek bir öpücük.
7| Nasıl da acımasız.
8| Neden bu kadar çok canımı yakıyor?
9| Gönlümü put sanıp kıran da kim?
10| Elini tuttu ve seninle dans etti.
11| Dene, cesaretin varsa.
12| Ben Kont Xiao Zhan.
13| Ben bir hayal kurdum ve orada, özlemek yoktu.
14|Öfke ve çaresizlik.
15| Geç gelen mektup.
16| Duyulan çocuk sesi ve tek bir an.
17| Bir damla kan, binbir endişe.
18| İkinci kez ölmeye yemin etmek.
20 | Peri masalından sürgüne giden yol.
21 | İnsanın kendi kıyameti.
22| Bir kelepçenin özgürlüğüne mahkum olmak.
23| Londra.
24 | Ölüler mektup yazamazlar.
25| Ölüme ağlayan deliler, acıdan titreyen mezarlar.
26|Ellerime bak, ne görüyorsun?
27| Aklımdan çıkmıyor, kalbimi bir an olsun terk etmiyorsun.
28| Her şeyden bir adım öncesi.

19| Asla bitmeyen veda, durgun yaz ve ahengin bozulduğu nokta.

383 45 79
By Nneoll

Bölümde Claude Bernand'ın çalışmaları olarak aktarılan bilgiler geniş perspektifte bu isme ait olsa da varsayımlar hikayeye uyarlanmıştır. Bu yüzden tıbbi olarak hatalar söz konusu olabilir, esasında daha detaylı bir araştırma yaparak en doğrusunu bulabilirdim, ancak 19. yy da bir hekimin erişebildiği bilgiler ancak bu kadar olmalı diye araştırmamı daha ileriye götürmeden ulaşılabilecek en mantıklı hipotezi sunmanın daha iyi olacağına kanaat getirdim. İyi okumalar~

"Hala anlamıyorum, niçin sizi öldürmek istiyorlar?"

Lord Darren hastane yatağın yatan oğlunun canlılık renklerinden yoksun yüzüne bakarken patlama hakkındaki konuşmaya biraz önce son vermiş ve ilk kez bu konuyla alakalı soru sormuştu. Uzak bir köşede kollarını göğsünde birleştirerek hareketsiz duran Kont ise cevap vermeden önce uyuyan sevgilisine baktı. İki adım atıp da yanına gidememek yüzünden huzursuz hissediyordu ancak babası oradayken sadece gözlerinin özgürlüğü söz konusu olabilirdi.

"Bu büyük bir mesele. Ortaya çıktığında pek çok kişi canından olacak lordum."

Soğukkanlılıkla söylediği şey kırklarının sonunda olan adamı dehşet içinde bırakarak daha yaşlı görünmesine neden olduğunda kaşlarını kaldırdı ve bazı şeyleri açık etmeden bunun izahını nasıl yapacağını düşündü. Biraz sonra, "Önceden, son yıllarda kaybolan ve öldürülen lordlar ile aynı kaderde yer aldığımı düşünmezdim. Onların düşmanı ile bizim düşmanımız farklı olmalıydı. Yalan yok, bunun aksine inandığım zamanlar da oldu. Bu iki fikir arasında gidip geldiğim onca zaman sonra nihayet anladım." Diye uzunca konuştuğunda Lord Darren tüm dikkatini ona vermiş bir haldeydi.

"Aradığımız kişi güçlü ve tek bir isim. Ülkemizin güçlü lordlarının kaybolması ve isimlerinin silinip gitmesi birkaç ayrı zihnin ürünü olamaz."

"Neden böyle düşünüyorsunuz?" Diye soran adam aldığı cevaptan sonra uzun süre konuşamamış, sadece düşünceleri ile meşgul olmuştu.

"Gücü istemek ve bunun için başkalarına zarar vermek oldukça basit, ayrıca anlayabildiğim de bir istek. Ancak bu güç, bunun için verilen savaş sadece bir kişiye ait olabilir. Birkaç kişi aynı şeyi istiyor olsaydı, bugün burada bunları konuşuyor olmaz ve onların kendi aralarındaki güç kavgalarını seyrediyor olurduk."

Xiao Zhan'ın dilinden dökülen bu sözler uzun bir düşünce süresinin kanıtlanamayan ürünleriydi. Kendisine hala yanılma payı veriyordu fakat buna inanmak nedense her şeyi daha kolay göstermişti. Güç için savaşmayı kabul edebilirdi ve yapılan hamleler ancak bu ihtimalde anlamlı oluyordu. Ondan canını ve parasını almak istemişlerdi ; mevcut durumda her ikisinin kaybı da Manchester'i başıboş bırakmaya yeterdi.

Bu kişinin kim olduğu ise hep olduğu gibi belirsizdi. Fakat artık sadece iki isim onu sonuca götürebilirmiş gibi hissediyordu. Lord Everglot kesinlikle bir şeyler gizliyordu ve evine döndüğü vakit kuzey limanını Galler gemilerine kapatmak gibi kesin kararlar almıştı. Marki'nin ise hem polislerle olan yakınlığı hem de Yibo'nun orayı ziyaret etmesinden sonra başına gelenler, onu geri dönülemez bir şekilde şüpheli konumuna getirmişti.

Son olarak tüm bu yaşanılanlarda Yibo'nun yeri ise anladığı kadarıyla sadece kendisinin yanında olmasıydı. Belki de o ilk gecede silahın önüne atlamasa kimse onunla uğraşmaz ve o şimdi hastane yatağında yatmazdı.

"Fazla düşünme Xiao Zhan, kaybolursun."

Ona bunları söyleyen kişi camın önünde benzer vücut pozisyonu ile bekleyen Zhuocheng olmuştu. Onunla Lord Darren hastaneye gelene kadar bunları konuşmuştu ve artık ikisi de biraz bıkkınlık biraz da can sıkıntısı ile yapılacak işleri kabataslak konuşup susmuşlardı.

"Ben çoktan kendimi kaybolmuş hissediyorum." Diye konuşan Zhan yaslandığı duvardan ayrılarak önü açık ceketinin düğmelerine uzandı."Bulunmam için zannediyorum ki öncekilerden daha farklı şeyler yapmam gerek."

Xiao Zhan'ın aldığı kararlardan birisi de, Yibo'nun evinde geçireceği süre zarfında, yanı kış gelmeden bu işe son vermekti. Bunun için kanunlardan yana olan tavrını bir kenara itecek olsa galiba artık bunu önceki kadar önemsemiyordu.

"Belki de." Diye mırıldanan Zhuocheng öyle çok yorgun görünüyordu ki, hareketleri bir başkasının emrindeymiş gibi mekanik bir haldeydi. Kont ile göz göze durduğu saniyeler kapının önce çalınıp sonra aralanması ile fazla uzamadan sona erdi.

İçeri giren Jiyang dokunulduğunda titreyerek yıkılacak, kağıttan bir beden gibi görünüyordu ve Zhuocheng ileriye birkaç adım atmaktan kendisini alıkoyamamıştı. Herkesin yüzüne sırayla bakan genç en son Kont' a bakarak az önce aldığı haberi iletti. "Hekim Bernand ile Joe buraya gelmek için yola çıkmışlar efendim. "

Zhan biraz olsun rahatlarken gergin bedeninin gevşemesi için omuzlarını oynattı ve Claude Bernand isminden haberdar olan Lord Darren'in hüzünlü teşekkürünü işitti. Zhan bunun mühim olmadığını, o an tek önemli olanın Yibo'nun sağlığı olduğunu söylediğinde neredeyse ağlayacak olan adamın bir yüzünü başka tarafa çevirmesine bir şey söylememişti. Lord Darren'in biraz sonra hastaneden çıkmadan önce doktorla konuşmak için hızlı adımlarla dışarıya çıkması, ona Yibo'ya veda etmek için kısa bir süre hediye etmişti ve Zhuocheng yanına aldığı Jiyang ile arabaları kontrol etmeye giderken onu, "Fazla oyalanma." Diyerek uyarmak zorunda hissetmişti kendisini.

Onun bu uyarısına cevap vermeyen Xiao Zhan odada yalnız bırakılmasıyla soluğu Yibo'nun dibinde aldı. Onu uyandırmak için fazla yüksek olmayan sesi dudakları arasından döküldüğünde bu sesleniş kendisine bile fiziki bir acı çektiğini düşündürtmüştü.

İkinci kez bunu yaptığında ise zaten hafif bir uykuda olan Baron uyanmıştı. Gözünü açar açmaz gördüğü ilk yüz Kont'a ait olduğundan sanki bulunduğu yer hastane yatağı değilmiş de evde, telaşsız bir günün sabahındaymış gibi gülümsemişti. Yüzünde sadece iki kısa saniye yer bulabilen bu gülümseme yorgun gözlerindeki üzüntünün hükmüne boyun eğeli ise yine sadece iki saniye olmuştu.

Sürekli gülümsemek yoktu; ancak hep hüzün dolu bir yüreği göğüs kafesinin içinde tutmak hep vardı. Bunun yükü ağırdı.

"Az bir vaktimiz var, birazdan evinize gitmek için yola çıkarsınız."

Zhan yattığı yerden doğrulan sevgilisine yardım ederken söylemişti bunları ve o an her şey bir yana mütemadiyen veda ediyor oluşunun derin öfkesi bir yanaydı. "Olan biteni düşünmeden yalnızca sıhhatine odaklan. İyi tanıdığım bir hekim seni görmek için Brington'dan geliyor şimdi."

Üzerindeki gömleği düzeltmeyi bile akıl edemeyecek kadar üzgün olan Baron duyduğu bu sözlere karşı çıkmaması olanaksız bir şeydi. "Düşünmeden kendime mi odaklanayım, yapabilir miyim bunu sahiden? Yoksa bana yine geri dönülmez yeminler ettirmek mi niyetin?"

Gözlerini mesken tutan bakışlar yoldayken aralarından geçen konuşma sırasında da oradaydı. Bahsi geçen yemini çok iyi hatırlayan Xiao Zhan gördüğü bakışlara hem yabancı hem de sanki doğumuyla birlikte o bakışların içine düşmüş gibi de tanıdıktı. Sadece bir sefer görmesi yetmişti bu tanışıklığa. Geri adım atması ise yenisini görmek istemiyor oluşuydu, çünkü Yibo'yu deli cesaretiyle ve tamamen çıldırmış bir halde söylediği şeyleri yaparken hayal edemiyordu.

"Kısa bir süreliğine de olsa sağlığına odaklan lütfen." Dediğinde Yibo'nun tuttuğunu nefesini bıraktığını görerek devam etti." Sana her şeyi uzun bir mektupta anlatacağım. Babana da fazla bir şey söylemedim ama sen dilersen anlatabilirsin. Karar sana ait."

"Babam sadece bir düşmanımız olduğunu bilse kafi. Daha fazlasına dahil olmasını istemiyorum."

Bu diyalogdan sonra ortamın gerginliği azalmış ve sadece dakikalar kalan vedalarının ağırlığı yeniden onları esir almıştı.

"Sürekli veda ediyoruz birbirimize." Diye konuşan Xiao Zhan ellerini tutan sevgilisini göğsünün içine saklayıp ölene dek orada yaşatmak istiyordu. Çünkü sevdikleri bir tek kalbinde yaşarsa vedaların adını ve anlamını silebileceğini düşündürtecek kadar dar gelmeye başlamıştı dünya ona. Tek kişiye bile yer yokmuşcasına kalabalıktı sanki ve buna karşılık kimse yaşamıyormuş gibi de ıssız, kurak bir vahaydı aynı zamanda.

"Zehir içmiş gibi olduğum kaçıncı sözlerim bunlar benim." Duraksadı, sahiden zehir içmiş gibi bir tat dokundu damağına ve aşağıya düşen bakışlarının yeri değişmedi. "Bu son olsun. Yaz sonu yanına geldiğimde bir çaresini bulalım olur mu?"

Onu başını sallayarak onaylayan sevgilinin zayıf düşmüş hali baktığı her saniye içinde büyüyor kocaman bir derde dönüşerek çareleri öldürüyordu. Gözlerini kapatıp açmadan önce Yibo'nun elini yanağında hissetti. "Bu işe son verdiğimizde babamla konuşacağım. Ne olacağı umurunda değil ama seni bırakamam."

Xiao Zhan da başını salladı ona. Sonra yanağındaki ele doğru başını yaslandı ve mırıldandı. "Beni bırakamazsın Wang Yibo. Yoksa-"

"Yoksa ne?"

Sözlerini bölerek sorulan soru onu yorgun da olsa gülümsetmişti. Yanağındaki eli indirip yüzü karşısında duran adama yaklaştı ve yüzündeki ifadenin aksine ciddi tınılarla süslenmiş bir sesle cevap verdi. Ama Yibo gözlerindeki muzip ışıkları görmüştü bile, keyiflenmemesi mümkün değildi.

"Yoksa bedeli kendimi yakmak bile olsa yakarım bütün şehri. Tıpkı Sezar'ın Roma'yı yaktığı gibi."

Hafif bir dalgayla söylenmiş bu sözler ikisinin de küçük de olsa gülmesine neden olduğunda o kasvetli hava biraz olsun kenara çekilmiş ve yaşanacak vedanın ağırlığı hafiflemişti. Gülüşlerinin zayıf izlerini yüzlerinde taşıyan ikili ise fazla geçmeden tutkulu ama hızlı bir öpüşmenin başrolü olmuşlardı.

Saniyeleri parçalara bölerek zamanı durdurmak mümkün olsaydı bunu kesinlikle yapacağını düşünen Kont çekiştirdiği alt dudağı bırakıp Yibo'nun yanağındaki elinin yerini değiştirmeden geriye çekildi. Son bir kısa buse daha verdi sevgilisine ve önceden verilmiş bir sözü yeniden istedi.

"Kendine çok iyi bakman gerek, bir dahaki görüşmemize dek her gününü iyi geçirmelisin. Kalbim senin iyi oluşuna emanet."

Yibo da aynı şeyi benzer kelimelerle dile getirdiğinde artık bu kısa vedanın sonuna geldiklerini biliyorlardı. Kapıyı tıklatarak aralayan Fanxing de bunun kanıtı olarak kafasını içeriye uzattığında ne Yibo ne de arkası dönük duran Xiao Zhan onda bir tuhaflık olduğunu anlamıştı.

Arabanın hazır olduğunu söyleyen gencin solup giden rengini ve suskunluğunu Yibo yoldayken fark edecekti ama bu durgunluk hiçbir sorunun öznesi olmayacaktı. Zaten Fanxing, duyduklarını kimseye söyleyemezdi. Bir anlık gaflete düşerek, kapının üstünde yer alan ve doktorların zaman zaman odaya girmeden hastaları kontrol ettikleri küçük açıklıktan gördüklerini ise tam olarak sindirmesi biraz vaktini alacaktı.

------------------

Yibo yatağında uzanırken pencere önündeki hekimin elindekini evire çevire incelemesine anlam veremiyordu. Claude Bernand küçük bir parça camın üzerine az önce bir damla kendi kanını, bir damla da yataktaki bedenin kanından damlatmıştı ve dakikalardır ışıkta bu iki ayrı kan damlasını inceliyordu.

Margate Baronunun evine ulaşır ulaşmaz tedavi için yaralı olan kişiyi görmek istediğini söylemiş ve kendisini eve getiren Joe'yi aşağı katta dinlenmeye bırakıp Yibo'nun yanında soluğu almıştı. Ciddi birisiydi, dilinde tanıdık bir fransız aksanı vardı ve elleri sürekli olarak ama dikkatlice hareket ediyordu. Cam parçasını pencere önünde bıraktığında hızlı adımlarla Yibo'ya yaklaştı ve az önce kan almak için kestiği parmağını görmek istedi.

Yibo öne uzattığı parmağının üzerindeki küçük sargının çekilmesinden sonra küçük kesiğin hala kanadığını görmesiyle yüzünü buruşturmuştu. Aslında fazla etkilenmezdi fakat olanlardan sonra bir süre bu yaşam vadettiği kadar ölümü de çağrıştıran renkten uzak durmak istiyordu. Gerçi hoş, böyle bir isteği olmasa bile bulunduğu noktada her renk biraz daha solgundu ve dünya gittikçe kararıyordu. İstese de canlı gözlerle bakamıyordu etrafa, ölü toprağı taşıyan bir rüzgar onu derinden sarsmış gibi hareketsiz yatıyordu.

"Benim parmağımdaki kesik artık kanamıyor. "Diye konuşan Bay Bernand tuttuğu eldeki parmağın kanayan yerine yaklaşarak daha dikkatli baktı. "Sizinkisi hala kanıyor, üstelik ilk kestiğimdeki gibi."

Yibo kaşlarını çatarak sırtındaki yastıkların niçin böyle rahatsız hissettirdiğini sorguladı ve sonra da yastıklar kuştüyü olsa bile Xiao Zhan olmadan rahat edemeyeceğini düşündü. O sırada "Anlamıyorum. "Demişti dürüştçe. "Kulağım ile ne gibi bir alakası olabilir bunun?"

Doktor onu kısa bir süre süzdükten sonra sorusuna soruyla yanıt vermişti.

"Bu olay meydana gelmeden önce alkol tükettiniz mi lordum?"

"Hayır." Dediğinde kafası daha da karışmış olsa da yeni bir soru sormadan bekledi.

Karşısında yere eğilmiş olan doktor simetrik bir şekilde kesilmiş sakallarını yokladı önce, gözlüğüyle uğraştı ve yere doğru bakışlarını birden yatağında yarı uzanır bir pozisyonda olan Baron'un meraklı yüzüne çıkardı. Konuşmaya başladığında daha önce hiçbir makalede yayımlanmamış araştırmaları ışığında Yibo'yu biraz daha karanlığa boğacağını biliyordu ama yine de ne söyleyecekse söylemişti.

"Son bir yılda yaptığım araştırmalar bana damarlarımızda gezen kanın kendine ait bazı gizlerini gösterdi lordum. Bunlardan ilki, kanın bazı farklı özelliklere göre gruplandırma yapılacağıydı."

Tek düze ve her hecede benzer bir vurgu bulunan sözlerine ara verdiği sırada, kendi parmağında kanaması durmuş olan kesiği ufak bir hareketle yeniden kanattı ve çıkan kanı parmak ucuna yaydı. "Ancak hala bir varsayım olsa da bu hayat veren sıvı hakkında değişmez bir gerçeği öğrenmiş bulunmaktayım." Diye konuştuğu sırada Baron onun düşünceli yüzüne, o ise parmağındaki kırmızılığa bakıyordu. "O da, bu sıvının bedenimiz içindeyken sabit bir dengede olduğu ve bu denge bozulduğunda kanamaların meydana gelebileceği."

Baron'un kaşları arasında keyifsiz bir çizgi belirdi. Eli istemeden çoktan temizlenen ve bunun için artık daha iyi hissettiği kulağına gitmişti. Tam o an Bay Bernand öncekinden daha coşkulu bir sesle, "Evet." Demişti. "Kulağınızdaki işitme kaybı ufak bir hasara işaret etse de kanamanın bu denli çok olması kanınızda bir takım değişimlerin olması, yani başka bir anlatımla dengesinin bozulması olabilir diye düşünüyorum."

Konuşmalarına devam eden adam ayağa kalkmış ve bu arada da tüm bunların kendi çıkarımları olduğunu, hepsinin doğruluğu için tartışmaya açık olduğunu söylemişti. Yataktaki bedenden bir cevap almadığında ise bu vakte kadar edindiği bilgileri basitçe anlatma çabasına devam etmişti.

"Buradaki değişimden kastım kanın daha akışkan hale gelmesi ve bu yüzden bedendeki yaralardan ya da açıklılardan kolaylıkla dışarıya zuhur etmesi. Alkol bu akışkanlığa neden olabilen maddelerden birisidir; size bunun için sormuştum."

Daha önce hiçbir kulak tarafından işitilmemiş bu bilgiler onları ilk duyan Yibo'da korku yaratarak onu bilmediği bir yere götürüp bırakmıştı. Bilmediği bir lisandan konuşuluyormuş gibi bakakalmıştı ve hekimin ona zaman tanıdıktan sonra bir kez daha konuşmaya kaldığı yerden devam etmesi gözlerini kapatarak sakin kalmaya çalışmasını zorunlu kılmıştı.

"Ben uzun sayılabilecek bir süredir kandaki bu değişimin sebeplerini araştırmaktayım ve edindiğim çoğu bilgi beni uzakdoğu dediğimiz yere götürmekte. Oradaki tıbbın literatürümüzde yeri yoktur fakat yüzyıllardır insanlara şifayı getirdiğini biliyorum. Orada yetiştirilen ve sadece küçük bir keşiş ailesinin tarafından ilaç haline getirilebilen bazı bitkilerin de böyle bir etkiye sahip olduğunu oraya yaptığım bir seyahatte öğrendim. Bu karışımların etkilerinin ise bir şişe şarabın birkaç katına denk düştüğünü gözlerimle gördüm. "

Hekimin bu uzun konuşmasını bölen şey hızlı birkaç adımla kenara bıraktığı çantasının yanına gitmesi ve kahverengi deri defterini çıkartarak aynı hızla Yibo'ya yaklaşmasıydı. Defterin ezberinde olan sayfalarını aralarken bitkinin ismini zikretmiş olsa da Yibo isimden önce ince ve detaylı bir çizimle resmedilen şeye bakmıştı.

Pek çok yazıyla açıklanan çizim sayfası hekim tarafından değiştirildiğinde öteki sayfada da başka benzer bir çizim karşılamıştı kendisini. Onun merak ve bilmemekten doğan dikkatli bakışlarıyla karşılaşan hekim Bernand sakince açıkladı.

"Gösterdiğim ilk bitki burada yetişmiyor olsa da doğuda kullanımı yaygın, alkola benzer bir etkisi var, çok kullanımında insanları sarhoş ediyor ve de kanın dengesini değiştirebiliyor. Ötekisinin de anestezik bir etkisi var, az miktarlarda ağrıyı kesmek için kullanılıyor." Diye konuştuktan sonra duraksayan adam bir kez daha yandan bir bakışla Baron'u yokladı." İkisini aynı anda yüksek miktarlarda kullanılması ile öldürüyor."

Bu sözlerden sonra yanından kalkıp giden hekime gözlerini başka noktaya çekmeden bakan Yibo, "Evet bu noktaya kadar anlaşılabilir ama benimle olan ilişkisini anlamak da hala zorluk çekiyorum." Diye itiraf etti.

Bu sorunun sorulmasını bekleyen hekim ellerini arkasında birleştirip topukları üzerinde yüzünü Yibo'ya dönmüştü "Patlamadan sonraki hezeyanlarınız ve sanrılarınızın tek sebebinin geçirdiğiniz travma olduğunu sanmıyorum lordum."

"Yani bahsettiğiniz bitkiler gibi bir maddeden etkilendiğimi mi düşünüyorsunuz?"

Ayakta duran hekim ona yeniden soru soran Baron'a başını salladı. Genelde hastaları hakkında konuşurken iç güdülerinden yardım alsa da bilgilerinden emin olarak işe başlardı. Bu iki güçlü yolun çıktığı nokta ise hemen hemen her zaman doğruyu bulurdu. Buna olan güveni yüzünden Baron hakkındaki çıkarımının da doğru olduğuna inanıyordu.

"Evet, bahsettiğim madde türlerinin ticareti sınırlı bir şekilde batıya da yapılmakta. Bu yüzden doğudaki kadar başarılı olmasa da buralarda da kullanımına denk geldiğim olmuştu. Bunun için bu noktada kendinize sormanız gereken bir başka soru daha var."

Yibo ayakta durmaya devam eden adama bakarken bahsettiği soruyu dile getirmemiş olsa da anlayarak kendisine sormuş ve sadece saniyeler sonra artık bütünüyle kendisini kaybolmuş hissettiği esnada mırıldanmıştı. "Patlamadan önce, Kont'un evi dışında sadece bir yerde bir şey içtim. Orası da-"

"Durun!"

Bay Bernand'ın gür sesi yataktaki bedenin mecburen durmasına sebebiyet verdiğinde birkaç saniye ağır bir sessizlik hakim oldu odada. Sonra gür sesin sahibi olan adam oldukça durağan bir halde devamını getirdi sözlerinin. "Lütfen kim olduğunu söylemeyin bana. Bir şifacı olarak alakam olmayan nedenler yüzünden, adaletin henüz tecelli etmediği bu durumda kimseye kötü gözle bakmak istemiyorum."

Yibo araya giren ikinci bir sessizlik esnasında başını anlayışla sallamakla yetinmişti. Zihninin sesi o kadar çok gürültülüydü ki, yeniden konuşmayı unutmuş Marki'nin evinde sadece birkaç yudum aldığı o çayı ve aradığımız suçlu Marki değil diyerek kendisini kandırmalarını düşünmekten neredeyse nefes almayı unutacak hale gelmişti. Bir yanı hala marki olamaz diye tutturuyor, öteki yanı öyleyse bu durumu açıkla diyerek meydan okuyordu.

"Başka bir şekilde olmuş olamaz mı?" Dediğinde son bir umutla da olsa sormak istemişti.

Sorusu, defterini ve dışarıya çıkardığı birkaç eşyasını çantasına koyan Bay Bernand'ın duraksamasına neden olduğunda saygısızlık olarak anlaşılmaya müsait sözlerini toparlama ihtiyacı hissetti. "Yanlış anlamayın lütfen, Lord Xiao Zhan sizin buraya gelmenizi rica ettiyse bu zaten sizin güvenilir ve bilgili bir hekim olduğunuz anlamına gelir. Fakat ben sadece, sanırım kabul edemediğimden.."

Alnında biriken terler, konuşurken ve aynı zamanda düşünmeye devam ederken ne kadar çok zorlandığını gösteriyordu. Onu zaten ilk sözünde anlayan adam usulca yanına yaklaşmıştı; elleri omzunda ve anlayışlı bakışları sıkıntıya kapılarak odağını kaybeden gözlerindeydi. "Tıpta çoğu zaman bizi sonuca götüren ikinci bir yol ve acaba mı diye yapılan sorgulamalar vardır lordum. Ben yalnızca bana en doğru geleni konuştum. Bu yüzden birkaç gün yanınızda kalarak size neler olduğunu anlamaya çalışacağım. Böylelikle sorunuza birlikte cevap bulabiliriz."

Yibo doktorun ellerinin yönlendirmesine uyarak arkasına yaslandı. Beklediği gibi rahatlamamıştı ama elinden bir şey gelmemekle birlikte yorgunluk ve zihnindeki o bulanıklık onu olduğu yere bağlıyordu. Çaresizlik çok acıydı.

"Fazla zorlamayın kendinizi. Başka bir kanamanız olursa haberim olsun. Zihninizdeki bulanıklık için uyumanızı tavsiye ediyorum."

Kapıya doğru yürüyen adam Yibo'yu derin bir düşünce denizi içinde bıraktığını biliyordu. İçinde bulunduğu vaziyetin önemini de, bir senedir görmediği Xiao Zhan'ın ondan yardım istemesiyle anlamıştı. Zeki bir adam oluşu, aralarındaki sevgi bağını da fark etmesini sağlamış olsa bile herhangi bir yorum yapma ihtiyacı hissetmemişti.

"Birde," Diyerek kapının önünde durduğunda arkasını dönerek kapattığı gözlerini açan Baron ile bakıştı. "Bana haber getiren genç yarın sabah gideceğini söyledi. Durumunuz hakkındaki bilgileri Kont Xiao'ya onunla birlikte iletmeyi düşünüyorum. Eklemek istediğiniz bir şey olursa diye söylemek istedim."

Saniyeler sonra odada yalnız kalan Yibo başını geriye düşürerek yaşadıklarını düşünmeye başlamıştı. Bilinmeyenler arasında yolunu bulamayacağını iyi biliyordu. Ama bir şekilde kendisini Marki'nin yanında içtiği çayı seyrederken buluyordu. Sonra güçlü bir ses ve yüzüne çarpan sıcak rüzgarla birlikte yere düşüyordu. Eli yeniden kendi kanına bulanıyor ve yeniden, niçin Londra'ya geldiğini bilmediği Xiao Zhan tarafından bulunuyordu.

Bildikleri bilmediklerine yetmezken tek yapabildiği şey kafasını elleri arasına alarak öne eğilmek olmuştu.

"Düşünerek bulamayacaksın." Diye konuştuktan sonra elini havaya kaldırıp moraran tırnaklarını inceledi. Birazdan yerinden kalkıp Bay Bernand'ın mektubuna eklemek için Xiao Zhan'a kısa bir not yazmayı planlıyordu ama bundan önce kapıyı çalarak içeriye girmek üzere olan Fanxing ile konuşması gerekliydi.

Kapı çaldığında yorgun sesiyle dışarıdaki bedeni yanına çağırdı. Fanxing ile Manchester'da kaldığı süre boyunca fazla konuşamamıştı, çünkü mektuplar genelde olağan haberleri iletiyordu ve Fanxing nadiren kendisinden bahsediyordu. Çocukluğundan beri içine kapanık ve suskun bir yapısı olduğu için baron üzerinde fazla durmasa da şimdi düşündükçe onu ihmal etmiş olduğu gerçeği çok da abartılı gelmiyordu.

"Fanxing."

Adını seslendiği genç elleri önünde bağlı bir şekilde tereddütlü adımlarla yatağa yaklaştığında o da istemeden kaşları çatarak sorgulayıcı bir tavırla bir süre suratına bakmıştı. "Bir şey mi oldu?"

Yatağının kenarına oturarak örtünün anlamsız desenine bakan Fanxing önce gözlerini kapadı ve geri açmak için aceleci davranmadı. Yibo ise zaten karamsar bir düşünce çıkmazında olduğundan aklına olmuş olabilecek en kötü şeyleri getirip duruyor, konuşmayan gence yeniden sormamak için dilini zorlukla tutuyordu. Biraz sonra kafasını yerden kaldıran Fanxing oldukça samimi ve adanmışlık ile Yibo'nun eline sarılmıştı.

"Her zaman sizin yanınızda olacağımı ve iyi olmanız için ne gerekiyorsa gözümü kırpmadan yapacağımı biliyorsunuz değil mi Baron?"

Beklenmedikti ve elbette bu sözlerin karşılığı kısa bir duraksama, oldukça da büyük bir şaşkınlık olmuştu. Yibo'nun, çocukluğunu birlikte geçirdiği gencin şimdi karşısında bunları söylemesinin nedenini anlaması mümkün değildi ve merakı artarken Fanxing'in elini tutarak kurtulamadığı şaşkınlıkla başını sallamıştı.

"Elbette. Aynı şeyler senin için de geçerli; ben senin her zamana yanındayım fakat şimdi birden böyle söylemen beni şaşırttı. " Dediğinde elini tutmaya devam eden gencin belki de kendisini uzun süredir görmediği ve yaralandığı için böyle söylediğini düşünmüştü. Olabilirdi, çünkü Fanxing'in kendisini bir abi olarak gördüğünü ve önem verdiğini biliyordu.

Ama hayır, gerçek aslında düşündüğünden daha farklıydı.

"Öyleyse sizin kalbinizi verdiğiniz kişiyi de hayatımın sırrı olarak saklayacağımı düşünebilirsiniz."

Fanxing esasında bir süre sadece kendisine saklamaya karar verdiği ama sonra bunun da türlü yollarla ihanet olabileceğini fark ettiği şeyi nihayet söylemişti. Yoldayken etini sıkıştırır gibi bir acıyla gördüğü şeyleri defalarca kez zihninde evirip çevirmiş ve sonra eve geldiklerinde bunu kendi kalbinde saklayamayacağına kanaat getirerek soluğu Yibo'nun yanında almıştı.

"Sen-"

"Ben sizi duydum, hastane odasında."

Yibo defalarca kez ailesinden birinin içinde olduğu ilişkiyi öğrendiği anların hayalini kurmuş, farklı yollardan giderek çıkışı aramıştı. İtiraf etmeliydi ki, hiçbir tahmin ve hiçbir hayal şu anda olduğu yere çıkmamıştı. Üstelik niçin böyle dikkatsiz olduklarını tekrar tekrar kendisine sorsa da, bazen olması gerekenlerin olduğu cevabını hiç bir şekilde kabul etmiyordu.

Ama buna rağmen sakindi, durağan bir bakışla gözlerini Fanxing'in üzerinde tutuyor ve onun sıkıntı içinde konuşma denemeleri yapmasını izliyordu. Fanxing ise birkaç kez dudaklarını aralasa da önce Yibo'nun tepki vermesini istediğinden olsa gerek konuşamadan geri susmuştu.

Yaşanılan tüm sessizlikler nadiren iyi hissettiriyordu. Mesela sevgilisinin yanında uzun uzun sohbet ettikten sonraki sessizliğin huzuru ile o anın gergin bekleyişi aynı sessizliği paylaşsa bile kesinlikle aynı anlamlara gelemezdi.

"Bu günün bir gün yaşanacağını elbette biliyordum." Dediğinde sesi kendisini şaşkına çevirecek kadar sakin çıkmıştı. Bununla yüzleşmeyi bu kadar kolay kabul etmiş olamazdı. "Fakat bu farkındalığa rağmen kendimi hiç hazır hissetmemiştim."

Fanxing suçlu sayılabilecek bir halde oturduğu yerde küçüldü. Kısa bir süreliğine bu konuşmayı başlatmasının doğruluğunu kendi içinde tartışsa da karşısında oturan Yibo yeniden konuşarak bu tartışmaya son vermişti.

"Sen yanlış bir şey yapmadın, niye böyle duruyorsun?"

Yibo'nun kabullenmiş bir sesle konuşmasının ve yenilmiş bir halde omuzlarının çökmesinin sebebi belliydi. Kaç aydır herkesten, hatta ilk zamanlar kendisinden bile sakladığı bu sevginin böyle birden ve kolaylıkla ortaya çıkması ona elbette kaybetmiş hissettiriyordu. Fakat Fanxing'in niyeti hiç bu olmamıştı ve, "Siz de yanlış bir şey yapmadınız." demesinin nedeni de tam olarak buydu.

Karşısında oturan adam gözlerini yerden çekip yeniden ona baktığında elini daha kuvvetli ve dostane bir tavırla tuttu. Gülümseyecek gibi olduysa da buna izin vermeden devam etti sözlerine.

"Mutluydunuz. Belki de hiç bakmamalıydım ama izi hiç öyle içten gülümserken görmemiştim. Bunun nesi yanlış olabilir ki?"

Bu sözlerden sonra mağlubiyetin ağır hislerine teslim olan Yibo daha çok bıraktı kendisini, biraz daha çöktü bedeni. Bu seferki yenilgi ailesine karşı değil de onu her şeyi gizli saklı yaşamaya iten her şeye karşıydı.

" Eğer senin gördüklerini bir başkası görseydi benim mutlu oluşuma dikkat etmez ve ölümü hak ettiğimi söylerdi. Tanrının lanetini hak eden bir suçlu olurdum belki de." Dedikten sonra titredi. Kısa bir an gözlerinin önüne Xiao Zhan ile birlikte yargılandığı bir görüntü zihnine sızmıştı ve bunun bedeli saf bir korku, yoğun bir acı olmuştu. Bu duygular onun konuşma dermanını bırakmasa da zorladı kendisini ve sözleriyle birlikte gözleri dolan gence şefkatle gülümsedi. "Ama sen şimdi yanlış bir şey yok diyorsun, saklamak istiyorsun bunu benimle. Bana karşı hep saygılı ve anlayışlı olsan da ben şimdi bunu senden isteyebilir miyim emin değilim."

Sessizce ağlayan genç önce başını iki yana sallayarak, sonrada titreyen sesiyle onu reddetti.

"Bunu saklamak istemesem sizin yanınıza gelmek yerine babanızla konuşurdum. Ama bu üzerimdeki emeklerinize ihanet etmek olurdu ve yine farkındayım ki, bunu başkasına söylemek sizi ölüme sürüklemek anlamına gelirdi."

"Fanxing, Fanxing şimdi sana ne söylemeliyim bilmiyorum." Yibo nefeslerinin bir süredir kendisine yetmediğini fark etse de soluksuz kalışını o ana dek dikkate almamıştı. Eli yakasına giderek derince bir nefesi ciğerlerine göndermeye çalıştı.

Yetmedi.

Dünyanın tüm nefesleri onun olsa da yetmezdi. Kalbi yükselen duygularına kapılarak gücünü yitiriyor ve birden kapısını çalan bu duygusallığın nedeninden kaçmak istiyordu. Bu işittikleri çok kıymetli sözlerdi ve minnettar hissetmek dışında, kalbi sadece üzüntüyü hissetmeye ayarlanmış gibi çok üzülüyordu.

"Bir şey söylemenize lüzum yok Baron." Diye konuşan Fanxing ona komodin üzerindeki şişeden doldurduğu suyu uzattı ve az önce ağlayan, zayıf hissettiği halinden saniyeler içinde sıyrılarak teselli edilenden teselli edene olan değişimini düşündü. Hayat da aynı böyle saniyelik değişimlerle geçiyor ve adına iyi ya da kötü denilen her şey aynı böyle birden bire meydana geliyordu.

"Yalnızca iyileşmenize odaklanın ve ardından her kimle mücadele ediyorsanız buna devam edin, ben yanınızda olacağım."

İşte yine birden olmuştu işte. Yibo'nun zihnindeki karmaşa yine onu alıp uzağa götürmüş ve yaşadığı ağrılar yeniden bedeninde can bulmuştu. Gözlerini kapatarak elini istemsiz bir hareketle kulağına götürdüğünde Fanxing'in konuştuğu konuyu bırakıp endişeli bir sesle ona seslenmesine neden olmuştu.

Yibo saniyeler sonra, "Doktoru yeniden çağıracağım." diye konuşan gencin gitmemesi için kolundan tuttu. Bunun yerine artık saklayacak bir şeyi kalmayan gençten başka bir şey isteyecekti.

"İyiyim ben." Elini uzatıp uzaktaki masada duran bir deste kağıdı gösterdi. "Doktoru çağırmak yerine benim için bir mektup yazmanı istiyorum."

Fanxing hızlıca masaya doğru gidip geldiğinde dudaklarını ıslatıp, buna nasıl alışacağını düşündü. Xiao Zhan'a göndereceği mektubun hangi sözlerle yazılacağı belliydi ve bunu elindeki kağıt kalemle yüzüne bakan gencin de bilecek olması kocaman bir kalabalık içinde çıplak kamış gibi utandırıyordu onu. Ama buna karşılık aldığı bu koşulsuz kabul, evlenmesi için uğraşan babasının öldürdüğü umuduna can vermişti.

Bütünüyle karmaşanın içine daldığında, bu bitmeyen akına karşı mücadele etmeyi bıraktı ve dönen başına aldırmadan boş kağıda baktı. Nefesini ciğerlerinde tutarken ilk kez Xiao Zhan'ın yanından başka bir yerde ona olan sevgisinden bahsetmeye başlamıştı. Bunu yapabilmek ise saniyeler içinde etki gösteren tesirli bir ilaç gibi iyi hissettirmişti.

"Sevgilim, kötü olan onca şeye rağmen tam bu an, adını kalbimde yeni bulmuş bir umutla sana yazıyorum."

Sözleri duyulmama yarışındaymış gibi kısık ve giderek azalan bir anlaşılırlıkla çıkmıştı dudakları arasından. Onun dediklerini kağıda geçirmek için hazırda bekleyen Fanxing duraksamadan ve garip bulmadan düzgün bir yazıyla yazmaya başladığında Yibo elini sağlam kalabilmiş kulağına götürüp Zhan'dan aldığı küpeyi okşadı. Gözlerini kapatarak uzun zaman sonra utanıyor olsa bile iyi hissedebilmenin rahatlığına odaklanmaya çalıştı. Dudaklarını yeniden araladığında ise inandığı şeylerin diline misafir olmasına izin vermişti.

"Her şey hala aynı ama ben inanıyorum. Yaz sonu her şey bitecek ve biz, solup giden mevsime rağmen yeniden başlayacağız."

__________

Yazmaya başladığı mektubun yaz boyu yazdıklarının kaçıncısı olduğunu bilmiyordu. Tek bildiği bunun ona güç verse de artık özlemini dindiremediğiydi. Kalem bile göğsünde şiddetle çarpan kalbi gibi titreyip duruyordu ve yazılarıyla arasındaki mesafe ne kadar azsa, yazdıklarını gönderdiği yer ile mesafesi de o kadar çoktu. Bu hiç kapanmayan bir yara demekti, zaman bile iyi edemiyordu.

Sevgilim,

Yazın sona erişi yüzünden mi yoksa artık özlemin beni bir çılgına çevirmek üzere olmasından mı bilmiyorum, ama biraz üzgün hissediyorum. Yakında görüşecek olmamızla teselli buluyor olsam da ben bazen sahilde yüzümü kuzeyden esen rüzgarlara çevirmeden yapamıyorum. Soğuk rüzgarlar mutlaka senden bir parça taşıyor olmalılar ki, ne zaman hissetsem senin marifetin olan ürpertilerle birkaç saniye de olsa avunurken buluyorum kendimi.

Seni çok özledim. Sana ait olan alışkanlıklarla değiştirdiğim yaşantımın babamın eskisi gibi işlerle uğraşması ve beni de daha çok basit uğraşlara yönlendirmesiyle daha da umulmadık bir noktaya geldiğini biliyorsun. Bu avarelik beni zaman zaman sıksa da böyleyken daha iyiyim ve bir gün mutlaka seninle birlikte olabileceğim hayalini kurmak için epeyce vaktim var.

Fanxing'in desteği ile önceleri hayalini kurmaya bile çekindiğim şeyleri düşlüyorum sevgilim ve sen ne söylersen söyle bu umuda tutunmak bana hep aklı başında olmanın sınırında bir yerdeymişim gibi hissettiriyor. Delilik sınırı geçmedim, ancak üzerindeyim.

Mektuplarında hep daha hiçbir şeyin bitmediğini, ne suçluyu bulabildiğimizi ne de ayrılıklardan uzak bir kavuşmaya imza atabildiğimizi söylüyorsun ama biliyorum; kalplerimiz eş, yürüdüğümüz sınır aynı. Kendini güçlü tutmak için bu umutlar güzel ama mutlaka çaba göstermeli dediğinin de farkındayım.

Yanındayım. Bazı zamanlar burada bile senin yaptığın büyük işlerin övgü dolu konuşmalarını duyuyorum. Göğsümün gurur ile kabardığını söylememe lüzum yok zannediyorum, sana çok fazla hayranım.

Umut ediyorum ki, yakında Arşidük senin koyduğun ambargoya dayanamayarak bildiklerini söylemek zorunda kalacak. Güneydeki lordlardan bazılarına yine güneyden ve senin bölgenden ticaret yapmaları için uygun koşullar sağlamaya devam ediyorum. Marki'nin gönderdiği mektuplara ise dokunmadan babama veriyorum ve o da, ricam üzerine oldukça resmi yanıtlar yazıyor.

Ona olanları, özellikle de hekim Bernand'ın söylediği şeyleri tamamen anlatmamama rağmen gariptir ki fazla soru sormadı. Sadece üzerime daha çok titreyerek olağan işleri ile ilgilenmeye devam ediyor. Arada bir seni ve aradığımız suçluyu bulup bulamadığını soruyor. Çok yaklaştı diyorum ona ve sözlerime memnun olduğunu düşünüyorum. Onunla aramda geçen sınırlı konuşmalar da böylelikle sona eriyor.

Kağıt üzerinde hızlıca hareket eden ellerinin bu devinimleri kapının çalınmasıyla duraksadı ve Fanxing'in içeriye girmesiyle de tamamen sona erdi. Fanxing o sabah Baron'un yazdığı mektubu yaz boyu olduğu gibi ondan alarak kuzeydeki Kont Xiao'ya iletmek için gelmişti.

"Hala yazıyordum." Dediğinde kağıt üzerinde yarım bıraktığı cümleyi yazdı ve yanına yaklaşan gence masasının önünde karşılıklı duran sandalyeyi gösterdi. "Otur biraz, hemen halledeceğim."

Fanxing ise onun dediği gibi sandalyeye oturduğunda gülümsemesini birbirine bastırarak durdurmak istese de yapamamıştı. Baron'un sadece mektup yazarken ya da gelen mektubu okurken böyle heyecanlı olduğunu görüyordu. Açıkçası hoşuna giriyordu; Yibo kendisinin ailesiydi ve onun mutluluğu kalbinde, daha çocukken inşa ettiği bağlılık yüzünden iyi hissettiriyordu.

"Acele etmenize gerek yok, ne zaman bitirirseniz o zaman götürürüm." Dediğinde Yibo'nun eli bir kez daha kağıt üzerinde duraksadı ve gülümseyen gence aynı şekilde karşılık verdi. Mektubuna Xiao Zhan'ın teyzesine ve kardeşi Maria'ya da iyi dilekler eklediği sırada tıpkı tavırları gibi heyecanlı olan sesiyle konuşmuştu.

"Acele olmalı. Babamın dışarıda fazla işi yok ve senin onun yanında olman gerek."

Bu sözlere onay verir gibi başını sallayan genç aylardır gizlice mektupları iletme işini titizlikle yapıyordu. Bu iş diğer mektuplardan ayrı ve genelde kimseye göstermeden yapılıyordu, çünkü artık önceki gibi işleriyle meşgul olan Lord Darren sık sık eve gelen ya da gönderilen mektupları kontrol ediyordu.

"Marki babanızla yüz yüze konuşmak istiyormuş, dün sabah Londra'dan buraya küçük bir grup gelerek askıya alınan bazı iş görüşmelerini yeniden başlatmış."

Bu sözler aylardır Londra'daki lordlar ile görüşmeyen Yibo'yu hem meraka düşürmüş hem de istemeden canını sıkmıştı.

"Ne işi? Babam ne cevap verdi bu isteğe?"

Fanxing sabah Lord Darren'in yanındayken duymuştu bunları ve onun bu isteği reddederek belirsiz bir zamana ertelediğini biliyordu. Bu yüzden masanın öbür tarafında işini bırakarak kaşlarını çatan ve kendisini dikkatle dinleyen Baron'a bunları rahat bir halde söylemişti.

Yibo da onun cevabını duyduktan sonra rahatlar gibi olsa da bütünüyle düşünmeyi bırakamıyordu. Marki ile babası hep yakın olmuştu ve babasına yeterli bir sebep sunmadan istediği gibi Marki'den uzaklaşamıyordu.

Babasına sadece Xiao Zhan'ın yaptığı gibi Marki'yi polis teşkilatında sözü geçen birisi olması yüzünden şüpheli bulduklarını söylemişti ve Lord Darren buna ihtimal vermiyor olsa bile oğlunun ricası üzerine ilişkilerine gereken mesafeyi koymuştu. Marki ise aylardır Londra'nın yaralarını sarmakla uğraştığı için eskisi gibi ziyaretlerine gelmemiş, sadece birkaç mektupla iletişim sağlamaya çalışmıştı.

Evet Londra'da yaşanan patlamanın izleri silinmiş, ölenler anılarak bir anıt inşa edilmiş ve herkes, Marki'ye çalışmaları yüzünden içten bir saygıyla daha çok bağlanmıştı. Yibo o insanları anlıyordu ama onlar gibi Marki'ye saygı duyamıyordu. Aslında saygı duymamaktan da öte, patlamanın ardından evine geldiğinde ve Claude Bernand ile konuştuğunda gözünde tek suçlu Marki olmuştu. Bu kesin düşüncesi Kont'a ait ilk mektupta bozguna uğrasa da bir kere suçladığı adama şimdi hiç de iyimser bakamıyordu.

Xiao Zhan Hekim Bernand'ın Yibo ile alakalı mektubunu aldığında önce deliye dönmüş, çok fazla üzülmüş ve aynı gün Lord Everglot'un açıklanmayan gizlerle dolu uyarı mektubu anlattığı bir mektup yazıp göndermişti Margate'e. Londra'daki olayı önceden bilebilen ve bunun için kendilerini uyaran Arşidük, Yibo'nun kafasındaki suçlu profilini Marki ile kendisi arasında pay etmesine neden olmuştu.

İkisi kesinlikle Yibo ve Zhan'ın bilmediği bir şey biliyordu. Xiao Zhan her ne kadar tek bir suçlunun olduğuna inanmış olsa da vaziyet iki isme de eşit derece de şüphe duymalarına neden oluyordu. Fakat bu şüphelere rağmen artık fabrika yangını gibi olaylar çıkmıyor, kimse sokakta kendilerine ateş etmiyor ve hemen hemen her şey eskisi gibi durağan bir seyirde ilerliyordu.

Yibo belki de bu yüzden çoğu zaman bunları unutarak aklını ve kalbini sadece Xiao Zhan'a ayırabilmişti. Bunu yapamadığı vakitlerde ise tıpkı şu an olduğu gibi dalıp gidiyor çevresindeki seslenişi ancak birkaç sefer sonra duyarak kendisine geliyordu.

"Baron?"

İrkilerek gözlerini dalıp gittiği yerden çekip Fanxing'e baktı. Geriye taradığı saçlarının birazını bozarak alnına düşmesine neden olmuştu. "Babama anlatmazsak korkarım yakında Marki ile yüz yüze görüşmek zorunda kalacak."

Masanın öteki tarafındaki beden kendisine sıkıntılı bir halde başını salladığında devam etti. "Arşidük'ün inadını kırabilmek için ne gerekli bilmiyorum ama o konuşursa her şey çözülecek gibi hissediyorum. Bu yaşanırsa da babama her şeyi anlatmak daha kolay olacaktır."

"İki aydır kuzey limanına tek bir Galler gemisi bile yanaştırılmadı. Güneyde yer alan limanları da sizin sayenizde ticaret için kullanamaz hale geldiler."

Fanxing'in sözü ettiği şey Kont'un planının bir parçasıydı. Lord Everglot bir şey söyleyemeyeceğini belirttikten sonra hem Yibo'ya hem de Zhan'a bu meseleden uzaklaşmaları gerektiğini söylemişti. Bu sözler bir şeylerden emin olan bir adamın sözleriydi ve her ne kadar karşı çıkmak risk barındırsa da bunu yapmışlardı.

Galler'e sağlam bir ekonomik darbe indirilmişti ve zaten İngiltere'de yeterince bağlantısı bulunmayan Arşidük uygulanan ambargoya karşı duramamıştı. Kopan ticari bağlantıların yeni kaynağı çocuklukla Manceshter olduğundan Kont Xiao adı artık beraberinde öncekinden daha büyük, inkar edilemez bir gücün ve paranın varlığını taşımaya başlamıştı.

"Bir an önce sona ermesini istiyorum. Çok uzadı, bizi çok yordu."

Yibo mektubunu tahmin ettiğinden daha kısa bir şekilde bitirmeye koyulmadan önce bunları söylemişti. Artık düşünmek bile midesini bulandırıyor ve bıktırıyordu. Geçen yıla, tek derdi babasından devraldığı işleri ve halkın memnuniyeti olduğu zamana geri dönmek istememesinin tek nedeni Xiao Zhan'ın adı özlemle karışan varlığıydı.

Bu yüzden kaç kere ölümle yüz yüze geldiğinin ve tıpkı Hekim Bernand'ın dediği gibi iyileşse bile bir parça az duyduğu kulağının bir önemi yoktu. Tutunduğu hayal çok güzeldi, gerçek olmasını çok istiyordu.

"Babam eve döndü mü?" Diye sorduğu sırada mektubunu nihayet bitirmiş ve zarfına koyarak Fanxing'e uzatmıştı. Küçük olan elindeki zarfla ayağa kalkmadan önce bu soruya, "Henüz dönmedi, o gelmeden bu mektubu iletsem iyi olur." Diye cevap verdi.

Ve saniyeler sonra artık daha samimi bir ilişki içinde olduğu Yibo'ya basit bir selam vererek odasında yalnız bıraktı. Yibo ise düşüncelerinin üzerinde bıraktığı ağırlığı atmak için dışarıya çıkmak ve biraz gezinmek istemişti.

Üzerindeki gömleği değiştirmeden siyah ceketlerine bir göz attı, ama sonra onlardan birini giymeyeceği kararına vardı. Bu yüzden sadece gömlek yakalarını bir arada tutan fularını ayna karşısında düzelterek devamında küpesine bakmaya başlamıştı. Önceleri babasının karşı çıkmalarına rağmen bu küpeyi takarken şimdiler de aşkının dışarıdan görünen tek kanıtı olarak kulağında taşıyordu.

Gümüş, ince işlemelerle üzeri örtülen halkaya dokunmayı bırakıp aynanın önünden çekildiğinde kulağına ulaşan bağırma sesiyle önce kaşları arasında bir çizgi belirmiş, sonra da adımları hızlıca kapıya yönelmişti.

Kapıyı açtığında babasına ait olan bu bağırma sesini en son çocukken duyduğunu düşündü ve bu sesin tıpkı çocukken olduğu gibi kalbinde sebepsiz bir korkuya neden oluşuna canı sıkıldı.

Merdivenden hızlı adımlarla inmeye başladığında gördüğü manzara ondan soluğunu çalmış ve donup kaldığı yerde ölüm gibi bir şeyin hareketsizliğine sahip olmuştu.

Hareket edemediği merdiven basamağının biraz aşağısında bekleyen annesini fark edememişti bile. Gözü sadece elinde tuttuğu kağıtla bağıran babasında ve yakalanmış olmanın verdiği suçluluk ile ne yapamayacağını bilemeyen Fanxing'deydi. O kağıdı tam göremiyor olsaydı eğer yürüyüşü devam eder ve Fanxing'in kolundan tutan babasının önüne geçerek onu durdururdu. Ama o kağıdın yazdığı mektup olduğunu görmüş, biraz sonra da babasının öfke ve şaşkınlık yüzünden yabancılaşan bakışlarının yeni hedefi olmuştu.

Lord Darren donup kaldığı yerden hareketsiz bir şekilde aşağıyı izleyen oğlunu gördüğü ilk anda ise öncekilerden daha yüksek bir sesle bağırmıştı.

"Wang Yibo! Derhal buraya gel ve bu şeyin açıklamasını yap."

○○○○○○○○○

Merhaba.

Fazla vakit kaybetmeden yazmaya çalışıyorum ama sanırım daha hızlısı olmuyor.

Neyse, az kaldı diyebilirim. Ancak şunu da belirtmem gerek. Bir şeylerin açığa çıkması beraberinde mutluluğu getirmeyebilir. Yani biraz daha yolumuz var onun için, hazırlıklı olalım.

Umarım beğenmişsinizdir. Yazım hataları varsa özür diliyorum, görüşmek üzere.

Gitmeden önce galeride denk geldiğim birkaç fotoğrafı eklemek istiyorum.

Margate

Ve de birkaç kıyafet örneği

Continue Reading

You'll Also Like

107K 13.4K 59
Seungmin ve Chan eski sevgililerdir. Chan'ın yeni sevgilisi Seungmin'e "saçma" mesajlar atınca Seungmin Chan'a yazar.
705K 59.4K 12
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar taekook
124K 4.1K 70
Ailesinden kalma küçük ve güzel pastanesiyle ilgilendiği sırada rastgele bir mafyadan gelen mesaj ile dalga geçip uğraşan bir kızın hikayesi
234K 25.5K 21
Tek başına bebeğiyle Seule taşınan omega jeon jungkook ve komşusu safkan alfa kim taehyung . Omegaverse! SafkanAlfatae! Omegakook! Text&Düzyazı!