YABANCI

By oz_yildirim

133M 2.7M 1.4M

O insanın tenini ürpertecek kadar güzel. Tenine işleyen karanlığa rağmen. O ölümcül derecede soğukkanlı. Çim... More

YABANCI
1. BÖLÜM: "KATİL"
2. BÖLÜM: "SOĞUK"
3. BÖLÜM: "ATEŞ"
4. BÖLÜM: "ANLAŞMA"
5. BÖLÜM: "BAŞLANGIÇ"
6. BÖLÜM: "SABIR"
7. BÖLÜM: "KOLEJ"
8. BÖLÜM: "YALANLAR"
9. BÖLÜM: "RÜYA"
10. BÖLÜM: "ŞAHMERAN"
11. BÖLÜM: "BAHİS"
12. BÖLÜM: "KUKLA"
13. BÖLÜM: "SARHOŞ"
14. BÖLÜM: "KORKULAR"
15. BÖLÜM: "YARIŞ"
16. BÖLÜM: "FİLM GECESİ"
17. BÖLÜM: "DİLEK"
18. BÖLÜM: "ÇIPLAK"
19. BÖLÜM: "HAYAL KIRIKLIĞI"
20. BÖLÜM: "KELEPÇE"
21. BÖLÜM: "BELA"
22. BÖLÜM: "SEÇİM"
23. BÖLÜM: "ÇELİŞKİ"
24. BÖLÜM: "BELİRSİZLİK"
25. BÖLÜM: "SINIRLAR"
26. BÖLÜM: "AVCI"
27. BÖLÜM: "BARİYERLER"
Öznur Yıldırım'dan Not
28. BÖLÜM: "AV"
29. BÖLÜM: "BOMBOŞ"
30. BÖLÜM: "VEDALAR"
31. BÖLÜM: "ARAF"
32. BÖLÜM: "TESLİMİYET
33. BÖLÜM: "KARANLIK"
34. BÖLÜM: "DUVARLAR"
35. BÖLÜM: "KAYIP" (Part 1)
35. BÖLÜM: "KAYIP" (Part 2)
36. BÖLÜM: "KABUS"
37. BÖLÜM: "ŞÜPHE"
38. BÖLÜM: "SİLAH"
39. BÖLÜM: "KRİZ"
40. BÖLÜM: "UZLAŞMA"
41. BÖLÜM: "YILBAŞI"
42. BÖLÜM: "ÇARESİZLİK"
43. BÖLÜM: "GERÇEK"
Öznur Yıldırım'dan
44. BÖLÜM: "İZLER"
45. BÖLÜM: "UMUT"
Yazar Notu;
Ön Bölüm (46)
46. BÖLÜM: "EV"
DUYURU
KİTAP DUYURUSU - MORBİDEZZA
-
47. BÖLÜM: "KAFES"
YABANCI, İkinci Kitap (Alıntı)
EDİZ ÇAĞIRAN, 8 KASIM 2016
1. KARANLIK (EDİZ ÇAĞIRAN)
KAOS
LAPLACE'IN ŞEYTANI
48. BÖLÜM: "EN KARANLIK GECE"
49. BÖLÜM: "BEDEL"
50. BÖLÜM: "KUYU TOPRAĞI"
51. BÖLÜM: "ÖLÜMÜN KIZIL GÖLGESİ"
52. BÖLÜM: "EDİZ ÇAĞIRAN"
53. BÖLÜM: "ŞAHMERAN'IN GÖZYAŞLARI"
54. BÖLÜM: "BABALARIN GÜNAHLARI"
55. BÖLÜM: "ÖLÜMLE YAŞAMIN DANSI"
WATTPAD'İN KARA MÜZESİ

56. BÖLÜM: "ZAMANSIZ ÖLÜMLER"

95.1K 4.4K 7.8K
By oz_yildirim

2013 yılında çıktığım bu yolun son durağındayız. Bu bölüm Wattpad'de yayınlanan son bölümümüz. Asıl konuşmayı kitap çıktıktan sonra yapmak istiyorum ama burada da söylemek istediğim birkaç şey var.

Bu yol bana çok şey öğretti, birine sarılmadan da o sıcaklığı hissedebilirsiniz, bunu burada okuduğum binlerce yorumla sizden öğrendim. Yıllar geçti, belki yerimde olan bir başka birisi bu mücadeleden vazgeçerdi ama ne olursa olsun vazgeçmedim. Hala buradayım ve benden öyle kolay kolay kurtulamayacak gibisiniz...

İyi ki varsınız. Her şey için teşekkür ediyorum. İyi ki bu yolda benimle beraber yürüdünüz, iyi ki o meşaleleri elinize aldınız ve bu yangını beraber başlattık.

Kendinize iyi bakın, kitapta görüşmek üzere.

20.08.2021

Remember the Souls, J2

Dalga dalga gökyüzüne vuran gecenin içinde rüzgârın kesik sesi,

Ben Havva'nın damağına yayılan o cennetin yasak meyvesi,

Anneciğim, anneciğim dediler bana, sen bir cesedin çürüyen portresi,

İşte şimdi enselerindeyim, adım ölümün kızıl gölgesi.

Yaşanması gereken yaşanır, olması gereken olur; yaşam daima ölümle sonuçlanır, her sonun bir başlangıcı, her başlangıcınsa bir sonu vardır. Einstein, Tanrı zar atmaz, demiştir ama insan Tanrı'nın yaşamın içine fırlattığı zarlardan ibarettir.

Sonsuz olasılıktan ama iki sonuçtan ibarettik: Var olmak ve yok olmak.

"O gün orada olmasaydınız, o kararı aslında hiç almasaydınız, arkadaşlarınızın ısrarları üzerine dışarı çıktığınız o gece evde kalsaydınız, farklı olan ne olurdu?" Düşünmemiz için kısa bir sessizliğe bürünen öğretmen gözlerini üzerimizde gezdirmişti. "Her şey ve hiçbir şey."

Farklı olan ne mi olurdu? Ölüm yine kapıyı çalardı ama bu gece değil. Bu gece çalsa bile bu eski depoda değil, bu eski depoda olsa bile bu şekilde değil.

Tesadüf ve şans gerçekten var mıydı? Yoksa hayat olasılıklarla oynanan bir kumar mıydı?

Zaman bir girdap gibi beni derinliklerine çekti, Ediz ve Uygar yerde yatıyordu ama artık onları içine çekildiğim karanlığın derinliklerinden izliyordum. Arabanın farından yansıyan ışık uzaklardaydı, gitgide daha da karanlığa çekiliyordum ve sanki yaşananlar bu karanlığın içindeki bir kapının ardında kalmıştı ve o kapı açıktı.

Nazlı Çağıran'ın öldüğü gecedeydim. O geceyi de yaşananları da bilmiyordum ama sonuçlarını biliyordum. O gece durgun bir suya taş atmak gibiydi, taş suyun derinliklerine çekildi, yok olmadı ama kayboldu. Taş suyun üzerinde ufak dalgalar bıraktı; o dalgalar büyüdü, o kadar büyüdü ki bu gece yaşananlar bir nefes gibi içine çekildi.

O suyun dibine çekildim. Taşın düşüp zamanın içine gömüldüğü yerdeydim ve suyun dibindeki diğer taşları gördüm. Her taş yaşadığımız bir ana, aldığımız bir karara aitti. Arabanın anahtarını alıp gitmediğim o günle yüz yüze geldim, Gece'nin Ediz'le tanıştığı o anı gördüm, Levent Çağıran ölüyordu. Yaşanan her an, alınan her karar gözlerini dikmiş bu geceye bakıyordu.

Hayat, senaryosunu bizim yazdığımız bir filmdi ama bir sonraki sahnede ne olacağını hiçbirimiz bilmiyorduk.

Birden suyun yüzeyine çekildim, karanlık geldiği gibi gitti ve yaşananlar, yaşanacaklarla beraber karşımda dikildi. Zihnim karmaşa içinde olsa da olup biten berraktı, hemen yanımda duran babamın yere düşen silaha yöneldiğini gördüm ama ondan önce davranarak silahı elime aldım. Topraktaki taş parçacıklarının dizlerimde bıraktığı acıyı hissettiğimde o silahı çoktan sıkıca kavramış ve namlusunu babama yöneltmiştim, geri kalan her şey de parmağımın ucundaki tetiğe toplanmıştı.

"Bilgi size güç katar," diyen öğretmenimin sesi zihnimin içinde yankılandı. "Ama daha farklı seçimler yaptığınızda bambaşka yollardan gidecek olduğunuzu bilmek size daima çaresizliği hissettirecek çünkü yaşamınız boyunca seçimler yapmaya devam edecek ve bir gün o seçimlere geri dönüp baktığınızda artık çok geç olduğunu bileceksiniz. Bir seçim yapmak ve o seçimi sonuçlarıyla beraber yaşamak zorundasınız."

Babamın gözlerinin içine baktığımda zihnimin içindeki ses, "Hayat budur," dedi.

Ediz ve Uygar'a bakmak, ne durumda olduklarını görmek istiyordum ama bakışlarımı babamdan ayıramıyordum. Bu gece buradan öylece gidemeyecekti, buna izin vermeyecektim.

"İndir o silahı Doğa," dedi. "Tetiğe basamayacağını ikimiz de biliyoruz."

Haklı olmasından korktum. Haksız olmasından korktum.

Bu gece tetiğe bassam da pişman olacaktım, basmasam da. Bana bunu yaşattığı için ondan nefret ettim ve bu nefret uykudan uyanmak gibiydi. Sanki başından beri olması gereken zaten buydu; bazen sevmek istediğimiz insanlar öyle bir hata yapardı ki telafisi olmazdı. Bazen affetmek istediğiniz insanlar bu sevgiyi öyle bir çıkmaza sokardı ki, sırf affetmek istediğiniz için affedemezdiniz. Eğer affederseniz, görmezden gelirseniz, kabullenmezseniz bir yalanı yaşamaya başlardınız ve gerçeklerin farkına vardığınızda artık kim olduğunuzu bile bilmediğinizi fark eder ve bunu hak ederdiniz. Ben, Doğa Güngör, bunun büyük bir örneğiydim.

"Bu tetiğe basmak için onca sebebim varken basmamak için tek bir sebep bulamıyorum," dedim.

Gözlerimde ne gördüğünü bilmiyordum ama bakışları değişirken, "O zaman durma," dedi. "Bas tetiğe."

Tetiğe basmam için onca sebep varsa neden parmağım tetiğin ucunda taşa dönmüş gibiydi?

Ediz'in, "Doğa," dediğini duydum, sesi netti. Bir yandan sönerken diğer yandan yandığımı hissettim çünkü Ediz vurulmadıysa bunun ne anlama geldiğini biliyordum.

Uygar.

Gözlerim yanmaya başladı. "Onun hiçbir suçu yoktu."

Bazı insanlara hissedilen sevgi sessizce insanın derinliklerine işlerdi. O insanı kaybettiğinde ya da kaybedeceğini düşündüğünde o sevgi kendini öyle bir ortaya çıkarırdı ki için parçalanırdı.

İçim parçalandı.

Babam, "Hala tetiğe basamıyorsun," dedi. "Birini öldüreceksen kararlı olacaksın, sen silahı bile tereddütle tutuyorsun."

Zihnimin içinde kendi sesim, "Bas tetiğe," dedi. Onu uzun zamandan sonra ilk defa duyuyordum. "Kaybedecek neyin kaldı?"

Elimde tuttuğum silah o kadar ağır geldi ki onu nasıl taşıdığımı düşündüm. Sanki bir el silahın üzerini tutmuş, onu indirmem için bastırıyordu. Silahı indirmeden korkuyla omzumun üzerinden baktım ve Uygar'ın yerde hareketsiz yattığını, Ediz'in de üzerindeki gömleği çıkardığını gördüm. Gömleği telaşla Uygar'ın karnına bastırdığında beyaz gömlek kana bulandı.

Çaresizlik. Korkunç bir çaresizlik hissettim.

Sanki ölüm buradaydı. Bütün geceye yayılmıştı ama kimse onu görmüyordu. Çok gürültülüydü ama duyulmuyordu.

Anılarımın derinliklerinden gelen ses, "Bir insanın gözlerinin içine baktığınızda bir evren görürsünüz," dedi. "Bir insana evrenden baktığınızdaysa gördüğünüz sadece bir hiçtir."

Bakışlarımı tekrar babama çevirdiğimde içimde bir ateşin yanmaya başladığını hissettim, beni yakamıyordu ama yakıp yıkmak istiyordu. İçimde öyle bir hiddet hissettim ki bu deliliğe yakındı ama her şeyin farkında olacağım kadar da aklım başımdaydı.

Babam dizlerinin üzerinde dengesini sağlayarak ayağa kalktığında hareketlerini takip ederek ben de ayağa kalktım, gözlerimde her ne görüyorsa babam artık o kadar rahat değildi.

Gözlerini gözlerimden ayırmadan, "Kendi babanı mı öldüreceksin Doğa?" diye sordu.

Hayır, bunu yapamazdım. Zihnimin içinde kendi sesim alayla, "Sevgin nefrete dönüştü," dedi. "Ya merhametin de acımasızlığa dönüşürse?"

"Hayır, seni öldürmeyeceğim," dedim. "Bu sana iyilik olurdu."

Babamın bakışları kararırken, "Levent Çağıran'ın nerede olduğunu bilen biri olduğumu ele alırsak zaten beni öldürmen yazık olurdu," dedi.

Hayat olasılıklarla oynanan bir kumardı.

Ayaklarımın altındaki zeminin döndüğünü hissettim, sanki biz olduğumuz yerde duruyorduk ama toprak, çevredeki ağaçlar ve bu eski depo etrafımızda dönüyordu. O kadar hızlı dönüyordu ki bir yerden sonra görünmemeye başladılar, tekrar o karanlığın içindeydik.

"Levent Çağıran yaşıyor mu?" diye sordum, oysa apaçık bunu ima etmişti. Yalan söyleme olasılığı iki de birdi. İki de bir olasılık bütün hayatımızı mahvedebilirdi.

Ediz Çağıran'ı mahvedebilirdi.

Uygar Yüksel'i mahvedebilirdi.

Gece Tümer'i mahvedebilirdi.

İki de bir olasılıkla mahvolmuştuk.

"Yalan söylemediğini nereden bileceğim?" diye sordum soğuk bir sesle ama içimdeki ateş artık dışarı çıkmak için beni yakmaya başladı. İçimde sönemeyecek kadar güçlüydü, bütün inandıklarımı yok edecek kadar hiddetliydi.

Çok kolay bir soru sormuşum gibi bana baktı. "O tetiğe basarsan hiçbir zaman öğrenemeyeceksin."

"Bu bilgiyi elinde bir koz olarak tutuyordun," dedim. Olasılıklar bir gün onu Ediz Çağıran'la karşı karşıya getirirse, hamlesini yapmak için elinde tutuyordu ama o olasılıklar beni onunla karşı karşıya getirmişti.

"Bana bunu nasıl yaparsın?" diye sordum.

Ne kadar saftım. Hiç oynamamış, hiç numara yapmamıştım. Aldığım her kararın altında sevgi vardı; her insanda bir masumiyet aramış, kendimi feda etmiş ama hiç korumamıştım. İyiliğe ve dürüstlüğe inanmak kötülüğün ve hilenin var olduğu gerçeğini hiçbir zaman değiştirmezdi; değiştireceğine inandım.

Belki de artık oyunu kurallarına göre oynama zamanım gelmişti.

"Levent Çağıran'ın yaşıyor olması Ediz'le babası arasında bir mesele," dedim. "Bu bana karşı kullanabileceğin bir koz değil."

Babam gözlerimdeki gerçeği benden önce gördü ve parmaklarımın arasında patlayan silahın sesi bütün geceyi doldurdu.

Zaman ağırlaştı, kör bir topal gibi sendeleyerek ilerlemeye başladı. Bütün geçmişim kapıldığı girdabın etrafında dönerek gözden kayboluyordu. Aklımda sadece geçmişteki o kızın aynanın karşısında kendine baktığı görüntü kaldı; sadece kısa bir an, alınan tek bir karar sanki o yılları ben yaşamamışım gibi beni onlardan uzaklaştırdı.

Silahtan çıkan kurşunun karşımdaki adama saplanmasını ve kurşunun şiddetiyle, verdiği acıyla geriye doğru sendelemesini izledim. İçimdeki bütün ışıklar söndü.

Ediz'in sesini uzaklardan duydum, sanırım bana sesleniyordu. Belki de duyduğum adım sesleri ona aitti, bilmiyordum, belki de duyduğum sadece kalbimin atışlarıydı. Dudaklarımdan dökülen nefesin sesi çok keskindi.

Babamın elini yarasına bastırdığını gördüm, kan o kadar parlak bir kırmızıydı ki bütün anılarım o renge boyandı. 

Zihnimin içinde kendi sesim, "Ayın karanlık yüzü," dedi. İstediğini almıştı, beni ele geçirmişti ve artık zihnimdeki bir sesten daha fazlasıydı. Artık tamamen benliğime karışmıştı, beraber yürüyecek, beraber kararlar alacaktık. Çok uzun zamandır dışarı çıkmak için sabırla beklemişti.

"Bir gerçeği bir kere fark ettiğinizde bir daha asla ondan kurtulamazsınız," dedi anılarımdan gelen bir ses. "O yüzden açtığınız kapılara dikkat edin, belki de bir daha asla kapatamazsınız."

Babam eline bulaşan kana baktıktan sonra dizlerinin üzerine çöktüğünde elimdeki silah hala ona doğrultuymuş bir haldeydi. Bir hayal alemine çekilmiş gibiydim, titremeye başladığımı bile çok sonra fark ettim.

Bir el elimdeki silahı üzerinden kavrayarak elimden aldığında ben hala babama bakıyordum. Ardından silahı benden alan el çenemin ucunu tuttu, o el kurumuş kanla soluk bir kırmızıya bulanmıştı. Her yerde kan vardı.

Ediz'in, "Doğa," dediğini dudaklarını okuyarak anladım, sesi çok sonra bana ulaştı. Gözlerinin içine yönümü kaybetmiş gibi baktım ama hissizdim, uyuşmuştum. Eli çenemdeyken başımı çevirip tekrar babama baktığımda yavaşça toprağın üzerine düştü.

Birinin, "Uygar," dediğini duydum, çok sonra bu sesin bana ait olduğunu anladım.

Ediz konuştu ama ne söylediğini duymadım. Gözlerindeki şaşkınlığı ve endişeyi görebiliyordum, o gözler bana yaklaşan yıkımı görüyordu. Bakışlarımı Ediz'in gözlerinden ayırarak Uygar'a çevirdiğimde hala yerde hareketsiz yattığını gördüm.

Gözlerimi Uygar'dan ayırmadan, "Yaşıyor mu?" diye sordum.

Ediz yüzümü iki avucunun arasına aldı. "Gözlerime bak." Söylediğini yaptım. "Uygar ağır yaralı, ambulansı aradım. Buraya gelmeleri uzun sürecek, Uygar'ın o kadar vakti yok. Onu arabayla ambulansın geldiği yöne doğru götüreceğim. Silahlı saldırı olduğunu söyledim, polise de haber verilmiştir. Sonucu ne olursa olsun, bu gece Osman Güngör'ü ben vurdum." Cebinden telefonu çıkararak benim cebime koydu. "Kendini kurtarmak için ses kaydını kullanacaksın."

Konuşmak için dudaklarım aralandı ama o kadar uyuşmuştum ki ne diyeceğimi bile bilmiyordum. Zaten Ediz konuşmama izin vermedi. "Bu gece ikimizin arasında bir sır. Başka kimse bilmeyecek. Bana söz ver."

Gözlerinin içine baktığımda, "Söz ver," diye bastırdı.

O kadar düşünemiyordum ki neredeyse ona Levent Çağıran'ın yaşadığını söyleyecektim. Kendimi frenledim ve sanki bunu kontrol etmek içinde bulunduğumuz durumun ciddiyetine beni geri çekti. Vakit kaybetmemeliydik.

"Söz," dedim. 

Ellerini yüzümden çekerek, "İşte benim kızım," dedi ve bir kolunu belime sararak bana yön verdi ve Uygar'a doğru yürümeye başladık. Uygar'a yaklaştıkça adımlarım daha da ağırlaşıyor gibiydi, zaman geçmiyordu ve sanki kilometrelerce yürüsek bile ona ulaşamayacaktık ama ulaştık. Sadece saniyeler sürmüştü.

Uygar'ın başında durmuş ona bakarken beyaz gömleğin artık kandan kıpkırmızı olduğunu gördüm. Gözleri açıktı ama etrafı algılayabilecek durumda olmadığını gördüm, başını zorla çevirerek bana baktığında yavaşça dizlerimin üzerine çöktüm.

"Uygar'ın yanından ayrılma," dedi Ediz. "Ben arabayı getireceğim."

Hiçbir tepki vermeden dolan gözlerle Uygar'a baktığımda kendimi gülümsemeye zorladım, Ediz hızla yanımızdan ayrılmıştı.

Uygar zar zor, "Doğa," dedi.

Ağlamamak için yutkundum ama boğazımda bir yumru vardı. "Kendini zorlama. Seni hastaneye yetiştireceğiz."

Soğuğa rağmen terlemişti ve saçları alnına yapışmıştı. Titreyen elimi yüzüne götürdüm ve alnındaki saçları yavaşça okşar gibi geriye çektim. Ardından Ediz'in gömleğini yarasına bastırdım, kanı ellerime bulaştı.

"Gece'ye onu çok sevdiğimi söyler misin?" dedi kesik kesik. Ağlamamak için o kadar kasılmıştım ki bütün bedenim buz gibiydi. Dudaklarımı birbirine bastırarak başka bir yöne baktım.

Gülerek, "Kendin söylersin," dedim ama yaşlar gözlerimden ardı ardına akıyordu.

"Bazen zor bir insan olabiliyor, biliyorum," dedi zorlanarak ve bir süre sustu. Nefes almakta bile zorlanıyordu. "Yine de içinde iyilik var. Onu ne olursa olsun yalnız bırakma. Bence kendisi bile farkında değil ama senin gibi bir arkadaşa ihtiyacı var. Ona iyi geleceğini biliyorum."

Sanki son gücünü bu cümleleri kurmak için kullanıyordu ve neredeyse çığlık çığlığa ona yalvaracaktım.

"Bunun benim seçimim olduğunu ona söyle," dedi. "Ediz'i affetmeyecek ama bu gecenin suçlusu kimse değil."

Gözyaşlarımın arasından, "Veda ediyormuş gibi konuşma," dedim.

Gözlerimin içine baktı ve o kadar uzun baktı ki ne düşündüğünü merak ettim.

Son kez, "Özür dilerim Doğa," dedi ve onun sesinden duyduğum son cümle buydu.

Ediz arabayı yanımıza yaklaştırıp durdurduğunda gözlerimi Uygar'ın yüzünden ayıramıyordum. Bir yaşamı kalp atışında duyabilirdiniz, sıcaklığını bir insanın teninde hissedebilirdiniz ama yaşamın ışığını taşıyan gözlerdi. O gözlerdeki ışığın sönmesini izledim.

Gözyaşlarım dondu kaldı. Korkuyla, "Uygar?" diye ona seslendim, sesim boğuk çıkmıştı.

Cevap gelmedi. Gözleri bana bakıyordu ama artık görmediğini biliyordum. Buradaydı ama artık hissetmediğini biliyordum.

Birden her yerdeydim. Kaçırıldığım gece onu gördüğüm sokağın zemininde dizlerimin üzerine çökmüştüm. Sanki olanları yeniden izliyordum. Uygar'ın yüzüne baktım, henüz onu da o geceyi de unutmamıştım ama bir gün anıların rüzgârda uçuşun karahindiba misali dağılıp yok olacağını biliyordum. Anılar insanın zihnine tutunamıyordu.

Uygar'ın o sokaktan yavaş yavaş silinmesini izledim.

Sonsuz olasılıktan ama iki sonuçtan ibarettik: Var olmak ve yok olmak.

Bir masada oturuyorduk. Uygar bana sorular soruyordu, isteksizce sorularına cevap veriyordum. O anı yaşamamızın olasılığı sonsuzda birdi, bir daha geri gelmeyecekti. Beraber geçirdiğimiz her anda sonsuzluktan bir eksildi.

"Uygar?" Sesim fısıltı halindeydi.

Bambaşka bir şekilde tanışabilirdik, Uygar dostum olabilirdi. Planlar yapıp güzel anılar biriktirebilirdik. Olasılıklar sonsuzdu, biz en kötüsüne denk geldik. Bu bir tesadüf müydü? Yaşanması gereken bu muydu? Değiştirebilir miydik? Hepimiz adım adım bu geceye geldik.

Korkuyla elimi boynuna götürdüm ve iki parmağımı nabzına yasladım. Elim titriyordu ve buz gibiydi. Korkuyordum ama kaçamıyordum. Her gerçeğin bir yalanı da olur muydu? Olmadığını bu gece öğrendim.

Uygar'ın bedeni sessizdi. Nabzı yoktu.

Sanki ateşe dokunmuşum gibi elimi çektim, beni karşılayan gerçek ateşten bile daha yakıcıydı.

Gülümsemesini hatırladım. Kapıdan çıkmadan önce omzunun üzerinden bana bakıp göz kırptığı anın içindeydim. Bir daha o kapıdan içeri girmeyecekti. Sonsuz olasılıktan bir daha eksildi, bir daha gülümsemesini görmeyecektim.

Sessizdim. Hareketsizdim.

Bu gece sonsuzluktan bir yaşam eksildi.

O öldü.

Bunu içimden mi söylemiştim, yoksa dışımdan mı, bilmiyordum. Zihnim o kadar gürültülüydü ki bu gürültünün dışarıdan duyulmamasının imkânı yoktu. O kadar gürültülüydü ki bir çığlık gibi duyulmalıydı ama duyulmadı.

"Özür dilemen gereken bir şey yok."

Bunu söylemek için geç kalmıştım.

Ediz arabayı yanımızda durduğunda gölgem uzadı ve Uygar'ın üzerine düştü. Arabanın kapısının açılan sesini duydum ve omzumun üzerinden Ediz'e baktım. Bir bakışın anlatabileceği her şey gözlerimde anlatıldı.

Ediz hızla Uygar'ın yanına diz çöktüğünde ayağa kalkacak gücüm yoktu, ellerimi toprağa yaslayarak geri çekildim. Yerdeki taşlar avuçlarıma saplandı.

Ediz o öldü.

"Uygar!"

Ediz'in sesi bütün zihnimde yankılandı.

Ediz o öldü.

"Uygar!"

Babam öldürdü.

Ellerimi gördüm. Ellerimde kan vardı.

Uygar öldü.

Ediz Uygar'a kalp masajı ve suni teneffüs yapmaya başladı. Bazen bittiğini hissederdiniz. Bazen bittiğini bilirdiniz. Bazı gerçeklerin yalanı yoktu, Ediz'e gerçeği de söyleyemedim.

Tekrar ellerime baktım. Kanın üzerinde toprak ve tenime batan taş parçacıkları vardı.

Ediz durdu.

O öldü.

Ediz'in, "Hayır," dediğini duydum, o kadar sessizdi ki neredeyse bu sesin zihnimin içindeki seslerden biri olduğunu düşünecektim.

Sanki bu anın her ayrıntısını ezberlemeliymişim gibi etrafa baktım ve arabanın yoğun ışığı gözlerime vurdu. Gözlerimi acıtıyordu ama şok içinde, gözlerimi bile kırpmadan o ışığa baktım.

"Hayır," diye tekrarladı Ediz.

Uygar'ın varlığı bir arabanın dikiz aynasından silindi, Ediz sürücü koltuğuna oturmuş o aynadan bakıyordu ve artık o arka koltukta oturmuyordu.

Ediz'in gözlerini sımsıkı kapattığını gördüm, kendini o kadar kasmıştı ki titriyordu. Acısını görebiliyordum, o kadar yoğundu ki üzerinde bulunduğumuz toprağı öldürdüğünü hissettim, sanki bir daha burada hiçbir yaşam olmayacaktı.

Ediz Çağıran'ın gücü de bu geceyle beraber tükenecek sandım, sanki üzerinde durduğumuz toprak onu da alacaktı. Ağlayacağını sandım, sanki Uygar'ı kaldırıp ona sarılmak istiyor gibiydi ama yapmadı. Gözlerini açtı ve içindeki bir parçanın öldüğünü gördüm, sanki o bile o parça ölene kadar ona sahip olduğunu bilmiyordu. Gözlerinde hiddetli bir ateş vardı.

Yavaşça ayağa kalktı.

Ve Uygar'a bir daha bakmadı.

Yaşanacakların ayak sesini duydum, yavaş yavaş yaklaşıyordu. Nereden geldiğini hissettirmeden ama geldiğini hissettirerek yaklaşıyordu.

Ediz'in aksine ben gözlerimi Uygar'ın yüzünden ayıramıyordum. Uyuyor gibiydi. O kadar uyuyor gibiydi ki üzerini örtmek istedim. Ölümün silueti bu muydu?

Zihnim sessizliğe büründü. Sanki boş bir araziye kar yağıyordu, o kadar sessiz ve soğuktu.

Hissettiğim şok yerini dayanılmaz bir acıya, acı da kendini hissizliğe bıraktı. Bazı gerçeklerin yalanları yoktu ama o gerçeğe de inanmıyor gibiydim.

Belki de zamansız ölümlerin insanda hissettirdiği buydu. Belki de bütün ölümler zamansızdı.

"Uygar?" Belki cevap verirdi. Belki ölmemişti. "Uygar?"

Sessizlik. Derin bir sessizlik.

"Özür dileyeceğin bir şey yok," diye tekrar ettim. Belki duyardı.

Duymadı.

Gözyaşları tekrar yanaklarımdan süzülmeye başladı, onları durdurmaya çalıştım ama başaramadım.

Ediz arabanın bagajını açarak içinden siyah bir çanta çıkardı. Ediz o kadar sessizdi ki fermuarı açarken çıkan gürültü irkilmeme sebep oldu. Sessiz gözyaşlarımın arasından onu izledim, ne düşündüğünü ne hissettiğini bilmiyordum ama o kadar dik, o kadar kararlı görünüyordu ki bu beni korkuttu.

Yas tutmasını istedim çünkü acıyı içine hapsederse o acı onu mahvedecekti ama Ediz'in bunu hep yaptığını anladım. Bu ateşin üzerinde yürümek gibi olmalıydı.

Çantadan bir çift eldiven çıkardı ve sakin ama hızlı bir şekilde ellerine geçirdi. Ardından pantolonuna sıkıştırdığı silahı belinden çıkardı ve çantadan çıkardığı bir sprey ve bezle üzerini temizledi. Bezi ve spreyi tekrar çantaya koyduktan sonra ne bana ne de Uygar'a baktı ve yerde yatan babama ilerledi.

Başında dikilip ona tepeden baktığında içinden onu tekmelemek, bütün hırsını alarak dövmek geldiğini görebiliyordum ama o öylece durdu ve baktı. Ardından iki parmağıyla babamın nabzını kontrol etti, yüzündeki ifade ölümcül bir hal aldı. Babam yaşıyor olmalıydı.

Elindeki silahla onu öldüreceğini düşündüm, içinden gelenin de bu olduğunu biliyordum ama o sadece silahı eline götürerek her yerine babamın parmak izlerini bıraktı. Ardından silahı yere düşmüş gibi hemen yere koydu ve eğilerek babamın kulağına bir şeyler söyledi. Ediz'in yüzünde nefreti görmüştüm ama bu kadarını ilk defa görüyordum.

Babamın yanından ayrılarak yanımıza geldiğinde Uygar'ın yüzüne bakmadan kandan kıpkırmızı olan gömleğini üzerinden aldı ve açık bagajın içine attı. Eldivenlerini çıkarırken de başını kaldırmadan bana baktı.

Çıkardığı eldivenleri bagajın içine atarken, "Gidiyoruz," dedi.

Uygar'a, ardından tekrar Ediz'e baktım.

Ne düşündüğümü bilerek, "O artık burada değil Doğa," dedi.

"Yine de onu burada bırakamayız," dediğimde onun için kolay olmayan kararları daha da zorlaştırdığımın farkındaydım.

"Kanı görüyor musun?" dedi bagajın kapağını kapatarak. Ediz bana bakıyordu ama ben Uygar'ın etrafına yayılan kana baktım. "Bu kanıttır. Onu bırakacağımız her yerde polisin sorgulayacağı ilk durum, bulunduğu yerde öldürülmediği olacak çünkü etrafta kan olmayacak."

"Gece'ye haber vermeliyiz," dedim.

Derin bir sessizlik çöktü.

Ediz gözlerini kapatarak, "Sikeyim," dedi.

"Benim yapmamı ister misin?" diye sordum. Ölüm haberi almaya alışık olabilirdi ama ölüm haberi vermek çok başkaydı.

"Ben hallederim," dedi. "Telefonu verir misin?"

"Ben yapacağım," dedim. Tüm bunlara sebep olan benim babamdı, bunun sorumluluğunu üzerime alacaktım. Cebimden telefonu çıkardım ve sanki avucumda tonlarca yük taşıyormuş gibi hissettim.

"Ona dağ evine gelmesini söyle," dedi. "Olanları beraber anlatırız."

Hafifçe başımı sallayarak rehbere girdim ve Gece'nin adını buldum. Numaranın üzerine tıklarken elim titriyordu ama bundan kaçamazdım, bunu ne Uygar ne de Gece hak ediyordu. Gözlerimi kapatarak telefonu kulağıma götürdüm ve sırtımı Ediz'e döndüm.

Telefon çaldı. Telefon çaldıkça kalbimin atışları hızlandı.

"Uygar nerede?" Telefonu açar açmaz sorduğu ilk soru buydu. Omzumun üzerinden Ediz'e baktığımda yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyordum ama Ediz'in uzanıp telefonu elimden almasına sebep oldu.

"Dağ evine gel Gece," dedi. Gece'nin telefonun diğer ucundan duydum. Ediz gözlerini kapattı.

Gece'nin bağırışlarının arasından Ediz, "Uygar öldü," dedi.

Birden telefonun karşısındaki ses kesildi ve derin bir sessizlik oluştu. Ardından Gece telefonu kapattı. Ediz telefonu o kadar sıkı tutuyordu ki avuçlarının içinde parçalanacağını sandım.

Telefonu yavaşça cebine koyarak, "Gidelim," dedi. "Ambulans birazdan burada olur."

Ne söyleyeceğimi bilemeyerek son defa Uygar'a baktım ve uyuşmuş bir halde arabaya bindim. Ediz de sürücü koltuğuna geçerek arabayı hareket ettirdiğinde babamın yanından geçtik ve gözlerimi kapatarak başımı arkaya yasladım. Gözlerimin önüne Uygar'ın yüzü geldi.

Karanlık yolda sessizce ilerlerken karşı şeritten gelen ambulansın ışıkları yüzüme çarptı. Sirenlerini açmış, hızla ilerliyordu. Sessizce ağlamaya başladım.

Dağ evine giden yol daha uzun, gece daha karanlıktı.

Ellerimde Uygar'ın kanı vardı. Sanki ne kadar yıkarsam yıkayayım tenime sinmiş gibi çıkmayacaktı.

Dağ evinin patika yoluna girdiğimizde sessizlik daha da derinleşmişti, gece daha da karanlıktı. Arabanın ışıkları evin önünü aydınlattığında ilk önce arabayı, sonra kapının önünde oturan Gece'yi gördüm.

Telefonda birini arıyordu. Arabanın ışıklarını görünce başını kaldırıp baktı ve gözlerinin kıpkırmızı olduğunu gördüm. Yavaşça ayağa kalktı ama sanki bütün parçaları etrafa saçılmıştı.

Ediz arabayı durdurup ışıkları kapattığında karanlığın içinde kaldık. Gece yalvaran gözlerle arabaya baktı, sanki bu arabadan üç kişinin çıkmasını bekliyor gibiydi.

Arabanın kapısını açan ilk Ediz oldu, ardından ben de açtım ama üçüncü bir kapı açılmadı.

Dışarı çıkıp kapıyı kapattığımızda Gece başını iki yana sallayarak ağlamaya başladı. Ardından kanı gördü. Nefes alamıyormuş gibi boğazını tutarak dizlerinin üzerine çöktü ve içimi parçalayacak bir acıyla ağlamaya, haykırmaya başladı.

"Arıyorum telefonunu açmıyor," dedi. "Yüzlerce defa aradım, açmıyor."

Konuşmak istedim ama kelimeler boğazımda düğümlendi. Sessizce ağlamaktan ve acısına ortak olmaktan başka bir şey yapamadım, zaten ne yapılırdı ki?

"Söz vermiştin," dedi Ediz'e gözyaşlarının arasından. "Onu kurtaracaktın."

Ardından gözlerindeki acıya öfke eklendi ve çöktüğü yerden kalkarak Ediz'e saldırdı. Ediz yerinden bile kıpırdamadı, Gece'nin ona saldırmasına izin verdi.

"Aşağılık herif!" Ardı ardına Ediz'e vuruyordu. "Söz vermiştin!"

Ardından elini Ediz'in üzerinden çekmeden yavaşça kayarak yere oturdu ve çığlık çığlığa ağlamaya devam etti.

"Ben onsuz ne yapacağım?" diye sayıkladı. "Ben ne yapacağım?"

Ediz yavaşça yere çöktü ve Gece'nin gözlerinin içine baktı.

"O nerede?" diye sordu Gece. Ediz'e olan öfkesine rağmen hala umutla ondan bir şey bekliyormuş gibi bakıyordu.

"Ambulansla hastaneye götürüldü," dedi. "Seni arayacaklardır."

Gece birden başını iki yana salladı. "Ölüsünü göreyim diye mi arayacaklar?"

"Ona veda etmek isteyebilirsin," diyebildim sadece. Tam tersi bir durumda olsam ben de görmeye dayanamazdım ama birinin beni buna zorlamasını isterdim çünkü o andan sonrası bir daha olmayacaktı.

Gece bana baktı, acısı o kadar fazlaydı ki bunun onu öldüreceğini sandım.

Birden, "Kokusu gidecek," dedi. Ardından dehşet içinde ayağa kalktı ve boşluğa baktı. "Yastığından, kıyafetlerinden... Her şeyden kokusu gidecek."

Birden dağ evine doğru ilerlemeye başladı, attığı adımın bile farkında değil gibiydi. Peşinden gidecektim ama Ediz beni durdurdu. Gece dağ evinin kapısını ardında açık bırakarak içeri girdi ve Uygar'la uyuduğu odaya gitti.

Ardından derin bir sessizlik çöktü.

Dağ evine girdiğimizde ne yapacağımı bilemeyerek etrafıma baktım ve en sonunda pes ederek koltuğun kenarına yere oturdum. Duvardaki saat 02.27'yi gösteriyordu.

Gece ağlamaya başladı. O kadar çok ağladı ki bir koltuğun köşesinde sessizce onunla ağlamaktan başka hiçbir şey yapamadım.

Bir ara Gece'nin telefonu çaldı. Ona Uygar'ın ölüm haberi ve hangi hastanenin morgunda olduğu bilgisi verildi. Gece daha da fazla ağladı.

Saniyeler geçti.

Sonra dakikalar gerimizde kaldı.

Gece daha karanlıktı, sessizlik daha da ağırdı.

Saat 03.50

Gece uyudu. Hala koltuğun kenarındaydım ve yaşananlardan kaçabilirmişim gibi oraya saklanmıştım. Sadece boşluğu izliyordum, zaman ve mekân kavramı silinmişti. Ellerimdeki kana baktım.

Saat 04.13

Ediz kalktı ve bir şişe alkol aldı. Elleri de üstü de hala kanlar içindeydi. Sessizlik o kadar derindi ki içinde kaybolmuş gibiydik. Ellerimdeki kana baktım.

Saat 04.56

Gece uyandı. Ağlaya ağlaya dağ evinin odalarını gezmeye başladı, her kapının ardında Uygar'ı aradı. Ona seslendi, ona yalvardı ama hiçbir yerde bulamadı. Ellerimdeki kana baktım.

Saat 05.24

Gece uyudu. Sessizliğin içindeydik ama Gece'nin çığlıkları bütün eve sinmişti, duyulmuyordu ama hissediliyordu. Uygar yoktu. Bir insanın yokluğu varlığı kadar hissedilebilir miydi? Hissediliyordu. Bir daha onu göremeyecektik. Ellerimdeki kana baktım.

Saat 06.17

Tan vakti gelmişti. Hala aynı yerde oturuyordum ama ne saklanabilmiş ne kaçabilmiştim. Gece uyandı, bu sefer sessizdi. Yüzüne bakmaya cesaret edemedim, bir hayalet gibi evin içinde ilerledi ve dışarı çıkıp bir sigara yaktı. Ellerimdeki kana baktım.

Saat 07.45

Artık güneş doğmuştu ama gece bizimle kaldı. Sessizlik daha da derinleşmişti, artık kendi zihnimin sesini bile duymuyordum. Uygar yoktu. Ellerimdeki kana baktım.

Saat 08.53

Zaman dursun istiyordunuz ama ilerliyordu. Toprağın altının ne kadar karanlık ve soğuk olacağını düşünmeye başlamıştım. Uygar, bütün anılarla, yaşanmışlıklarla ve yaşanmamışlıklarla o toprağın altında olacaktı. Bitmişti. Ellerimdeki kana baktım.

Ve saatlerce oturduğum yerden kalktığımda evin içindeki sessizlik daha da ağırlaşmıştı.

Ediz'in koltuğa uzandığını ve tavanı izlediğini gördüm, boş alkol şişesi koltuğun yanında yerde duruyordu. Ediz başını çevirip bana uzun uzun baktı, ben de ona baktım. Ardından ellerimdeki kanı yıkamak için banyoya gittim.

Lavabonun önünde durarak ilk önce ellerime baktım, ardından aynadaki yansımama baktım. Gözlerim ağlamaktan şişmiş, beyazına kırmızı damarlar yayılmıştı. Gözlerimin altına koyu halkalar dizilmişti ve saçlarım birbirine karışmıştı. Darmadağın görünüyordum.

Suyu açtım ve akıp giden suya baktım. Sanki ellerimi yıkarsam Uygar'dan kalan son hatırayı da suya bırakacaktım. Su aktı, dalgın gözlerle akıp giden suya baktım.

Sanki bütün gece boyunca o morgda, bir sandalyede oturmuş gibi hissediyordum ama bütün gece buradaydım. Onu yalnız bıraktığımızı düşünür müydü?

Arkamdan iki el uzanıp ellerimi tuttuğunda irkildim ve korkuyla aynaya baktım. Ediz hemen arkamda duruyordu ve o da en az benim kadar darmadağın görünüyordu. Ellerimi ve üzerindeki kuruyan kanı okşadı. Ardından yüzünü saçlarıma yasladı ve gözlerini kapattı.

Ne düşünüyordu, bilmiyordum ama düşündüklerinin ona nasıl bir acı verdiğini görebiliyordum.

Sonunda gözlerini açtığında, "Beraber yıkayalım," dedi ve ellerini benim ellerimle beraber suyun altına götürdü.

Su tenime dokununca gözlerim doldu, hala nasıl ağlayabildiğimi bilmiyordum, sanki bir nehir dolusu gözyaşı akıtmıştım ama tükenmiyordu. Gözlerimden yaşlar akarken su ikimizin de elinden yavaşça kanı temizledi ve alıp götürdü. İkimiz de birbirimizin ellerini temizledik, sanki acıları da temizlemek ister gibiydik.

Kan akıp gitti ama acısı kaldı.

Kenardan peçete alarak ıslattım ve Ediz'in kollarının arasında ona doğru dönerek karnındaki kan lekelerini yavaş yavaş sildim. Ben bunu yaparken Ediz gözlerini bile kırpmadan beni izliyordu.

Son lekeyi de sildiğimde peçete tuttuğum elim teninde duraksadı ve gözlerimi kapattım, hala gözyaşları akıyordu. Neredeyse duyulmayacak kadar kısık bir sesle, "Sana sarılsam bu bencillik mi olur?" diye sordum.

Sessizliği üzerine gözlerimi açıp ona baktığımda bir elini yüzüme götürdü ve "Hayır güzelim," dedi. "Olmaz."

Hafifçe başımı sallayarak yüzümü gövdesine, tam kalbinin üzerine yasladım ve ona sıkıca sarıldım. O da kollarını bana sardı. Gözlerimi kapattım ve onun da kapattığını hissettim.

"Ölme," dedi sessizce. "Sakın."

Gözyaşları içinde hafifçe başımı salladım.

"Gece'nin hissettiklerini hayal bile edemiyorum," dedim. "Hayatı boyunca hep yarım hissedecek."

Yavaşça saçlarımı okşadı ve bana daha da sıkı sarıldı.

"Yokluğuna alışacak," dedi yavaşça. "Hayat ne olursa olsun devam ediyor. Gece güçlü bir kadın."

Gözlerimi kapatarak Ediz'in kokusunu sessizce içime çektim. Sıcaklığını ezberledim, kalbinin atışlarını dinledim. Bu gece bunların ne anlama geldiğini öğrenmiştim ve zamanı tam şu anda durdurmak istedim. Gelecek daima belirsizdi ve ona adım adım yürüyorduk, o adımların bizi nereye götüreceğini bilmiyorduk. Belki de ölüm şu an buradaydı ve ikimizden birini sessizce izliyordu.

"Ediz." Dikkat kesildi ama ben sustum.

"Bu gece sessizliği yeterince dinlemedik mi?" diye sordu dudaklarını saçlarımda gezdirerek.

Hafifçe başımı sallayarak onayladım ve "Dinledik," dedim. Ardından kalp atışlarını dinlerken sessizce, "Beni bırakma," dedim.

"Buradayım," dedi ve dudakları saçlarımın üzerinde duraksadı. Hafifçe saçlarımı öptü.

Derin bir sessizliğin ardından, "Sana söylemem gereken bir şey var," dedim. Ses tonumdan gergin olduğumu hissetti ve benden hafifçe uzaklaşarak gözlerimin içine baktı.

Tam o sırada toprak yolda ilerleyen arabanın sesi, derin bir sessizliğe gömülmüş olan evin içinde duyuldu. Ediz'in kaşları çatılırken araba eve daha da yaklaştı.

Ediz beni bırakarak, "Burada bekle," dedi ve gözlerini pencereden ayırmadan banyodan çıktı. Evin kapısına doğru giderken ben de banyodan çıktım ve peşinden gittim.

Salonun penceresine yaklaşarak perdenin arkasından kimin geldiğine baktı ama arabadan hiçbir ses gelmedi, kimse arabadan dışarı çıkmadı. Saniyeler geçti, ardından biriken saniyeler dakikalara dönüştü ama hala derin bir sessizlik vardı.

Sessizliği arabanın açılan kapısı bozdu ve Ediz'in kaşları daha da çatıldı. Ediz arabadan inen kişiyi görünce omzunun üzerinden bana baktı. Ne düşündüğünü bilmiyordum ama şaşırdığını görebiliyordum.

Levent Çağıran.

Ediz kapıya yöneldiğinde aklıma gelen ilk isim buydu. Ben de kapıya doğru ilerlemeye başladım ve o sırada Ediz kapıyı açtı. Ediz kapının kenarındaydı, ben kapıya yaklaşmıştım ve karşımızda duran kişi Ediz'in dedesi Kemal Çağıran'dı.

ÖZNUR YILDIRIM

Continue Reading

You'll Also Like

1M 13.7K 35
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...
1.2M 51.1K 26
(18+ cinsellik ve şiddet içerir.) Başımızın üstünde ki elçilik binasının içinde bir ses yankılandı. "Şuandan itibaren; Onun tek bir saç teline zarar...
2.2M 71.8K 56
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...
1.6M 94.3K 59
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.