Beyaz Gece

By misamigoss

1.9M 172K 140K

Görevini aşk ile perdeleyen bir adam ve o aşka yalnızca yüreğiyle kanat çırpan bir kadın. *** "Gözlerin dünya... More

1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7. Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14. Bölüm
15.Bölüm
16. Bölüm
17.Bölüm
Rüya&Burak Özel Bölüm
18.Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
Rüya&Burak Özel Bölüm II
24.Bölüm
25.Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm | Sezon Finali
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34.Bölüm
35. Bölüm
Güneşi Yakala
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46.Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm
57. Bölüm
58. Bölüm
Rüya&Burak Özel Bölüm III
Final

59. Bölüm

29K 2.2K 2.2K
By misamigoss

Merhaba 💚

Bu bölümü AsyaDemir919 acwsetgc LeylaLin Hopelight0404 ve ebrarsarcaa 'ya hediye ediyorum. Güzel desteğiniz ve eşliğiniz için teşekkürler kızlar 🌸

Final öncesi son bölümümüz, hayli uzun bir bölüm oldu. Bu arada yeni kurgumun adını son kez ve içime tamamen sinerek Güneşi Yakala yaptım. Ona da göz atabilirsiniz 😊

Keyifli okumalar

Birkaç gün sonra, Ayvalık

Ayvalık'ın aşığı olduğum dar sokaklarını huzurla dolaşırken hayatın yaşanmaya değer olduğunu düşünüyor, yaşama sevinciyle doluyor ve kendimi inanılmaz şanslı hissediyordum. Aşkını yüreğimde taşımaktan gurur duyduğum adam her daim yanı başımdaydı, babasının minik bir kopyası olan oğlumun gözleri mutlulukla parıldıyordu ve henüz bir mercimek tanesi kadar olan bebeğimizle de bir an evvel kavuşmayı bekliyorduk. Nasıl mutlu olmazdım ki...

"Yoruldun mu babam?" diye soran Barış'ın duraksayan adımlarıyla durup başımı omzundan kaldırdım.

Üzerinde lacivert bahçıvan tulumu ve beyaz tişörtü ile babasının elinden tutarak paytak adımlarıyla bize eşlik eden Deniz'e gülümsedi Barış. Sonra da elini tutan elimi birkaç saniyeliğine bırakarak yorulduğunu düşündüğü oğlumuzu kucağına aldı ve Deniz, sevinçle kollarını babasının boynuna dolarken Barış tekrar ellerimizi birleştirdi. Ardından da başını omuzuna yatıran Deniz'i yanağından öperek, onları hayranlıkla izleyen bana döndü güzel tebessümüyle.

"İyi misin Leyla'm?" diye sordu, iyi olduğumdan emin olmak için sık sık yaptığı gibi yüzümü detaylıca inceleyen Barış. "Ahu'm annesini üzmüyor değil mi?"

Kıkırdayarak omzumla omzunu dürttüm.

"İyiyim hayatım, Ahu'n beni üzmüyor." dedim ve kıkırtım hafiften kahkahaya dönerken kaşlarımı yukarı dikerek başımı iki yana salladım. "Biz bebeğimize Ahu Ahu diyoruz ama, ya erkek olursa?"

Sorduğum şeye bilmiş bir edayla iç çekti ve genişleyen gülüşünün etkisiyle kısılan gözlerini yüzüme dikti. "Ahu'yu bulana kadar çocuk yapmaya devam ederiz biz de." dedi muzip bir tonla. Sonra da yüzümün aldığı şekle kahkaha atarak dudaklarını yaladı. "Bence harika bir fikir."

Gözlerimi tembelce devirerek ellerimi karnıma yasladım. "Baban niyeti bozmuş bebeğim. Ama ben, senin bizim Ahu'muz olduğuna inanıyorum."

Kahkahaları artan Barış'ı izleyen Deniz, onu taklit ederek kahkaha atmaya başlarken hemen önümüzde el ele yürüyen Rüya ve Burak da bize doğru dönmüşlerdi.

"Biz burada didişelim siz kahkaha atın." diyerek ellerini belinin iki yanına yaslayan Rüya, dirseğiyle hafifçe Burak'ı dürttü. "İki fotoğraf çekti sabahtan beri söyleniyor benimki."

"Yok artık Rüya!" dedi Burak şaşkına dönerek.

"Ne?"

"Ne, ne?" dedi Burak şok ile gözlerini irileştirerek. "Rüya senin telefonunun hafızası doldu, benimki de uyarı veriyor. İki fotoğraf çektiğime emin misin?"

O sırada yanlarına doğru adımlayıp aramızdaki mesafeyi kapatmıştık Barış ile. Her ikimiz de Rüya'nın sabahtan beri her yerde fotoğraf çekildiğini bildiğimizden Burak'ın haklı olduğunu biliyorduk. Lakin fikir belirtip, aralarına girmeyi düşünmüyorduk. Ya da Rüya'nın gazabına uğramaktan çekiniyor da olabilirdik.

"Adam akıllı tek pozum yok! Yakalayamamışsın, hadi şurada da çek." dedi yeşil pencerelerinin önü rengarenk çiçeklerle bezeli taş evi göstererek. "İki pencereyi ortala, beni de yönlendir kötü durursam. Rastgele çekme!"

Rüya'nın cırlamasıyla kulağıma eğilen Barış, "Sarp ve Nil akıllılık etmişler direkt plaja giderek. Levent kalabalık tatile gelmem diyerek en akıllımız olduğunu gösterdi zaten." diye fısıldadı gülmemek için kendisini zor tutarak.

"Levent, bizlerin yanında rahat rahat çapkınlık yapamadığı için gelmedi. En akıllımız olduğundan değil yani." dedim ben de fısıldayarak.

"Haklı, biz de rahat rahat sevi-"

"Barıııış!" diyerek kolumla karnına hafifçe vururken çaktırmadan güldüm. "Çok ayıp!"

"Yoo hiç de değil." dedi ciddi ciddi ve omuz silkerek.

Gülerek başımı iki yana salladım ve o sırada Burak'ın çileden çıktığını fark ettiğimden "Ben çekerim." dedim gülüşümü toparlamaya çalışarak. Sonra da Barış'a dönüp hemen sokağın yan tarafındaki butik kafeyi gösterdim. "Siz de şurada oturup içecek soğuk bir şeyler söyleyebilirsiniz. Hemen geliriz."

Sıcaktan bunalan ve oyun arkadaşlarını özleyen Deniz yarı somurtkan bir ifadeyle "Babaam..." dedi o sırada huysuz bir tonla eve dönmek istediğini belirterek. "Kuçum, pisim?"

Deniz'i alnından öperek "Tamam babam, birazdan gideceğiz yanlarına." dedi Barış da.

"Evet dayıcığım." diyen Burak da Deniz'in sırtını sıvazlayarak imayla güldü. "Rüya teyzen fotoğraf çekilmeye doyarsa döneceğiz."

"İçiniz geçmiş sizin. Bir daha 28 yaşında olmayacağım ki." diyerek burun kıvırdı Burak'a Rüya da.

"Çok doğru." diyerek Deniz'in elini avuçlayıp öptü Burak sonra da kaşlarını yukarı dikerek güldü. "Fotoğraf derdine düşmeden, etrafın tadını çıkararak gezeceğin bir 28 yaşın daha olmayacak."

Hiç oralı olmayan Rüya, telefonundan beğenmediği pozlarını silerek telefonunu elime tutuşturdu. Sonra da neşeyle koşup beğendiği taş evin önüne geçti. Gülerek verdiği pozları fotoğrafladım ben de.

*

Eve döndüğümüzde babaannem bir yandan elindeki hortumla çiçekleri suluyor bir yandan da diğer elinde tuttuğu telefonuyla konuşuyordu. Bahçe kapısından girdiğimizi fark ettiği an gülerek Barış'ı çağırdı yanına.

"Geldi senin torun ona veriyorum şimdi." dedi Barış yanına gider gitmez. Sonra da telefonunu gülerek Barış'a uzattı.

Barış babaannemin telefonunu alıp Gülden anneanne konuşmaya başladığında selam söylemesini işaret ettim. Gülerek telefonla konuşan Barış gözlerini tamam anlamında kapatıp açarken, ortalıkta görünmeyen Herkül ve Alev'i sordum babaanneme.

"Bahçeye gölge düşene kadar alt katta küçük odaya koydum onları. Yazık sizin kedi çok açtı hem." dedi üzüntüyle iç çekerek. "Siz gittikten sonra kendi mamasını yedi, benim Kar'ın mamalarını yedi. Ben de acıyıp biraz daha mama verdim. Bir görsen kıtlıktan çıkmış gibiydi zavallı hayvan."

"Ne?" diyerek yanaklarımı şişirdim. "Babaanne Alev diyetteydi, bilerek az mama veriyoruz ona."

Elini havaya kaldırarak boş ver dercesine salladı ve kıkır kıkır gülerek "Aman kızım, kedi ne onun diyeti ne?" diyerek bahçedeki masaya yürüdü. "Yesin yavrucak."

Muhtemelen Alev bizimle dönmemek için isyan çıkaracaktı.

Babaannemle bunun konuşmasını yapmayı sonraya erteleyerek terleyen Deniz'in üzerini değiştirmek için eve girdim. Babaannem de Rüya ve Burak'la bahçedeki masaya oturup, masanın üzerindeki ayıklanmayı bekleyen taze fasulyeleri önlerine itelemişti ona yardım etmeleri için.

Yaklaşık yarım saat içinde Deniz'e ılık duş aldırmış, üzerini giydirmiş, yemeğini yedirerek uyutmuş, yanına uzanmıştım. Onu uyandırmamaya dikkat ederek yüzünü, saçlarını seviyordum parmak uçlarımla... Her geçen gün büyüyordu ve buna şahit olmak gerçekten de büyüleyiciydi.

O sırada "Leyla'm." diyerek aralık kapıdan içeri süzülen Barış'a çevirdim başımı.

Yanıma adımlayıp yatağa oturdu. Bir eliyle yastığa dökülen saçlarımı diğer eliyle de son birkaç gündür olduğu gibi karnımı okşadı, sevdi. Daha sonra eğilip bluzumun ucunu hafifçe yukarı kaldırarak çıplak kalan karnıma bastırdı dudaklarını ve içindeki yoğun sevgiyi, heyecanı gizlemeden öptü orada yaşayan minik bebeğimizi. O karnımı öperken ben de saçlarını okşadım dudaklarıma yayılan geniş tebessümle. Ardından Deniz'e kaydı karnımı okşayan eli. Oğlumuzun saçlarını ve yüzünü tıpkı benim gibi dikkatle okşadı. Ve biraz daha yaklaşıp iki kez öptü onu kokusunu içine çeke çeke.

"Karnımı öptükten sonra Deniz'i iki kez öpüyorsun." dedim günlerdir dikkatimi çeken şeyi ona şimdi sorarak.

Buruk bir iç çekişle gülümseyerek yanıma uzandı. Kolunu uzatıp karnımı sardı ve sırtımı göğsüne, burnunu da saçlarım arasına yasladı.

"Deniz'ime borcum var." dedi hüzünlü bir tonla birkaç saniye süren sessizliğini nihayet bozabildiğinde. "Ahu'm, Deniz'imin onunla tanıştığım yaşına gelene kadar Deniz'e her şeyin iki katı..."

Bu düşüncesi boğazımı düğüm düğüm ederken ona doğru dönerek elimi yanağına yasladım. Eli derhal elimin üzerine kapandı ve güzel gözlerini yumarak avuç içimi öptü gözlerimi doldurma pahasına...

"Böyle düşünme." dedim hüzünlü bir fısıltıyla. "Deniz'i öyle güzel seviyorsun, ona öyle harika babalık ediyorsun ki nutkum tutuluyor çoğu zaman. Deniz böyle bir babaya sahip olduğu için seninle hep gurur duyacaktır, eminim."

Gece siyahı gözlerini aralayıp hayranlıkla yüzümü tararken "Sen?" diye sordu fısıldayarak.

"Ben de." dedim onu tekrar tekrar öperken. "Ben de..."

Çocuksu bir sevinçle kollarıyla bedenimi sarıp sımsıkı sarıldı bana. Ardından birbirimize sarılıp, öpmeye devam ederek uzandık bir süre da. Daha sonra aralanan bahçe kapısıyla beraber Sarp ve Nil'in dondurma getirdiklerini bağırıp, bizi çağırmalarıyla yataktan kalkıp yanlarına indik el ele.

🍂

"Su efsaneydi ama çok yandım, o kötü oldu." diyen Sarp burnuna ve yanaklarına sürdüğü yoğurt ile bahçedeki salıncakta sallanırken sık sık yanında telefonu ile oynayan Nil'e kaydırıyordu bakışlarını. "Sana da yoğurt süreyim mi fıstığım?" diye sordu Nil'e.

Eve döndüklerinden beri yüzü asık olan Nil, bir cevap vermek yerine içine sert bir soluk çekmeyi tercih etmişti. Sonra da Sarp'ın yanından kalkıp topuyla oynayan Herkül'ün yanına adımlayıp onu sevmeye başladı onu üzgün gözlerle takip eden Sarp'ı umursamadan.

"Ne oluyor bunlara?" diye sordu durumu yakından takip eden Barış, sandalyemi kendisine çekerek kısık sesle. "Bir şey biliyor musun sen?"

Pek bir şey bildiğim söylenemezdi.

"Hayır, bir şey bilmiyorum." dedim Sarp'ın Nil'i hüzünlü gözlerle izleyen haline üzülerek.

O sırada "Ee ne yiyeceğiz?" diye sordu Burak, babaannemin Cunda'daki arkadaşına gitmeden önce ona verdiği çiçek sulama işlemini bitirerek musluğu kapatırken.

"Leyla'nın canı ne çekiyorsa ondan yiyelim." dedi Rüya da ellerini çırparak oturduğu sandalyeden kalktı ve yanıma gelerek elini karnıma yasladı. "Teyzesinin aşkı bugün ne yemek istiyormuş bakalım?"

Kıkırdayarak başımı iki yana salladım.

"Yok daha o triplere girmedim." dedim ve omuz silktim yavaşça. "Ne yemek isterseniz uyarım ben."

"Ben tok gibiyim." dedi salıncaktan kalkarak masaya yürüyen ve karşıma oturan Sarp. "Öğlen plajda seyyar lahmacuncu vardı, tam üç tane yedim. Çok lezzetliydi. Bol marullu, domatesli, limonlu..."

Öyle iştahlı anlatmıştı ki daha önce hiç yemediğim seyyar lahmacunu merak etmekten geri alamamıştım kendimi.

"Normal lahmacun gibi mi?" diye sordum yutkunarak.

"Lahmacuna hakaret." diyerek ekşiyen yüzüyle araya giren Barış, Sarp'a cevap verme fırsatı tanımamıştı. "İçinde kıyma dışında ne ararsan var. Domatesli lavaş gibi bir şey." dedi tiksinen bir tonla. Başını iki yana salladı ve gözlerini eleştirel bir tavırla belertti. "Pardon hijyensiz domatesli lavaş gibi bir şey."

Dilini damağına yaslayarak şaklatan Sarp, kesinkes bir tavırla kaşlarını yukarı kaldırıp yutkundu.

"Olur mu başkomiserim, Vezneciler'de yediniz mi hiç?" dedi ve iştahla dudaklarını yalayıp iç geçirdi. "Limon da sıkınca dünyanın en lezzetli lahmacununa dönüşür, off bugün yapan dayı da efsaneydi yalnız."

Yutkunarak Barış'a döndüm. "Benim canım ondan çekti." dedim tereddütle.

Barış'ın duyduğu şeyle gerim gerim gerilen yüzü hızla bana çevrildi anında.

"Ne?" diye adeta kükrerken, kati bir tavırla burnunu havaya dikerek reddetti beni. "Hayır! Ne sana ne de bebeğime yedirmem böyle bir şeyi!"

"Leyla." dedi o esnada parmaklarıyla masada ritim tutan Sarp iştahlı bir sesle. Dönüp yüzüne baktığımda da aynı iştahla yutkundu. "Seninle Vezneciler'e gidelim, sokak pilavı da efsane oluyor. Tavuklu ve nohutlu için kurşun atar kurşun yerim! Üstüne de karabiber, minik biber turşuları of nas-"

"Sarp!" dedi dişleri arasından uyarıcı ve neredeyse kızgın bir tonla konuşan Barış. "Hamile olan Leyla, sen değilsin! Kalk git şuradan! Karşımda aşerme krizine girdi herif resmen."

"Ama benim de canım çekti Barış." dedim ismini sitemkar bir tonla uzatarak. "Hem o seyyar lahmacundan hem de pilavdan."

Söylediklerimle Sarp'a ölümcül bakışlar fırlatan Barış, Rüya ve Nil'in kahkaha atmasıyla içine sabır dilenen bir soluk çekip yüzünü bana çevirdi. İfadesi yumuşayıp dudakları belli belirsiz iki yana kıvrılırken de elini uzatıp yanağımı okşadı.

"Güzelim sağlıklı değiller." dedi uzlaşmacı bir tonla alçalttığı sesiyle ve diğer elini de karnıma uzatıp tişörtümün üzerinden tenimi sevdi. "Bebeğimize böyle şeyler yedirmek istemezsin sen de eminim. Hem ben o pilavdan yaparım sana çok basit."

"Cık." dedi Sarp kendinden emin bir tonla kaşlarını havaya dikerek. "Sokak tadı başka oluyor. Kendine has..."

"Lan Sarp!" diye bağıran Barış ile ağzına fermuar çekip sustu Sarp.

Birkaç dakika önceye kadar canım hiçbir şey çekmezken şimdi hamilelik psikolojisinden midir bilmiyordum, canım Sarp'ın anlattığı iki yiyeceği de inanılmaz istemeye başlamıştı.

"Barış, bak Sarp tek parça ve oldukça da sağlıklı." dedim düşen yüzümle ona biraz daha sokulup yutkundum ikna edebilmek için. "İstiyorum, bir şey olmaz."

"Leyla'm ben sana yapa-"

İnadı tutmuştu yine!

Ondan uzaklaşıp hışımla ayağa kalktım ve burnumu sinirle havaya dikerken "Ben kendim alırım!" dedim inatla ve yüzümü Sarp'a çevirdim. "Neredeydi o seyyar lahmacuncu?"

Sarp Barış'ın tehditkar bakışları karşısında bir anlık tereddüte düşse de tek omzunu silkip "Sarımsaklı tarafındaydı." dedi gülerek.

Başımı sallayıp çantamı almak için eve gireceğim sırada "Tamam." dedi Barış yükselttiği teslim olmuş fakat aynı zamanda şikayetçi sesiyle. "Ben alırım." diyerek sandalyesini sinirle geriye itip ayağa fırladı ve çattığı kaşlarıyla işaret parmağını Sarp'a doğrultarak sinirle salladı. "Kız kardeşimi unut!"

Son cümlesi Sarp'ın irkilerek, panikle ayağa kalkmasına neden olurken yüzünü kaplayan yoğurt bloklarına karşın endişeli ifadesi dışarıdan okunabiliyordu.

"Ya ama senin karının canı çekti ben ne yapayım?" dedi ve bana dönerek karnımı işaret etti. "Daha doğmamış sabinin gözleri şaşı mı olsun?"

"O niye lan?" diye sordu olanları göğsünde bağladığı kollarıyla gülerek izleyen Burak da o sırada.

"Gözü kalır da ondan."

Sarp'ın bilmiş bilmiş cevaplaması ile sabrı iyice tükenen Barış, onu görmezden gelerek bana yaklaştı ve ellerimi avuçları arasına alarak alnımı öptü nazikçe.

"Canın başka bir şey daha isterse ara beni güzelim, olur mu?"

Muzip bir gülüşle başımı sallayıp yanağından hızlı bir öpücük aldım. "Teşekkür ederim." dedim sonra da yumuşacık çıkan sesimle.

🍂

Bir lahmacun, bir tabak da tavuklu ve nohutlu pilav yedikten sonra Sarp'a beni bu tatlarla tanıştırdığı için teşekkür etmiştim. Normal lahmacundan çok daha hafifti, kıyma kokusu yoktu ve limonla harika gitmişti. Pilavım da bol köpüklü ayranla aşık etmişti beni kendisine. Barış durumdan memnun kalmasa da onunla giden Burak'ın anlattığına göre lahmacunu adama gözleri önünde yaptırmıştı, pilavcının da tezgahını kontrol etmişti uzun uzun. İçine sinerek eve dönmeleri de bu sebeple birkaç saati bulmuştu tabii ama şu an hepimiz mutluyduk.

Rüya ve Burak, yemekten sonra baş başa gezebilmek için dışarı çıkmışlardı. Nil ve Sarp da bahçede sohbet edip, Deniz'le beraber meyve atıştırıyorlardı.

"Barış." dedim yatak odasında Deniz, ben ve kendisi için minik bir valiz hazırlama girişiminde bulunan Barış'a. "Diğerlerine ayıp olmasın?"

Yalnızca üçümüz için karavan planı yaptığından beni henüz haberdar ettiğinden mutlu olsam da bir yanım çekimserdi.

"Hayır Leyla'm," dedi ve eşyalarımızı doldurduğu bavulun fermuarını çekerek yanıma adımlayıp kollarını belime sardı yavaşça. "Karım ve çocuklarımla karavan tatili yapmak istiyorum biraz da. Diğerleriyle sürekli dip dibe olmak zorunda değiliz."

Dudaklarımı yalayarak kollarımı boynuna doladım. Öyle güzel bakıyordu ki dayanamayıp dudaklarımı dudaklarına bastırdım karşı konulması güç bir güdüyle.

"Çok tatlısın, neden bu kadar tatlısın?" diyerek geri çekilmeden dudaklarını dudaklarına sürttüm hafifçe.
Dudaklarım üzerindeki dudaklarının iki yana kıvrıldığını hissettimse de konuşmadı. Benim de konuşmama fırsat vermeden bu kez dudaklarımı dudakları arasına büyük bir açlıkla esir alan Barış oldu. Baş döndürücü öpücüklerinin ayakta durmamı zorlaştıracağını öngördüğünden sanırım hemen birkaç adım gerisinde kalan yatağa ilerledi dudaklarımızı ayırmadan. Yatağa oturup beni de kucağına çektiğinde ellerimi sırtına kaydırdım. Çıra misali bu kadar kolay tutuşabilmemiz muhakkak içimizdeki aşkın heybetindendi.

"Beni yoldan çıkarıyorsun." diyen Barış'ın ateşli fısıltısı ve gerdanıma kayan nemli dudakları asıl yoldan çıkaranın kendisi olduğunu kanıtlar nitelikteydi. "Bence hızlı bir şekilde yoldan çıkabiliriz?" diyerek elini şortumun düğmesine uzattığında yoldan çıkmaya fazlasıyla istekli olsam da zaman ve mekan pek müsait değildi.

Dudaklarını son kez öperek kalktım kucağından.

"Nil ve Sarp aşağıda." diyerek hissettiğim tutkudan dolayı boğuklaşan sesimi düzeltebilmek için boğazımı temizledim. "Çıkarız diyordun zaten az önce."

Gülerek başını sallayıp dudaklarını dişleriyle ezdi.

"Bak, bu yüzden kalabalık ortamları sevmiyorum. Özgürce sevişemiyoruz." diyerek kaşlarını yukarı dikip içimi gıdıklayan tebessümüyle bana göz kırptı.

Beni yoldan çıkarmaya devam ediyordu.

Tekrar boğazımı temizleyerek gözlerini ondan uzaklaştım. İrademin kül olmasına az kalmıştı çünkü.

"Hadi çıkalım o za-"

Aşağıdan Nil'in yeter diye bağırmasıyla yarıda kesildi cümlem. Barış ile aynı anda çatılan kaşlarımızla hareketlenip merdivenlere koştuk hemen. Deniz dışarıdaki gürültüden habersiz Herkül ile giriş kattaki minik odada oyun oynuyordu. Barış, yükselen sesleri duymaması için kapısını çekip elimi tutarak bahçeye çıkardı ikimizi de.

"Boğuyorsun beni! Neyini anlamak istemiyorsun?" diyerek ellerini hırsla saçlarından geçirerek bahçede attığı öfkeli voltayı kesip onu izleyen Sarp'a döndü Nil. "Ben başta tanıdığım o içten ve rahat adamı istiyorum. Sense sürekli evlenmek derdindesin!"

"Nil, kötü bir niyetim yoktu. Biliyorsun." dedi Sarp, Nil'i kaybetmekten korkan titrek ve telaşlı sesiyle. "Özür dilerim."

Dolan gözlerini yere indirdi Nil ve başını iki yana sallayarak. "Bitirmek istiyorum ben." dedi güçlükle.

Söylediği cümle benim mideme dahi sert bir yumruk gibi inerken, içinin nasıl hassas olduğunu bildiğim Sarp'a kaydırdım gözlerimi. Algılamaya çalıştığı için kısılan kahverengi gözleriyle dumura uğramıştı. Elleri titriyordu.

"Ne-neden?" diye sordu sesini kaplayan ve boğazımı düğüm düğüm eden hüzünlü sesiyle.

Ağlamamak için çenesini sıkan Nil başını yerden kaldırmadan yutkundu.

"Sarp ben aşık olduğum adamla gezmek, eğlenmek ve hayatı gerçek anlamda yaşamak istiyorum. Ama senin hiç dinmeyen gelecek kaygın, bir an önce evlenmek istemen ve paranı o evliliğe dair saçma sapan taşınmazlara harcamak istemen beni boğuyor." diyerek dudaklarını dişledi fakat yanaklarıma dökülen yaşları fark edebiliyordum. "Yurt dışına çıkalım diyorum, sense kur çok fazla evlilik için biriktirdiğim paranın önemli kısmı oraya gider diyorsun. Ben öderim diyorum onu da kabul etmiyorsun. Tek derdin evlilik için ev, eşya ve altın satın almak! İstemiyorum! Ev, eşya, altın umurumda değil. Hayallerime ve sevdiğim adama ulaşamıyorum! Beklentilerimiz aynı değil seninle."

"Ha-hayır..." dedi Sarp başını iki yana sallayarak. "B-ben senin için en iyisini istediğim için para biriktirmek istiyordum yoksa ned-"

"Hala daha senin için diyorsun Sarp! Ya benim umurumda olan şeyi neden inatla anlamak istemiyorsun? Ben seni tanıdığım ilk halini istiyorum. Eğlenip, konuşabildiğim adamı!" diye bağıran Nil ateş saçan gözlerini Sarp'a dikmişti. "Yeter! Bitti, yol yakınken bitmesi ikimiz için de en iyisi." Yanaklarına süzülen yaşları ellerinin tersiyle silerek abisine çevirdi gözlerini. "Abi ben dönüyorum. Sonra konuşuruz."

Olanları tıpkı benim gibi çatılan kaşlarıyla üzüntüyle izleyen Barış, Nil'e bir tepki veremedi yalnızca kardeşinin eşyalarını toplamak için eve doğru adımlayışımı izledi sessizce.

Lakin o esnada, "Beni bırakma, terk etme diye böyleyim ben!" diye gözlerindeki yaşlarla bağıran Sarp'ın sesi, Nil'in adımlarını olduğu yere çivilerken Sarp yumruk yaptığı elini ard arda göğsüne indirerek hıçkırdı acıyla. "Allah kahretsin Nil, annem bile para için beni terk etmişken senin de bu yüzden terk etmeyeceğini bilemezdim!"

Duyduklarım boğazımdaki düğümü koca bir yumruya çevirirken gözlerim yaşlarla dolmuştu anında. Zihnim duyduğum şeyi reddetmek için çabalıyor, göğsüm parçalanıyordu.

"Ne?" diye sordu Nil fısıltı kadar alçak bir tonla bedenini hafifçe Sarp'a çevirerek.

"Babam beş parasız herifin tekiydi! Annem de anneliğinin önüne geçecek kadar paragöz bir kadın! 8 yaşımdayken, beni ve babamı paralı bir adama tercih ederek evden kaçtı..." dedi gözlerindeki yaşlar iri damlalar halinde yanaklarına boşalan Sarp, titreyen ellerini iki yanında yumruk yapıp sıkarak. Acıdan tarazlanan sesi, aldığı hızlı soluklar nasıl bir cenderede kaldığının kanıtıydı. Ona koşup sarılmamak için zor tutuyordum kendimi. "Sonra babam da babaannemle dedeme bıraktı beni ve başka biriyle evlendi. Yeni karısı beni istemediği için de ben babamın yüzünü yalnızca 4 kez gördüm 8 yaşımdan beri... Her şeyimiz tastamam olsun, sen de gitme diye kendimce önlem almaya çalışıyordum!"

Nil'in hıçkırığı, Sarp'ın kırık kalbinin çatlak duvarlarından sızarken ikisi de şiddetle ağlamaya başlamışlardı şimdi.

"Babaannem de dedem de yaşlı insanlardı, karnımı doyurup cebime birkaç lira para koyarak beni büyüteceklerini zannettiler. Yaşlılardı enerjilerini elbette sevgi gösterileriyle harcayamazlardı... Ama sevgiyi hak etmediğim düşüncesiyle büyümeme engel olmadı bu. Hiç arkadaşım, dostum da olmadı mesela benim." dedi bir çocuk gibi omuzları sarsıla sarsıla ağlarken. "Annesiyle babasının terk ettiği bir çocuğa kim değer verip, sevsin ve arkadaş olsundu ki? Sınıfın sessiz ve en arkada oturan hayalet çocuğu oldum ben de."

Boğazımı yakan o koca yumru ile sessizce hıçkırarak ağlamaya başladım. Daima gülümseyen ve hayatı alaya alan o şirin yüzünün ardında nasıl büyük bir yıkım saklanıyormuş meğerse... Ağladığımı fark eden Barış kolunu omzuma sarıp bana sarılırken, onun gece siyahı gözlerinin de yaşlarla parladığını görebiliyordum. Yine de dudaklarını şakağıma bastırıp gözyaşlarımı sildi parmak uçlarıyla. Ancak gözlerim az ilerimizdeki bitkin ve çökük omuzlarıyla dikilen Sarp'ı bulunca yeniden burkuldu yüreğim. Bu kez sessizce döküldü yanaklarıma yaşlar...

"Sarp..." dedi Nil, artık pişman ve dermansız çıkan kısık sesiyle.

Fakat Sarp devam etmesine müsaade etmedi. "Para kazanırsam değer göreceğimi, terk edilmeyeceğimi ve kendime ait bir yuvam olursa da mutluluğu yakalayacağımı düşündüm hep." dedi kendisini açıklama gayretiyle ve boğazındaki düğüme rağmen yutkundu acıdan kasılan yüzüyle. Ardından gülümsemeye çalıştı kollarını iki yana açarak. "Ha bir de neşeli olursam, diğerlerinin beni görmesini engelleyebileceğimi öğrendim büyüdükçe. Yani gerçek beni... Gamlı, bedbaht Sarp'ı..."

Ağlayarak minik adımlarla ona yaklaşan Nil'den ayırmadığı kızaran gözlerini kısarak yavaşça omuz silkti.

"Seni seviyorum Nil." dedi teslimiyetçi bir edayla. "Tek derdim sevileceğim ve terk edilmeyeceğim o yuvaya kavuşmaktı... Annemle babam gibi olmayalım istedim. Seni bu kadar bunalttığımı bilseydim eğer ben böy-"

Nil'in hızlanan adımlarıyla ona koşup sarılması Sarp'ın devam etmesine mani olurken, birbirlerine sımsıkı sarıldılar. Sarp, Nil'in boynuna gömdüğü yüzüyle omuzları sarsıla sarsıla ağladı masum ve sevgiye aç bir çocuk gibi. Nil de saçlarını ve sırtını okşayarak onunla beraber ağladı içini çeke çeke...

"Neden anlatmadın bana bunları, neden seni anlamama yardımcı olmadın hiç?" diye sordu Nil, bir süre sonra ağlamaktan kesik kesik konuşarak. "Sarp, ben sadece maddiyata benden daha fazla önem verdiğini düşündüğüm için bitirmek istedim. Yoksa... Yoksa sana çok aşığım."

Duydukları Sarp'ın yaralı yüreğine deva olmuş, geri çekilerek Nil'e sanki az önce ağlayan kendisi değilmiş gibi mutluluktan parıldayan gözleriyle bakmaya başlamıştı.

"Beni seviyorsun yani değil mi?" diye sordu hala yaşlarla parlayan gözlerine rağmen genişçe sırıtarak.

Gözyaşları yanaklarını yıkamaya devam eden Nil kahkaha attı. Sonra da "Elbette seviyorum şapşal!" diye haykırarak Sarp'ın yüzünü avuçlayıp dudaklarına yapıştı. Sarp'ı sahici sevgisiyle usul usul öptü...

Göğsümü dağlayan hisler buharlaşırken, Barış'ın kolları arasında tıpkı onlar gibi gülümseyerek ağlıyordum şimdi.

"Kız." dedi Sarp Nil'i kibarca kendinden uzaklaştırıp bizi göstererek boğazını temizledi. "Aşkım abinin yanında şey etmeseydin."

Bu söylediği Barış'a, bana ve Nil'e kahkaha attırırken nasıl bu kadar masum ve tatlı kalabildiğine akıl sır erdiremiyordum. Tanıdığım en temiz insandı.

Gülmeyi keserek "Gel lan buraya." dedi Barış Sarp'a tok bir sesle. Daha sonra da benden uzaklaşıp bize doğru adımlayan Sarp'ı belinin iki yanına yasladığı elleriyle izledi.

"Başkomiserim ben şey etmek istemiştim."

Sarp'ın ufak adımlarıyla ona gelmesinin uzun süreceğini anlayan Barış, ellerini iki yanına indirerek süratle ona doğru yürüdü. Karşı karşıya kaldıklarında da işaret parmağını Sarp'ın yüzüne dikti havalanan kaşlarıyla.

"Bir daha." dedi ikaz edici bir tonla. "Bir daha bana iş dışında başkomiserim dersen bozuşuruz." diyerek Sarp'ı omuzlarından kavrayıp içtenlikle sımsıkı sarıldı ona. "Abinim ben senin, tamam mı aslan kardeşim?"

Barış'ın söylediği şey Sarp'ın ağlamamak için dudaklarını dişleyip başını sallamasına ve Barış'a daha sıkı sarılmasına neden olmuştu. Gözlerimden dökülen ve bir süre dinmeyeceğe benzeyen yaşlarla onlara doğru ilerleyip her ikisine de sarıldım sıcacık olan kalbimle. Daha sonra Nil de dayanamayıp yanımıza gelerek üçümüze sarıldı. Bu akşamdan sonra Sarp'ın bize açık yüreklilikle açtığı yaralarını, hep beraber saracağımızdan emindim.

🍂

7 Ay Sonra, Antakya

Kavuşmamıza 3 hafta kalan kızım, duygularımızı hissettiğinden midir tıpkı bizim gibi heyecanlı ve kıpır kıpırdı karnımda. Zira öylesine hareketliydi ki geceleri kirpik kırpmıyordum. Hareketleri durulduğunda da sağa sola dönüyor, uyumaya çalışıyordum lakin sırt üstü yatmaktan sıkıldığım için uyuyamıyordum bu kez de. Bazı geceler ben uyumadığım için benimle beraber uyumayan Barış'ın uyuyabilmesi için uyumuş numarası yapıyordum. Fakat en ufak doğrulma girişiminde tekrar uyanıyor, endişeyle ayağa dikiliyordu. Sabah erken kalkıp işe gitme pahasına benimle oturuyor, karnımı ve saçlarımı okşuyor, şiir veya kitap okuyordu bana...

Şimdiyse Antakya'daydık. Sarp, babaannesi ve dedesi ile Nil'i istemeye gelecekti yarın. Ayvalık'taki o geceden sonra ilişkileri rayına oturmuş, birbirlerini dinlemeye ve anlamaya başlamışlardı. Bu yaz sonunda da evlenme kararı almışlardı üstelik.

"Leyla'm uyuyamıyor musun güzelim?" diye soran Barış'ın sesiyle tavanı izleyen gözlerimi ona çevirdim.

Dikkatle beni inceliyordu.

"Hiç kıpırdamadım, ses de yapmadım. Nasıl uyandın?" diye sordum üzüntüyle.

Gülümsedi. Önce yatakta doğrulup gece lambasını yaktı artından da sırtını yatak başlığına yaslayarak, yüzünden silmediği tatlı tebessümüyle benim de doğrulmam için yardımcı oldu.

"Tüm yük sende zaten, ben uyumamışım çok mu?" dedi ruhumu okşayan güzel sesiyle ve kolunu omzuma dolayarak göğsüne çekti beni. "Anneliğin nasıl kutsal bir şey olduğuna bu denli yakından şahit olunca, babalığın aslında ne kadar zahmetsiz olduğunu anladım. İzin ver de en azından uykusuzluğunu paylaşayım seninle ahu gözlüm."

Kolumu karnına sarıp sıkı sıkı sarıldım ona. Kokusunu içime çektim ve onunla olduğum için şükrettim yaradana. O da saçlarımı öperek artık koca bir basketbol topu gibi olan karnımı okşadı sevgi dolu dokunuşlarla.

"Sana çok pis aşığım." dedim ağlamaklı ama aynı zamanda mutlu da çıkan bir tonla mırıldanarak.

Ufak bir kahkaha atıp gülüşünün etkisiyle göğsünde hafifçe sallanan başıma bastırdı dudaklarını. Uzun uzun öptü kokumu derin derin içine çekerek.

"Sen Sarp'la fazla takıldın sanırım. Gerçi Rüya'nın lügatı da bu tarz." diyerek gülmeye devam ederken karnımı sevmeye ve saçlarımı da öpmeye devam ediyordu minik buselerle.

Haklı olabilirdi. Kıkır kıkır gülüp biraz daha sokuldum kolları arasına.

"Ben de sana çok pis aşığım karıcığım." dedi benim için eşsiz olan ve derinden gelen o güzel sesiyle.

Sarhoş edici kokusunu içime çekerek "Yarın büyük gün, Sarp heyecandan uyuyamıyordur kesin." dedim onu düşünmek beni biraz daha gülümsetmişti.

Barış parmak uçlarını kolumda gezdirmeye başlarken "Rüya ve Burak gibi pat diye kıysaydılar işte nikahı." dedi gülerek.

Gözlerimi belertip başımı iki yana salladım.

"Sabahın köründe arayıp biz evleniyoruz deyip, nikah salonunun adresini atmışlardı. Nasıl apar topar gittiğimizi hatırlamıyor musun?" dedim o eylül gününü hatırlayarak iç geçirirken sırıtıyordum artık. "Ahmet amcanın da yüreğine inecekti. Rüya düğün istemiyorum, ona harcayacağımız parayla dünya turu yaparız demiş adamcağızı iyice çıldırtmıştı."

"Bence çok iyi oldu, Ahu'ma birkaç ay sonra arkadaş gelecek."

Beni en mutlu eden kısım da buydu zaten. Rüya dört aylık hamileydi ve adını Beste koymak istediği bir kızı olacaktı. Tıpkı bizim gibi Ahu ve Beste de asla ayrılmayacaklardı eminim...

"Çok heyecanlıyım." dedim ve hevesle yutkundum. "Hem tekrar anne, hem de ilk kez teyze olacağım."

Sağ omzumun başını öperek "Aman çok heyecanlanma. Fazla heyecanın kandaki oksijen miktarını değiştirdiğini söylemişti doktor." dedi ve yanındaki komodinin üzerinde duran beraber okuduğumuz kitaba uzandı. "Gel ben sana kitap okuyayım güzelim."

Başımı sallayıp eline aldığı kitaba indirdim bakışlarımı. Okuduğumuz kitapların satırlarını hem onun sesinden dinlemeye hem de aynı satırları gözlerimle takip etmeye bayılıyordum.

"İsminden pek hoşlanmamıştım ama okudukça güzelleşiyor değil mi?" dedi Barış boğazını temizleyip okumaya başlamadan hemen önce.

Barış Bıçakçı'dan, Bizim Büyük Çaresizliğimiz'i okuyorduk. Mektup tarzı, akıcı, sade ve oldukça derin bir kitaptı.

"Evet, her kelimesini sindirmek istiyorum. Daha sonra bu yazarın diğer kitaplarını da okuyalım." dedim gülümseyerek.

"Olur Leyla'm."

Yanağından öpüp başımı tekrar göğsüne yasladım. O da kitapta kaldığımız yerden okumaya devam etti.

"Kızın sesi detoneydi, yanlış notalar basıyordu... Ama bu bir aşk şarkısıydı, mutlulukla mutsuzluğu aynı tepside sunuyordu."

Dudaklarım, okuduğu satırlarla paralel olarak tembelce iki yana kıvrıldı. Aşkın tezat duyguları aynı potada erittiğini düşünmüştüm ben de Barış'a aşık olduğum ilk andan beri. Ama artık bizim tepsimiz mutlu hislerle tıka basa doluydu.

🍂

"Anne hava karardı." dedi şikayetçi bir homurdanmayla Yusuf, sonra da salondaki koca masanın üzerinde duran yiyeceklere iştahla göz attı. "Bunlar gelene kadar açlıktan ölürüm, ben azıcık yesem mi?"

"Oğlum Leyla yerken kızın yemeğine ortak olup yedin ya 1 saat önce." dedi Berrin hala ve giydiği lacivert döpiyes takımın ceketini düzelterek kaş göz etti Yusuf'a. "Git mutfaktan ye ne yiyeceksen."

Sabahtan beri süren koşuşturmaca ancak bitmiş, herkes salonda toplanmıştı şimdi. Nil giydiği düşük yaka, bedenini saran bej rengi elbisesi, şeftali tonlarındaki abartısız makyajı ve omuzlarına dökülen düz siyah saçları ile göz dolduruyordu.

"Babaam al." diyerek elindeki mandalinadan bir dilim kucağında oturduğu Barış'a uzattı o sırada Deniz. Barış mandalinasını iştahla kabul ettiğinde ve avuç içini öptüğünde de oğlumun gülen gözleri hemen yanlarında oturan bana çevrildi. "Annem al." dedi minik elleriyle ayırdığı yeni mandalina dilimini bana uzatarak. Uzanıp mandalina dilimini alarak ağzıma attım sonra da Barış gibi avcunu öptüm. Kıkırdadı ve yeni bir mandalina dilimi daha ayırdı eliyle. Onu da orada kardeşinin olduğunu bildiği şişkin karnıma uzattı. "Kaydeşim al." dedi parlayan siyah gözleri gülüşünün etkisiyle kısılırken.

Özellikle son söylediği cümle salondaki herkesi şen kahkahalara boğarken, Berrin hala "Ay ben dayanamayacağım ısıracağım bunu." diyerek ayaklanmış ve Deniz'i Barış'ın kucağından alarak yüzünü ve ellerini öpücük yağmuruna tutmuştu oğlumun yüzünü.

"Bize de bırak yahu." diyen Erdal baba da yanlarına adılamaya başlamıştı o sırada.

Deniz ise Berrin halaya da mandalina uzatmış ve Berrin halanın fazla kilolarının toplandığı karnını işaret ederek, "Kaydeş?" diye sormuştu.

Gülmemek için yanaklarımı dişlesem de yanımdaki Barış'ın kahkaha atmasıyla dayanamayıp gülmeye başlamıştım.

"Yok dedem, kilo o." diyerek Deniz'i kucağına alan Erdal baba, Deniz'in uzattığı mandalina diliminden nasibini alırken hemen ardından mandalinayı takip eden minik avuç içine bastırmıştı dudaklarını.

Deniz'i gülümseyerek izleyen Damla'nın da o anda "Anne ben de kardeş istiyorum, Deniz'ler gidince kardeşsiz kalıyorum. İstiyorum işte, istiyorum." diye ağlamaklı bir sesle yakınması, masayı kollayan Yusuf'a kahkaha attırmıştı.

"Yenge, kaç aydır Mehmet'i bekliyoruz." dedi Senem ablaya ve yanında oturan Kadir abiye muzip gözlerle bakarak. "Çayının kurabiyesi olur o da."

Senem abla duyduklarıyla kızarıp bozarırken, Kadir abi yanındaki kırlenti Yusuf'a fırlattı hemen.

"Mikserlik yapma otur oturduğun yerde!"

*

"Senden güzel değiller ama." diyerek Nil'e uzattığı çiçekleri Nil'in çoktan almış olmasına rağmen gözlerini ondan ayıramayan Sarp'ı omzundan dürttü Barış.

"Sarp kımılda da babaannenle dedeni de karşılayabilelim." diye ikaz etti onu.

Nil'in yüzünde hipnoz olmuş bakışları güçlükle yere inerken başını sallayıp içeri girdi ve sırayla hepimize sarıldı. Emel annenin, Erdal amcanın, Berrin halanın ve Gülden anneannenin elini öptü.

"Kusura bakmayın, geç kaldık." diyen babaannesi de Sarp'ın ardından hepimizle tokalaşırken sevimli yüzü oldukça güleçti.

Etrafı boş gözlerle inceleyen dedesi ise omuz silkerek "Niye bu kadar gösterişli ve büyük bir evde yaşıyorsunuz? Hava atmayı seven zenginlerden misiniz?" diye sormuştu.

Sorusu Sarp'ı ve babaannesini utandırırken, Erdal amca "Babamların kardeş sayısı fazlaymış. Dedem de hepsi aileleriyle aynı evde yaşasınlar diye bu kadar büyük inşa ettirmiş. Ama kala kala bize kaldı." diye yanıtladı yaşlı adamı anlayışla.

"Şey, dedem frontotemporal demans hastası." dedi Sarp utana sıkıla. "Kişiliğini etkiledi, dürtüsel davranıyor ve aklına gelen her şeyi pat diye soruyor. Kusura bakmayın lütfen."

"Ne kusuru Sarp?" diyerek sevecen bir yaklaşımla masayı işaret etti Emel teyze. "Buyurun lütfen." dedi sonra da.

Herkes yavaş yavaş masaya geçerken yaşlı adam gözüne Barış'la beni kestirmiş ve yanımıza doğru yürümüştü. Gözlerini kısarak beyazlamış kaşlarını çatıp Barış'ın kucağındaki Deniz'e baktı. Sonra da Barış'a ve bana.

"Tıpatıp aynını yapmayı nasıl becerdin oğlum?" diye sordu düşünceli bir tonla bakışları tekrar Barış'a çevrilirken.

Bu beklenmedik soruyla şaşırsa da güldü Barış. "Gel amcam, yemekler soğumadan sen de otur masaya." dedi.

Yaşlı adamın sorgulayan gözleri bu kez de karnımı bulurken elini ensesine atıp hafifçe sıvazladı. "Bari bu seferki kızcağıza benzesin." dedi ve alt dudağı merakla aşağı sarkarken "Cinselliğiniz devam ediyor mu? Biz gençken hanım sokmuyordu beni yatağa son aylarda. Başka çiftlerde nasıl olduğunu hep merak etmişimdir."

Fal taşı gibi açılan gözlerimle başımı yere eğdim hemen. Isınan yanaklarımla diğerlerinin çoktan masaya oturmuş olmasına şükrettim.

Zaten Barış da hemen amcanın koluna girmiş, "Gel amcam çorba servisi başladı." demişti.

Masaya oturduğumuzda neyse ki dikkati yemeklere kaymış, beğenmediği yemekleri de beğenmeme sebebiyle beraber uzun uzun açıklamıştı onu dürten eşi ve torununa rağmen.

Yemek faslının ardından Sarp'ı asıl heyecanlandıran kısma geçilmişti hemen. Nihayet aylardır beklediği kız isteme töreni gerçekleşiyordu şimdi.

"Hadi başlayayım işte." dedi dedesi oturduğu koltukta huzursuzca kıpırdanıp kravatını gevşetti. "Bu meret de boğdu beni."

"Dur dede, Nil kahveleri dağıtıyor." dedi kahveleri dağıtan Nil'i ışıl ışıl bakan aşık gözleri ve tatlı heyecanıyla takip eden Sarp.

Yaşlı adam kendi kendine homurdanarak Nil'in kendisine uzattığu tepsiden kahvesini aldıktan sonra sıra Sarp'a gelmişti.

"Sol köşedekini al." dedi Nil, Sarp'a cilveli bir gülüşle çaktırmadan göz kırparak.

"Alayım Huri'm." dedi şapşal şapşal sırıtan Sarp da.

Onları izleyen Barış "Tuzlu kahve yapmadı mı Nil?" diye sordu kulağıma eğilirken, kucağındaki Deniz'in sırtını sıvazlayarak. "İçsin işi ne?"

Kıkırdayarak omuz silktim. Ağırlaştığım için mutfağa gitmeye üşenmiştim kahveler yapılırken, orada neler döndüğünü de bilmiyordum.

"Al abi." dedi o sırada bize yaklaşan Nil, kalan son kahve fincanını Barış'a uzatarak sırıttı parlayan gözleriyle.

Kardeşinin uzattığı kahveyi alıp Deniz'i oturtmadığı dizine koyarak bana doğru kaydı Nil'in yanına oturabilmesi için.

"Tamam kahve işi de bittiğine göre ben vazifeme girişiyorum." dedi o sırada sesi oldukça sabırsız çıkan Sarp'ın dedesi ve kahvesinden birkaç yudum alıp boğazını temizleyerek gözlerini Erdal babaya çevirdi. "Sebebi ziyaretimiz belli. Yalan yok, bizim oğlan ilk görüşte sizin kıza vurulmuş. Aylardır nasıl aşık olduğunu dinliyoruz artık, sizin kızı almamız lazım." diyerek güldü.

Yanında oturan Sarp da dedesinin dediklerini onaylarcasına aşık aşık sırıtarak başını salladı, yavru bir kedi gibi Erdal babaya bakarak.

"Bu ne ya?" diye fısıldadı o sırada kahvesinden aldığı yudumla yüzünü buruşturan Barış, yalnızca Nil'in ve benim duyabileceğim kadar kısık çıkan sesiyle. "Nil, kahveleri mi karıştırdın sen? Tuzlu bu!"

Muzip gözlerle kıkırdayarak omuz silkti Nil. "Hayır, Leyla'yı bedavaya kapattın resmen. Gecikmeli de olsa tuzlu kahveni iç istedim. Maksat adetler yerini bulsun abiciğim?" diyerek bana göz kırptı.

Bu beklenmedik sürpriz beni birkaç saniyeliğine şoke etse de başımı iki yana salladım.

"Ya içmesin, midesine dokunur." diyerek Barış'ın elindeki fincana uzandım ama Nil, elime hafifçe vurarak mani oldu almama.

"Sus kız, içsin." dedi ve başıyla masum masum konuşulanları takip eden Sarp'ı işaret etti. "Bak benim sevgi pıtırcığım nasıl içecek şimdi."

Gülen gözleriyle bizi izleyen Barış da tuzlu kahvesini başına dikerek kravatıyla oynayan Deniz'in başını öptü ve elini dizime yaslayarak okşarken "Senin için bin fincan içerim Leyla'm." dedi içtenlikle gülümseyerek.

"Şşt dikkatimi toplayamıyorum sol taraf." dedi o sırada Sarp'ın dedesi homurdanarak bize doğru.

Üçümüzde gülerek susup onlara döndük hemen. İstediği sessizliğe ulaşınca da devam etti dede.

"Allah'ın emri peygamberin kavliyle kızınızı," durup Sarp'a döndü. "Kızın adı neydi oğlum?" diye sordu, demansın etkisiyle unutmuş olmalıydı. Sabırsızca "Nil, dede Nil." diyen Sarp ile tekrar Erdal amcaya kaydırdı gözlerini. "Hah, kızınız Nil'i oğlumuz Sarp'a istiyoruz."

Erdal amca yüzündeki sıcak tebessümle önce Emel anneye döndü, sonra da ona güvenle bakan Nil'e.

Gözleri tekrar dedeye çevrilirken "Tatlı formaliteler bunlar, gençler sevgiyle anlaşmışlar. Bize de onları desteklemek düşer." dedi kendinden emin çıkan sevecen sesiyle.

Erdal amcanın vereceği yanıtı dudaklarını kemirerek bekleyen Sarp, duyduklarının hemen ardından elindeki kahve fincanıyla "Allaaaah!" diyerek ayağa fırladı ve coşkuyla tuzlu kahvesini başına dikip sehpanın üzerine bırakarak Erdal amcaya koşup elini öptü sevinçle. "Teşekkür ederim babacım."

"Niye bu kadar abartılı sevindi bu adam?" diye sordu yüzündeki sorgulayıcı tebessümle Nil'e dönen Barış. "Babamın onaylayacağını bilmiyor muydu?"

Omuz silkerek kıkırdayan Nil, babasının kravatı ile oynamaya devam eden Deniz'in başından öperek kıkırdadı ve "Sarp işte." dedi omuz silkti. Ardından da "Eh, ben de yeni babaannemle dedemin ellerini öpeyim bari." diyerek yanımızdan kalkıp Sarp'ın yanına adımladı yüzündeki mutlu tebessümü silmeden.

"Canım Sarp, nasıl mutlu." dedim hoşnut bir fısıltıyla ve başımı Barış'ın omzuna yatırarak iç çektim mutlulukla. "Onun da tıpkı benim gibi böyle güzel bir aileye dahil olması içimi sıcacık ediyor."

Yutkunarak saçlarımı öptü Barış.

"Kalbimin içi Leyla'm." diyerek alnımdan da öperken sesi şükredercesine çıkıyordu.

Güzel sesi ve tatlı dokunuşlarıyla gülerek ona biraz daha sokulmaya hazırlanıyordum ki, Sarp'ın dedesinin bu tarafa baktığını fark ederek toparlandım. Barış'tan uzaklaşıp yüzümü kucağındaki oğlumuza çevirdim hızla.

"Ne oldu Leyla'm?" diye sordu, birdenbire ondan uzaklaşmamı garipseyen Barış.

Kaş göz işareti yaparak boğazımı temizlerken Sarp'ın dedesini işaret ettim.

"Dede bu tarafa bakıyor, garip sorulara maruz kalmamak için pek yakın durmamalıyız bence." dedim ağzımın içinden mırıldanarak.

Söylediğim şeye kahkaha atan Barış, o sırada Deniz'in yanağını okşamasıyla oğlumuzu kucaklayıp hafifçe havaya atarak minik burnunu öptü. Deniz de babasının yanaklarını öpüp kollarını boynuna dolayarak neşeli kıkırtılarla sımsıkı sarıldı ona. Aralarındaki bu güçlü ve sarsılmaz bağa tıpkı Barış'a aşık olduğum gibi aşıktım.

🍂

2 Hafta Sonra, İstanbul

Son bir haftadır yoklayıcı sancılarımın artmasıyla işten sonra hastaneye gidip, doktoruma muayene olmuştum. Bebeğimin sabırsız olduğunu ve sancılarım sıklaşırsa doğuma alacağını, gün boyu kendimi izlememi söylemişti. Eve döndüğümdeyse dinmişti ara ara yoklayan sancılar. Şimdiyse Barış ile Deniz'i uyutmuş, mutfakta her gece olduğu gibi benim için süt ısıtmasını izliyordum oturduğum sandalyeden.

Bardağa dikkatlice doldurduğu sütün içine birazcık bal katarak, dilimlediği muzlarla beraber tepsiye koyup masaya koydu. Sonra da dizleri üzerine çökerek başını dizlerime yaslayıp karnımı okşadı huzurla.

"Babam, seninle tanışmak için öyle sabırsızım ki seni kucağıma almayı iple çekiyorum." dedi daha doğmadan babasının sevgisini hissettiğini düşündüğüm Ahu'muza. Aslında histen de öte gerçekti. Barış karnımı okşayarak onunla ne zaman konuşsa kızımız her zamankinden daha fazla hareketleniyordu. Dudaklarıma yayılan tebessümle saçlarını okşadım parmak uçlarımla. Saçlarına temasımla güzel bakışlarını yüzüme tırmandırdı usulca. "İyisin değil mi Leyla'm?" diye sordu elimi elleri arasına alarak öperken.

"İyi-"

Kelimemi tamamlayamadan kasıklarıma saplanan ve sabahkilerden çok daha güçlü olan sancıyla yüzümü buruşturdum.

"Leyla?" dedi hemen ayağa kalkan Barış ellerimi bırakmadan endişeyle. "Leyla'm canın mı yanıyor?"

Göğsü hızla inip kalkarken ona cevap veremeyecek hatta nefes aldırmayacak kadar kuvvetliydi sancım. 20 saniye kadar süren sancı durduğunda yutkunarak Barış'ın ellerine tutundum.

"Barış sanırım Ahu bu gece gelecek." dedim soluk soluğa.

Beti benzi attı ama yine de masanın üzerinde duran peçetelerden alarak anında yüzümü kaplayan ter tabakasını sildi.

"Tamam, seni daha da panikletmemem için sakin kalmam gerekiyor. Sana yardımcı olabilmemin ilk şartı buydu. Kitaplarda öyle yazıyordu." dedi telaştan dalgalanan sesiyle hızlı hızlı konuşup ellerimi ve alnımı öptü bastırmaya çalıştığı heyecanıyla. "Tamam Leyla'm, ben şimdi hazırladığımız çantamızı da alıp hastaneyi arayacağım. Sonra da seninle gideceğiz. Hadi güzelim, doktorun söylediği gibi düzenli nefes alıp ver sen."

Başımı sallayıp onun mutfaktan çıkıp koşar adımlarla yatak odasına geçişini izledim. O kuvvetli sancı birkaç dakika içinde tekrar benimleydi şimdi. Öylesine kuvvetliydi ki Yasemin teyzenin yanımıza gelip söylediklerini, Barış'ın bana vermeye çalıştığı telkinleri duymuyordum bile. Evden çıkıp hastaneye gidişimiz bile zihnimde yer edinmemişti.

Hastanede doktorun derhal doğuma alacağını söylediğini ve eli tek bir an için dahi elimden ayrılmayan Barış'ın da "Canı yanmasın, mümkün olduğunca canını yakmayın." diye yinelediğini duyuyordum.

Benim rahat hissetmem için kendisini tuttuğunu alnında biriken boncuk boncuk ter tabakasından belliydi. Benim ve bebeğimiz için endişeleniyordu muhtemelen.

"Barış," dedim hissettiğim acıdan dolayı gözyaşlarım yanaklarıma bir bir dökülürken. "Bak bu şekilde olmam normal tamam mı? Telaş yapma."

Yalandan bir gülüşle başını iki yana salladı. "Yok Leyla'm, ben iyiyim ki. Beni düşünme sen." dese de sesindeki titremeyi saklayamamıştı.

Beni doğuma hazırlayan hemşire, "Eşiniz girecek mi doğuma?" diye sorduğunda, başını kararlılıkla salladı Barış. "Elbette." dedi sonra da.

Dediğini yaptı da doğuma benimle beraber girdi. Elimi bir an için bile bırakmadan alnımı ve yüzümü sildi, öptü sabırla. Attığım çığlıklarla gözlerini yumdu, dişlerini sıktı, kıpkırmızı kesilen yüzü sırılsıklam oldu ama yine de saçlarımı okşayıp öpmeye devam etti. Doktoruma ve hemşirelere sık sık "Canı çok yanmasın." demeyi de ihmal etmedi hissettiği duygu karmaşasından boğuklaşan sesiyle.

Sonunda Ahu'nun bedenimden ayrıldığını hissettiğimde hıçkırarak ağladım. Attığım tüm çığlıklar bebeğimizin ağlama sesine karışarak kayboldu. Barış'ın da tam o anda tıpkı benim gibi kendini bıraktığını ve hem gülüm hem de ağlayarak alnımı öptüğünü, daha sonra da kızımıza koştuğunu izledim yaşlı gözlerimle. Onu yeşil bir örtü arasında kucağına alışını, mutluluktan konuşamadığını, donakaldığını, sonra da bir mucizeyi kucağında tuttuğunun farkına vararak hayran hayran güldüğünü ve dikkatli adımlarla kucağındaki kızımız ile yanıma gelişini izlemek paha biçilemezdi.

"Ahu'm hoş geldin babam." diyerek parmak uçlarıyla kızımızın bir çubuk krakerden hallice parmaklarına dokundu ve nefesini tutarak ıslak gözlerini bana çevirdi yavaşça.

Kızımızı kucağıma almak için sabırsızlandığımı görünce de Ahu'yu kucağıma bıraktı dikkatle ancak elini kızımızın sırtından çekmedi.

Bir portakal kadar olan minik yüzünü görünce yeniden hıçkırdım. Deniz'i kucağıma aldığım anda yaşadığım yalnızlık hissine, Ahu'yu kucağıma aldığımdaki tamamlanmışlık hissine birlikte ağladım. Fakat birkaç saniye içinde gözyaşlarım yalnızca mutluluğa evrildi. Güçlü, gerçek ve uçsuz bucaksız mutluluk hissinin dışavurumuydu şimdi gözyaşlarım...

🍂

2 Ay Sonra

"Babaaam, kaydeşim uyudu." diye fısıldayan Deniz, sıcak gülüşüyle gözlerini Ahu'nun parmaklarını doladığı işaret parmağından ayırmıyordu.

"Uyudu babam." dedi tıpkı Deniz gibi yatakta Ahu'nun diğer yanında oturan ve kızımızın diğer elinin parmaklarını da onun baş parmağına dolamış olmasını hayran hayran izleyen Barış.

Tam iki aydır, ikisi de her fırsatta soluğu Ahu'nun yanında alıyor ve dibinden ayrılmıyorlardı zorunda kalmadıkça. Tabii yatağın ucuna ilişen Herkül ve Alev'i de unutmamak lazımdı. Barış ve Deniz'den arta kalan zamanlarda Ahu'nun başında nöbet turuyorlardı. Hatta Herkül, sevmediği kişileri Ahu'ya yanaştırmamak için hırlıyor ve hırlaması dikkate alınmadığında da havlıyordu. Hırlayıp, havladığı kişilerin başında da elbette yıldızlarının bir türlü barışmadığı Berrin hala geliyordu.

Kendi kendime gülerek omzumu yasladığım kapıdan ayırıp içeri süzüldüm.

"Hadi kahvaltınız yarım kaldı." dedim büyülenmişçesine Ahu'yu izleyen baba oğula.

Deniz, sesimi duyunca uyarıyla havaya dikilen kaşlarıyla bana döndü hemen. Sonra da Ahu'nun elini tutmayan elinin işaret parmağını dudaklarına yaslayarak minik gözlerini belertti.

"Annem, şşt kaydeşim uyuyooo." dedi ve endişeyle Ahu'ya dönüp kendince uyanmaması için "Pişşş kaydeşim pişş pişşşşş..." diyerek kardeşinin göğsünü okşadı sonra da eğilip başından öptü yavaşça.

Kardeş kıskançlığı yaşayacak diye ödüm kopmuştu. Fakat Deniz, kardeşini daha doğmadan cüssesinin aksine kocaman kalan sevgi dolu kalbine kabul etmiş ve bizimle beraber sabırsızlıkla beklemişti onu.

"Hadi babam," dedi gözlerim yardım istercesine ona çevrilince Barış, Deniz'e gülümseyerek. "Kahvaltımızı bitirip gelelim Ahu'muzun yanına."

Babasının bir dediğini iki etmeyen Deniz, başını hızlı hızlı sallayıp gülümsedi ve kardeşinin elini dikkatlice bırakıp ona kollarını açan Barış'ın kucağına atladı. Kollarıyla Deniz'i saran Barış, onu öpücük yağmuruna tutarken kokusunu içine çekmeyi de ihmal etmemişti kapattığı gözleriyle.

"Ama hadi, Rüya'lar bekliyor." dediğimde de gülerek kucağındaki Deniz ile eğilip Ahu'nun elini öptü Barış dikkatlice sonra da yanıma adımdı ve benim yanağıma da gürültülü bir öpücük kondurdu.

Deniz'in kıkırtısıyla odadan çıktıklarında iç geçirerek minik kızımın yanına ilerledim sessizce. Yumuk elleri, bir düğme kadar ufacık burnu, pembe dudakları ve tıpkı benimkilere benzeyen ela gözleri ile çok güzeldi. Barış'ın o doğana kadar sürekli dilediği şey gerçek olmuş, kızımız bana benzemişti. Sadece benden bir tık daha kumraldı.

Yanına ilişip ipek yumuşaklığındaki elini avcuma aldım uyanmaması içim dikkatle ve içime sığmayan sevgimin vermiş olduğu doluluk hissiyle uzun uzun iç çektim. "Babanla abinden bana fırsat kalmıyor annem." dedim güleç bir fısıltıyla.

Allah'tan emziriyordum da o süreçte birbirimize vakit ayırabiliyorduk. O anlarda minik gözleriyle bir yandan göğsümü emmeye çalışıyor bir yandan da yüzüme bakıyordu. Bir süre sonra yorulup nefes nefese geri çekildiğinde, alnında biriken ter damlalarını siliyordum parmak uçlarımla göz temasımızı koparmadan. O anlarda belli belirsiz tebessüm ediyordu bana, sonra da alnını silen başparmağıma parmaklarını dolayıp karnını doyurmaya devam ediyordu iştahla.

"Seni çok seviyorum Ahu'm, güzel kızım. İkinci mucizem..."

Eğilip elini bir kez daha öptükten sonra rahat rahat uyuyabilmesi için sessiz adımlarla ondan uzaklaştım. Fakat kapısını kapatacağım sırada içeri süzülen Herkül'ün, Ahu'nun ayak ucuna kıvrılıp uyumasını izledim dayanamayarak bir süre de. Alev'in kahvaltı ediyor oluşu Herkül'e yaramıştı anlaşılan.

Uykuya dalan iki ufaklığı huzurla orada bırakıp kapıyı çektim.

Salona geçtiğimde Deniz her zamanki gibi babasının kucağında kahvaltısına devam ediyor, bir yandan da Barış'a salatalık uzatıyordu. Rüya ise Burak'ın yemesi için ısrar ettiği yiyecekleri buhran geçirecek seviyeye geldiğinden reddediyordu.

"Leyla şuna bir şey söyler misin?" dedi masada Barış ve Deniz'in yanına oturduğumda tam karşımda kalan Rüya. "Çok yemekle sağlıklı yemenin aynı şey olduğunu düşünüyor."

"Ama küçük öğünlerle besleniyor Leyla."

Burak'ın ona hak vermem için yüzüme dikilen gözleri, Rüya'nın ona destek çıkmam için kısılan bakışları beni her zamanki gibi yargıç konumuna soktuklarının göstergesiydi.

"Doktoru ne diyorsa o." diyerek omuz silktim.

"Aynen öyle, doktorun verdiği listeye göre besleniyorum ben." diyerek kıkırdadı Rüya.

Burak da somurtarak tabağındaki zeytinden attı ağzına yüzünü buruşturarak.

O sırada "Kaydeşim al." diyerek bir parça salatalığı Rüya'nın karnına doğru uzatan Deniz ile kıkırtısı kahkahaya döndü Rüya'nın.

"Kardeş deme aşkım, ben seni damat olarak alacağım kızıma." dedi Rüya ve uzanıp Deniz'in yanağını öptü neşeyle.

"Rüya!" dedim ikaz edici bir tonla kaş göz işareti yaparak.

"Ne var kızım birbirimizden iyi dünür mü bulacağız?" diyerek ciddi ciddi omuz silkti Rüya. "Deniz'im desen hem iyi huylu hem de yakışıklı."

Gülerek başımı iki yana salladım. "Rüya, Deniz büyüdü sorguluyor yanında konuşulanları. Aklına böyle şeyler sokma lütfen."

"Bir dakika ya, ben kızımı kimseyle paylaşmam." dedi zaten somurtan Burak da. "Barış'la da dünür olmam."

Konuşulanları gülerek sessizce takip eden Barış, Burak'ın son cümlesiyle kaşlarını çatarak Deniz'i göğsüne bastırıp gözlerini kıstı sorgularcasına.

"Asıl ben oğlumu sana damat olarak vermem. Huysuz ve suratsız adamın tekisin, kim bilir neler yaparsın oğluma?" diyerek burun kıvırdı. "Kızın da sana çekerse zaten hiç olmaz."

Şokla Barış'a döndüm. Özellikle Burak ile bir araya geldiklerinde iki küçük oğlan çocuğuna dönüşüyor olmalarını hala daha garipsiyordum.

"Aferin." dedim hepsine, kınayıcı bakışlarımı üçünün üzerinde dolaştırarak. "Şaka yollu da olsa çocuklarınız adına konuşarak, onların sınırlarını ihlal ediyorsunuz."

Üçü de susup başlarını önlerine eğerken, Deniz eliyle alnını kaşıyarak "Annem, damaaat ne?" diye sordu.

"Yetişkin olunca yani büyüdüklerinde, evlenmeyi tercih eden erkeklere deniyor babam."

Barış beni açıklama zahmetinden kurtarırken telefonuma gelen mesaj bildirimleriyle masada duran telefonumu elime aldım.

Yabancı bir numaradandı.

Bildirime tıklayıp açtım mesajları.

"Leyla, güzel kızım seni çok özledim. Uzun zaman oldu ve ben cesaretimi toplayıp ancak yazabiliyorum sana. Anne olduğunu öğrendim, şimdi beni en iyi senin anlaman lazım kızım. Evlat sevgisini tattın çünkü... Hasretine daha fazla dayanamıyorum. Tedavi oldum ama sensiz olmuyor, akmıyor hayat. Lütfen benimle görüşmeyi kabul et. Yalıda yaşamıyorum artık yeni ve temiz bir başlangıç için başka eve taşındım. Adresi yollayacağım. Seni bekliyorum annem... Lütfen gel, yalvarırım..."

Adres bilgisini yolladığı mesajı detaylıca okumadan mideme düşen köz ile ekranı kilitleyip yutkundum. Antakya'da olanlardan sonra onunla en ufak bir iletişimimiz olmamıştı, şimdi bir anda böyle mesaj atması sarsmıştı beni. Gömmeye çalıştığım ve annemle ilgili olan karanlık hisler kalbime çullanmıştı ister istemez.

"Su isteyen var mı?" diyerek kalktım masadan. Sesimin titrek çıkmasına mani de olamamıştım üstelik.

"Masada su var zaten Leyla?"

Burak'a bir cevap vermeden başımı sallayıp gözlerimi hiçbirine değdirmeden mutfağa geçtim hızlı adımlarla. Anında peşimden gelen Barış da içeri girerek kapıyı kapattı ve karşıma geçerek yüzümü avuçları arasına aldı telaşla.

"Leyla'm, ne oldu? Bembeyaz olmuşsun."

Titreyen ellerim arasında güçlükle tuttuğum telefonumu Barış'a uzattım. Sağ elini okşadığı yanağımdan ayırmadan sol eline aldığı telefonumun ekranına indirdi gözlerini. İfadesi donuklaştı, yüzü kasıldı ve gözlerine belirgin bir soğukluk çöktü.

"Kuzey pisliği geberip gitti, Ezgi manyağı mesleği bırakıp ortadan kayboldu." dedi ve dişleri arasından uzun, kızgın bir soluk verdi. "Üzgünüm, rol yapamayacağım. Annen de benim için o ikisiyle aynı yerde ve onun da ömrümüzce bize dokunmasını istemiyorum."

Boğazımı yakan düğüm gözlerimi doldururken Barış ile aynı düşüncede olmak, bir anneye karşı bu şekilde hissetmek ister istemez canımı yakıyordu.

"Onu asla affetmeyeceğim." dedim başımı sallayarak. "Anne sevgisi yok içimde... Bir evlat olarak bunu söylemek hiç kolay değil, üstelik anne olmuş bir evlat için..."

Yutkunarak başımı yere eğdim.

"Ama... Ama en nihayetinde annem işte Barış." dedim titreyen sesimle. "İster istemez bilincimin bir kısmı onun yerine koyuyor beni. Yalnızca annelik kısmına... Sonra Deniz ve Ahu'yu uzun zaman görememe ihtimalimi düşünüyorum, nefesim kesiliyor."

İçine gürültülü bir soluk çekerek "Senin anneliğin yanında o kadınınkinin esamesi bile okunmaz." dedi ellerini saçlarıma uzatıp okşayan Barış. "Güzel ve merhametli kalbin neye karar verirse versin yanındayım ben Leyla'm. Ama çocuklarıma gözüyle bile dokunsun istemiyorum." diyerek yaklaşıp alnımı öptü. "Anlıyorsun beni değil mi güzelim?"

Anlıyordum.

"Onunla eskisi gibi olmam mümkün değil, diyorum ya yüreğimde sevgisini hissetmiyorum. Ya çok derine gömdüm o hissi ulaşamıyorum ya da tamamen söküp attım." derken Barış'ın sevgi dolu narin dokunuşlarıyla gevşemeye çabalıyordum. "Her şey çok farklı olsun isterdim... Annem, annem olarak kalabilsin isterdim..."

Sonlara doğru hüzünlü sesimin neredeyse ağlamaklı çıkmasıyla kollarıyla bedenimi sararak sımsıkı sarıldı bana Barış. Karanlıkta kaldığımı hissediyor, sıcak sevgisiyle içimi aydınlatmak istiyordu.

"Seni hiçbir şeyin huzursuz etmesini istemiyorum. Arada kalan güzel kalbin, evlatlık görevini yerine getirmeni istiyor." dedi ve bir şeyler daha eklemek istedi ya da ben öyle anladım ama devam etmedi. Tekrar konuştuğunda da "Gidip anneni görmek seni rahatlatacaksa gidelim. Ben seni beklerim dışarıda." diyerek yutkundu.

"Bilmiyorum." dedim, sahiden de bilmiyordum.

Annemdi. Ama içi boşalmıştı bu kelimenin... Yasemin teyze benim için daha uygundu bu sıfata mesela. Ya da Emel anne...

İçimdeki hengameyi hisseden Barış sırtımı sıvazlayarak yanağımı öperken, "Canını sıkma Leyla'm. Sen ne istersen, nasıl istersen öyle olacak." dedi ferahlayabilmem için sesini kadife yumuşaklığında çıkararak.

Dışarı verdiğim sıkıntılı solukla alnımı omzuna bastırıp boynunu öptüm. "İyi ki varsın." diye fısıldadım sonra da minnetle.

🍂

"Deniz, yapma böyle oğlum."

Boynuma doladığı kollarını çözmeden ağlamaya devam edince, omzundaki çantayı kapıda dikilen Barış'a uzatarak Deniz'le beraber dizlerim üzerine çöktüm. Ensesini, yanaklarını ve alnını öperek ağlamaktan sırılsıklam kesilmiş yüzünü avuçlarım arasına aldım. Aşağı bükülmüş minik alt dudağı, ıslanmış siyah uzun kirpikleri arasında kalan kızarmış gözleriyle bana bakıyordu şimdi.

"Anneciğim, kardeşin doğmadan önce işe gidiyordum ben her gün hatırlamıyor musun? Evden ilk kez çıkmıyorum ki." dedim gülümseyerek. "Çok uzun sürmeyecek, söz veriyorum evde olacağım bir iki saate."

Kuru hıçkırıklarla inip kalkan göğsü ile burnunu çekerek "Annem ditmeee." dedi ve minik ellerini uzatıp yanaklarımı sevdi belli belirsiz temaslarla. "Annem noluy ditmee."

Annemi yarım saatliğine de olsa görmeye karar vermiştim. Ona karşı anne sevgisi beslemiyordum ama nefret de etmiyordum. Nötrlenmişti içimde onunla ilgili her şey fakat gidip iyi olduğunu görmem gerektiğini söylüyordu içimdeki buyurgan ses. Ya da yalnızca anneliğini anlayan duygusal anne yanım... Zira bir ömür aklımın da kalbimin de bununla kurcalanmasını istemiyordum.

"Babam, Yasemin teyzen bugün limonlu kurabiye yapacak. Çok yoruluyor biliyorsun, biz gidip gelene kadar ona yardım etmeye ne dersin?" dedi bana yardımcı olabilmek için dizleri üzerine çöken Barış da. "Döndüğümüzde Herkül ve Alev'i de alıp parka gideriz hem."

Elini uzatıp Deniz'i kendine çekerek avuç içini öptü, sonra da alnını ve yanaklarını.

"Harika olur." dedim ellerimi çırparak. "Hem kurabiyelerden oradaki başka çocuklara da ikram ederiz. Hatta Hazal ve Arif'e de bize katılmalarını teklif ederiz."

Bizi dikkatle dinleyen Deniz, gülümseyerek başını sallasa da babasının kollarından sıyrılıp tekrar boynuma sarıldı. Kokumu seslice içine çekerken de "Mis annem." dedi tatlı bir tonla iç çekerek. "Hemen del oluy mu?"

Ahu doğduğundan beri yan yana olduğumuz için ayrılmak zor geliyordu minik yüreğine.

"Geleceğim annem." dedim neden dolduğunu bilmediğim gözlerimi kırpıştırarak yutkundum. Yanaklarından uzun uzun öptüm onu, kokusunu içime çektim. "Seni çok seviyorum. Ahu'yu da seni de çok seviyorum Deniz'im." diyerek avuç içini de öptükten sonra ayağa kalkıp mutfak kapısından bizi izleyen Yasemin teyzeye yönlendirdim Deniz'i.

Babasına ve bana öpücük attıktan sonra Yasemin teyzenin elini tutup mutfağa girdi. Gözüm az önce emzirip uyuttuğum Ahu'nun bulunduğu odaya kayarken, gözlerimdeki yaşlar artmış boğazım sancımıştı.

Bunu fark eden Barış, "Leyla'm gitmek zorunda değilsin." derken başımı iki yana sallayıp gözlerimdeki doluluğu yok ettim.

"Deniz'den etkilendim sadece. 2 aydır sürekli beraberiz ondan bu kadar üzüldü ve gücendi sanırım." diyerek elimi uzatıp elini tuttum ve yüzüme tereddütle bakan gözlerine diktiğim gözlerimle gülümsedim. "Hadi bir an önce gidip gelelim. Parka gitmek için bizi elindeki kurabiyelerle terasta bekleyecek olan bir ufaklık var çünkü."

Elini tutan elimi dudaklarına yaslayarak öperken başını salladı ve ellerimizi ayırmadan evden ayrıldık.

Trafiğin yoğun olmaması annemin yolladığı adrese çok sürmeden gelmemizi sağlamıştı. Adresini attığı evin hemen önüne arabayı park eden Barış, beni incelerken ben de annemin yalıyı aratmayan yalı dairesini inceliyordum. Paraya, paranın getirdiği şatafata ne ara bu denli düşkün olmuştu anlayamıyordum. Kendi kendime güldüm. Annemi yıllarca tanıyamamışken bu özelliğini kaçırmam da garip olmasa gerekti. Yüzümü, beni izleyen Barış'a çevirerek sevdiğim adama içtenlikle gülümsedim ve uzanıp dudaklarına ufak bir buse kondurdum.

"Hemen döneceğim sevgilim." dedim ve elimi yanağına yaslayıp sakalsız tenini okşayarak gözlerimde takılı kalan gözlerini izledim uzun uzun. Annemle görüşecek olmamdan memnun değildi, lakin kararıma saygı duyuyordu. "Hadi gülümse." diyerek yanağındaki elimi çenesine kaydırıp baş parmağımı dudakları üzerinde gezdirdim hafifçe. "Hadi gülümse ve sonra da beni öp."

Söylediğimi yaparak gülümsedi ve dudakları üzerinde gezinen baş parmağımı öptü önce. Ardından da koltuğundan bana doğru uzanıp, ellerinden birini enseme diğerini de sırtıma yaslayarak dudaklarımızı birleştirdi beklemeden. Birbirimizi aşkla yoğrulmuş büyük bir tutkuyla kaç saniye veya belki de dakika öptük bilmiyordum. Onunla öpüşürken kaybolan zaman mekan mefhumu yine ortadan kaybolmuştu çünkü.

Soluk soluğa geri çekildiğimizde alnını alnıma yaslayarak burnumun ucunu öptü.

"Seni rahatsız edecek tek kelime ederse oradan hemen çık." dedi elleri yüzümün iki yanını sararken soluk soluğa.

"Öyle bir ihtimalde tek saniye kalmayacağımı biliyorsun." dedim onun gibi soluk soluğa. "Bu sadece görev gibi bir şey Barış. İyi olduğunu görüp, geleceğim o kadar."

Dudaklarıma tekrar güçlü bir öpücük kondurarak hafifçe geri çekildi. Elleri hala yüzümü sarıyor, ılık nefesi yüzüme çarpıyor ve yıldızları gördüğüm gece siyahı gözleri gözlerime aşkla bakıyordu.

"Hadi, hemen git gel." dedi yanaklarımı okşayan elleri saçlarıma kayıp nazikçe onları da severken iç çekti. "Burada bekliyorum."

Başımı sallayıp saçlarımı okşayan ellerini öperek gülümsedim.

"Hemen geleceğim."

Elleri benden yavaşça uzaklaşırken ona gülümsemeye devam ederek arabadan indim. Çantamı omzuma asarak apartmana doğru yürüyüp, annemin dairesinin zilini çaldım. Apartman kapısının aralanmasını beklerken de arabasından inerek kapattığı ön kapıya yaslamış, göğsünde birleştirdiği kollarıyla beni izleyen Barış'a dönüp el salladım. Gülümseyerek o da bana el salladı. Ardından otomatiği açılan kapıdan içeri süzülüp katları arşınladım.

Dairesinin önüne gelince hissizce kapıyı çaldım. 30'lu yaşlarda kumral, yeşil gözlü genç bir kadın açtı kapıyı. Muhtemelen yardımcısıydı.

Fakat "Leyla'm." diyerek kapıyı açan kadının peşinden bana doğru yeltenen annem ile bir şey söyleyemeden kapının önünden çekilip sol tarafa yürüdü kadın. Annemse beni ellerimden tutarak içeri çekmiş, teklifsizce sımsıkı sarılmıştı bana.

Kapının önüne kadar hissiz kalan ruhum, annemin çocukken bana sık sık pişirdiği tarçınlı fındıklı kurabiye kokusunu almamla burkulurken yutkundum. Bir zamanlar o kurabiyeleri dışarıdaki yağmuru izlerken yemekten ne kadar hoşnut olduğumu anımsadım. Annem ve babamın bana sahte bir aile arka planı oluşturduğunu bilmediğim o günleri...

"Gel güzelim." dedi saniyeler sonra ve sarılışına karşılık vermiyor oluşumdan gocunmayarak ellerimi tutup sağ tarafa yüksek tavanlı, manzarası denize sıfır olan salonuna çekiştirdi beni.

Bej ve krem renkleriyle döşediği salonu, kullandığı soft renklere karşın şatafattan geri kalmıyordu. Ayrıntıları incelemekle vakit kaybetmemek adına pencerenin önündeki tekli koltuklardan birine oturdum hemen. Annem de neredeyse bir diz mesafesi kadar yakınımdaki diğer tekli koltuğa oturdu ve hasretle yaşaran gözleriyle beni inceledi.

"Nasılsın?" diye sordum, omzuma astığım çantamı indirip kucağıma alarak. "Tedavi olduğunu yazmışsın, neredeydin?"

"Amerika'da, özel bir psikiyatri kliniğindeydim." dedi rengini koyulaştırdığı saçlarını omzunun gerisine iterek. Ardından da başını yere eğip "Annelik nasıl?" diye sordu.

Güldüm kalbimi burkan bir gülüştü fakat bu. Zira öz annemle iki yabancıdan farksızdık.

"Güzel." dedim kestirip atarak. Nedense detay vermek istememiştim.

Ses çıkarmadı. Birkaç saniye boyunca da konuşmadı.

"Nurdan, çay servisini yapıp çıkabilirsin sen kızım." diye seslendi tekrar konuştuğunda, muhtemelen kapıyı açan kadına. Sonra da bana dönüp gülümsedi. "Sana o sevdiğin kurabiyelerden yaptım Leyla'm. Hatırlıyor musun, her cuma okuldan gelince hafta sonu ödülü olarak isterdin benden?"

Seslendiği kadın elindeki çay tepsisi ve kurabiyelerim bulunduğu ufak tabaklarla içeri girerken başımı salladım hatırladığımı belirtmek adına.

"Üzerini kaplayan tarçını sıyırırdım, yiyemezdim. Ama verdiği aromadan da vazgeçemezdim..." dedim dudaklarıma oturan belli belirsiz kırık tebessümle dalgınlaşarak.

İsmi Nurdan olan kadın, oturduğumuz koltukların arasında kalan cam sehpaya kurabiyeleri ve çay bardaklarını bırakarak salondan çıkmadan önce anneme dönerek, "Marketten istediğiniz başka bir şey var mı?" diye sordu.

"Krema al, akşama tavuk yaparsın." dedi annem de ona ve dönüp bana baktı. "Yemeğe kalır mısın anneciğim?" diye sordu.

Her şey normalmiş gibi davranması beni gerip, sinirlendirse de başımı iki yana sallayarak yanıtladım onu. Sonra da yardımcısının önce salondan, ardından da evden çıkışını izledim.

"Hadi anneciğim, kurabiyelerinden ye." dedi annem sessizliği bölen kişi rolünü tekrar üstlenerek. "Çay istemezsen çocukluğundaki gibi süt getirebilirim."

Ne ben o günlerdeki çocuk Leyla'ydım ne de annem o günlerdeki annemdi. Ona bunu söylemek için keskin bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde, yüzünde gördüğüm yoğun hüzün ve yaşlarla dolu titrek bakışlarındaki sevgi istenci mani oldu buna. Gaddar olmak istemiyordum. Belki gerçekten de iyi biri olmak için çabalıyordu. Ama benden eskisi gibi olmamızı beklemesindi. Olamazdık...

"Seni paramparça ettim değil mi?" diye sordu ağlamaya başlayarak. "Leyla. Leyla'm... Ben bu hayatta yalnızca seni ve Haldun'u ölesiye sevdim. İkinizi de peş peşe kaybedince kafayı yedim, dayanamadım kızım."

Gittikçe şiddetlenen hıçkırıkları boğazıma yumru olarak otururken sesimi çıkarmadım. Ağlamadım da. Çünkü ağlamaya başlarsam içimdeki yıkık döküklüğü ona haykırır, onu o enkazla baş başa bırakarak çekip giderdim. Yapmadım. Serzenişlerini, ağlayarak diz dövmelerini ve pişmanlıklarını dinledim sessizce.

"Onca kirli oyunun arasında kurban edilen biz olduk Leyla. Anneliğimi kaybettim, yavrumu kaybettim..."

Hıçkırıkları yavaşça iç çekişlere dönerken ayağa kalkıp karşıma geçti ve dizleri üzerine çöktü önümde af dilercesine.

"Ayaklarına kapansam da beni affetmeyeceğini biliyorum annem ama ne azından seni çok sevdiğimi bil. Anla..." diyerek ağlamaktan kızarmış gözlerini gözlerime dikti ve tabaktaki kurabiyelerden birini alıp bana uzattı. "Benim minik Leyla'm olarak yer misin? Bugünkü Leyla olarak yemeyeceğini biliyorum çünkü..."

Tekrar omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başlarken elindeki kurabiyeyi bana uzatmaya devam ederek başını dizlerim üzerine yatırdı. İsmimi sayıklayıp dizlerimi öperek ağlamaya devam etti. Boğazımdaki düğüm, göğsümdeki ağırlık her geçen saniye artarken gözümden süzülen bir damla yaş elimin üzerine düştü usulca. Ardından bir damla daha... Bir damla daha...

"Eline sağlık." dedim boğuk bir tonla.
Sesim, çocuk Leyla'nın sesinde çıktı sanki. Ya da zihnim o günlerde çalkalandığından ben öyle algıladım.

Annemin ağlamaktan sırılsıklam olan yüzü gömüldüğü dizlerimden ayrılıp yüzüme dikilirken bana uzattığı kurabiyeyi alıp ısırdım. Isırmamla gözlerinde yükselen canlı sevinçle gülümsedi ve kurabiyeyi yiyişimi izledi nefesini tutarak parlayan gözleriyle. Çocukluğumdaki tadı yoktu. Ama gaddarlaşmayı reddeden kalbim, kalan kısmı da yememi buyuruyordu.

"Afiyet olsun annem. Bir tane daha yer misin?" diye sordu.

Başımı iki yana salladım.

"Hayır, teşekkürler."

Başını tekrar dizlerime yatırarak dakikalarca dizlerimi öpüp, bacaklarıma sarıldı. Af diledi benden... Fakat ikram ettiği kurabiyeyi yemekten ötesini yapamadım. O da bir süre sonra ağlamaktan vazgeçip elleriyle yüzünü silerek toparlandı.

"Çay içmeyecek misin?" diye sordu ayağa kalkıp kendisini dakikalar önce kalktığı koltuğa bırakırken.

"Su içsem daha iyi." dedim, zira kurabiye midemi yakmıştı.

"Hemen getiriyorum." diyerek ayaklanıp koşar adımlarla çıktı salondan.

Birkaç dakika içinde geri döndüğünde kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatıp uzattığı sudan aldım birkaç yudum. Fakat midemdeki yanma hissi içtiğim su ile azalmak yerine artınca daha fazla içemedim. Sehpaya bırakarak boğazımı temizledim.

"Ben kalkayım artık. İyi olduğunu görmek için gelmiştim." diyerek çantamı koluma asıp yüzümü beni dikkatle izleyen anneme çevirdim. "İyi olmana sevindim gerçekten." dedim belli belirsiz gülümseyerek.

"Seni çok seviyorum Leyla." dedi yaşlarla dolan dalgın gözlerini yüzümden ayırmadan titreyen sesiyle.

Bir şey söyleyemedim. Başımı önüme çevirip ayağa kalktım. Lakin kalkar kalkmaz ensemin çekildiğini, midemdeki yangının hızla göğsüme ve boğazıma sıçradığını hissettim. Ardından da yüzümün ateşe tutulmuşçasına yandığını. Öğürmemek için bir anda uyuşmaya başladığını hissettiğim elimle ağzımı örterek kaşlarımı çattım.

"Leyla?"

Annemin sesiyle başımı çevirip yüzüne baktım ancak bunu yaptığımda başım delicesine dönmeye başlamış ve sendelemiştim. O sırada bileğime yapışan elini hissederek yutkundum güçlükle ve gözlerim yüzünü buldu. Tekrar ağlamaya başlamıştı, hem de hıçkırarak.

"Korkma annem, her şey mükemmel olacak." dedi ağlamaya devam ederken bir yandan da gülmeye başlayarak. "Artık hiç ayrılmayacağız."

Yanan mideme güçlü bir yumruk yedim sanki o an. Aklıma gelen şey korkunçtu.

"N-ne?" dediğimde sesim uğuldamaya başlayan kulaklarıma oldukça yabancı çıkmış ardından da burnumdan süzülen sıvıyı hissederek elimin tersini burnuma yaslamıştım. Bulanıklaşan bakışlarım elime yayılan kanı bulurken kalbim deli gibi atıyordu artık. "Ne yaptın sen?" diye bağırmaya çabaladım ama sesim kesilen soluğumla beraber azalarak kayboldu.

Bedenimi artık taşıyamayan ve zangır zangır titreyen bacaklarımın üzerine yığılırken, annemin de benimle beraber yere düştüğünü ve saçlarımı okşamaya başladığını hissediyordum şimdi.

"Beraber gideceğiz bu dünyadan annem, ben bu sefer senin elini hiç bırakmayacağım." dedi derinden gelen ve mutlu çıkan hastalıklı sesiyle. "Söz veriyorum hiç ayrılmayacağız."

"Ha-hayır." dedim güçlükle boğazımdaki baskı artarken. "Hayır!"

Hayır. Ölmek istemiyordum.

Çocuklarıma da sevdiğim adama da doymamıştım ki hiç...

"Anne, öl-ölmek istemiyorum." dedim kapanmak üzere olan gözlerimden süzülen yaşlara eşlik eden cılız bir tonla fısıldayarak. "Barış'ı... Deniz'le Ahu'yu bırakamam..."

"Artık ayrılmayacağız annem..."

Ölmek istemiyordum fakat önceliğim kendim değildim... Ailemdi. Ailemi yaralı ve yarım bırakamazdım. Çocuklarımın minik yüreklerine acıyla kazınamaz, anne hasretiyle büyümelerine izin veremezdim... Ya Barış? Barış'ı hiç iyileşmeyecek bir yarayla nasıl baş başa bırakırdım? Güzel gözlerindeki yıldızları sonsuza dek söndüremezdim, devam edemezdi çünkü biliyordum... Nefes alamadığımı hissederek son bir gayretle "A-ambulans ça-çağır, lütfen." dedim gözlerimden durmaksızın boşalan yaşlarla bölük pörçük konuşarak. Fakat hayata tutunmak için direnen bilincim, yanımdaki hareketlenmenin ve hemen ardından da patlayan silahın sesiyle tamamen karanlığa gömüldü.

***

Final bölümünü Barış'tan okuyacağız.

Sevgiler ❤️

Continue Reading

You'll Also Like

Muhal By m.

General Fiction

4.6K 336 14
Bu kitap ben tarafından yarım bırakılan hayatların avucuna bırakılan bağışlanma isteğidir.. Yazmayı unutan adamın âhı, kendini milyon defa anlatmaya...
485K 30 1
BİR TUTAM... "O, taş kalbin bir gün sadece bana ait olacak mı? O beynin bir gün bana içinden geçenleri anlatacak mı? Bunları çok merak ediyorum," ded...
94.9K 17K 80
Bir sabah, İstanbul'un karmaşık sokaklarında, genç ve güzel Süreyya, sıradan bir günün başlangıcını yaşamaktaydı. Ancak o gün, hayatının bambaşka bir...
3.4M 121K 68
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum. İkiz erkek kardeşim yerine ben hayatta kalmıştım, ben yaşamıştım...