OYUNBAZ 7 TUTSAK 1 ÖLÜ (+18)

Par Limaei

4.5M 383K 529K

1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İ... Plus

▂ ▄TANITIM▄ ▂
▂ ▄TANITIM FİLMİ▄ ▂
TUTSAKLAR& OYUNBAZLAR
BÖLÜM 1 • GÜN 1
BÖLÜM 2• GÜN 1'
BÖLÜM 3 • GÜN 1''
BÖLÜM 4• GÜN 2
BÖLÜM 5• GÜN 7
BÖLÜM 6 • GÜN 7'
BÖLÜM 7• GÜN 8
BÖLÜM 8• GÜN 8'
BÖLÜM 9• GÜN 8''
BÖLÜM 10• GÜN 8'''
BÖLÜM 11• GÜN 9
▂ ▄TANITIM FİLMİ 2▄ ▂
BÖLÜM 12• GÜN 9'
BÖLÜM 13• GÜN 9''
BÖLÜM 14• GÜN 11
BÖLÜM 15• GÜN 11'
BÖLÜM 16• GÜN 11''
BÖLÜM 17• GÜN 15
BÖLÜM 18• GÜN 15'
BÖLÜM 19• GÜN 17
BÖLÜM 20• GÜN 17'
BÖLÜM 21• GÜN 18
BÖLÜM 22• GÜN 25
BÖLÜM 23• GÜN 27
BÖLÜM 24• GÜN 28
BÖLÜM 25• GÜN 29
BÖLÜM 26• GÜN 30
BÖLÜM 27• GÜN 30'
BÖLÜM 28• GÜN 30''
BÖLÜM 29• GÜN 30'''
BÖLÜM 30• GÜN 31
BÖLÜM 31• GÜN 31'
BÖLÜM 32• GÜN 32
BÖLÜM 33• GÜN 34
BÖLÜM 34• GÜN 34'
BÖLÜM 35• GÜN 34''
BÖLÜM 36• GÜN 34'''
BÖLÜM 37• GÜN 34''''
BÖLÜM 38• GÜN 35
BÖLÜM 39• GÜN 35'
BÖLÜM 40• GÜN 35''
BÖLÜM 41• GÜN 36
BÖLÜM 42• GÜN 39
BÖLÜM 43• GÜN 39'
BÖLÜM 44• GÜN 40
BÖLÜM 46• GÜN 42
▂ ▄TANITIM FİLMİ 3: FİNALE DOĞRU▄ ▂
BÖLÜM 47• GÜN 43
BÖLÜM 48• GÜN 43'
BÖLÜM 49• GÜN 43''
BÖLÜM 50• GÜN 44
KALBİMİN İÇİNDEN BİR TEŞEKKÜR
INSTAGRAM CANLI YAYIN
▂ ▄2. KISIM: OYUNBOZAN TANITIM▄ ▂
▂ ▄OYUNBOZAN TANITIM FİLMİ 1▄ ▂
BÖLÜM 51• KAZANAMAYAN
BÖLÜM 52• KAYBEDEMEYEN
BÖLÜM 53• GÜN 70
BÖLÜM 54• GÜN 73
BÖLÜM 55• GÜN 82
BÖLÜM 56• GÜN 89
BÖLÜM 57• GÜN 90
BÖLÜM 58• GÜN 90'
BÖLÜM 59• GÜN 90''
BÖLÜM 60• GÜN 90'''
BÖLÜM 61• GÜN 90''''
BÖLÜM 62• GÜN 90'''''
BÖLÜM 63• GÜN 91
BÖLÜM 64• GÜN 92
BÖLÜM 65• GÜN 93
BÖLÜM 66• GÜN 93'
BÖLÜM 67• GÜN 93''
BÖLÜM 68• GÜN 93'''
BÖLÜM 69• GÜN 94
BÖLÜM 70• GÜN 95
BÖLÜM 71• GÜN 95'
BÖLÜM 72• GÜN 96
BÖLÜM 73• GÜN 96'
BÖLÜM 74• GÜN 96''
BÖLÜM 75• GÜN 97
BÖLÜM 76• GÜN 98
BÖLÜM 77• GÜN 98'
BÖLÜM 78• GÜN 98''
BÖLÜM 79• GÜN 99
BÖLÜM 80• GÜN 100
BÖLÜM 81• GÜN 102
BÖLÜM 82• GÜN 102'
BÖLÜM 83• GÜN 102''
BÖLÜM 84• GÜN 103
BÖLÜM 85• GÜN 103'

BÖLÜM 45• GÜN 40'

46.3K 4.3K 6.5K
Par Limaei

🎵Noelle Johnson- Broken  Karakterleri yansıttığını düşündüğünüz yerlere yazmayı unutmayın ♥

[Kırıldım. Sana iyi olduğumu söyledim. Ama bana inanmazdın. Eğer aklımdan geçen şeyleri bilseydin... 

Acı çekiyorum ama hiçbir belirti göstermiyorum. Çünkü teslim olmaktan korkuyorum. Yıkılmaktan ve zamanımı boşa harcamaktan. 

Şimdi, gelmen için yalvarıyorum. Gel ve beni yangından dışarı çıkar. Gel ve beni koru. Gençliğimde yaptığımız gibi. Lütfen, beni büyüt. En dipten zirveye çıkar. 

Beni küllerin ve dumanın içinden görebiliyor musun? Yalnızım. Çok uzun zaman oldu. Sevgiyi hissettiğimden, gülümsediğimden ve güçlü olduğumdan beri...

Yansımamla arkadaş olmadığımda ne yapabilirim? Sevgiyi senin anladığın gibi anlamıyorum.

 Bana yardım edeceğini söylüyorsun... Bana buna değdiğimi söyle ama biliyorum, bunu hak etmiyorum. Ama bunu hak etmiyorum. Senin için kolay. Mükemmel olduğunu biliyorsun. 

Ve senin eline ihtiyacım var ama elini yakmak istemiyorum.

Tezgâhta kan, sayfalarda gözyaşı var. Sana bir mektup yazarken hızlı bir şekilde siliyorum. Kırıldım ve yere serildim. Paramparça oldum ve şimdi yendim.

Çabuk gel. Çünkü içim yanıyor.]

Keyifli okumalar!

• • •

Afra Ahsen Çakmak / Tutsak 7

9 Haziran 2021

İkinci konservenin kapağını açarken tırnağım kırılsa da umursamadım. 

Tırnağımı parmağıma doğru bastırdıktan sonra kaşığı konservenin içine daldırdım ve kaşığı hızla ağzıma soktum. Bu akşam yemeğimdi ve artık sürekli aynı şeyi yemekten bok yiyormuş gibi hissediyordum. Yine de aldığım tadı umursamamaya çalışarak zorla yutkundum. Akşam, hatta belki de gece boyunca Ölüm'le konuşacaktım ve içimden bir ses, midemi sıkı tutmam gerekeceğini söylüyordu. Onunla konuşmak her seferinde midemi bulandırıyor, başımı döndürüyor ve bedenimi bir uçurumun eşiğine sürüklüyordu.

Gözlerimi kaldırıp diğerlerine kaçamak bir bakış attığımda Çağrı bakışlarımı yakalayıp kaşlarını çattı. Kaşığını ağzından çıkardıktan sonra, "Yani," dedi gözlerini televizyona çevirirken. Ekran hâlâ kapalıydı. "Saatlerdir susarak ne halt yiyoruz?"

Açıkçası bunu ben de düşünmüştüm fakat daha da derin düşününce, neden herkesin susmak istediğini anlayabilmiştim. Herkes duyduklarını kabullenmeye çalışıyordu. Belki geçmişi, belki de geleceği düşünüyorlardı. Birkaç cümle, birkaç kamera kaydı bu evdeki düzeni tamamen değiştirmişti.

Kahvaltıdan sonra Gökhan'ın yanına kalıp ona sarılmıştım ve anlattıkları için teşekkür etmiştim. Suçsuz olmadığını söylemiştim. İçten içe, biraz olsun aksini düşünsem de... Evet, polisi arayabilirdi fakat sırf bunu yapmamış olması bu eve tıkılmayı hak ettiği anlamına gelmiyordu. Bu yüzden suçsuzdu. Bu eve tıkılma konusunda, hepimiz gibi suçsuzdu. Hapsedilmeyi hak ediyor olsaydık, o kadının kafasına silahı dayayıp ateşlememiz gerekirdi. Ya da onu çatıdan aşağıya bizzat itmemiz.

Adalet böyle durumlarda konuşmaz mıydı?

Gökhan buraya tıkılmayı hak edecek kadar suçlu değildi. Benim gibi. Ne kadını çatının üstünde otururken görmüştüm ne de bana seslendiğini duymuştum. Berbat bir gün geçiriyordum. O kadar berbat bir gündü ki kulaklarım dış dünyaya kapanmış, kendi içime çevrilmişti. Son ses dinlediğim müziğin sözlerini bile ayırt edememiştim belki de. Kadını nereden duyacaktım? 

Onun için yapabileceğim hiçbir şey yoktu. O kadın için yapabileceğim hiçbir şey yoktu. 

O gün için burada olmayı hak etmiyordum ve Ölüm, bunu düşüneceğimi tahmin etmiş gibi burada olma nedenimin sadece o gün olmadığını söylemişti. O zaman neden buradaydım? Bana bu gece, bu sorunun cevabını mı verecekti?

Diyelim... Diyelim bana bir cevap verecekti. Peki söyleyeceklerine inanabilir miydim? Evet, kamera kayıtlarını bize izletmişti fakat bizi buraya tıkmasının sağlam bir nedeni yoktu. Daha çok... Bir deliye yakışır bir şekilde davranmıştı.

"O gün karşılaştığım kişi..." Kendi kendime mırıldandığımı Gökhan'ın bakışları üzerime çevrildiğinde anladım. Ona kaçamak bir bakış atıp dudaklarımı birbirine bastırdım. O gün karşılaştığım kişi nasıl da kibar ve aklı başındaydı. Peki ya...

O gün karşılaştığım kişi Ölüm müydü? Bir yabancıyı hatırlıyordum. Annesinin öldüğünü söylemişti. Polisler gelene kadar yanımda kalmıştı. Taksimetrenin açık kalması için ısrar etmişti. Ve... Ve beni tanıyor gibi davrandığını hissetmiştim. Bana 'kelebeğim' mi demişti? Hayır, annemi aradığımda bu kelimeyi duymuş olmalıydım.

Kaşığı tekrar ağzıma soktum.

Sarp boğazını temizledi. Kendi konserve haklarından yediğini söyleyerek üçüncü konservesini yiyordu ve kimse onu durdurmak için harekete geçmemişti. "Sindiriyoruz," dedi iç geçirerek. Kısa bir an yemekten bahsettiğini sandım. Ardından durumdan bahsettiğini anladım.

Kesinlikle. Benim de susarken yapmaya çalıştığım şey buydu. O günü hatırlamak ve o günün anılarını sindirmeye çalışmak.

"Sindiriyoruz?" dedi Çağrı sorarcasına.

"Hım, hım," dedim ağzım doluyken.

"Bak, çöp atmaya giderken kafamı kaldırmamışım diye buradayım," dedi Sarp boğuk bir sesle. "Yani... Gerçek bir nedeni olsa daha çok rahatlardım ama bu... Bu! Sence de hiçbir şey yapmadığım için burada olduğum gerçeğini sindirmem gerekmiyor mu?" Sarp'ın kurduğu en uzun cümlenin bu olup olmadığını sorgularken buldum kendimi.

Çağrı'nın kaşları çatıldı. "Tamam da, adamın sorun ettiği zaten hiçbir şey yapmamanız değil mi?" 

"Görünüşe göre biz de oradaymışız," dedi Egemen bana kaçamak bir bakış atarak. "Ölüm hepimizin burada olma nedeninin o gün olduğunu iddia etmiş." Çağrı'ya dönerken hafifçe gülümsüyordu. Sanki bunu onun sinirini bozmak için yapıyordu. "O gün ne yaptığın hakkında bir fikrin var mı? Belki biz de hiçbir şey yapmadığımız için buradayızdır."

Çağrı gözlerini devirdi. "Ara sokaklarda, mahallelerde işim olacağını mı düşünüyorsun?" Sesi alaylıydı. "Sancaktepe'ye bir iki kere anca gitmişimdir. Benim o sokaktan geçmemin imkanı yok." Mete'yi işaret etti. "Onun gibi taksiyle geçme ihtimalim bile yok. Hem benim geçmişimi sorguladı sorgulayacağı kadar." O da Egemen'e sinirini bozmak istermiş gibi gülümsedi. "Senin kendin hakkında bir tahminin var mı?"

Egemen dudaklarındaki gülümsemeyi bozmadan geriye doğru yaslandı. "Ölüm göstermeden ya da sorular sormadan ne olduğunu nereden bilebilirim?" dedi umursamaz bir tavırla. "Sıram geldiğinde öğrenmiş olurum."

"Didişmeyi kesin lan," dedi Mete boş konserveyi yere fırlatırken. Konserve kutusu takırtılar çıkararak kendi etrafında döndükten sonra durdu. "Ayakkabı sokacağım ağzınıza bu gidişle."

Kutay gözlerini kırpıştırırken, "Bu ne artistliği şimdi?" diye sordu. 

Mete eğilip paşa paşa yere attığı konserve kutusunu aldı. "Sizin 'acaba ne halt yedik' muhabbetinizi çekemem artistliği," dedi tatlı dille. "Sancaktepe'ye gittiniz mi, gitmediniz mi? Ya adam gibi neden burada olabileceğinizi tartışın ya da susun. Odaya geçmeden bir de şu muhabbetin baş ağrısını çekemem."

"Muhabbet sarmaya başlayınca zil çalıyor," dedi Sarp konserveyi kafasına diklerken. "Ben susuyorum."

"Ben birkaç kere gitmiştim," dedi Kutay, Mete'nin dilini uyarmadan. "Ama Samandıra'ya gitmedim hatırladığım kadarıyla. Yani Ölüm'ün dediği gibi o günle bir alakam varsa da nasıl bir alakam olduğu bilmiyorum." Bunu söyledikten sonra kaşığını konservenin içine koydu ve elindekilerin hepsini insan gibi davranarak masaya bıraktı. Ardından Mete'ye 'bu işler böyle olur' dercesine imalı bir bakış attı.

"Ben direkt Sancaktepe'ye hiç gitmedim," dedi Egemen omuz silkerek. "O yüzden beni buraya tıkmak için nasıl zorlama bir neden bulmuş çok merak ediyorum. Belki bir yerde trafiği falan kapatmışımdır da ambulans geç kalmıştır. Ya da annesine seslenecek bir mahalleliyi evine gidecekken oyalamışımdır." Alay edercesine, tıslayarak güldü. "En basit şeyden dolayı bile bizi buraya tıkmış olabilir."

"Dalga geçercesine konuşma," diye uyardı Kutay. Kafamı sallayarak onu onayladım.

Mete elindeki konserve kutusunu evirip çevirdi. "Yine de haksız değil," dedi düşünceli bir sesle. "Sanki... Sanki bizi buraya tıkmak için bahane bulmuş. Düşününce o günlerde o sokaktan geçen tek biz değildik. Hem mahalleliler her zaman oradaydı. O zaman neden onlara bir şey yapmadı da özellikle bizi seçti? Genciz diye mi?" Kafasını sağa sola salladı. "Adam deli işte."

Konservenin dibini sıyırıp kaşığı ağzıma soktum ve sessizleşen arkadaşlarımı izledim. Ağzımdaki lokmayı zorla yuttuktan sonra kaşığı konservenin içine koyup koltuğun kolluğuna bıraktım. Boğazımı temizledim. "Hiç... Vicdan azabı çektiniz mi?" diye mırıldandım. Mete ve Sarp'ın gözleri 'sen bizi mi suçluyorsun' duruşuyla bana döndüğünde aceleyle ekledim: "Bizi buraya tıkmakta haklı olduğunu söylemiyorum. Sadece... Kamera kayıtlarını görünce vicdan azabı çekip çekmediğinizi, içinizde bir pişmanlık olup olmadığını merak ediyorum."

Gökhan koltukta kıpırdanırken bir elini çenesine dayayıp gözlerini yere çevirdi. O söylemese de vicdan azabı çektiğini anlamıştım. Çünkü o günü unutamamasının nedeni buydu. Tam tarihi, kadının ismini ve soy adını hatırlamasının nedeni...

Kimseden ses çıkmayınca, "Ben pişmanlık duymuyorum," diyerek başladım. "Çünkü kadını ne gördüm, ne de duydum. Beni nereden tanıdığını, neden bana seslendiğini de bilmiyorum. O gün onu duysaydım neler olurdu bilmiyorum ama tek bildiğim... O gün için bir suçumun olmaması." Eğer o gün polisi arayıp beni emniyet merkezine bıraktıran kişi Ölüm'se... Ona da kötü davranmamıştım ki! Deli gibi korkmama rağmen kibarca konuşmuştum. Baş sağlığı dileyip dilemediğimi hatırlamıyordum ama... O gün, tüm bunlara neden olacak bir şey yapmadığımdan emindim.

Ben cümlemi bitirir bitirmez Gökhan, "Ben suçlu hissettim," diye başladığında şaşkınlığımı gizleyemeden ona döndüm. Siyaha çalan gözlerini yüzüme çevirdi. "O günün nasıl bitebileceğine dair onlarca senaryo kurdum kafamda. İlk defa ceset görüşümdü. O kanı hiç görmeyebilirdim. O... O bedeni görmeyebilirdim. Ve... Diğerlerinin dediğini umursamasaydım, ilk aklımdan geçtiğinde polisi arasaydım her şey farklı olabilirdi." Bakışlarını yavaşça yüzümden ayırdı ve sertçe yutkundu. "Ama olmayabilirdi de. Koşullar değiştiğinde o gün nasıl sonuçlanırdı bilmiyorum. Kimse bilemez. Sadece tahmin yürütebiliriz. Belki kadın polis arabasını görür görmez yine intihar edecekti. Belki ikna olacaktı ve çatıdan inecekti. Her şey, her şey değişebilirdi." 

"Bu seni bir katil yapmaz," diye mırıldandım. "Ya da Ölüm'ün dediği gibi 'kötü biri' olmazsın. İnsanlar hep böyle değil mi zaten? Bir şey yapacak olsak etrafımızdaki insanlar kendi umursamazlığını aşılıyor bize. 'Onun hayatı, boş versene. Delidir, iner aşağıya birazdan... Polisi başımıza musallat mı edeceksin bir de?' Hep böyle konuşmadılar mı seninle? Sen müdahale etmek istediğinde sana engel oldular."

"O zaman suçlu, onlar mı?" diye sordu Gökhan. "Yoksa onları dinlediğim için ben mi suçluyum? Yoksa o insanları bu kadar umursamaz hâle getiren toplum mu suçlu?"

"Lütfen beni cani olarak görmeyin ama..." diye homurdandı Egemen. "Herkes kendi hayatından sorumlu değil midir? Eğer öldüğü için suçlanması gereken birisi varsa, o da kadının ta kendisi değil mi? Biri alkolü zorla ağzına dökmemiş sonuçta. Kimse git o çatıya çık da dememiş. Atla gitsin de dememiş. Her şeye kendi karar vermiş." Gözlerini bana kaydırdı. "Yaşamak istemeyen birini yaşatmak daha büyük bir suç değil mi? Belki de kadın, yaşarken, ölmekten korkmamasını sağlayacak kadar çok acı çekmişti."

"Onun ne düşündüğü önemli değil," dedi Gökhan. Derin bir nefes aldı. "İnsanlık görevi değil miydi o gün polisi aramam?" Egemen omuz silkti. Sanki gerçekten de umurunda değil gibiydi. "Ben bunu yapmadım. Sustum işte. Atlar diye düşünmedim. İnsan ne düşünürse düşünsün, pes etme noktasına kaç kez gelirse gelsin... Yüzlerce şans yok mu hayatta? Onlarca yıl..." Göz göze geldiğimizde dudakları yukarı kıvrılır gibi oldu. "Yaşamadan nelerin düzeleceğini bilemeyiz."

"Bunu yapan yüzlerce kişi vardır," dedi Egemen. Yüzümü ona çevirdiğimde Gökhan'ın açıklamasından hiç etkilenmemiş gibi gözüktüğünü fark ettim. "İntihar edeceğini bilmeden köprünün yanında duran bir adamın yanından geçenler de vardır, tamamlanmamış bir inşaatın tepesinde atlayıp atlamamayı düşünenlere bir bakış atmadan yürüyüp gidenler de. Hepsi kendi hayatlarına karar vermiyor mu? Madem çok düşünüyormuş annesini, kendi durdurmanın bir yolunu bulsaymış." Elini kameraya doğru salladı. "Peki sen annen o çatının üstünde otururken günlerce ne yaptın Ölüm?"

"Mükemmel bir nokta atışı," dedi Mete ağır ağır ellerini çırparken. "Ama böyle konuşmaya devam edersen götüne kurşun sıkar."

"Ne var oğlum?" dedi Çağrı onu tersleyerek. "Haklı herif. Kendi ne yapmış o zaman annesi ölmesin diye? Sokaktan geçen rastgele insanlar sayılırsınız. Kendi bir bok yapmayıp kuyruk acısını sizden mi çıkarıyor?"

"Bizden," diye düzeltti Kutay. "O günle alakamız varmış ya."

"He yarram he," diye homurdandı Çağrı.

"Bizi buraya tıkmanın daha mantıklı bir nedeni olsaydı bu kadar koymazdı," diye mırıldandım. "Saçma olması daha çok sinirlenmemize neden oluyor. Anlayabiliyorum ama yine de sakin olalım. Sokaktan geçen rastgele insanlar gibi olduğumuz doğru ama yine de konuşmamıza dikkat etmeliyiz. O bir deli. Bu konuda hemfikiriz. Parası olan ve muhtemelen zeki olan bir deli." Egemen'e dik dik baktım. "Söylediklerimize dikkat edelim."

"Ah, beni düşünme sen," dedi Egemen hafifçe sırıtarak. 

"Bu konu haklı haksız aranacak bir konu değil," dedi Kutay gözlerini hepimizin üzerinde dolaştırırken. Bakışları en son Gökhan'da durdu. "Kendini suçlamana gerek yok, tamam mı? Kendini suçlayacaksan suçlayacağın şeyin kefaretini çoktan ödediğini düşün. Burada geçirdiğin bir gün bile o günün kefareti olmaya değer."

"Allah mısın sen?" dedi Çağrı aniden.

"Ne alaka?"

"Kefarete sen mi karar vereceksin?"

"Teselli etmeye çalışıyorum?" dedi Kutay sorarcasına. Dişlerini gıcırdattı. "Çağrı, formuna dönmeye başlamışsın sen yine." Duraksadı. "Rol yapmana gerek yok. Aptal ya da... Yavşak rolü yapmana."

Çağrı sessizleşti.

Kutay, uzun, eklemleri belirgin parmaklarını çatırdattı. "Bu arada bence hepimiz sıyırmaya yakınız," dedi Çağrı'dan gözlerini ayırırken. "Bizi neden buraya tıktığı ile ilgili kafa yormak bana mantıklı gelmiyor."

Gökhan yanaklarını şişirerek bir nefes verdi. Eli göğsüne doğru hareket etti. "Günlerce uyuyamadım o yere çakılmış cesedin görüntüsünden. Unutmam zaman aldı ve şimdi de o unutmak için çabaladığım gün yüzünden burada olduğumdan emin oldum." Duraksadı. "Biliyor musunuz? Kimse umursamıyor dünyadan çekip gidenleri. Haberlere ya da gazetelere çıkmadı o kadın. Sanki hiç var olmamış gibi, adından bile bahsedilmedi. Sanki öldüğünü sadece biz biliyormuşuz gibi."

"Dünyada her gün binlerce insan ölüyordur," dedim boğuk bir sesle. "Hepsi için yas tutulsaydı, yaşamak için zaman kalır mıydı?"

"Bunu söylemeye çalışmıyorum." Gökhan koltukta hafifçe bana doğru kaydı. "Afra, belki bizi de hatırlamayacaklar. Belki bizi öldürüp ölümümüz için bir kılıf bulacak. Belki cesetlerimiz hiçbir zaman bulunmayacak."

"Hatırlanmak için mi yaşıyordun?"

Gökhan bana bakakaldı.

"Bak, herkes unutulur," dedim elimi uzatıp dizinin üstüne koyarken. İnsanlar büyür. "Ortalama bir yerlerde okur ve bir şekilde işe girer. Sonra da bir aileleri olur, genelde huzursuzlukları olan bir ailedir bu. Ve sonra... Ölürsün. Dünyada doğru düzgün hiçbir iz bırakamadan gidiyoruz. Efsanevi bir sporcu, sanatçı, devrimci değiliz. Buraya gelmeden önce de ölsem kimsenin umurunda olmayacağını biliyorum." Dizini sıktım. "Sen... Hatırlanmak mı istiyorsun?"

Gökhan kafasını sağa sola salladı. Elini elime götürüp bir kere minnetle sıktı. "Öyle bir derdim yok," dedi ifadesiz bir sesle. "Sıradan bir çocuğum sonuçta. Buraya tıkılmadan önce de öyleydim. Neden..." Aniden zil sesi yükselince kısa bir an duraksayıp gözlerini gideceğimiz, odalarımızın olduğu koridora çevirdi. "Neden unutulmama gibi bir derdim olsun?" derken sesi zil sesinin altında baskılanmıştı.

"Muhabbet sarmaya başlayınca zil çalıyor demiştim," dedi Sarp oturduğu yerden kalkarken.

"Bu sana sarıyorsa, akıl sağlığından şüphe ederim," dedi Mete. 

Sarp kaşlarını çattı. "Sen kendi akıl sağlığına baksana ya. Hem henüz gözünün önünde tanıdığın biri vurulmadı..."

"Akşam olunca herkesin götü konuşmak için tutuşuyor," dedi Çağrı ifadesiz bir sesle. "Ee, bu konserveleri burada mı bırakacağız?" Kutay'a sorarcasına baktı.

Kutay iç geçirdi. "Sabaha toplarız."

"Tarihi not alın," dedi Mete alayla. "Bay Düzenli salonu dağınık bırakıyor."

"Bay Mükemmel," diye düzeltti Egemen.

"Of, kesin sesinizi." Mete kaşlarını çatarak odalarımızın olduğu koridorun başındaki kırmızı çizgiye doğru ilerlemeye başladı.

Gökhan, "9 Haziran," diye mırıldandı fakat muhtemelen Mete onu duymamıştı. Yine de zihnimde tutacak hiçbir şey olmadığından içimden birkaç kere Gökhan'ın söylediği tarihi tekrarladım. Odalarımıza gitmek için yürümeye başladığımızda hafifçe Gökhan'ın sırtına iki kere vurdum.

"Afra," dedi biz sıranın en sonuna geçerken. "Bundan sonrasında ne olacak?" Karanlık gözleri, onun zihnindeki belirsizliğe bir ışık olmamı istercesine üzerime sabitlenmişti. Ama bilmiyordu. Benim zihnimin içindeki anıların ve düşüncelerin onunkilerden daha belirsiz olduğunu bilmiyordu.

Ona yalan söyleyemeyeceğim kadar değer verdiğime karar verirken, "Bilmiyorum," diye mırıldandım alçak sesle. Zil sesi kulaklarımda sallandı. "Ama biz her zaman yaptığımız şeyi yapacağız."

Gözlerimi kaldırıp sıranın ucuna baktım.

"Sabaha sağ kalırız umarım," dedi Mete koridora çıkarken.

"Hayatta kalmaya çalışacağız," dedim gözlerimi tekrar Gökhan'a çevirirken. "Sadece... Pes edecek gibi hissettiğinde tüm zorlukları niye çektiğimizi hatırla."

Sarp koridora çıkmadan oyalanırken Egemen onu kırmızı çizginin diğer tarafına ittirdi. "Hadi, hadi. Yürü."

Sarp'ın kapısı kapandığında Egemen de çok geçmeden gözden kayboldu. Kapıdan içeriye girerken arkasına bir bakış bile atmadı. Gerçi bunu yapmasını neden beklediğim hakkında da bir fikrim yoktu. Sanırım ben ona baktığım için, onun da bakmasını istemiştim. 

Kutay, "Yarın görüşürüz," dedikten sonra odasına girdi. Kapıyı kapatmadan, "Umarım," diye ekledi.

"Harika," dedi Çağrı. "Herkes yarı yarıya bu gece öleceğimizi düşünüyor." Bize doğru doğru döndü. Koridorda sadece üçümüz kalmıştık ve Çağrı, Gökhan'a kısa bir bakış attıktan sonra gözlerini üzerime sabitledi. "Şey... Öleceğimizle ilgili bir şeyler söylemiş miydi?"

"Evet, bu gece hepimizi kurşuna dizeceğini söyledi."

Çağrı dikkatle yüzüme baktı. "Bu birinin 'fikir verme herife' diyeceği kısım," dedi terslercesine. "Ayrıca korkunç bir espri anlayışın var."

"Ve senin de korkunç soruların var. Sence bizi ne zaman öldüreceğiyle ilgili bana bilgilendirme mi geçiyor? Neyim ben? Ölüm'ün son dakika haberleri spikeri mi?" Daha önce Ölüm'le sohbet ettiğimi iddia ettiğini unutmamıştım. 

"Aman..." Göz devirdi. "Azıcık öylesin ama neyse," diye homurdandı. Ardından arkasını döndü ve kendi kapısına kadar ilerleyip gözden kayboldu.

Gökhan'la çizginin bu tarafında kaldık.

"Pes edecek gibi hissettiğimi nereden çıkardın?" dedi yüzünü bana çevirirken. Soluk renkli parmakları kaküllerini ikiye ayırdı ve yüzünü daha net görebilmem için bana alan tanıdı.

Onu koridora doğru hafifçe ittirdim. "Çünkü benziyoruz," dedim yavaşça. "Çünkü ben de sık sık pes etmek hakkında düşünüyorum."

Gökhan koridorda ilerledi. Ardından kapısının önünde durup bana kısa bir bakış attı. "Pes edeceğini düşünmüyorum."

Söyledikleri beni istemsizce gülümsetti. Oysa bugünün üstüne gülümseyebileceğimi düşünmezdim. Gülümsemem solarken, "Gökhan," dedim yavaşça. Odanın içine yarı yarıya girmişken durdu. "Seni hatırlayacak birileri olacak. Bu evdeki kimse birbirini unutmayacak. Ve ben de seni hatırlayacağım. Ömrümün gittiği yere kadar."

 Gökhan bana zayıf bir gülümsemeyle karşılık verdi. Soluk teni hafifçe kızarırken bir şey söylemeden kapıdan içeriye girdi. 

Kısa bir an koridorun ucunda durdum ve diğerlerinin kapısına baktım. Bir gün, belki de bu gece... Ölüm silahları kullanır mıydı? Bir sabah salona, mutfağa geçtiğimizde aramızda biri eksik olur muydu? Bilmiyordum. Fakat buradaki herkesi canlı görmek istediğimden emindim.

Bir adım atıp koridora çıktım. İki adımda odamın kapısının önüne gelmiştim. Kapının önünde birkaç saniye duraksadıktan sonra derin bir nefes alıp kapıyı açtım ve içeriye girdim. Ben kapıyı kapatır kapatmaz, kulaklarımı delip geçen zil sesi durdu. Belki gürültünün aniden gidişinden, belki de zihnimde bir düşünce bile olmayışından bu ev aniden bana çok sessiz geldi.

Odanın içinde ilerledim. Duş almaya ihtiyacım vardı. Bunu biliyordum. Fakat... Beklemem gerekiyordu. İç çamaşırlarım temizdi ve belki de bu Ölüm'ün dikkatini çekerdi. Belki de duşakabinde onu inandırmak için değiştirdiğim pedleri görmek isterdi. Sonuçta bir deliydi.

Camın kenarına geldiğimde tülü hafifçe yana çektim ve parmaklıklara baktım. Camın içi de dışı da parmaklıklarla doluydu. Camı açmak için bir tutacak yoktu. Tıpkı tüm camlar gibi. 

Parmaklarımı parmaklıklara değdirdim ve gözlerimi boş araziye çevirdim. Ardından bakışlarımı göğe kaldırdım. Elbette, hava henüz tamamen kararmamıştı. Gök henüz lacivert rengini almamıştı. Güneş ışınları hâlâ bulutların arasındaydı ve gök, yıldızlarını sergileyecek kadar geceye gömülmemişti.

Karanlığın içinde güçle parıldayacak yıldızları ararken Gökhan'ın söylediklerini düşündüm. Onun gözünde pes etmeyecek kadar güçlü mü gözüküyordum? Peki öyleyse neden güçlü gibi hissetmiyordum? İstemsizce, evin içinde, diğerlerinin yanındayken rol mü yapıyordum?

Parmaklıklardan elimi çektim. Ardından perdeyi kapatıp yatağa doğru ilerledim ve yavaşça oturdum. Telefonu çıkarıp yatağın üstüne koydum. 

Onun yazmasını mı beklemeliydim yoksa ben mi konuşmalıydım? Benimle konuşacak bir şeyleri varmış gibi davranmıştı. Gece görüşeceğimizi söylemişti. Bu durumda... Onu beklemeli miydim? 

Kafam karmakarışıktı. Ona ne söyleyeceğimden emin değildim. Ondan eskisinden de çok nefret ediyordum, sanki bu mümkünmüş gibi. Onu gerçekten incitmiş kişiler olsaydık, ufacık da olsa... Ufacık da olsa bir şeyler mantık çerçevesine girebilirdi fakat hiçbir şey yapmamıştık. Bir deliydi. Tecavüzcüydü. Katildi.

Kalp atışlarım telefonun, kameraların ve silahların diğer ucundaki tehlikenin düşüncesiyle hızlanırken ellerimi saçlarıma daldırıp saçlarımı geriye yatırdım ve üzerimdeki siyah tişörte ve kota kısa bir bakış attım. Sonrasında gözlerimi kameraya kaldırdım ve konuşmaya başlamaya karar verdim. Unutmam hakkında konuşup duruyordu. Beni tanıdığını iddia ediyordu. Belki o gün onunla karşılaştığımı hatırladığımı söylesem bir şeyler değişirdi. Üstelik bunu o konuşmayı başlatmadan önce yaparsam...

"Seni hatırlıyorum," dedim güçlü bir sesle. Kamera onun gözbebekleriymiş gibi dikkatle kameralardan birine baktım. 

Telefon anında titredi. Sanki bana yazmak için önce benim konuşmamı bekliyordu. Uzanıp telefonu ellerimin arasına aldım.

Ölüm: Şaşırtıcı.

Ölüm: O zaman adımı söyle.

Kafamı sağa sola salladım. "Adını sormamıştım," dedim kalp atışlarım hızlanırken. "O gün... Annenin öldüğü gündü. Ben... Kaybolmuştum. Babamla annemin ayrı olduğunu biliyorsundur, değil mi? Araştırmışsındır. O zaman hafta sonlarını yasal olarak babamın yanında geçirmem gerektiğini de biliyorsundur. O günlerden birindeydim. Evden çıktım... Çıkmam gerekiyordu ve... Kayboldum." Bir elimi boynuma götürüp boynumu ovuşturdum. Tişörtün yakasını hafifçe aşağı çekerek derin bir nefes aldım. "Gözlüğümün camları yoktu. Şarjım bitmişti."

Ölüm: Hatırlıyorsun.

Kafamı aşağı yukarı salladım.

Ölüm: Başka ne hatırlıyorsun?

"İyi bir insan gibiydin," derken boğazım tıkandı. "Senden korktum diye polisi aramıştın. Annenin öldüğünü söylemiştin. Kibardın ve... Anlayışlıydın. Sen... Rol yapıyordun." Sertçe yutkundum. "Seni göremedim çünkü benim gözlerim... Çok bozuktu. Genç olduğunu hatırlıyorum. Sigara içtiğini hatırlıyorum. İstanbul'da dikkatli olmamı söylediğini hatırlıyorum. Ve de korktuğumu."

Ölüm: Hah.

Ölüm: Hatırladığın ben değilim.

"Her şey uyuyor," dedim sesim titrerken. "Annenin öldüğünü söylemiştin. Paran... Paran vardı. Taksimetreyi açık bırakmasını istemiştin kadından."

Ölüm: Sana kibar biri gibi mi gözüküyorum?

Ölüm: Ya da anlayışlı?

Ölüm: Sana o günkü oğlan gibi mi gözüküyorum?

Kafamı hızla sağa sola salladım. "Öyle değilsin," dedim hızla. "Bu yüzden... O gün rol yapıyordun, değil mi? Kamera kayıtlarını izlemiş miydin? Bilerek benimle alay etmek için mi oradaydın? Hakkımda her şeyi öğrenip beni avucunun içine alana kadar başıma bir şey gelmediğinden emin olmak istemiş olmalısın."

Telefon bir süre sessizliğe gömüldü. Ellerim titrerken telefonu iyice sıktım ve bacaklarımı da yatağın üzerine çektim. Birkaç dakika sonra, ben silahlara bakıp gergince beklerken cevap geldi.

Ölüm: Belki de şimdi yaptığım şey bir roldür.

Cevap vermeden önce dikkatle düşündüm. Ölüm, cesur davranmamdan zevk aldığını söylemişti. Sanki ben ona karşı çıktıkça beni hayatta tutma süresini uzatıyordu. Yine de bir deli olduğundan ne kadar dengesiz davranacağını kestiremiyordum. Onunla içimden geldiği gibi konuşup ona hakaret mi etmeliydim yoksa dilime hakim mi olmalıydım? 

Mete'nin sesi zihnimde yankılandı: Böyle bir şey için direnmeyeceksek bu sıçtığımın evinde neye karşı direneceğiz? Ne zaman bir şeyi kabul etmemeye başlayacağız?

En sonunda, "İğrenç, pisliğin ve tecavüzcünün teki gibi rol yapıyorsan tebrikler," dedim sert bir sesle. "Çünkü rol yaptığın şeye dönüşmüşsün."

Ölüm: O günkü her şey gerçekti.

Ölüm: Ben O'ydum.

Ölüm: Ama artık değilim. 

Ölüm: O oğlan, annesinin öldüğü kamera kayıtlarını izleyince annesiyle birlikte öldü.

Ölüm: Ben onun küllerinden doğdum. Doğum gününde annesiyle ölen o çocuğun küllerinden.

"Annen öldükten sonra bir şeyler değişmiş sende, tamam," dedim aceleyle. "Ama sen sağlıklı değilsin. Gerçekten suçlu olduğumuzu mu düşünüyorsun? O sokaktan yüzlerce kişi geçmişti! Neden biz? Neden ben? O gün... O sensen... Göremediğimi biliyordun! Kayıtlara bakınca duyamadığımı da görmedin mi?" Sesim titrerken bağırdım: "Neden ben buradayım?" Çığlığım odanın içinde yankılandı. "Ne yaptım ben sana Allah'ın manyağı!"

Ölüm: Kimse öldürdüğü, yaraladığı insan için sorumluluk almazsa bu dünyanın hali ne olur? Bunu hiç düşündün mü?

Ölüm: Gökhan polisi arasaydı orada olmayabilirdin. Sarp kafasını kaldırıp baksaydı orada olmayabilirdin. Mete yeterince çabalasaydı orada olmayabilirdin. Beni unutmasaydın orada olmayabilirdin.

Ne diyordu bu belasını siktiğimin psikopatı? Gerçekten bizi buraya sokma nedenini içtenlikle mantıklı mı buluyordu? Omuzlarıma bir titreme yayılırken elimi saçlarıma daldırıp hafifçe saçlarımı çekiştirdim. Ona neden laf atmayı denemiştim ki? Konuşarak onu ikna edeceğimi mi düşünmüştüm yoksa sadece kendi söyleyeceklerime bir onaylama mı arıyordum?

Ölüm: O oğlanın kalbini paramparça etmiştin Ahsen.

Neden kendisinden ölmüş gibi bahsediyordu? Ve neden... Samimi bir şekilde tanışmışız gibi konuşuyordu?

Ölüm: Sonra da hiçbir şeymişiz gibi beni unutup gittin.

Ölüm: Yine de aylarca hiçbir şey yapmadım, biliyor musun? Aramadım seni. Neden unuttuğunu sorgulamadım. En iyisini yaşamanı, yaşamına devam etmeni istedim.

Ölüm: Fakat hayat tesadüflerle dolu.

Ölüm: Seni o gün, aylar üstüne yeniden gördüm. Bıraktığımdan daha da kırık gözüküyordun. Bensiz daha iyi olacağını söylemişlerdi fakat çok ama çok kötüydün. Ben de sensiz çok ama çok kötüydüm.

Telefonu yatağa bırakıp, "Ne saçmalıyorsun sen?" diye bağırdım. "Tanıştığımızı ima edip duruyorsun fakat bunun nasıl olduğunu söylemiyorsun çünkü her şeyi kafanda kurmuşsun sen!" Nefes nefese kaldığımda yerimde duramadım. Hızlı soluklar alıp verirken yataktan kalktım. "Hafıza kaybı mı geçirdim? Hastanede buna dair belgeler falan mı var? Yoksa sadece kısa bir an aynı yerde bulunduk ve sen de ikimize kafandan bir geçmiş mi kurdun? Konuşsana artık! Kafayı yiyeceğim yaptığın imalar yüzünden!"

Sesim o kadar titredi ki kelimeler hecelere, heceler de harflere parçalandı. Söylediklerimi anlayıp anlamadığından emin bile olamadım. Dilim dolanmıştı ve konuşamıyordum. Nefesim üzerindeki hakimiyetimi hemen kaybetmiştim. Hızlı kalp atışları, titreyen beden, yüzeysel soluklar... Bunların hepsinin bir krizin başlangıcı olduğunu bilecek kadar çok kriz geçirmiştim.

Telefonu elime aldım. Ardından dizlerimin üzerine, yere çöktüm. "Lütfen," diye inledim. Yeterince cesur gözükmezsem ne yapardı? "Annene hiçbir şey yapmadım. Bir şeyleri unutmayı ben seçmedim. Sana hiçbir şey yapmadım. Birinin kalbini kırsaydım, bunu hatırladım. Ben... Göründüğü gibi biri değilim."

Telefon titredi. Gözlerim açlıkla atacağı mesajı görme amacıyla aşağıya doğru kaydı.

Ölüm: Evet, göründüğün gibi biri değilsin.

Ölüm: Göründüğünden daha da kötü birisin.

"Siktir git!" diye bağırdım. Kendimi tutamıyorum. Kelimelerimi de öyle. "Benim hakkımda ne biliyorsun ki? Ne yaşadığım hakkında en ufak bir fikrin yok! Her şey hakkımda yazılı belgelere bakmakla mı oluyor sanıyorsun? Beni tanımıyorsun!"

Ölüm: Seni senden iyi tanıyorum.

Ölüm: Bu yüzden bu kadar çok sinirleniyorsun. Çünkü ne kadar kötü biri olduğunu içten içe farkındasın ve bunu birinin fark etmesi seni delirtiyor.

Kendi kafasında kurup oynuyordu çünkü gerçekten iyi biri olduğumu biliyordum. Hiçbir insana zarar vermemiştim ben. Aslınur ettiğini bulmuştu ve onun dışında olaylı bir şey yaşadığım birisi de olmamıştı hayatımda. Her cümlesi yalandı ve bu beni daha da çok sinirlendiriyordu. Telefonu fırlatıp atmak, paramparça etmek istiyordum.

Ölüm: Geçmişimize gelince, sevgili kelebeğim... 

Ölüm: Beni hatırlamadığın sürece bu yaptıklarımın ne anlamı kalır ki? Hatırlamak için biraz çaba göstermelisin. Tek çabalayan benim. Her zaman bendim.

Ölüm: İstersen bir geçmişimiz olmadığına inanmayı da seçebilirsin. Tercihi tamamen sana bırakıyorum. Ama içten içe... Bir geçmişimiz olduğunu biliyorsun.

Ölüm: Yıldızları ne kadar çok sevdiğini benim kadar bilen var mı?

Ürperdim. Sakin ol, diye düşündüm kendimi ikna etmeye çalışarak. Odaya girdiğimde ilk önce pencerenin yanına gitmiştim. Öylesine, kafadan atmış olabilirdi bunu.

Ölüm: Aslınur'un en yakın arkadaşının lisede sırana, Aslınur'un ölüm mektubunu bıraktığını da belgelerle mi öğrendim Ahsen? Bunu psikoloğuna hiçbir zaman anlatmamıştın.

Ölüm: Kendini suçlamıyorken bile saatlerce kızın yazdıkları için ağladığını da başkasından mı öğrendim?

"Hayır," diye fısıldadım. Kalbim göğüs kafesimi ezdi. Sanki kemiklerimi parçalara ayırmak istiyormuş gibi. Ölüyü andıran bedenim için daha fazla kan pompalamak istemiyormuş gibi. "Bunu biliyor olamazsın." 

Zihnim hızla çalışıyordu. O gün... O günden hiçbir yetişkinin haberi yoktu. Bunu belgelerden, kayıtlardan falan bulmuş olamazdı. O zaman birini tehdit mi etmişti? Aslınur'un arkadaşı... Merve. Merve'ye mi anlattırmıştı bunları? 

İma ettiği şey, bunları benim ona anlatmış olmamdı. Ama ben... Hatırlamıyordum.

Biri benim bedenimde, benim hayatımı yaşamış ve yaşadığı hayatı alıp gitmiş gibi hissettim. Geriye ne yaşadığına dair hiçbir anı bırakmadan bunu yapmış gibi. Ve bana sadece boşluklardan ibaret bir zihin bırakmış gibi... Canım acıyordu. Hızla atan kalbim sızlıyordu. Çünkü kendi akıl sağlığıma bile güvenemiyordum. Gerçekten hafıza kaybı geçirmiş olabilir miydim? Onu unutmuş muydum? 

"Anlamıyorum," dedim hızla. "Hiçbir şey anlamıyorum."

Ölüm: Biliyorum. Ama hiçbir önemi yok, değil mi? Seni tanıdığıma inanmıyorsun çünkü beni hatırlamıyorsun. Hatırlasan bile... Tanıdığın kişi çoktan öldü. Bunun hiçbir anlamı kalmayacak.

Ölüm: Her türlü beraber kaybedeceğiz. Sen beni hatırlamadığın için yenileceksin. Ben de beni hatırlamadığın için.

Ölüm: Ahsen... Beni hep bozguna uğratıyorsun.

"Seninle ne zaman tanıştım?" diye sordum hızla. "Ne zaman? Hafıza kaybı mı yaşadım? Seni isteyerek hatırlamadığımı mı düşünüyorsun? Bu yüzden mi bana bunu yapıyorsun? Bu yüzden mi birkaç gün sonra tecavüze uğramamı istiyorsun?"

Ölüm: Kendin hatırla.

"Hatırlamıyorum!" diye bağırdım.

Telefon tekrar titredi.

Ölüm: Sana verdiğim görevi geri almayacağım kelebeğim.

Ölüm: Birini seç. İkisinden birini. İyi bulduğun birini.

Ölüm: Sence... Dünyada hâlâ iyi insan kalmış mıdır?

"Dünyanın iyi bir yer olduğuna dair inancımı öldürdün sen," dedim boğazım düğümlenirken. "İnsanlara dair inancımı öldürdün. Katilsin sen." Bir elimi göğsüme götürüp elimi göğsüme bastırdım ve kesik bir nefes aldım. "Senden nefret ediyorum. Seni hatırlamasam da bu günleri hatırlayacağım. Bana yaptıklarını asla unutmayacağım ve senden sonsuza kadar nefret edeceğim." Gözlerimi kameraya çevirdim. "Ve yaşayacağım. Beni öldürmeye çalışsan da yaşayacağım."

Ölüm: Azmin gözlerimi yaşattı tatlım.

Ölüm: Ben de senden nefret ediyorum.

Son yazdığı cümle beni rahatlatırken neredeyse kahkaha atacaktım. Bana aşık olduğunu söyleseydi midem daha çok bulanırdı. En azından benden nefret ettiğini kabul ediyordu. Gerçi hepimizden nefret ediyordu. Nefret etmeseydi, tüm bunları yapmazdı.

Yatağa tutunarak ayağa kalktıktan sonra, "Seninle daha fazla konuşmak istemiyorum," dedim telefonu yatağa bırakırken. 

Umarım gece geberirsin.

• • •

Herkese selam!

Nasılsınız? Umarım her şey yolundadır. Ben diş ağrısı çekiyorum. -Artık ben bunu yazmadan tahmin etmeye başlayacaksınız dlksjefkl Bir türlü kurtulamadım bu çileden.- Ama yine de tam gaz yazıyorum çünkü finale az kalmışken sürekli yazasım geliyor.

Öncelikle hızlı geçilen sınır için hepinize çok teşekkür ederim ♥ Emeklerinize sağlık. Hayalet okurlar, hayalet okur olmayı bıraktığınız ve emeğimin karşılığını verdiğiniz için teşekkür ederim.

Bu bölüm biraz geçiş bölümü gibiydi. Bölümü beğendiniz mi? Umarım beğenmişsinizdir.

Gelelim bölüm sonu sorularına...

Egemen'in hiç kimseyi suçlamamasına ve tek suçlu kadını görmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sizce Gökhan vicdan azabı çekmekte haklı mı? Sizce hatırlanmak istiyor mu?

Ölüm& Afra konuşmaları kısmı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bir dahaki bölüm Afra'nın seçim bölümü. Finale doğru bölümler biraz kısa kısa- 20 sayfa- ama konu olarak dolu olacak. Bir dahaki bölüm uzun olmayabilir bu yüzden, şimdiden hazırlıklı olun ♥

Sınır geçilince görüşmek üzere! Hepinizi çook seviyorum. Takılmak isterseniz pano her zaman sadece okurlarıma açık ♥ 

Instagram:

Kişisel: Merisiej
Blog: Limaeibooks
Kitaplarımla ilgili paylaşımlar için: ilimaei

Tiktok: i.limae

Continuer la Lecture

Vous Aimerez Aussi

1K 287 16
Risale-i Nur'u okudukça ömrün sonuna kadar imanımız, amel-i salih olarak davranışlarımızı disipline ediyor. Amel-i sâlih de imanımızı arttırıyor ve i...
TUTSAK Par Elsa

Mystère / Thriller

76.8K 2.7K 37
"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevleri de"
2.4K 1.1K 22
Kapak tasarımı için @hayalliruzgarlar çok teşekkür ederim Senaryo yazmayı merak edenler için ders niteliğinde paylaşmak istedim. Not: İçindeki bilgil...
162K 4.2K 1
Tanıtım bölümüne göz atınız... Kaçak Prenses 1'in devam kitabıdır.