Lord, don't move that, [Yizha...

By Nneoll

18.7K 2.1K 4.7K

"Atalarımın kanıyla yıkanmış kılıcım üzerine yemin ederim ki, lordumu her şeyden koruyacağım." ___ ~Victoria... More

1| Cesur bir yürek, bir de ateşli silah
2| Siz beni kurtardınız, her anlamda.
3| Galler arşidükünün sembolü.
4| Biz, farklı bir yüzyılda yaşamalıydık.
5| Sadece lorduma, benim lorduma.
6| Koca bir kış, tek bir öpücük.
7| Nasıl da acımasız.
8| Neden bu kadar çok canımı yakıyor?
9| Gönlümü put sanıp kıran da kim?
10| Elini tuttu ve seninle dans etti.
11| Dene, cesaretin varsa.
12| Ben Kont Xiao Zhan.
13| Ben bir hayal kurdum ve orada, özlemek yoktu.
14|Öfke ve çaresizlik.
15| Geç gelen mektup.
16| Duyulan çocuk sesi ve tek bir an.
18| İkinci kez ölmeye yemin etmek.
19| Asla bitmeyen veda, durgun yaz ve ahengin bozulduğu nokta.
20 | Peri masalından sürgüne giden yol.
21 | İnsanın kendi kıyameti.
22| Bir kelepçenin özgürlüğüne mahkum olmak.
23| Londra.
24 | Ölüler mektup yazamazlar.
25| Ölüme ağlayan deliler, acıdan titreyen mezarlar.
26|Ellerime bak, ne görüyorsun?
27| Aklımdan çıkmıyor, kalbimi bir an olsun terk etmiyorsun.
28| Her şeyden bir adım öncesi.

17| Bir damla kan, binbir endişe.

413 57 159
By Nneoll

Yibo emin değildi. 

Ancak tahmin ediyordu ki, ölüm eğer bir surete bürünecek olsaydı fazla uzaklarda dolanmaz hemen yanı başına geçerek onun görmekte olduğu insanlardan birinin yerine geçerdi. Çünkü etrafındaki her yüz korkuyla kasılmış, gördüğü her göz bebeğine nedeni tahmin edilebilir bir sıkıntının gölgeleri kazınmıştı.  Hemen hemen herkes ölümü çağıran sessizliğe gömülüp kalmıştı. Tüccarlara ait yük arabalarıyla kapanan sokağın başında öfkeli sesler yükselirken, arkada bekleyenler çareden yoksun bir tavırla sokağı bekleme yeri yapmışlardı. 

Ve Yibo bu manzaranın içinde bir yerde,  hem kendisine seslenmekten vazgeçmeyen çocuğu arıyor, hem de o üzüntülü insanların arasında aklını bütünüyle yitirmemeye çalışıyordu. Ama çoktan uyuşarak, zihnine dair bazı şeyleri yitirmişti.

"Neredesin, nerede?"

Adımları birbirine dolanmakla kalmayıp onu düşürmek için kendisine tuzaklar kuruyordu. İlerlemek sancılı ve ağrılarla doluydu. Yibo hissediyordu; tozla ve türlü ayak izleriyle lekelenen zemine düşüp kalmak an meselesiydi. Fakat niçin böylesine kırılmaz bir inatla yürümeye çalıştığını bilmiyordu.

Seslenişi hiç azalmayan çocuğu durdurmak isteyerek boşluğa doğru elini ileriye uzattığında, karşısında duran, tanıdık gelmeyen bir lord ona baktı. O adam, Yibo'nun dağılan üstüne ve kanlanan gömleğine uzun süre bakmış ve sonunda onun da kendisi gibi bir soylu olduğunu anlamıştı. Bu yüzden saygılı olmaya çabalayarak, "Lordum kendinizde misiniz?" Diye sormuştu.   

Cevap yoktu. 

Bu cevapsızlık adamın bir kez daha sağda solda dolanarak bir şeye bakınan Yibo'ya seslenmesine neden olduğunda Yibo onun yüzüne bile bakmadan sesin geldiği yöne doğru koşturmuştu. Yaptığı şey koşmak da sayılmazdı ama en azından adımları öncekine göre daha hızlıydı. Tuzağına düştüğü kabusu adım adım onu kendisine çektiği halde, varlığı da adım adım öteye çekiliyor gibiydi.

Nereye kadar gittiğini bilmediği yolda epey ilerlese de, ses hala sabit bit güçte geliyordu. Belli ki mesafeler hep aynı kalıyor ve asla kapanmıyordu. Ayak tabanları sızlıyordu.

Bacaklarında dermanın en küçük zerresi bile yoktu ve bu yüzden sadece olduğu yerde geriye dönerek baktığı yerlere yeniden göz attı. Kısılan göz kapakları bütünüyle kapanmak istiyor, Yibo da inatla sadece tek bir kulağıyla duyduğu seslenişe ulaşmayı deniyordu. Gözünün önündeki soluk renkler gittikçe solmuştu. Artık geriye sadece insanların hepsi birer kuklaymış gibi hızlı ve telaşlı kaba eylemleri kalmıştı. 

Dünya dönüyordu, olduğu yerde sarsılan Yibo'ya rağmen, ait olduğu her şeyle birlikte dönüyordu. Ölen ve yaralanan herkese rağmen dönen bu dünya Yibo'nun kaldırabileceğinden çok daha fazlasını omuzlarına yüklüyordu. Öyle ki, nefes almak bile çok zor geliyordu.

"Bulamadım seni."

İsyan eden bedeni yere çökmek için acı çığlıkları attığı sırada son bir gayretle yol kenarına doğru yürümeye başladığında gücünün son demlerini kullandığını ve bu gücün ona yetmeyeceğini biliyordu. Bu yüzden iki adım sonra  tökezlerken şaşırmamıştı. Yere düşüş anında, kullanım süresi sona eren kurmalı oyuncaklar gibi hareketsizdi.

"Lanet olsun." Kelimeleri dilinin döndüğü son sözler olarak sese büründüğünde ve sonsuz bir düşme anının içine kapana kısılmış gibi hissettiğinde çok geçmeden güçlü iki el onu tutarak beklemeden kendisine çekti.

Derin bir nefes eşliğinde, "Buldum seni." Diye konuşan Xiao Zhan kolları arasında tuttuğu bedenin tüm ağırlığını çekinmeden kendisine yasladı.

O an tüm dünyası güçsüzlükle yıkanan Baron için, onu görmek başka bir dünyaya bakmak gibi gelmişti. Uzun süre suda boğulurken nihayet alınan derin bir nefes gibiydi ve böylelikle, çocuk sesinin ayak izlerini takip ederek geldiği yerde nihayet az da olsa ayılabilmişti. Ses aslında hala kulaklarındaydı ama gerçekliğin ayrımını yaparken tercihini Zhan'dan yana kullanmıştı. 

"Neden gittin Yibo?" Zhan kollarını gevşettiği ilk anda onu yeniden yitirecek olmasının yaşattığı korkuyla onu daha sıkı tuttu. Yüzü ter içinde, mimik çizgilerinde keyifsiz birer karanlık gölge vardı. Gözleri ise tam anlamıyla yangın yeriydi. Londra'ya ayak bastığı ilk andan beri aradığı kişiyi, yolda bekleyen arabayı gördüğünde bulduğunu düşünmesi ile onun biraz evvel kayıplara karıştığını öğrenmesi arasında saniyeler oynamıştı sadece. 

Ve dakikalar boyunca da adım adım Yibo'yu aramıştı kalabalık sayılabilecek o sokakta. Tanrı şahit, eğer biraz daha bulamadan dolaşıp dursaydı göğe doğru büyük bir haykırış kopacaktı dudakları arasından. 

"Yibo, bana bak bir kerecik. Çok merak ettim seni. "Sevgilisinin omzunda duran başını kaldırmasını bekledi, panikleyip onu kucaklayacağı sırada ise Yibo yavaşça başını kaldırıp kolları arasındaki adamın gözlerine baktı. Aynı saniye onun kırık sesi duyabildiği kulağından içeriye ulaştı. "Seni aradım her yerde."

Yibo nihayet kabusundan kurtulabilmenin rahatlığı ile yorgun da olsa gülümsedi ve en az dudaklarındaki gülüş kadar yorgun olan göz kapaklarının kapanmak üzere olmasını sorun etmeden Zhan'a baktı.

"Beni..."

Derin bir iç çekişle bölünen konuşması artık ayakta durmaya zorlamadığı bedeninin ağırlığı ile tamamen son ermişti.

Zhan kolları arasına yığılıp kalan bedenin yüzünde, sadece ölülere yakıştırılan soluk beyazlığı gördüğünde duyduğu korkuyu hiçbir şeye karşı duymamıştı. Onun adını defalarca kez seslenmeye devam ederken zihni onu çok kısa bir süreliğine Yibo'yu ilk gördüğü geceye götürmüş ve tarihin niçin en acı veren yerinden tekerrür ettiğini sormuştu. 

O gece korku nasıl bedenini bütünüyle tesir altına almışsa ve olacak olanların değişmez sonunu aldığı tedbirler ile nasıl önleyememişse, bugün yine aynısını yaşıyordu. Kucaklayarak yürümeye başladığı sevgilisini kaybetmeye olan korkusu aynı, onca tedbire rağmen felaketleri önleyememesi ise geçmişle çok benzerdi. 

Kaosun hakim olduğu sokakta kucağındaki bedenle neredeyse koşar gibi yürürken gözler üzerine çevrilse de bir an olsun bunu düşünmedi. Zaten yaralanan, evinden ve işinden olan onca insan vardı ve bu kötü zamanlar geçtiğinde kimsenin hafızası ne onu ne de kucağındaki bilinçsiz adamı hatırlardı. 

"Tanrım lütfen." Diye yalvardığı  sırada sıralı arabalar arasından zorlukla kenara çekilen tanıdık arabaya doğru olan yürüyüşü oldukça hızlı ama çarpıktı. Yibo'yu aramaya giden korumalar arasından bir tek Jiyang orada kalmış ve arabaya göz kulak olması için görevlendirilmişti. 

"Kont!"

Jiyang koşturarak yanına gittiği Kont'un yüzündeki sert ifadenin bir benzerini daha önce hiç görmediğini düşünürken korkuyla baygın duran Baron'a baktı. Ona bakmak bile patlama anının dehşetinin var olduğu gibi yeniden yaşamasına neden olmuştu ama duraksamasına müsaade yoktu.

"O iyi mi?" Diye neredeyse kendi kendine konuşur gibi sorduğunda sesi, Kont'a ulaşamamıştı. Açtığı araba kapısından içeriye dikkatlice uzanan kollar baron'un baygın bedenini oturma yerine bıraktığında Jiyang ona bakmayı bırakıp önünde duran Kont'a baktı. Toza bulanan bedenine ve yüklendiği acılara rağmen nasıl da görkemli bir dağ gibi durabildiğini sorgulasa da cevabını bulamayacağını çok iyi biliyordu. Çünkü babası bazı şeylerin her insana bahşedilmediğini söyleyerek büyütmüştü onu. Babasının söylediğine göre tanrı ona güç bahşetmemişti ve şimdi güçlü olduğu epey aşikar olan bir adamın nasıl öyle durabildiğini elbette anlayamazdı. 

"Zhoucheng, evi doğuda, londra kolezyumunun çapraz sokağında kalan bir hekimi bulmak için gitti. Onun yanına git ve Yibo'yu bulduğumu söyle. Doktorla birlikte buraya sağ salim gelmeleri için yardım et."

Emreden tok ses Jiyang'ın kulaklarından içeriye dolduğu ilk anda göğsü dikleşerek çenesini yukarı kaldırmıştı. Aldığı kısa askeri eğitimden kalan, verilen her emire hazır olan asker duruşu  saniyeler içinde hareket geçmesiyle son bulduğunda geriye ciğerlerine doldurduğu havadan başka bir şey kalmamıştı.

Hızlı adımlarıyla ve elinde hazırda beklettiği silahıyla doğuda kalan sokaklardan birine girmeden önce arkasına döndü. Arabanın yanında duran ve içerideki baron'u seyreden adama hayranlıkla baktı.

Duruşunda bile bir şeylerin, belki de kitaplarda okuduğu, yazılı tarihlerde bahsi geçen yüce insanların zuhur eden gücü vardı. Jiyang neredeyse büyülenmiş bir halde önüne dönüp koşmaya başladı. Zihnini tek bir düşünce esir almıştı; güçlü birisi değildi lakin o güçlü kişiyi takip ederek yüreğindeki adanmışlığın hakkını verebilirdi. 

O koşarak uzaklaştığı sırada Xiao Zhan ise tanrıya yakardığı kısa saniyelerin sonuna gelerek arabadan içeriye girmişti. Yibo'nun acıyla anlam bulan mimiklerine ve ağır ağır inip kalkan göğsüne bile şükredecek bir durumda bulunmasının ezici zayıflığı onu soluksuz bırakabilirdi. 

İçinde büyük şeylerin savaşını verirken, kolları arasına çektiği sevgilisinin yüzündeki lekeleri usulca silmeye başladı ve o an dışarıdan bakan birinin sakin diyebileceği bir haldeydi.

Oysaki zihnindeki gürültü dışarıdan bir duyulsa herkes o an sağır kesilebilirdi. Sürekli olarak yaşanılanları düşünüyor, herkesten itina ile şüphe duyuyor ve sevgisini yaşatabilmenin her türlü yolunu sorguluyordu. Yibo inildeyerek kendisine gelmeye başladığı ana dek sessince onun ellerini ve yüzünü temizlemiş ve dışarıdan gelen uğultuya rağmen o sessizliğin eşsiz bir timsali gibi susup kalmıştı. 

Güneş karanlığa yer açmak için göğün ötesine çekilmeye devam ederken bir zaman sonra kalabalık sokaktaki insanlar yol kenarlarındaki arabalarına çekilmiş ve yolun açılmasını artık umutsuzluk içinde beklemeye başlamıştı. Çok geçmeden açılan araba kapısı ise Zhan'a umudu getiren ellere aitti.

Zhuocheng yorgun sesiyle onun adını seslendiğinde Zhan yavaşça Yibo'yu sarsmadan doğruldu. Bir başka ses daha onun ismini seslendi; bu ses Yibo'ya aitti.

"Xiao Zhan?"

Zhuocheng getirdiği doktoru arkasında bekletirken kısa bir süre ikiliye izin verdi.

"Yibo buradayım. Çok şükür açtın gözlerini." Diye konuşan Zhan  omzuna yaslanan başı saçlarından okşarken doğrulmasına yardımcı oldu. Çatallı sesinden her şey belli olsa da endişesini dile getirdi. "Korkuttun beni, neden yaptın? Neden gitti Yibo, kimi arıyordun?"

Yibo gözlerini açmış olsa dahi, tüm bu sorulara cevap verebilecek durumda değildi. Bunun farkında olan Zhuocheng Zhan'a ufak bir işaret vererek arkasında bekleyen doktorun arabanın içini görmesi için önünden çekildi.

Sorularının ve hatta korkusunun bile o an dile getirilmesinin anlamsız olduğunu çok iyi bilen ama yinede kendisini tutamayıp konuşan Xiao Zhan, ona işaret veren gence başını salladı. Dudaklarını birbirine görünmeyen mühürlerle sıkıca kapattıktan sonra elindeki çantayla ve gözündeki gözlükle tüm dikkatini Yibo'ya veren doktoru inceledi.

Yibo ellerini üzerinden çekerek doktora müsaade eden sevgilisine bakıp onun usulca gözlerini açıp kapatışını izledi. Bu, sorun yok gibi bir hareketti ama o an için anlamı, sorun var ama halledeceğiz olarak değiştirebilirdi.

"Patlamadan ne kadar uzaktaydınız?" Diye soran doktor önündeki yaralı adamın kendisine cevap veremeyeceğinden emin olunca açık kapıdan kendisine bakan gençlere kısa bir bakış attı.

Korumalardan oluşan grubun lideri ufak bir düşünce süresinden sonra, "İki, belki de üç furlong uzaktaydık. "Diye cevap verdiğinde gri saçlarını sakince geriye çeken hekim aynı renkteki sakallarını karıştırdı.

(Furlong 201 metre uzunluğa eş olan bir uzaklık birimidir. Bir milin 8'de birine denk gelmektedir. İmparatorluk birimleri sisteminde 1825'te tanımlanması yapılmıştır ve neredeyse 100 yıla yakın bir süre bu birimler sistemi amerika ve ingiltere'de kullanılmıştır.)

Dikkatini yeniden Yibo'nun kanaması duran kulağına çevirdiğinde onun yanında soluksuz bir şekilde yaptıklarına bakan Kont merak içinde sormuştu.

"Bu mesafeden kulağının kanaması normal mi?"

Yaşlı hekimin duruşu bozulmasa da, Kont'un sorusuyla bakışları yukarı çevrilmişti. Ne düşündüğünü anlamak zordu ve o an kendine zorlukla mukayyet olan kont haklı olarak onu anlayamıyordu.

"Ben bilmem." Diye cevapladı hekim onu. Aksanındaki tuhaflık Zhan'ın bildiği üzere adamın İskandinav ülkelerinden birinden oluşu yüzündendi. Düzeltmeye uğraşmadığı bu garip aksanla devam ettiğin Zhan  nefesini seslice dışarı vermişti.
"Ömrümde hiç patlama görmedim. "

Zhan kaşlarını çatarak ona baktığında adam çantasından çıkardığı şırınga kutusunu açmaya koyulmuştu. Merakla ve korkuyla çalkalanan yüzünde arada bir durgunluk hakim oluyor, sonra yeniden onu seyreden Zhan'a bakarken adamın elleri titriyordu.

"Hastaneye çağırılmadınız mı hekim Isolf?"

Kont bir şekilde bu garip tavırların ardındaki nedeni öğrenmek için sorduğunda garip ifadeli adam gülümsemişti. "Ben evimde hasta bakarım. Kıyamet kopsa da gitmem o delilerin olduğu yere."

Zhan hemen kapının önünde duran  Zhuocheng'e bakarak ondan doktora dair olumlu bir işaret bekledi.

Hekim Magnor Isolf norveçliydi ve ülkeye geldiğinden beri türlü hastanelerde çalışmıştı. Ama son bir yıldır da evinden hasta bakan bakmaktaydı ve genelde kimseyle ahbaplık yapmayan birisiydi.

Zhuocheng ona ulaşmaya çalıştığı sırada nasıl birisi olduğunu araştırsa da, kısıtlı zamanda elde ettiği tek bilgi yaşadığı apartmanının giriş katında oturan kadına aitti.

Kadın, Zhuocheng'e üst kat komşusu olan hekim hakkında genel olarak olumlu şeyler söylese de konuşmasının sonuna eklediği sözler yüzünden zhuocheng tereddüte düşmüştü ve buna rağmen mecburen doktoru alıp Zhan'a getirmişti.

Onu tereddüde düşüren cümleler doktor Isolf'un ruh bilimi adına bazı terapi yöntemleri üzerinde çalışması ve bu çalışmaları yüzünden çalıştığı hastaneden kovulmasıydı. Zhoucheng bilmiyordu. Yaşadıkları çağda kimse ruh bilimine merak duymaz ve onun gibi hiçbir şey bilmezdi.

Kim, niçin deliler ile uğraşırdı ki?

Zhuocheng kendisine bunları sorsa bile yolundan geri dönmeden, yüksek bir para teklif ederek evinden alıp getirdiği bu hekimin Kont'da şüphe uyandırmasını anlayabiliyordu. Ancak içinde bulundukları vaziyet gereği katlanmaları gereken bazı şeyler vardı ve buna, Magnor Isolf'un rahatsızlık veren bakışları ve garip aksanıyla dile getirdiği cümleler de dahildi.

Hekim kendisini izleyen herkese sırayla bakarken, "Kulaklarından hastalanan birkaç kişi daha gördüm yolda. Ama o kişiler patlama yüzünden başka ciddi yaralara da sahipti." Diye konuştu ve ağrı kesici enjekte etmek için çantasından bir cam şişe çıkardı. "Görüyorum ki lordunuzun herhangi bir yarası yok. "

Xiao Zhan onun konuşmalarının her kelimesine tüm dikkatini vererek dinlese de bir çıkarım yapamamıştı. Bunun yerine baygın gözlerle kendisini izleyen sevgilisinin gömleğine uzanarak iğne için hekimin dediği yeri, kolunun üst kısmını açığa çıkarmıştı.

"Neden kanaması olduğuna dair bir şey diyemez misiniz?" Diye sorduğunda sorusuna cevap vermeyen Magnor Isolf isimli adam dikkatini toplayarak iğneyi Yibo'nun koluna uzatıp birkaç uzun saniyede işini hallederek geriye çekilmişti.

Xiao Zhan Yibo'nun gömleğini yeniden yukarı çekerken gözleri karşısında oturan adamda ve bedeni her an harekete geçecek gibi gergindi. Bir an önce şehirden çıkmalarını sürekli ona hatırlatan zihni seyrettiği hekim hakkında hiç de iyimser değildi.

"Ağrı kesici yaptığım için birazdan rahatlayacaktır. Ama kulağındaki sorun için bir hastaneye gitmeniz gerek. Tahminim kalıcı bir işitme kaybı yaşayacağı yönünde ama iyileşen vakalardan da bahsedebiliriz. Kesin konuşmak imkansız."

Kendisine açıklama yapan hekime sorgulayıcı gözle bakan Kont, Yibo'nun yeniden omzuna başını koymasına yardım etti. Aralarındaki bu yakınlığı en başından beri sorgulayan yaşlı adam ise bakmadan, sadece elini daldırarak kurcaladığı çantasını kucağına daha çok çekerken meraklı gözlerini kısarak sormuştu.

"Lordlarımın arasında bir akrabalık mı söz konusu?"

Zhan cevap vermeden önce Yibo'ya kısa bir bakış attığında konuşmaları başından beri dinleyen Zhoucheng öne atılarak cevap verdi.

"Bize sadece bir saatliğine gelebileceğinizi söylemiştiniz." Dediğinde elindeki silahı bırakmadan iç cebine uzanarak kalın bir zarf çıkardı. Konuşmaya devam etmeden önce tek kaşını kaldırarak zarfa bakan adamın çıkması için kapının önünden çekilmişti. 

"İşiniz bittiyse sizi evinize güvenle bırakalım Bay Isolf"

Yaşlı adam önce yutkundu, sonra da gergin bir halde kendisini izleyen Kont'a ve onun koruyucu bir tavırla kendisine çektiği Baron'a baktı. Aralarında ne olduğunu anlamıştı ama kapının önünde bekleyen gencin kendisine her şeyi yapabilirmiş gibi tehditkar duran bakışlarından korktuğu için dilini tutmanın daha hayırlı olacağına karar vermişti. 

"Evet, elbette." Diyerek arabadan inmeden önce kurcaladığı çantasından ince bir cam tüp çıkarıp Kont'a uzattı. "Gitmeden bunu bırakayım. Tesirli bir şey değil ama lordunuzun kulağındaki acıyı hafifletecektir. Bir iki damla yeterli olur."

Xiao Zhan kendisine uzatılan küçük şişeyi alırken adam çoktan arabadan inmiş ve yürümeye başlayan Zhuocheng'in peşine düşmüştü.

Kalan korumalar yolun kenarında ve arabanın çevresin aralıklı mesafelerde durarak beklemeye koyulduğunda bir süredir ortalarda olmayan Jiyang koşturup geldi. Nefes nefese bir halde üçük bir kağıt torbayı arabanın içine uzattı.

"İçinde temiz gömlek ve yiyebileceğiniz birkaç paket yemek var. "

Kont başını salladıktan camdan dışarıya kısa bir bakış attı. "Kendinize de ayarlayın bir şeyler, buradaki bekleyişimizin sonu meçhul, hazırlıklı olun."

Jiyang onun sözlerini yeniden bir emir gibi başını eğerek aldı ve ardından kapıyı kapadı. Kendisine bakan arkadaşlarının hepsinin yüzünde yorgunluk, öfke ve bilinmezliğin yarattığı keyifsiz çizgiler vardı. Yine de umudunu yitirmeden kendisine verilen görevleri yerine getirmesi o an ona yapılacak en iyi şey gibi geldiğinden birazdan döneceğini söyleyerek oradan ayrılmıştı.

Kısa sürede sokaklarda bazı geri dönen arabaların yerlerine oradaki fırsatçı kimseler tarafından küçük tezgahlar açılmıştı ve çoğu, çoktan elindeki malları satmıştı. Bulundukları nokta patlamaya yakın olduğundan ve tedirgin gözler kendisini belli ettiğinden Jiyang kimseye bakmamaya çalışarak yiyecek satın alabileceği bir yer aramaktaydı.

Yeni bir patlamanın yaşanabilme olasılığı kraliçe karşıtı bir grubun sözlerine dahil olurken, Jiyang bir köşebaşı konuşmasında yolun ilerisinde zincirleme bir kazanın olduğunu ve daralan yoldan geçemeyen geniş yük araçlarının akşama doğru yolun açılmasıyla geçebileceğine dair bir söz duymuştu. Ama buna da umutlanamıyordu çünkü bir başka yerde de yakında polislerin oraya gelerek kalabalığı eve dönmeleri için ikna edeceğini işitmişti. 

İnsanların oradan uzaklaşmak istemesini anlıyordu. Çünkü patlamanın yaşandığı yerin tasviri oldukça kötüydü. Patlama tam işlek bir noktada, İngiltere bankasına epey yakın bir yerde gerçekleşmişti ve oranın yakınında kalan tiyatro binası yüzünden yüzlerce insan yaralanmıştı. Haklı olarak hiçkimse bu kan gölüne yakın olmak istemezdi.

Dar bir ara sokaktan geçerek bulundukları sokağın paralelinde kalan başka bir sokağa adımladığında birden karşısında beliren Zhuocheng'e saygıyla selam verdikten sonra merakla sordu.

"Bay Isolf'u evine bıraktığınızı düşünüyordum. Beklenmedik bir durum mu oldu?"

Zhuocheng'in yüzünde öfkeli bir ifade vardı ve bu öfkesi Jiyang'a olmasa da onu korkutarak bir adım geriye çekilmesine neden olmuştu. Önüne dökülen saçlarının arasında parlayan terli alnını koluna sildiği sırada kendisinden korkan Jiyang'ı baştan aşağıya süzen Zhoucheng, neden gitmesi gereken yerin tam zıttı yönünde birden karşısına çıktığının cevabını verdi.

"Hekimin gitmesi gereken başka bir yer varmış." Sesi bundan daha fazlasını olduğunu açıkça itiraf etse de Jiyang sormaya cesaret edememişti. Ancak Zhoucheng ona bir şeyi, özellikle de ihanet karşısında ne yapabileceğini göstermek niyetindeydi ve konuşmasının devamında buz gibi sesiyle Jiyang'a olanları söylemişti.

"Tabi ondan önce ayağa kalkması gerekecek. Zira en son tenha bir yerde baygın yatıyordu."

Jiyang istemediği bir titreyişe tüm bedenini kurban ettiği sırada  yüzündeki rengin akşamın çöken karanlığına rağmen açıkça yitip gittiğini biliyordu. Elleri bile saniyesinde buz kesmişti.

Ona bakmaya devam eden gözlerin keskin ve pişman olmayan bakışları altında sadece, "Neden?" Diye sorabildiğinde, Zhoucheng önce onu geriye dönüp yürümesi için teşvik etti.  Sonra da astı olan çocuğa önemli gördüğü şeyleri sıralamaya başladı. 

"Birinci neden, evime kendim giderim dedikten sonra soluğu gördüklerini anlatmak için bir gazetecinin yanında aldı."

Jiyang az önce geçtiği ara sokaktan gerisin geri yeniden yürürken neredeyse arka çaprazında yürüyen bedenin nefeslerini ensesinde hissediyordu. Ardına dönüp konuşan kişiye bakamıyordu çünkü kolunu tutan el onu anlamadığı bir şekilde tedirgin ediyordu. 

"İkinci neden, normalde aldığı tedavi ücretinin üç katını aldı benden. Böyle insanlara bir kez bile fırsat vermemelisin. Çünkü yine yaparlar ve ikinci sefere dayak atmaya karar versen bile bundan önce aslının beş katını çoktan almış olurlar senden."

Jiyang anladığını göstermek için başını ağır bir hareketle salladığında Zhoucheng onun tam arkasına geçip kulağına eğilerek devam etti.

"Ve üçüncü neden, ondan hiç hoşlanmamıştım." diye konuştu ve birden Jiyang kendisini duvara itilirken buldu. Zhoucheng'in onu kenara iterek silahını çok hızlı bir şekilde arkasına doğrultması sadece birkaç küçük saliseye mal olmuştu ve Jiyang, ara sokaktaki evin alçak penceresinden biraz önce durduğu yere atlayan bir kişiyle yüz yüze gelmişti.

"Hareket edersen arkadaşını öldürmem için izin verdiğini varsayacağım."

Zhoucheng arkasından ona yaklaşan ve elinde bıçak tutan gence doğru tereddütsüz bir şekilde silahını tutarken, hemen çaprazında duvara yaslı duran Jiyang'ın hızlı nefes seslerini duyuyordu. Birkaç saniye sonra, arkası dönük olduğu için göremiyor olsa da aşağıya atlayan öteki gencin yere düşen bıçağının sesini işittiğinde önünde duran kişinin koşarak kaçmasına izin vermişti.

"Hırsızlık yapacak uygun bir zaman. Ama yanlış kişi küçük adam." Diyerek arkasına dönüp Jiyang'ın etkisiz hale getirdiği çocuğa yaklaştı. Çocuk yüzünü beceriksizce kapatsa da en fazla 16-17 yaşlarında olduğu anlaşılıyordu ve korkudan titriyordu.

Jiyang'ın çocuğa doğrulttuğu silahından tutarak onun elini aşağıya indirdiğinde çocuğa bir adım daha yaklaştı ve koşarak kaçan kişiye işaret ederken konuşmaya devam etti. "Ve seni ardında bırakıp gittiği için yanlış arkadaş."

Ağlayarak defalarca kez bağışlanmayı dileyen çocuk Zhoucheng'in kısa bir baş hareketi ile serbest kaldığını anladığında yerdeki bıçağını almaya cesaret edemeden koşmaya başladı. O yarı karanlık sokakta kalan ikili ise bir süre sadece kulaklarında çınlayan kalplerinin seslerini dinledi.

Zhoucheng dövdüğü doktoru olduğu yere bıraktıktan sonra peşine takılan gençleri fark etmiş ve bir noktada onlardan kurtulmaya karar vermişti. Ama beklenmedik bir şekilde karşılaştığı Jiyang yüzünden kafasındaki plandan daha farklı davransa da bir şekilde kendilerini kurtarabilmişlerdi 

Boynunu sağa sola çevirip gerilen kaslarını gevşetmeye çalıştıktan sonra genişçe aralanan gözleriyle kendisine bakan Jiyang'ın elindeki silahına kısa bir bakış attı. Ardından normal tınısına kavuşan sesiyle konuştu.

"Önünü kesmek üzere olan birisini fark edemiyor musun?"

Jiyang duvara doğru itilişini ve kaçıp giden çocukla yüz yüze gelişini hatırladığında gözlerini kapatarak derinden bir utanç yaşadı. Çocukluğundan beri bu iş için yetiştirilmemişti. Bu yüzden diğer herkesten daha geride hissediyordu kendisini ve bu olay zayıf özgüvenini toza çevirmek için yeterliydi.

"Çevreni iyi izle." Diye konuşan Zhoucheng kolundan çekiştirdiği genç ile yürümeye başladığında sokağın çıkışında bir yerde kapalı bir dükkan önünde duran lordları işaret etti. "Mesela baştan aşağıya bir bak şunlara. Onlarca insan ölmüş olsa bile, hatta kendi ölümleri hususunda şiddetli olasılıklar olsa bile en pahalı takımlarına kuşanmışlar."

Jiyang göz ucuyla baktığı lordların ağız hizalarında tuttukları pipolardan yükselen dumanlarına aldanıp giderken niçin en pahalı takımlarını giydiklerini ve bunu nereden anlayabileceğini bilememişti. Yanındaki bedenin sesini yeniden kulağının dibinde duyduğunda irkilse de sakin durmaya çalışarak söylenenlere kulak vermek istemişti.

"İpek burada pahalıdır Jiyang. Çünkü ülkedeki yüksek kalite ipeklerin çoğu  Osmanlı üzerinden getiriliyor buraya. Ayrıca ham maddesi Hindistan'dan sağlanan ama üretimi burada yapılan kumaşların kullanımını arttırmak için yüksek gümrük vergilerine bir de yüksek satış fiyatı ekleniyor. "Diye açıklayan Zhoucheng karşı sokakta endişeyle bekleyen birkaç kişiye daha bakıp önündeki yola odaklandı. "Peki sence bu insanlar neden böyle bir yerde kıymetli ipek kıyafetler giydi, bir fikrin var mı?"

Jiyang düşünse de bulamayacak gibi hissediyordu, bunun için merakla yanında yürüyen bedene bakmış, böylelikle de Zhoucheng oldukça basit olan cevabını dile getirmişti.

"Ölürken bile iyi görünmek için."

Bu cevaptan sonra aralarına giren sessizlikte Zhoucheng yiyecek bir şeyler almak için kısa bir süreliğine uzaklaşmış ve Jiyang ise etrafına bu sefer başka bir gözle yeniden bakmaya başlamıştı. Londra'da hemen hemen herkes güzel kıyafetleri ile dışarı çıkardı ama yoldaki bekleyen araçları ve her yere sinen alacakaranlığı ortadan kaldırdığında herkesi ihtişamlı bir balonun ortasında bile hayal edebilmişti. Evleri zarar gören ya da sadece şehirden uzaklaşmak isteyen insanlar sokağın aksine ışıltılarla doluydu.

Büyük bir aydınlanma yaşarken yanına gelen Zhoucheng'e sordu.

"Ölecekleri sadece bir ihtimal olsa da herkes böyle mi yapar?"

Sorusuna cevap alacağı sırada, karanlık sokakta yer yer görevlilerin yakmaya başladığı lambalar cevap veren Zhoucheng'in dikkatini dağıtmış ve bir süre çevresine bakındıktan sonra görünmeye başlayan tanıdık arabaya gözlerini dikmişti. "Çoğu yapar, çünkü insan bir damla kandan ve binbir endişeden meydana gelir. "*

Elindeki torbaları kendisine anlam veremeyerek bakan gence uzatan Zhoucheng durdu, gözleri hala ilerideydi. " Hem ölecek olmaları şu durumda bir ihtimalden daha fazlası bence."

Jiyang anlayamamaktan yorulmuştu ama buna itiraz etmesi mümkün değildi. Zhoucheng en fazla yarım saate döneceğini söyledikten sonra hızlı adımlarla geriye dönüp sokak boyu ilerlemeye başladı. Ona bakakalan Jiyang  daha fazla oyalanmanın iyi olmayacağına kanaat getirdikten hemen sonra arabaya ulaşmış ve onu bekleyen arkadaşlarına yemekleri dağıtmıştı.

Kapalı arabanın puslu camından anladığı kadarıyla Baron ise Kont'un omzunda uykuya dalmıştı.

Geçen dakikalarda neredeyse tüm korumalar bıkkın bir halde oldukları yerde birer sevimsiz heykele dönüşmüş gibiydi. Jiyang onlara, Zhoucheng ile olanları atlayarak sokağın ve insanların durumu hakkında bilgi verirken çok olumsuz konuşmamaya gayret göstermişti.

Tam yarım saat sonra, arkadaşları yemekle birlikte gevşemeye ve yorgunluklarını iyiden iyiye hissetmeye başladıkları sırada Jiyang da silahını inceleyerek yaşadıklarını gözden geçiriyordu. Zhoucheng ise yorgun ama hala güçlü duran figürü ile bekleyenlerin karşısına çıkmıştı. Ayağa kalkan korumaları es geçerek teklifsiz açtığı araba kapısına doğru derince bir nefes bırakıp yüzüne baktığı Zhan'a karşı konuşmaya başladığında herkes nefesini tuttu.

"Şehirden çıkmamız mümkün olmayabilir."

Zhan omzunda uyanmaya başlayan sevgilisinden uzaklaşıp bir çırpıda arabadan indiğinde bacaklarında sızılar hissetse de buna karşılık hiçbir şey yapmadı. Zhoucheng'in cebinden çıkarıp arabaya yaslayarak gösterdiği kağıda baktığında, şehrin oldukça basitçe çizilmiş bir haritasını görmüştü. 

Sokak lambasını yetersizliğinden dolayı tam göremediği çizgiler korumalardan birinin uzattığı ışıkla netlik kazanırken Zhan kağıtta çarpı işaretiyle gösterilen yere parmağını uzattı, aynı saniye Zhoucheng konuşmaya başladı.

"Patlama olduğu yer. İngiltere bankasının ve büyük mağazaların bulunduğu sokak. Ayrıca tiyatroya da oldukça yakın. Birkaç saat önce hastaneye götürülemeyen ya da göçük altında kalan yaralılar ve polisler, hepsi oradayken sokak tamamen kapatılmış." Diye konuşan Zhoucheng az önce haritada çizdiği biçimsiz çizgileri gösterdi. Elinin durduğu yer bu sefer de saatlerdir bekledikleri sokağın üzerine geldiğinde sözlerine devam etmişti. "Burası henüz kapatılmasa da ön taraftaki kaza yüzünden sıkışmış bir vaziyette. Polislerin gelmesi bekleniyor, ama polisler geldiğinde yol açılmayacak, aksine resmi olarak kapatılıp insanlar evlerine geri gönderilecek. Çizgiden öteye geçilmemesi için büyük önlemler alınıyormuş. Söylenenlere göre saraydan gelen kraliyet polisleri bile varmış."

Geriden onu izleyen ve dinleyen korumalar anlık bir endişe ile dalgalanırken, Jiyang sokakta duyduklarının doğru çıkması yüzünden dudaklarını ısırmıştı. Kont ise sadece gözlerini kısarak haritaya bakıyordu ve sonra Zhoucheng konuşmadan önce kendisi sordu. "Bir şeyi, ya da birisini mi bulmaya çalışıyorlar."

"Aynen öyle." Diyerek onaylayan Zhoucheng hızlıca yeniden konuştu." Banka binasının altında tutulan para kasalarının anahtarlarını arıyorlar. Birisi kargaşadan yararlanıp çaldı diyorlar ama saçmalığın daniskası. Banka binası oldukça hasarlı, patlamadan sonra kimse içeriye alınmamış. Anahtarı çalan kişinin patlamadan önce çalmış olması daha olası. "

Nefes alıp verdikten sonra düşünceli bir sesle, "Tüm şehri kademe kademe, parçalara bölerek yollarını kapatıp bir nevi karantinaya alıyorlar. " Diye konuşan Xiao Zhan'ın sözlerini yanında duran ve yüzüne bakan genç adam tamamladı. "Çünkü aradıkları kişiyi ya da kişileri daha hızlı ve daha kolayca bulmak istiyorlar."

Herkes ani bir korku dalgasıyla suskunluğa devam ettiği sırada Zhoucheng son bir kez daha konuştu. "Üstelik bu sınırlandırmanın, hastanelerin yükünü eşit tutmak ve olası salgınlar için olduğu da söyleniyor."

Xiao Zhan durumun kötü oluşuna yumruklarını sıkıp sessizce küfrettikten hemen sonra arkada tedirginlik içinde onu bekleyen korumalara döndü. "Hazırlanın gidiyoruz."

Herkes hızlı adımlarla atlara ve kenara koydukları bazı eşyalara yönelirken bir tek Jiyang kalmış ve ikilinin konuşmalarını işitebilmişti.

"Bu karantina bölgesinden çıkabilir miyiz sence?"

Kont'un sorusuna yönelik Zhoucheng başını salladı. "Bu mümkün. Daha sakin bir yoldan, belki bir köyün etrafından hızlıca gidilirse tahminimce arabalarla birlikte çıkılabilir. Buradan çıktığımızda bir sonraki karantina sınırına kadar hiç durmayız ve o sınır kapatılmadan oradan da çıkmış oluruz. Bazı yerlerde parayla işimizi halletmemiz gerekebilir ama güvenlik sorun olmayacaktır diye düşünüyorum."

Haritaya yeniden bakan Xiao Zhan zihnindeki dönen çarklardan yeni sorular türetiyor, bazılarına cevaplarken bazılarını sonra cevaplamak üzere kenara çekiyordu.

"Buradan çıkamazsak, günlerce kalmak zorunda kalırız." Dediğinde gözleri bir an arabadaki sevgilisine kaymıştı. "Buradaki hastaneler patlama yerine yakın olduğu için Yibo'yu ikincil vaka olarak değerlendirip ilgilenmeyecektir. "

Geride duran Jiyang'ın kalbi korkuyla kasıldığında bu ihtimali yaşamamak için inandığı ve derinden bağlı olduğu tanrıya dua etmeye başlamıştı. Eli sessizce, iç kıyafetinden çıkarmadan hissedebildiği haç kolyesine uzanırken biraz sonra Zhoucheng'in  sesiyle kendisine gelmiş ve duruşunu dikleştirmişti.

"Yoldan arabayla çıkabilmemiz için şu iki araba sahibine işaret ver Jiyang."

Jiyang bunun mümkün olmayacağını söyleyecekken karşısındaki adam onun ne diyeceği anlayarak konuşmasına müsaade etmedi.

"Ben konuştum sen sadece haber ver. Yol artık kalabalık değil zaten. Yürü hadi."

Jiyang koşturarak giderken Zhoucheng yeniden Zhan'a döndü ve elini omzuna götürüp hafifçe sıktı. Daha samimiydi;  orada bulunmasının ve hayatını adadığı şeyin de oldukça bilincindeydi. 

"Parayla işimizi halledemezsek, ya da arabalarla geçişimizde bir sorun yaşarsak başımıza gelecek  senaryoyu biliyorsun."

Zhan belindeki silahı kontrol ederken dudaklarında keyifsiz bir duruş ve gözlerinde durgun sayılabilecek bir bakış vardı. Son derece düşünceliydi. Kendisine söylenene sözlere sadece başını sallayarak yanıt vermişti.

"Kimse ölmez ama yaralanabilir." Zhoucheng elini kendisine çekerken onca saatten sonra en gergin olduğu anın bu olduğunu düşündü ve sertçe yutkunup devam etti. "Ama senin silahınla değil. En önde durup hepsini ben yapacağım ve sen mesuliyet almadan, ardına bakmadan yoluna devam edeceksin."

Xiao Zhan onun kendini öne atışına razı gelmek istemiyordu. Ama buna karşı çıkmak üzereyken araba kapısı aralanmış ve kapıyı açan Yibo kuruyan dudaklarını ıslattıktan sonra hiçbir şey anlamayarak sormuştu. "Ne hakkında konuşuyorsunuz?"

Yibo, her şeyi bırakıp kendisine yaklaşarak kolundan tutan Zhan'a bakarken zihni kocaman bir karanlığın içinde kalmış gibi hissediyordu. Günün geçen saatlerine ait kısa kesitleri gözlerinin önünde oynadığı sırada dili istemsizce mırıldanmıştı. "Nerede o?"

Zhan ve Zhoucheng arabaya yaslanmadan ayakta durmak için zorlanan bedene bakmadan önce birbirlerine baktılar ve anlam veremeyen bir ifadeyi kendi aralarında paylaştılar. Gündüz vakti Yibo'nun neden hala arabadan çıkarak kendisini o haliyle sokağa attığı bilinmiyordu ve  sorusunun cevabı doğal olarak onlarda değildi.

Zihni kesik kesik düşüncelere ev sahipliği yaptığından ve bir hayal, bir gerçek arasında gidip geldiğinden az önceki sorusunu bir kenara bırakıp arabadan inmeden önce duyduğu şeyler hakkında sordu. "Kimi yaralamaktan bahsediyordunuz siz?"

Zhan koluna daha yakından tutarak destek olduğu sevgilisine cevap vereceği sırada korumalardan birisi gelerek gitmek için hazır olduklarını söylemişti. Bu yüzden Kont ne olduğunu anlatacağı sözlerini değiştirerek, "Önce yola çıkalım. Şehirden çıkabilmemizin nasıl mümkün olacağını sana anlatacağım." Dediğinde uzaktan gelen Jiyang'ı da görerek Yibo'yu arabaya bindirmeye çalıştı.

Ancak Yibo'nun duyduklarını anlamadan gitmek gibi bir niyeti yoktu." Bekle Xiao Zhan."

Usulca açıp kapadığı gözleri uzunca bir süre uyuduğu için sızlamış, yutkunuşu kulaklarına baskı yapmıştı. "Ben...benim kafam çok karışık, bu yüzden gitmeden önce bir şeyi öğrenmek istiyorum."

Konuşmasına devam etmesini bekleyen sevgilisine bakarken suçlu sayılabilecek bir tavırla gözlerini kaçırdı. Biraz ötedeki Jiyang'a baktı ve patlama anını yeniden yaşadı. "Bir çocuk vardı, patlamadan önce onu görmüştük, daha sonra ise onu duydum."

Sözlerini dikkatle dinleyen Zhan'a karşı yeniden konuşmadan önce elini kulağına götürüp esasında zihninde yankılanan sesi kulaklarında hissetti. Gerçekten sıyrılarak kendisine kollarını açan aynı kabusa doğru adımlamaktaydı. "Onu arıyordum. Ben, o çocuğun ölüp ölmediğini merak ediyordum aslında ve o beni çağırdı. "

Zhan kendisine ve Zhuocheng'de Zhan'a bakıyordu. Yibo kendisine bakmayan Zhuocheng'in yüzünden karanlık bir ifade geçtiğine şahit olduğunda düşüncelerine direnerek bir sorgulama içine girse de bu uzun sürmedi. O çocuğu duyduğuna emindi, ama kendisini dinleyen insanların neden böyle sessiz olduğunu ve niçin karanlık, umutsuz bakışlarla baktığını anlayamıyordu. 

"Bana inanmıyor musunuz?" Diye hayretle sorduğunda midesi dalgalanarak dayanması güç olan bir bulantı baş göstermişti. Yine de ayaktaydı ve herkesin yüzüne teker teker bakacak kadar da gücü vardı. "Ama o çocuk... yaşıyor olabilir."

Yibo bu seferde kendisinden gözlerini kaçıran Jiyang'a baktığında kendisini yeniden, bir kez daha sorguladı. Bir türlü düşünmeyi başaramıyor gibiydi ve bulanık zihni ona sınırlı sayıda fikir üretebiliyordu. Solgun yüzünü ele geçiren şaşkınlık ve karmaşa ile yeniden ona ağır bakışlar atan Zhan'a döndüğünde hiçbir şey söylemesine fırsat bulamadan Zhan ona usulca seslendi.

"Yibo." Ağırca dile gelmiş olsa bile şefkatle perdelenen bu seslenmeden sonra Zhan tane tane sözlerinin devamını dile getirdi. "Ben seni ararken hiçbir yerde çocuk göremedim. Hiç çocuk sesi de duyamadım sevgilim."

Bu nokta Yibo'nun dayanamayıp gerçekliğe tamamen yüz çevirdiği ve hala biraz tesiri altında bulunduğu şeye karşı direnmeyi bıraktığı yer olmuştu. Kollarından tutan adamdan kurtulup geriye çekilirken bakışları bile değişerek yabancı harelerle örtülmüştü.

"Ama ben duydum!"

Soğuk sesi onlara seyirci olan herkesi afallatmış ve Zhan ani bir bocalama ile donup kalmıştı. 

"Bana neden inanmıyorsun? Görmedim ama duydum diyorum sana! "Yibo onu ele geçiren kabusa direnmeyi bırakarak, inanmayı seçmiş de olsa, sözlerinden sonra kırgınlıkla bakan kırmızı gözler ona üçüncü kez tereddüt yaşatmıştı. Devamında emin olmayan sesiyle konuştuğunda ise bir eli alnında, bir eli de havadaydı. Her zerresiyle titriyordu

"Buralarda bir yerde olmalı, ben ona yardım edebilirim."

"Yibo tek başına kimseye yardım edemezsin. Bak yaralısın, bu yüzden önce kendimizi kurtarmayı düşünmeliyiz." 

Kont'un neredeyse yalvarır gibi dile getirdiği sözler bir duvara çarpmış ve duvara zerre zarar getiremeden parçalara ayrılan kırılgan bir nesne gibi etkisiz kalmıştı. Çünkü o an Yibo'nun dünyası başka bir dünya, kendi yorgun duyguları ve erteleyemediği gerçekler başka bir dünyaydı. 

Kendi dünyasının mantık düzleminde yönünü kaybeden Baron biraz daha geriye çekilerek üzerindeki gömleği yokladı. Kendisine ait olmayan gömleği yeni fark ediyormuş gibi garipseyerek baktığı sırada, kanayan kulağından geriye kalan boğuk uğultu bile umurunda değil gibi duruyordu. 

"Yibo, ilk olarak gidelim buradan. Konuşmak ve sormak istiyorsun biliyorum. Anlatmam gereken çok fazla şey var zaten. Bunu halledeceğiz, ama önce gitmemiz lazım." Diye konuşarak kendisinden kaçınan sevgilisine elini uzatan Xiao Zhan'ın ne kadar üzgün ve çaresiz göründüğü oradaki herkes tarafından anlaşılsa da onu anlaması gereken tek kişi, bir türlü gözlerini açamıyordu.

"Biliyorum kafan karışık." 

Zhoucheng saatini kontrol ederken Zhan ona bakmadan bir dakika bekle anlamında işaret etti. Bu sırada bedeni yavaşça  Yibo'ya doğru ilerliyor ve onun bir türlü odağını bulmayan bakışlarını takip ederken, niçin böyle derin bir karmaşaya ve sorgulama içine düştüğünü anlamaya çalışıyordu. 

"Ama şimdi, bana böyle yüz çevirirsen mahvolurum Yibo."

Yibo o an gerçekten de karşısında durup elini ona uzatan o adamla aynı dünyayı paylaşmıyordu. Kendisinde değildi, kanına karışan bir şey onu neredeyse bir sarhoşa çevirmişti  ve bunu oradaki kimse, hatta kendisi bile bilmiyordu. 

Gözlerinin önüne gerilen perde ona çok farklı şeyler gösteriyordu ve Zhan, yabancı gözlerle ardına dönüp gitmeye çalışan sevgilisini aceleyle yakalayıp arabaya yaslarken zamanı hatırlatmak için ismini seslenen Zhoucheng'e yeniden beklemesi için işaret vermişti. 

"Yibo, beni görüyor musun? Kim olduğumu biliyor musun?"

Zhan üzgün bir sesle bunları sormuştu. Çünkü sevgilisinin haline baktıkça, onun yabancı gözleriyle bakıştıkça şüphe ve korku çoktan kalbinin misafiri olmuştu.

Yibo ise ona cevap vermeden sadece yeri seyrettiği sırada, hareketlerine çoktan son vermiş ve nefes bile aldığı anlaşılmayana dek durgunlaşmıştı.

Xiao Zhan ona baktıkça bu manzarayı iyi tanıyor gibi bir hisse kapılıyordu. Çocukluk yıllarında, şehrin meydanında çılgınlar gibi bağıran ve sonra suskunlaşarak kendisini canlı canlı yakan bir adam hafızasına sızarken gözlerini kapadı.  Bu olaydan daha sonra adamın henüz kimsenin adını bilmediği bir uyuşturucu ile o hale getirildiğini dinlemişti babasından ve şu an bunu hatırlamanın hiç ama hiç zamanı olmadığını düşünerek gözlerini açmıştı.

Ancak Yibo'ya baktıkça yıllar önce uzaktan izlediği o adamın silik figürü gözlerinin önüne gelmeye devam ediyordu ve bunun olmasına ihtimal vermiyor olsa bile hatırladığı bu şeye karşı kendisine kızıyordu.

Bilinmezliğe duyulan korku onda tüm dünyadan kaçmak gibi bir istek açığa çıkarmıştı.

Kendisine gelmek için gözlerini yeniden açıp kapadığında ona bakmayan Yibo da başını öne eğerek omzuna yakın bir yere yaslamıştı. Zhan nihayet onu kolları arasına alabilmenin rahatlığı ile "Geçecek, uyandığında daha iyi hissedeceksin." Diye konuştu ve birkaç saniye sonra Yibo'nun ağırlığını kollarında hissetti. Onun yeniden bayılan bedenini kucakladığında saçlarına kısa bir öpücük bırakıp zaten açık olan araba kapısından içeriye götürerek yavaşca eski yerine bıraktı. 

Devamında arabadan tam inmeden sadece kafasını çıkardığında kararlı bir sesle konuştu." Gidiyoruz. Herkes, her şeye hazırlıklı olsun."

Zhoucheng atlardan birine yönelirken diğerleri de çoktan önceden ayarladıkları yerlerini almışlardı. Onlar son hazırlıkları yaparken Zhan ise baygın sevgilisine çaresizce bakmaktaydı. Onu böyle kendisinden geçiren şeyin ne olduğunu anlamaya çalışırken çeşitli olasılıklara boğulsa da kararlıydı, peşini bırakmayacak ve bulabildiği en iyi doktorları Yibo'nun evine gönderecekti. 

Göğsüne yasladığı zayıf bedeni sıkıca sardı ve tekdüze nefesleri dinlemeye başladığında en önden giden kuzeninin sesini duydu. Böylelikle yolculuk başlamıştı.

"İlk hedefimiz, Chillington köyü. Polis kontrol noktasının henüz kurulmadığını varsayıyoruz ama kurulmuş olsa bile durmadan devam edeceğiz. "

○○○○○○○○

İnsan bir damla kandan ve binbir endişeden meydana gelir sözü, Sadi Şirazi'ye aittir.

○○○○○○○

Merhaba.

Biraz araştırma yapmam gerektiği için geç geldim. Ama uzun bir bölüm oldu, umarım beğenmişssinizdir. Twitterda paylaştığım sahne de olduğu gibi eklenmedi çünkü ilerleyiş buna izin vermedi. 

Aslında okunma sayıları azaldığı için olayları biraz hızlandırarak kurguyu daha erken bitirecektim ama gördüğünüz gibi yapamıyorum. Kaç bölümdür bir londradan çıkamadık. Neyse, bu şekilde ilerlemesinden de memnunum.

Aklınıza takılan bir şey olursa sorabilirsiniz. Okuduğunuz için teşekkür ederim, güzel bakın kendinize. 

Buraya da belki bakmak hoşunuza gider diye birkaç fotoğraf ekliyorum,

Continue Reading

You'll Also Like

149K 14.3K 26
010 ***: hamileyim jungkook: sen kimsin
184K 18.1K 21
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
66.7K 8.1K 31
safkan alfa jungkook, kırık bir kalple ㅡ jimin ile karşılaşır.
21K 3.1K 25
Ağır homofobik keko mahalle abisinin, mahalleye yeni taşınan kapı komşusuyla olan imtihanını göreceğiz. Texting&düzyazı