GERÇEK, YALANA SARILINCA

By _moglinna

246K 14.9K 10.8K

"Kimsin sen Enis Altınday?" Diye sorduğumda, bakışları bana hissettirdikleri kadar anlamsız değildi. "Tehlike... More

GİRİŞ
1. SİYAHTAN DAHA SİYAH
2. YIKIK DÖKÜK BİR ŞANS
4. KADER KURBANI
5. GÖNÜL SAHYALARI
6. BİR GÖNÜLLER
7. GÜL'ÜN DİKENLERİ
8. MAYIN TARLASI
9. SOĞUK CENNET
10. ATEŞ VE KÜL
11. ÇİVİ CİVİYİ SÖKER
12. ATEŞTEN KÖZ
13. KIŞ BÜYÜSÜ
14. SUÇ EDEBİ
15. HİÇ'TEN DAHA FAZLA
16. KUMDAN KALELER
17. TENDEN RUHA
18. SERT OYUN
19. İHANET RÜZGARLARI
20. ŞAH & MAT / I. KİTAP SONU
DUYURU
21. 10102 KİLOMETRE
22. MECBURİYETLER VE ARZULAR
23. EROS'UN OKU
24. YILDIZLARIN YALANLARI
25. SOKAĞIN KIZI
26. HANGİ GÖG
27. KÜLDEN TOZA
28. YALANCI KAR TANELERİ
29. TAŞ, KAĞIT, MAKAS
30. SIRADAN İZLER DEĞİL
31. DEPREMİN ELLERİ
32. UZUN MEVZULAR
33. DELİ ZAMANLARMIŞ
34. YALANIN YANINDA
35. AÇIK KARTLAR
36. ÇOKTAN DAHA ÇOK
37. İZLENMİŞ TİYATRO / II. KİTAP SONU
38. ALTIN YUMRUK
39. SIFIR NOKTASI
40. KARIŞIK DOĞRULAR
41. BİR KAŞIK SUDA FIRTINA
42. EKSİ BİR
43. KARANLIĞIN CAZİBESİ
44. TANIDIK YABANCI
45. KIRMIZI ÇİZGİ
46. ETKİ & TEPKİ
47. KÜL YIĞINI

3. İP CAMBAZLARI

7.4K 436 475
By _moglinna


GERÇEK, YALANA

SARILINCA

3. İP CAMBAZLARI

ENİS ALTINDAY




Üç gün olmuştu.

Rebena Alarçin'in yanından ayrılalı sadece üç gün olmuştu ama ondan hâlâ ses seda yoktu.

Karanlıkta koyu kahveye dönen, güneşte açık bal rengi alan gözlerinin rengi, yanılmıyorsam kehribardı. Durduğu yere, yüzünü çevirdiği ışığa göre gözlerinin yeşilin tonunun dalgalandığını da söyleyebilirdim. Yanılmıyorsam bir yetmiş beş boylarında, elli beş gibi bir kiloya sahipti. Ensesinde bağladığı ve düzgün, tek bir dalga gibi aşağıya kıvrılan saçları ise altın kahve rengindeydi; boyu ne kısa ne de uzun denecek kadardı. Alt dudağı üst dudağından biraz daha dolgun, üst dudağı neredeyse sadece M harfi belli olacak kadardı; burnu gibi küçük bir görüntüye sahipti. Ve... Tombul yanakları vardı. Bir de dudakları çilek kadar kırmızı ve fazlaca da parlak duruyordu.

Koşu bandından inip şişeden su içtikten sonra kıyafetlerimi giyinmek için soyunma odasına doğru yürümeye başladım lakin karşıdan konuşarak gelen Leyl Alarçin ve kız kardeşim En'i görmem üzerine durmuştum. "Günaydın kızlar."

"Günaydın," dedi En.

"Günaydın," dedi Leyl. Esnediğinde yatağından çıktığı gibi buraya geldiğini anlamıştım. Fakat yatağından yeni çıkmış olsa bile güzel görünüyordu. Uzun sayılacak siyah saçlarını yukarıdan sıkı bir at kuyruğu yapmış, uzun boyunun ve ince fiziğinin verdiği avantajla etraftaki gözleri üzerine çevirmeyi başarıyordu. Üstelik bedenini sımsıkı saran tayt ve vücut hatlarını belli eden yarım atletiyle çok daha fazla seksi duruyordu.

"Yeni mi uyandın?" diye sormadan edemedim.

Esnemeye devam ettiğinde başını aşağıya yukarıya salladı.

Hemen sonra kardeşime baktım. "Kızı spora zorladığının farkında mısın? Her sabah zorla kaldırıp getiriyorsun."

"Şükürler olsun ki biri de benim arkamda!" dedi Leyl. "Lütfen biraz daha konuşur musun?" En, elindeki sulukla kaşlarını çatmaya başlamıştı bile. "Ve lütfen ona benden uzak durmasını da söyle. Özellikle de sabah saat altı suları. Ben koşu sevmem, sabah olan koşuları asla sevmem. Zaten hep de arkasında kalıyorum ama kız kardeşin beni zorla buralara kadar getirmekten asla geri durmuyor."

"Aşk olsun," diye surat yaptı En. Görünüş olarak Leyl'le birbirlerine benziyorlardı; küt siyah saçları, kahverengi gözleri, boyu, fiziği... Fakat ondan bir yaş büyük, yirmi altı yaşındaydı. "Sen yanımda ol istiyorum ne var bunda? Değer veriyorum da bunuyorsun."

"Canım," Leyl kollarını göğsünde bağlayıp, "Ben de seninle yan yana olmayı seviyorum ama uykumla ve rahatlığımla arama giren hiçbir şeyi sevmiyorum, biliyorsun," dedi. "Buna sen de dahilsin." Bakışlarını bana çevirdi. "Kesinlikle kafayı yemiş. Vejetaryen diye artık benim de et yememe izin vermiyor. İnanabiliyor musun?"

"En?" diye aksi sesimle sormadan edemedim. "Doğru mu bu?"

"Enis," dedi önce. "Sadece benim yanımda et yemesin istemiyorum. Ne var bunda? Yoksa benim olmadığım her yerde dileğini yiyebilir."

"Yemek yeme özgürlüğümü kısıtlamadığı anlamına gelmiyor ama..."

"Hey Allah'ım!" diye söylendim. "Sizinle uğraşamayacağım." Arkaya doğru yürümek için aralarından geçmiştim lakin En'in sözleriyle durmak zorunda kalmıştım; "Akşam için bir plan yapalım diyorum. Bara gidelim mi?"

"Takılın siz kız kıza. Ben gelmem."

"Neden?" diye sordu Leyl. "Ne zamandır da bir şeyler yapmıyorduk. Vakit geçer hem."

"Rehan da gelecektir muhtemelen," dedi En. Ölen amcamızın oğluydu. Kuzenimiz. "Önceden ona da söylemiştim, hep beraber olalım işte."

"Yıl başında zaten hep beraberdik," dedim. "Daha bir hafta bile olmadı. Biraz ayrı kalalım bence."

Bıkkın bir ifadeyle göz göze gelmişlerdi; gülmeme sinir olduklarını biliyordum.

"Neyse, fikrim değişirse gelirim yanınıza."

"Kesin değişsin ama," diye arkamdan söylendi En.

Köşeyi döndükten sonra genişçe bir koridora çıktım, oradan da bir köşe daha dönüp soyunma odasına, daha doğrusu sadece bana ait olan soyunma odasına girdim.

Spor salonu bana aitti fakat başkası işletiyordu. Bu yüzden bana ait soyunma odası vardı. Sporu asla asmayıp sık sık gelip gittiğim için boş bir odayı bu şekilde değerlendirmiştim.

Terden dolayı nemlenmiş siyah tişörtümü çıkardıktan sonra bedenimin belli yerlerine dokundurup terimi aldım. Tişörtü dolabın içine bırakıyordum ki kapı çalınmadan, destursuz açıldı ve içeriye giren kişi kapıyı üzerimize kilitledi.

"Alev?" Çatık kaşlarım düzelirken gülümsemiştim. "Sen... Burada mıydın?"

Doğuştan sap sarışın olmasa da saçları sarı, yeşil gözlü, güzel bir kadındı.

"Evet," bana doğru ilerlerken sırt çantasını da kenara bırakmıştı. "Üç gün önce beni ekmenin cezasını ödetmeye geldim."

Dudaklarıma kapandığında elleri eşofmanımın kurdelesini çözmek istemişti ancak bacaklarından tutup kucağıma aldığım gibi sırtını demir dolaba yasladığım için yarım kalmıştı.

"Üç gündür neredesin?" diye sorup beni öpmeye devam etti. "Hiçbir yerde bulamadım seni?"

"Sevgilinim de benim mi haberim yok?"

Çenesinde oyalanırken gülümsemişti.

"Seni özlemiş olamaz mıyım? Hani buluşacaktık, neden ektin beni? Aradım cevap da vermedin..."

Mecburi bir şekilde Rebena'nın yanında kalmıştım.

Rebena... İsmi çok mu hoştu yoksa benim kulağıma başka mı çalınıyordu bilmiyordum.

"İşlerim vardı," dedim. "Ama şu an buradasın..." Gülümsemişti. "Umarım bana vakit ayırabilirsin?"

"Her zaman."

Yeniden öpüşmeye başladığımızda bu odada daha da ileriye gideceğimizi ikimiz de biliyorduk. Neyse ki ses yalıtımı iyiydi. Kimse bizi duyamazdı.

🌠

Spor salonundan sonra aldığım duşla, takımımı giyinmiş, şirkete gelmiştim ve İlteriş Kanber'in beni görmek istemesiyle odasının kapısına çalmıştım.

"Gir."

İçeriye girdiğimde İlteriş abiyi masasında evrakları incelerken bulmuştum. Yanında, ayakta duran asistanı da vardı.

"Sen miydin?" diye sordu. Kağıtları imzalamaya ara vermişti.

"Beni çağırmışsın?" dedim.

"İçeriye gel." Kafasını sol omzuna doğru, tavana bakacak şekilde kaldırıp, asistanına, "Şimdilik çıkabilirsin," dedi. "Bize iki kahve de söyle lütfen."

"Tabii efendim."

Sırtım şehrin manzarasına karşı gelecek şekilde masanın önündeki koltuklardan birine oturdum. Asistanın gitmesiyle de, "Noldu?" diye sordum. "Önemli bir şey mi var?"

"Şu Rebena denen kız..." kalemi parmakları arasında döndürüyordu. Geriye taranmış, düz kır saçlarına nazaran oldukça genç duruyordu. "Konuşmaya gittin mi?"

"Hayır, son görüşmemizden sonra gitmedim."

İçin rahatlamış gibi, "Doğru olanı yapmışsın," dedi. "Diyorum sana, uzak dur şunlardan. Özellikle de o duldan.*

"Abi!" abim değildi, annem Lerzan Kanber'in kocasıydı. Üvey babam konumundaydı fakat ben ona duyduğum yakınlıktan dolayı böyle sesleniyordum. "Cümlelerini biraz daha özenle seçebilirsin," dedim bütün cümleleri arasından buna takılıp. Dul... "Böyle konuşmaları sevmediğimi biliyorsun."

"Evlat," diye sitem etti. "Şimdi bunun sırası mı? Ben ne diyorum, sen ne diyorsun. Yapma."

Sıkılgan bir nefes bıraktığımda odanın içine göz gezdirmiştim. Bu konu beni çok sıkıyordu. Bunlarla uğraşmak istemiyordum.

Kapı çalındıktan sonra bölünmüştük. Annem gir sesini beklemeden içeriye güleç yüzüyle girmişti.

"Enis," dedi İlteriş abiye doğru yürürken. "Sen de mi buradaydın."

"Evet," dedim.

Açık sarı saçları dalgalı ve omuzlarından aşağıya bırakmıştı.

"Canım," deyip eşinin yanağına öpücük bıraktı. "Seni almaya geldim." Bana baktı. "Hazır buradasın, sen de bizimle gel istersen."

"Nereye?" diye sordu İlteriş abi. Annem koltuğunun kolu üzerine oturduğu için elini de tutuyordu.

"Evet anne, nereye?"

"Beraber bir öğlen yemeği yeriz diye düşündüm," dedi annem. "Ne dersiniz? Güzel olmaz mı?"

"Çok güzel olurdu ama maalesef ben gelemeyeceğim.

"Neden?" diye sordu annem. İlteriş abi de bir cevap vermemi bekler gibi bir ifade takındı.

"Babama sözüm var," dedim. "Onu görmeye gideceğim."

İkisinin de yüzündeki ifade değişmişti. Onları anlayabiliyordum. Bahsettiğim adam annemin eski kocası, İlteriş abisinin de karısının ilk eşiydi.

🌠

"Yine mi ya," dediğimde gülerek geriye çekildim fakat babam beni yenmenin verdiği keyifle, "Gel buraya gel," diyerek tavlayı kolumun altına sıkıştırdı. "Aldın mı bakalım boyunun ölçüsünü? Yine?"

"Aldım baba aldım," tavlayı masaya bırakıp kahveme uzandım. "Yine."

O da tok sesiyle gülümsemişti. "Annen ne yapıyor?"

Her sohbet ettiğimizde annemi mutlaka sorardı.

"İyi, öyle uğraşıp duruyor."

Annem babamla evlendiğinde aralarında on beş yaş kadar fark vardı. Zaman babamın heyecanını elinden alıp gitmişti ve anneme artık sıkıcı gelemeye başlamıştı. Babamın monoton yaşamı annemi gün gün ondan biraz daha uzaklaştırırken ayrılık kararı almaları da çok sürmemişti. Hiçbir tarafı suçlamıyordum, ortada mutsuz bir birliktelik varsa bu elbette bitmeliydi. Neyse ki annem aradığı heyecanı İlteriş abide bulmuştu. Onların da aralarında yaş farkı vardı, ve ne yazık ki bu defa büyük olan annemdi. Şimdiki kocasından yalnızca dört yaş kadar büyüktü.

"Ya sana dediğim iş?" diye sorunca bıkkınlıkla yüzümü çevirdim. "Yapma Enis," dedi, o da en az benim kadar bıkkındı. "Git demiştim sana."

"Kızın burnu kaf dağında, sürekli atarlanıyor, konuşmayı bilmeyen yabaninin teki. Asla yola gelmez. Neden boşu boşuna dil döneyim? Gururuma yediremem bir kere. Kalsın, uğraşmak istemiyorum. Zaten sen de biliyorsun, senin ricanla, pardon, senin zorun desem daha doğru olur... Sen istedin diye o kadar ayağına gittim. Yoksa ne işim olur öylesiyle?"

"İlteriş denen adam istediğini yapsın yani?"

"Bana hiç açıklayıcı konuşmuyorsun," dedim. "Söylediklerinin ardı arkası da yok. Hepsi boş çıkıyor. Bazen onları gereksiz takıntı haline getirdiğini düşünüyorum. Sanki senin kuruntularınmış gibi hissediyorum."

"Enis," deyince, yüzümü ona çevirdim. "İnanmıyor musun bana?"

"Böyle bir şey söylemedim."

"O zaman? Yanımda mısın?"

"Elbette."

"Bak, Rebena denen kızı bilmem ama diğer Alarçin kadınları kesinlikle dürüst değil. Bize istediğimizi o kız verecektir."

"O kız dediğin çok sağlam bir taş... Onu görmedin, onu tanımıyorsun, kalkıp da ailesine karşı durmaz."

"Zaten ailesine karşı durmasını beklemiyorduk."

"O zaman? Ne istiyorsun ondan? Neden peşine takılacağım?"

"Bize bir ip ucu verse bile yeter, Enis. İpin başını tuttuk mu, bize yerer. Sonrası çorap söküğü gibi gelecektir."

"Kıza numaramı bıraktım, arar diye düşündüm ama hayır. Zaten parada pulda, şanda şöhrette gözü olsaydı ailesiyle beraber olurdu. Onu bana çekecek hiçbir özelliğim yok, bana istediğimi asla vermez."

"Bu kız sadece basit bir veteriner. Ne demek istiyorsun biliyorum ama sen de kendini biraz zorla, kızın arkadaşlarıyla iletişim halinde ol, yakınında ve çevresinde gezin... İstediğimiz bilgi kendi ayaklarıyla sana gelecektir."

"Üzgünüm. Basit bir veteriner için gururumu ayaklar altına alamam. Ayrıca kızı her ne kadar sevmemiş olsam bile iyi birine benziyor, benden yana kalbi kırılsın istemiyorum."

Kendi kendine gülmeye başladı. "Oğlum... Sen gerçekten de delirmişsin. Sana kim kalbini kır diyor ki? Sadece yanında ol, bilgi topla. Bakarsın bir gün ağzından bir şey kaçırır. Bir sarhoşluk anını düşünsene... Burada diğer kızların başını tutan, arkasını toplayan, başı boş bırakmayan bir Halide var. Rebena'nın yanında kim var?" hiç kimse. Yapayalnız. Tek başına. "Belki üç gününü bile almayacak."

"Bir gün ağzından kaçıracağı şey için bütün zamanı mı ona mı vereyim?" kafamı sağa sola salladım. "Gider bütün vaktimi Küçük Alarçin'le geçiririm." Neva. Onunla asla anlaşamıyorduk. Ne yazık ki sürekli yüz yüze geliyorduk çünkü hem ailemin kaldığı yalının hemen yanındaydılar, hem de kardeşim Ateş'le aynı okulda okuyor ve arkadaşlık ediyorlardı. "Ayrıca bir gün bilgi ayağıma gelsin diye neden Rebena'nın yanına gidiyorum? Diğer kızlar var."

"Beş yıldan fazladır komşusunuz," dedi. "Var mı bir gelişme? En, Leyl ile arkadaş. Ateş ve Neva aynı okula gidip geliyorlar ve sürekli yan yanalar. Janset ve Melvin desen dayın Merih, yengen Hanzade'nin çocukları Ekin ve Neşe'yle takılıyorlar... Neredeyse her an, her saniye, her dakika dip dibeyiz Enis. Elimize bir şey geçti mi? Bulabildik mi bir şey?" Belki de o insanlar onun zannettiği gibi değillerdi ve söyledikleri sadece kuruntuydu ama beni de bu kuruntularla etkilemeyi başardığı ortadaydı. "Rebena bizim şansımız, inanıyorum ben. O, kız kardeşlerinden de annesinden de nefret ediyor, onlara kızgın, illaki bize bir şey verecektir. İlteriş'le aralarında ne olduğunu söyleyecektir."

Rebena'nın yanına gitmemi istiyordu.

Avuçlarıyla vurduğu göğsümde hâlâ izlerini hatırladığım kızın yanına... İstiyordu çünkü Alarçin kadınlarına öylesine bir nefret beslemiyordu. Nedense Halide Alarçin'in onunla uğraştığını, işlerini bozduğunu ve tabii ki de onu batırmak için elinden geldiğini ardına koymadığına inanıyordu.

Biz ya o insanlardan gereksiz yere şüpheleniyorduk ya da gerçek de düşmanlarla dost olmuştuk.

Bu işin içinde olmak istemiyordum ama ona karşı gelemiyordum. Gücüm olmadığından değil; ona değer verdiğimden, annemi çok sevmesinden dolayı... Ve şu da vardı; Rebena Alarçin dışında diğer Alarçin kadınlarının bizim için ne kadar tehdit oluşturduklarını, kim olduklarını, gerçekten bilmemiz gerekiyordu.

Kuzenim Rehan Altınday ve Leyl Alarçin evlenme kararı almadan hemen önce. Yoksa babamın dediği gibi, her şey bizim için çok geç olacaktı.

REBENA ALARÇİN

Hayatın özü tam olarak neydi? Neredeydi?

Bence bizim kim olarak durduğumuz yerdeydi. İçimdeki kalıba sığabiliyorsam ve her şeye rağmen ben olduğum kişi olmaktan gurur duyabiliyorsam, o zaman hayat suyu benim durduğum yerden akıyordu. Ama... İçinde durduğum kalıba sığamıyorsam ve mutlu değilsem o zaman hayat suyu aklımın kaldığı yerden akıyordu.

Ben kim olup olmak istemediğimi çok iyi biliyordum lakin mutlu olup olmadığımı seçemiyordum. Kalbim yerinde dururken, aklım ailemin olduğu yerde kalırken ben mutlu muydum gerçekten?

Beş gün öncesine kadar bu sorunun cevabını merak etmiyordum ama Enis Altınday'ın karşıma çıktığı ve sabahında bir sevgiliyi terk eder gibi, telkinler vererek beni bıraktığı sabahın üzerinden beş gün geçmesine rağmen hâlâ bu sorunun cevabını arıyordum.

Sonuçta ailemin yanından gelmişti. Kliniğin önünde çarpışmadan önce belki kız kardeşlerimden biriyle karşılaşmış, belki onlarla ayaküstü sohbet etmiş, belki de beraber daha fazla vakit geçirmişlerdi. Bana onları hatırlattığı için beş gündür bir arayışın içindeydim ve hem kim olduğumu, ne yaptığımı hem de mutlu olup olmadığımın cevaplarını kaybetmiştim.

Üzerimde bir ağırlık vardı ama neyin ağırlığıydı bilmiyordum.

ENİS ALTINDAY VE UĞURSUZLUĞU!!!

Odanın içini telefon zil sesi doldurunca elimi bir süre yatağın altında gezdirdim ve telefonumu alıp kulağıma tuttum. "Alo?"

"Sevgilim?"

İlhan.

Yastığa yaslı yüzümü kaldırarak, "Alo," dedim canlı bir sesle. "İlhan?"

"Hâlâ evdesin galiba?"

"Evet. Daha çıkamadım."

"Bir sorun yok değil mi?"

"Yok canım, ne sorunu olacak?"

"Sevindim. Ben de çok yoğunum." Neden şaşırmadım acaba? "Birazdan toplantıya gireceğim, fırsatını bulduğum gibi de seni aradım."

"İyi yapmışsın, kaç gündür konuşamıyorduk."

"Sesini duymak çok iyi geldi sevgilim, ama artık kapatmak zorundayım. Beni çağırıyorlar."

Dün gece uyumadan önce buluşalım diye mesaj atmıştım. Mesajı hâlâ görmediğini düşünerek, "Tamam," dedim. Belki de işleri olduğu için bir şey dememişti. "Güle güle."

"Seni seviyorum."

Beni beklemeden telefonu kapattıktan sonra mesajlarımıza girdim ve mesajı gördüğünü gördüm. Evet, düşündüğüm gibi işleri dolayısıyla bir şey dememiş, cevapsız bırakmıştı.

İlhan'la aramızdaki ilişki çok mesafeliydi. Neredeyse bir buçuk yıl olacaktı ama neden böyleydik sebebini ben de bilmiyordum. Belki de benim yüzümdendi. Ona istediklerini veremediğimi, yetemediğimi düşünüyordum. Belki de her çift gibi çok samimi olmadığımız ve aynı yatakları paylaşmamıza izin vermediğim için benden sıkılmaya başlamıştı.

Yataktan kalktığım gibi çok kalın yorganımı üzerimden atıp odamdan salona çıktım ve banyoya ilerledim.

Duş alacaktım.

Saat 10'a geliyorken geç kaldığımın farkındaydım.

Bu soğuk kış günlerinde sıcak suyun altında gevşemek bana inanılmaz rahat geliyordu.

Enis Altınday o günden beri bana ulaşmaya çalışmamıştı. Bir yandan beni şaşırtıyor, diğer yandan başka şeylerin peşinde olduğunu düşündürüyordu.

Her neyse... Umurumda değildi. Koskocaman beş gün olmuştu. Bana ne ısrarcı olmamasından? Bana ne hemen çekip gitmesinden? Bana ne onun da beni yalnız bırakmasından? Kimin umurunda!

Gözleri fazla mı siyahtı yoksa ben mi bir kuyuya benzetmiştim bilmiyordum; umarım içine düşer de boğulurdu! Sırık boyunu da taşıyamasın da yerlerde sürünsün!

Ona sinirli falan değildim. Aklım karışmamıştı. Ne annemi özlemiştim ne de kız kardeşlerimi! Hepsinin yüzünü şeytan görsün!

Sözde Melvin bugün beni ziyarete geliyordu.

Janset kiramı yatırmamıştı! Onun yüzünden sabah ev sahibinin mesajıyla uyanmıştım. Annem desen ben var mıyım yok muyum hiç umurunda değildi. İnsan bir arar sorardı. Telefonlarını açmayacağımı biliyordu muhtemelen ama yine de insan bir şansını denerdi. Belki açardım?

Neva desen aklı beş karıştı! Okulu, dersleri ve özel hayatı yoğun olabilirdi ama istagrama fotoğraf atmak, bana mesaj atmak kadar zor olmamalıydı!

Bedenime sardığım bornozla duştan banyoya, banyodan salona, salondan da kendi odama gelmiştim. Bir gökdelenin tepesinde olduğumuz için odamın penceresi güzel ve genişçe bir terasa açılıyordu. Havaların iyice soğuk olmasından dolayı sürgülü cam pencere, ya da kapı, artık her ne haltsa; kapalı ve perdeleri çekiliydi.

Evimiz üç odalı, bir salonlu, bir mutfaklı, bir yerdi ve iki tane banyosu da olduğundan ortak kullanıyorduk. Banyonun biri Zühre'nin odasında, diğeri de soldan ikinci koridorda duruyordu. Orayı ben ve Aslım kullanıyorduk.

Benim kaldığım oda ne büyüktü ne de küçüktü ama terasa giden bir kapı olması beni avantajlı yapıyordu. Aslında banyolu odayı ben alabilirdim ama teras yazın ayrı, kışın ayrı çok güzel olduğu için bu odadan vazgeçmek istememiştim. Aslım da benimle aynı düşünmüş olacaktı ki banyolu odayı Zühre'ye kolayca bırakmıştı. Zühre avukat olmak istiyordu ve asla kafasını ders kitaplarından kaldırıp da odasından dışarıya çıkmıyordu. Bu yüzden teras benim ve Aslım'ın vazgeçilmezi olmuştu.

Büyük bir gardırobum vardı çünkü hem kıyafetlerim hem de ayakkabılarım çok fazlaydı. Neyse ki sığdırabiliyordum. Kız kardeşlerimle aramda fazla fark yoktu. En az Janset ve Melvin kadar giyinmeyi, süslenmeyi, bakım yapmayı ve gezmeyi severdim. Fakat giyim konusunda onlarla ters düşüyorduk çünkü ben daha çok tek parça elbise ya da mini etekler, büstiyerleri değil de, spor giyinmeyi seviyordum. Pantolon ve kazak kombinleri hiçbir şeye değişmezdim. Dekolteli, gösterişli, kısa ya da uzun olsun, elbiseleri sevmezdim ama ayakkabının her türünü giyinirdim. Buna topuklular da dağildi.

Janset ve Melvin'den farklı olarak Neva'yla da sadelik konusunda ortak bir noktada bulaşabiliyorduk. Ortak noktada buluşamadığım tek kişi annem ve ablam Leyl'di. Zevklerimiz ve tercihlerimiz bir olmadığı gibi kumaştan da anlamazdım. Hatta hiç anlamazdım. Fakat o ikisi ister yan yana gelsinler ister ayrı ayrı çalışsınlar iki kumaş parçasıyla harikalar yaratıyorlardı. El becerileri üstüne tanımazdım.

Gardırobumdan aldığım siyah İspanyol paça, beyaz gömlek, tek renk ve örgü süveterden sonra güzelce giyinmiş, saçlarımı kurutmuş, düzleştirmiş, ensemde bağlamıştım. Saçlarım altın kahve rengindeydi. Açık bırakmayı pek sevmediğimden sürekli ensemin biraz yukarısında bağlardım. Gün boyunca hep meşgul olduğumdan bana engel olsunlar istemezdim.

Sade bir makyajdan sonra ayna karşısından kalkıp siyah kabanımı giyindim, kol çantamı aldım, salona çıktım ve Zühren'in odasının kapısını kapattım. Sanırım Aslım okula gitmeden önce onun odasına girmiş, bir şey almış olmalıydı. Çıkarken de kapıyı kapatmayı unutmuş olmalıydı. Uyandığında odasının kapısının açık olduğunu görünce sinirleneceğini bildiğim için kapatmayı akıl edebilmiştim.

Evden çıktıktan sonra asansörle en alt kata indim ve oradan da dışarıya çıktım; müşteri indiren taksiciyi bulmayı kendim için şans sayarak hemen taksiye atlamış, kliniğin yolunu tutmuştum.

Taksiden indikten sonra Enis Altınday'la çarpıştığımız yerden geçmiş, -neden aklıma geldiyse lanet olasıca- klinikten içeriye girmiş, bir buçuk saat kadar geç kaldığım mesaime başlamıştım. Neyse ki kliniğin patronu bendim de hesap verdiğim kimse yoktu. Ve tabii ki de kliniği gözüm kapalı emanet edeceğim sadık, saygılı ve sevecen çalışanlara sahiptim. Temizlik işleriyle ilgilenen Ayşe abla bunların başını çekiyordu.

Geldiğim gibi sıcak kahvem masama birkaç atıştırmalıkla beraber bırakılmıştı. Sabah kahvaltı yapma alışkanlığımın olmadığını biliyordu.

🌠

Önüme bırakılan birkaç evrakı incelerken telefonuma gelen bildirimle başımı kağıtlardan kaldırıp mesaja baktım.

Olumlununellitonu

Köpek Balığım Seyit; Zühre; dersindir, sınavındır, karın ağrındır bir şeyin var mı? Bara gidelim.

Çalışkan Zühre; bana uyar. Ama erken dönelim. Sabah erken kalkacağım.

Köpek Balığım Seyit; okey.

Buğra; saat kaç gibi buluşacağız?

Rebena; yedi gibi gidelim. Bence.

Çalışkan Zühre; dokuz on gibi de dönelim ama.

Köpek Balığım Seyit; tamamdır. Aslım'ı aradım ama açan olmadı, o ne alemde?

Çalışkan Zühre; az önce karşılaştık. Ben dersten çıktım, o da derse giriyordu.

Köpek Balığım Seyit; Alpay?

Alpay; ben size uyarım, sorun değil.

Rebena; Zühre, eve mi gidiyorsun?

Çalışkan Zühre; bir saat sonra kadar evet. Biraz notlara bakarım. Yemek de yemedim!

Rebena; buraya gel. Hani kliniğin aşağısında bir kafe var ya, geçen de gitmiştik. Bir şeyler yer, sonra beraber eve gideriz.

Çalışkan Zühre; olur. Öyle yaparız.

Odamdan çıktığımda Ayşe abla bir sepetle bana yaklaşıp, "Acilmiş," dedi. "Ön bacaklarında kırık var."

"Kedi mi o?" deyip sepetin içine bakmaya çalıştım.

"Evet. Biri getirip bıraktı."

Çok kötü görünüyordu ve bayağı acı çekiyordu.

"Getiren kişi burada mı?" diye sordum.

"Arabasını park ediyor."

"İçeriye geçelim," deyip başka bir odaya doğru yürüdük. "Nasıl olmuş biliyor musun?"

"Yok. Hemen müdahale edilmesi gerektiğini görünce adamı doğru düzgün dinleyemeden sana getirdim."

Odaya geçtiğimizde, "Sepeti bırak, bana Ceren'i çağır," dedim.

"Hemen."

Ayşe ablanın çıkmasına fırsat olmadan içeriye Şefika girmişti. "Rebena."

"Şefika," dedim şaşkınca. "Sen burada ne yapıyorsun?"

"Dersten çıktım," dedi. "Eve dönmeden önce sana uğramak istedim."

"İyi yapmışsın, gel bana yardım et," dedim ve Ayşe ablaya döndüm. "Sen de Ceren'i çağırır mısın?"

Kediye baktığımda dış görünüş olarak iyi durmuyordu.

"Hemen gidiyorum," deyip kapıya yönlendi. Şefika'nın yanından geçerken de, "Hoş geldin kızım," dedi sevecenlikle.

"Teşekkür ederim."

Kedinin bir sokak hayvanı olduğu çok belliydi; neredeyse çok az tüyleri vardı ve bu soğuk havada ıslandığı için derisini hemen hemen görebiliyordum.

Şefika yanıma geldiğinde, "Ne yapacağız?" diye sorup çantasını sedyenin uzak bir köşesine bıraktı.

"Önden iki ayağı kırık," dedim. "Bana dolaptan sargı bezini ve tahta çubukları ver."

Ellerime eldiven taktığım sırada Şefika hızlıca istediklerimi getirdi ve ben kedinin sol ayağını iki tahta çubuğun arasına alırken zorlandım çünkü canı yandığı için arka ayaklarıyla hep tepki gösterdi hem de yerinden kalkmaya çalıştı. Neyse ki Şefika ben söylemden önce ne yapması gerektiğini bilerek kediyi tuttu. Kıpırdamamasını sağlarken bir yandan onu seviyordu da.

"Kim yapmış biliyor musun?" diye sordu.

"Yok."

"Çok kötü görünüyor."

Sol ayağını iki tahta çubuk arasına alarak başarıyla sardıktan sonra hâlâ acı çekiyordu ve ne yazık ki ben sağ ayağına geçtikten sonra acısı ikiye katlandı. Şefika'nın ne sözleri ne de sevgisi işe yaramıyordu.

Kedinin kendini güvende hissetmediğinden bile emindim. Biz onun için tehlikeliydik ve sevilmeyi bilmemdiği için de şu an ne yaptığımızı anlamıyordu.

"Onunla ilgilenmek ister misin?" diye sordum.

"Olur," deyip gülümsedi. "Bakımını seve seve üstlenebilirim."

"Tamam o zaman. Bundan sonrası sende."

Kapı açıldığında Ceren üzerindeki önlüğüyle içeriye girmişti. "Hocam, beni çağırmışsınız."

Ellerimi sedyeye yaslayarak, "Önden iki bacağı kırık," dedim. Kediyi inceleye inceleye yanıma ilerledi. "Ben şimdilik sardım. Sen de genel bir sağlık taramasından geçir, iç ve dış parazit için iğnelerini de unutma."

"Tamamdır." Dedi.

"Şefika da sana yardım edecek," dedim. Birbirlerini tanıdıkları için göze göze gelip gülümsemişlerdi. "Kediye mama ve su vermeyi de ihmal etmeyin. Muhtemelen açtır."

"Tabii hocam," dedi Ceren.

"Kolay gelsin," deyip yanlarından ayrıldığım sırada kapıya ulaşmış, eldivenlerimi çıkarıp çöp kutusuna bırakmıştım.

Odadan çıktığım sırada ise bileğimde iki uzun tırnak izini fark etmiştim. Evet, bacaklarını sararken sızı hissetmiştim ama bu kadar da kızarmasını tahmin etmemiştim. Neredeyse kan akacak gibi duruyordu.

"Rebena," Ayşe ablanın sesiyle bileğimin üzerinden başımı kaldırdığımda önce kendisini sonra da yanında fark edilmeyecek gibi duran Enis Altınday'la göz göze gelmiştim. "Kızım, Enis Bey kedi hakkında bilgi almak istiyor. Bir de muayene ücretini ödemek istediğini söyledi."

Enis Altınday bileğimin üzerindeki kızarıklığın üzerinden Bakışlarını yüzüme kaldırdığında düz bir sesle, "Sokak hayvanları için ücret almıyoruz," dedim ve ellerimi önlüğün ceplerine bıraktım. "Tüm masrafları biz karşılıyoruz."

"Ben de tam olarak öyle söyledim," dedi Ayşe abla.

"Hayvanın durumu nasıl?" diye sordu Enis Altınday. Elleri ceplerinde kendinden emin duruşu sinirlerimi bozuyordu. "Kötü görünüyordu. Şu an iyi mi?"

"Ön bacakları kırıktı, sarıldı. Şimdi de genel bir sağlık kontrolünden geçecek."

Ayşe abla bir şey söylemeden yanımızdan uzaklaşmaya başladı.

"Yani iyileşmesine engel bir durum yok, değil mi?"

"Bacakları için soruyorsan hayır. Birkaç haftaya iyileşecektir ama başka bir hastalığı var mı yok mu bilmiyorum, kontrolden geçmeden bir şey söyleyemem."

"Anladım. Teşekkür ederim. Kim yaptı, nasıl oldu bilmiyorum. Öyle yol kenarında bulunca aklıma sen geldin, başka veteriner bilmiyorum zaten. Masraf-"

"Biz karşılıyoruz," dedim hemen. "Teşekkür ederim."

Şaşırmıştı. Teşekkür etmeme mi şaşırmıştı?

"Neyse," deyip toparlandım. "Hayvanı sahiplenmeyeceksen artık gidebilirsin."

Elinde beklettiği gözlüklerini taktı. "İyi günler." Geriye dönüp çıkış kapısına yürüdü.

Biraz şaşkındım çünkü planlı bir şekilde karşıma çıktığını düşünmüştüm ama hemen gitmek istemesinden dolayı anlıyordum ki öylesine, basit bir tesadüfmüş.

Ailemin yanına gidiyordu.

Ben birilerin arkasında kalmaya devam edecektim ama o yabancı adam benim ait olduğum yere gidiyordu.

Kapıdan çıkmadan önce başını çevirip benimle göz göze geldi ama onun aksine benim gördüğüm siyah çerçeve gözlükleriydi.

Hayatın özü kalbinin attığı yer miydi, aklının kaldığı yer mi?

Yanımda olmayan ve başka amaçlar uğruna hem beni hem de kendilerini görmezden gelen kız kardeşlerimden de annemden de nefret ediyordum.

🌠

"Rebena!" Zühre masanın bir kenarına bıraktığı ders notlarıyla bana biraz gülümseyerek, biraz da şaşırarak bakıyordu. "Neyin var senin? Daldın gittin... Sesleniyorum sesleniyorum cevap da vermiyorsun."

Pencere kenarında oturduğumuz masanın içinde ellerimi kabanımın içinde tutmaya devam ederek, "Daha önce gördüğüm saçma rüyalardan biri aklımda dönüp durdu," dedim. "Öyle. Yok bir şey."

Pipetini ayranına batırıp, "Enis'le ilgili olan mı?" diye sordu.

"Evet," dedim hiç düşünmeden. "Bana kendimi çok kötü hissettiriyor."

"Yapma Rebena," bir yandan yemek yiyor, diğer yandan ara ara benimle göz teması kurarak konuşuyordu. "Altı üstü birkaç defa karşılaştınız, bir gece de aynı evde kaldınız. Gazetelerden, televizyonlardan gördüğün adamın senin üzerinde nasıl etkisi olabilir ki?"

"Bu öyle değil, Zühre." Sadece konuşuyorduk ama sanki ben kendimi savunuyormuşum gibi hissediyordum. "Altıncı hisle alakalı..."

"Altıncı his?" ağzı dolu dolu olduğu için ayranına uzandı.

"Bilmiyorum... Dediğin gibi, belki de sadece saçmalayan benimdir."

"Şu altıncı hissini biraz daha açar mısın?"

"Hislerimin ne kadar kuvvetli olduğunu bilirsin."

Haklı olduğumu destekler gibi bir ifade takınıp, "Biz ona kalp gözü diyoruz," dedi. "E? Sonra?"

"Bana kendimi kötü hissettiriyor işte."

"Sadece bu mu?"

"Bugün klinikten çıkıp gittiğinde içimden bir ses onunla gitmemi istedi. Kapıdan çıkıp gittiğinde bir parçam onunla gitti sanki."

Kendi kendine güldü. "Rebena... Bu kadar duygusallık sana yakışmıyor."

"Ben duygusal değilim," kızgınlıkla kahveme uzandım. "Sadece hissettiklerimi söylüyorum."

"Bak canım," tostunu masanın üzerine bırakıp dikkatle yüzüme baktı. "Senin Enis'le bir ilgin yok. Sen sadece kardeşlerini ve anneni özlüyorsun. Az önce de dedin, ailenin yanına gidiyor ve sen de onların yanına gitmek istiyorsun."

"Evet ama-"

"Ama deme Rebena... Bir gece annenle uyumak için yalıya gitsen kıyamet kopmaz. Kardeşlerinle bir gece geçirsen kimse ölmez. Sen onları düşündüğün için Enis de sana kendini kötü hissettirdi. Sen yabancı gibi dışarıda kalırken, o da ailenin yanına gitti. Neden onları bir gün ziyarete gitmiyorsun?"

"Annem yanlış şeyler düşünsün istemiyorum," dedim. "Yalnız yaşamak istememe pişman olduğumu, onlarla yeniden yaşamaya başlamak için sızladığımı düşünür."

"Yani... Onca zamandır gitmedin gitmedin şimdi kalkıp gitmeni tabii ki de yanlış yorumlar."

"Evet."

"Hayatına müdahale eder, el atar, özgürlüğüne karışır diye de korkuyorsun tabii."

"Yani biraz zor ama... Başka şeyler düşünsün istemiyorum. Belki kendimi daha iyi hissettiğim bir zamanda gitmeyi düşünürüm."

"Öyle bir zaman gelmez," gülümseyerek öpücük attı. "Sen şu an kendini iyi hissetmediğin için böyle konuşuyorsun; özlemin depreştiği için... Yarın olduğunda saçma sapan şeyler konuştuğumuzu söyleyip bu anı unutmamı, kimseye de anlatmamamı isteyeceksin. Değil mi kuzu?"

Gülümsedim. Haklıydı. Bazı zamanlarda kendimi böyle hissettiğimde bu anı tekrar tekrar yaşardık ve ben bir daha onların yanlarına gitmeyi düşünmezdim.

İnat çok kötü bir şeydi. İnadı göğsünde taşıyorsan şeytan da kulağının yakınlarında demekti. Belki annem beni bir defa görmeye gelseydi ben ikinci adımı çok kolay atabilirdim.

"Haklısın sanırım," dedim. "Neyse... Boş ver. Önemsiz zaten."

"Neyse ki ben seni çok mutlu edecek bir şey yaptım."

Yüzündeki ifadeyi biliyordum.

"Yoksa..." dedim heyecanla ama cümlelerimin devamını getiremedim.

"Evet," dedi uzatarak. "Bir dersimi sana feda ettim ama canın sağ olsun." Telefonu alıp şifresini açtıktan sonra bana uzattı. "Al bakalım." Telefonunu aldığımda hem gülümsüyordum hem de heyecana kapılmıştım. "Müjdemi de isterim bu arada."

Hevesle, "Ne istersen," dedikten sonra o yemek yemeye koyuldu, ben de mesajları okumaya başladım.

"Zühre, merhaba. Aradım açmadın ama çok önemli bir şey söylemem lazım, muhtemelen derstesin, tekrar kusura bakma rahatsızlık veriyorum."

"Ben artık Rebena'yla konuşmak istiyorum."

"İlhan!!!!! Çok sevindim. Sonunda. Benden tam olarak ne istiyorsun?"

"Rebena'yı akşam atacağım adrese getirebilir misin? Ben söylemek istedim ama aramama rağmen açmadı, mesajla da olmaz diye düşündüm. Sonra yanına gitmeyi düşündüm ama dedim aslında sürpriz tadında olsa daha iyi olur. Sürpriz yapmayacağım elbette, sadece öyle sürpriz tadında olsun. Anlayacağın sen getir."

"Ya Rebena çok meşgul. Ben de ayı sorundan muzdaribim. Bize de çok zor dönüyor. Onun adına özür dilerim ama bilerek yapmadığını da bil."

"Biliyorum biliyorum. Sorun yok."

"Neyse... Ben çok sevdim. Rebena'yı nereye getireceğim?"

"Ben sana konum atacağım. Onun sevdiği bir yer var, orası daha güzel olur. Ancak sen ufaktan çıtlat, öyle çok da habersiz olmasın."

"Tamam tamam. Sen merak etme, o iş bende. Ama bak ne diyeceğim. Daha az önce bizim çocuklarla konuşuyorduk, akşam hep beraber Alpay'ın yerine gideceğiz. Bence Rebena'ya orada açılman daha doğru olur. Hem Rebena kendini rahat hisseder hem de sonra beraber küçük bir kutlama yaparız belki. Tabii siz isterseniz."

"Kutlama mı?"

"Yani. Kıza evlilik teklif edeceksin, kuru kuruya mı olsun? Bütün herkes hep beraber oluruz."

"Tamam. Olur o zaman."

"Yüzüğü seçtin değil mi?"

"Evet. Hazır. Sadece yer değişikliğinden dolayı Alpay'ın yerine gideceğim. Bizim için ortam hazırlarım. "

"Tamam, akşam Rebena'yla beraber geleceğim."

"Çok teşekkür ederim."

"Ya inanamıyorum," dedim heyecanla. "Şimdi akşam parmağıma yüzük mü takılacak?"

"Evet! Sen şimdiden düğününü düşün."

"Yüzüğü gördün mü?" diye sordum merakla. "Nasıl bir şey, güzel mi?"

"O da sürpriz kalsın," telefonu hızla elimden aldı. "Akşam zaten göreceksin."

"Ama-"

"Hayır!"

"Galeride duruyor değil mi?"

"Rebena hayır! Bana kalkıp dedin; isteksiz, kararsız, kendinden emin değil, ağzımdan bir bir lafları aldın. Al bak gördün mü? Demek ki senin onu istediğin kadar o da seni istiyormuş."

"Yani ne bileyim... Yanlış düşünmüşüm demek ki?"

"Tabii ki de öyle. Sen onu, o da seni seviyor. Bitti gitti. Bu kadar."

Telefonuma gelen mesaj sohbetimizi bölmüştü.

Sevgilim

Canım, ne yapıyorsun?

Continue Reading

You'll Also Like

12.1K 1.2K 80
Bazen çok severken yaralıyor insan sevdiğini . Bilmeden , düşünmeden , Geleceği hesaba katmadan . Herkes kalbinin renginde yaşar hayatı ve herkes kal...
424K 3.5K 23
Hikayede sık sık +18 ve şiddete yer verilecektir! Yaş sınırını göz önünde bulunduralım.
85.9K 394 5
mesleğini eline alamayınca kendini barlarda escort ilan etmiş bir kızın aşk hikayesi...
1.8M 108K 35
Yetişkin içerik barındırır! Ailesinin kaybının ardından teyzesinin yanında yaşamaya başlayan Ayşin Çağhan'ın yolu yan yalının en büyük oğlu Cesur Ulu...