MESEL

By Dilopervinova_

18K 1.2K 85

İbret alınacak bir söz ya da hikaye. "Seninle değil, senin için mücadele ediyorum," isyan dolu sesi dişleri... More

1.BÖLÜM: YIL DÖNÜMÜ
2.BÖLÜM: DUVAK
3.BÖLÜM: İLK TANIŞMA
4.BÖLÜM: HEDİYE
5.BÖLÜM: DOĞRU KİŞİ
6.BÖLÜM: FARKINDALIKLAR
7.BÖLÜM: DIŞARIDAN BAKILDIĞINDA
8.BÖLÜM: BAŞKA YOL YOK
9.BÖLÜM: ZAMAN
10. BÖLÜM: GÖLGESİ ALTINDA
11.BÖLÜM: KARŞILIKLI İTİRAFLAR
12.BÖLÜM: ACI YÜZLEŞME
13.BÖLÜM: BEDELİ VAR
14.BÖLÜM: LOTUS ÇİÇEĞİ
15.BÖLÜM: SENİN BEN OLDUĞUNU BİLİRİM
16.BÖLÜM: FARKLI PENCERELER
17. BÖLÜM: AMA DİLEYEBİLİRİM
18.BÖLÜM: BENİ DUYMUYORSUN
19.BÖLÜM: BENİM SEVEMEYECEĞİM BİRİ
20.BÖLÜM: İKİ BEDEN TEK RUH
21. BÖLÜM: DOĞRU VE YANLIŞ
23.BÖLÜM: CEVAPSIZ SORULAR
24.BÖLÜM: YENİ HAYATLAR
25.BÖLÜM: KÖTÜNÜN BULAŞTIĞI İYİ
26.BÖLÜM: KARŞILIKLI SUSKUNLUKLAR
27.BÖLÜM: ARKADA KALANLAR
28.BÖLÜM: BAZI ŞEYLER DİLE GELMEZ
29.BÖLÜM: SON PİŞMANLIKLAR
30.BÖLÜM: ARTIK VARDI
YENİ KURGUM: ISTAKOZ

22.BÖLÜM: GİTMEK Mİ KALMAK MI

274 18 1
By Dilopervinova_

Oy ve destekleriniz için hepinize teşekkür ederim, iyi okumalar.

*

Büyük bir huzursuzluk içinde yerimden kıpırdandım, bir yükseklikten düşüyor hissiyle kapalı gözlerimi açarken derin derin nefesler alıp veriyordum. Gözlerimi boğuk bir aydınlığın hakimi olduğu odada gezdirmeye başladığımda birden nerede olduğumu anlayamadım, endişe içinde doğrulmaya çalıştım ama sırtımda hissettiğim ağrı buna engel oldu. Başım yeniden yastığa düşerken sırt üstü dönmek istedim, bu sefer de kolum bana engel oldu, dönüp baktığımda kolumun iç kısmına takılmış olan kelebeği ve peşindeki serumu görmek, şaşkınlıkla dolmama neden oldu.

İlk defa gördüğüm bir şeye bakıyor gibi uzun uzun koluma ve metal ayaklıktaki seruma bakındım, ardından gözlerimi oradan çekip yeniden odada gezdirmeye başladığımda nerede olduğumu ve buraya nasıl geldiğimi bu sefer çok geçmeden hatırladım.

Evimdeydim. Kendi yatak odamdaydım ve bunu fark etmek öylesine bir rahatlığı peşinden getirdi ki tüm bedenim boşalır gibi oldu, gözlerime sevinç gözyaşları biriktiği sırada bu gördüklerimin bir rüya olmamasını dilerken buldum kendimi. Engel olamadığım gözyaşlarım şakaklarımdan kaysa da durmadım, öylesine inanılmaz bir sevinç beni ele geçirmişti ki birden dayanamayarak güldüm. Yeniden sağıma doğru döndüğümde üstümdeki örtüyü bu yataktan koparılmamak ister gibi sıkıca kavradım. Sonunda buradaydım işte, o lanet evden ve adını bile anmak istemediğim o kişiden kurtulmuştum. Kendi kendime onaylamak istercesine başımı sallarken pikeyi daha da sıkı tuttum, burnumu çekerek tüm detaylarını yeniden ezberlemek istediğim bu odaya bıkmadan usanmadan izlemeye devam ettim.

Artık gözyaşlarım durmuş, sadece burnumu çekmeye başlamışken ağrıyan gözlerime rağmen inat etmiş gibi gözlerimi kapatmaya direndim.

Geçen saatlere karşılık ne hala burada olabildiğime, ne de o evden çıkmış olduğuma inanamadığım için bunun bir rüya olmasından korkuyor, eğer öyleyse diye bir an olsun gözlerimi bile kırpmıyordum. Yutkunurken pikenin altındaki bedenime bakmak istedim, değiştirilmiş kıyafetlerimi görünce duraksadım. Buraya geldiğim o an ve açılan kapıda gördüğüm yüzler aklıma düşünce garip bir his içimde uyandı, hızla yatak odasının kapısına doğru baktım ama görünürdeki koridorda hiç kimse yoktu.

Dış kapıda yere kapaklandıktan sonra bayılmış olmalıydım ki o andan sonrasını hatırlamıyor, zaten gözümü ilk defa şimdi açıyordum. Ne kadar saat ya da gün geçtiğini bilemeyerek pikeyi yeniden üstüme örttüm, ağrıdan sızlayan bedenim kıyafetlerimi Sevil ve Çağan'ın yardımıyla değiştiği fikrini uyandırmıştı ben de. Öyle olmalıydı, hala nemli olan saçlarımla direkt yatağa yatırılmış ve artık nasıl bir haldeysem, doktor bile çağırılmış olmalıydı. Yeniden kolumdaki kelebeğe baktım, kendimi bir nebze olsun iyi hissettiğime inandırmaya çalıştım ama o kadar kolay olmadı.

Ne bedenimdeki acı da ne de içimi titreten duygularımda hiçbir değişiklik yoktu, sadece omuzlarımdaki o yük ve artık güvende olduğumu bilmenin bir rahatlığı içindeydim.

İyice iki büklüm olduğumda çok geçmeden hala peşime takılı olan düşüncelerim ortaya çıkarak bana tüm gerçekleri hatırlattı, uzun bir süre geçirdiğim o karanlık günleri unutamayacağımı gözlerimin önüne şimdiden düşmeye başlamış görüntülerden anladım. Aklıma ilk gelen şey, o evdeki son günümde çatıdayken yaşadığım o an olurken yüreğimi engel olamadığım bir tedirginlik kapladı, yine engel olamadığım sorularım gün yüzüne çıktı.

O andan sonra Nejat nereye gitmişti? Tüm o kapı pencereleri neden açmış, neden evden gitmeme izin vermişti? Beni çatıda bulduktan sonra ne hale düştüğünü kendi gözlerimle görmüş olsam da tek nedenin ben olduğuna inanamıyordum. Başıma ne iş getirdiğim umurunda olsaydı beni çoktan bırakmış olurdu, durup da neden o andan sonra kapıyı açmıştı, buna bir türlü akla yatan bir cevap bulamıyordum.

Gözlerimin önüne o kendi kendine sayıklayarak ağladığı hali gelince başımı hızla iki yana salladım, içime dolan sıkıntıyla birlikte pikeye daha sıkı sarıldım. Bunları neden düşündüğümü bilemiyordum, artık buradaydım ve her şey geçmişte kalmıştı...Öyle olamayacağını inatla aklıma düşen görüntüler sayesinde anladım, belliydi ki adlarını anmak bile istemediğim o iki insandan kurtulmuş olsam dahi uzun süre onların anılarından kurtulamayacaktım. Bende tekrardan istemediğim anılar yaratmış olmalarına, yine kabuk bağlaması zaman olacak yaralar açmış olmalarına karşın kızgınlıkla doldum, çok geçmeden bu his yerini bir yakıcı bir üzüntüye bıraktı.

Üzüntümün nedeni onlara değil, kendimeydi. O iki insanın benden aldıkları kadar benim onlardan hiçbir şey alamamış olmama, onlara da unutmayacağı anılar verememiş olmama içerleniyordum. Ben bu haldeyken, o evde değilken bile oradan ve onlardan kurtulamıyorken onların rahatlık içinde günlerini geçirmelerini hazmedemiyordum. Babam şimdi ne yapıyordu? Belki Nejat'ı azarlıyor, neden böyle bir şeye izin verdiğini anlayamıyordu. Onun, ucunda ölümüm olmasına rağmen bile böylesine umursamaz cümleler kurabilme ihtimali pek de düşük olmadığı için buruk bir şekilde güldüm, bu adama bana dair unutamayacağı tek bir acı dolu anı bile veremeyeceğimi zorlanarak da olsa kabullendim.

Nejat'ın da çok kısa süre sonra kendisine geleceğini, hatta onun da beni bıraktığı için pişmanlıkla dolacağını ve yetmezmiş gibi bir de peşime yeniden düşeceğini biliyordum. Çatıda, kendinden geçecek kadar bir keder içine girmiş olabilirdi ama o da babam gibiydi; bana karşı tek bir olumsuz şey bile onu durdurmaya yetmezdi. Onun, şimdiden kendisine gelmiş ve bildiği tüm gerçekler doğrultusunda benim ve Çağan'ın peşine düşmüş olma ihtimali korku içinde dolmama neden olurken yeniden dönüp odanın kapısına bakındım. Evde tek miydim? Eğer öyleyse Çağan neredeydi? Onu görmeyi delice bir arzuyla istiyor ama karşıma çıkma ihtimali bile bana ağır geliyordu. Garip bir çekingenlik hissiyle yeniden önüme döndüm, içimi titreten bir anıyla daha yatağın içinde büzüldüm.

Amacım ne olursa olsun, şu anda açık bir zihinle o gün çatıda ne yapmaya niyetlendiğimi daha iyi görüyor, bunun doğuracağı sonuçları şimdi çok daha iyi bir şekilde fark edebiliyordum. Eğer durdurulmamış olsaydım, burada olmasıydım ve Çağan bir şekilde artık hayatta olmadığım haberiyle yüz yüze gelseydi, ne yapardı? O anı düşünmeye çalıştım ama ne kadar zorlarsam zorlayayım, bunu yapamadım. Daha düşünmeye bile içimin el vermediği bir anı, onun yaşamasını sağlayacak kadar kendimi kaybetmiş olduğuma inanamayarak kendime şaşırdım, böylesine bir bencillik içine düşmüş olduğum için kendimden utandım.

Neyi neden yaptığımı biliyor olsam da sevdiğim insanlar aklıma düştükçe o haklı sebeplerim bana eskisi kadar haklı gelemiyordu. Kendimi durup da onların yerine koyunca hepten düşünmeyi kesiyor, hayatta olduğuma sadece onlar adına seviniyordum. Nefes alabilmek güzel olsa da bunun sevinci içinde değil, kimseyi bir keder içinde bırakmadığıma memnun şekilde iç geçirdim, bir an sonra bu düşünce ezici bir hisle dolmama neden olsa da gerçekleri değiştirmezdim.

Yeniden nefes bıraktım, kasılan bedenimle orada öylece uzanmaya devam ederken birden yatağın üstüne Beyaz çıktı, korkuyla irkilip geriye kaçındığımda kedi arka ayaklarının üstüne oturarak bana tepeden bakmaya başladı.

O kararsız mavi gözleri yüzümü incelerken, onu karşımda gördüğüme o kadar sevindim ki titreyen dudaklarımla birlikte yeniden öne doğru kaydım ve ona yaklaştım. Sanki hangi hislerde olduğumu biliyormuş gibi kedi de hareketlendi, ardından yanımda açtığım boşluğa doğru gelerek uzandı. O, yumuşak başını çenemde gezdirirken ben de elimi kaldırıp onu sevdim, başına küçük bir öpücük bıraktığımda bu yakınlığı karşısında beklemediğim kadar kendimi iyi hissettiğimi fark ettim. Onun sayesinde kendimden birkaç dakika da olsun uzaklaşabildim, aralıklarla başını bana sürten kediyle birlikte yatakta vakit geçirirken odayı daha belirgin bir karanlık sarmaya başladı, bir an sonra ise ayak sesi kulaklarıma doldu.

O adımları yere değil de kalbime basıyormuş gibi acıyla ezilen kalbim, ne yaptığını bilmiyor gibi tekleyerek atmaya başlarken kıpırdamadan sese kulak kesildim. Birkaç adım sonrasında yatak, Çağan'ın çıktığını belli eden bir ağırlıkla sarsılınca taşıyamadığım kadar bir heyecanla dolup taştım. O, tek bir şey demeden hemen arkamda uzandı, bana dokunmamasına rağmen tüm varlığını bedenimde hissediyor, nefes alış verişlerini duymak sevdiğim bir şarkıyı duymaya benziyordu. Kalbim, artık göğsümden çıkmak ister gibi daha hızlı bir şekilde atarken tüm bedenim kasıldığı için sırtıma bir ağrı girdi, bunu umursamadan sessizlik içinde kalmaya devam ettim.

Hem ona dönmeyi istiyor hem de yüzünü görmeye cesaret edemiyordum. Bana sarılmasını istediğim kadar benden uzak durmasını da istiyordum ve çoğalan bu zıtlıklar içinde, kendime inanamıyordum.

Günlerdir göremediğim Çağan, şimdi tam yanımdayken neden ona dokunamıyordum? Neden o bana dokunmadan sadece benimle birlikte uzanıyordu? Acaba ne hissediyor, aklından neler neler geçiyordu? Hala başıma ne geldiğini, neden günlerdir ortalıkta olmadığımı bilmeyen Çağan'ın soracak çok sorusu olduğunu ve merak içinde yandığına emindim, yine de bunlara rağmen tek kelime etmeden sessizliğine sığınmama izin vermesine minnettardım. Konuşmam gerektiğini bilsem de bunu şu anda yapamayacağımı biliyordum çünkü aklıma dolan düşüncelere bile katlanamazken, bir de onları sesli bir şekilde anlatacak kadar henüz kendime gelememiştim.

Bunu o da biliyor olduğu için uzun bir süre sadece sustuk, artık bedenimi kasan o gerginlikten kurtulmuştum ve dayanılmaz bir sabırsızlık içinde yanmaya başlamıştım. Ona dönmek ve o güzel yüzünü görmek için can atıyordum ama bir yanım hala bunu yapamayacağımı söylüyordu.

O, başlarda anlamsız gelen utancımın nedenini şimdi çok iyi biliyordum ama sabırsızlığıma da engel olamıyordum.

Bu halde adeta kıvranmaya devam ettim, en sonunda dayanamayarak ona doğru gerilemeye başladım, bedenime acı veren bu küçük eylem karşısında durmadım ve zaten ne yapmaya çalıştığımı anlayan Çağan da öne doğru kayınca çok kısa bir an sonra bedenlerimiz birbirine değdi.

Yüreğime sığmayan bir heyecan içinde durdum ama o durmadı ve kolunu belime sararak beni iyice kendisine çekti, yüzünü saçlarımın arasında hissederken mideme bir kramp girdiği için dudaklarımı birbirine bastırdım. Nereye koyacağımı bilemeden havada sallanan elim, sonunda en güzel yeri, onun ellerinin arasındaki yerini buldu. Buz tutmuş parmaklarım onun tanıdık sıcak teniyle sarmalanınca engel olamadığım buruk bir gülümseme dudaklarımda belirdi.

"Buradasın," dedi Çağan bir an sonra, sanki emin olmak istermiş gibi elimi sıkıca kavrarken sesini duymuş olmak bana cennetten açılan bir kapı gibi gelmişti. "Benimlesin."

Hiçbir şey diyemeden sadece elini sıktım, bu ona şu anda verebileceğim tek cevaptı. Buradaydım, onunlaydım ve artık en önemli olanı buydu. Şimdi korkmanın, olmayacak anıları hatırlamanın zamanı değildi, şimdi sadece onun varlığına sığınma ve birlikte var olma zamanıydı. Bu düşüncelerimin arasına başka hiçbir şey girmesine izin vermemeye çalışarak ve bu anın ömür boyu sürmesini dileyerek, birlikte uzun bir zaman geçirdik.

Öyle ki göz gözü görmeyen karanlıktan artık ağaran gökyüzüne geldiğimiz saatler sonunda bile ne ellerimizi ayırdık ne de birbirimizden koptuk.

Sonunda bir güne onunla başladığım için, o güzel gökyüzünü artık kendi penceremden gördüğüm için sevinçle Çağan'a daha da yaklaştım, bu an bozulur diye gözlerimi kırpmaya bile korksam da öylesine gevşemiştim ki artık gözlerimi daha fazla açık tutamadım.

*

Bana sanki bir anlığına karanlığa gömülmüş ve hemen kurtulmuşum gibi gelse de gözlerimi açtığımda oda tamamen aydınlanmış, kolumdaki kelebek hala dursa da serumun ince hortumu çıkarılmıştı. Olduğum yerde yavaşça doğrulduğumda sızlayan bedenime karşın yüzüm ekşidi, arkama bakıp Çağan'ı görmeyince birden panikle ani bir hareket ettim ve bu daha da canımın yanmasına neden oldu.

O korktuğum rüyadan uyanma anında olmaktan çekinerek hızla gözlerimi etrafta gezdirdim ama hala olmayı istediğim yerde, evimdeydim. Yutkunarak korkumu yatıştırmaya çalıştım, üstümdeki pikeyi atarak yavaşça doğruldum ve bacaklarımı yataktan aşağıya sarkıttım. Düşen omuzlarımla kendime gelmek için öylece durmuş çıplak ayaklarıma bakınırken, birden bu an beni hiç istemediğim bir ana sürükledi ve gözlerimin önüne yine aynı pozisyondayken çok daha başka bir amaçla olduğum o çatı katı geldi.

O anda esen rüzgarı sanki şimdi bile hissediyormuşum gibi geldiği için titreyerek doğruldum, bu sefer sırtımdaki acıyı umursamadan ayağa kalktım ve hızla dolaba giderek elime havlumu aldım.

Gözümü açtığım ilk anda aklıma olumsuz düşünceler getiremezdim, o yüzden garip bir hareketlilik içinde arkamı dönerek odadan çıktım, yine anı hızlı adımlarla koridoru geçerek hemen banyoya girdim. Bir acelem varmış gibi seri hareketlerle havluyu astım, ardından hızla kıyafetlerimi çıkardım ve hiçbir yere bakmadan, hiçbir şey düşünmeden kolumdaki kelebeği de çıkarttığım gibi duş kabinine girip suyu açtım. Saçlarıma, oradan da bedenime düşen sıcak su üşüyen bedenimi daha da titretirken ellerimi fayansa dayayarak bu güzel anın tadını çıkarmaya çalıştım. Bedenim sıcak suyun altında beklediğim gibi çok geçmeden gevşedi, yüzümü kaldırıp suyun altına tuttuğumda bir anda yine hiç olmadık bir ana doğru sürükledim.

Aynı hareketi çatıda, yağan yağmurun altında da yaptığım o an gözlerimin önüne gelince hızla başımı eğip ellerimi çektim, yine seri ve dengesiz şekilde hareket etmeye başladım. Önce saçlarımı şampuanladım, ardından bedenimi uzun süre sabunla yıkadıktan sonra hala tam anlamıyla temiz olamadığımı düşünsem de durulanmaya başladım. Sıcak suyun altında bir müddet daha durduktan sonra uzanıp kapattım, kabinin kapısını açınca içerideki buhara şaşırarak birden duraksadım. Böylesine bir buhar oluşacak kadar sıcak suda yıkandığıma şaşırarak kabinden çıktım ve hızla beyaz havluyu bedenime sarıp saçlarımı havlunun üstüne çıkardım. Gözlerim sağımdaki lavaboya, dolasıyla üstündeki aynaya düşse de asla kendimi görmek istemediğim için büyük adımlarla kapıyı açtım fakat bu dengesiz hareketlerim bedenimi acıyla inletmeye başlattığı için istemeden de olsa yavaş adımlarla koridoru geçip, yatak odasına girdim.

Dolaptan saç havlusunu bularak saçlarımı sardım, hala üzerimde olan gerginlikle birlikte elimi kaldırıp tutulmuş gibi acıyan boynuma koydum ve başımı arkaya düşürdüm. Bu anın bana iyi gelen bir tarafı olduğu için hiç bitmesini istemesem de üşümeye başlamıştım, o yüzden kısa bir an daha sonra elimi çekip dolaba döndüm. Tam bu anda odada ayak sesleri yankılanınca hızla arkama döndüm ve içeriye girmiş olan Çağan'la göz göze geldim.

Kararsız adımları bir iki adımdan sonra tamamen durdu. "Uyuyorsun sanıyordum," diye mırıldandı, kalktığımı duymamış olmasına şaşırırken gözleri bedenimde geziyordu.

"Bir duş aldım," dedim, bunu zaten gördüğünü hatırlayınca açıklamamın saçmalığına kaşlarımı çattım.

"Görüyorum," Çağan sanki düşüncemi okumuş gibi dudağı belirsiz bir şekilde yukarı büküldü, gözlerini bedenimden alıp da yeniden gözlerime dikerken adımlayarak yanıma doğru gelmeye başladı. Ben, engel olamadığım bir heyecan içinde ona bakarken Çağan birden döndü, yatağın yanındaki komodine gidip çekmecesini açınca anlamayarak duraksadım.

"Gel," dedi yumuşak bir sesle, elindeki kremi görünce ilk başta sorarcasına ona baksam da aklıma sırtımda hissettiğim ağrı düşünce olan biteni anlayabildim. Çağan, yatağa oturmuş beni beklerken ben de ona doğru gitmeye başladım, bana öylesine dikkatli bakıyordu ki bu benim yine o garip hareketlilik içine sürüklenmeme neden oluyordu. O yüzden gözlerimi ondan kaçırıp yanına oturdum, aslında hasret kaldığım yüzüne gözlerimi kırpmadan bakmak istiyor olsam da bunu yapamayacağımı hissediyordum. Yavaşça sırtımı ona doğru döndüm, saçlarım zaten havluyla sarılı olduğu için omuzlarım açıktaydı ama Çağan uzanıp da havluyu biraz daha aşağıya sıyırmaya çalışınca krem sürülmesi gereken yerin daha faklı bir yer olduğunu anladım.

"Sırtın için," diyerek açıkladı, tenime değen nefesi mi yoksa parmakları yüzünden mi bilmiyordum ama inanılmaz bir şekilde heyecanlanmıştım, bu da beni büyük bir gerginliğe sürüklemişti. Onu başımla onaylayıp ben de göğsümde sıkıştırdığım havluyu biraz gevşettim, Çağan havluyu daha da aşağıya çekince göğüslerimden de aşağıya doğru kaydı ve neredeyse yarıya kadar açıkta kalırken durdu. Derin bir nefes almak istesem de bunu yapamadım, Çağan kremi parmağıyla tenime değdirdiği an önce soğuktan, ardından onun elinin sıcaklığıyla irkildim. İkimiz de tek kelime etmeden durduk, Çağan sırtıma ne kadar dikkatli bir şekilde kremi yedirmeye çalışsa da temasıyla canım acıyor, bu da rahatsızlık içinde kıpırdanmama neden oluyordu.

"Bu nasıl oldu, bilmiyorum," dedi Çağan beklemediğim bir anda, sesi dalgın olsa da sertti. "Bilmek istemiyorum ama düşünmeden de duramıyorum,"

Ona dönecek gibi olsam da durdum, Çağan da artık durmuştu ama elini tenimden çekmemişti. Dışarıdan bile belli olacak kadar nasıl göründüğünü bilmediğim sırtımın ne halde olduğunu düşünürken çok geçmeden bu acıya vesile olan o an birden aklıma düştü; Nejat'la çatıdayken beni çektiği için sırt üstü yere düşmüştüm ama o anda sırtımdan çok canımı yakan şey tuttuğu kolum olmuştu. Birden anımsadığım şeyle sol kolumu kaldırdım, dirseğimin hemen üstündeki o morluğu görmek şaşkınlık içinde kalmama neden oldu. Beni, oradan çekip kurtarmak için bu kadar sıkı tutmuş olmasına inanamayarak uzun, ince morluklara bakarken birden Çağan'ın eli sırtımdan çekildi ama çok geçmeden baktığım kolumda hissettim.

Onun bunu görmesini istemesem de çok geç kalmıştım, tıpkı benim gibi yeni fark ettiği bu iz karşısında yine benim gibi şaşırdı ama bu çok kısa sürdü çünkü yerini büyük bir kızgınlık almıştı. O, sıktığı dişleri yüzünden gerilen yüzüyle koluma bakarken bir an sonra dayanamıyor gibi gözlerini kaçırdı, hala kolumu tutuyor olmasına aldırmadan ayağa kalktım. Küçük adımlarla ve görmekten korkuyor olsam da dolabın karşısındaki aynada durdum, asla yüzüme bakmayarak hemen sırtımı döndüm ve havluyu biraz daha indirerek sırtımı tamamen açığa çıkardım. İki kürek kemiğimin tam ortasında, belime doğru giden, bazı yerleri yeşilimsi bir renk almış bu morluğa bakarken dudaklarım aralandı, bu kadar büyük bir darbeyle yere düştüğüme inanamayarak sırtıma dehşet içinde bakmakla kaldım.

Beni nasıl bir şiddetle çekmişti ki sırtımda böylesine bir iz bırakmıştı? Bu kontrolsüz hareketlerinin altında beni o anda orda görmenin paniğinin yattığını bilsem de ona kızmadan edemedim, maalesef onu hatırlamama neden olacak bu izlere karşın acıyla büzülen yüzüme yine acıyla ezilen kalbim eşlik etti. İyi bir şey yaparken bile bu kadar zarar vermesine gülmek istesem de bunu yapamadım, baktıkça acıdığını hissettiğim sırtımdan gözlerimi alamazken bir an sonra arkamda birini hissettim, bunun Çağan olduğunu kollarıyla beni sarıp da kendime bakmama son verdirmesinden anlayabildim.

Sırtım onun göğsüne yaslı, bedenim ise aynadaki yansımadayken hala üstümden atamadığım bir acı içindeydim. Çağan da bunu biliyor ve sanki bana teselli vermek istiyormuş gibi kollarının sıkılığını arttırdı, büyük bir güven duygusuyla kendimi ona doğru bıraktığımda ellerim havlumu sıkıca tutuyor, onun omuzlarıma değen dudakları altında eridiğimi hissediyordum.

"Ne oldu sana böyle?" dedi hala dudakları tenimdeyken, o çaresizlikle yanan sesi boğazımı düğümlemişti. "Kim sebep oldu bunlara?"

O cevaplarını bilmediği sorularıyla birlikte yüzünü boynuma gömdü, ben ise cevaplarını çok iyi bildiğim bu sorular karşısında çoktan dağılmıştım. Sabahtandır kendimi oyalamaya çalışmış olsam da şimdi onun yakınlığı ve soruları beni darmadağın etmiş, zincir vurmaya çalıştığım tüm düşüncelerimin etrafa saçılmasına neden olmuştu. Ben, bana ne olduğunu çok iyi biliyordum ona ne anlatacaktım? Bu izlerin güya beni kurtarmak istediği için Nejat tarafından var olduğunu ona nasıl söyleyecektim? Biliyordum ki onun adını duyar duymaz Çağan durmayacaktı, hele ki günlerdir onunla birlikte o evde kalmaya mahkum edildiğimi öğrenirse kıyameti koparacaktı. Ne onu öylesine bir duruma düşürmek istiyordum ne de ben o günleri artık anımsamak istiyordum, yine de ne yaparsam yapayım bunlarından kolayca sıyrılamayacağımı biliyordum.

Çağan'ı düşündüğüm için susuyordum ama onu sorularıyla baş başa bıraktığım için aslında yine ona kötülük etmiş oluyordum. Hangisi iyi diye düşündüm; tüm gerçeği öğrenip kendi kıyametini yaratması mı yoksa hiçbir şey bilmeden, sadece o kıyametin yaklaştığını hissederek beklemesi mi? İkisi de sonu gözükemeyen bir yoldu ve ikisinde de zarar gören oydu. Korktuğum şeyin başıma geldiğine hem şaşırarak hem de zaten bundan kaçış olmadığını bilerek başımı arkaya düşürdüm, sakallı yanağı yanağıma değen Çağan'ın aynadan bana baktığını bilsem de ben gözlerimi kapatarak bu andan kaçtım.

Kaçtım çünkü içimden bir ses onu görmeyi, bu şefkatini hak etmediğimi söylüyor, o çatıdan atlamış olsaydım ona çok daha büyük bir yararımın olacağını söyleyerek, bana kızıyordu.

Belki de haklıydı, belki de buraya hiç gelmemeliydim. Benim yokluğumda acı çekmesi yanındayken içine düştüğünü bu içinden çıkılmaz durumdan daha iyiydi. En azından o zaman içinde olduğu belirsizlikte bazen kendisini teskin edeceği şeyler bulabilirdi ama şimdi tam karşısında durmuşken, benden duymadıkça hiçbir şeyin onu tatmin edemeyeceğini çok iyi biliyordum.

"Kaçma," dedi Çağan, sesi düşüncelerimin arasında zar zor yer bulabilmişti. "Kapatma gözlerini, benden kaçma."

Avucunun içini karnımın üstüne koyup beni kendisine doğru iyice çekerken yanaklarını dudaklarımda hissetmeye dayanamadım, titreyen dudaklarımı birbirine bastırdığım anda gözlerime yaşlar birikti. Bir an tereddüt etsem de ardından büyük bir kararlılıkla elini tutup çektim, başımı önüme eğip açtığım gözlerimle ondan uzaklaştım ve hızla yatağa giderek sırtımı ona dönecek şekilde oturdum. Çoktan gözlerimden akan yaşlara rağmen beni göremediğini bildiğim için dik bir şekilde durarak sadece onu görmek istemediğimi anlamasını bekledim, bir isyan bayrağı açmış olan yanım onun kalmasını istediği için bana yalvarsa da ona kulak asmadım.

Geçen dakikalara rağmen dönüp ona bakmadım, sessizlik içinde ağlarken tıpkı benim gibi sessizlikle kalan Çağan birkaç saniye sonunda adımlamaya başladı, oldukça yavaş bir şekilde kapıdan çıktığını gördükten sonra elimi kaldırıp dudağımın üstüne koydum ve düşen omuzlarımla birlikte ağlamaya devam ettim. Bu gözyaşları onun içindi, o yüzden kendimi durdurma gereği duymadan onun için ağladım, bu o kadar uzun sürdü ki açıkta kalan bedenimin tanıdık bir soğukla titrediğini hissetmeye başlamıştım. Ancak o zaman kendime gelerek elimle gözlerimi kurulamaya çalıştım, ayağa kalktığım anda yeni bir yaş daha yanağımdan süzülse de onu da sildim ve dolaba gittiğim gibi hızla üstümü giyinmeye başladım.

Tamamen giyindikten ve siyah örgü ceketimi de üzerime geçirdikten sonra başımdaki havluyu atarak odadan çıktım, banyoya giderek saçlarımı kurttum. O süre zarfında tek bir an bile kendime dönüp bakmamıştım ama nasıl göründüğümü tahmin etmek zor değildi. Banyodan çıkıp tekrardan odaya gireceğim sırada salondan Çağan çıktı, adımlarım hızla kesilirken Çağan beni koridorda gördüğüne şaşırarak duraksadı. Ne yapacağımı bilemiyor gibi orada dururken gözlerimi ondan kaçırdım, Çağan sesli bir nefes bıraktıktan sonra salona gelmemi rica etti ve beni beklemeden dönüp salona girdi.

Kararsızlık içinde adımladım, yatak odasına gitmek istesem de onu kırmak istemiyordum. O yüzden salona girdim ve Çağan'ı pencerenin oradaki koltukta oturur bir halde ortadaki masaya doğru bakınırken buldum. Birkaç kahvaltılığın bulunduğu masaya ben de bakındım, aklıma hızla onunla birlikte en on burada yiyemediğimiz o akşam yemeği geldi; dakikalar önce konuştuğum Nejat ve onun bana o anda mantıklı gelen teklifi yüzünden aramızda bir gerginlik geçtiğini hatırladım ve onun yüzünden gerildiğimize inanamadım.

Onun yüzünden Çağan'a karşı çıktığım için kendime kızdım, yine onu dinlemeyerek buluşmaya gittiğim için ardında yaşadıklarımı hakkettiğimi düşündüm. Bu düşüncenin ağırlığı altında ezildiğimi hissederken birkaç adım daha attım ama yanına değil, hemen sağımdaki koltuğa oturdum ve gözlerimi ellerime diktim. Günlerdir ağzıma tek lokma sürmediğimi biliyor olsam da ne açlık hissediyordum ne gördüğüm yiyeceklere karşı bir ilgi duyabiliyordum. Hatta garip bir mide bulantısıyla kollarımı karnıma doladım, Çağan'ın kıpırdandığını duysam da ona bakmadan önüme bakmaya devam ettim.

"Bir şeyler yemelisin," dedi sonunda, beklediğim gibi bir ifadesizlik içinde olsa da sesinin altındaki sıkıntıyı duyabiliyordum. "Doktor çok zayıf düştüğünü söyledi, hem ilaç da alman gerekiyor,"

"Tamam," diye mırıldansam da bir şey yemeyeceğimi biliyordum. Doktor deyince aklıma kolumdan çıkardığım kelebek düştü, o yerin sızladığını hissedince kollarımı gevşettim.

"Arya, amacım sorularımla seni bunaltmak değil," diyerek konuşmaya başladı, bu ciddi ses tonuna karşın yutkundum. "Ama nerdeyse bir haftadır yoktun, günlerce senden hiçbir haber alamadım," kelimelerin üstüne basa basa konuşurken yaşanılanlara hala inanamıyor gibiydi. "Sonra birden kapımda buldum seni, hem de öyle bir halde..." titreyen sesi onu duraksatırken o gün kapıda yere kapaklandığım an aklıma düştü, hemen ardından ise diğer gördüğüm iki kişi hatıramda canlandı. "Bunca zamandır nerede olduğunu bilmek istiyorum, neden bedeninde o izlerin olduğunu, bunu sana kimin yaptığını öğrenmek istiyorum," daha bunları söylerken bile gizleyemediği öfkesi gün yüzüne çıkınca ona olanları anlatamayacağımı daha iyi anladım.

Çağan suskunluğuma sitem eder gibi iç geçirdi. "Ne halde olduğunu gördüğüm için beklemem gerektiğini biliyorum ama sana baktıkça... Dayanamıyorum. Günlerdir yoktun, şimdi yanımda olmana rağmen hala yok olduğun gerçeğine katlanamıyorum."

"Buradayım," diye mırıldadım birden, sesim o kadar cansız çıkmıştı ki duyduğuna emin değildim. Onu anlıyordum fakat derdine derman olamayacağımı da çok iyi biliyordum.

"Bedenin burada, peki ruhun nerede?" güler gibi bir ses çıkarsa da o sitemi içime işlemişti. "Nereye kayboldun? Bana söyle, bulmana yardımcı olayım,"

"Olma," diyerek birden karşı çıktım, onu duraksatan bu cevabım beni de duraksatacak gibi olsa da iyiliği için bu acı dolu kelimeleri söylemek zorundaydım. "Bırak, neredeysem orada kalayım."

"Ne demek şimdi bu?" bir karmaşayla bezeli bu sorusu karşısında dayanamayarak ona baktım, oturduğu yerde öne doğru eğilmişti ve çattığı kaşlarıyla bana bakıyordu. "Yine kendini benden saklayacak mısın?"

"Çağan..."

"Ne?" diyerek üsteledi, şimdi bana kızgınlıkla baksa da gözlerindeki hayal kırıklığını görebiliyordum. Onda böylesine hisler yarattığım için kendime öfkelendim, yüreğimdeki rahatsız etmeye başlayan ağırlık yüzünden kollarımı birbirine sıkıca doladım.

"Amacının beni bunaltmak olmadığını söyledin az önce," sesimin titremesini engellemek için üstün bir çaba harcarken, aslında çok daha başka şeyler düşünüyor olsam da bunu onun için söylemek zorunda olduğumu biliyordum. " Ama bana tam da böyle hissettiriyorsun," o beklediğim şaşkınlığı yüzünde belirirken yutkunup devam ettim. "Sana hak veriyorum ama sen de bana hak ver. Daha dün geldim Çağan, dediğin gibi günler sonunda daha dün bu eve geldim,"

Çağan duraksayarak bana bakarken şaşkınlığı onu uzun bir süre terk etmedi, dediklerimi anlamakta zorlanıyormuş gibi alnı kırışırken doğrulup arkasına yasladı. Kısa süre sonunda kendine gelmek ister gibi gözlerini benden alıp etrafta gezdirmeye başladığında artık şaşkın değil, çok daha can yakan bir duygu içine girmişti.

"Sürekli beni anladığını ya da hak verdiğini söylüyorsun ama keşke sana baktığımda, gerçekten de böyle olduğunu görebilsem," dedi tek nefeste, ifadesizliğinin arasına sızan kızgınlığına karşında sessiz kaldım, zaten o da konuşmamı beklemiyor olacak ki devam etti. "Senin aksine ben seni anlayabiliyorum, daha dün geldiğini de çok iyi biliyorum. Senden sadece bir an olsun kendini benim yerime koymanı ve benden günlerce haber alamadığında ne yapacağını düşünmeni istiyorum. Belki o zaman gerçekten beni anlamaya ve hak vermeye başlarsın,"

Bana öyle bir sitemle bakıyordu ki ağzından çıkan her kelimesi adeta beynime saplanmış, battığı yerlerde acı hissetmeme neden olmuştu. Kızgın olduğu için bunları söylediğini biliyordum, sakinleştiği zaman bu düşünceler içinde olmayacaktı. Olamazdı çünkü ben gerçekten onu anlıyordum, dediği gibi kendimi onun yerine de koyabiliyordum. Susmamın tek nedeni oydu ama asıl o bunu anlayamıyordu. Birden duraksarken iç sesim çoktan bana gülmüştü. Onun, benim bu düşünceler içinde olduğumu bilmesi imkansızdı, tıpkı Çağan'ın hiçbir şeyi bilmediği halde beni anladığını söylemesine rağmen aslında beni anlamasının imkansız olması gibi... İkimiz için de bu kadar aynı olan durumun, bizi bu kadar farklı ruh hallerine büründürmesine inanamayarak birden sinirle güldüm, bu tepkimi fark eden Çağan her ne anladıysa o da güldü ama onunki çok daha başka bir duygu barındırıyordu.

Öyle ki bir an sonra sanki bana ne derse desin hiçbir etki bırakamayacağını anlamış gibi başını öne düşürdü, beni ilk defa rahatsız eden düşünceli bir sessizlikten sonra ayağa kalktığı gibi sakin adımlarla salondan çıktı.

Gitmemesini söylemek istesem de dudaklarım aralanmadı, salonda yeniden yalnız kalınca bir elimi kaldırıp alnıma koydum. Ne yaptığımı bildiğimi zannederken şimdi aslında bir bilinmezlik içinde olduğuma şaşırmadan edemiyordum ve kendimi neden bu hale düşürdüğümü anlayamıyordum. Bir karar vermek çok mu zordu? Önümde iki seçenek vardı ve birinde karar kılıp onun için çaba göstermem gerekiyordu ama ben iki ihtimalin de aynı anda gerçekleşmesini istiyordum. Üstelik böyle bir şeyin olanaksız olduğunu biliyor olamama rağmen hala kendimi bu anlamsız ikilemde bıraktığım için, Çağan'ı bile böylesine bir karmaşaya sürüklediğim için kendime öfkelenmeden edemiyordum.

Tek amacı yanımda olmak olan adamı bile kendi ellerimle yanımdan gönderiyor, buna engel olmak istediğim halde olamıyordum. Bu şekilde davranarak hiçbir şey elde edemeyeceğimi bildiğim gibi bir de kayıp vermek üzere olduğumu da fark ediyordum. Sakince düşünmeli, bir karar vermeli ve onu uygulamak zorundaydım. Kendi kendime başımı salladım, elimi alnımdan çekip ayaklanırken dudaklarım aşağıya doğru bükülmüştü. Aldırmamaya çalışarak salondan çıkıp hızla yatak odasına girdim, yeniden yatağa uzanırken daha başımı yastığa koymadan düşüncelerim cirit atmaya başlamıştı.

Derin bir nefes alarak düşüncelerimi bir sıraya koymaya çalıştım. Zorlanarak da olsa dakikalar sonra sakinleşmeye başladım, gözlerimi kapatır kapatmaz o içine düştüğüm ikilem karşıma çıktı. Bir yanım ona her şeyi anlatabileceğimi, sonuçları ne olursa olsun Çağan'ın bunları göğüsleyebileceğini, susarak her şeyi daha kötü bir duruma sürüklediğimi söylüyordu. Diğer yanım ise şiddetle başını iki yana sallıyor, asıl konuştuğum zaman işlerin çıkmaz bir boyuta evirileceğini söylüyordu hatta duraksamadan peş peşe kanıtlar sunuyordu.

Ne kadar bu olanları unutmasını, artık onun bana hiçbir şey yapamayacağını söylesem de Çağan'ın durmayacağını, illa ki onunla yüzleşmek isteyeceğini adım gibi biliyordum. Bundan başka beni rahatsız eden bir durum daha vardı ki bunu anımsadığım her anda kendimden utanıyor, hayatta en büyük bencilliğimi bunu hak etmeyen birine karşı yaptığıma inanamıyordum. Çağan'ın yüzüne karşı o evden çıkma nedenimin bir intihar girişimi sonrasında olduğunu nasıl söyleyecektim? Böyle bir olayı insan nasıl kendisini sevdiğini bildiği birine anlatabilirdi, nasıl o an ki tek amacının o iki insandan intikam almak olduğunu anlatabilir, bunu onun anlamasını nasıl bekleyebilirdi?

Daha geçen haftalarda yüzüme karşı birini daha kaybetmek istemediğini söyleyen adamın karşısına geçip de ölmedim ama şöyle bir şeye niyetlendim diyerek gerçekleri anlatamazdım. Üstelik kurtulma nedenimi ben bile hala kabul edemiyor, bazen Nejat'ın beni çekmesindense itmesini dilerken kendimi buluyorken Çağan'ın karşısında ağzımı açamazdım.

Sadece iki kişinin etkilenmesi gereken bir olayda o iki insan haricinde herkesin etkilenmiş olmasını kabullenemeyerek başımı salladım, titreyen dudaklarımı birbirine bastırırken bir gözyaşım şakağımdan akıp yastığı ıslatmıştı. Kötülüğü hak etmeyen herkese kötülük etmiştim ve hala da etmeye devam ediyordum. Kulaklarımda çınlayan babamın sen yıkımdan başka hiçbir şey getiremezsin cümlesini tüm kalbimle doğrularken onun hakkımda yanılmamış olmasının üzüntüsü içinde kaskatı kesildim, her ne kadar onun için değil desem de yine onun yüzünden gözyaşı dökmeye devam ettim.

Haklıydı işte, bana karşı söylediği her cümlesinde haklıydı. Hayatımda ne bir şeyi başarabilmiştim ne de birilerine bir şey kazandırabilmiştim. Dokunduğum her yerde yıkım getirmiş ve bundan başka hiçbir şeye neden olmamış biriydim, içimdeki oluşan sessizlik bile artık buna karşı çıkacak bir yanımın olmadığını açıkça gösteriyordu. Her ne kadar beni bir keder içine boğsa da bu gerçeği kabullendim, tıpkı artık burada daha fazla kalmamam gerektiğini kabullendiğim gibi... Ne ben Çağan'a bir şeyleri anlatabilirdim ne de o daha fazla bu suskunluğa katlanabilirdi. Yanında olduğum her anda hiçbir şey demeden durmam ona kendisine daha kötü hissettirecekti, en azından burada olmayarak onu sadece kendi benliğiyle yalnız bırakmış olurdum, zaten çok geçmeden o da bu halinden sıyrılırdı.

Hayatının sonuna kadar bana ne olduğunu, o bir haftada nerede olduğumu sorgulayacak değildi. Birbirimizden uzak kaldığımız her günde bu soruları teker teker azalacak, en sonunda ise tamamen bitecekti ve istediğim gibi bir iç huzura kavuşacaktı.

Ondan uzak kalma fikri kalbime bir bıçak gibi saplanırken yüzümü yastığa gömerek dudaklarımın arasından kaçan isyan dolu bir hıçkırığı boğmaya çalıştım. Ne onu bırakmak istiyor ne de onun benden vazgeçmesini istiyordum ama hiçbir şey olmamış gibi de davranamazdım. Bir kere olsun sorumluluklarımı bilmeli ve ona hak ettiği hayatını geri vermeliydim. Kaldı ki ben de herkes gibi hayatıma devam edebilirdim; bir ev tutup düzenleyebilir, okuluma devam edebilir hatta dilediğim gibi kurs vermeye devam edebilirdim... Gözlerimin önüne o anları getirmeye çalıştım, her ne kadar ilk birkaç hayalde tek başıma olsam da çok geçmeden Çağan'ın yüzü her yerde varlığını belli etmeye başladı.

Attığım her adımda benimle geliyordu; o düzenlediğim evde benimleydi, okuldan döndüğümde kapıyı bana o açıyordu, verdiğim kurs için bana destek oluyor, tuttuğu elimi hiçbir zaman bırakmayacak gibi sıkıca kavrıyordu. Şiddetle başımı iki yana sallarken tek amacım onu geleceğimden atmaktı ama sanki mümkünü varmış gibi her şey daha da dağıldı ve ben bile yok oldum ama onun varlığı orada kaldı.

Gözlerimi hızla açarak sırt üstü yattım, delice çarpan kalbim göğsüme attığı her tekmesinde bana sitem ediyor gibi canımı yakıyordu, bunu hak ettiğimi bildiğim için kıpırdamadan sesini dinlemeye devam ettim. Allak bullak olan düşüncelerim çoktan sıralarından çıkmış ve beni yine o karmaşaya düşürmüştü; bir yandan ne yapacağıma dair sorular yükselirken diğer yandan geçirdiğim o günler gözlerimin önüne geliyordu. Bu, iç içe geçen görüntüler ve sesler arasında tek bir tepki vermeden durdum, bu şekilde o kadar uzun bir zaman geçirdim ki tıpkı zihnim gibi odanın içi de artık kararmış, başıma dayanılmaz bir ağrı girmişti. Yanan gözlerimi her kırptığımda hala nemli olduğunu bilsem de ağlamaya bile mecalim kalmamış olduğu için tek bir gözyaşı daha akıtamadım, buna memnun olarak derin bir nefes alamaya çalıştım, sitemi bitmiş olan kalbim şimdi bana sırtını dönmüş gibi hiçbir tepki vermedi.

Ona yine hak verdim, ellerimi yatağa koyarak doğruldum ve ağrıyan sırtımla birlikte yatağın ucuna gelip bacaklarımı aşağıya uzattım. Baktığım dizlerim, çok geçmeden yine gözlerimin önüne o çatıdaki anıyı getirince başımı hızla arkaya attım, rahatsızlık içinde yutkunurken duyduğum ayak sesiyle kapıya doğru baktım ve Çağan'ı gördüm. 

Olağan bir yüzle ama hala çatık duran kaşlarıyla bana doğru bir iki adım geldikten sonra durdu, arkaya attığım başımla ona bakarken birden tüm sesler durmuş, kulaklarım ağzından çıkacak tek kelimeye dikkat kesilmişti. Çağan, sanki inat eder gibi bir şey demeden sadece bakışlarını yüzümde gezdirdi, bir şey onu rahatsız ediyormuş gibi yüzü gerilirken gözlerini benden alıp elini uzattı.

"Betüş arıyor," dedi düz bir sesle, ben elindeki telefonuna bakarken devam etti: "O da seni çok merak etti, sesini duymadan rahat edemeyecek,"

Yine bir tepki veremedim, sabahtandır Çağan için düşündüğüm her şeyin Betüş ve annem için de geçerli olduğunu fark etmek beni büyük bir korku içine düşürdü. Suçluluk hissi duyduğum, bencillik ettiğim insan sayısının bu kadar fazla olduğu şu anda kafama dank ederken Çağan uzun bir nefes verdi, birkaç adım atıp telefonu yanıma bıraktı ve bana hiçbir şey demeden arkasını dönerek odadan çıktı. Yeniden yalnız kalmış olmanın huzursuzluğu içinde yanımdaki telefonu elime aldım, ekranda gördüğüm yanıtsız çağrıya değil, direkt tuş takımına girdim ve ezbere bildiğim annemin numarasını yazdım.

Günlerce gelip beni kurtarmasını beklediğim ama tek bir ses bile çıkarmamış olan anneme hem kızgınlık duyarak hem de onu ne kadar özlediğimi hissederek numarasını yazdım, bir an duraksadıktan sonra aradım ve telefonu kulağıma dayadım. Boğazımı kurutan bir heyecan ve korku içinde bekledim, tam açmayacak diye endişelenirken annemin sesi kulaklarıma doldu.

"Efendim?" bu belirsiz ses karşısında tüm bedenim birden gevşedi, öyle ki oturduğum yerde bile duramayacakmış gibi eğilip kalınca hızla kaydım ve kolumu yatağın arkasına yasladım. "Alo? Kimsiniz?"

"Anne," dedim titrek bir sesle, dudaklarımı yalarken derin derin nefesler almaya çalışıyordum. "Benim, Arya,"

"Arya?" kulaklarına inanamıyor gibi çıkan sesiyle adımı bir kere daha tekrarladı, ardından sanki gerçek olup olmadığını anlamak istiyormuş gibi konuşamadı. O da tıpkı benim gibi nefeslenirken kızgınlığım beni dürttüğü için hesap sormak istiyordum ama konuşmaya nasıl başlayacağımı da bilemiyordum.

"Anne," dedim sonunda, kararlı bir hisle dudaklarımı aralasam da tek kelime daha edemedim.

"Kızım," benim yerime konuşmaya başlayan annemin o ağlamaklı sesini beklemediğim için şaşkınlıkla doldum. "Neredeydin sen? Öldürdün beni meraktan, nereye kayboldun?"

"Asıl sen neredeydin?" diye sorarken tıpkı onun gibi ağlamaklı bir haldeydim. Bu sorunun benim için bir anlamı olsa da annemin hiçbir şey anlamadığını sessizliğinden anladım, onun da tüm gerçeklerden haberinin olmayışının yükünü sırtımda hissediyordum.

"Neden beni aramadın?" dedi annem, şimdi daha kontrollü bir halde olsa da telaşı gün yüzüne çıkmıştı. "Seni ne zaman arasam meşgule aldın, sonra ben sana döneceğim diye mesaj attın ama hiç dönmedin,"

"Anne," isyan eder gibi yankılanan sesim beni bile duraksatırken söylemem gereken çok şey olmasına rağmen ne diyeceğimi bilemiyordum.

"Bir şey oldu değil mi?" yine o devam etti, sanki cevabı biliyor ve benim de onu haklı çıkarmamadan korkuyor gibi tedirgindi. "Lütfen bana bunun tanıdık birileriyle alakalı olduğunu söyleme,"

"Nasıl?" anlamayarak kaşlarımı çatarken yaslandığım yerden doğruldum. Annem derin bir nefes aldı, sanki o da ne diyeceğini bilemiyormuş gibi birkaç saniye duraksadı.

"Senden bir türlü haber alamayınca bunu babana da söylemek zorunda kaldım ama o kadar rahat bir şekilde konuşmuştu ki benimle, sanki bu konunun açılmasına dünden hazırmış gibi teklememişti. Dün," birden durdu, söylediklerini kendisi de yeni algılıyormuş gibi bekledi, ardından belirsiz bir sesle devam etti. "Dün, eve gözü dönmüş bir halde geldi ve etrafındaki her şeye sarmaya başladı hatta sinir harbiyle sana dair bir şeyler bile söylemişti. O an anlam veremesem de şimdi sesini duyunca, baban her neye delirdiyse bunun seninle alakalı olduğunu anlayabiliyorum,"

Ona hiçbir şey diyemeden sustum. Babamın o gözü dönmüş halinin nedeninin Nejat'ın beni kendi elleriyle bırakmış olması yüzünden olduğunu hemen anlamıştım. Birden içim burkulurken beni nasıl hangi koşullarda bıraktığını babama söyleyip söylemediğini merak ettim, eğer söylediyse ve babam buna rağmen bile hala kızgınsa bu aslında o çatıda ihtimaller dahilinde yapmaya yeltendiğim şeyin aslında hiçte istediğim şekilde sonuçlanamayacağını bana açıkça gösteriyordu. O gün, oradan ölüm haberimi alsa bile sadece kendi planları bozulduğu için üzüleceğine artık emin olduğum babamı, sanki karşımda görüyormuşum gibi birden alayla güldüm, yüzüm acıyla büzülse de bunun onun için olmadığını biliyordum.

Zaten onun için hiç var olmamıştım, o yüzden ölüm haberimi alsaydı bile üzülmeyeceğini çabucak kabullendim. O da zaten benim gözümde hiçten ibaret olduğu için bu andan itibaren artık tamamen hayatımdan silindiğini, benim için artık öldüğünü de kabullendim. Bu gerçek karşısında sadece rahatladım, sakin bir şekilde yutkunurken kaşlarım derinden çatılmıştı.

"Seni aramamanın bir nedeni vardı ama artık önemli değil," diye mırıldandım, kızgınlığım beni çoktan terk etmişken yerini dolmayacak bir boşluğa bırakmıştı.

"Ne demek önemli değil?" annem inanamayarak gülerken sesi sitemliydi. "Resmen baban yüzünden günlerce senden haber alamadığımı söylüyorsun, bu hiç olmadığı kadar önemli," durup sık sık nefes alıp verirken kızgınlıkla dolma sırası ona geçmişti.

"Önemli olsa bile şimdi bir önem yok. Bak, konuşuyoruz ve ben iyiyim," titreyen sesim aksini bağırsa da bunu ona belli etmeye niyetim yoktu.

"Sen ne dersen de, babandan her şeyi öğreneceğim,"

"Anne, yapma lütfen," korku içinde kıpırdandığımda tüm gerçekli öğrenmenin sadece annemi yıkacağını biliyordum. "Bana bir şey olmadı,"

"Yorma kendini," dedi annem şefkatli bir sesle, kararlığı karşısında itiraz edemedim. "Zaten ağzına kadar doluydum, bu yaşananlar da bardağı taşıran son damla oldu. Sen ne dersen de, her şeyi öğreneceğim," göremesem de annemin kaşlarını çattığına emindim. Onu durdurmak istesem de kelimelerimin kifayetsiz kalacağını biliyordum, bu beni daha da korkutsa da bir yanım babamın rezilliğinin ortaya çıkmasını istiyordu. Yine de son yaptığım şeyi öğrenirse annem yıkılırdı ve ben o anı düşünmek bile istemiyordum.

Annemden duymayı asla istemeyeceğim ama aslında hak ettiğimi de sonuna kadar bildiğim cümleleri kaldırabilir miydim? İşte bu sorunun bir yanıtı yoktu, zaten iç içe girmiş düşüncelerimin arasına yenileri eklenirken yeniden kolumu yatak başlığına dayadım.

"Bana sadece şimdi iyi olup olmadığını söyle," dedi annem, sarsılmaz bir ifade takınsa da dengesizliğini bilecek kadar iyi tanıyordum onu. "Nerede kaldığını, yanından kimin olduğunu bilmek istiyorum,"

"İyiyim," sorularına karşılık onun aslında bilmediği daha çok şey olduğunu anımsadım, bu bana Çağan'ın uzun zaman önce kurduğu bir cümleyi hatırlatırken yutkundum. "Bir arkadaşım yanında kalıyorum,"

"Keşke yanıma gelebilsen,"

"Bu mümkün değil," dedim hemen, değil o eve gitmek önünde geçmeyi bile istemiyordum. "Belki sen buraya gelebilirsin," bu ihtimal peşinden birçok duyguyu sürüklese de onu görebilmenin en iyi yolu buydu.

"Neden gelemediğini biliyorum ama inan bana, bu çok kısa bir süre sonra değişecek," dedi annem, işte şimdi gerçekten de sesi sarsılmaz çıkıyordu. Ne demek istediğini anlayamasam da annem bana fırsat vermeden devam etti. "Bunca zamandır sadece evde oturup hayatımı yaşadığımı düşünmeni istemiyorum. Şimdi sana anlatamayacağım birçok şeyi hallettim, her şey benim için tamamen bitince de o bahsettiğim değişimi birlikte yaşayacağız," birden sesi titreyen annem duraksadı, heyecanından olsa gerek kelimeler ağzından peş peşe çıkmıştı. "Sadece biraz daha beklememiz gerekiyor, sana söz veriyorum birlikte gönlümüzün istediği bir yaşam süreceğiz,"

"Sana güveniyorum," dedim, o cümlelerini adeta içime çekerken engel olamadığım bir sabırsızlık içinde kıpırdandım. "Ben de sana artık iyi olacağımın sözünü veriyorum,"

"Canım benim," annemin buruk bir sevinçle parlayan sesi içimi ezmişti. "Senden istediğim tek şey de bu, iyi olduğunu bildiğim müddetçe her şeyin üstesinden gelebilirim,"

"İyiyim,"

"Biliyorum," dedi, tıpkı bende de olduğunu gibi de onda da bir belirsizlik vardı. "Şimdi kapatmam gerek, seni yine bu numaradan arayacağım,"

"Tamam," yeniden yutkunup doğruldum. "Görüşürüz," aramıza giren kısa sessizlikten sonra annem telefonu kapattı.

Bir maratondan çıkmışım gibi kendimi yorgun hissettiğim için bacaklarımı yukarıya çekip uzandım, hala elimde tuttuğum telefon bana başka biriyle daha konuşmam gerektiğini hatırlatıyor olsa da buna hazır olmadığımı biliyordum. Betüş'le konuştuğum zaman kendimi tutamayarak döküleceğimi, bilmesini istemediğim her gerçeği ona anlatarak onu da üzeceğimi ve bana kızacağını biliyordum. Buna asla hazır değildim, o yüzden sadece iyi olduğumu bildiren kısa bir mesaj yazdım, en azından buna hakkı olduğu için mesajı gönderdim ve telefonu hızla elimden bırakarak yana doğru döndüm. Daha üstünden saniyeler geçmemişti ki bir mesaj geldi, telefona sırtım dönük olmasına rağmen bunun kimden olduğunu biliyordum. Yanıtını merak etsem de bakmadım, kısa bir süre sonra telefon çaldığını belli eder şekilde titremeye başlayınca dayanamayarak hızla doğruldum ve kaçar gibi adımlarla odadan çıktım.

Koridorda duraksadığımda kalbim hızla çarpıyor, bir mide bulantısı baş göstererek beni rahatsız ediyordu. Araladığım dudaklarımla nefes almaya başladım, bir an nereye gideceğimi bilemeyerek duraksasam da ardından ilerledim ve terasın kapısının önüne geldim. Kapıyı açıp da dışarı çıkana kadar Çağan'ın orada olduğunu görememiştim, gördüğümde ise artık geri kaçamayacak kadar yakınana gelmiştim. O da benim geldiğimi gördü ama dönüp bakmadı, parmaklarının arasındaki sigarasını dudaklarına götürürken ciğerlerime dolmak bilmeyen nefesi içime çekmeye çalışarak adımladım.

Masasın diğer ucundaki sandalyeye oturdum, hava soğuk olduğu için üstümdeki ceketi kendime doladım ve yasladığım yerden etrafa bakınmaya başladım. Bu özlediğim manzara, aklıma birden günlerce o odadaki pencereden gördüğüm gökyüzünü gözlerimin önüne getirdi, irkilerek kollarımı kendime sararken o andan kurtulmak ister gibi gözlerimi irice açarak tüm dikkatimi olduğum yere vermeye çalıştım. Bunu kah başardım, kah hala karabulutlarla bezeli olan gökyüzü yüzünden başaramadım. Dakikalar yine kendimle boğuşarak geçerken Çağan'ın uzandığını hissettim, göz ucuyla ona bakınca sigarasını çoktan bitirmiş, yerine yenisini aldığını gördüm.

Bakışları o kadar dalgındı ki sanki dudağının arasına koyduğu sigarasını çakmakla yakmaya çalışan o değilmiş gibi ne yaptığından bir haber görünüyordu, sanırım gerçekten de öyleydi çünkü oldukça uzun bir süre sonunda sigarasını yakabilmişti ve çakmağı masaya geri bırakabilmişti.

Onu bu halde görmeye dayanamadığım için gözlerimi yeniden ondan aldım ama artık nereye baktığımı bilmiyordum. İkiye ayrılmış benlilerim kaşlarını kaldırmış bir şekilde bana bakarken saatler öncesinde bir karar almam gerektiğini ve bundan daha fazla kaçamayacağım gerçeğini bana hatırlatmaya çalıştı. Zaten bir karar aldığımı düşünerek kaşlarımı çattım, bunun ne olduğunu sorunca hiç ummadığım bir sessizlikle karşılaştım. Hani onu bırakıp gidecektim? Hani bensiz daha iyi olacağını düşünüyordum? Bu düşüncelerim nereye gitmişti de ben yine onun karşısından oturmuş, benim yüzümden bu kötü ruh haline bürünmesine izin vermiştim? Kendime kızarak dişlerimi sıktım, yine göz ucuyla Çağan'a baktım ve o da zaten bana baktığı için birden göz göze geldik.

"Kendinle kavga etme," dedi ruhsuz bir sesle,bir çatılı olan kaşlarıma bir de gözlerime bakıyordu. "Bunun sana bir yararı olmaz,"

"Yararı olmasını isteyen kim?" birden gülerken bu cümle neden dudaklarımın arasından çıkmıştı bilmiyordum. Çağan da benim gibi belirsizlik içinde kaşlarını çatarken havadaki eli asılı kaldı ve sigara dumanının yüzünün önünden akıp gitmesine izin vererek gözlerimin içine bakmaya başladı.

"Bu lafları bilerek mi söylüyorsun?" Çağan'ın gözleri merakla kısılırken anlamını çözmeye korktuğum bir ifadede bana bakıyordu. "Üstüme gelerek hiçbir elde edemezsin,"

"Ne elde etmek istediğimi biliyor musun?" hiç öyle hissetmeme rağmen alaycı bir şekilde dudağımı yukarıya kıvırdım, bana dehşetle bakan yanıma karşın doğru hamleler yaptığımı söyleyen yanım başını aşağı yukarı doğru sallıyordu.

"Sırf olan biteni anlatmamak için böyle garip davranmıyor musun?" Çağan havadaki elini sert bir hareketle masaya indirdi, zaten cevabını bildiği için gözlerimin içine dik dik bakmaya başladı. Yutkunduğum sırada aklımdan geçenlerle dilimin ucuna gelen cümlelerim o kadar farklıydı ki ağzımı açtığım an hangisinin çıkacağını bilemediğim için susuyordum, bir yandan da onun ne yapmaya çalıştığımı bu kadar iyi görebilmesine kızıyordum. Her ne kadar ifadesizliğimi korumaya çalışsam da onun bakışları altında bu çok zordu, hele ki kalbim acıyla çarpıp bana üzüntüyle bakan bir yanım varken adeta basiretim bağlanıyordu. O da sanki bu iç çatışmamı görüyormuş gibi gerginlikle arkasına yaslandı, elindeki sigarasını söndürürken sarsılan kül tablası masada rahatsız edici sesler çıkarmıştı. Hazır bana bakmadığı için dudaklarımı yaladım, oturduğum yerde dikleşirken sanırım o iki seçenek arasından hangisini seçtiğimi artık biliyordum.

Bu beni sarsa da şimdi kendimi değil, onu düşünmek zorundaydım ve her ne kadar cümlelerim canını yakacak olsa da gerçekler karşısında duyacağı acının yanında bunun bir hiç olacağını bilerek dudaklarımı araladım. "Bana seni anlamadığımı söyledin ama ne var biliyor musun, asıl sen beni anlamıyorsun," çenemi dikleştirip söylediğime inanıyormuş gibi gözlerimi kırpmadan ona bakmaya çalışıyordum. "Hala üstüme gelmeye çalışıyorsun, hala kendini düşünerek hareket ediyorsun,"

"Arya sen ciddi misin?" Çağan şaşkınlık içinde bana bakarken birden sinirleri bozulduğu için gülecek gibi oldu, elini saçlarının arasından geçirdiğinde oturduğu yerden dikleşmişti. "Başka hiçbir konumuz yokmuş gibi şimdi sadece birbirimizi mi suçlamaya başlayacağız?"

"Ben seni suçlamıyorum, sadece gördüklerimi söylüyorum,"

"Sana kendimi düşündüğümü mü hissettiriyorum yani?" kızgınlık içinde yanan gözleriyle masada bana doğru eğildi, kollarımı kendime daha sıkı sararken hem susmayı istiyor hem de konuşmaya devam etmek zorunda olduğumu biliyordum. "Senden başka hiçbir şey düşünemiyorum ben,"

"Bana pek öyle gelmedi," deyip kaşlarımı havalandırdım, fark ediyordum ki zihnimde bir çatışma içinde olan o düşüncelerim azalmaya başlıyordu. Bana artık tanımadığı birine bakar gibi bakmaya başlamış Çağan, yüreğime bir darbe indirirken dişlerimi daha da sıktım, benden kurtulması gerektiği gerçeğine sıkıca tutundum.

"Bilerek böyle yapıyorsun, biliyorum," dedi Çağan, kendi kendine başını salladığında gerçekten de buna inandığını görmek mideme bir taş oturtmuştu. "Seni tanıyorum Arya, beni kandıramazsın,"

"Belki de tanıdığını sanıyorsundur? Belki de gerçek Arya budur?" sesim daha fazla konuşamayacağımı belli eden bir şekilde titreyince dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu sarsıcı cümlelerim karşısında Çağan yine başını iki yana salladı ama gözlerine çoktan bir kırgınlık çöreklenmişti. Bana olan inancının hemen kırılmayacağını biliyordum, bunun için daha çok cümle kurmama gerektiğini de... Ama bana attığı bu bakış karşısında kendimi öyle kötü hissetmeye başlamıştım ki hem daha fazla devam edecek inancım kalmamış, hem de ne için olduğunu bilmediğim bir pişmanlık içimde doğmuştu.

"Bana hiçbir şey anlatma," dedi Çağan sessizliğini bozarak, o ifadesizliğine bürünse de ben göreceğimi görmüştüm. "Ne yaşadığını bilmemeye razıyım ama daha fazla bu şekilde konuşma,"

"Ne yaşadığımı bilememeye razı değilsin, kendini kandırma," bu karşı çıkışım gerçekti çünkü Çağan göremese de bu konuda kendisini kandırıyordu. "Her şeyi bilmek istediğini biliyorum ve her ne kadar inanmasan da seni anlayabiliyorum. Sen de beni anla, bilmek istediğin hiçbir şeyi sana anlatamam,"

"Neden anlatamazsın?" diye sordu hayretle. "Ne oldu da bana söyleyemiyorsun Arya? Neyden korkuyorsun?"

"Senden korkuyorum," dedim içime kaçmış bir sesle ama ne dediğimi anlamıştı. Gerçekten böyle hissedip hissetmediğimi bile bilemiyorken Çağan o kadar şaşırmıştı ki dudakları birden aralandı, gözlerine çöken o mesafeli bakışı altında iki büklüm olmak istesem de devam ettim. "Yapacaklarından ve benim yüzümden başına geleceklerden korkuyorum. Bunu artık istemiyorum, anlıyor musun? Benim yüzümden tek bir olumsuzluk daha yaşamanı istemiyorum,"

Çağan bana tek bir mimik sergilemeden uzun uzun baktı, o kadar çok sustu ki konuşsaydı ondan daha az şey duyacağıma emindim. Bir an sonra tamamen ruhsuz bir ifadede başını iki yana salladı, bu bana mıydı yoksa kendisine miydi, anlayamamıştım. Ağır ağır kırptığı gözlerine biriken düşünceleri mesafesine mesafe katarken bir de yetmiyormuş gibi arkasına yaslanarak benden iyice uzaklaştı.

"Çok değil, kısa bir zaman önce sana kendimi açmıştım ama görüyorum ki o laflarımın senin için hiçbir anlamı yokmuş," nefesimi kesen bu cümlesi karşısında itiraz etmek istedim, Çağan bunu fark etmeden devam etti. " Hatırlıyor musun, bana yine benim yüzümden diye başlayan bir cümle kurmuştun? Ben de sana eğer beni düşünüyorsan sakın bir daha böyle inançsız cümleler kurma demiştim," hatırladığım o an kaskatı kesilmeme neden olurken Çağan güldü, bir şey de haklı çıkmış gibi başını salladığında kendimi tutamayarak öne doğru eğildim. "Beni düşünmediğine inanmamı mı istiyorsun?"

"Çağan," dedim hızla, dudaklarım açılıp kapansa da ne diyeceğimi bilemiyordum. Ona söylemek istediğim çok şey vardı ama bunların hiçbirini söylememem gerektiğini, yaptığım seçimin arkasında durmak zorunda olduğumu biliyordum. Ona gerçekleri vererek kendisini bir anlığına iyi hissettirebilirdim ama bu geçici hisleri ona vererek iyilik değil kötülük yapmış olacağımı biliyordum. Her ne kadar dayanılmaz gelse de hakkımda böyle düşünceleri olması gerekiyordu, gittiğim zaman bu düşünceleri onu daha kolay avutabilirdi. Titreyen ellerimi yumruk şekline soktum, bana artık yalvaran gözlerle bakan bir yanım olsa da ona boyun eğemezdim, eğer Çağan'ı gerçekten seviyorsam seçimimin arkasında durmak zorundaydım.

"Bir şey söylemene gerek yok," dedi sakince, oturduğu yerden kalkarken dalgın bakışları bende değildi. "Ben duyacağımı çoktan duydum," arkasını döndüğü gibi içeriye girdi, ne yapacağımı bilemez bir halde orada kalakalırken çok geçmeden dış kapının açılma sesi geldi, ardından hızla kapandı. Oturduğum yerde kalkıp içeriye girince Çağan'ın montunu olmadığını gördüm, koşar adımlarla kapıya gidip açtım ve baktığım yolda Çağan'ın çoktan arabasına binip gittiğini gördüm.

İnanamayarak arkasından bakakalırken olduğum yerde öylece kaldım, o gözden tamamen kaybolsa da ne içeriye girebildim ne de peşinden gidebildim. Dakikaları bu şekilde geçirdikten sonra sanki gittiğini yeni fark ediyormuş gibi birden yine şaşırdım, yutkunarak etrafıma bakındıktan sonra geriye dönüp içeriye girdim ve kapıyı ardımdan yavaşça kapatıp, evde tamamen tek başıma kaldım.

Ondan gitmeyi istediğim adamın benden gidişine engel olmak istedim ama çok geç kaldım.

Continue Reading

You'll Also Like

46.3K 293 1
Bir kurşun ile yüreği ateşlere terk edilen o kadındı Zeyna Şerhan. Bir kurşun ile istemediği her şeye zorlanan o gaddar adamdı Azad Bozdağ. Yekta Bo...
59.6K 3.6K 67
Mavinin ASKI Mavi Eroğlu yakın arkadaşı Murat'ın dibe batmış tekstil firmasını ayağa kaldırmak için İstanbul'a gelir. Kader ağlarını Mavi'nin hayat...
458K 11.8K 21
Kitap satılan her yerde.
554K 23.8K 51
Sus Ne olur inandırma Aşkına Senden sonra gidecek yer bulamam, yurdu yuvası olmayan bir kuşum Mavilerini küçüçük ellerimle taşıyamam orada ke...