GERÇEK, YALANA SARILINCA

By _moglinna

245K 14.9K 10.8K

"Kimsin sen Enis Altınday?" Diye sorduğumda, bakışları bana hissettirdikleri kadar anlamsız değildi. "Tehlike... More

GİRİŞ
2. YIKIK DÖKÜK BİR ŞANS
3. İP CAMBAZLARI
4. KADER KURBANI
5. GÖNÜL SAHYALARI
6. BİR GÖNÜLLER
7. GÜL'ÜN DİKENLERİ
8. MAYIN TARLASI
9. SOĞUK CENNET
10. ATEŞ VE KÜL
11. ÇİVİ CİVİYİ SÖKER
12. ATEŞTEN KÖZ
13. KIŞ BÜYÜSÜ
14. SUÇ EDEBİ
15. HİÇ'TEN DAHA FAZLA
16. KUMDAN KALELER
17. TENDEN RUHA
18. SERT OYUN
19. İHANET RÜZGARLARI
20. ŞAH & MAT / I. KİTAP SONU
DUYURU
21. 10102 KİLOMETRE
22. MECBURİYETLER VE ARZULAR
23. EROS'UN OKU
24. YILDIZLARIN YALANLARI
25. SOKAĞIN KIZI
26. HANGİ GÖG
27. KÜLDEN TOZA
28. YALANCI KAR TANELERİ
29. TAŞ, KAĞIT, MAKAS
30. SIRADAN İZLER DEĞİL
31. DEPREMİN ELLERİ
32. UZUN MEVZULAR
33. DELİ ZAMANLARMIŞ
34. YALANIN YANINDA
35. AÇIK KARTLAR
36. ÇOKTAN DAHA ÇOK
37. İZLENMİŞ TİYATRO / II. KİTAP SONU
38. ALTIN YUMRUK
39. SIFIR NOKTASI
40. KARIŞIK DOĞRULAR
41. BİR KAŞIK SUDA FIRTINA
42. EKSİ BİR
43. KARANLIĞIN CAZİBESİ
44. TANIDIK YABANCI
45. KIRMIZI ÇİZGİ
46. ETKİ & TEPKİ
47. KÜL YIĞINI

1. SİYAHTAN DAHA SİYAH

19.3K 688 1.6K
By _moglinna

Not; bu kitap, bir başka kurgumla yer değiştirilmiştir. Yorumlar aklınızı karıştırmasın.







GERÇEK, YALANA
SARILINCA

1. SİYAHTAN DAHA SİYAH



"Baktığım yerde; yaşayamadıkları hayatı, fotoğraflarda yaşıyormuş gibi gösteren insan topluluğundan başka hiçbir şey görmüyordum. Bu kandırmacanın içinde olmadığım için mutluydum."

Rebena Alarçin...

Güneş doğsun diye açık bıraktığımız gönül pencereleri kapanmış, bizleri karanlıkta bırakmıştı. Artık kuşlar o açık pencerede kanat çırpıp cıvıldamak yerine, o buzdan camlara çarpıp yaralanacaklardı.

Korunmak için kalplerimizin etrafına çektiğimiz dikenli tellere kendimiz dolanacaktık. Çünkü Halide Hanım'ın kızlarının diğer isimleri gecenin karanlığındaki yalancı yıldızlardı; soylu gecelerin soytarıları, ip cambazları ve daha birçok utanç verici sözcük...

Karşı tarafa zafiyet vereceğimizi zannederken, zarar gören hem bizler, hem de karşısı taraf olacaktı. Birbirimize kan doğradığımızda, acılarımız kancayla tutturacaklardı ruhlarımıza.

Dün yılbaşıydı ve cemiyetin önde gelen isimleri yine gazetedeydi. Şahan ailesi, Altınday ailesi ve tabii ki de sosyetenin gözde bekarlarına sahip Halide Hanım'ın kızları... Daha birçok kişinin soyadı vardı fakat ben yalnızca bu üç aileyi dikkat kesiliyordum. Özellikle de Alarçin kadınlarına...

Halide Hanım'ın bir moda ikonuydu ve kendi markası vardı.

Alarçin...

Bir de birbirinden güzel beş kızı vardı fakat biri yanlarından ayrılıp, onlarla görüşmediği için kimse onu tanımıyordu. Annesiyle sık sık tartıştığı, kız kardeşleriyle aralarında sürekli kıskançlık krizi çıktığı için Türkiye'yi terk edip yabancı bir ülkede yaşama kararı aldığı çıkan dedikodulardan sadece bazılarıydı.

Alarçin kızlarının beşi de Halide Hanım'ın kızları değildi elbette. Üçü öz, ikisi üveydi. Kadın zengin ve iyilik sever olduğundan ikisini küçük yaşlarda evlatlık edindiğini söylemişti bir gazete haberi.

Okuduğum gazetede dün geceki büyük yılbaşı partisinin iştihamından, gösterişinden ve tabii ki de giydiklerine kadar her şeylerinden bahsetmişlerdi. Milyonluk masraf yatırıldığı söylenen bu partiyi organize eden tabii ki de Altınday ailesiydi.

"Ne gereksiz bir topluluksunuz," dediğimde tam olarak gazeteye verdikleri fotoğrafa iğrenerek bakıyordum. Ama sonra birinin bana çarpmasıyla tuttuğum sıcak kahvemin elime dökülmesi ve hissettiğim büyük bir acı yüzünden kaldırım ortasında, "Ah!" diye çığlık atmak zorunda kaldım. Hem yere düşen gazete, hem gri kabanım hem de fileli eteğim ıslanmış, kahve lekesiyle batmıştı. "Hayvan!" diye bağırdım sonra adamın yüzüne karşı. "Kör müsün be?!"

"Hanım efendi," dedi uyarır gibi. Kavisli kaşları çatılmış, onu sinirlendirmiştim. "Görmedim, özür dilerim. Biraz sakin olmayı mı deneseniz?"

Kızarmış elimi gözüne sokup, "Senin yüzünden yanıyor!" diye sokak ortasında bağırmaya devam ettim. Küçük bir yalandı aslında, hava epey soğuk olduğu için bir nebze de olsa rahattım. "Dikkatsizliğin canımı yaktı. Nasıl sakin olmamı bekliyorsun?!"

"Acelem vardı... Görmedim."

Siyah bir kaban altına siyah boğazlı bir kazak giyinmişti ve yüzünü inceleme fırsatı bulunca yere düşürdüğüm gazetedeki fotoğrafta onu gördüm. Siyah gözlerin sahibi aslında Enis Altınday'dı. Altınday ailesinin büyük oğlu, ilk varisleri kaldırım üzerinde bana çarpmıştı.

Büyük kalabalık etrafımızda geçmeye ve yollarına kaldıkları yerden yürümeye devam ettiklerinde kaçtığım hayatın yansıması önümde duruyordu ve leke gibi üzerime yapışmıştı.

"İyi misiniz?" diye sakin bir sesle sordu. "Yardım-"

"İstemez," dedim hemen.

Sonra da yerdeki gazete ve kırılmış fincan kırıklarını dikkatle toplayıp yanından uzaklaşmaya başladım.

"Özür dilerim!"

Arkamdan bağırmıştı fakat ben ona bakmak ya da cevap vermek yerine yanından geçtiğim çöp kutusuna çöpleri atıp kliniğin girişinde fayansları silen Ayşe abladan paspası aldım.

"Rebena," demişti şaşkınlıkla. "Nereye?"

"Geliyorum... Bekle orada."

Enis Altınday beni elinde paspala gördüğünde gitmek üzere olan adımlarını durdurmuştu. Zannımca onu döveceğimi falan zannediyordu çünkü demir çubuğun üzerinden yüzüme kaldırdığı bakışlarından sonra kaşlarını çattı. Fakat ben çevreye çok duyarlı biri olarak onun zannettiğinin aksine kaldırım taşlarının üzerindeki kahveyi silemeye başlayınca, birkaç adımla geriye çekildi ve kaşlarını alnına doğru kaldırdığını gördüm.

Silme işi bitince de bakışları tek bir yere bakıyordu; Alarçin Veteriner diye yazılan tabelaya.

"Ne?" dedi tabelaya bakmaya devam ederek. Sesi biraz yüksek çıkmıştı. "Dev moda ikonunun markası veteriner kliniğinin tabelasına isim mi olmuş?" bakışlarını yüzüme çevirdi. "Burada mı çalıyorsun sen? Kim buranın patronu?"

"Benim," dedim. Daha çok şaşırmıştı. Tanışma edasıyla elimi uzattım. "Rebena Alarçin. Halide Alarçin'in ortanca kızı." Şaşkın bakışları elim ve yüzüm arasında mekik okurken elimi sıkmayacağını anlayıp indirdim ve omuzlarımı dikleştirdim. "Dükkanımın önünde daha fazla çöp görmek istemiyorum. Şimdi gidin lütfen. Sevgili anneme ve sevgili kız kardeşlerime de selamlarımı iletin. Gereksiz yere sürekli dip dibesiniz zaten."

Arkamı dönüp biraz yürüdüm, sonra da Ayşe ablaya paspası verdim ve odama girmek için köşeyi döndüm.

Kötülüğün bir ağıtı varsa, bu kırık kadeh içindi.

Yalancı kar taneleri henüz yağmamıştı elbette ama zaten altısı çoktan yeryüzüne inmişti bile.

Hepimizin başı Halide Alarçin,

Büyük abla Leyl Alarçin,

Ortanca kardeş Rebena Alarçin,

Küçük kardeş Janset Alarçin,

Üvey kardeş Melvin Alarçin,

Ve diğer üvey kardeş, üniversite öğrencisi Neva Alarçin...

Gerçek, yalana sarılınca, karanlık gecede altı yalancı yıldız parlar, kuyruklu bir yıldız şeklini alırmış. Herkes o yıldızlara bakar ama baktıklarıyla kalırlardı, kimse elini uzatmaya bile cesaret edemezdi.

Büyük oyuncuların soğuk cennetteki dev savaşlarıydı aslında.

Bir ay önce...

Enis Altınday

Yalının önünde oturmuş, Leyl ile kahvelerimizi yudumlarken, gökyüzü kapalıydı ve sanki yağmur yağacak gibiydi. Bakışlarımı Alarçinlerin büyük kızları Leyl'e çevirdiğim zaman, "Neden canın sıkkın?" diye sordum. Alarçinlerin kadınlarını sevmezdim ama Leyl'in yeri başkaydı. Onlara benzemiyordu. "Biraz durgunsun sanki..."

"Dün kardeşimi görmeye gittim," sırtını koltuğundan uzaklaştırıp kahvesini tabağıyla beraber masaya bıraktı ve sonra da omuzlarından düşmüş şalını düzeltip sırtını eski yerine yasladı. "Yanına gidip onunla konuşmadım elbette. Sadece öyle uzaktan baktım. Ne yapıyor, nasıl yaşıyor, hep merak ediyorum..."

"Kardeşin burada mı?" şaşırmıştım, hem de bayağı. "Yeni mi geldi yoksa?"

"O hep buradaydı, Enis... Gazetede okuduklarının hepsi yalan. Bir yere gittiği yok."

"Niye görüşmüyor sizinle?" kahverengi gözlerinde bir ifade geçti fakat çözemedim. "Haksız olan taraf kim?"

"Hem biz hem de o... her iki tarafta haksız aslında," dedi hiç çekinmeden. "Bizim isteklerimizde onaylamadığı bazı şeyler var ve bizimle yaşamaya dayanamadığı için bizden kopup gitti."

"Çok anlayamıyorum..."

"Boş ver... Bizi görmek istemiyor işte."

"Halide Hanım," diye mırıldanmıştım. Hadi etrafındaki insanlar neyse de öz kızına ne yapmış olabilirdi ki? "Kardeşinin ismi Rebena'ydı değil mi?"

"Evet. Ortancamız, Rebena Alarçin."

"Ne yapıyor şu an?"

"Bir kliniği var," dedi. "Hayvanlarla ilgileniyor."

Gülmüştüm ve o da buna şaşırmıştı. "Kız kardeşin bir veteriner mi?" cevap vermek yerine sessiz kaldı ama ben zaten anlayacağımı çoktan anlamıştım. "İnanamıyorum," dediğimde kafamı sağa sola sallıyordum. "Dev moda ikonunun kaçak kızı bir veteriner? Alarçin markanın üçüncü hissedarı?"

"Üçüncü hissedar yok..." söylediklerime bozulmuş, basık sesine yansıtmıştı. "Her şeyi elinin tersiyle itti. İstemiyor. Alarçin'in yalnızca beş hissedarı var; annem, ben ve diğer üç kız kardeşim; Janset, Melvin, Neva."

"Ama neden?" merakla dizlerimin üzerine eğilmiştim. "Büyük bir kavga mı ettiniz?"

"Hayır," dedi ama ben yalan söylediğini düşünüyordum. "Bu hayatı istemiyor işte... Sadece bu kadar."

"Saçmalama Leyl," derken buldum bir anda kendimi. Ona inanmadığımı bu kadar açıkça belli etmeseydim de olurdu aslında... "Ne yaşadığınızın farkında mısınız? Çık sokağa, sor yüzlercesine, doksan dokuzu yaşadıklarına sahip olmak ister. Sizden kopmasının önemli bir sebebi olmalı. Anlat bana, dostuz biz... Biliyorsun."

Gülümseyerek beni inceledi. Benim de kendime ve sözlerime gülesim gelmişti fakat onun karşısında kendimi açık etmedim.

"Hadi ama Leyl," demek zorunda kaldım. Israrı sevmezdim ama bunu yapmazsam da anlatmayacağını biliyordum. "Öz kız kardeşiniz neden sizinle değil?"

"Rebena kitap karakteri kadar kusursuzdur, Enis..."

Rebena...

"Annemi bir tercih yapmak zorunda bıraktı ve annem de haklı olarak şu an ki sahip olduklarını seçip onu bırakmak zorunda kaldı... O da yoluna baktı. Hepsi bu. Rebena Alarçin'i seviyorum ama aynı zamanda sevmiyorum da... Saçma sapan düşüncelere sahip biri. Kitap okuyarak dünyasının güzelleşmeyeceğinin o da fark edecek, iki bitki yetiştirmekle, kedi köpek sahibi olmakla her şeyin sahibi olmadığını o da görecek..." koltuğundan sinirle kalktığında, beş dakika önce kardeşim En'in onun için getirdiği şal omuzlarından oturduğu yere düşmüştü. "Ve Enis, biliyor musun, Rebena ayaklarını yerden kesen bir veteriner... Sakın ona bulaşayım deme, bulaştığınla kalırsın uyarmadı deme."

Ona gideceğimi anlamıştı.

Bana sinirlenmiş bir şekilde arkasını dönüp gittiğinde, "Leyl!" deyip sırtımı koltuğa rahat bir tavırla yasladım. Bu defa baktığım sırtı değil, yüzüydü. "Rebena'nın kliniği İstanbul'un tam olarak neresinde?"

"Ondan faydalanacak mısın?"

Sadece gülümsüyordum çünkü keyfim epey yerindeydi. "Asla. Beni tanırsın. Kadınlar hassas noktamdır, onları kırmamaya özen gösteririm. Sen de bilirsin."

"O zaman?"

"Sadece arkadaş olmak istiyorum..."

Bu defa gülen o olmuştu.

"Bebekte bir yerde çalışıyor," dedi. "Ara da bul." Yerini söylediği için şaşırmıştım. Kim bilir aklından ne geçiyordu da yerini söylemişti. "Alacağın tek şey ağzının payı olur, Enis. Biz Alarçin kadınları kuyrukluyıldız gibiyizdir, ya da senin deyiminle kuyruklu yalan diyelim... Birimizden birinin diğerine ihanet etmesi mümkün değil, sonra kendi kibrit çöpünü ateşe verir." Arkasını dönüp gidiyordu ama bu defa ne hatırladıysa durup, yeniden yüzüme baktı. "Ha, bu arada; Rebena'nın bizimle bir ilgisi yok. O kendi hayatında, kendi derdinde. Ama yine de pislik üzerine sıçramasın diye seninle el sıkışmaz... İhanet etmez. Bilmiyorum anlatabiliyor muyum?"

Ya ben anlamak istemiyorsam?

REBENA ALARÇİN

Kahve faciasından sonra kendimi daha iyi hissederek günümü yaşamış, sonrasında şehirden biraz uzak olan çiftliğe gitmek için odamdan koridora çıkmıştım fakat az ileride, kalorifer peteğinin önüne telefon konuşması yapan sabahki adamı görmüştüm. Enis Altınday.

Yaptığı bir telefon görüşmesinde pencereden dışarıya bakıyor ve şöyle söylüyordu. "Evet. Geldim. Ama kız biraz agresif, sanırım beni annesinin dostu zannediyor..........bir yerden çıkarmadım, ona yakın konuşmalar yaptı.......evet, beni tanıyor ama iyi bir karşılaşma olmadı, odasından çıkmasını bekliyorum.....hı hı, ilk fırsatta konuşacağım."

Beni görmek için mi yolu buraya düşmüştü?

Sebep?

Vaktimin olmadığını bildiğim için kahve lekesi montumu giyinerek ona sırtımı döndüm ve dış kapıya ulaşan koridoru yürümeye başladım. Ya da kalmak istememem vaktimin olmamasından değildi de, benimle görüşmesini istemediğim için kaçıyordum.

"Tamam kapatıyorum. Sonra arayacağım."

Hareket etmiş olmam dikkatini çekmiş olmalıydı.

Yanından geçtiğim Ayşe abla, "İstediğin her şey kamyonetine yüklendi," dedi. Kilolu bir kadın olduğu için pembe önlüğü ona yakışıyordu. Kumral küt saçlarını da her zaman enseden bağlardı.

"Ben gece orada kalacağım..." dedim. "Kepengi siz indirirsiniz."

"Nasıl istersen kızım."

Onu arkamda bırakıp dışarıya çıkmak için kapıdan geçtiğim sırada Enis Altınday da arkamdan büyük adımlarla bana yetişmeye çalışıyordu. "Rebena... İki dakika konuşabilir miyiz?" saçlarımı montumun içinden çıkarıp kamyonete doğru yürümeye devam ettim. "Rebena! Lütfen. Sabah olanlar için özür dilerim, sadece beş dakika görüşelim."

Ön koltuğun kapısını açtığım gibi koltuğa oturdum ve kapıyı yüzüne çarparak kapattım. Sonrasında bir şey diyemedi çünkü arabayı hareket ettirdiğim gibi trafiğin arasına karıştım. Bir ara dikiz aynasında arkamı kontrol ettiğimde önce spor arabasına alelacele bindiğini, sonra da beni takibe aldığını gördüm.

Bu külüstür kamyonla o arabanın hızını geçmem elbette mümkün değildi. Zaten az sonra arabasını önüme kırdığında, düşüncelerim beni haklı çıkarmıştı.

Eşeğin atı geçtiği nerede görülmüş?

Zorunlu bir şekilde frene basmış olmamla öne savrulmuş, emniyet kemerimi takmadığım için kendime kızmıştım. Neyse ki parmaklarım direksiyona sağlam tutunmuşlardı da başımı bir yere çarpmamıştım.

Sinirle kamyonetten inerken onunda arabasından indiğini gördüm.

"Ne yaptığını zannediyorsun sen ya?!" Ocak ayının ilk gününde olduğumuz için havalar soğuktu, koyu mavi bir renge sahipti, gökyüzünden küçük küçük kar taneleri yere düşünüyordu ve biz ikimiz İstanbul'un trafiğini kitlenmiş, yüksek seslerle korna sesinin yükselmesine sebep oluyorduk. "Durmamamdan konuşmak istemediğimi anlamıyor musun?"

"Sadece-"

"Sus ya!" işaret parmağımı omzuna vura vura, "O kıt beynin seninle SADECE bile konuşmak istemediğimi almıyor mu?" diye söyledim.

"Sakin ol önce," dedi. Sözlerimin hoşuna gitmediğini yüzündeki ifadeden anlıyordum. "Bu kadar kabalaşmanı gerektirecek bir şey yapmadım."

Boyu kısa biri değildim ama onun normal bir insandan fazla uzun boyu yüzünden yüzümü kaldırmak zorunda kalıyordum ve alnımın burnunun ucuna dokunma mesafesinde olması sinirlerimi daha fazla bozuyordu.

Onu baştan aşağıya, en kötü duygularımla inceledikten sonra hiçbir şey söylemek istemediğimi düşünüp kamyonetime yürümek istedim fakat, "Bekle," diyerek bileğimi tutması yüzünden yapamamıştım. "Konuşmak-"

"Dokunma bana!" boş elimle önce koluna vurdum, sonra da her iki avcumu kullanıp, onu göğsünden ittim. Boyumuz eşit olmayabilirdi ama gücüm yerindeydi. Geriye çekilmek için sarsılan ayaklarına o bile şaşırmıştı. "Daha fazla sınırlarını aşma!"

"Lan başlayacağım şimdi kavganıza!" adamın biri arkamda bağırmıştı. "Çekin şu arabaları."

"Size de kavganıza da," demişti bir başkası. "Hastaneye yetişmem lazım!"

Kornalardan ve diğer araçların oluşturduğu trafiğin sesi hiç kesilmiyordu zaten.

Belki de son kez baktığımı düşündüm ve bir daha görmek istemediğim adamın anından ayrılıp kamyonetime kısa bir mesafede yürüyüp bindim. Sonrada sola çevirdiğim direksiyonla spor arabasının yanından geçip istenilen şeyi yaptım.

Bir kez daha dikiz aynasından arkamı kontrol ettiğimde kamyonetime uzaktan, yolun ortasında durmuş ve trafiğin hâlâ açılmasına izin vermeyen adamın arkamdan baktığını gördüm. Onunla göz göze gibiydik ama değil gibiydik de.

Enis Altınday... Bu defa ona dil çıkaracak kadar neşe dolu değildim, ne yazık ki...

🌠

Çiftliğe inmek için aşağıya inen kuru yolda arabamı durdurduğumda etrafta sert bir rüzgar vardı ve bu, ensemde sıkıca bağladığım saçlarımı dağıtmaya yetiyordu.

Kamyoneti daha fazla aşağıya sürmedim çünkü yolun ortasında traktör vardı. Sanırım yine arızalanmıştı.

Eşyalarımı almak için kamyonetin arkasına geldiğimde inatla arkama bakmıyordum çünkü Enis Altınday'ın spor arabasının içinde beni izlediğini biliyordum. Ara ara beni takip ettiğini görmüş olsam bile bu defa önümü kesmemiş, sadece beni arkadan takip etmişti. Buraya kadar. Bu dağ başına kadar.

Büyük, siyah sırt çantamı alıp sürgüsünü açtıktan sonra içinden sarı tulumumu çıkardım ve bir kenara bıraktım. Tulumu giyinmek için de montumu çıkarıp kenara bıraktım. Tulumun içi yünlüydü ve muhtemelen ahırın için çok sıcak olacağı için terlemek istemiyordum ve bu yüzden pantolon arasından çıkardığım siyah boğazlı kazağımın eteklerini çaprazlamasına tutup başımdan çıkardım.

Enis Altınday'ın sutyenimin üzerine giyindiğim atletime bakması umurumda bile değildi.

Botlarımı çıkardıktan sonra tulumu üzerime geçirip belime kadar çıkardım ve sonra da kollarını giyinip karnımın hizasından başlayıp boğazıma kadar çıkan sürgüsünü yukarıya çektim. Ayaklarımın altındaki tozları sildikten sonra da botlarımı giyinip bağcıklarına birer sıkı düğüm attım.

Sırt çantamın içine montumu kazağımla beraber koyup fermuarını kapattım ve kollarını kollarıma geçirip sırtımda taşımaya başladım. İlaçların ve iğnelerin olduğu valizi de aldıktan sonra aşağıya inmeye başladım.

Kapı açılma ve kapanma sesi duymuştum.

Arkamdan aşağıya mı inecekti?

Sanırım bu defa onu dışkıyla kirletmem gerekiyordu. Arkasına bile bakmadan kaçıp gidecekti. Sonra da gazetelere şöyle bir başlık atılırdı; ENİS ALTINDAY DIŞKI İÇİNDEYKEN! Ya da; KAFASI BOKTAN ÇIKMAZKEN...

Aşağıda bir ağır, kuzuların etrafını sarmış çitler, çok uzakta otlanan üç at ve bir de altı aylık tay, yemeğini yiyen bir köpek, tavuklara yem veren yaşlı bir nine, iki katlı evden çıkıp ahıra yürüyen genç bir kız, kuzuları besleyen orta yaşta bir adam...

Etrafım küçüklü büyüklü dağlarla örülüydü ve aşağıda gördüğüm aileyi çok yakından tanırdım. Hayvanlarına da sürekli ben bakardım.

Şehri sevmedikleri için buraya taşınmış, kendilerine bir yaşam alanı kurmuşlardı. Şehirle araları pek yoktu.

Yokuş yukarı inen yolun U gibi bir kıvrımı vardı ve orayı geçtiğimde üst yolda onu gördüm. Fakat göz ucuyla. Ona asla bakmıyordum. Yokuş aşağıya inip, beni arkadan takip ediyordu.

Soğuktan dolayı çamuru sertleşmiş kuru yolu bitirmiş, kuru ve sarımtırak otların oluşturduğu alana geçmiştim. Az ileride, ahırın arkasında petek kovanları görüyordum ve Emine teyze de oradaydı. Fakat ne yaptığını hiç anlamıyordum.

Kuzularla ilgilenen Nursel amca beni fark ettiğinde soğuktan dolayı kızarmış yüzünü tebessüm doldurdu. "Rebena, kızım!"

Aramızdaki mesafe kısalırken el salladım. Diğer kolum ilaç valizini taşımaktan ağrıdığı için el değiştirmek zorunda kalmıştım.

Nursel amca yanıma geldiğinde, "Alayım," deyip valizi elimden aldı.

"Zahmet etmeseydin," dedim. Aynı zamanda yan yana yürüyorduk da. "Ben taşıyordum..."

"Olur mu öyle şey?" elini öne doğru uzatıp yolu gösterdi. "Biraz erken geldin sanki."

"Klinikte işim biter bitmez çıktım..."

Nursel amcanın kızı Şefika bizi fark ettiği gibi yanımıza gelip, güleç bir yüzle, "Hoş geldin Rebena," dedi.

"Teşekkür ederim."

Bakışları omzunun üzerinden arkama uzandığında ve hemen sonra ifadesini değiştirdiğinde, farkında olmadan arkama bakmak zorunda kaldım. Aramızda yirmi otuz kadar adım mesafede olan Enis Altınday bakışlarını yüzüme çevirdiğinde göz göze geldik.

"Bu bey de kim?" dedi Nursel amca, tam olarak ona bakıyordu.

"Altındayların büyük oğlu," Şefika şaşkındı. Babasıyla göz göze geldiğinde ise, "Lerzan Hanım ve Kıvanç Bey'in oğlu," diye devam etti. "Enis Altınday."

Nursel amcanın bakışları bana çevrildi. "Seninle mi beraber?"

"Hayır," deyip bilmezliğe verdim. "Bir alakam yok. Şimdi gördüm."

"Kamyonetinin arkasındaki arabaya bak," Şefika'nın ağzı gözleriyle beraber açılmıştı. "Onun herhalde."

Kamyonetimin arkasındaki araba buradan gerçekten de güzel görünüyordu.

"Ben bir bakayım da geleyim," Nursel amca ilaçları koyduğum çantamı Şefika'ya uzattı. "Tut sen bunu. Hemen geliyorum."

Şefika çantayı aldığında, Nursel amca da saygı bahabında direk boylu için başındaki şapkayı çıkarıp Enis Altınday'ın yanına doğru yürüdü.

"Bana hasta koyunları göster sen," dedim Şefika'ya. "Neredeler?"

"Ahırdalar... Beraber gidelim."

Yolu bildiğim için önden yürüdüm fakat Şefika birkaç hızlı adımla yanımda yerini hemen almıştı.

"Adam nasıl da yakışıklı... Gördün mü?" Arkasına bakıp bakıp durması beni sinir ediyordu. "Çok da uzunmuş... Televizyonda, gazetelerde hiç de böyle görünmüyor."

ENİS ALTINDAY VE FARKLI SIFATLARI!!!

"Şehre çıktığında etrafına bakmayı gerçekten denersen onun gibi binlercesini görürsün," demek zorunda hissetmiştim kendimi. Ona ayılıp bayılması sinirlerimi bozuyordu. "Yüzünün güzel olması sadece o arkandakine özel değil."

Kıkırdamıştı. "Aman canım... Bana ne? Yanlış anladın beni, Allah sahibine bağışlasın. Öyleleri sanki bana mı bakacak?"

"Bir zahmet bakmasınlar," dedim sinirle. "Senin gibi kızları onun gibi erkekler hak etmiyor."

"İlahi Rebena," deyip daha büyük kahkaha attı. "Yanlış cümle kurdun, tam tersi olacaktı."

"Niye öyle söylüyorsun Şefika?" diye kızmıştım, belki biraz da kendimce sitem etmiştim. Yaşam koşullarından dolayı kendini küçük görmeye hakkı yoktu. Herkesten önce kendini basitleştirmesi hoşuma gitmiyordu. "Diğer kızlardan senin ne eksiğin var?"

"Rebena... Allah aşkına bu konuda benimle tartışma. O adam ve onun gibileri sana da bana da bakmaz, yanında hizmetçi diye bile tutmaz."

"Ben elin adamına niye hizmetçi oluyormuşum ya?!" diye sordum daha büyük kızarak. "Ayrıca o çok benim gibisini buldu da bakması kaldı. Avucunu yalasın o. Hayvan herif!"

Daha büyük güldüğünde ona bir daha cevap vermedim.

Ahıra benden önce girmişti ve ben arkasından içeriye girmeden önce arkama bakma ihtiyacı hissetmiştim çünkü Enis Altınday'ın gittiğini görmek istiyordum. Fakat Enis Altınday'ın yokuş yukarı çıktığını görmek yerine, hâlâ Nursel amcayla konuştuğunu görmüştüm. Hatta ona bakarken yakalanmıştım ve kıpırdayan dudaklarına rağmen Nursel amcaya bakmak yerine bana bakarak konuşmasına devam ediyordu.

Ahırdan içeriye girdikten sonra yerde yatan on koyuna doğru yürümeye başladım. "Bunlar mı?"

"Evet," valizi ayaklarının yanına bırakmıştı. "Geçen kayboldular ama hemen bulundular. Sonra da hepsi birden böyle oldu."

Sırt çantamı çıkarıp temiz bir yere bırakmıştım.

"Bulunduktan sonra nasıl özellikler görünmeye başladı?"

"Başlarda çok sinirliydiler... Sonra uzanmaya başladılar, yerlerinden bile kalkamadılar. Dünden beri böyleler."

"Çok halsiz görünüyorlar," Şefika'nın yanına geçip valizde beyaz eldivenlerimi çıkardım ve ellerime

Taktım. "Gebe mi bunlar?"

"Yok... Değiller."

"Burada sulu çayır var mı?"

Valizi önünde diz çökmüş, ağzını açmıştım ve vereceği cevaba göre ilaç çıkaracaktım.

"Aşağında dere yatağı var... Zaten orada otlarken bulduk."

"Süt Humması olması lazım o zaman." Valizin içine koyduğum ilaçların arasından gerekli şişeleri arıyordum. Kalsiyum şişesini. "Kaybolduktan sonra ya çok aç kaldıkları için oldu ya da sulu çayırda otlamaktan..."

"Önemli bir şey yok, değil mi?"

Kalsiyum şişesini bulmuş, iğneyi paketinden çıkarmıştım. "Yok. Hemen toparlanacaklardır." Yeteri kadar sıvıyı iğneye alırken, gülümsediğini duydum. "Damardan enjekte edilmesi lazım. Sen tutabilirsin değil mi?"

"Tabii tabii," hemen bir koyunun başına geçmişti. "Zaten hiç kımıldamıyorlar. Rahat tutarım."

Kalsiyum şişesini ayrı bir yere bırakıp tuttuğu koyuna doğru yürüdüm.

🌠

Koyunlarla işim bittiğinde valizimi topluyordum ki yanımıza gelen Nursel amca, "Rebena," dedi şaşkınca. "Bitti mi?"

"Evet," deyip ayaklandım. "Kalsiyum enjekte ettim. Önemli bir şeyleri yok. Ya çok aç kaldılar ya da sulak alanda otladıkları için olmuş... İyi olacaklar ama, merak etme."

"Allah razı olsun," dediğinde sevinmişti. "Sağ ol kızım."

"Ne demek Nursel amca," valizimi elime almış, yürümeye başlamıştım. "İşim bu benim."

"Ben alırım," yanıma geçip valizi elimden almıştı. "Ücreti ne kadar?"

"Nursel amca," dedim gülerek, biraz da sitem etmiştim. "Ne ücreti Allah aşkına? Hep aynı şeyi yapıyorsun..."

"Ama kızım-"

"Ayağımı keseyim istiyorsun her halde?"

"Yok canım, olur mu öyle şey?"

"Bir daha ücret lafını duymak istemiyorum o zaman."

Babacan bir tavırla sırtımı sıvazladı. "Sağ ol kızım, bir kere daha Allah razı olsun."

Gülümsemekle yetinmiştim.

Normalde bedava çalışmazdım. Zaten geçimimi veterinerlikle kazanıyordum. Ama parasız gelip gittiğim bazı evler vardı ve Nursel amca onlardan biriydi. Özel istisnalarımdandı. Bu yaptığım geçimleri zor olduğundan değildi elbette, hayli hayli masraflarını kolaylıkla karşılayabiliyorlardı fakat ben bazı evleri kendi evim gibi görüyordum ve onlardan para almak da içimden gelmiyordu.

Diğer yanıma gelen Şefika, "Baba, Enis Altınday'a ne oldu?" diye sordu. "Niye gelmiş?"

Gidip gitmediğini merak ediyordum ama bunu belli etmiyordum.

"Buralarda bir arazi bakıyormuş," dedi Nursel amca. Dışarıya çıktığımız için temiz hava soğukluğuyla beraber ciğerlerime doluyordu. "Benden yardımcı olmamı istedi, benim de işim vardı, yok falan dedim ama kabul etmedi. Birileri beni ona önermiş, ona iyi bir arazi göstereyim istiyor."

Enis Altınday şu an dışarıda yokken neden hepsinin yalan olduğunu düşünüyordum?

"Ne yapacakmış araziyi?" diye sordu Şefika.

"Bir at çiftliği istiyormuş... Onu yapmak için..."

"Allah Allah. Bu adamların ayakkabılarını bile bağlayan bile var, arazi için kendi ayaklarıyla kalkıp buraya kadar mı gelmiş?"

"Valla benim de garibime gitti," Nursel amca gülmüştü. "Adam biraz garip. Neredeyse karanlık çökmek üzere, bu karanlıkta ben nerede ona arazi göstereyim? Hava da soğuk zaten..."

"Gitti yani?" diye sordum.

"Yok be," dedi Nursel amca. "Adam yapıştı kaldı. Sabah erkenden bakmak istiyor, gece de burada kalmak istedi." Şefika'nın gözleri açılmıştı. "Yalıdan bizim derme çetmeye geçince bir şaşırdım sorma..." Evleri derme çetme değildi, aksine çok güzel ve bayağı da büyüktü. Fakat bir yalı ile kıyaslanınca, özellikle de Altındayların boğaza karşı yalılarıyla kıyaslanınca derme çetme oluyordu. "Evde şimdi, Emine ilgileniyor onunla."

"Nursel amca," diye merakla sordum. "Bu adam sohbet arasında benimle ilgili bir şey sordu mu?"

"Sen merak etme," dedi hemen. "Adının Rebena olduğunu ağzımdan kaçırdım ama Halide Alarçin'in kızı olduğunu bilmiyor. Onu göndermek için gece senin bizim misafirimiz olduğunu, seninle ilgilenmem gerektiğini söyledikten sonra bir ısrar, bir rica gece burada kalacağını söyledi. Arazi onun için çok önemliymiş. Merak etme sen, Rebena diye bir Halide Hanım'ın kızı mı var sanki? Anlamaz bile. Emine'yi çoktan tembihledim, bizim oğlanı da arayıp söyledim."

Benimle konuşmak için yapmıştı. Ve ben artık burada kalmak istemiyordum. "Nursel amca çok sağ ol ama ben gideyim. Başka zaman gelir, kalırım."

"Hayır ya," dedi Şefika. "Annemle o kadar hazırlık yaptık. Kal, valla anlamaz."

"Evet kızım," dedi Nursel amca. "Sen Allah'ına böyle yapma. Keşke gönderebilsem ama gidip, evimden git diye nasıl diyeyim adama? Daha eve almadan önce de denedim de gitmedi, şimdi de ayıp olur... Kıvanç Bey'in oğlu, o kadar gelmiş..."

"Öyle bir şey yapma canım," dedim. "Zor durumda kalma. Ben rahat edemem. Başka zaman uğrarım."

Üzüntüyle, "Rebena," dediğinde Nursel amca, Şefika da gitmek istememe üzülmüştü. "Valla hiç bir yere gidemezsin, bırakmıyorum. Nereye? Emine teyzen evde seni bekliyor, birazdan oğlan da gelecek... Adam nereden anlasın senin o kadının kızı olduğunu? Boşuna telaş yapıyorsun bak."

"Evet," dedi Şefika. "Vallahi gitmene izin vermiyorum. Gerekiyorsa o gitsin."

🌠

Kendimi sıcacık evin içinde bulduğumda tulumumu çıkarmak için bir odaya girmiştim ve ilaç çantam Şefika'yla beraber üst kata çıkmıştı.

Burada kaldığım için Enis Altınday da bir yerine kına yakardı artık.

Tulumu çıkardıktan sonra çantamın içinden montumu çıkarıp askılığa astım. Kamyonetin yanında çıkardığım kazağımı da geri giyinmiş ve tabii ki çantamdan uzun bir hırka çıkarıp üzerime giyinmiştim. Birazdan Seyit de gelecekti ve ben hem onun önünde hem de Nursel amcanın önünde belirgin göğüslerim yüzünden utanacaktım.

Aslında benlik bir sorun yoktu fakat onlar biraz farklı insanlar olduğu için, ve hatta benden daha fazla rahatsız olduklarını, mahcup olduklarından bir şey diyemediklerini gördüğüm için ben biraz dikkat ediyordum.

Çantamın ağzını kapatıp onu da askılığa aştıktan sonra ayağıma geçirdiğim ev terlikleriyle odadan çıkıp üst kata çıkan ahşap merdivenleri tırmandım. Merdivenlerin bitmesine dört basamak kalmıştı ki tam karşıda, minderin üzerinde oturan ve telefonla oynayan Enis Altınday'ı gördüm.

ENİS ALTINDAY YERDE OTURURKEN!!!

Büyük salona çıktığımda ise bakışları yüzüme kalkmıştı. Önce telefonunu bıraktı, sonra da gülümsedi.

Yan odadan çıkan Şefika, "Rebena sen otur," dedi bana doğru yürüyerek, benim dışımda diğer misafirlerine de çoktan selam vermiş gibi duruyordu. "Annem şimdi gelir."

Başımı sallayarak onay verirken, o da yanımdan geçip aşağıya inmeye başladı.

Şimdi baş başa mı kalmıştık?

Büyük salonda tek bir koltuk bile yoktu. Sadece U şeklinde dizilmiş minderler ve sırtımızı yaslamamız için yastıkları vardı. Bir de salonun tam ortasında duran büyük soba.

"Oturmayacak mısın?" diye sordu.

Alev alev yanan sobanın yanına ilerlerken, "Benimle konuşmayı çok beklersin," dedim. Emine teyze her an her yerden çıkar diye oldukça dikkatli konuşuyordum. "Yalancı... Arazi bakacakmış?"

Güldüğünü işittim.

Telefonumu pantolon cebinden çıkardıktan sonra minderin üzerine oturup bakacaklarımı sobaya doğru uzattım ve ayağımı diğer ayağımın üzerine bıraktım. Ekranın şifresini açarken, "Tanıştığımızı bilmiyorlar," dedim. "Sakın Halide Hanım'ın kızı olduğumu bildiğini söyleme," bakışlarımı yüzüne kaldırdım. "Bilmezden gelmezsen seni vururum."

"Sen çok mu asabisin?"

Cevap vermeyip bakışlarımı telefonumun üzerine düşürdüm.

"Hep böyle gergin misindir?"

İnterneti açtığım gibi bildirimlerimi kontrol etmeye başladım.

"Burası çok otantik değil mi?" cevap vermediğim dakikalarda WhatsAppa girmiştim. "Sence de?" olumlunun elli tonu gurubumuza girmiştim. "Havası bile çok garip ya?" ve mesajları okumaya başlamıştım. "Değil mi?"

Köpek Balığım Seyit; biri bana üç yüz TL ateşlesin ya

Buğra; IBAN at

Köpek Balığım Seyit; normal mesajla attım

Buğra; gönderdim

Aslım Kuşum; sen kolay kolay para istemezsin, ne oldu? Bir sıkıntı mı var?

Köpek Balığım Seyit; yok. Önemli bir şey değil.

Aslım Kuşum; aşkım, bana demediğin bir şey mi var?

Köpek Balığım Seyit; yok lan yok. Allah Allah.

Buğra; tm bağırma.

Köpek Balığım Seyit; bağırmadım.

Aslım Kuşum; sen elma, ben de armut. Gel tanışalım.

Köpek Balığım Seyit; armut tanışmak için değil, yenmek için var bilmez misin?

Çalışkan Zühre; şaha kalkan iki atı biri buradan çekebilir mi? Midem... Kavurgam.... Arasında... Göçtü.... Gözlerim... Kanıyor... Allah... Belanızı....

Alpay; SJZBHSOSKSKKSKSKHSSHSİSJ

Aslım Kuşum; piç ya!

Köpek Balığım Seyit; sanki ne dedik? Sevgilim değil mi lan bu kız benim?

Çalışkan Zühre; sıçayım sevgilinin ağzına!

Aslım Kuşum; odamdan çıkıp odana geldiğimde kim kime şey yapıyormuş görürsün bak!

Çalışkan Zühre; gelmezsin ki gelemezsin ki.

Aslım Kuşum; dua et banyoya gireceğim. Hiç müsait değilim.

Buğra; Rebena nerede?

Alpay; Seyitlere gidecekti, iki koyun az ucundan sıçamıyormuş, işi vardır.

Çalışkan Zühre; JSSONNSHSHFDDSMNZİSB

Köpek Balığım Seyit; az önce babam aradı. Bizdeymiş.

Aslım Kuşum; akşam da sizde kalıyor.

Çalışkan Zühre; evde yalnız kaldık. Biz neden çağrılmadık acaba?

Buğra; biz de. Kel mi bizim başımız?

Köpek Balığım Seyit; nerede çekeceğim sizi ya? Akşam siz, sabah siz... Biraz mesafe lütfen.

Aslım Kuşum; neyse ki ben şanslıyım. Birazdan taksiye atlayıp yanlarına gideceğim, özel olarak davet edildim.

Çalışkan Zühre; nasıl ya? Ya ben?

Aslım Kuşum; ders çalışacağım demedin mi? Vermen gereken önemli bir dersin olduğunu söylemiştin. Ondan Seyit sana demedi.

Çalışakn Zühre; ay evet!!!!!!! Neyse, başka zaman. Ben bütün gece çalışacağım. İnek gibi.

Buğra; benim vermem gereken bir dersim yok ama kardeşim.

Alpay; benim de.

Aslım Kuşum; Seyit yine kayıplarda.

Buğra; bunun hesabı sorulması lazım.

Rebena; yarın ne yapıyoruz?

Çalışkan Zühre; hoş geldin bebeğim. Ve yarın hiçbir şey yapmıyoruz çünkü ben ders çalışacağım.

Aslım Kuşum; hoş geldin Rebena. Uzun zamandır dışarıda çıkmıyoruz, kulübe eğlenmeye gidelim.

Çalışkan Zühre; ders diyorum ders.

Buğra; balıkçıya gidelim ya, ne zamandır balık ekmek yemiyoruz.

Alpay; ben de balıkçı diyorum.

Çalışkan Zühre; ders?

Rebena; ben balıkçıya gitmek istemiyorum ya, geçen bizi bir yere götürdünüz bir daha da balık görmek istemez oldum.

Aslım Kuşum; ay evet. Benim de midem kalktı.

çalışkan Zühre; her balıkçı, balıkları yıkamadan, dışkılarıyla pişirmiyor ve kulübe gidip eğlenmek daha güzel bir fikir ama hiçbirimiz kıçımızı kaldırıp da bir yere gitmiyoruz çünkü ben den ders çalışacağım.

Rebena; üçe iki. Seyit? Senin bir fikrin var mı?

Çalışkan Zühre; kıza bak ya, ders diyorum, Seyit diye cevap veriyor.

Köpek Balığım Seyit; kulübe gidelim. Ağzıma gelen o son şeyden sonra ben hâlâ balık yiyemiyorum.

Rebena; dörde ikiyle kulübe gidiyoruz.

Çalışkan Zühre; lanet olsun sizin gibi arkadaşa ya, gelmiyorum ben. Defolup gidin, tek başınıza geberene kadar eğlenin. Ben de burada ölim ölim.

Bakışlarımı Enis Altınday'ın yüzüne kaldırdığımda direkt göz göze geldik çünkü dakikalardır beni izliyordu.

O bir gerçekti,

Ben bir yalan.

Gerçek, yalana sarılınca...

Continue Reading

You'll Also Like

6.1M 312K 67
"Biliyor musun?" dedi gözlerimin içine bakarak. Eş zamanlı olarak bana doğru bir adım daha attı, aramızdaki mesafeyi iyice kapattı. Gözlerimi ondan k...
22.2M 900K 116
İşte oradaydı... Muhtaç olduğum kadın korkuyla bana bakıyordu. Ona biraz daha dokunmazsam sanki ölecektim. Bu hastalıklı duygular beni resmen ele geç...
12.1K 1.2K 80
Bazen çok severken yaralıyor insan sevdiğini . Bilmeden , düşünmeden , Geleceği hesaba katmadan . Herkes kalbinin renginde yaşar hayatı ve herkes kal...
5.3M 269K 80
Teninin kokusunu hissedecek kadar yakınında olsada, uzanıp dokunamazsın korkarsın yanmaktan. O ateşten kor gibi bakar gözlerine, kalbin bağlanır,dili...