Lord, don't move that, [Yizha...

By Nneoll

18.7K 2.1K 4.7K

"Atalarımın kanıyla yıkanmış kılıcım üzerine yemin ederim ki, lordumu her şeyden koruyacağım." ___ ~Victoria... More

1| Cesur bir yürek, bir de ateşli silah
2| Siz beni kurtardınız, her anlamda.
3| Galler arşidükünün sembolü.
4| Biz, farklı bir yüzyılda yaşamalıydık.
5| Sadece lorduma, benim lorduma.
6| Koca bir kış, tek bir öpücük.
7| Nasıl da acımasız.
8| Neden bu kadar çok canımı yakıyor?
9| Gönlümü put sanıp kıran da kim?
10| Elini tuttu ve seninle dans etti.
11| Dene, cesaretin varsa.
12| Ben Kont Xiao Zhan.
13| Ben bir hayal kurdum ve orada, özlemek yoktu.
15| Geç gelen mektup.
16| Duyulan çocuk sesi ve tek bir an.
17| Bir damla kan, binbir endişe.
18| İkinci kez ölmeye yemin etmek.
19| Asla bitmeyen veda, durgun yaz ve ahengin bozulduğu nokta.
20 | Peri masalından sürgüne giden yol.
21 | İnsanın kendi kıyameti.
22| Bir kelepçenin özgürlüğüne mahkum olmak.
23| Londra.
24 | Ölüler mektup yazamazlar.
25| Ölüme ağlayan deliler, acıdan titreyen mezarlar.
26|Ellerime bak, ne görüyorsun?
27| Aklımdan çıkmıyor, kalbimi bir an olsun terk etmiyorsun.
28| Her şeyden bir adım öncesi.

14|Öfke ve çaresizlik.

585 74 78
By Nneoll

 "O geri gelmeyecek."

Kont önündeki üzgün kadına bakarken, hiçbir depremin yıkamayacağı ve yerinden oynatamayacağı bir dağ gibi dursa da aslında tek bir zayıf nefesle devrilecek kadar güçsüz kalıyordu. O her zaman güçlü bir adam olmuş ve her derdine çareler bulabilmişti. Ancak ölüme çareler hiç yetmiyordu.

"Geri geleceğini bilsem, tüm varlığımı bu uğurda feda ederdim." Diye konuştu bakışları aşağıda bir noktaya kayarken. Oturduğu yerde çaresizlikten nefesi kesildiği sırada belki de her şeyden çok istiyordu aylardır bulamadığı kişiyi bulmayı. "Hiçbir şekilde telafi edemem biliyorum, ama elimden geleni yapacağım."

Üzgün kadın ona karşılık vermediğinde yerinde kalktı ve yanında ayakta duran gence ışıksız gözleriyle işaret verdi. Zhuocheng de başını sallayarak cebinden çıkardığı zarfı oradaki alçak masaya bıraktığında ikisi de ağır adımlarla ve onlarca sıkıntıyı kendilerine katarak oradan çıktılar. Çıktıkları ev, fabrikada çıkan yangında ölen dört işçiden sonuncusunun eviydi. Sıkıntı ve sonsuzmuş gibi görünen kederle o evden çıktıklarında Kont alnına düşen saç tutamını dahi düzeltmeden, solgun yüzüne tek bir duyguyu davet etmeden ileriye bakmıştı.

"Ne zaman bulacağım?"Diye sorduğunda bu soru ne yanındaki bedene ne de varlığına inanmak için zorladığı adalete içindi. Sadece kendisine yöneltmişti bu soruyu,her şeyden ötede bir suçluluk buluyordu kendisinde ve onlarca hatayı çekinmeden üstleniyordu. "Ne zaman bulabileceğim bu kişiyi?"

Zhuocheng sert bir ifadeyle onun baktığı yere, şehir merkezinden uzak kalan küçük yerleşim yerinin meydanına baktı." Çok yakında. Güneydekilerden haberler geldiğinde daha az kişi şüpheli olacak."

Kont kendisine duyduğu öfkeyle,"İnsanlar ölüyor." Diye konuştu. Bir haftadır düşünceleri hep bu noktaya dokunuyor ve gerçeklik her yönüyle özgüvenine zarar getiriyordu. "Bilinmeyen ama bizimle alakalı bir sebep yüzünden hem de."

Güçlü olması, zengin olması hiçbir şey fayda sunmuyordu. Bir hafta önce İplik fabrikası yanmış, dokuma atölyesi kullanılamaz hale gelmiş ve her şeyden öte fabrikada gece nöbeti tutan dört kişi ölmüştü. Kimin yaptığı elbette belli değildi, polisler yangından kurtarılan bölgeyi incelerken ejderha deseni işlenmiş  bir flama bulmuştu. Soruşturma devam ediyordu ve Arşidük'e bir mektup gönderilerek onunda olaya dahil olması sağlanmıştı. Metropolitan polis merkezi Arsidük'ü tamamen suçlu gösteremese de, buna ihtimal vermişti. Nihayetinde bir soyluyu öylece suçlamak kimsenin harcı değildi, ama halk içten içe konu hakkında konuşmaya başlamıştı bile.

Bunun yanında Kont inanıyordu ki, Arşidük değildi. Oklar hep onu gösteriyor olsa da Lord everglot  büyük bir özgüvenle kendisinin olmadığını söylüyor ve bir yandan da bu kişiyi kendisinin de aradığını ifade ediyordu. Daha iki gün önce gönderdiği bir habere göre tüm Galler ileri gelenleri sorgulanmıştı.

"Sanki hep önümde, sesini duyuyorum bu kişinin, varlığı çok yakında. "Gözlerini yanındaki bedene çevirdi. "Ama gözlerim kör sanki."

Zhuocheng derince iç çekti, uzaktan gelen arabanın söylediği saatten 7 dakika geç geldiğini düşündü ve elini destek olmak ister gibi Zhan'ın omzuna çıkardı. " Büyük bir oyun dönüyor. Bu yüzden on ayrı gözün olsa da her yöne bakamazsın, her sesi de duyamazsın. Son olarak bu oyuna dahil oldum diye kızma kendine. " Ara verip uzakta gözüne takılan detaya baktı. Yaşlı bir adam öfkeli adımlar atarak ara sokaktan meydana doğru ilerliyordu. Bakışları sertleşirken tok bir sesle konuşmasına devam etti.

"Çünkü büyük adamlar, büyük oyun oynar."

Gelen arabaya doğru adımlarken Xiao Zhan'ın öteki tarafına geçmiş ve yeniden hedefi artık belli olan yaşlı adama bakmıştı. Göz göze geldiği adam ellerini havaya kaldırarak arabaya binmek üzere olan ikiliye karşılık,"Lanet olsun sizin gibilere!" Diye bağırdığında Zhan durmuş Zhuocheng ise onun arabaya binmesini söyleyerek beklemeden ona arkasını dönmüştü.

"Zavallı insanların canını aldığınız yetmedi mi!"

Adam öncekinden daha gür bir sesle bağırdığında duran atlı arabaya son derece yaklaşmış ve o gururlu yüzünde kendisini belli eden iğrenti ile önce arabaya binmeyen Kont'a daha sonrada onu korumak için önünde duran Zhuocheng'e bakmıştı.

Önünde duran gencin belindeki silaha doğru uzanan eline, öfkeli yüzüne ve kendisine karşı hazırda bekleyen gergin bedenine alaycı denilecek bir tavırla baktıktan sonra, civarda ona dikkat kesilen birkaç insanı da yanına çağırarak yeniden konuştu. "Ne o! Beni de mi öldüreceksiniz! Öldür! Bu yaşlı adamın canından başka bir şeyi yok zaten. Sizin de gücünüz bir tek bize yetmiyor mu?"

Bu sözleri üzerine ona onay veren başlar ve duyulan zayıf uğultu Zhan'ın omuzlarını düşürerek, durgun bir yüzle olduğu yerde hareketlenmesine ve usulca, önündeki gencin bedenini geçmesine neden oldu. Zhuocheng kolundan tutarak onu kenara çeken adama itiraz etse de yüzündeki karanlık ifadeyi görmesiyle daha fazla direnemeyerek kenara adımlamıştı. Yine de eli silahında, kılıcını yanına almayan Kont'un savunmasızlığını tolere etmek için hazırda bekliyordu.

"Biz kimi öldürmüşüz?"

Yaşlı adam Kont'un sakin sesine ve beklediği öfkenin aksi bir dinginlikle anlam bulan yüzüne bakarken saşkınlığa uğrasa da kısa zaman sonra omuzlarını yeniden dikleştirdi. "İsimsiz insanları. Halkı!" Öfkeli  gözleri önünde oldukları evin camından çıkan kadını gördüğünde üzgün bir bakış attı ona. Kadın bağırılan sözleri işittiğinden ölen kocası için yarım kaldığı yerden ağlamaya başlamıştı. Ona bakan Zhuocheng'den sonra ise sarsılan omuzlarıyla cam kenarından hemen çekilmişti.

Kont önce cevap vermedi ve adam bir mücadeleyi kazanmış gibi bir zafer ifadesiyle karşısında diklendiği bedene yaklaştı. "Şahsi dertleriniz yıllardır zavallı günahsızların canını alıyor. Bir utanmadan buraya gelip gösteriş yapıyorsunuz!"

Yaşlı adamın sözlerinden soylu ve üst diye adlandırılan kesimden nefret ettiği anlaşılıyordu. Yıllar yılı kenar bir mahalleden dışarı çıkamayan bedeni öfkeyle çalkalanıyordu ve karşısında ilk kez susarak duran bir soyluyu bulmuşken tüm nefretiyle acımadan saldırmak istemişti. "Kim düşmanınsa git birebir dövüş onunla! Ölen insanlara az biraz olsun acımıyor musunuz!"

Kont susmaya devam ediyordu. Önünde sahiden de kocaman bir dağ duruyordu, geçit yok, en şiddetli depremlerle bile sarsılmıyordu. Bakışları yerdeydi bir süredir. Öfkeli sözleri dinliyor ve bir elini Zhuocheng'in göğsüne doğru uzatarak durması için sessiz bir emir veriyordu.

Bağırmaktan yorulan adam bu sefer sessizce ama azalmayan öfkesiyle, "Bu insanların emeği ile paralar kazanıp iğrenç balolarda zevkten kendinizi kaybediyorsunuz. Kraliçeyi rahatsız etmediğiniz için böylesine ihtişamlı hayatlar yaşayan sizler bu ülkenin başına gelmiş en kötü şeysiniz."

"İsmimi biliyor musun?"

Kont nihayet konuştuğunda yaşlı adamın beklediği hiçbir şeyi söylememişti. Bu yüzden kısa bir an donup kalan adamın soruy veremediği cevabı onları seyreden küçük kalabalıktan temiz yüzlü bir genç heyecanla cevap verdi.

"Lord Xiao Zhan!"

Bu cevaptan sonra Zhan'ın bakışları genci bulduğunda, genç heyecanını yitirdi, utandı ve tereddüt ederken, "Değil mi?" diye zayıf bir sesle sordu. Sorusu Kont tarafından anında onaylandı ve kalabalıkta ne konuşulduğu belli olmayan bir uğultu baş gösterdi yeniden.

Xiao Zhan'ın yüzündeki sakin ifade dalgandı, bakışlarına konan kararlılık ve mağrur ışıklar onun babasını da tanıyabilmiş kişiler için şüphesiz tanıdık olurdu.

"Benim büyük dedem at ve kılıcı dışında hiçbir şeye sahip olmayan bir şövalyeydi."

Önünde duran yaşlı adam bir kez şaşkınlığının gücüyle sarsıldığında, Zhan yüreğindeki acıyı hiçe sayarak pek çok anlamı barındıran duru sesiyle devam etti.

"Babam bu topraklardaki yoksulluğu bitirebilmek için döneminin Markisi ile şiddetli kavgalar yaşadı. Bizzat kraliçeyle konuştu ve unvanına sahip olabilmek için yıllarca sadece çalıştı. Ben onu hiç balolarda eğlenirken görmedim."

Kalabalık bununla birlikte sus pus olduğunda Kont'un sesi yeniden kulaklarda silinmesi zor bir yer edindi.

"Ölen insanlardan bahsediyorsunuz, o zaman bilinmez bir kazaya kurban giden annemle babamdan da bahsedin."

Sessizlik uzadıkça Zhan'ın omzundaki yükler çoğaldı. Her şeyi oraya bırakmak isterken gözlerini kapadı ve kaşlarına yakın bir yerde acı çekercesine keyifsiz bir çizgiyi oraya ağırladı. Yibo'yu özlediğini düşündü, bu düşünceyi aynı zamanda kalbinin de en içinde hissetti. Yangının çıktığı günden beri o polislerle ve yanan fabrikayla ilgilenmiş, Yibo da okul inşaatının durmaması için birkaç kişiyle Kont adına görüşmeler yapmıştı.

Her şey nasıl da zordu, nasıl da sancılarla doluydu.

Gözlerini açtığında hemen önünde duran bedenin karmaşık yüz ifadesiyle karşılaştı. Ardına dönüp bekleyen arabaya döndüğünde ise yaşlı adam istediğini elde edememekle kıvranmaktaydı. Bu yüzden elini uzatarak ve haksız kalmanın hırsıyla bir kez daha bağırmıştı. "Bu seni haklı yapmaz! Ölen insanları da geri getirmez! "

Bu sözler eli silahında duran Zhuocheng için son nokta olmuştu. İşittiği sözlerin hedefi kendisi bile değildi ama hepsi birer ok gibi göğsüne saplanmıştı. Bu yüzden arkasına çektiği Kont'un yıkılmadan, güçlü bir bedenle ayakta kalmasına hayretler ediyordu.

"Bu ne cüret!" Dediğinde adamın Kont'a uzanan elini tutarak uzağa itmiş, biraz önce o nasıl Zhan'ın üzerine yürümüşse şimdi o benzer bir halde konuşmasına devam etmişti. " Polislerin bile aylardır bulamadığı biri fabrika yakıyor, o fabrikadan gelen gelirle okul yaptıran adama mı kızıyorsun sen?"

Silahını bırakarak aşağı düşen eli çok geçmeden kalabalığı gösterdi. " Ölen kişilerin evine bizzat gelen bir lorda kızıyorsunuz öyle mi?" Keskin bakışları yeniden önündeki adamı buldu. Kont'un kendisini çağırmasına yanıt vermeden son kez adama karşı konuştu. "İngilterenin neresinde gördün böyle bir olayı? Kaç tane insan karşına geçip dinledi seni? "

Kendisinden korkarak geriye çekilen bedene karşılık öfkeli yüzü zerre yumuşamadı. Kalabalıktaki herkese teker teker, hiçbir yüzü atlamadan baktığında, sadece bakışlarıyla bile insanların geriye çekilmesini sağlamıştı. Bu da Zhuocheng'in öfkelendiğinde neler yapabileceğinin ufal bir gösterisiydi. Kont onu yeniden yanına çağırdığında geriye çekildi. Öfkeyle ve birazda hayret ederek tükürür gibi konuştu insanlara doğru.

"Londra da bile sizin aldığınız maaşların yarısını alıyor insanlar. Üzerinizdeki kıyafetleri memurlar zorlukla giyinebiliyor. Bu yüzden," Gözlerini sadece karşısında biraz uzağında duran yaşlı adama sabitledi. "Öfkeli olmakla ahmak olmanın ayırdına varabilirseniz, sizin için iyi olur."

Keskin bir hareketle geriye döndüğünde çoktan arabaya binmiş olan Zhan'ın yanına gitti ve arabayı süren kişiye gitmek için işaret verdi.

Zhan suskundu. Önüne bakıyor, yorgunlukla soluk alıp veriyordu. Zhuocheng ise sanki ikisinin de öfkesini kendi bedeninde misafir ediyormuşcasına hızlı hızlı nefesleniyordu.

"Bu ilk değil." Dediğinde Zhan onun neyden bahsettiğini anlasa da konuşmadı. Sadece kafasını kaldırıp karanlık bakışlarını onun öfkeyle yanan gözlerine dikti.

"Merkezde de birkaç yerde yaşanan hırsızlık olayları yüzünden kavga çıktı biliyorsun. Hepsinde de hakkındaki nefret söylemleri çoğalıp gidiyor."

Konuşmayı tercih etmeyen adama bakarken sabırsızlık içinde kımıldandı.

"Sanki ilk kez malları çalınmış gibi! Sanki senin bunlarla bir alakan varmış gibi! Tek bir olayın başlattığı şeylere bak, sana düşman kesilmek için fabrikanın yanmasını bekliyorlarmış sanki!" Dedikten sonra durdu biraz dudakları kapandı ve bu sefer de sessizce mırıldandı. "Yıllardır huzur içinde yaşadılar diye böylesine nankörlük ediyorlar."

Zhan ona kızar gibi ve biraz da bıkkınlıkla baktığında," Bakma öyle Xiao Zhan, halk kaosa sürükleniyor. Bir şeyler yapmak lazım. Bugün hırsızlık olayları oldu diye seni suçlayanlar, yarın sırf eline kıymık battı diye az önceki herif gibi dikilirler karşına."

"Şu hırsızlık olayları hakkında polis bir şeyler bulabildi mi?"

Zhuocheng söyleyeceği çok şey olsa da karşısında adamın yılgın tavrı yüzünden sustu, sadece başını olumsuz anlamda salladı.

Sözlerinde bahsettiği şeyler sahiden de can sıkıcı ve endişe vericiydi. Bir haftada sadece merkezde 5 yerde hırsızlık olayı yaşanmıştı ve bu kişiler nüfus sahibi ailelerin ya iş yerleri ya da dükkanları olmuştu. Etkisi daha büyüktü ve fabrika yangınından sonra huzursuz olan insanlar bir şekilde bunun Kont ve Arşidük arasındaki bir anlaşmazlık yüzünden yaşandığını düşünüyordu.

Birileri özellikle bunu istiyordu, fısıltılar çoğalıyor ve insanlar konuşuyordu. Polisler göstermelik çalışmalarla suçluları arıyorlar ve asıl suçluyu saklayan güce boyun eğiyorlardı.

Xiao Zhan artık emindi. Polislerden zerre yardım alamazdı. Kendilerini sözde öldürmeye çalıştıkları olayda yakalanan iki kişiyle görüşme isteği bir dizi prosedür ile ertelenmişti ve günlerdir zaten kendisinin de hiç zamanı olmamıştı.

"Şu iki kişi, onlarla yarın kesinlikle görüşelim. "

Zhuochneg onun düşüncelerini yakalayamadığından konuyla uzak kalan sözleri karşısında bir an duraksadı, sonra başını salladı.

"Muhtemelen konuşmayacaklar verdikleri ifadeden daha fazlasını söylemezler. En azından Arşidükle olan bağlantıları hakkında bir şeyler öğrenebilirsek süreci hızlandırabiliriz."

Sözlerinden sonra kendisine yeniden başını sallayan gence bir süre baktı. Hemen ardından omuzlarını alıp verdiği nefesle yükselip alçaldı. Alnına düşen saçları geriye çekerken dışarıda bakmaya başlamıştı. Camdan geçen görüntüleri seyre daldı, kalbinde sadece sıkıntı sadece bilinmezliğin yarattığı ağırlık vardı.

Bu haldeyken yolculuğun ne ara sona erdiğini ve vakit akşam üzereyken arabanın evin önünde ne zaman durduğunu bile fark edememişti. Öyle ki dalıp gittiği düşüncelerinde Zhuocheng'in elini gözlerinin önünde sağlamasıyla kurtulabilmişti.

"Çok dalgınsın."

Kılıcını yanına alarak arabadan indiğinde evin önünde sıralanmış korumalara baktı. Hepsini yeni yerleştirmişti oraya. Önceden hiçbir insana gerek kalmadan huzurla oturabildiği evinde, şimdi onlarca insanın korumasıyla bile rahat edemiyordu. Bu en büyük sıkıntısı bile olabilirdi.

Birileriyle ölümüne dövüşmek sorun olmazdı, her şeyi kaybetse de bir kere bile pişman hissetmezdi. Ancak huzuru elinden alınırken sakin kalmakta zorlanmaya başlamıştı.

Hızlıca eve ilerlediğinde camdan onun yolunu gözleyen teyzesi kapı çalınmadan kapıyı açtı. Yaşlı kadının solgun teninin sebebi uykusuzluk ve endişeydi. Yıllar belki tecrübe denilen şeyi kazandırıyordu ama bazen de adına güç dedikleri şeyi alıp götürüyordu.

"Teyze." Zhan kapanan kapıya yüzünü dönmeden salona doğru yürürken sordu." Maria ve Yibo nerede?"

"Yoklar, henüz gelmediler."

Olduğu yerde durdu. Yibo'nun mühendisler ve birkaç lord ile konuşacağını biliyordu ama çoktan gelmesi gerekirdi. Endişe içinde yukarıya tırmanırken aniden arkasında bıraktığı kadına döndü.

"Neredeler, Yibo neden daha gelmedi. Maria nereye gitti, giderken yanına birilerini aldı mı? Teyze biliyorsun dikkatli olmamız lazım."

Yaşlı kadın karşısında korku ve hayıflanma ile sarsılan bedene bakarken gözlerini kapatıp yılların yorgunluğunu tek bir kerede yok etmek istedi. Daha önce ölen kardeşi olsun, eski eşi olsun hepsi de böyle meselelerle uğraşmıştı. Bu tablo tanıdıktı.

Aydınlık bir yol çizmek isteyenler karanlıkta kolay fark edilir ve insan olmanın getirdiği duygular yüzünden durdurulmak istenirdi.

Ama kendisi artık, yine insanlığın getirdiği olağan duygular yüzünden sadece sakince yaşamak istiyordu.

"Sakin ol. Baron da Maria da gelir birazdan. Maria polis merkezine gitti, bir haber geldi. Ne olduğunu öğrenip gelecek."

Zhan, Zhuocheng'e bahsi geçen haberi bilip bilmediğini anlamak için baktığında onun yüzündeki karmaşadan bir şey bilmediğini anladı. Ağzını açıp teyzesine soracağında ise kapı çaldı ve büyük kapıyı kimseye müsaade etmeden hızlı adımlarla yürüyüp kendisi açtı.

Görmeyi beklediği iki yüzde yan yana gözlerine iliştiğinde derince bir nefes alıp verdi. Böylelikle az da olsa rahatlamıştı.

"Maria polis merkezine neden gittin?" Diye sorduğunda içeriye önce genç kız girmiş ardındaki Yibo da arkaya dönerek onlara eşlik eden kişilere işaret vererek içeriye doğru adımlamıştı. İlk yaptığı şey Zhan'ın elini tutmak olsa da, hissetmeyi beklediği sıcaklık buz kesen parmaklar arasında kendisine yer bulamamıştı.

Maria biraz tereddütle, "Abi." Dediğinde durup önce teyzesine sonrada abisine baktı. Nasıl söylemesi gerektiğini düşünürken kafasındaki mavi işlemeli beyaz şapkasını çıkardı. "Bir şey diyeceğim, fakat sakin olmalısın."

Kendisine yaklaşan Zhuocheng'e başını çeviren Maria abisinin sakin kalamamasından korkuyordu çünkü son zamanlarda fevri olduğunu biliyordu ve evin içinde ufak şeylere sinirlenerek defalarca kez yemek masasından hışımla kalkıp gittiğine şahitlik etmişti. Anlayabiliyordu, ancak anlamak engel olmak için bir gücü olduğu anlamına da gelmiyordu.

"Baron ile ikinize saldırı düzenleyen gruptan yakalanan iki kişi." Durdu ve sırayla ayakta duran insanlara baktı. Bakışları en son kaşlarını çatan abisine döndü. "Kaçmışlar."

Hiç kimse bir şey demezken devam etti. "Eve gelen haberde bunu zaten belirtmişlerdi ama teyit etmek için gittiğimde önce beni kadın olduğum için içeri almak istemediler. Yeterince bilgi de vermediler tek söyledikleri bu sabah nöbet değişiminde kaçtıkları ve giderken bir kişiyi de yaralamış oldukları."

Yibo oradaki sessizliğe uyum sağlarken tutmakta olduğu eli daha sıkı kavradı. Zhan'ın nefesini tutarak anlık bir sinirle, ve belki de çaresizlikle etrafına bakındığını, gözüne kapının iki yanına yer alan küçük beyaz heykellerden birini gözüne kestirdiğini fark ettiğinde önüne geçti. "Hayır sakinleş."

Kont onun gözlerine bakamıyordu. Öylesine zayıf hisle sarmalanmıştı ki, tuttuğu her dalın kırıldığını attığı yer adımı büyük çöküklerle son bulduğunu düşünüyordu. Kaçan kişilerle yarın konuştuğunda bir yol bulabileceğine inanmıştı. Ama canının asıl sıkıldığı nokta o kişilerin bir yardım almadan kaçamayacak olmasıydı. Birileri hep o bulmaya çalıştığı kişiden yana oluyor, onun istediği yola giriyordu. Ama elini tutan ve yanında duran insanlar dışında kimse ondan yana olmuyordu. Yalnızdı.

"Xiao Zhan."

Gözlerini yerden kaldırmadı. Aniden büyük bir yorgunluk musallat oldu başına. "Odama gidip dinleneceğim." Dedi ve dalgınlıkla elinden tutunan adamın varlığını unutarak yürümeye başladı. Neyse ki Yibo da onunla birlikte yürümeye başlamış ve arkalarında endişeli gözlerle onları izleyen bedenlere halletmeye çalışacağını söylerek  önüne dönmüştü. Zhuocheng Zhan'ın dalgın ve o umarsız haline onaylamaz bir tavırla baş sallayarak yakınında duran kapıyı polis merkezine gitmek için aralarken, Maria ve teyzesi de üzüntü içinde evin salonuna geçmişti.

Ağır adımlarla üst kata çıkan ikili ise odaya girer girmez kapıyı kapatıp birbirlerine sarılmışlardı. Kont başını yasladığı omuzda küçülerek kuvvet bulamadığı kollarını Baron'un bedenine daha çok sararken kısık bir sesle onun ismini mırıldandı.

"Wang Yibo."

Yibo parmaklarını onun saçlarına uzatarak usulca okşamaya başladı. Her zaman karşısında güçlü duran adamın yangın olayından sonra yine gözlerinin önünde günden güne zayıf düşerek kolları arasına sığınmasını kabul edemiyordu. Xiao Zhan bu zamana kadar kararlılıkla yoluna devam etmişti, ne yapacağını bilerek, çokca da emin olarak konuşmuştu. Şimdi onu böyle bitkin görmek, korkularınaa zihninin bariyerinden geçit verse de yapamazdı. Güçlü durmalı ve bu sancılı hisse karşı direnmeliydi.

"Yorulmakta haklısın. "Diye konuştu ilk olarak. Sonra Zhan kafasını kaldırmazken devam etti. Eli hala onun saçlarındaydı. "Ama umutsuz olamazsın, bunun için benim ellerimi bırakman gerekir."

Kont nihayet kafasını koyduğu yerden kaldırıp Yibo'nun güzel gözlerine baktı. Nedendir bilinmez ağlamak istedi, çünkü çok güzeldi. Gözünün görmediği, ardında bıraktığı yerler başka yer, baktığı gözler ise bambaşka bir yerdi. O noktada kalmak istiyordu. Her şeye yüz çevirip önünde duran kişinin gözlerinden bir adım uzağa gitmemeyi diliyordu. Kızaran göz altlarını okşayan parmaklarla birlikte gözlerini kısa bir süreliğine kapadı. Sonra dayanamayarak yeniden açtı ve zihnine onun yüzünü her detayıyla birlikte işledi.

"Dayanamıyorum asla seni böyle görmeye." Yibo kısa bir öpücükle ara verdi konuşmasına.Sonra yumuşak bir sesle devam etti.  "Lordumu da üzülüp geriye çekilme hakkı yokmuş gibi sanki. Sana hiç yakıştıramıyorum hüznün gölgesini. "

Elinden tutarak yatağa götürdüğü adamı oraya oturttuktan sonra önünde eğilerek ceketinin düğmelerine uzandı. Zhan gözlerini kırpmadan ona bakıyor ve cevap vermiyordu. Ağlama isteği de hala olduğu yerdeydi. Sadece sinirini terk edebilmişti. Belki hala düşündükçe içi kaynıyordu ama halledecekti.

"Bugün dinlen, hatta istersen yarın da dinlen. Senin yerine işleri hallederim. "

"Nasıl dinleneyim. Olanları görüyorsun, o kişi bunu istedi, tam da istediği oluyor."

Bu sözleri Yibo'nun saniyelik duraksamasına neden olduğunda boşlukta asılı kalan gözleri onun gözleriyle buluştu. Yüzüne götürdü elini, pürüzsüz yanağına yasladı elini.

"Biliyorum günün birinde hepsi son bulacak. Ama bazen. " Kaşlarının arasında bir çizgi belirdi ve dudakları aşağıya doğru ivmelendi. "Bazen böyle çaresiz hissediyorum Yibo."

Yibo konuşmadan öptü onu. Düğmelerini açtığı ceketini omzundan sıyırırken doğruldu ve ellerini yeni adresi yanakları oldu. Artık nefes alıp vermek kadar olağan bir şeydi onu öpmek. Dudakları arasında dudakları yavaş ama derince öperken gözlerini kapatarak belini bulan güçlü ellere bıraktı kendisini ve geriye ittiği bedenin üzerine tırmanırken en az hareketleri kadar yavaş bir halde geriye çekilip konuştu.

"Hepsini halledeceğiz. Sözlerim yetmezse kalbimi dinle, inancını mutlaka hissedeceksin." Der demez kendisini Zhan'ın altında bulmuş ve bir kez daha şiddetle öpülmüştü. Daha sonra o karşı koyulması zor olan tutku sanki eriyerek tatlı bir sıcaklık bırakmıştı bedenlerinde. Uyuşuk bir halde bedenini yana bırakan Zhan, beklemeden Yibo'ya sarılarak, başını onun  göğsüne yasladı. Onun kolları arasında sığındı. Bu yaptığı da, yıllardır dik durmaya çalışan ve bunu başaran Kont Xiao'nun geçmişe dönerek eksik kalan yanını onarışıydı.

Yibo onu sıkıca sararken ve tıpkı onun gibi susarken biraz sonra Zhan "Konuşsana." Diyerek rica etti. Akşam vaktiydi ve biliyordu ki sadece uyku, tek başına onu iyi edemezdi.

"Sana dinlediğim hikayeleri anlatayım mı?"

Gözlerini kapatarak hm'layan adamın saçlarını okşadı. "Ben çocukken büyükbabam FanXing ile bana hep türlü konularda hikayeler anlatır dururdu. O zamanlar nasıl bir çocuktum hatırlamıyorum. Ama sanırım bir orada bir burada gezen, dünyayı bilmeyen ve kaybolmaya pek müsait bir çocuktum sanırım."

"Niye ki?" Sorusunu soran Zhan biraz daha Yibo'ya sokuldu. "Benim lordum hep en iyisiydi bence, hep en güzeliydi."

Bu sözleri kolları arasında durduğu bedeni güldürdü. "Senin lordun korkak birisiydi. "

Zhan gözlerini açarak kafasını kaldırdı. Sesi boğuk çıksa da tatlı tınısı Yibo'nun kulaklarını okşamıştı. "Hayır, benim lordum en cesuru. Herhalde bu yüzden aşık oldum ona, ya da bir ihtimal büyü yapmış olabilir mi bana?" diye konuştuğunda aynı anda ikisi de tebessüm etti.

Biraz önceki boğucu atmosfer yerini sakin bir sessizliğe bıraktığından olsa gerek ikisi de rahatlamıştı. Kont'un gergin kasları birer birer rahatlayarak onu uyuşuk bir vaziyete sokmuş, Baron ise sırf o biraz rahatladı diye kocaman bir huzura kalbinde kucak açmıştı. Bu yüzden dudaklarındaki gülümsemeyi bozmak için isteksizdi.

"Bir keresinde büyükbabam bana güzel bir gelecek hikayesi anlatmıştı. Orada iyilerin sesi daha yüksek çıkar, bu yüzden kötülüklere pek rastlanmaz demişti." Yavaşça soluklandı ve o dünyayı hayal etmeyi denedi. Ama kendi dünyalarından epey farklı olan başka bir dünyayı düşlemesi zordu. "Hastalıkların hiç var olmadığı, herkesin mutlu olduğu ve iyi şeyleri yaptığı, çocukların ise sadece oyun oynarken düşerse ağladığı bir dünya."

"Çok güzelmiş."

Onu onayladı. Kısa bir süreliğine de olsa o geleceğin var olabileceği iyi hissettirmişti. En karanlık anlarda bile bir umut bulunabildiğini düşündü. Bu düşünceyle daha memnun bir şekilde devam etti.

"Hayal etsene, hırsın ve öfkenin hakim olmadığı bir yerde yaşamak..ve sadece sevdiğimiz kimselerle birlikte güzel işler yapmak. Cennet olabilir miydi orası?"

Zhan yeniden gözlerini aralayarak ona baktığınd, "Sanırım orada seninle herkesin gözü önünde dans da edebilirdik." Diye konuştu. Anlık yükselen duyguları yüzünden sesi daha canlı çıkmış ve Yibo onun yorgun gözlerinde yanıp sönen ışıkları fark edebilmişti. Basit bit eylemin onu nasıl da mutlu edebileceğine hayret etse de hemen ardından bunu bile yapamıyor olmaları yüzünden kapıda hazır bekleyen kedere merhaba dedi.

"Seni herkesin gözü önünde sevebilmek çok güzel olurdu."Dediğinde gözlerini arsızca yoklayan gözyaşlarını karşılık bir süreliğine onları kapadı. Yutkundu, boğazında yıllanmış bir zorlanma vardı ve dönüp dolaşıp yeniden karşı karşıya durduğu hüzünden fazlasıyla alacaklıydı.

Kont onun ne halde olduğunu bakmasa da biliyordu. Bu yüzden değişen rollere uygun bir şekilde toparlandı, doğrularak Yibo'nun gözyaşı akıtmak için sabırsızlanan kapalı gözlerinden öptü. Sakin, kararlı ve geride bıraktığı buhran sebebiyle yüzü daha aydınlıktı.

"Bir gün mutlaka."

Günün son öpücüğünü onun dudaklarına bıraktı. Boynuna kıvrılan ellerine yüzü eşlik etti ve orayı kokladı. Yibo'nun konusunu hep olduğu gibi zihnine kazımak istedi. "Seninle bir gün herkesin gözü önünde dans edeceğim." Dedikten sonra bedenini tamamıyla yatağa bırakarak yeniden Yibo'ya sığındı. Onun da kendisi gibi gözlerini kapatarak henüz vakit erken olsa bile uykuya hazırlandığını bildiğinden kenardan çekiştirdiği örtüyü üzerlerine bırakmıştı.

"Uyuyalım yarın daha iyi bir gün olacak."

Yibo onu onayladı. Bunu destekler nitelikte bir mırıltı döküldü kapalı dudakları arasından ve onu tektar etti.

"Yarın her şey daha iyi olacak."

○○○○○○○○○○○

Hey?

Biliyorum çok gecikti, özür diliyorum hepinizden.

Ancak hastaydım. Yani ikide bir aynı şeyi öne sürüyorum ama bu benim gerçeğim.

Ve birde sınav haftam.

Bayılcam şimdi şuraya. Uykudan geberiyorum, sadece bir kez kontrol edebildim :')

Neyse sakin olayım.

Diğer bölümü de yazdım, sadece son sahnesi eksik. Elimden geldikçe hızlı bitirip yayımlayacağım.

Benimle olduğunuz ve okuduğunuz için teşekkür ederim hepinize.  Güzel bakın kendinize. ♡

Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 112K 35
Oyunculuk kariyerinin dibe çöktüğü sırada bir gay dizisinden teklif alan Kim Taehyung ve ilk kez başrol olacak olan Jeon Jeongguk'un ortak projesi. |...
134K 13.5K 29
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.
109K 13.6K 59
Seungmin ve Chan eski sevgililerdir. Chan'ın yeni sevgilisi Seungmin'e "saçma" mesajlar atınca Seungmin Chan'a yazar.
490K 56.7K 39
çapkın bir omega olan kim taehyung, kızgınlıklarını geçirmek için gözüne alfa jeon jungkook'u kestirir