Beyaz Gece

By misamigoss

2M 172K 140K

Görevini aşk ile perdeleyen bir adam ve o aşka yalnızca yüreğiyle kanat çırpan bir kadın. *** "Gözlerin dünya... More

1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7. Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14. Bölüm
15.Bölüm
16. Bölüm
17.Bölüm
Rüya&Burak Özel Bölüm
18.Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
Rüya&Burak Özel Bölüm II
24.Bölüm
25.Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm | Sezon Finali
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34.Bölüm
35. Bölüm
Güneşi Yakala
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46.Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm
57. Bölüm
58. Bölüm
Rüya&Burak Özel Bölüm III
59. Bölüm
Final

49. Bölüm

24.9K 2.6K 3.1K
By misamigoss

Merhaba 💚

*Bölüm Şarkımız; Bi' Fırlatsam*

Bu bölümü Zynplt03 ve focussonnbaby 'e hediye ediyorum. Her bölüm güzel yorumlarınızla eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim canlar, iyi ki varsınız! 🥰

Keyifli okumalar 🌸

Elimdeki kağıt ile buharlaşıp yok olmak istiyordum tam da şu anda! İletişimimizi yalnızca anne baba boyutunda tutmak ve sınırları korumak yolunda kendi bacağıma sıkmış gibi hissediyordum. Ellerimi kıpkırmızı kesilen ve cayır cayır yanan yüzüme kapatarak sırtımı şifonyere yasladım ve bir süre öylece oturdum ezildiğimi hissederek. Nereden bulmuştu bu kağıdı? Zihnim bu sorunun cevabı için beni uğraştırmazken, Herkül'ün çantamı dağıttığı gün gelmişti gözlerimin önüne.

Ah Herkül!

Bir de Sapanca'da o kağıdı çöpe atmış gibi rol kesmiştim. Aferin bana!

Boğazımdan utanç ve pişmanlık dolu bir inilti koparken ellerimle yüzümü sertçe ovuşturdum. Uzun zaman sonra yaptığım bir eylemden büyük pişmanlık duyuyordum. Peki Barış, o neden kağıdı okuduğunu söylememişti? Yaptığım şeyin nasıl utanç verici olduğuyla yüzleşmemi istemediği için belli etmemeye çalışmıştı muhtemelen! Ellerimi saçlarım arasından hırsla geçirerek ayağa kalktım sinirle. Madem öyle ben de görmemiş sayacaktım.

O sırada çalan telefonumla kendi kendime başımı sallamayı kesip, cebimden çıkardığım telefonun ekranına indirdim bakışlarımı. Ryan görüntülü arıyordu. Hızlı adımlarla odanın kapısını kilitleyip banyoya girdim hemen.

''Bebeğimmmmmm.'' dedi Ryan'ın neşeyle yükselen gür sesi aramasını yanıtladığımda. ''Burada daha çok erken ama biz gece hiç uyumadık.''

Zaten bozulan moralim, Ryan'ın son cümlesiyle endişeyi de katık etmişti şimdi kendisine.

''Ne, neden?''

Anında ekranı çevirdi Ryan ve minik koluna konan papağanla kendince konuşmaya çalışan Deniz'i gösterdi bana.

''Babama birisi hediye etmiş dün bu haytayı. O da Deniz'e hediye etmek istedi ve sizin evdeki son durum bu.'' dedi kıkırdayarak. ''Gece getirdim, Deniz yeni oyun arkadaşını o kadar sevdi ki uyumak kelimesini silip attı lügatından.''

Sıkıntıyla büzüşen ruhum aldığım ferah soluk ile gevşerken hızlanan kaygılı kalp atışlarım da yavaşlamıştı.

''Ryan, korkuttun beni.'' diyerek Deniz'e ve hevesle oynadığı papağana bakarak gülümsedim. ''Deniz, annem yeni arkadaşın mı oldu senin?''

Ona seslenişimle başını çevirip ekrana bakan Deniz'in aydınlık güleç yüzü ve parlak gözleri ne kadar mutlu olduğunun kanıtıydı. Beni görünce de heyecanlanıp cıvıldarcasına bir kahkaha attı ve kolundaki papağanı göstermeye çalıştı kendince.

''Ayneee böyd.'' dedi gagasıyla kendi ayaklarını yoklayan gri papağana aşkla bakarak.

Dün akşam konuştuğumuzda, Deniz huzursuzlanmış ve neredeyse yüzüme bakmamıştı yaptığım tüm şebekliklere rağmen. Haklıydı, hangi bebek ona bu kadar ihtiyaç duyduğu bir dönemde annesinden bu denli uzak kalabilirdi ki? Şimdiyse kolundaki papağan sayesinde küskünlüğünü bir süreliğine unutmuşa benziyordu.

''Aynee böyd.'' dedi yineleyerek kıkır kıkır gülerken.

''Kuş de annem daha kolay söylersin.'' diyerek kıkırdasam da Deniz'in benimle pek ilgilendiği söylenemezdi.

Hayvanları bu kadar seviyor olması içimi kıpır kıpır ediyordu. Fiziksel olarak benzemese de karakter özellikleri bana benziyordu, en azından şimdilik.

''Sen nasılsın Leyla?'' diye sordu Ryan, Deniz'in saçlarını okşayıp alnına dudaklarını bastırdıktan sonra ekrana dönerek.

''Aynı.''

Hasret dolu, çaresiz, köşeye sıkışmış...

''Sen nasılsın?'' diye sordum gözlerim Ryan ve Deniz arasında mekik dokurken.

Omuz silkip geçiştirircesine gülümsedi.

''Ben de bildiğin gibi işte. Döndüğünde daha detaylı konuşuruz zaten.''

Hayatımın en zor anlarında yanımda olan Ryan, belki de kendi hayat döngüsündeki en zor zaman dilimini yaşıyordu ve buna rağmen Deniz'i mutlu etmekle uğraşıyordu sürekli. Yaşanan tüm aksiliklere karşın iyi insanlar, iyi ki dedirten insanlar da vardı. Ve onlar şüphesiz ki hayatı yaşanılır kılıyordu.

*

Deniz ve Ryan ile konuşmak, Barış'ın okuduğunu bildiğim o kağıda rağmen biraz olsun mutlu ve dirayetli kalabilmemi sağlamıştı. Hatta kahvaltıda Barış'ın yüzündeki geniş tebessümle sürekli beni izlemesine bile aldırmamış, masadakilerle sohbet etmiştim. Kahvaltıdan sonraysa Rüya öğrencilerine online olarak keman dersi vermeye odasına çıkmış, Kadir abi ile Erdal amca işe gitmiş, Emel teyze ve Berrin hala da polis gözetimi şartıyla çocukları okula yolcu edip mutfağa geçmişlerdi.

Şimdiyse Senem abla, Nil, Damla, Sarp ve Barış ile salonda yalnızca bizler kalmıştık.

''Buse'lere ne zaman gideceğiz?''

Damla kahvaltı boyunca dile getirdiği sorusunu tekrarlayınca Nil, Senem ablanın yanında oturan Barış'a kaydırmıştı gözlerini.

''Murat abilere geçebilir miyiz ortak bahçeden?'' diye sorarken Barış'ın bakışları Nil'i bulmuştu. ''Hem Leyla'ya da biraz değişiklik olur.''

Barış'ın bakışları bana çevrilse de bakmadım ona, zaten o da fazla beklemeden Nil'e döndü tekrar. Komşuya gitme fikri şu an buradan biraz olsun uzaklaşabilmek adına mantıklıydı doğrusu.

''Ortak bahçe de gözetiliyor, geçebilirsiniz ama Sarp da gelsin yanınızda.''

Masanın başındaki sandalyeye oturmuş ve dirseğini masaya çenesini de eline yaslamış vaziyette melül melül Nil'i izleyen Sarp, duyduğu şeyle kelimenin tam anlamıyla canlanmış ve neşeyle olduğu yerden ayağa fırlamıştı.

''Tabii tabii.'' dedi dünden razı bir şekilde onaylarcasına sırıtarak. ''Hemen gidelim.''

Nil, Sarp'ı süzüp kıkırdarken, o anda  ayağa kalkıp ona sarılan Senem ablayla başını önüne çevirmişti.

''Nil çok teşekkür ederim, çeviriler Ankara'ya gidip gelince çok aksadı yetiştiremiyordum.''

''Ne demek, Buse'yi ben de özlemiştim zaten.''

Minnetle gülümseyerek Nil'i yanağından öptü Senem abla ve arkadaşına gideceği için mutlulukla kıkırdayan kızına dönüp onun da başına uzun bir öpücük kondurdu.

''Ben yukarı çıkayım o zaman burada çalışamıyorum.''

Senem ablaya başını sallarken Nil'in adımları da kapıya dönmüştü.

''Ben de yüzüme bir şeyler süreyim. Evdeyiz diye makyajı unutacağım.'' dedi ve yengesinin koluna girdiğinde ikisi de gülüşerek çıktılar salondan.

''Ben de şu saçlarımı düzelteyim o zaman iki dakika.'' dedi Sarp da ayaklanıp kapıya doğru yürürken.

''Burak efendiye haber ver, tribini çekemem koca herifin.'' dedi Barış Sarp'a, sonra da kolundaki saati gözleriyle yoklayarak devam etti. ''Melih amirle görüşeceğim ben yarım saat sonra. Kuzey'in adamlarından birisi yakalanmış, öğlene kadar eve dönmüş olun bir şeyler çıkabilir.''

Boşa heveslenmekten o kadar yorulmuştum ki bu habere dahi sevinemiyordum artık.

''Tamamdır.'' diyerek salondan ayrılan Sarp ile ben de çıkıp çıkmamak konusunda kararsız kalmıştım.

Odada Barış ve Damla kalmıştı yalnızca şimdi kaçarcasına çıkmak, Barış'ın ondan kaçtığımı düşünmesine neden olurdu. Ah! Allah kahretsin ne zamandan beri başkalarının ne düşündüğü davranışlarımı şekillendirmeye başlamıştı?

''Saçlarını öreyim mi amcacığım?''

Barış'ın neşeli sesi ile kendi kendime öfkelenmekten vazgeçerek bakışlarımı yerden kaldırıp onlara diktim. Yanına oturan Damla'ya değil, sanki bana soruyordu bu soruyu yüzündeki şapşal gülüşle.

''Nasıl öreceksin?'' diye sordu Damla da amcasına hevesli bir merakla.

''Balıksırtı.''

Barış'ın yüzümde turlayan bakışları, içtenlikle söylediği kelimenin ardından tepkimi ölçmek istercesine gözlerimde sabitlenirken, kalbim benliğimden habersiz bahara uçan bir kelebek gibi kanat çırpmaya başlamıştı. Balıksırtı örmeyi mi öğrenmişti? Konuşamıyor, hareket edemiyor ve gözlerimi de Barış'ın gözlerinden kaçıramıyordum. Birbirine kenetlenen gözlerimiz basit bir kelimenin bizler için nasıl devleşebileceğinin yadsınamaz gerçekliğiyle sınanıyordu sanki...

''Ollleeeey.''

Damla'nın neşeyle çığlık atıp amcasının kucağına atlamasıyla kenetlenen bakışlarımız koparken başımı yere indirdim güçlükle. Ona dair bir şeyleri unutmak için Titreyen ellerimle siyah triko elbisemin kumaşını avuçlayarak kuruyan boğazımı ıslatmak adına yutkundum sertçe.

''Tamam tokanı ver bana, sonra da çok kıpırdamayacak şekilde şöyle düzgünce otur önümde olur mu lokumum?''

''Olur amcacığım.''

Yanaklarımın iç kısmını dişleyerek gözlerimi yerdeki ahşap parkeye kilitledim. Bir yanım buradan derhal kalkıp gitmemi emrediyor, diğer yanım da onları izlemem konusunda inatla diretiyordu.

''Şu minderin üzerine otur güzelim. Canını acıtırsam da söyle.''

Kafamın içinde kavgaya tutuşan sesler, Barış'ın yumuşacık sesiyle titreyen kirpiklerimi aralayıp gözlerimi onlara doğru kaldırdım ağır ağır. Önünde yerdeki mindere oturan Damla'nın saçlarını dudaklarındaki sıcak tebessüm ve nazik el hareketleriyle ayıran Barış, dikkatli gözlerini de yeğeninin saçlarından ayırmıyordu. Yalnızca bir anlığına gözleri bana kaymıştı, ve onu izlediğimi gördüğünde de bir çocuk gibi sevinmiş ve gözlerinin kısılmasını sağlayacak kadar genişleyen tebessümüyle Damla'nın saçlarına indirmişti bakışlarını tekrar.

Ve birkaç dakika içinde de küçük kızın saçlarını harika bir balıksırtı örgüsü haline getirmişti. Ardından da parıldayan gözleri, jüriymişim gibi bana çevrilmiş ve hevesle bir şeyler söylememi beklemişti.

''Çok yakıştı Damla.'' dedim gözlerimi Barış'tan ayırıp, minik  ellerini gülümseyerek saçlarında dolaştıran Damla'ya.

''Yaşasın çok güzel oldum ben.''

Olduğu yerde zıplayarak yemek masasının arkasındaki duvarda bulunan aynaya bakabilmek için o tarafa koşturan Damla, sandalyeye çıkarak aynada kendisini gördüğünde daha da sevinmiş ve ufak sevinç çığlıkları atmıştı.

''Leyla.''

Barış'ın kısık sesiyle çekimser bir tonda ismimi söylemesiyle başımı çevirip ona baktım. Dudaklarındaki tutuk tebessüme zıt gözlerindeki belirgin istekle bana bakıyordu.

''Efendim?'' dedim net bir ses ve ifadesiz yüzümle.

İçine heyecanlı ve gürültülü bir soluk çekip başını hafifçe sağ omzuna doğru yatırdı.

''Eğer istersen.'' dedi gülümsemesi genişlerken ve sonra biraz duraksayıp ellerini kot pantolonunun diz kısmına sürttü. ''Yani istersen senin saçlarını da örebilirim.''

Bağımsızlığını ilan eden kalbim keşke diye bağırdı, lakin kalbimin hafıza probleminden muzdarip olduğunu savunan yaralı bilincim derhal egemenliği eline aldı.

''Teşekkür ederim.'' dedim ifadesizliğini koruyan yüzümle. ''İstemiyorum.''

Gülüşü duyduklarıyla solar gibi olsa da kaybolmadı.

''Peki, kazandibi yapmamı ister misin senin için?''

Ezgi için künefe yapmayı denediği mutfakta benim için tekrar kazandibi mi yapacaktı?

''Hayır!'' dedim, bu kez aklıma gelenlerle kaşlarımı çatarak sertleşen sesimle.

Bu söylediğim dudaklarındaki tebessümün tamamen kaybolmasına neden olurken dişlerimi sıktım hırsla. Denetlemek isteyip de denetleyemediğim her duygudan nefret ediyordum şu an. Ezgi'ye künefe yapmış olması beni neden ilgilendirirdi ki? Başımı yere eğerek pişmanlıkla yutkundum. Riyakar hissettiğim anlardan birini daha yaşıyordum şimdi. Anne baba olarak sağlıklı iletişim kurmak isteyen ben değilmişim gibi öfkeli davranıyordum. Üstelik Barış'a yakınlaşma girişiminde bulunduğu için kızabilir miydim peki? O notu saklayan benken!

Neyse ki riyakarlığımla cebelleşmem uzun sürmemiş, Nil ve Sarp geldiğinde sessizleşen Barış'ı salonda bırakarak evden ayrılmıştık.

*

Nil, Sarp ve Damla ile yüksek tavanlı ve her tarafı beyaza boyalı yan eve geldiğimizde, onlara eşlik etmemin nedeni biraz olsun nefes alabilmekti. Deniz'e olan özlemim, beni zorlayan duygularım ve Barış hepsi bir araya geldiğinde katlanılması güç bir hal almıştı durum. Şimdiyse Buse ve Damla hasret giderirken, biz de evin sahibi Murat Bey ile sohbet ediyorduk. Burcu'nun abisi olduğunu öğrendiğimde bunu hayli garipsemiştim ister istemez. Zira adam kardeşinin aksine oldukça ağır başlı ve kibardı. Onu terk eden eşinin ardından, kızı ve ailesiyle burada yaşamaya devam etmişti Nil'in laf arasında anlattığı kadarıyla.

''Beğendin mi buraları Leyla?'' diye sordu Murat Bey, bana Nil ve Sarp, kızların yaptığı boyamalara bakmak için odanın ucuna onların yanına gittiğinde.

Alt dudağımı hafifçe aşağı sarkıtıp omuz silktim. Beğenip beğenmemeye dair bir görüşüm yoktu çünkü gözümü direkt Barış'ların evinde açmış ve Antakya'da olduğumu öğrenmiştim.

''Gezme fırsatım olmadı hiç.'' dedim açıklama yaparak. ''Ama insanları çok sıcak ve içtenler, eminim Antakya da çok güzeldir. ''

Parmaklarını alnına düşen gür sarı saçlarından geçirerek başını salladı ve yeşil gözlerini benimkilere dikti gülerek.

''Benim eski eşim de buralı değildi, geldiğinde bayılmıştı. Barış seni dolaştırmak için fırsat bulursa Eski Antakya'dan başlayın.'' dedi samimi bir tavsiyeyle. ''Yapılar çok doğal orada, eminim sen de seversin. Bu arada sen diye hitap ediyorum ama sorun olur mu?''

Gülümseyerek başımı iki yana salladım.

''Hiç sorun değil. '' dedim ve bakışlarımı yere indirdim.

''O halde sen de Murat de lütfen.'' dedi ve gülümseyerek başımı salladığımda ''Eee künefe yedin mi?'' diye sordu.

Benim sık sık sessizleşmem ve onun da misafirperver davranma zorunluluğu hissetmesi yeni konular açmaya itiyordu onu muhtemelen.

''Şerbetli tatlılar ağır gelir bana genelde, o yüzden çok az da olsa tadabildim.''

Kaşları bu duruma şaşırdığını belli edercesine yukarı dikilirken bana bir sır vermek istiyormuş gibi dirseklerini dizlerine yaslayıp bedenini hafifçe öne eğdi.

''Sakın yerli halka söyleme ama ben ballı bir şerbet yapıyorum.'' dedi ve iştahla dudaklarını birbirine bastırıp iç çekti. ''Efsane oluyor, ayrıca çok da hafif.''

Bu kez şaşırma sırası bana geçmişti.

''Pelin yani eski eşim de sevmezdi şerbetli tatlıları.'' diyerek geri yaslandığında gözlerine bir anda büyük bir hasret oturmuştu. ''O beğensin diye keşfetmiştim.''

Düz bir çizgi halini alan dudakları ve hüzünle kaplanan yüzü, eski eşine karşı hala hisleri olduğunu ve onu özlediğini gösteriyordu. Neden ayrıldıklarını, eski eşinin kızını babasına bırakarak gitmeyi nasıl kabul ettiğini merak etmediğimi söylemesem yalan olurdu. Lakin yarım saattir tanıdığım birine bunları soracak kadar patavatsız değildim.

''Baba, babaaa.''

O sırada koşturarak yanımıza gelen Buse, ellerini babasının dizlerine yaslayıp ona bakarken Damla da benim yanıma gelip kucağıma oturmuştu. Başımı çevirip Nil ve Sarp'a göz attım hemen. Çocukların yaptığı resimleri inceleyip, gülerek sohbet ediyorlardı. Hafifçe tebessüm edip kucağımdaki Damla'yı öperek Buse ve babasına döndüm ben de.

''Baba, sen de benim saçlarımı ör.'' dedi küçük kız istekle babasına bakarken, sol elini de adamın yanağına uzatıp sevmeye başlamıştı. ''Lütfen.''

''Olur.'' dedi Murat ellerini kızının açık kumral saçlarına uzatarak. ''Senin için örmeyi öğreneli çok olmuştu zaten.''

''Yuppiiiii!''

Küçük kızın iri ela gözleri sevinçle bize dönerken at kuyruğu saçlarını çözerek babasına sırtını dönmüştü. Babası da kızının sık sık hareket etmesine rağmen ustalıkla örebilmişti saçlarını çabucak.

''Çok güzel oldu.'' diyerek kucağımdan kalkıp Buse'ye sarılan Damla, arkadaşıyla aynı saç modeline sahip olmaktan fazlasıyla mutlu görünüyordu.

Küçük kızın benim görüşlerimi de merak eden bakışları hevesle bana çevrildiğinde de kocaman tebessüm ederek ''Mükemmel oldu, çok güzelsiniz kızlar.'' dedim içtenlikle.

''Hadi, bütün kızların saçı aynı olsun bugün o zaman''' dedi Buse yerinde zıplayıp ellerini heyecanla çırparak. ''Babam Nil abla ve senin saçlarını da örsün olur mu?''

İtiraz etmek için aralanan dudaklarım, Buse ve Damla'nın Nil'e bağırmasıyla ses kazanamamıştı.

''Nil abla, hadi babam senin saçlarını da örsün. Hepimiz aynı olalım. Akşam Burcu halam gelince onunkileri de örer.''

Duyduğu şey, Nil'in hiç hoşuna gitmemiş olacak ki yüzünü ekşitip başını iki yana salladı anında.

''Bu sabah saçlarıma maşa yaptım Buse'ciğim, çok uğraştığım için kabul edemem.'' dedi üzgün bir sesle. ''Başka bir gün yapalım ama söz veriyorum canım.''

Buse'nin hevesi kırılan ve dolan küskün gözleri yavaşça bana kayarken iç geçirerek başımı salladım aşağı yukarı. Annesinden uzakta oluşu onu reddetmemi engelleyen en geçerli faktördü elbette.

*

Eve döndüğümüzde avlunun ortasında semaver yakan halayı görünce Nil kahkaha atmış, Sarp ve ben birbirimize bakarak şaşkınca gülümsemiştik. Hava güneşliydi lakin kışın ortasındaydık ve semaver havası yoktu en nihayetinde.

"Hala, yaza daha çok var." dedi Nil halasının yanına yürüyüp dumanı henüz tütmeye başlayan semavere eğilerek.

"Olsun kızım, üşümüyorum ben. Hem semaver asıl soğukta içilir, şöyle insan gibi tadında çay içelim."

"Ben de içeceğim dumanlı çaydan." dedi elimi tutan Damla kıkırdayarak.

"Annen izin verirse içersin bastıbacak." diyerek neşeli bir kahkaha savurdu Berrin hala da.

"Valla ben içerim, semaver çayı bulmuşum mis gibi." dedi Sarp da ellerini ovuşturarak.

O sırada Berrin halanın arkasında kalan kapılardan biri açılmış Burak, Levent ve Barış dışarı çıkmışlardı.

"En işlek sınır kapısından kaçacak kadar aptal değil. Yunanistan'dan kaçma ihti-"

Barış'ın gözleri beni bulduğunda, daha doğrusu balıksırtı şeklinde örülmüş olan saçlarımı fark ettiğinde cümlesi yarıda kesilmiş ve algılamak istercesine kısılmıştı bakışları.

"Öğlen olmadan geldik toplantı yapacak mıyız?" diye soran Sarp'a bir cevap vermeden hızlı ve uzun adımlarla bize doğru yürümeye başlamıştı Barış.

Adımlarındaki kararlılık gözlerine de bulaşmıştı. Zira simsiyah kesilen bakışları bir an olsun gözlerimden kopmuyordu. Üstelik attığı her adımda gözlerindeki delicilik de artıyordu.

"Kim ördü saçlarını Leyla?" diye sordu ve tam karşımda durarak dişlerini sıktı burnundan solurken.

Kaşları çatılmış hatta yüzü neredeyse hiddetli bir ifadeye bürünmüştü.

"Yan tarafta sarışın bir Zeus var o ördü. Murat abi, pek yakışıklıydı maşallah buralı olmasına da şaşırdım yani sarışın olunca ta-"

"Tamam sus!"

Duyduğu her kelime Barış'ın kaşlarının yavaş yavaş yukarı dikilmesine sebep olurken, gözlerine yerleşen kırgın fakat bir o kadar ateşli öfke fazlasıyla belirgindi. Dişleri arasından içine çektiği gürültülü soluğun ardından sinirle gülümsedi. Sonra da omzuyla hafifçe omzuma çarpıp merdivenlere yürüdü.

Niçin tavır almıştı ki şimdi? Ve daha da önemlisi aldığı tavır benim neden kötü hissetmeme neden oluyordu?

"Barış emniyete gidecektik, gelmeyecek misin?"

Levent'e bir cevap vermek yerine merdivenlerin yanındaki porselen bibloya tekme atarak herkesin bakışlarının ona kaymasını sağlayan Barış basamakları hızla tırmanıp odasına girmişti. Tabii kapıyı kulaklarımızı çınlatacak kadar gürültüyle kapatmayı sonra da kapattığı kapıya bir şeyler fırlatmayı ihmal etmemişti.

"Niye tazmanya canavarına dönüştü bu adam be?"

Sarp'ın Barış'ın peşimden anlamayan gözlerle bakıp söylediği şey Nil'i hafifçe gülümsetirken, Berrin hala kıkırdayarak saçlarını geriye savurmuştu.

"Gelinimi kıskandı tabii aslanım. Ee elin adamının ellerinin ne işi varmış bizim gelinimizin saçlarında?" dedi sonra da beni süzerken şaka yollu.

Hoş olmayan şakasına kaşlarımı çatarak gözlerimi kaçırdım ondan.

"Aman yok artık. Yemedi adam kızın saçlarını, ne güzel ördü işte." dedi Nil halasına gözlerini belerterek. "Abim o kadar da mağara adamı değildir bence."

Nil'in söylediği son şeyden sonra sorarcasına bana çevrilen gözleri ile sinirle iç çekip merdivenlere yürüdüm ben de bir cevap vermeden.

*

Akşam yemeğine kadar Rüya ile odadan çıkmamış Deniz ve Böyd adını verdiği papağanının fotoğraflarına bakmıştık. Heyecanı yeni yeni geçtiğinden de şu sıralar ancak uykuya dalabilmişti uykusuzluğa daha fazla direnemeyerek. Bense onsuzluğa daha ne kadar direnebilirdim bilmiyordum. Her an gidebilme ihtimaliyle bavulumdan giysilerimi bile çıkarmıyordum, lakin elle tutulur bir şey de yoktu ellerinde Kuzey'e dair. Umutsuzluğa kapıldığım her an gözlerimi yaşlarla doldursa da Rüya'nın bana sarılarak teselli etmesiyle biraz olsun sakinleşiyordum.

Şimdi de Nil'in odaya gelip bizi çağırmasıyla Rüya ile aşağı akşam yemeğine inmiş ve karşımıza oturan Barış ile Burak'ın mahkeme duvarından hallice suratlarına şahit olmak durumunda kalmıştık. Yemek boyunca suratlarını asmalarının yanında, masadaki sohbete de katılmıyor kendilerine sorulan soruları geçiştirerek kısa yanıtlarla cevaplıyorlardı.

"Leyla abla."

Salonun kapısından elindeki tabakla giren Şeyma'ya çevrildi Barış ve Burak'ın tatsızlığı yüzünden sessizleşen masadaki bakışlar.

"Murat abim künefe yapmış, sana anlattığı gibi neyse artık ondan yapmış. Denemeliymişsin mutlaka."

Şeyma'nın konuşarak masaya doğru yürüyüp bana doğru yeltenmesiyle, Barış elindeki çatalı sertçe tabağına bırakmış ve çıkardığı gürültüye aldırmadan "Ver bana." demişti, çıkan yüksek sesle olduğu yerde sıçrayan Şeyma'ya.

"Ama Barış abi, Leyla ablaya yap-"

"Ver şunu abiciğim sen bana. Hadi!"

Barış'ın sabırsız çıkan tok sesiyle omuz silkip Barış'a doğru uzattı tabağı Şeyma. Barış da çatışan kaşları, asılan kızgın yüzüyle kendisine uzatılan tabağı alıp henüz yiyeceklerle dolu olan kendi tabağının üzerine koydu sertçe. Sonra da kendisine çevrilen şaşkın bakışlara aldırmadan, gözlerini gözlerime mıhlayarak ciddiyetle önündeki tatlıyı yemeye başladı. Neredeyse 5 iri dilim vardı, hepsini yemek gibi bir fikri olmadığını varsaymak istiyordum.

"Barış, hepsini yemeyeceksin değil mi anneciğim?"

Emel teyze aklımdan geçenleri dışa vururken, Barış ona bir cevap vermek yerine yüzümden ayırmadığı gözleriyle künefeden iri lokmalar alarak yemeye devam etmişti.

"Hişt. Oğlum bize de bıraksana biraz lan!"

Kadir abinin de tatlıya çatalıyla uzanmasına fırsat vermeden omzuyla yana itmişti abisini de.

"Yemeğinize devam edin hadi."

"Bulaşmayın ballı lokmama. Bırakın yesin genç, aslan gibi maşallah benim paşam. Eritir."

Berrin halanın söylediğine Yusuf ve Esma kahkaha atarken, Levent de "Aslanım benim." diyerek dalga geçmişti Barış ile.

"Ne olacak canım gece Suriye sınırına kadar koşar gelir. Yerli Usain Bolt, helal sana."

Yusuf'un söylediği de Barış'ın üzerinde etki yaratmazken bakışlarından rahatsız olarak bakışlarımı önümdeki tabağa indirdim. Böylesine meydan okuması ve duyduğu öfke fazlasıyla gereksizdi.

Sonraki dakikalar da başımı kaldırıp Barış'a bakmadım. Gerçi kimseye bakmadım, Berrin halanın imalarından diğerleri de neler döndüğü hakkında fikir edinmiş olmalıydılar. Yemek nihayet bittiğinde de masadan ilk kalkan ben olmuştum. Masayı toplamama zaten müsaade etmediklerinden yardım talebinde bulunmadan yukarı çıkmak ve yatağa gömülüp Deniz'in videolarını izlemek istiyordum.

Salondan çıktığımda yüzüme çarpan soğuk hava içeride olanlar yüzünden yanan yanaklarıma hatta tüm bedenime iyi gelirken uzun bir soluk çektim içime. Bu belirsizliğe daha ne kadar tahammül edebilecektim? Geçen her saniye her dakika sabrımı törpülüyordu.

"Leyla?"

Salonun kapısından dışarı çıkan Emel teyzenin sesi ona doğru dönmeme neden olurken, güleç yüzüyle elini uzatıp saldığım saçlarımı okşadı.

"İyi misin?"

Konuşmak istemediğimi belli etmek adına gülümsedim hafifçe ve bakışlarımı yere indirdim.

"Aslında ben," dedi fakat o sırada dışarı çıkan Barış ile duraksadı.

Bir şey söylemeden merdivenlere yürüyen Barış'a seslendi bu kez de annesi.

"Barış, biraz gelsene."

Annesinin konuşmasıyla adımları yavaşlayan Barış, dönüp bize bakarken annesinin başıyla gelmesini işaret etmesi bu tarafa doğru yürümesine neden olmuştu.

"Barış, aslında ben Leyla'ya bir şey teklif edecektim ama senin de bilmen gerekir." diyerek tereddütle gülümsedi Emel teyze. "Anneannenin gebe koyunlarından birisi bugün çok rahatsızlanmış. Veterineri çağırmış ama köye şimdi gelemem diye terslemiş anneanneni. Acaba tehlike yaratmayacaksa ve Leyla da kabul ederse, Leyla'yı götürebilir misiniz siz?"

Annesini ifadesiz donuk bir yüzle izledi Barış.

Sonra da "Leyla'nın benimle bir yere gitmek isteyeceğini düşünmüyorum." dedi annesinin cümlesi biter bitmez. Otoriter sesiyle de devam etti ve "Bensiz de bir yere kıpırdamasına müsaade edemem. Anlattığım gibi tehlikeli bir süreç bu anne." diyerek kestirip attı.

İnanamaz bakışlarım Barış'ın yüzüne çevrildi hızla. Fikrimi sormamıştı bile! Üstelik benden ya da annesinden bir cevap beklemeden de arkasına dönüp merdivenlere yürümüş sonra da basamakları sinirle tırmanarak gözden kaybolmuştu.

"Nesi varmış koyunun?" diyerek Emel teyzeye döndüm şoktan sıyrılmaya çalışarak.

O da şaşırmış olmalıydı ki kahverengi gözleri Barış'ın ardından bakakalmıştı.

"Beslenmiyormuş, kaslarında da titreme varmış." diye yanıtladı beni. "Ara ara da kasılıp kalıyormuş bacakları."

"Gebelik toksemisi olabilir. İlerlerse komaya bile girebilir." dedim düşen yüzümle. Sonra da kendi kendime başımı salladım. "Ben gideceğim." diyerek kolumdaki saati yokladım hemen.

18.23

"Daha çok geç de değil."

"Ama Barış."

"Barış'a söylerim, gelmek istemezse diğer polislerle giderim." diyerek çenemi hafifçe yukarı kaldırdım.

Merdivenleri aceleyle tırmanıp üzerimi değiştirdim. Kalın su yeşili boğazlı bir kazak ve buz mavisi kot pantolon hava soğuk da olsa ahırda üşümemi engellerdi muhtemelen. Çantamı ve paltomu da alarak Barış'ın odasına adımlayıp kapısını çaldım hemen.

Yanıt gelmedi.

Tekrar çaldım.

Bekledim. Fakat yanıt gelmedi yine.

Bir kez daha çalıp bu kez beklemeden içeri girdim.

Odası boştu fakat sağ taraftaki banyonun aralık duran kapısından sus sesi geliyordu. Kendisini birkaç dakika içinde duşa atmıştı anlaşılan.

"Barış." dedim banyonun kapısına doğru ilerlesem de kapıya çok yaklaşmadan, sesimi yükselterek yineledim. "Barış, anneannenin koyununu muayene etmek istiyorum."

Su sesi kapandı birkaç saniye içinde.

"Leyla?" dedi Barış'ın banyoda yankılanan sesi sorarcasına.

"Benim." dedim suyun sesi kesildiğinden sesimi normal tona indirerek. "Anneannenin koyununu muayene etmek istiyorum. Gebeymiş geç kalmadan muayene etsem iyi olur."

"Çıktığımda konuşalım." dedi soğuk ve neredeyse tersleyen geçiştirici sesiyle.

Kaşlarımı çatarak tırnaklarımı ellerim arasında tuttuğum paltoma geçirdim sinirle. Böylesine saçma bir tavır takınmasına neden olacak hiçbir şey yapmamıştım. Üstelik ortada bir canlının hayatı söz konusuydu.

"Derdin ne senin Barış?" diye sordum artık taşan tahammülümle.

"Derdim mi ne?"

Alaycı bir edayla harmanlanan gergin sesi, banyodan yankılanıp kulaklarımı doldururken birbirimizi anlamadığımız aşikardı.

"Çıkacağım şimdi, konuşuruz." dedi sonra da ben bir yanıt vermeyince otoriter çıkan sesiyle.

Hangimiz şu an için daha sığı düşünüyorduk veya sebebi tam olarak neydi bilmiyordum ama gereksiz bir inatla bana tamam demesini bekliyor ve istiyordum. Hemen şimdi, daha sonra değil!

"Barış!" dedim direterek. "Aşağıda benim adıma bana ait olmayan düşünceleri dile getirdin farkında mısın? Hem ben-"

Kapıya doğru yaklaşan adım seslerini işittiğimde dudaklarımı birbirine bastırarak sustum. Hemen ardından da banyonun aralık kapının açılmasıyla yüzüme çarpan buhar süzüldü tenime. Fakat saniyeler içinde Barış'ın da o kapıdan ıslak vücuduyla çırılçıplak çıkıp, karşıma dikilmesi ve "Neye, ne zaman inat edeceğini asla kestiremiyorum! Seni zor durumda bırakmak istemedim yalnızca." diyerek gayet normal bir şekilde konuşması beklediğim ve idrak edebileceğim bir durum değildi.

''Bu-bu halin ne?'' dedim gözlerim önce fal taşı gibi açılıp ardından sımsıkı kapanırken dev bir ateş topu tarafından yutulmuşçasına yanan bedenimle ona sırtımı döndüm çabucak.

''Ne, ne oldu-'' afallayarak sustu, nasıl çıktığını fark etmiş olmalıydı.

Sanki çıplak olan kendimmişim gibi elimdeki paltoyu delicesine atan kalbimle beraber hızla inip kalkan göğsüme bastırdım hızla. Uğuldayan kulaklarıma rağmen, Barış'ın aldığı sıkıntılı soluğu ve hemen ardından da ''Akıl mı bıraktın?' diyerek ters ters homurdanıp tekrar banyoya girdiğini işitmiştim.

''Havluyu unutmuşum kusura bakma.'' dedi birkaç saniye sonra geri dönüp banyonun kapısını kapatarak. ''Dönebilirsin havlum var şu an.''

Dilim damağım kurumuştu şoktan ve kıpırdayabilmek de hala şokun sarsıcılığını yaşarken hayli zordu.

''Canavar görmüş gibi abartma istersen Leyla.'' dedi Barış'ın alaya kayan sesi.

Kaşlarımı çatarak ona doğru dönerken, ''Biraz daha dikkatli olabilirdin!'' dedim terslercesine.

Beline sardığı beyaz havlu ve göğsünün altında bağladığı kolları ile bana bakıyordu silik bir tebessümle.

''Çıplak görülen benim ama şikayet eden sensin?''

''Banyodan o şekilde çıkmanı ben söylemedim sana!'' diyerek gözlerimi çıplak üst bedenine değdirmeden yüzünde sabitledim.

''Aklımı karıştırdın fark etmeden çıktım bir anda.'' dedi kaşlarını yukarı dikerek bunun gayet normal olduğunu belirten ifadesiyle omuz silkti. ''Kusura bakma, bir daha olmaz.''

''Olmasın mümkünse!''

Saç diplerime kadar terlediğimi hissediyordum, hatta ensemden sırtıma süzülen bir damla konuyu derhal kapatmamı emrediyordu.

''Neyse,'' dedim gözlerimi yüzünden ayırıp yere indirerek. ''Anneannenin koyununa bakmak için gidebiliriz. Yani eğer sen de gelmek ister-''

''Bensiz zaten gidemezsin.'' dedi beni bölerek kararlı bir sesle. ''Varlığımdan rahatsız olmayacağına eminsen gidebiliriz.''

Sinir bozucu tavrı karşısında sakin kalmak her ne kadar pek mümkün olmasa da çenemi yukarı dikerek gözlerimizi buluşturdum tekrar.

''Varlığından rahatsız olsaydım bu evde her ne olursa olsun kalmazdım!'' dedim, lakin bu cümlem Barış'ın gergin yüzünü yumuşatıp dudaklarındaki tebessümü genişlettiğinde yanlış bir yorum çıkarmaması adına da devam ettim. ''Bak birkaç gün önce de konuşmuştuk, kanlı bıçaklı değiliz. Sen Kuzey ile ilgili riski azaltmak adına beni buraya getirdin. Ben de seni anladığım için sonrasında problem çıkarmadım. Sınırlarımızı koruduğumuz taktirde birbirimizden rahatsız olmamız da anlamsız zaten.''

Söylediklerimden neyi ne kadar anladı bilmiyordum, lakin dudaklarındaki geniş tebessüm silinmemiş ve o tavırlı hali bir anda buharlaşıp kaybolmuştu.

''Ben beş dakikaya hazır olurum.'' dedi ellerini belindeki havluya atarak. ''Üstümü giy-''

''Mümkünse bunu ben dışarıda seni beklerken yap.'' diyerek onu böldüm hemen. Zira elleri belindeki havlusunu bulmuştu açmak amacıyla.

''Pardon.''

Arkamdan cılız fakat mutlu bir dalgınlıkla seslendiğinde kendimi çoktan odasından dışarı atmıştım bile.

*

Barış ve arkamızdan gelen birkaç polisle anneannesinin köyüne geldiğimizde, yaşlı kadın çitlerle çevrili evinin kapısında karşılamıştı bizi. Tıpkı Emel teyze gibi güleç, sıcakkanlı ve misafirperverdi. Barış'a uzun uzun sarılıp hasret giderdikten sonra sanki beni de uzun zamandır tanıyormuş gibi bana da aynı şekilde sarılmış, içtenlikle bağrına basmıştı. Sonra da ahıra girmeden önce eve buyur etmişti çay demlediğini söyleyerek.

''Berrin halan telefonda gelin geldi dediğinde nasıl sevindim.'' diyerek elindeki limonlu çayından gururla bir yudum alıp Barış ile beni süzdü uzun uzun yaşlı kadın mutlulukla parıldayan gözleriyle.

Berrin hala, bu konuda diretmekle kalmamış evin sınırları dışına da çıkarmıştı bu meseleyi. Yaşlı kadının sevecen ve sıcak tavrı karşısında surat asmamak ya da onu bozmamak adına gülümsedim yalnızca. Yanımda oturan Barış da duyduklarından hoşlanmış olacak ki çayını keyifle yudumlamaya devam etmiş ardından sırtını rahatça geriye yaslamıştı.

''Sağlığın nasıl sultanım, tatlı yemiyorsun değil mi?'' diye sordu anneannesine Barış.

Duyduğu soruyla gözlerini muzip bir sırıtışla Barış'tan kaçıran Gülden teyze, çay tabağının yanındaki kömbeleri işaret etmişti hafifçe gülümseyerek.

''Ani misafirler için dolaba atıyordum, böyle arada sırada birer lokma alıyorum kuşum.''

Kuşum? Barış'a mı demişti onu? Ballı lokma, aslan, kuzu, şimdi de kuş... Dayanamayarak çaktırmadan gülmeye çalışma girişimim başarısız kalmış, boğazıma kaçan çay kısa süreli bir öksürük krizine sevk etmişti beni. Neye güldüğümü anlayan Barış eliyle sırtıma hafifçe vursa da anneannesine kaş göz etmekten geri durmamıştı.

''Elinize sağlık Gülden teyze.'' dedim ve öksürüklerim kesildiğinde elimdeki çay bardağını sehpaya bırakarak gülümsedim kadına. ''Çayınız çok lezzetliydi.''

Gülümsese de kaşları duyduklarını tasvip etmediğini gösterircesine havalanmış ve başı da iki yana sallanmıştı. Yanlış ne söylemiş olabilirdim ki?

''Kızım, teyze ne demek?'' dedi tatlı sert bir tonla yanımdaki Barış'ı işaret etti. ''Ben senin müstakbel nişanlının anneannesiyim. Yani senin de anneannenim, bir daha duymayayım teyze dediğini tamam mı güzel gelinim benim?''

Dudaklarımdaki tutuk tebessümle birkaç saniye kalakalsam da başımı, yanımda gülerek oturmaya devam eden ve anneannesine böyle bir durumun olmadığını açıklamayı asla düşünmeyen Barış'a çevirdim. Fakat kendisine yönelen uyarıcı bakışlarıma aldırış etmeden öne eğilip dirseklerini dizlerine yasladı ve ellerini ovuşturdu neşeyle.

''Ee sultanım, Leyla baksın artık senin şu hasta koyuna.''

''Peki peki, ben gidip ahırın ışıklarını yakayım siz de gelin peşimden.'' diyerek yaşına göre fazlasıyla atik bir hamleye ayağa kalkıp, dışarı koşturan Gülden teyzenin ardından ayağa kalkıp ters bakışlarımı Barış'ın yüzüne diktim sinirle.

''Kadına neden açıklama yapmadın? Başka türlü düşünüyor şimdi hakkımızda.''

Gittikçe genişleyen sırıtışı ve yüzümde ağır ağır dolaşan gözleriyle, bugünkü zıt tavırları arasında bağlantı kurmam neredeyse imkansızdı. Bir günde bu kadar tutarsızlık bünyeme fazlaydı doğrusu.

''Kalp, şeker ve tansiyon rahatsızlığı olan yaşlı bir kadını üzmek istemeyiz öyle değil mi Leyla?'' dedi dalga geçercesine iç çekip ayağa kalkarken.

Nedense bu durumdan faydalandığını hissediyordum. Üstelik git gide çatılan kaşlarım onu daha da eğlendiriyora benziyordu.

Bir cevap vermedim ona, o da dışarı doğru yürümeye başlamıştı zaten.

''Dengesiz.'' diyerek ağzımın içinde mırıldanıp takip ettim onu ben de ayaklarımı yere vura vura.

Sonraki dakikalarda da rahatsız olan koyunu muayene ettim Barış'ın da yardımıyla. Fizyolojik olarak bir problem görünmüyordu, belki stresli bir yaşam olayına maruz kalmıştı. Böyle bir şey yaşanıp yaşanmadığını Gülden teyzeye sorduğumda, kardeşi olan koyunlarla onu ahırın farklı odalarına koyduğunu söylemişti. Zavallım kardeşinden ayrılmanın hüznü ve endişesiyle yemekten içmekten kesilmişti demek ki. Gülden teyzeye onları tekrar bir araya getirmesini tavsiye ederek durumu gözlemlemesini istemiştim. Muhtemelen yeme içme tutumu kardeşine kavuştuğunda normale dönecekti.

Duygular, alışkanlıklar yalnızca insanlara özgü değildi. Zavallı koyunun minik kalbi de sevdiği, güvendiği kardeşinden ayrılınca kırılmış ve kendince dünyaya küsmüştü...

Ahırdan dışarı çıktığımızda,''Barış başkomiserim,'' diyerek yanımıza gelen Sedat ile Barış genişleyen tebessümü ile ona doğru dönmüş ve adama sarılmıştı hemen.

''Sedat, nasılsın? Alışabildin buralara.''

''Sayenizde başkomiserim, atandığımdan beri çok yardımcı oldunuz.'' dedi minnetle, geri çekilerek elini omzuna yaslayan Barış'a.

''Buradan birisiyle nişanlandığını duydum, ee temelli buralı yapıyor muyuz seni?''

Gülümseyerek başını salladı Sedat da.

''Öyle abi ama çok et tüketiliyor buralarda. Vejeteryan damat kabul edeceklerse seve seve kalırım.''

''Ispanaklı pide yaparım ben sana oğlum.'' dedi Gülden teyze araya girerek içtenlikle. ''Yanına da ayran çırparım oh mis.''

''Sağ ol teyzem.'' dedi Sedat, sonra da başını çevirerek yolun kenarında bekleyen arkadaşlarına döndü. ''Neyse, döneyim ben. Görünce selam vermek istemiştim.''

''Eksik olma Sedat. Dikkatli olun, görüşürüz.'' dedi Barış elini Sedat'ın omzundan indirip gülümseyerek.

Sedat da başıyla hepimize selam vererek ayrıldı yanımızdan. O gider gitmez de Gülden teyzenin gülen gözleri Barış ve bana çevrilmişti.

''Uykunuz geldi mi açayım mı yerlerinizi?''

Gülden teyzenin şevkle sorduğu soru gözlerimin derhal Barış'a çevrilmesine neden olmuştu. Neyse ki bu kez umursamaz bir gülüşle dinlemiyordu anneannesini.

''Anneannem, kalmayacağız biz. Daha son-''

''Kele! Aylar sonra geliksin, ben gidicim ne? Allah yarattı demem böyyük depik atarım sağa!''

Elinin tersini Barış'a kaldırarak konuşan Gülden teyzenin içinden sinirlenmesiyle paralel olarak çok tatlı bir şiveye sahip başka bir kadın çıkmıştı sanki. Ancak Barış'ın kıkırdamasıyla yaşlı kadının gözleri yanlarında benim olduğumu hatırlayarak bana çevrilmiş, elini aşağı indirerek gülümsemeye başlamıştı ilk baştaki nazik tavrına dönerek.

''Kusura bakma kızım, ama yollamam bu akşam sizi. Akşam ezanı da okundu zaten, bir yere gidemezsiniz.''

Şiveli konuşmasının tatlılığına o kadar takılı kalmıştım ki şu anki konuşmalarına odaklanamıyordum.

''Anneanne, gel seni de götüreyim. Bak Sedat'lar da perişan oldular kaç gündür arabada.''

Anneannesinin Barış'a çevrilen gözlerindeki hiddet, Barış'ın susarak başını yere eğmesine neden olurken gözlerimi tek katlı, kutu gibi görünen sevimli köy evine çevirdim. Benim için sorun olmazdı geceyi burada geçirmek. Nasılsa Barış'ın ailesinin evinde de bana ayrılan odaya çekilip tek başıma uyuyordum, burada da aynısı olacaktı.

*

Gürül gürül yanan sobaya iri kesim birkaç tane daha odun atarak güğümü de ateşin üzerine bırakan Gülden teyze bize dönüp gülümserken, burada yalnız yatacağımı düşünen beynime içten içe sövmeye devam ediyordum. Evde yalnızca iki odada soba vardı. Birisi Gülden teyzenin beli için aldığını söylediği tek kişilik ortopedik yatağının bulunduğu yatak odasında, diğeri de oturma odasındaydı. Gülden teyze yatağından başka yerde yatamayacağı ve buz gibi olan diğer odalar da herhangi birimizin uyumasına izin vermediğinden, Barış ile ben bu odada uyuyacaktık mecburen. Üstelik baştan sesimi çıkarmadığım için somurtamaya da hakkım yoktu. Gülden teyze de yaşından beklenmeyecek bir atiklikle birimiz için sediri, birimiz için de yer yatağını hazırlamıştı bile.

Şimdiyse yanımda dikilen, sık sık gülümseyen ve halinden fazlasıyla memnun görünen Barış'a da bakmamaya çalışıyordum. Anneannesinde giysileri olduğu için siyah bir eşofman ile uzun kollu bir tişört giymişti. Bense anneannesinin robalı geceliğini... Gerçi gecelikten yükselen gül esanslı sabun kokusu yaşanan aksiliklere rağmen huzurla dolduruyordu içimi.

''Bana bakın,'' diyen Gülden teyzenin sesi ile üzerimdeki geceliği tebessüm ederek incelemeyi bırakıp gözlerimi elindeki soba maşasını yere bırakıp doğrulan yaşlı kadına çevirdim.

Parlayan kahverengi gözleri bir komutan edasıyla Barış'la benim aramda mekik dokuyordu.

''Nişan, düğün olmadan aynı odada yatırıyorum sizi ama sırf size güvendiğimden.'' dedi uyarıcı çıkan sesiyle. Sonra da boğazını temizleyerek devam etti. ''Uykum hafif, kulaklarım da keskindir valla bir şey duyarsam basarım hemen burayı.''

Ard arda kurduğu iki cümle, gözlerimi belerterek yere indirmeme sebep olurken yanaklarım anbean ısınmıştı.

''Anneanne gözünü seveyim.'' dedi Barış da en az yaşlı kadın kadar uyarıcı bir tonla.

''Yok oğlum, vebali benden çıksın da. Şimdi namaz kılıp yatacağım, söylemediğim şeylerin ağırlığı bende kalmasın...''

''Zaten yapmıyoruz ki!''

Barış'ın dişleri arasında kendi kendisine fısıldadığı şeyi kısık sesine güvenerek kimsenin duymayacağını düşünüyordu muhtemelen. Lakin ben duymuştum ve sabrımın gırtlağıma kadar yükseldiğini hissediyordum artık.

''Hadi ben yatıyorum kuzularım. Allah rahatlık versin.''

''İyi geceler.''

Odadan çıkan Gülden teyzeye bakışlarımı kaldırıp tekrar bakamasam da yanımda dikilen Barış'ın onun adına özür dilemesine bir yanıt vermedim. Yaşlı bir kadına fikirleri için elbette küsecek ya da kırılacak değildim, ama her şeyin üst üste gelmiş olması da sabrımı gerçek anlamda zorlamıştı.

Ta ki Barış'ın odanın sarı ışıklı lambasını söndürmesine kadar. Işık varken odaklanamadığım tüm güzellikleriyle şimdi sarmalanmıştım bu sevimli köy evinin...

''Anneannemin kusuruna bakma, yaşlılığına ver lütfen.''

''Sorun değil.'' diyerek mırıldandım hayran bakışlarımı ona çevirmeden.

Manzaram öylesine hoşuma gitmişti ki şu an başka şeyleri umursamak bile aklımın ucundan geçmiyordu.

Tutuşan odunlardan yükselen çatırtılar ile tavana vuran kızıllık, mütevazi fakat fazlasıyla cezbedici görsel bir şölendi benim için. Üstelik sobanın üzerindeki, kaynamaya yüz tutan güğümden sızan buhar ise odayı neredeyse hamama çevirmiş ve böylece yalnızca bedenim değil, ruhum da fazlasıyla ısınmıştı.

''Şey.'' dedi loş karanlıkta saniyelerdir yanımda dikilen ve hevesle bu manzarayı sessizce izleyen bana eşlik eden Barış, çenesiyle üzerimdeki geceliği işaret ederek. ''Yakışmış.''

Sobadan gelen çatırtılara onun sesi eşlik ettiğinde, dönüp yüzüne baktım. Ona dönmemle sağ ayağının ağırlığını sol ayağına aktarırken, üzerinde durduğumuz ahşap parkeler gıcırdamış ve çıkan ses yüzünü ekşitmesine sebep olmuştu. Evet bunu yakalayabilmiştim. Çünkü gökyüzünden sızan mehtabın cılız ışığı ve sobanın verdiği kızıllıktan başka aydınlığın olmadığı odada, biçimli yüzünü seçebiliyordum.

''Teşekkür ederim.'' dedim. Hemen ardından da gözlerimi anneannesinin robalı, nostaljik, ve dizlerime kadar uzanan beyaz geceliğine indirerek belli belirsiz gülümsedim. ''Babaannemin de vardı bunlardan ama ben hiç giymemiştim, daha önce.''

Gözlerimi, anneannesinin mis gibi kokan çarşafları sererek hazırladığı sedire kaydırdım susmam gerektiğini düşünerek. Sonra da yerdeki, üzerinde battaniye serili duran yer yatağına indirdim bakışlarımı.

''Sen hangisinde uyumak istersin?'' diye sordum tekrar ona dönmeyerek. ''Yer yatağını seviyo-''

Dilimi ısırarak sustum hemen. Yer yatağında uyumayı sevdiğini söylemek yerine dosdoğru sedire adımlayıp, derhal uyuyabilirdim. Neden böyle anlamsız sorular sormuştum ki?

''Yatıyorum ben.'' dedim onun bir şey söylemesini beklemeden sedire ilerleyerek.

''Leyla.''

Henüz iki adım atmıştım ki Barış'ın kaygılı sesi durdurdu beni. Dönüp omzumun üzerinden ona baktım tekrar. Heyecanlı parıltıları ağırlayan gözleri, benimle yer yatağı arasında mekik dokuyor ve ensesine attığı elini tereddütle dolaştırıyordu orada.

''Efendim?'' dedim konuşabilmesini teşvik edebilmek adına.

''Fare, evet fare!'' dedi birkaç saniye süren sessizliğinin ardından.

Hafiften yükselen sesiyle nefes nefese kalmış gibiydi. Kaşlarımı çatıp bedenimi biraz daha çevirdim ona doğru.

''Ne faresi?''

Yutkunarak ensesindeki elini yanına indirip çenesiyle yeri işaret etti çabucak.

''Odada fare görmüştüm, yani bence ikimiz de yerde yatmamalıyız.'' dedi kelimeleri ağzından çabucak atmak istercesine hızlı konuşarak.

Başımı çevirip gözlerimi odada gezdirdim ağır ağır, sonra da Barış'a dönüp omuz silktim benim için sorun yok dercesine.

''Tamam, sen sedirde uyu ben yerde yatarım.'' dedim ve iki adım ötemdeki yer yatağına ilerledim.

''Ama fare?'' dedi Barış tekrar, battaniyenin ucunu kaldırmak için eğildiğim sırada.

Kaygılı haline kahkaha atmamak için kendimle savaşsam da kıkırdamadan edememiştim.

''Fareler insanlara genelde zarar vermezler. Burun, kulak veya kıkırdak yedikleri çoğu zaman mitten ibarettir. Lağım fareleri belki çok aç kaldıklarında bunu yapmaya yönelebilirler, o da ciddi anlamda aç kalmalarıyla mümkün olabilir ancak.'' diyerek başımı iki yana salladım. ''Hem burada da lağım faresi olduğunu sanmıyorum. Köy faresi falandır o.''

Anlattıklarımla yüzü an be an düşerken elini tekrar ensesine atıp ovalamaya başlamıştı. Bir şey söylemesini beklemeden başımı önüme çevirmiş ve battaniyeyi aralayıp içine girmiştim ben de.

''Veteriner kıza 5 yaşındaki çocuk bile bununla gelmez. Salaksın!''

Ağzının içinde mırıldandıkları ile başımı henüz koyduğum yastıktan kaldırıp ona baktığımda sustu ve hızlı adımlarla sedire yürüdü. Ben de üstelemedim, zaten hayli yorucu bir gün olmuştu ve bir an önce uyumak istiyordum. Sırtımı onun uyuyacağı sedire dönerek, başımı tekrar mis gibi sabun kokan yastığa gömdüm ve az ötemde yanan sobanın sesine kulak kesilerek, huzurla yumdum gözlerimi.

''İyi geceler.'' dedi Barış geçen kısa bir sürenin ardından.

Ancak ona bir cevap veremeyecek kadar uykunun o tatlı geçiş evresine ulaşmış, mayışmıştım.

*

Horoz sesi ile uyanmaya alışık olmadığımdan, yatakta irkilerek gözlerimi açmış ve korkuyla kasılan bedenimle birkaç saniye öylece kalakalmıştım. Bir horozun sesi bu kadar yüksek bir desibelden çıkabilir miydi? Üstelik hava bile henüz tam aydınlanmamıştı, bu kadar erken uyanmanın alemi neydi acaba?

Burnumdan aldığım solukları yavaşça ağzımdan geri vererek, korkudan hızlanan kalbimin biraz sakinleşmesini ve bedenimin de gevşemesini bekledim. Ardından da sırt üstü uyandığım yatakta tavanı izlemeyi bırakıp, gözlerimi sağ taraftaki sedire kaydırdım.

Barış'ın üzerinde uyuyor olması gereken sedir boştu.

Daha net görebilmek adına kaşlarımı çatıp ellerimi yatağa yaslayarak bedenimi hafifçe kaldırdım. Evet boştu, Barış orada değildi!

Fakat, dudaklarımı kemirerek yatağa geri uzanacağım sırada yatağımın ayak ucuna uzatılmış ayaklar dikkatimi çekmiş ve başımı hızla sol tarafa çevirmiştim.

Sedirde uyuması gereken Barış, yanımda yatıyordu! Ancak yatağımın üzerine değil, ince bir halıflex ile kaplı betonun üzerinde benim yatağıma paralel olarak uzanmıştı bedeni. Yalnızca ayakları yatağımın uç kısmına ilişmişti. Ne demeye yatağından kalkıp buraya uzanmıştı ki? Üstelik soba da geçmeye yüz tuttuğundan, oda soğumuştu. Yüzündeki huzurlu ifadeyi gören de kuş tüyü yatakta yatıyor sanırdı!

Ekşiyen yüzümle bedenimi ona doğru kaydırıp, üzerimdeki battaniyeyi ikimizi de öretecek şekilde çekiştirdim. Battaniye küçük olduğundan ona fazlasıyla yaklaşmak durumunda kalmıştım, öyle ki yastığa yasladığım ve onun yüzüne bakan yüzüme uyurken düzenli olarak alıp verdiği soluklar çarpıyordu. Baharın ilk rüzgarları gibi...

Ne zamandır böyle yatıyordu, bedeni ağrımış mıydı ya da üşümüş müydü?

Bunları düşünmek, yüzünde takılı kalan gözlerimin tekrar kapanmasına mani olurken battaniyenin altındaki elim, benden bağımsız olarak ona uzanmıştı bir anda. Bunu yapmamalı, bu yataktan derhal çıkmalıydım. Fakat titreyen hatta belli belirsiz karıncalanan parmak uçlarım üşüyüp üşümediğini kontrol edebilmek adına uçucu dokunuşlarla alnında ve yanaklarında dolaşmaya başlamıştı bile...

Tenine dokunmak, bir girdaba kapılmaktan farksızdı... Zira parmak uçlarım yüzünde dolaşmalarına buyuran zihnime karşı koyuyor, yumuşak tenine zıt kısa ve sert sakalları arasına sızmak için sabırsızlanıyordu. Lakin bilincim zor kullanmayı göze almıştı. Kalbime hatta bedenime darbe yaparak elimi derhal yüzünden çekmemi emretti. Ve bu emri zihnimde canlanan geçmişle pekiştirdi acımasızca...

Dolan gözlerimi kapatıp parmaklarımı avuç içlerimi gömerek elimi uzaklaştırdım yüzünden. Fakat yanından kalkmaya takatim yoktu bilincimin ele aldığı sıkıyönetime rağmen. Aralamaktan itinayla kaçındığım kapalı gözlerimle kokusu burnumda uykuya daldım tekrar...

*

Saçımda dolaşan parmakların varla yok arası temasına rağmen gözlerimi hafifçe araladığımda, kıpırdayamadım. Zira burnum Barış'ın boynuna hatta tam da adem elmasına yaslı dururken bedenim de sıcak bedenine yapılmış ve kolları tarafından kuşatılmıştım. Neredeyse bir bütün halindeydik. Genzimde konaklayan kokusunun tesiri zaten yeni uyanmış olmamın etkisiyle bomboş olan zihnimi tamamen işlevsiz kılıyordu. Lakin algılayabildiğim kadarıyla onun çenesi ve burnu da saçlarım arasındaydı. Ne ara bu hale gelmiştik?

"Günaydın." diye fısıldadı Barış.

Göğsünün sağ yanına düşen hızlı kalp atışlarımı mı yoksa düzensizleşen soluklarımdan mıdır bilinmez, anlamıştı uyandığımı. Lakin bunu söylemesine karşın bedenimi kollarını gevşetmemişti. Bense burnumu boynundan birkaç milim olsa da uzaklaştırmayı başarmıştım konuşmasıyla.

"Barış." dedim yeni uyanmama rağmen yorgun hatta yardım talep eden sesimle.

Böyle olmazdı. Olmamalıydı...

"Barış Bayrak olma şansım olsaydı, yemin ederim o adam olurdum Leyla."

Barış saçlarımı parmaklarının belirgin olmayan nazik temaslarıyla okşamaya devam ederken, pat diye söylediği şey ile nefesimi tuttum. O da boğuk ve pişman sesiyle devam etti. "Seni hayal kırıklığına uğratmayan, güzel yüreğine nefret tohumları ekmeyen o adam olarak kalmayı..."

Barış Bayrak. Kısa sürede delicesine aşık olduğum, güzel yüreğini yıldızlı gözlerinde taşıdığına inandığım adam... Sonrasında ise Eraslan olup, dünyamı başımı yıkan ve tarifi imkansız acılarla beni bir başıma bırakan adam...

Fakat şimdilerde soyismi farklılaşan bu adamın aslında hep aynı kişi olduğuyla yüzleşiyordum. Ve bu yüzleşme canımı ölesiye yakıyordu...

"Karşılaştığımız ilk anda aklında ne vardı?" diye sordum kokusuyla dolu olan genzim sızım sızım sızlarken, sesim güçsüz bir fısıltıdan ibaretti.

"Seninle çarpışana kadar o adamı derhal yakalamak, aptal kardeşinin asıl foyasını da ortaya çıkarmaktı aklımdan geçen." dedi dürüstçe.

Sonra da devam edip etmemek konusunda tereddütte kalarak birkaç saniye duraksadı. Sağ eliyle saçlarımı okşamaya devam ederken, sol elini de konuşmasıyla kasılan sırtıma indirmiş ve parmak uçlarıyla beni biraz olsun rahatlatmak adına hafifçe sıvazlamıştı orayı. Fakat kasılan bedenime de boğazımdaki koca yangına da deva olmamıştı dokunuşları.

"Sonra?" diye fısıldadım kararlıkla.

Ağlamamak için gözlerimi de sımsıkı yummuştum.

"Sonra..." dedi hayranlıkla titreyen sesiyle ve iç geçirdi uzun uzun. "Sonra, seninle çarpıştığımız an ahu gözlerini yakından gördüm ve aklımdan geçen ilk şey o adamın üvey kızı etiketini asla hak etmediğin oldu. Çünkü... Bilmiyorum bu nasıl mümkün olur, ama ben gözlerinden o an nasıl biri olduğunu okudum sanki. Büyülü bir andı..."

"İkinci görüşünde aşık olmuştun hani?" dedim kısık fakat ters ve kızgın çıkan sesimle gözlerimi aralamadan.

Güldü.

"İkinci görüşümde, gözlerinden okuduğum kadının gerçekliğine şahit olduğumda aşık oldum zaten." dedi o ana duyduğu özlemi gizlemeden buruklaşan sesiyle. "Mesleğin gereği belki de yüzlercesini o şekilde görmüş olmana rağmen, acıyla inleyen minik Herkül sanki ilkmiş gibi gözlerini doldurmuştu. En az kendin kadar yüreğin de çok güzel ve merhamet doluydu..."

Gözlerimi sımsıkı yumsam da iki damla yaşın gözlerimden süzülüp Barış'ın göğsüne damlamasına mani olamamıştım.

"Aşık olmasaydın peki?" dedim bunun cevabını duyacak olmanın yüreğimde yarattığı deprem fısıltı halindeki sesimi acıyla boğuklaştırmıştı.

Sustu Barış da. Bir süre yanıt veremedi, sağ yanıma düşen kalbinin hızlandığını duyumsadım. Kendisine bu soruyu belki de hiç sormamıştı.

"Ben..." dedi az önceki net sesi bir anda fısıltıya evrilmiş hatta varla yok arasındaydı. "Leyla, ben eğer sana aşık olmasaydım bana aşık olmana izin vermezdim."

Kahkaha atmak sonra da deli gibi ağlamak istiyordum. Bunu kontrol edemezdi. Kimse edemezdi.

"Nasıl önleyecektin bunu Barış?" diye sordum ellerimi kaldırarak ondan uzaklaşmak istediğimi belirtircesine göğsüne yasladığımda, kollarını gevşetti ve yatakta geriye kayıp yüzüne bakmama izin verdi.

Gözlerine çöken utanç ve pişmanlıkla gözlerimin içine dosdoğru bakarken, bunun verdiği derin acı yüzünün kasılmasına neden olmuştu.

"Bir cevap vermeyecek misin?" diye sordum gözlerimden yanaklarıma boşalan gözyaşlarımı umursamadan. "Duygularımı sen mi yönetecektin, söylesene? Nasıl engelleyecektin sana aşık olmamı!"

"Leyla..."

"Bana aşık olduğun için mi, gerçek kimliğini öğrenmeden sana aşık olmama izin verdin?" diye sordum öfkeyle hıçkırarak. "Her şeyi yönetemezsin! Ki yönetemedin de..."

Gözyaşlarımı silmek için yüzüme uzanan ellerini ittim hızla ve ellerimin tersiyle yanaklarımı kurulayıp yataktan doğruldum.

"Beni hiç affetmeyeceksin değil mi?"

Barış'ın ıstırapla sorduğu soruya yanıt vermeden üzerimdeki geceliği düzeltip, yatakları toplamaya koyuldum.

🍂

Barış ile eve dönerken yol boyunca ne o konuşmuştu ne de ben... Ona, kırgınlığımı ilk kez bu kadar net göstermiştim ve Barış'ın suskunluğu belki de bu kırgınlığı onaramayacağını fark etmesindendi. Zaten eve geldiğimizde de ağzını bıçak açmamış, Burak ve Levent ile daha sonra kısa bir süre konuşup üçü birden evden ayrılmışlardı.

Kalabalık evin diğer üyeleri de Nil'in odasına toplanıp film izlemek için mutfakta hazırladıkları çeşit çeşit atıştırmalıkları yukarı taşıyorlardı şimdi. Ben de avluyu çevreleyen kolonlardan birine sırtımı yaslayarak onları izliyordum şimdi, yanımda sigarasını ağır ağır için Rüya ile.

"Ben buradan gidene kadar bin kilo olacağım." dedi Rüya başını iki yana sallayıp dudaklarını yalayarak. "Abi atıştırmalık dediğin patlamış mısır, cips falan olur. Bunlar içli köfte kızartıyordu en son."

"Bırakmıştın bir ara?" dedim gözlerimle sigarasını işaret ederek.

Sol eliyle sigarasını dudaklarına yaslayıp yeni bir fırt çekerken, sağ elini yukarı kaldırıp boş ver dercesine sallamıştı.

"Siz ne yaptınız, sahi neden dönmediniz dün gece?" diye sordu ağzındaki dumanı hafifçe dışarı üflerken.

"Anneannesi çok ısrar etti." dedim başımı yere eğerek.

"Onunla sürekli yan yana olmak iyi gelmiyor değil mi?"

Rüya'nın hüzünlü çıkan dalgın sesine karşın, yüreğim aksini söylüyordu çığlık çığlığa. Ve asıl iyi gelmeyen de yüreğimin arsızca bağırdıklarıydı.

"Dün akşam köye gidince anlatamadım. Evvelki gece sen yattıktan sonra annemi aradım ben." dedim konuyu değiştirerek.

"Nasıl?"

Rüya'nın şaşkın bakışları bana çevrilirken omuz silktim.

"Mesaj atmıştı, sorguya alındığına dair. Gece de aradım işte. Ama aynı tas aynı hamam." dedim buna duyduğum kızgınlığı gizlemeden. "Kuzey'i de Haldun amcayı da birileri kandırmış ona göre, yoksa ikisi iyi adamlarmış."

"Aysun teyze nasıl bu hale geldi ben anlayamıyorum."

Öz anneme yabancılaşan ben bile anlayamıyordum.

"Neyse, sen izleyecek misin onlarla film?" diye sordum sırtımı yasladığım kolondan ayırarak.

İştahlı bakışları film için olmasa da yiyecekler için o ortama katılacağını haykırırken başını da sallamıştı zaten aşağı yukarı.

"Sen gelmeyecek misin? Nil seni de saymıştı."

"Yok." dedim tatsız bir sesle başımı iki yana sallayarak. "Uyuyacağım biraz, sonra da Deniz ile konuşurum zaten hazır ortalıkta kimse yokken."

Anlayışla gülümseyerek yaklaşıp uzun bir öpücük kondurdu yanağıma Rüya.

"Düzelecek her şey." diye fısıldadı alnımdaki saçlarımı da okşarcasına eliyle düzelterek.

Gülümsedim ona yalnızca. Sonra da bitkin adımlarla yukarı çıkıp kendimi odama atarak yatağa girdim. Herkül ve Alev keşke burada olsalardı ve ben onlara, sıcacık sevgilerine sarılarak uyuyabilseydim. Ancak Herkül onunla bayılarak oyun oynayan Damla'nın odasından bu yana gelmiyor, Alev ise diyetine rağmen ona sık sık yaş mama veren Yusuf'un yanından ayrılmıyordu.

Gözlerimi kapattım.

Ancak yarım saat dolmadan odamın kapısı çalındığında uyku ve uyanıklık arasındaki o tatlı evreden sıyrılmak zorunda kalmıştım.

"Leyla." dedi üçüncü çalışının ardından içeri giren Sarp, tedirgin bir halde.

"Sarp, bir şey mi oldu?"

Gözlerimi ovuşturarak yataktan doğrulurken, o da yanımda bitmişti zaten.

"Leyla hemen odama gelmen lazım."

Gergin ve aceleci tavrı, yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu düşündürmüştü bana. Hızla yataktan kalkıp karşısına dikildim.

"Birine bir şey mi oldu?"

"Gel." dedi ve elime yapışıp ikimizi de dışarı çıkarıp sağ çaprazda bulunan kendi odasına yürüdü hızlı adımlarla.

"Sarp, neler olduğunu anlatacak mı-"

Cümlemi bölen Sarp'ın odasına girdiğimiz anda ayakta dikilen Ezgi ile göz göze gelmiş olmamızdı. Makyajsız soluk yüzü, feri sönmüş mavi gözleri yüzümde ağır ağır dolaşmaya başlarken onun burada ne aradığının cevabını bulmaya çalışıyordum şaşkınlıkla.

"Leyla." dedi zayıf ve neredeyse mahçup sesiyle beni biraz daha şaşırtarak. "Konuşmamız lazım."

Sol elini montu hala tam olarak iyileşmemiş olduğunu düşündüğün yarasına bastırarak bana doğru kısa bir adım attı.

"Sana teşekkür etmeden hastaneden ayrıldığım için bu kadar yol gelmiş olamazsın değil mi?" diye sordum kollarımı göğsüm altında bağlayıp burnumu havaya dikerek.

Başını dolan gözleriyle iki yana sallarken, titreyen sağ elini montunun cebine atarak beyaz bir zarf çıkardı dışarı. Sonra da "Hayır," dedi kararlı bir edayla. "Tahmin edemeyeceğin şeyleri konuşmaya ve bendeki emanetini sana teslim etmeye geldim."

***

Oy vermeyi unutmadık değil mi? 🥰

Sonraki bölümlerden duyurular ve kesitler için sosyal medyadan takip edebilirsiniz:
Instagram: misahanimm
Twitter: misahanimm

Bu arada Beyaz Gece'den sonra başlayacak olan yeni hikayem Güneşi Yakala'nın ufak tanıtımına profilimden göz atabilirsiniz.

Görüşmek üzere,
kucak dolusu sevgiler, selamlar ❤️

Continue Reading

You'll Also Like

4.7K 96 1
Kaybedecek bir şeyinin olmadığına inandığında, mutlaka kaybedecek bir şeyler ortaya çıkardı. 14.03.22
57.1K 2K 4
🍃Rüzgar hangi yönden eserse essin savrulmayan asi kanatlarım vardı. En yakınlarıma olan güvenimi geçmişin delik çuvallarına doldururken onca gürül...
129K 6.1K 18
Staj yaptığım hastanede karışan o kız çocuğu bensem?
4.5K 802 25
Başlama tarihi : 20.05.2017 Derin yavaşça gözünü kapamaya başladığında Savaş gözlerini hızlıca büyüttü. ''Hişt kapama o gözü'' ''S...Savaş'' ''Yasa...