KOKUNUN İZİ

By ldream1928

19.8K 2.1K 6.1K

İki beden, iki kalp. Birinin kalbinde ihanetin çürüttüğü damarlar. Ötekisinde ise intikamın küflendirdiği bir... More

1.BÖLÜM~Aşkın Acizliği
2.BÖLÜM~Sevgilim
3.BÖLÜM~Evrenden Mesaj
4.BÖLÜM~Umut
5.BÖLÜM~Gizemli Kız
6.BÖLÜM~Plan
7.BÖLÜM~Taş
8.BÖLÜM~Yolculuk
9.BÖLÜM~Unutmak
10.BÖLÜM~Hırsızlık
11.BÖLÜM~Yalnızlığın içindeki yalnızlık
12.BÖLÜM~Alışveriş
13.BÖLÜM~Sahne
14.BÖLÜM~Enkaz
15.BÖLÜM~İz
16.BÖLÜM~Hayatı Sıfırlamak
17.BÖLÜM~Yanlış Anlaşılma
18.BÖLÜM~Yeniden Başlamak
19.BÖLÜM~Planın İlk Adımları
20.BÖLÜM~Yeni İş
21.BÖLÜM~ Elinin İzi
22.BÖLÜM~Hediye
23.BÖLÜM~Kötü Bir Şey
24.BÖLÜM~Kaza
25.BÖLÜM~İlk Defa
26.BÖLÜM~Davetsiz Misafir
27.BÖLÜM~ Özlemek
28.BÖLÜM~Geçmiş
29.BÖLÜM~Rüya
30.BÖLÜM~Yağmur
31.BÖLÜM~Canavar
32.BÖLÜM~Kabus
33.BÖLÜM~ Aldattım
34.BÖLÜM~Buzdan Şato
35.BÖLÜM~ Ölümü Dilemek
36.BÖLÜM~ Günahkar
37.BÖLÜM~ Yüzleşme
38.BÖLÜM~Buzun Sıcaklığı
39.BÖLÜM~Hayata
40.BÖLÜM~Duruşma
41.BÖLÜM~Hastane
42.BÖLÜM~ Mekan
43.BÖLÜM~ Düğüm
44.BÖLÜM
45.BÖLÜM~Telefon
46.BÖLÜM~Papatya
47.BÖLÜM~İstek
48.BÖLÜM~Yakınlık
50.BÖLÜM~Aşkın Şimşeği
51.BÖLÜM~Deniz
52.BÖLÜM~Konuşma
53.BÖLÜM~Güzel Kadın
54.BÖLÜM~Aşk Sarhoşu
55.BÖLÜM~Mezar
56.BÖLÜM~Gidiyor musun?
57.BÖLÜM~Evet
58.BÖLÜM~Telefon
59.BÖLÜM~Zamanın İhaneti
60.BÖLÜM~Benim İklimim
Final
Özel Bölüm-1
Özel Bölüm-2
Özel Bölüm-3
!!!
Yeni Kitap Duyurusu

49-Bölüm~Gece

169 17 99
By ldream1928

Bugün özel bir gün.
O yüzden bu bölümü gece 00:00'dan sonra paylaşıyorum.
İyi ki doğdun gecenin gözlerine sahip adam.

Daha önce hiç onun kadar naif,nazik bir karakter yazmamıştım bu yüzden Bora benim için özel bir karakter aslında. Parmaklarım tuşlarda gezinirken sanki beynimin içinde fısıldıyor.

"O ben değilim. O benim karakterin değil. Ben böyle bir adamım lütfen beni düzgün yazar mısın?"

Watpadd'de bulunan kadınları aşağlayıp, onlara el kaldıran, düşüncelerine saygı duymayan karakterler gibi olmadığın için minnettarım. Her zaman ince düşünen Masal'a önce bir birey olduğunu hatırlattığın, kendisine olan saygısını geri kazanmasını sağladığın, ağlmanın güçsüzlük olmadığını öğrettiğin için minnettarım. Sen benim kalemimden döküldün fakat satırlarımda kendi karakterini hep korudun, beni sen yönlendirdin, ben de senin kadar harika bir karakter yazdım. Teşekkür ederim.
15/06/1994
İyi ki doğmuşsun...

"Ne?"
Bazı kızlar babalarına çok düşkün olur derlerdi. Hayatım boyunca hiçbir zaman babamla normal bir baba kız ilişkim olmamıştı. Benim bir babam yoktu, ben kendime yeterek büyümüştüm. Ama şimdi karşımda babası için ağlayan küçük bir kız çocuğu görüyordum sanki. Benim çocukluğum ise kafamın içinden fısıldıyordu. Niye ağlıyor? Babasını çok mu seviyordu? Peki ya babası...babası onu sevmiş miydi?
Bizim babamızın başına bir şey gelse üzülür müyüz Masal?
Bilmiyordum...

Bora'nın hızlıca ayağa kalktığını görebilmiştim. Bense yerimden kımıldayamadan öylece onları izliyordum. Bora'nın yüzünde gördüğüm endişe miydi? Ceyda'ya acımış mıydı? Ben niye acımamıştım? Bu kadar mı taş kalpli kesilmiştim? Belki de konu bir baba kız olunca nasıl hissetmem gerektiğini bilememiştim.

Bora önde Ceyda arkada terastan ayrıldıklarında hâlâ yerimden kımıldayamayarak şehrin manzarasına bakmıştım. Derin bir nefesi ciğerlerime doldurup boğazımdaki yumruyu gidermek adına yutkundum. Babam acaba orada ne yapıyordu? Benim kadar korkmuş muydu kapalı kalmaktan? Beni anlamış mıydı bir nebzede olsa?

Çalan telefonum tüm dikkatimi dağıtırken gözlerim telefonun ekranına düşmüştü. Arayan kişi Eren'di. Merakla aramayı yanıtlayıp telefonu kulağıma yasladım.

"Masal n'aber?"
"İyiyim sen nasılsın?"
"Yine mükemmelim yine harikayım." Şu halimde bile yüzümde bir gülümseme oluştuğunda Eren devam etmişti konuşmaya.
"Sesin kötü geliyor iyisin değil mi?"
"Ceyda'nın babası hastaneye kaldırılmış...Bora'yla hastaneye gittiler."
"Ne!? Oha bunu beklemiyordum..."
"Sen neden aramıştın?" Sabırsızlıkla konuştuğumda o da heycanlı bir sesle cevap vermişti.
"Bugün Bora'nın doğum günü."

Ne? Cidden ne? Bunu nasıl bilmezdim? Benim için bu kadar önemli birinin doğum gününü unutmak, hatta bilmemek çok kötü bir histi.

"Ben...bilmiyordum."
"Bilmediğini biliyorum zaten. Bora kimseye söylemiyor ki doğum gününü. Bugün bile çalışacağına eminim. O yüzden ona doğum günü sürprizi hazırlamamızda yardım edeceksin."
"Bunu çok isterim fakat.... belki Bora doğum gününü bizimle geçirmek istemiyordur."

Bu asla olmamasını istediğim bir şeydi fakat istemiyor olabilirdi, belki başka arkadaşlarıyla kutlayacaktı.

"Saçmalama onun doğum gününü bilen tek arkadaşları Kaanla benim, zaten onun arkadaşları sadece biziz. Kardeşimi kimseye kaptırmam ben. Şimdi akşama bir mekan bul bir de benim verdiğim adresten gidip pastayı alman gerek, benim şu çalışmayı yetiştirmem gerekiyor da. Kızlarada söylersin onlarda gelsin."

"Tamam hallederim ben onları. Görüşürüz akşama."

Erenle vedalaşıp telefonu kapattığımda yerimden kalkarak içeriye geçmiştim. Ne kahvaltı yapacak heves ne de iştah bırakmışlardı. Bora'yla Ceyda'nın ne yaptığını kesinlikle merak etmiyordum. Kesin kesin.

Daha sabahın sekizi olduğundan dolayı yapacak hiçbir şeyim yoktu, pasta hazır bile değildi. Bora'yla Ceyda'yı düşünememeye zorladığım beynimle dün not aldığım çalışanların isimlerini tekrar gözden geçirdim ve odamdan çıkarak onlarla konuşmak için odalarını aramaya başladım. İşimi yapmak kafamı dağıtırken konuştuğum insanlar beni oyalıyordu. Onların sıkıntılarını dinleyip yemeklerle ilgili tavsiyeler verdikten sonra tekrar odama geçmiştim. Öğle arası saati gelmişti ve bende hazırladığım listeyi mutfağa bırakarak odama geri çıkmıştım. Aklımı kurcalayan soru Bora'ya ne alabileceğimdi. Bir hediye almak istiyordum ama henüz ne alacağımı bulamamıştım.
Gün kendini akşam üstüne teslim ederken Bora"ya mesaj atmakla atmamak arasında gidip geliyordum. Ne yapmışlardı? O adam iyi miydi? Ceyda iyi miydi? Bunu sormak istemiyordum en azından Bora'nın halini hatrını sorabilirdim.

Siz: Nasılsın? Her şey yolunda mı?

Tedirgin bir bekleyişin ardından mesaj gelmişti.

Bora: İyiyim ve her şey yolunda bekliyoruz sadece.

Siz: Ceyda nasıl?

Tutamamıştım yine çenemi. O bana kötülük yapmıştı, benim onu düşünmem saçmaydı.

Bora: Bilmiyorum oturuyordur. Kantine indim ben.

Siz: Anladım.

Ne zaman geleceğini sormalı mıydım?

Bora: Yarım saate gelirim. Sen ne yapıyorsun?

Nasıl yani!? İçimi mi okumuştu?

Siz: Hiç.

Bora: Nasıl hiç? Seni kovmalıyız.

Siz: Ha ha ha sen gel bir de onu çalışanlarına sor. Hepsi bana bayılıyorlar.

Bora: Kim?

Siz: Çalışanlarınız

Bora: İsim ver Masal.

Masal: Ya ne bileyim ben. İsim mi tutacağım aklımda.

Bora: Ben gelince tutacağım o isimleri aklımda.

Masal: Peki efendim öyle olsun. Şimdi benim huysuz bir patronum var da o kızmadan gitsem iyi olacak.

Bora: Allah Allah kim o huysuz patron?

Siz: Aynaya bak görürsün 😝

Bora: Senin o dil çıkaran suratını...
Bora: Git çalış çalış.

Gülümseyerek telefonu kapatıp masamın üstüne koymuştum. Eren'in telefonuma attığı mesajda pastanın hazırlandığı yazıyordu ve benden akşam saatlerinde onu almamı istemişti. Mekan olaraksa burayı seçmiştim. Bence doğum günü kutlamak için bu terastan daha güzel bir yer düşünemiyordum. Yaklaşık yarım saat sonra tamda söylediği gibi Bora içeriye elinde iki kupayla girmiş ve birisini bana uzatarak karşımdaki koltuğa yerleşmişti.

"Eee isim vermeyecek misin?" Kaşları havalanarak sorgular bir şekilde bana baktığında gözlerimi devirmiş ardından not defterini masanın üstünde süreterek ona fırlatmıştım.

"Bunlar henüz konuştuklarım. Yemeklerle ilgili tavsiye falan verdim özel diyet listesi hazırladıklarımda oldu. Henüz konuşmadığım insanlar var onlarda bana bayılacaklar eminim."

Bora iddialısın der gibi bir bakış attığında sırıtarak ona bakmıştım. Bora defteri incelemiş ardından geri bana vermişti.

"Yarısı 50 yaş üstü evli ve iki çocuklu. Diğer yarısıda kadın zaten. Tamam aferin çalışmışsın."

"Allah razı olsun ya!" İkimizin suratına da bir gülümseme yayıldığında bir süre sohbet etmiş ardından Bora işleri olduğunu söyleyerek odasına geçmişti. Cidden aşırı çalışıyordu.

İş saati bittiğinda Bora odama gelmiş beni bırakacağını söylemişti fakat ben onu atlatarak pastacıya doğru yola koyulmuştum. Geldiğim pastacı çok şirin ve çok şık bir yerdi, zaten pastalarla dolu bir yerin ne kadar kötü olmasını beklerdiniz ki? Üzerinde 'İyi ki Doğdun İşkolik Prens'
Yazılı pastayı aldığımda yüzüme bir gülümseme yayılmıştı. Adam ücretinin ödendiğini söylediğinde pastaneden ayrılarak hediyemi ayarlamak için bir arayışa düşmüştüm. Ona iki hediyem olacaktı, fakat ikincisi aslında pekte hediye gibi değildi. Yalnızca hoşuna gideceğini düşündüğüm bir sürpriz diyebilirdim.

Hava kararmaya başlamış, Güneş gökyüzüne elveda diyerek görevinden ayrılıyordu. Sıra Ay'daydı, şimdi o gelecek Güneşin ona bıraktığı görevini devam ettirecekti. Terastan gökyüzündeki kızıl ışıklara baktım. Tam karşımdaki binaların arasından batıyordu. Terasın sağ tarafında bulunan büyük masayı ortaya doğru çekiştirdim ve aldığım bardakları çatalları ve tabakları dizdim. Pastayı ve içecekleri buzdolabına koymuştum. Bir yönden açtığım şarkıyla dans ediyor bir yönden hazırlıkları tamamlıyordum. Her şey hazır olduğunda hava tamamen kararmış ve terasta bulunan aydınlatmalar açılmıştı. Sarı ışık şehrin rengarenk yapay ışıklarına karışırken saate göz attım saat sekizdi. Yarım saat sonra Bora'yı arayacaktım diğerlerinin şimdiye dek gelmesi gerekiyordu fakat hiçbirine ulaşamıyordum. Kızlara mesaj atıp beklemeye başladım. Bu manzarada ve bu huzurlu ortamda sonsuza kadar oturabilirdim. Yaklaşık on beş dakika sonra telefonum çaldığında irkilerek bakışlarımı telefona çevirdim. Sonunda Açelya arıyordu.

"Nerdesiniz kızım?"
"Masal burada kaza oldu biz yoldayız, şimdi Kaan öbür yola dönecek sen çağır Bora'yı biz yetişiriz."
"Hayda! Ya yetişemezseniz?"
"Yetişeceğiz diyorum Masal ara hadi!"
"Tamam of bir işimiz yolunda gitsin dişimi kıracağım."

Telefonu kapatıp sinirle Bora'nın numarasını tuşladığımda açılması için beklemeye başladım. Dördüncü çalışta açılırken Bora'nın uykulu sesi kulaklarımı doldurmuştu. Anlaşılan uyuyakalmıştı.

"Masal? İyi misin bir sorun yok değil mi?"
"Hayır hayır hiçbir şey yok....yani şey aslında var."
"N'oldu?" Meraklı ve bir o kadarda tedirgin sesi kulaklarıma ulaştığında sesime yalandan bir korku yerleştirdim.
"Şey ben çalışmak için şirkette kalmıştım biraz kalır çıkarım dedim ama uyuyakalmışım. Kapılar kilitlenmiş ben ne yapacağımı bilemedim. Gelip beni buradan çıkartabilir misin?"
"Ne? Şirketteki kapılar kilitlenmez ki... Neyse ben hemen geliyorum şimdi merak etme sen."
"Tamam teşekkür ederim."
"Ne demek prenses."

Telefonu kapattığında derin bir nefes alıp yalan söylemenin utancıyla dudağımı dişlemiştim. Çocuklar bir an önce gelmeliydi yoksa ben burda göt gibi kalacaktım. Yok yok çok terbiyesizleştin sen. Sus be!

İnstagramda gezinirken açılan sürgülü kapıyla derin bir nefes alıp "Sonunda gelebildiniz." diyerek arkamı döndüm, dönmez olaydım.

Bora karşımda tüm şaşkınlığıyla bana ve masaya bakarken bende gözlerimi irileştirerek ona bakakalmıştım.
"Masal..." Aralık ağzını bir şey söyleyemeden kapattığında birden ellerimi iki yana açıp "Sürpriz!" diye bağırmış ve rezilliğimi hat safaya taşımıştım. Ben bunun içinden çıkmak istiyorum. Lütfen.

Gülümseyen yüzüm yerinde donakalan ve şaşkınlıktan hareket edemeyen Bora'ya baktıkça solmuş ardından dudağımın üzgünlükle büzülmesine neden olmuştu.

"Ya Bora neden geliyorsun ki!? Tamam ben çağırdım ama daha diğerleri gelmemişti kaçtı şimdi tüm sürpriz."

Üzgünlükle derin bir nefes alıp bakışlarımı ondan kaçırmış ardından masaya çevirmiştim. Adım sesleri aramızda duyulduğunda tekrar onu bulan bakışlarım gülümseyen yüzünü gördüğünde bir nebzede olsa gülmüştü. Aramızdaki mesafeyi kapattı ve birden beni kolları arasına aldığında başım kalbinin üstüne yaslanmış çenesinide başımın üstüne koymuştu.
"Sen nerden biliyorsun ki?"

"Eren söyledi...biz sürpriz yapacaktık ama bu salaklar yetişemedi yolda kaza olmuş. Bir sürpriz yapmayı bile beceremedik."
"Olsun...ben doğum günüm olduğunu bile unutmuşum. Teşekkür ederim."

Yüzümdeki gülümseme kesinlikle benden habersiz hareket ediyordu. Saçlarımın arasında hissettiğim öpücükle yerin ayaklarımın altından kayıp gittiğini hissederken düşmemek adına ona daha çok sıkı tutundum.

Umarım kalbimin sesini duymuyorsundur zira duyarsan bunu sana nasıl açıklarım bilemiyorum...

"Gelemedilerse bu onların suçu gelselermiş banane. Hadi pastanı üfle."

Onun kollarından ayrılarak arkamı döndüğümde dudağımı ısırarak pastaya baktım. "Tabii önce yakmam lazım." Arkamdan gülüş sesini duyarken masanın kenarında bulunan çakmağı aldım ve mumları tek tek yaktım. Sayamadığım kadar mum takmıştım. Mumları çok seviyordum. Pastayı elime alarak arkamı döndüğümde mumlar aramızda sarı ışıklarını yüzlerimize vuruyordu.

"Dilek tut." Gülümseyerek fısıldadığımda birkaç saniye bakışları yüzümde gezinmiş ardından gözlerini kapatarak dileğini tutmuş dört saniye sonra açmış ve mumları üflemişti. Gözleri gözlerimi bulduğunde tebessümüm genişleyerek yanaklarıma ulaştı.
"İyi ki doğdun." Bu çok içten bir dilekti. O iyi ki doğmuştu.

"Hayır! Geç kaldık!"
"Hainler! Bizi niye beklemediniz!"
Açelya ve Eren'in sesini duyduğumuzda bakışlarımız kapıyı bulmuştu. Dördüde bize bakıyordu.

"Erken gelseydiniz banane!" Sinirlice konuştuğumda pastayı masanın üstüne geri koyarak Bora'ya döndüm.

"Kaç oldun?"
"Yirmi yedi."

"Yaşlanıyorsun be kardeşim." Eren alayla Bora'nın omzuna vurduğunda Bora ona gözlerini devirmekle yetinmiş Erense ona sarılmıştı.

"İyi ki doğdun lan." Bora da gülerek onun sarılışına karşılık verdiğinde Açelya alayla mırıldanmıştı.

"Birde ağla istersen Feriha."

"Ha ha ha çok komik." Eren geri çekildiğinde bu sefer Kaan elini Bora'nın omzuna atıp onu kendine çekmişti.

"Doğum günün kutlu olsun Boka."
"Bak elimin tersindesin..."
"Peki peki sustum."

Tek tek doğum günü kutlama seansı bitmiş ardından hepimiz masaya oturmuştuk.

Pastayı kesip servis yaparken Kumsalda bir yandan şarapları bardağa dolduruyordu. Düğünlerdeki gibi kola pasta ikilisine aşık olsamda onu bu ortamda yapmamam daha iyi olmuştu.

"O adam bir daha bizim telefonlara falan giremez değil mi?" Kumsal konuştuğunda Kaan içkisinden bir yudum alıp kafasını hayır anlamında sallamıştı.

"Sanmıyorum. Zaten o günden sonra bir daha böyle bir şey yapmaya girişmedi."

Etrafta oluşan sessizlik hoşuma gitmemişti.

"Boşverin bunları en azından bu akşam konuşmayalım." Bıkkınca konuştuğumda Açelya bana destek çıkarak "Haklı. Bencede kapatalım bu konuyu."

Konu kapanmış fakat çenelerimiz kapanmamıştı. Tüm gece sohbet etmiş lisedeki anılarımızdan, çocukluk anılarımızdan, başımıza gelen komik şeylerden bahsetmiştik. Saatin kaç olduğunu bilmiyordum fakat Eren ve Açelya yarış yapacağız derken sarhoş olmuşlar kahkahalarla bir şeye gülüyorlardı.

"Ayy yürüyemiyorum düşeceğim." Açelya gülerek yürümeye çalıştığında Eren de arkasından yürümeye çalışmıştı.
"Dur bekle kurtaracağım şimdi seni." Bir sorun vardıki o da yürüyemiyordu.

"İyice dağıttı bunlar. Götürelim şunları eve." Kaan ayaklanarak bizimkilere doğru yürürken Kumsalda kafa sallayarak peşinden kalkmış ve Açelya'nın koluna girmişti. Bakışlarım Bora'yı bulduğunda bakışlarının zaten bende olduğunu görmek birazcık şaşırmama neden olsada hemen kendimi toplayıp konuşmuştum.

"Benimle bir yere gelebilir misin?"
Bakışları merakla yüzümde gezinirken "Nereye?" diye sormuştu.
"Sürpriz desem."
"Bir tane daha mı?"
"Hı hı."
"Peki madem gelirim." Gülümsediğinde gülümsemiştim. Kaan ve Kumsalı diğerlerini eve bırakması için gönderdiğimizde bizde Borayla şirketten çıkmıştık.

"Bana yalan söyledin."
Kafamı ona doğru döndürdüğümde dedikleriyle gözlerimi kaçırmıştım.
"Ne yapayım ama... Seni buraya getirmek için bir nedene ihtiyacım vardı."
"Tamam bir seferlik affettim. Nereye gidiyoruz?"
"Şimdilik dümdüz ilerleyeceğiz."

Bora'yla caddenin karşısına geçtiğimizde hediyemi beğenmesi için içimden dualar ediyordum. Saat epey geç olmuştu ve sokaklar yalnız kalmıştı, kimsecikler yoktu. Borayı getirdiğim düz çimenliklerin olduğu bir parktı. Henüz parkın girişinde bulunan bekçi kulübesine yaklaştığımda Bora'nın meraklı bakışlarını sırtımda hissedebiliyordum. Gündüz burada duran amcadan ödünç aldığım anahtarla kulübenin kapısını açarken Bora'nın sessizce merak dolu bir mırıltı döktüğünü duydum. Kulübenin içindeki çantayı ve poşeti alarak içinden çıktığımda Bora merakla konuşmuştu.

"Buranın anahtarının sende ne işi var? Hatta burada ne işimiz var?"

"Sabret biraz."

Parkın sonundaki duvara doğru yürürken o da beni takip ediyordu. Tam duvarın önüne geldiğimizde duraksadım ve bakışlarımı onun gözlerine kenetledim. Etrafını inceliyor neden buraya geldiğimizi sorguluyordu. Sonunda bakışlarımız kenetlendiğinde gülümsemiş ve elimdeki poşeti ona uzatmıştım.

"Küçük bir şey. En mutlu yaşın olsun."

Kaşları havalanırken yüz ifadesi bu hediye işinden pekte memnun olmadığını haykırıyordu.

"Buna gerek yoktu. Bu akşam zaten benim için bir hediyeydi."

"Ya sen bir aç. Hem bu ilk hediyem ikincisini daha çok seversin bence. "

"Bir de iki hediye. Ne kadar da mükemmel." Bora mahcubiyetle ve birazcıkta sinirle konuşup elimden torbayı aldığında hevesle açmasını beklemeye başladım. Bir yönden bana bakıyor bir yönden hediyeyi paketinden çıkartıyordu. Ufak boyuttaki fotoğraf makinesi görünüre çıktığında bakışları bana dönmüştü. Bu makinenin özelliği çekilen fotoğrafı anında içerisinde bulunan kartlara basıp çıkartıyordu. Aceleyle konuştum.

"Şimdi bir şey deme. Sonra dersin. Diyeceksin ki neden fotorğraf makinesi. Çünkü fotoğraflar kalıcı... Yaşadığımız her güzel an gelip geçiyor ama onların anıları yalnızca beynimizde kalıyor. Bu fotoğraflar bizim anılarımızdan bir parça olsun. İleride yaşadığımız güzel şeyleri bunlarla birlikte hatırlayalım. Onun için şimdi sana ilk fotoğrafımızı çekmeyi teklif ediyorum ama önce fotoğraf için bir anı yaratmalıyız."

Hipnoz olmuşçasına gözlerini gözlerimden ayırmadan bana bakarken eğildim ve siyah çantanın fermuarını açtım. Dudaklarından dökülen şaşkınlık mırıltılarını görmezden gelerek boyaları ve fırçaları ikimiz arasına getirdiğimde gülümsedim. "Şimdi seninle bu duvara bir iz bırakalım ve ilk anı fotoğrafımızı bu duvarın önünde çekilelim. Tabii sen istersen?"

"İsterim...baya isterim bence." Gülümseyip siyah bir kutu boyayı elime aldığımda o da bir tane almış duvarın önüne geçmişti.

"Ne yazmalıyız?" Sorduğum soruyu omuz silkerek yanıtlamıştı.

"Sevdiğin bir söz, tarih, isim ne istersen. Ben sevdiğim bir söz yazacağım sanırım. Bir de bugünün tarihini atalım."

"Tamam bende öyle yapacağım o zaman."

Boyanın ilk damlası duvara değdiğinde fırçayı küçük kutu boyanın içine batırıp ardından aklıma ne gelirse yazmaya başlamıştım.

Fakat ilk sözüm ona olsun istemiştim.

Bakışlarım onun yandan çehresini izledi. Dudağını ısırmış gökyüzüne bakarken tek gözünü kısmıştı. Büyük ihtimalle ne yazacağına karar vermeye çalışıyordu. Mürekkep duvara damladı. Ellerimden dökülenler onun ruhuna bulaştı. Çok sevdiğim bir kitaptan alıntı yapmıştım.

Müzik şöyle diyordu o an;
"Seninde vardı belki geçmişten yaraların, iyileştireyim derken kanatırım diye dokunmadım. Hatta kimin verdiğini hatırlatırım diye, var mı yok mu sormadım bile..."

Altına bir tarih attım ve başka bir şey yazmaya koyuldum. İçimden ne geliyorsa yazıyor, sanki hayatımı bu duvarlara kazıyordum. Bakışlarım Bora'nın yazdığına düştüğünde bunu kimin için yazdığını anlayamasamda söz çok hoşuma gitmişti.

"Gel seninle bir kez daha ağlayalım.
Yaşanmışlara, yaşanmamışlara,
Bir de hiç yaşanmayacaklara.."

Oğuz Atay

I like the night. Without the dark, we'd never see the stars.

Stephenie Meyer

Aklıma gelen tüm güzel sözcükleri yazdım. Bir duvarı tüm Dünya'yla süsledim. Buradan geçen herkesin hayran kalacağı cümlelerdi bunlar. Fakat okuyan farkedecek okumayan ise önünden geçip hayatına devam edecekti. Bora'nın yazdıklarına arada göz atıyor ve resmen aşık oluyordum. Yazdıklarına!

"Bütün şarkılarda senden bahsediliyormuş, onu farkettim."

Umarım o kişi Ceyda değildir diye geçirdim içimden. Bir şarkının Ceyda gibi bir insanla kirletilmesi asla kaldıramayacağım bir şeydi.

Mitolojiye göre insanlar dört kol, dört bacak ve iki yüzle yaratılırmış, bu insanların güçlerinden korkan Zeus ise onları iki parçaya ayırır hayatları boyunca diğer yarılarını aramaya mahküm edermiş onları. Diğer yarı'nı bulduğunda ise adı aşk olurmuş. Birgün sahiden diğer yarımı bulacak mıydım? Belki yanımdaydı, belki yakınımda, belki de sokaktan geçen herhangi biri. Birbirini bulması bu kadar zor olan iki yarım var ise neden etrafta bu kadar aşık insan vardı. Bence aşkın adı küçümseniyordu aşk böyle bir şey değildi. Aşk yarımını bulmaktı.

"Ben bitirdim." Bora elindeki kutuyu yere koyduğunda bakışlarım ona çevrilmişti. Tüm duvarı neredeyse doldurmuş ve ellerimizi yüzümüzü boya yapmıştık. "Bende." dedim gülümseyerek.

Bora kenarda duran fotoğraf makinesini alıp önümüzdeki bankın üstüne koyarak ayarladı ardından yanıma gelerek bana baktı. Bende ona bakarken ilk fotoğrafımız patlamıştı. Gülümsemem genişlerken onunda yüzünde bir gülümseme oluşmuş aynı anda kameraya pozlar vermiştik. Birsürü saçma sapan fotoğraf çekildikten sonra bu kadar yettiğine karar verip çıkan fotoğraflara tek tek bakmıştık.

"Çok güzel çıkmışlar." Hayranlıkla konuştuğumda Bora'nın dedikleri gözlerimin irileşmesine kalbimin depar atmasına neden olmuştu.

"Sen varsın ya o yüzden."
Bakışlarım fotoğraflardan ayrılıp yüzüne tırmandığında dudaklarındaki gülümsemeyle bana baktığını görmüştüm. Böyle yaparsa benim burdan ölüm çıkardı.

Fotoğrafların içinden iki tanesini kendime alıp geriye kalan fotoğraflarıda doğum günü hediyemin devamı olarak ona uzattığımda "Teşekkür ederim." diye mırıldanmıştı. Dibimdeki suratı havanın soğukluğunu kapatıyor vücudumu alevler içinde bırakıyordu. "Hayatımda geçirdiğim en güzel doğum günüydü." Gözlerim irileşirken alayla konuştum. "O kadarda değildir atma."

Elleri saçlarıma giderken nefesimi tutarak hareketlerini takip ediyordum. Bir tutam saçımı kulağımın arkasına sıkıştırıp tekrar gözlerini gözlerime sabitlediğinde yavaşça yutkundum.
"O kadar küçük hanım bu akşam çok güzeldi. Sende çok güzeldin. Yani teras...terası baya güzel hazırlamışsın."

Allahım n'olur yanlış anlamıyor olayım ve ne olur asla dediğime pişman olmayayım.

"Şey ne demek yani sen sev de gerisi önemli değil."
"Sevdim sevdim. Çok sevdim."

Bu sözleri söylerken sanki bahsettiği hediyeler değildi. 

Tamam artık geri çekilmeliydik.

"Senden bir hediye daha istiyorum."
Merakla kaşlarım havalanırken "Nedir o?" demiştim.

"Hadi bize bir şarkı aç." Gülümsedim.
"Tabii ki hemen açıyorum."
"Gel oturalım" Büyük eli küçük elimi avucuna aldığında benide peşinden sürükleyerek çimenlere oturtmuştu. Fakat ben daha da fazlasını yaparak geriye doğru yatarak çimenlere uzanmıştım. Yıldızları böyle izlemek çok güzeldi.
"Dur saçların kirlenecek." Bora üzerinden çıkarttığı montu beni kaldırarark yere serdiğinde onun üstüne yatmıştım ama onun da benim yanıma yatmasını baklemiyordum. Kesinlikle başımı yan tarafa döndürsem burunlarımızın birbirine çarpacağına emindim. Şarkıyı açarak gökyüzünü izlemeye devam ettim. Şu an hiç hissetmediğim kadar huzurlu hissediyordum kendimi.

Geceye yakışan bir kadın
Ben ona tutsak o bana sağır
Geceme karışan bir kadın
Yıldızları toplanmış saçlarına

Geceye alışan bir adam
Yağmurlar yağsa da o zaten sırılsıklam
Geceyi yakan bir adam
Geceyi söndüren bir kadın var

Gözleri gözlerimi keşfe çıkmışken dudakları bir şey söylemek için hareketlendi. Bakışlarım dudaklarına düştü.
"Geceye çok yakışıyorsun Masal."
"Gecenin rengine?"
"Ona daha çok yakışıyorsun."

Anlamıştı, anlamıştım. Ona gözlerinin gecenin rengi olduğunu söylediğimi hatırlıyordum ve o da hatırlıyor olmalıydı.

"Bu yaşının sana getirdiği en güzel şey ne oldu?" Sorum benden izinsiz dudaklarımdan döküldüğünde cevabını merakla beklemiş ardından başımı yan çevirerek onun yüzüne yan taraftan bakmıştım. O da döndü ve yüz yüze geldik. Kalbim...

"Sen oldun."

Gözlerim maviliğinin derinliğinde boğulurken yutkunamadığımı hissettim. Bakışlarımı kaçırıp tekrar gökyüzüne baktığımda gözlerinden bir farkı olmadığını anlamıştım. Susmuştum, susmuştu. O gece susarak konuşmuştuk. Bedenlerimizin sıcaklığı birbirimizi ısıtırken yalnızca susmuş ve güneşin doğuşunu birlikte izlemiştik.

*

Çalan kapı sinirlerimi bozmuştu. Saatlerdir çalan kapıyı açan kimsenin olmaması daha da çok sinirlerimi bozmuştu. Eve sabah yedi civarı geldiğimden dolayı henüz uyuyalı yaklaşık iki saat oluyordu ve Bora şirkete gelmememi, dinlenmemi söylediği için evde yatıyordum. Fakat çalan kapı buna izin vermeyecek gibiydi. Oflaya puflaya ayağa kalkıp kapıyı açtığımda karşımda sinir küpüne dönmüş Yiğiti kesinlikle beklemiyordum.

"Borayla sevgilisiniz değil mi!? Beni aldatıyor musun!? O herif bana nasıl yumruk atabildi Masal benim aklım almıyor!? Üstelik sırf seni öpeceğim için. Sencede benden bir şeyler saklamıyor musunuz!?"

Kendi yaşattığını ona yaşatmamdan korkuyordu...
Güldüm histerik, alaycı bir gülüştü bu. İçmişti, kokusu burnuma kadar geliyordu.

"Ne saçmalıyorsun hayatım. Bora seni genel olarak sevmiyor. Hatırlatayım sevgilisiyle yatmıştın."

Dumura uğrayan suratı bunu bu kadar basit bir şekilde dile getirememe şaşırmanın tepkisini veriyordu. O yaptığı hatayı unutarak sınırları geçmeye çalışıyordu fakat benim bunu ona unutturmaya hiç mi hiç niyetim yoktu.

"Tamam piçin en önde gideniyim, tamam pezevengin tekiyim! Oldu mu!? Bak Masal o adam sana başka bakıyor hâlâ farketmedin mi? Yemin ediyorum...bak yemin ederim senin kılına dokunsun elimden bir kaza çıkar."

"Yürü git ayıl da gel. Sonradan pişman olacağın şeyler söylüyorsun." Kapıyı Yiğitin suratına çarparak odama geri yürüdüm. Sabah sabah onu dinlemek istemiyordum. Odama girdiğimde kendimi tekrar yatağa atmış yorganı üstüme çekerek gözlerimi yummuştum. Son gördüğüm şeyse komidinimin üstünde bulunan fotoğraftı. Birbirine bakarak gülümseyen iki yüz.

Bir melodi duyuluyordu uzaklardan ve ben yine uykumdan zorla alınıyordum. Gözlerimi aralayarak yatağımın içindeki telefonumu aldım ve aramayı yanıtladım. Tanımadığım bir numaradandı.

"Merhaba Masal Kıray'la mı görüşüyorum."
"Evet buyrun?"
"Ferit Kıray neyiniz oluyor?"
Dilim elvermiyordu.
"Kızıyım."
"Anlıyorum... Babanız bir saldırıya uğramış. Bıçaklı bir saldırı. Durumu kötü değil ancak hastaneye kaldırıldı."
"Ne?"

Ne hissetmem gerekiyor Masal? Üzülmeli miyiz? Ne düşünmeliyiz? Ne yapmalıyız?

Kadının cevap vermesine izin vermeden telefonu kapattığımda öylece durdum. Ne yapmam gerekiyordu? Şimdi ne yapacaktım? Onu görmem gerekiyor muydu? Durumu nasıldı? Neden saldırmışlardı? Beynimin, kalbimin ve vücudumun durduğunu, uyuştuğunu hissediyordum.
İlk aklıma gelen ismi arayarak kulağıma yasladım telefonu. Hani ağlamaları beğenemedim diye bir laf vardır ya, ben o an ağlamaları bile beğenememiştim.

Bora telefonumu açmamıştı. Tabii ki açmazdı, uyuyor olmalıydı.
Ne yaptığımı bilemeden ayağa kalktım ve üzerimi tekrardan giyinerek evden çıktım. Birilerine sormam ne yapmam gerektiğini kafamda toplamam gerekiyordu.

Bora'nın evinin önünde durduğumda derin bir nefes alarak kapıyı çaldım. Ayaklarım yine beni buraya getirmişti ama onun fikrine çok ihtiyacım vardı.
Kapıyı çaldım ve beklemeye başladım. Stresten dudaklarımı yiyordum. Kapı açıldı. Uykulu gözlerle bana bakan Ceyda ise benim yerime mıhlanmama neden oldu. Aklımdaki tüm düşünceler uçup gitmiş sadece tek bir şeye odaklanmıştım. O... O niye buradaydı?

"Yine mi sen ya? Ne işin var sabahın köründe uyuyorduk."

Uyuyorduk? Uyuyor- duk. Duk? Duk dedi Masal.

Şaşkın bakışlarım yüzünde dolaşırken ne diyeceğimi bilememiştim.

"Sen burada mı kalıyorsun? Hastanede olman gerekmez miydi?"

Gözlerini ovuştururken kafasını evet anlamında salladı.

"Hastane yakın dün gece bir iki saat dinleneyim diye geldim. Uyuyakalmışım. Aman sana ne açıklama yapıyorsam."

Dün gece onu aradığımızda Bora da uyuyordu Masal?

"Kaçta geldin ki buraya?"
"Ne yapacaksın kızım kaçta geldiğimi. Sabah sabah gelmişsin ayakta uyuyorum görmüyor musun!?"
"Bora nerde?"
"Uyuyor dedim ya! Yeni gelmiş zaten sanırım yani gece ben geldiğimde evde yoktu. Az önce baktım uyuyordu. Gidip yanına kıvrılacağım izin verirsen"

En azından bunun için relax olabiliriz. Neredeyse karşılaşmamışlar Masal.
Gidip yanına kıvrılacağım dedi iç ses?
Bu seni ne kadar alakadar ediyor Masal?
Etmiyordu. Ne diyecektim ki?

Anladım dercesine başımı salladım.
"Geçmiş olsun."
"Sağol."

Arkamı dönerek oradan çıktığımda şimdi ne yapacağımı düşünüyordum o sırada çalan telefonumsa beynimdeki sesleri susturmuştu.

Abim arıyor...

Yüzümde oluşan tebessümle birlikte içim biraz olsun rahatladığında telefonu açıp kulağıma yasladım.

"Güzelim nasılsın? Seni de aradılar mı?"

"Evet ben de şimdi ne yapmam gerektiğini düşünüyordum."

"Açıkcası bende bilmiyorum ama birlikte bir şeyler düşünebiliriz bence neredesin seni alayım."

Abime bulunduğum yerin konumunu attıktan sonra bir banka oturup onun gelmesini beklemiştim. Tam önümde duran araba ise sanırım onun olmalıydı. Arabaya binerek ona döndüm.

"Günaydın. Bu arabayı nerden buldun?"
"Kiraladım ufaklık İstanbulda kaldığım süre boyunca kullanırım diye."

Araba ileri atılarak çalıştığında merakla konuşmuştum.

"Daha ne kadar kalacaksın?"
"Sizden ayrılmak istemiyorum aslında, bunca zamandan sonra ilk defa görüyorum sizi. Ama oğlumu ve eşimi özledim. Onlarıda orada yalnız bırakmak istemiyorum. Anlayacağın ne yapacağımı şaşırdım. Sanırım bir haftaya giderim."

Bir hafta. Abimle geçireceğim bir haftam daha vardı. Davet beş gün sonraydı ve o akşam neler yaşanacağını bilemediğimden dolayı endişe beni terketmiyordu. Belki....belki kötü bir şey olursa abim yanımda olurdu.

Hastanenin önündeydik ve girecek miyiz yoksa yok sayıp hayatımıza devam mı edecektik bilmiyordum.

"Sadece beş dakika. Arkadaşa bakıp çıkacağız gibi düşünelim."
Yandan bir bakış atıp benzettiği betimlemeye gülerken kafamı tamam anlamında salladım. Bizi zaten yanına sokmayacaklarını biliyorduk yalnızca camekanlı bölümden onu görebilirdik. Cezaeviyle tekrar bir konuşma gerçekleştirdiğimizde aslında babama saldırı olmadığını babam orada olan bir kavgayı ayırmak isterken yaralandığını öğrenmiştik. Ve evet babam diyordum... çünkü benim ona baba dememem onun benim babam olmadığı anlamına malesef ki gelmiyordu. Bugünde bunu öğrenmiştim.

Camekanın önüne geldiğimizde abimle birlikte zorlukla bir camın ardından babamızı izlemiştik. Bazı babalar çocukları için her şeyi yapardı, bizim babamız kendisi için her şeyi yapmıştı. Bencildi, kendi mutluluğu önemliydi sadece. Abim elini omzuma attığında bakışlarım ona çevrildi.

"Dondurma yemeye gidelim mi?"
Kaşlarım şaşkınlıkla havalandığında "Bu mevsimde mi?" demiştim. Kışın ortasına Boraya dondurma yiyelim mi diyende ebemdi zaten.

"Evet eskiden çok severdin. Çikolatalı dondurma alırdım sana sen yüzünü buruşturur atardın onu ama vanilyalıyı seviyorsun. Doğru hatırlıyor muyum?"

Dudaklarım iki yana kıvrıldığında başımı evet anlamında sallamıştım.

"Sende en çok çikolatalıyı seviyordun. Ne kadar zıtız."
"Zıt kutuplar birbirini çeker derler ufaklık. Bence mükemmel bir abi kardeşiz."
"Ya ya ne demessin."
"Eee yiyor muyuz?"
"Hı hı yiyoruz."

*

Abimle gittiğimiz dondurmacıda çok kalmamış ve dondurmalarımızı alarak feribota binmiştik. Birlikte ilk defa bir abi kardeş gibi geziyorduk ve bu....iyi hissettirmişti. Ona annemi sorduğumda beni şaşırtarak otelde bir ablayla arkadaş olduğunu ve resmen birbirlerine kahveye gidip geldiklerini öğrenmiştim. Annemin o yüzden keyfi yerindeydi.
Bu gün kötü başlasada ilk defa ailemi tam olarak bulduğum gündü. Annem ve kızlardan oluşan küçük ailemiz abimle tamamlanmış hissettiriyordu.

Ertesi gün Bora'nın beni almasını beklemeden kendim işe gitmiştim. O Ceydayla kıvrılıp uyuyabilirdi. Deli olmak üzereydim. Kapımın tıklatılmasıyla kafamı masamdan kaldırdım. İki gündür yine çok az uyumuştum ve gözlerimi açık tutmaya hâlim bile yoktu. Bora içeriye girdiğinde gözüme ilk çarpan şey elindeki avukat cübbesi ve dosyalar olmuştu. İlerleyip kendini karşımdaki koltuğa attığında onunda yorgunluktan bittiğini farkedebilmiştim. Koltukta kaykılarak başını geriye yaslayıp tavana doğru baktığında yorgunlukla mırıldanmıştı.

"Bir davadan çıktım ve sanırım yaşama dair fonksiyonlarımı yitirmek üzereyim."

Cevap vermediğimde aklım hâlâ Ceydayla yatıp yatmadığındaydı. O benim odama girerek Yiğiti dövebiliyordu ama ben Ceydayı dövemiyordum bu çok adaletsizdi.
Yine delirdin sen Allah sonumuzu hayır etsin.

"Bir sorun mu var?"
"Hayır bir sorun yok. Ne olabilir ki?"
"O yüzden mi bu suratla konuşuyorsun." Kaşlarımı çattığımda sinirle soludum.
"Ne varmış suratında?"
"Soru, sorun... bir şey mi oldu?" Kaşları çatılıp gözleri gözlerime mıhlandığında öfkeyle yutkunum başımı evet anlamında salladım hiddetle.
"Evet oldu! Bir şey oldu ve ben sana geldim! Aptal gibi bir fikir verirsin belki diye sana geldim ve geldiğimde bana kapıyı Ceyda açtı. Koyun koyuna uyuyormuşsunuz rahatsız etmek istemedim. Kendim hallettim."

"Ne!?" Bu sefer öfkeyle ve şaşkınlıkla bana bakan oydu.
"Onunla koyun koyuna falan yatmıyorduk! Sabah geldiğimde koltukta uyuyordu bende direk kendi odama geçtim zaten. Onunla bir daha aynı yatakta uyuyabileceğimi gerçekten düşünüyor musun!?" Sinirle gözlerini yumup parmaklarıyla şakaklarını ovaladığında sinirle dudağımı dişlemeye devam ediyordum.

"Yapma şunu!" Masadaki bakışlarım yüzüne tırmandığında dudağıma baktığını görerek yutkundum ve dudağımı ısırmayı bıraktım.
"Ne oldu, sorun ne?" Bu sefer biraz daha sakinleşmiş gibi konuştuğunda parmaklarımla masanın üstünde ritim tutarak dudaklarımı araladım.

"Babam bıçaklanmış. Ne yapmam gerektiğini, görüşüp görüşmemeyi veya nasıl bilgi alabileceğimi o an düşünemiyordum. Senden yardım istemek geldi aklıma aradım ama açmadın..."
"Uyuyordum."
"Biliyorum."
"Özür dilerim güzelim." Üzüntüyle konuştuğunda önemli değil dercesine omuz silkmiştim. Ne diyebilirdim ki?

"Affettiğini söyle."
"Affetmem gereken bir şey yok. Her zaman yanımda olamazsın."
"Hayır olabilirim. Olmalıydım da. Bunları yalnız halletmen gerektiği için özür dilerim."
"Yalnız değildim zaten. Abim geldi."

Anladım dercesine başını salladığında "yanında ben olmak isterdim." gibi bir şeyler mırıldanmış ardından telefonuna gelen mesaj sesi ile telefonunu cebinden çıkartmış bir şeyler yaparak bana bakmıştı.

"Daveti tüm şirkete açıklamanın vakti geldi. Yalnızca bir bağış daveti gibi göstereceğiz. Her şey hazır."
"Peki biz hazır mıyız?" Sorduğum soruya evet anlamında başını sallamıştı.
"Unutma, ne olursa olsun. Yalnızda kalsak, yalnızlığımızın içinde bir aradayız. Başka kimseye ihtiyacımız yok. Ben varım ve her zaman yanında olacağım." Başımı aşağı yukarı salladım.
Başka kimseye ihtiyacımız yoktu ben ve o, biz birbirimize yeterdik.

Her ne kadar o Ceydayı evinden kovmamış olsa da Masal...

☆                                   
Bölümü attım kaçıyorum bu bölüm çok tatlı geldi gözüme umarım sizde beğenmişsinizdir.

Artık aralarındaki şeyi kabullenmiş gibiler fakat itiraf kısmı daha yok değil mi? Onların arasındaki şeyi ben bile isimlendiremiyorum ama bence bu bölüm biraz belli ettiler...

Bir sonraki bölüm tam bir bomba, davet bölümüüüü. Yazdığım en uzun ve en aksiyon dolu bölüm oldu diyebilirim. Biraz zaman atlaması olacak ve o bölümde farkedilen çok şeyler olacak. Artık inkar etmeyi bırakmalılar değil mi? O bölüm için aşırı heyecanlıyım kilit bölüm olacak diyebilirim.

Hoşça kalın canlarım ☆

Continue Reading

You'll Also Like

959K 56.8K 73
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
2.4M 106K 71
Bu imkansızdı işte ... "" Sözlüyüm ben ."" Dedi Havin . Cesur'un ise Havin'in bu tavrı hoşuna gitmişti. Her ne kadar ondan uzakta yaşamış olsa da Hav...
15.3M 615K 54
"Soyun!" "Ne?" Yaşlı adam oturduğu masada kaşlarını çatmıştı ki yanındaki kadın tebessüm ederek bana döndü. "Sadece hırkanı çıkar ve bize sol kolunu...