EĞER PEŞİNDEN GELİRSEM

By emregul_

631K 28.3K 66.7K

"Eğer peşinden gelirsem geri dönemeyeceğimi söylemiştin bana," dediğinde sesi titriyordu. "O gün seni dinleme... More

GİRİŞ
1.Bölüm: ORTAK HESAP
2.Bölüm: YANGIN MERDİVENİ
4.Bölüm: KAFES KUŞU
5.Bölüm: HARİTA
6.Bölüm: KISKANMAK
7.Bölüm: KARAR
8.Bölüm: YANLIŞ HAMLE
9.Bölüm: TESLİM OLMAK
10. Bölüm: KÂBUS
11.Bölüm: YOLUN SONU
12.Bölüm: GEÇMİŞİN GÖLGESİ, GELECEĞİN ÜZERİNDE
13.Bölüm: İHANETİN ALÇAK SURETİ
14.Bölüm: YENİDEN BAŞLARKEN ÖLMEK
15.Bölüm: VEDA
16.Bölüm: GEÇMİŞTEN GELEN MİSAFİR
17.Bölüm: ATIŞ TALİMİ
18.Bölüm: BENİMLE YENİDEN TANIŞ
19.Bölüm: GEÇMİŞİN KIYAMETİ
20.Bölüm: BİR UMUT
21.Bölüm: YAKINDA DÜZELİRİZ
22.Bölüm: AĞACIN ALTINDA
23.Bölüm: MOTOR YARIŞI
24.Bölüm: YÜZLEŞME

3.Bölüm: YOL ARKADAŞI

32.4K 1.5K 4K
By emregul_

Hikayemize devam etmeden önce yıldızları yakmayı unutmayalım 🌟

Oy ve yorumlarınızın, özellikle paragraf yorumlarının ne kadar motive ettiğini söylemek ve onları bol bol görmek isterim 😌

Keyifli okumalar!

*

Yolun sonu nereye çıkar bilinmez. Her yol, başka bir yolun kapısıdır. Yola birlikte çıktığın insan ise yolun sonunda artık tanıdığın o insan değildir. Yollar değişir, insanlar değişir.

Hayatım boyunca yolun sonundan ziyade yolculukta geçireceğim zaman için heyecanlanırdım hep. Şimdi ise yola çıktığım andan beri mideme saplanan bir sancı, kalbime çöken bir yük, boğazıma oturan bir yumru eşliğinde acılar içinde kıvranarak yolculuk ediyordum. Arabanın tekerinin döndüğünü her seferde yol biraz daha netliğini kaybediyor, görüşüm gittikçe bulanıyordu.

Ağlıyordum çünkü!

Burnumu çektikten sonra çenemin titremesine aldanmadan çalan şarkıya mırıldanarak eşlik ettim. Şarkıyla birlikte her kelimede daha da yükselirken şarkı sözlerinin etkisiyle gözyaşlarım da eş zamanlı olarak daha hızlı akmaya başlıyordu.

"Kaderimde bu da mı vardı? Sevdiğimi başkalarıyla... Göreceksem eğer kö-"

"Kes artık!" diyen Saruhan'ın sesiyle irkilerek kendime gelirken şarkıyı kapatmak için müzik çalara uzanan eline dehşetle bakakaldım.

"Ne yapıyorsun ya?" diye çıkıştım hemen. Vakit kaybetmeden tek elimle direksiyonu tutmaya devam ederken diğer elimi, her ne kadar tereddüt etsem bile, direksiyondan çekip şarkıyı yeniden açmak üzere müzik çalara uzattım. Şarkı kaldığı yerden devam ederken biraz öncekine kıyasla daha yüksek olan bir sesle eşlik etmeye devam ettim. Saruhan'a inat.

"Yar... Ellerin nerde? Ya beni de götür ya da gitme..."

Saruhan, ağzında, tam anlamıyla duyamadığım, bir küfür gevelerken yeniden uzanıp şarkıyı kapatarak benimle inatlaşmaya devam etti. Burnundan soluyarak geriye yaslandığında öfkeli bakışlarının yüzümü incelediğini gördüm.

"Uçuruma sür," dedi yüzündeki öfkenin aksine gayet sakin bir sesle.

"Ne?" diye sorarken kulaklarıma inanamamış gibi bir ifadeyle kaşlarımı çattım. "Ne yapayım?"

"O berbat sesinle kulaklarıma işkence etmeye devam edeceksen uçuruma sür daha iyi," diye açıklayarak başını geriye yasladı ve uykusuna devam etmek ister gibi gözlerini sıkıca yumdu.

"Benim arabam değil mi? İstediğimi yapmakta özgürüm," diye karşı çıkarken omuz silktim ve boşta olan elimle direksiyonu tutarak yola odaklandım.

"Sen buna araba mı diyorsun?" diye sorduğunda öfkelenme sırası bendeydi. Arabamı çok seviyordum ve ona da hakaret etme cüretinde bulunamazdı.

"Bir daha arabam hakkında-"

"Külüstürünü mü savunuyorsun?" diyerek lafımı kestiğinde öfkeyle kaşlarımı çattım.

"Arabam hakkında doğru konuş!" diye bağırdığımda umursamaz bir tavırla kollarını karnının üzerine yerleştirip oturduğu yerde kayarak yayvan bir şekilde oturmaya devam etti.

"Biraz daha ağlamaya devam edersen külüstürüne hurda demek zorunda kalacağım," diye mırıldandı uykulu sesiyle. "Tabi hayatta kalırsak..."

"Ağlamıyorum ben," diye itiraz ederken gözlerinin kapalı olmasını fırsat bilerek aceleyle yanaklarımı sildim. "Gayet mutluyum."

Herhangi bir cevap vermek yerine beni duymazdan gelmeyi tercih etmişti. Hemen sonra ayağını torpidoya koyduğunda gözlerim fırlayacakmış gibi açılırken kendime hâkim olamayıp çığlık attım.

"İndir ayağını oradan!" derken sinirden gözüm dönmüştü. Yıllardır arabama birçok insan binmişti fakat hiçbiri ona bu şekilde davranmamıştı.

"Neden? Külüstürün de mi ağlar?" diye sorarken göz kapakları aralandığında başını benden tarafa çevirip alaycı bir tavırla yüzümü inceledi.

"Arabama külüstür deme!" diye bu kez buna sinirlendim. "Ve ayağını indir oradan, kirletiyorsun."

"Baban ne iş yapıyor?" diye sorarak yine söylediklerimin umurunda olmadığını belirtmiş oldu.

"Bu seni ilgilendirmez," diye tersledim.

"Annen ne iş yapıyor?" diye yeni bir soruyla konuşmaya devam etti.

"Bu da seni ilgilendirmez."

"Ankara'ya neden gidiyorsun?" diye soru yağdırmaya devam ettiğinde tüm sorularına verdiğim cevabı bu sorusu için de kullanmaktan çekinmedim.

"İnanır mısın, bu da seni hiç ilgilendirmiyor," dedim alaycı bir tavırla.

Birlikte vakit geçirdiğimiz her dakika biraz daha geriliyordum. Bir yabancıyla birlikte aynı arabanın içinde, babamın yanına gidiyor olma düşüncesi zihnimin kapısını çaldığı her an dehşete düşüyordum. Daha yeni, tüm paramı çaldırmış olmanın şokunu yaşarken üstüne bir de babamın karşısına bir yabancıyla çıkma zorunluluğum eklenmişti. Sırf paramı geri alabileceğini söyleyen, kim olduğu belirsiz bir adama neden güvenmiştim ki?

Kafamın içinde cevabın yankılanması pek de gecikmedi.

Kaybedecek bir şeyim kalmamıştı. Aynı zamanda tutunacak bir dalım da yoktu artık. Bu yüzden Saruhan'a güvenmek tek şansımdı. Özellikle kendinden bu kadar emin olması ve bir bakışıyla bile kendine güvendiğini bu kadar net belli edebilmesi garip bir şekilde iyi hissettirmişti.

"Kenara çek!" Saruhan'ın sesiyle düşüncelerden sıyrılırken aniden hareketlenmesiyle gerginliğim artmıştı. Bir yandan araba sürmeye devam ederken diğer yandan göz ucuyla Saruhan'a bakıyor, ne yaptığını anlamaya çalışıyordum.

Biraz önce ayağını torpidodan indirmesini istediğimde duymazdan gelirken şimdi çekip doğruldu ve dik dik yüzüme bakmaya başladı.

"Neden?" diye sordum merakla.

"Sorma, çek kenara!" diye yinelediğinde göz devirerek önüme döndüm ve yola bakmaya devam ettim bir süre daha.

Onun bana yapmaktan keyif aldığı şeyi bu kez ben yaptığımda, onu duymazdan geldiğim için sinirlenmiş olmalıydı. Biraz sonra yeniden Saruhan'dan tarafa baktığımda kaşlarını çatarak el frenini tuttu.

"Duruyor musun, durmuyor musun?" diye tehdit ettiğinde ifadesi o kadar ciddi görünüyordu ki...

"Eğer bunu yaparsan..." diye konuşmaya başlasam da cümlenin devamını Saruhan getirdi.

"Muhtemelen araba takla atar," dediğinde tüyler ürperten soğukkanlılığı karşısında ağzım açık bir şekilde bakakaldım. "Çek kenara."

Saruhan'ın dediğini yapmak için sağ tarafa sinyal verirken dikkatlice şeridi kontrol ederek hızımı yavaşlatmaya başladım. Aynı zamanda da öfkeyle kaşlarımı çatarken söylenmeden edemedim.

"Şunu bil ki, emir vermenden çok sıkıldım. Bana bu şekilde davranamazsın!" diye azarladığımda söylediklerimin zerre kadar umurunda olmadığına yemin edebilirdim fakat yine de içimde tutmak yerine bunu dile getirmiş olmak bile rahatlatmıştı.

Arabayı sağ tarafa çektikten sonra dörtlüleri yakar yakmaz kapıyı açtı ve "Verdiğim emri yerine getirirken bunu söylemen de çok manidar oldu," diye alay ederek arabadan indi.

Öfkeli bakışlarım sırtına dikilirken kapıyı kapatıp yürümeye başladı. Ne yaptığını deli gibi merak etsem de ona ne kadar sinir olduğumu göstermek için sinirli bakışlarım bir an bile üzerinden ayrılmadı.

Arabanın ön tarafından ağır adımlarla dolaşırken bakışlarımı hissetmiş olmalıydı ki, tam önümden geçerken omzunun üzerinden kısa bir bakış atıp göz kırptı. Alaycı gülüşü dudaklarına yerleştiğinde ise başını iki yana sallayarak önüne döndü ve yürümeye devam etti.

"Pislik!" diye homurdanırken arabayı çalıştırıp üzerinden geçme isteğiyle doldu içim.

Çok geçmeden Saruhan'ı kapımın yanında görünce şaşkınlıkla yüzüne bakmaya devam ettim. Hiç beklemeden kapımı sonuna kadar açtıktan sonra kapıya yaslanarak dik dik yüzüme baktı.

Başını hafifçe sağa yatırırken "İn," dedi tok sesiyle.

"Ne?" diyerek karşılık verdiğim de şaşkınlığımı gizleme gereği duymadım. "Ne saçmalıyorsun sen?"

"Bir şeyi de ikiletme," derken sabrı taşmak üzereymiş gibi burnundan soludu. "İn diyorum. Sorgulama, in."

"Bana emir verme!" diye çıkıştım biraz önceki gibi. Öyle bir tavrı vardı ki; dünyadaki tüm insanlar bir araya gelip aynı şeyi haykırsa yine de duymazdan gelecek, kendini bildiğini okuyacaktı sanki. Tanıştığımız ilk günden beri bana yaptığı gibi...

"Çok yoruyorsun insanı, laf dinle!" derken dişlerini sıkacak kadar neye sinirlendiğini anlayamamıştım.

"Asıl sen beni dinle ve benimle düzgün konuşmayı öğren!" diye üsteledim çünkü o kadar sinirlenmiştim ki sürekli emir veriyor olmasına, rica etmeyi öğrenene kadar onunla tartışmaktan geri kalmayacağıma emindim.

"Tamam öğrenirim. İn şimdi aşağı," derken yeniden başını sağa yatırarak yüzüme bakmaya devam etti.

Dakikalarca birbirimizin yüzüne ters ters bakmaktan kendimizi alamadık. Ne o ne de ben inadımızdan vazgeçmedik. Bakışlarımı bir an bile ayırmadığım gözlerinin yeşili her an biraz daha koyulaşıyor ve de... Güzelleşiyordu sanki!

Onu yakışıklı bulduğum için kendime sinirlenerek kaşlarımı çattım ve bakışlarımı kaçırıp önüme döndüm.

"Yenildin," dedi sırıtarak. "İn."

Öfkeyle sıktığım dişlerimin arasında bir küfür homurdanarak dediğini yapıp arabadan indikten sonra omuz atarak yanından geçtim.

"Ne dedin?" diye sordu merakla kaşlarını kaldırarak.

"Küfür ettim. Ömür boyu bunu merak et!" diye çıkıştım.

"Mutlaka ederim," diye alay ettiğinde çoktan Saruhan'la yer değiştirmiştik bile. Kollarımı göğsümün altında birleştirerek kapıya yaslanan bendim, şoför koltuğuna yerleşen ise o.

"Ne oldu şimdi?" diye sordum.

Cevap vermeden bir şeylerle ilgilenmeye başladığında sinirli duruşumu bozmamak ve dik dik yüzüne bakmaya devam edebilmek için ne yaptığına bakamıyordum.

Çok geçmeden yaptığı şeyle neye uğradığımı şaşırmıştım. Hiç beklemediğim bir anda gaza basıp uzaklaşmaya başladığında yapabildiğim tek şey korkuyla kapıdan ayrılıp kendimi geriye atmak oldu.

"Ne yapıyorsun?" diye bağırdım arkasından can havliyle. "Hey!"

Bir kez daha dolandırılmak üzere olduğuma inanamıyordum. Biriktirdiğim paramdan geriye yalnızca bu araba kalmıştı elimde ve saniyeler önce onu da başka bir yabancıya kaptırmıştım.

Kalbim ağlama isteğiyle ezilirken var gücümle koşmaya başladım.

"Bekle!" diye bağırdım arkasından. "Buraya gel!"

Arabanın ardında bıraktığı tozda boğuluyor olsam bile koşmaya devam ederken nefes nefese kalmış olmama rağmen umursamadan peşinden gitmeye devam ettim. Arabamı da kaybedersem geriye hiçbir şeyim kalmıyordu çünkü.

Arabanın hızına yetişemeyecek kadar yavaş ve güçsüz kalan bacaklarım uyuşmaya başladığında düzensiz alıp verdiğim nefesler yüzünden boğazıma bıçak saplanıyormuş gibi acı dolu bir his yerleşti. Çok geçmeden yine hiç ummadığım bir şey oldu. Süratle giden arabam aniden durduğunda öylece durup şaşkınlık içinde bakakalmıştım.

Biraz sonra arabanın arka farlarındaki geri vites ışıkları yandı ve biraz önceki gibi süratle üzerime doğru gelmeye başladı. Öyle hızlı ve kontrolsüz sürüyordu ki olduğum yerde durmaya devam edersem sadece birkaç saniye içinde üzerimden geçip gideceğine yemin edebilirdim fakat ispatlamam için burada durmaya devam etmem gerekirdi.

Bana çarpmaması için geriye kaçtığım için yolun ortasında dikilmiş halde yanıma ulaşmasını bekliyordum. Neyse ki pek dolu olmayan bu yolda bir süre daha durabilmiştim. Tabi her an son sürat gelen bir araçla burun buruna kalmazsam eğer...

Araba önümde durduğunda cam sonuna kadar açıktı ve kolunu kenara yaslamış bir şekilde duruyordu. Hemen sonra ağır ağır başını çevirip gözleri benimkilerle buluştuğunda alaycı tavrı yeniden yüzüne yerleşti.

"Tamamen dolandırılmak için doğmuşsun," diye iğnelediğinde yüzüne tükürmek istedim.

"Sen kendini komik mi sanıyorsun?" diye terslediğimde alt dudağını büzerek tek omzunu silkti hafifçe.

"En azından bir daha söylediklerimi ikiletmemen gerektiğini anlamışsındır," dediğinde söylediğini onaylamamı istercesine kaşlarını kaldırdı. Herhangi bir karşılık vermediğimde de "Atla," diyerek yan koltuğu işaret etti.

"Benim arabam-"

Daha cümlemi tamamlamaya kalmadan hışımla dönüp el frenini indirdi ve araba hareket etmeye başladığında korkuyla çığlık attım.

"Tamam, tamam!" diye bağırırken teslim olur gibi ellerimi havaya kaldırarak yürümeye başladım. "Biniyorum, tamam!" derken sinirden dişlerimi sıkmıştım.

Söylene söylene arabanın etrafını dolaştıktan sonra Saruhan'ın yanındaki koltuğa oturup sert bir şekilde kapıyı kapattım.

Kollarımı göğsümde birleştirip doğruca önüme bakarak surat astım. Saniyeler içinde aldığım kararla ne Saruhan'dan tarafa bakmaya ne de onunla muhatap olmaya niyetim yoktu.

Sanki kafamın içinde dolaşan kararımı duymuş gibi birkaç dakika sonra konuşarak sessizliği bozdu.

"Diğer şeylerin gibi şoförlüğün de berbat," derken arabayı çalıştırdı yeniden. "Kemerini tak."

Kararımı uygulamaya devam ederek herhangi bir karşılık vermeden önüme baktım.

"Takıyor musun, takmıyor musun?" diye sorduğunda tepkisizliğimi korumaya devam ettim ve bu durum karşısında sinirlendiğini, burnundan solumasını duyunca anlamıştım.

Başını sallayarak önüne dönmesiyle el frenini indirip gaza basması bir oldu.

Duruşumu bozmadığım, ona dönüp bakmadığım ve herhangi bir şey söylemediğim her an biraz daha yüklendi gaza. Arabamın bu hızı kaldıracak gücünün olmadığını tahmin edebiliyordum. Ki motorundan gelen ses de bu düşüncemi destekliyordu.

Virajlara bile aynı süratle giriyor, hızını arttırmaya anbean devam ediyordu ve arabanın hızı her yükseldiğinde kalp atışlarım da onunla birlikte yükseliyordu. Araba o kadar hızlı gidiyordu ki artık, her ne kadar belli etmemeye çalışsam da korkuyla titriyordum.

Hızı arttırmayı asla bırakmayacak kadar ciddi duruşu ve arabanın sahip olduğu sürat sebebiyle kalbimi ele geçiren korku "Yavaşla!" diye bağırmama neden oldu.

Gaza sonuna kadar basmış görünüyordu ve söylediğimi duymazdan gelerek önüne bakmaya devam etti. Avına yaklaşır gibi gözlerini kısmış, tüm odağını yola vermiş bir şekilde duruyordu. Öyle sıkıyordu ki kendini, direksiyonu tutan elinin parmak boğumları kızarmıştı.

"Yavaşla dedim, kaza yapacaksın!"

"Kemerini takmadın," diye karşılık verdiğinde anlamıştım ne kadar sinirlendiğimi.

"Bundan sana ne!" diye bağırdım kendime hâkim olamayarak. "İstediğimi yaparım, sana ne!"

Bir anda frene bastığında oturduğum yerden fırlamamam kaçınılmazdı fakat o an öyle bir şey yapmıştı ki... Her şeye rağmen hayatımı kurtarmış oldu. Frene bastığı an boşta olan sağ kolunu dümdüz göğüs hizamda uzatıp bedenimi koltukla arasında sıkıştırarak öne fırlamamı engellemişti.

"Ders bir," dedi ve el frenini çekerken bakışları yüzüme döndü. "Söyleneni yapmazsan başın belaya girer."

Yaşadığım korku yüzünden hala nefes nefese olduğum için sağlıklı düşünemiyor ve ne cevap vermem gerektiğini bulamıyordum.

"Belanın adı ne? Saruhan Kalaycı mı?" diye bağırdım. "Ne kadar bela varsa seninleyken yaşanıyor çünkü!"

"Daha hiçbir şey görmedin," derken yüzündeki gururlu ifadeye anlam verememiştim. Koyu yeşil gözlerinde parlayan ışık ilk günkü gibi hissettirmişti o an. Tekinsizliği... Gözlerinin ardındaki derinlikle hipnoz edilmiş gibi ağzım açık bir şekilde ona bakakalmama neden oluyordu.

"Şimdi kemerini tak, ben süreceğim!" dedikten sonra arabayı çalıştırırken onunla inatlaşmak yerine söylediğini yaptım ve kemerimi takıp geriye yaslandım.

"Ruh hastası..." diye söylenmeyi de ihmal etmedim.

"Seni duyabiliyorum," diye karşılık verdi. "Avuç içi kadar araban olduğu için..."

"Arabamla derdin ne?" diye sordum sakince çünkü amacım onunla tartışmak değildi. Sadece bu kadar aksi ve her şeye karşı nefretle yaklaşma sebebini gerçekten merak ediyordum.

"Hikayeni anlat bana," diye kendi istediği konuyu açtı yine. "Bu da ikiletmemen gereken şeylerden biri. Deneme istersen," derken göz ucuyla bakarak göz dağı vermeye çalıştı. Başardı da... Vakit kaybetmeden anlatmaya başladım çünkü.

"Neyi merak ediyorsun tam olarak?" diye sordum önce.

"Seni tanıyabileceğim kadarını anlatsan yeter. Fazlası baş ağrıtır," diyerek yine ondan beklenen ukalalıkta bir cevap vermiş oldu.

"Bir şartla," dedim hemen.

"Bana şart koşma," diye terslediğinde istemsizce kaşlarım çatıldı.

"Koşarsam ne olur?" diye çıkıştığımda gözleri önce yüzümü hedef aldı. Hemen sonra omzumun üstünden, arka tarafa bakarken çenesinin ucuyla baktığı yönü işaret etti.

"Sağ tarafımız uçurum," dedi sakince. "Dene istersen."

"Kendini ne sanıyorsun sen ya?" diye terslediğimde sinirden sesim titremişti. "Ters ters konuşuyorsun, emirler veriyorsun, istediğini yaptırmak için tehdit ediyorsun... Bu ne kendini bilmezlik, bu ne cüret canım, her şeyin de bir sınırı var!" diye söylenmeye devam ettiğimde yüzünün aldığı şekle bakılacak olursa bu durum pek de hoşuna gitmemiş gibiydi.

"Hareketlerimin cüretini nereden aldığımı bilmek istemezsin," dedikten sonra dişlerini sıkması istemsizce gerilmeme neden olsa da sakin kalmak için nefesimi kontrol altında tutmaya çalıştım. "Bu yüzden her iki lafından birinde beni ve davranışlarımı sorgulamayı bıraksan yararına olur."

"Sen de benimle böyle konuşmayı bıraksan iyi olur," diyerek hiçbir şekilde geri adım atmayacağımı net bir şekilde belli etmiş oldum.

"Bak," dedikten sonra hızını biraz daha yavaşlattıktan sonra yolun müsait oluşundan cesaret alarak bakışlarını bana çevirdi. "Ben senin istediğini yapmazsam hiçbir şey kaybetmem. Ama sen benim istediğimi yapmazsan başın çok ağrır."

"Ay, ne yapabilirsin ki?" diye alaycı bir tavır takındığımda duyduklarına inanamıyormuş gibi kaşları yukarı kaydı.

"Sahiden bunu mu sorguladın yoksa ben mi yanlış duydum?" derken ağır ağır başını salladı.

"Çok pardon da karşında kim varsa dilediğin gibi küçük görmeyi alışkanlık edinmiş olabilirsin ama benimle konuşurken bu şekilde davranamazsın," derken sesim net ve söylediklerimde ne kadar ciddi olduğumu belirtecek şekilde çıkmıştı. "Beni korkutamazsın da ayrıca!"

Başını iki yana sallayarak önüne döndü ve hiçbir şey söylemeden arabayı normal hızına çıkarıp yola odaklandı. Dakikalar boyunca kulaklarımda sadece yolun uğultusu vardı ve öylece camdan dışarı bakarak uçurumun hızla geçen görüntüsüne dalıp gitmiştim.

Bir ara yolun diğer tarafına göz ucuyla baktığımda alabildiğine yeşil, sık aralıklarla birbirini tamamlayan iri ağaçların eşsiz güzelliğine takıldı gözlerim. Bir araya gelen ağaçların sunduğu orman yeşili öyle tanıdıktı ki... Tıpkı Saruhan'ın gözleri gibiydi. Tekinsiz ve büyüleyici...

Son günlerde olduğu gibi yine sessiz kaldığım an da düşünceler zihnimin dört bir yanına koşturup huzursuz edici fısıltılarla başımı ağrıtmakta gecikmediler. Sinan tarafından dolandırılmam, kendi biriktirdiğim parayla açtığım mekânın sahibi olarak babamın karşısına çıktığım anın hayaliyle yanıp tutuşarak gün saydığım buluşmamıza yanımda bir yabancıyla gidiyor oluşum, babamın gerçekleri öğrendiğinde vereceği tepkiler... Zihnim benden nefret ediyor gibi tüm bu anları tekrar tekrar canlandırıyor ve canımı her seferinde daha çok yakıyordu.

Tüm bu aptal düşüncelere katlanmaktansa Saruhan'a katlanıp, onunla sohbet etmeyi yeğlerdim. Bu nedenle derin bir nefes eşliğinde başımı Saruhan'dan tarafa çevirip biraz önce sorduğu soruya cevap vermeye başladım ve hayatımın bir noktasından başlayarak kendimi anlatmaya koyuldum.

"Lise birden itibaren burada, tek başıma yaşıyorum. Hayatım boyunca yaparken kendimi bulduğum tek şey şarkı söylemekti. Yıllardır farklı mekanlarda şarkı söyleyerek hem geçimimi sağlıyor hem de hayalini kurduğum mekân için para biriktirmeye çalışıyorum. Biriktirdim de... Kendi mekanımın sahnesinde şarkı söylemek en büyük hayalimdi. Çok yaklaşmıştım biliyor musun? Hatta kiralayacağım mekânı çoktan bulmuştuk ve sözde bu hafta gidip adamla el sıkışacaktık," dedikten sonra iç çekerek önüme döndüm. "Sonra olanları biliyorsun. Hayallerim uçup gitti..."

"Uykum geldi," dedikten sonra gerçekten esnediğinde öfkeyle gözlerimi kıstım.

"Gerçek bir pislik olduğunu biliyorsun değil mi?" diye fısıldadım sıktığım dişlerimin arasından. "Seni insan yerine koyup bir şeyler anlatan da suç ama..."

Söylediklerim karşısında gururla sırıtırken "Ailenden bahset," dedi çok geçmeden.

"Annemi, ben daha iki yaşındayken kaybetmişiz. Onu tanıma fırsatım olmasa da tek ailem o diyebilirim. Babamla çok uzun zaman önce ipleri kopardık. Yüzünü görmeye bile tahammül edemiyorum aslında. Oraya gitme sebebim de ona ihtiyaç duymadan ayaklarımın üzerinde durabildiğimi gösterebilmek için mekanımın tapusunu suratına atacaktım ama..."

"Dolandırıldın," diyerek cümleyi tamamladı.

"Evet, dolandırıldım," diye tekrar ettim.

"Babanla neden ilişkiniz bu halde?" diye sorduğunda gerçekten merak mı etmişti yoksa laf olsun diye mi sormuştu merak ederek göz ucuyla yüzüne baktım. Donuk bakışları öylece yola odaklanmış şekilde durduğu için hiçbir şey anlamayarak sorusuna cevap vermek üzere konuşmaya devam ettim.

"İğrenç bir kızla evlendi. Bir para avcısıyla... O kızla evlenerek anneme ihanet etti," diye çekinmeden cevapladım. "Sırf bu yüzden liseyi yatılı olarak İstanbul'da okumaya karar vermiştim. Zamanla uzaklaştık birbirimizden. Bir gün dayanamayıp ben ona ağzıma geleni söyledim, o da bana... Öylece koptu ipler. Onsuz başımın çaresine bakamayacağımı, ona muhtaç olduğumu söylemişti laf arasında. Ben de sırf bu yüzden daha da hırslanmıştım," diye anlatacaklarımı bitirdikten sonra yüzüne bakarak "İşte benim hikayem bu kadar," diyerek omuz silktim.

"Anladım," diyerek başını sallamakla yetindi. En azından sinirlerimi zıplatacak bir tepki vermediği için sevinmiştim.

"Peki sen?" diye sordum vakit kaybetmeden çünkü onun hikayesini çok merak ediyordum.

"Ben ne?" diyerek anlamazlıktan geldi.

"Senin hikayen ne?" diye sorumu yineledim.

"Benim bir hikayem yok," diye mırıldandı. "Benim nefret edebileceğim kimsem de yok. Ben buyum, gördüğün kadar," dediğinde sesi, şimdiye kadar hiç duymadığım kadar pürüzlü çıkmıştı.

"Yanılıyorsun. Her ne kadar görünmek istemesen de gördüğümden fazlası olduğuna inanıyorum," diye dürüstçe düşündüğümü dile getirdim.

"Benimle ilgili çıkarımlarda bulunma," diyerek tersledi hemen. "Ben ne kadarını istersem o kadarını görür, tanırsın. Fazlası değil."

Böyle hırçın tavırlar sergileyerek karşısındakini uzaklaştırabileceğini düşünüyor olmalıydı. Halbuki sırf bu yüzden daha çok merak etmeme neden oluyordu, haberi yoktu. Deli gibi merak ediyordum işte. Saruhan kime küsmüştü? Kime küsmüştü ki, hayat boyu kimseyle barışamıyordu?

"Neden bana yardım ediyorsun?" diye sordum. Kendisi hakkında bir şeyler anlatmayacağı konusunda net tavrını belli ettiği için onu tanımaya yönelik bir şeyler soramıyordum fakat aynı zamanda da onunla sohbet etmek istediğimi fark ettim. Bu yüzden aklıma gelen ilk soruyu sorarak konuşmayı devam ettirmeye çalıştım.

"Komşu komşunun külüne muhtaç demişler," diye alaycı bir cevapla sorumu geçiştirmeye çalıştı.

"Hayatımda seninkinden daha vasat sohbeti olan birini görmedim," derken yüzümü buruşturmaktan kendimi alamadım. "Berbat bir yol arkadaşısın!"

"Yol arkadaşı..." diye alay ederken omuz silkerek önüne baktığı için daha fazla sohbeti sürdürmeye çabalamak yerine onunki gibi susmayı tercih ettim ve yeniden başımı çevirip camdan dışarıyı izleyerek yolculuğuma devam ettim.

***

"Uyan!"

"Hey, uyan!"

Omzumu sarsan eli refleks olarak elimin tersiyle iterken gözlerimi araladım. Elimin tersiyle gözlerimi ovarken başımı yasladığım koltuktan çekerek camdan dışarıya baktım. Hava kararmaya yüz tutsa da güneşin gökyüzünü kızıla boyadığı zaman dilimine uyanmış olmanın verdiği huzurla gülümsedim.

Daha sonra gördüğüm şeyle şaşkınlığa uğrasam da bir süre hareketsiz kalmayı seçtim. Üzerimde Saruhan'ın kapüşonlu ceketi üzerime örtülmüş şekilde uyanmıştım. Uyku mahmurluğuyla gevşeyen bedenim saniyeler içinde yaşadığım şaşkınlıkla uyuşmaya başlamıştı resmen.

Hemen sonra başımı sola çevirdiğimde uyku halinin dağılmasıyla netliğini kazanan gözlerim Saruhan'ın yeşilleriyle buluştu.

"Ne sırıtıyorsun?" diye aksilendiğinde göz devirdim.

Ceketini üzerime örterek yaptığı şey için ona teşekkür etmek istemişken yine tek bir hareketiyle onun hakkındaki iyi düşüncelerimi silip atmayı ve beni sinir etmeyi başarmıştı.

"Geldik mi?" diye sorarak onun yaptığını yapmış, söylediklerini duymazdan gelmiştim. Uzun yıllar yaşadığım şehrin tanıdık görüntüsü sayesinde geldiğimizi anlamış olsam da yeni uyandığım için tartışmaya halim yoktu. Bu yüzden laf olsun diye aklıma geleni sorup geçmiştim.

"Geldik," diye cevapladı. "Evin adresini tarif et?"

"Bekle," dedikten sonra arka koltukta bıraktığım çantama uzanıp ön gözündeki telefonumu aldım. Çantayı yeniden arka koltuğa fırlattıktan sonra arkama yaslanıp evin konumunu açmaya koyuldum. Adres tarifi konusunda berbattım çünkü. Gideceğim her yere konum takip ederek gittiğim için Saruhan'ı babamın evine götürürken de konum açmaktan başka şansım yoktu.

Saruhan'a uzattığım telefonu elimden alırken "Babana ne söyleyeceğini buldun mu?" diye sordu çarpık bir gülüş eşliğinde.

"Ne konuda?" diye soruyla karşılık verdim çünkü ne demek istediğini anlamamıştım.

"Benim hakkımda," diye ekledi hemen.

"Sen gelmeyeceksin ki," dediğimde şaşkınlıkla kaşlarını çattı.

"Kim engel olacak buna?" diye sorduğunda bu kez ben kaşlarımı çattım.

"Zorla gelecek halin yok ya?" dediğimde dudaklarının kenarına yerleşen gülüşü tam olarak, söylediğim şeyi yapacağını, zorla geleceğini söylüyordu.

"Saçmalama istersen!" diye karşı koydum. "Zaten dolandırılmam konusunda ne söyleyeceğimi bile bilmiyorum, bir de seni açıklayamam!"

"Açıklarsın," dedi hiç düşünmeden.

"Gelmeyeceksin!" diye diretsem de yüzündeki ifadeye bakılırsa söylediklerimin zerre kadar umurunda olmadığı apaçık belliydi.

"On beş dakikaya orada oluruz," diyerek konuyu kapatmaya çalıştı. Konuşma arasında öyle bir şey söylüyordu ki, konu hakkında başka bir şey söyleyesi gelmiyordu insanın. Tamamen alakasız ya da konuyu kestirip atacak türden karşılık vermesine sinir oluyordum.

Dünyanın en ruh hastası insanıyla birlikte olduğum için geriye kalan on beş dakikalık yol boyunca babama nasıl bir yalan söylerim diye düşünüyordum. Kafamın içi allak bullak olmuş bir şekilde yine bin bir farklı şeyi aynı anda düşünerek geçirdiğim on beş dakikanın ardından nihayet doğduğum eve, evime gelmiştik.

Heyecan ve gerginliğin esir aldığı bedenimde kalbim deli gibi çarparken alt dudağımı dişleyerek nefesimi tuttum. Paniklemiştim. Sanki asıl yabancı, biraz sonra karşılaşacağım adam, babamdı. Saruhan bile ondan daha yakın hissettiriyordu bana. Saruhan bile...

Konumun bittiği yerde, ilk boş bulduğu yere arabayı bıraktıktan sonra durup yüzüme baktı.

"Ee?" dedi herhangi bir tepki vermediğim için. "Boş boş bakacak mısın sabaha kadar?"

"Gerçekten geleceksin değil mi?" diye sorduktan sonra sabrımın tükendiğini belli edercesine burnumdan soludum.

"Evet, karnım aç," dedi tüm pişkinliğiyle.

Göz devirerek arabanın kapısını açıp dışarı çıktım. Vakit kaybetmeden benimle birlikte dışarı çıktı. Arabayı kilitledikten sonra seri adımlarla bana ulaşıp yanımda yürümeye devam etti.

Evin bahçe kapısını tedirginlikle açtıktan sonra geçmem için Saruhan kapıyı tuttu.

Başımın üzerinden uzattığı eline şaşkınlıkla bakarken "Hayret!" diyerek iğneledim. "Centilmenliğe dair bir şeyler biliyormuşsun meğer?"

"Eh..." diyerek omuz silkti.

Bir şey söylemeden yanından geçip gittim.

"Burada mı yaşıyorsunuz?" diye sordu Saruhan hayretle. Göz ucuyla ona baktığımda ellerini ceketinin cebine koymuş, şaşkınlıkla evi inceliyordu. Haklıydı çünkü evimiz fazlasıyla büyük ve görkemli görünüyordu. Kim olsa aynı tepkiyi verirdi. Özellikle İstanbul'da yaşadığım sokak ve evle kıyasladığımızda ailemin bu evde yaşadığına çoğu insan inanmazdı. Zengin ailenin fakir hayat süren kızı, Armin... Ne de aptalca değil mi?

"Evet, babamın evi burası," diyerek hem sorusunu cevapladım hem de yanlışı düzelttim. Burada yaşayan ben değildim çünkü. Babam ve iğrenç karısı yaşıyordu sadece.

"Emin misin?" diye sorarken bakışları yüzümü inceliyordu ve gözlerindeki ifade gerçek bir aptal olduğumu fısıldıyordu.

"Saçma geliyor değil mi?" diye sorduktan sonra dudaklarımı birbirine bastırarak ağır ağır başımı salladım.

"Çok saçma hem de..." derken şaşkınlığını gizleme gereği duymamıştı. "Üç kuruş parası çalındığı için ağlayan kızın babası Karun çıktı," dediğinde kendime engel olamayıp gülmeye başladım.

"Dışarıdan bakınca öyle söylemesi kolay tabi," dedikten sonra ciddileşerek konuşmaya devam ettim. "Bu ihtişamlı evlerin duvarları ardında neler yaşıyor insanlar, haberin var mı?"

"Klasik zenginler işte... Kendilerine illa ağlayacak bir şey bulurlar," diyerek dünyanın en saçma ve büyük ön yargısını yapmış oldu. İnsanları bu kadar kolay genelleyemezdi!

"Tebrik ederim. Daha saçma bir karşılık verilemezdi!" diye söylenerek adımlarımı hızlandırdım ve yanından ayrıldım.

Kapının önüne ulaştığımda Saruhan yanıma gelmeden kapıyı birkaç kez çalmıştım bile.

Biraz sonra kapıyı Burcu açmıştı. Babamın iğrenç karısı Burcu...

"Aa!" diye yapmacık bir tepkiyle gözlerini üzerime diken Burcu'ya yüzümü buruşturarak baktım. "Hayatım koş!" diyerek omzunun üstünden arkaya doğru seslendi. "Bak kimler gelmiş, hoş geldin şekerim!" der demez uzanıp öptü.

Hemen sonra bakışları Saruhan'a döndüğünde gözlerinde şimşekler çaktı. Onu yakışıklı bulduğuna ve ağzının sularını akıtarak onu süzmek istediğine yemin edebilirdim. Neresini yakışıklı bulacaksa...

"Merhaba," derken sesindeki flört havası açıkça duyulmuştu. "Burcu ben," diyerek elini Saruhan'a uzattı.

"Merhaba, Saruhan," diyerek Burcu'nun uzattığı eli sıkarken samimi bir gülüşle karşılık vermeyi de ihmal etmedi.

"Saruhan..." diye tekrarladı. Aç gözlü!

Önce tutuşan ellerine hemen sonra Saruhan'ın gülümseyen yüzüne öfkeyle baktım. Benimle ilk tanıştığında aşağı atlamamı söyleyen Saruhan'ın tam şu an nezaket dolu bir tavırla Burcu'ya karşılık verdiğine inanamıyordum.

"İt..." diye söylendim ikisinin de duymayacağı bir ses tonuyla. "Şerefsiz domuz..."

İkisinden de tiksindiğimi belli eden yüz ifademi saklama gereği duymadan babam kapıda belirene kadar onlara bakmaya devam ettim. Özellikle Saruhan'ın ona karşı nazik bana karşı pisliğin teki olması fazlasıyla canımı sıkmıştı.

"Armin!"

Babamın sesiyle göz devirerek önüme dönüp Burcu'nun omzunun arkasından, yanımıza ulaşana kadar gülümseyen yüzüne baktım. En son ne zaman görüştüğümüzü hatırlamıyordum bile fakat... Daha da yaşlanmıştı sanki. Zaman ondan bir şeyler alıp götürmüş, anıları yüzündeki çizgilere kazımıştı. Bir an... Sadece bir anlığına onun yaşlandığını görmek içimin burkulmasına neden olsa da gözümü kıpırdattığım anda görüş alanıma giren Burcu, yeniden babamdan nefret etmemi sağlamış oldu.

"Hoş geldin kızım," dedikten sonra tüm her şeyi bir kenara bırakıp sarıldı. Bir süre kollarım iki yanımda dursa da tatsızlık çıkmaması adına ellerimi beline koyarak içten olmayan bir sarılmayla karşılık vermek zorunda kaldım.

"Hoş buldum," dediğimde babamın bakışları çoktan Saruhan'ı bulmuştu ve merak dolu gözleri onu inceliyordu.

"Merhaba," diyerek elini uzattı. "Ben Saruhan, Armin'in erkek arkadaşıyım!" dediğinde şaşkınlıktan küçük dilimi yutmak üzereydim. Gözlerimi dikmiş, Saruhan'ın sevimli görünmeye çalışan yüzüne dik dik bakıyor ve neden böyle bir şey yaptığını anlamaya çalışıyordum.

"Öyle mi?" diyen babam da aynı şekilde şaşırmış görünüyordu. "Armin hiç bahsetmedi."

Saruhan'ın erkek arkadaşım olduğu yalanından çok babamın hiç bahsetmediğimi söylemesine şaşırıyordum şimdi. Neden herkes rol yapıyordu şu an? Babamla en son ne zaman doğru düzgün konuştuğumuzu bile hatırlamıyorken onun bu şekilde yalan söylemesi... İnsanlar ve iyi görünme çabaları... Tamamen saçmalıktı fakat bu saçmalığın içinde kaos oluşturmamak için gülümseyerek başımı sallamaktan başka bir şey yapamadım.

"Hadi geçin, yemek hazır!" diyerek araya girdi Burcu. "Yoldan geldiniz, eminim çok açsınızdır."

Burcu öyle sinirlerimi bozuyordu ki yüzüme baktığını gördüğüm an göz devirerek içeriye girdim çünkü ondan tiksindiğimi görmesini istemiştim ve görmüştü de... Bunun vermiş olduğu keyifle içeriye girip doğruca salona doğru yürüdüm.

Evin dışarıdan göründüğü ihtişamı içinde de görebiliyordum. Eskiden hatırladığım; sade ve güzel evimiz yoktu artık. Burcu denen kadının berbat zevkleriyle dekore edilmiş, her yeri ayrı kasıntı duran ışıltılı bir eve dönüşmüştü ve bu görüntü bile midemin burkulmasına yetiyordu.

Masaya bir şeyler eklemeye devam eden kadını gördüğümde onu tanımadığımı fark ettim. Burada çalışıyor olmalıydı. Burcu'dan da bu beklenirdi ancak.

"Merhaba, kolay gelsin," diyerek masaya doğru yürümeye devam ederken diğerleri de peşimden geldi.

"Hoş geldiniz," diyerek saygıyla selamladı orta yaşlı kadın. "Şöyle buyurun isterseniz."

"Geç şekerim, utanma!" diyerek sinirlerimi bozmaya çalışan Burcu yanımdan geçip baş köşeye kurulduğunda ters ters yüzüne bakmaktan kendimi alamadım.

"Aptal," diye homurdanarak kenardaki sandalyelerden birini çektim ve daha yerleşmeye kalmadan Saruhan'da yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu. Halinden memnun olduğunu belli eden gülüşüyle yüzüme bakıyordu. Gözlerimi öfkeyle kısarak karşılık verdim.

Babamda Burcu'nun karşısındaki sandalyeye oturduktan sonra yemeğe başladık. Çok geçmeden sessizliği bozarak "Normalden daha hızlı gelmişsiniz," dedi babam. "Bir saat sonra bekliyorduk açıkçası."

"Saruhan biraz hızlı kullanıyor arabayı," diye cevapladıktan sonra çatalımın ucundaki küçük lokmayı ağzıma götürdüm.

"Çok sakıncalı," diye ikaz etti Saruhan'ı babacan bir tavırla.

"Öyle ama dikkat ediyorum merak etmeyin," diye karşılık verdi Saruhan. O kadar iyi bir insanmış gibi davranıyordu ki gördüklerime inanamıyordum resmen. Haftalar önce tanıdığım ve en az mağara adamı kadar yabani olan bir insanın bu şekilde davranması inanılır gibi değildi.

"Ne kadar zamandır birliktesiniz?" diye sordu Burcu.

"İki yıl olacak," dediğinde Saruhan'ın Sinan'la ilişkimdeki bilgileri kullanıyor olduğunu fark ettim. "Yakında ikinci yılımızı da kutlayacağız."

"Ne güzel..." diye mırıldandı başını sallarken. "Armin'in bile iki senelik erkek arkadaşı olduysa artık..." dedikten sonra kahkahayı patlatan Burcu'nun suratına bir tane patlatmak istesem de hiçbir şey yapmadan yemeğe devam ettim.

Göz ucuyla Saruhan'a baktığımda Burcu'ya bakışlarındaki sertliği görebilmiştim. Her insanın olabileceği gibi Saruhan'da sinir olmuştu işte. Yemeğinden bir kaşık daha aldıktan sonra geriye yaslandı ve hızlıca lokmasını çiğnedi.

"Onlara sen mi söylemek istersin yoksa ben mi söyleyeyim?" diyerek kolunu omzumun arkasına, sandalyenin kenarına attı Saruhan. O an duyduklarım karşısında donup kalmış, hiçbir şey söyleyememiştim çünkü neden bahsettiğini bile bilmiyordum. Muhtemelen dolandırıldığımı anlatacak ve beni Burcu'nun önünde rezil edecekti.

Kahretsin!

Suç bendeydi zaten. Neyime güvenerek tanımadığım bir adamla babamın evine geliyordum ki?

Şaşkınlığım yüzünden boş boş yüzüne bakmak dışında herhangi bir şey yapmadığım için gülümseyerek babamdan tarafa döndü Saruhan ve konuşmaya başladı.

"İkinci yılımızı doldurmadan Armin'le yakında iş ortağı olacağımızın müjdesini benden duyun o halde," dediğinde bir bana bir Burcu'ya bir de babama bakarak sırayla hepimizin tepkisini ölçtü. "Yakında Armin'le kendi mekanımızı açıyoruz, her şeyi tamamladık," dedikten sonra kocaman bir gülümsemeyle yüzüme baktığında "Değil mi sevgilim?" diye eklediğinde şaşkınlıktan beynim uyuşmuş olsa da inandırıcı olabilmek için vakit kaybetmeden gülümseyerek başımı salladım hemen.

Göz ucuyla Burcu'ya baktığımda öylece oturduğunu gördüm. Her lafa atlayan kişinin buna tepki vermemesi de ayrıca komikti.

Hemen sonra babama çevirdim bakışlarımı. Kendisi olmadan hiçbir şey beceremeyeceğimi, ona ve onun parasına muhtaç olduğumu söyleyen babama... Utanıyor muydu acaba? Tüm o söylediklerini unutmuş muydu yoksa? Bakışlarını kaçırması yeterliydi aslında. Hep bu yüz ifadesinin hayaliyle yatıp kalkıyordum. İşte şimdi bakışlarını yere çevirmiş bir şekilde utanan babamın yüzüyle karşı karşıyaydık.

"Çok sevindim," dedi biraz sonra boğazını temizledikten sonra. "İnşallah güzel olur ikiniz için."

"Olacak," dedi Saruhan'da gözlerinin içine baka baka. "Merak etmeyin."

Saruhan Kalaycı, işte şimdi yakınlaştık seninle.

"Yarın da benim doğum günüm, gelmekle iyi ettiniz!" diyerek yine tüm iğrençliğiyle lafa atlayan Burcu'ya ölümcül bakışlarla karşılık verdim. Doğduğu gün canını almam için beni zorluyordu resmen aptal.

"Ne güzel, biz de yarın geri dönecektik!" dedim yüzümü buruşturarak.

"Neden?" diye sahte bir tepkiyle karşılık vererek iyice sinirlerimi bozdu. "Kalsaydınız, birlikte eğlenirdik."

"İşlerimiz var, dönmemiz gerek!" dedim yüzüne bile bakmadan.

"Üzüldüm bak şimdi..." diye yalan söylediğinde cevap verme gereği bile duymadım.

"Günü birlik gelmiş gibi... Olur mu hiç öyle Armin?" diye karşı çıktı babam da. "Kalsaydınız birkaç gün, o kadar yol geldiniz."

"Adamlarla el sıkışıp mekânı tuttuk geçen hafta. Tüm hazırlığı da bitmek üzere, sadece bir iki gün müsaitliğimiz vardı onda da sizi ziyaret edelim dedik," diyerek yine Saruhan benden önce davranarak babama gerekli açıklamayı yapmış oldu. Öyle yerinde ve kurtarıcı cevaplar veriyordu ki... Bundan sonra hayatımın her yerinde Saruhan olsun ve muhatap olmak istemediğim herkesle o muhatap olsun istedim.

"Söz konusu işse bir şey diyemem..." diyerek önüne dönüp yemeğiyle ilgilenmeye devam etti babam.

"Ay çok merak ediyorum aşkım!" dedi Burcu. "Yine bana harika bir hediye aldığına eminim!"

Geri zekalı...

Paradan başka hiçbir şey düşünmeyen iğrenç bir insan olduğunu nasıl oluyor da görmüyordu anlayamıyordum. Bu kadar kör olduğu için bile nefret ediyordum babamdan. Sırf genç ve güzel olmayan bir eşi olması için mi katlanıyordu tüm bunlara? Çünkü Burcu'nun babamı zerre kadar sevmediğine ve parası için yanında olduğuna emindim.

"Yarın göreceksin," dedi babamda keyifle arkasına yaslanırken. "Sabırlı ol biraz."

"Ama aşkım..." diye mızmızlanırken dudaklarının aldığı şekil midemi bulandırdı.

Belki kendine gelir diye öksürerek dikkatlerimi üzerime çekmeye çalıştım. Burcu'nun saçma ve şımarık tavırları yüzünden Saruhan'ın diline düşen ben olabilirdim. Nihayetinde babamın eşi olarak anılıyordu. Utanç verici...

"Yarın akşam orada olmamız gerekiyor biliyorsun değil mi?" diye yalan söyledim Saruhan'a dönerek. Daha fazla katlanmak istemiyordum çünkü buraya. Özellikle yarın Burcu'nun doğum günüyse, tüm gün evde korkunç bir yapmacıklık ve telaş olacaktı. Bu yüzden sabahın köründe çıkmaya bile razıydım.

"Evet, evet biliyorum," dedi Saruhan'da bozuntuya vermeden. "İstersen yarın erkenden çıkabiliriz?"

"Ben de onu diyecektim. Yarın sabah sekiz gibi yola çıkalım," dediğimde babamın üzüldüğünü gördüm. Nihayetinde kızıydım, beni sevdiğine şüphem yoktu fakat yanlış karar ve tercihlerinin bedeline de katlanmak zorundaydı. Bu benim suçum değildi. Özellikle kızına karşı sarf ettiği cümleler... Onları hiçbir zaman unutmaya niyetim yoktu.

"Ama hiç olmadı böyle... Başka zaman daha uzun kalmak için yine bekliyoruz!" dedi Burcu tüm yapmacıklığıyla.

Başımı ondan tarafa çevirip yüzümü buruşturarak alaycı bir tavırla başımı salladığımda kaşları çatıldı.

"İzninizle lavaboyu kullanabilir miyim?" diyerek ayağa kalktı Saruhan.

"Tabi... Yolu göstereyim sana!" diye yerinden fırlayan Burcu'ya karşı hemen ayağa kalktım.

"Ben gösteririm!" derken ters ters yüzüne baktım.

Alenen Saruhan'ın ağzına düşüyordu resmen. Evli bir kadın nasıl eşinin önünde böyle bir şey yapabiliyordu aklım almıyordu. Ki bu konuyla ilgili babama herhangi bir şey söylesem yine birbirimize gireceğimize emindim.

"Gel," diyerek Saruhan'ın koluna girdim ve birlikte salonun çıkışına doğru yürüdük.

"Ağzının içine düştü aç köpek!" diye söylenerek Saruhan'ın kolundan çıktım ve karşısına geçtim. "Merdivenlerden yukarı çık. Hemen karşındaki kapı..." diye sinirli sinirli tarif ederken Saruhan'ın sırıttığını gördüm.

"Neye gülüyorsun?" diye tersledim bu kez.

"Hiç... Eğlenceli bir ailen varmış," dediğinde kaşlarım daha çok çatıldı. Tam da tahmin ettiğim gibi... Alay ediyordu benimle!

"Beni sinir etme!" diye çıkıştım. "Masada ayaküstü bin tane yalan söyledin zaten. Sana mı kaldı benim arkamı toplamak?"

"Keyfin bilir, git dolandırıldığını anlat o zaman. Burcu da götüyle gülsün sana," dedikten sonra donuk ifadesiyle merdivenlere yöneldi. Hem benimle alay edip hem de bana sinirleniyordu.

Saruhan'ın arkasından öylece bakarken "Ne yaptınız şekerim?" diyerek yanıma gelen Burcu'ya kaydı bakışlarım. "Bulabildiniz mi yolu?"

"Sana mı düştü tasası Burcu?" diye tersledim. "Yapmacık yapmacık davranma karşımda."

"Kendine gelsene sen!" diye fısıldayarak gerçek yüzünü çıkardı ortaya. "Baban var diye sesimi çıkarmıyorum, alırım ayağımın altına!"

"Dene istersen, kırmıyor muyum o ayağını görürsün!" diye karşılık verdiğimde öfkeyle ayrıldı gözleri.

"Şımarık nankör seni!" diye üstüme yürüdü. "Geldin yine, aramızı bozmak için elinden geleni yapacaksın değil mi?"

"Umurumda bile değilsiniz!" dedim yüzümü buruşturarak. "Bu cehennemden de bir an önce gideceğim hiç merak etme!"

"İyi edersin! Huzurumuzu kaçırmaktan başka bir işe yaramıyorsun. Babana bir evlat verdiğimde senin yüzüne bile bakmayacağız," dediğinde boğazım düğümlendi. Karşılık vermeme kalmadan arkasını dönüp çekip gitti öylece.

Birkaç dakika sonra Burcu'nun arkasından salona girdiğimde babam yerinden kalkmıştı.

"Nereye gidiyorsun?" diye sordum merakla.

"Hemen geleceğim," dedi ve salondan ayrıldı.

"Öyle taş gibi bir çocuk senin gibi bir kıza nasıl bakmış, hiç anlamadım!" dedikten sonra ağzına bir lokma atan Burcu'ya delici bakışlar attım bir süre.

"Burcu!" dedim ikaz edercesine. "Olay çıkmasını istemiyorsan kapat o çeneni."

"Kız demeye bin şahit gerek sana," diye küçük görmeye devam etti. "Akılsız, uğursuz bir şeysin. Huzur kaçırmaktan başka bir vasfın var mı bu hayatta acaba?"

"Burcu!" diye bağırdığımda babamın yeniden içeriye girmesiyle başka bir şey söyleyemedim.

"Geldim," dedi babam yüzünde sahte bir gülüşle. Sesimizi duyduğuna yemin edebilirdim fakat sırf olay çıkmasın diye duymazdan gelmeyi seçmişti. Bir kez olsun dönüp ne olduğunu sormadığı için de nefret ediyordum ondan.

Öylece ayakta dikilerek Saruhan'ın gelmesini bekledim. Çünkü o gelir gelmez eve dönmek istediğimi söyleyecektim. Sinirden titriyordum ve Burcu'ya zarar vermemek için kendimi zor tutuyordum. Özellikle son yaşadıklarımdan sonra kriz geçirmem an meselesiydi.

Birkaç dakika sonra duyduğum ayak sesleriyle başımı salonun girişine çevirdim. Saruhan'la göz göze geldiğimizde Saruhan'ın kaşları çatıldı.

"Saruhan, gidelim," dedim sinirden ağlamamak için dişlerimi sıkarak. Gözlerimin dolduğunu görmüş olmalıydı ki usulca başını sallamakla yetindi.

"Neden?" diye sordu babam.

Cevap vermeden salonun çıkışına yöneldiğimde Saruhan peşimden gelmeden önce "Acil bir işimiz var, gitmemiz gerek," dedikten sonra koşturmaya başladı.

Hiçbirinin yüzüne bakmadan evden çıkıp arabaya doğru yürümeye başladım. Her şeyi kabul edebilirdim fakat o kadının söylediklerini duymasına rağmen babamın sessiz kalmasını hazmedemiyordum. Kızını korumayan bir adamın evinde de kalmaya hiç niyetim yoktu.

Biraz sonra Saruhan yanıma ulaştığında arabaya kadar tek kelime etmedim. Saruhan'da hiçbir şey sormadan yanımda öylece yürümeye devam etti.

"Eve mi gideceğiz?" diye sorduğunda arabaya binmiştik çoktan. Sinirden dudaklarımı dişlerken söylediğini onaylarcasına başımı salladım.

Arabayı çalıştırıp gaza basmasını beklerken boş boş durduğu birkaç dakikanın ardından geriye yaslandı ve ceketinin fermuarını açtı. Hemen sonra koltukta öne doğru kayarak bedenini kaldırıp arka cebine elini daldırdı.

"Ne yapıyorsun?" diye sordum merakla.

Cevap vermeden cebini kurcalamaya devam ettiği birkaç dakikanın ardından koltuğa oturup yeniden geriye yaslandı. Bana doğru uzattığı yumruğuna baktım bir süre. Hemen sonra neler döndüğünü anlamadığım için yüzüne baktım.

"Ne oluyor?" diye sordum merak dolu bakışlarla yüzünü incelemeye devam ederken.

"İntikam," diyerek açtı avucunu.

Gözlerim yuvalarından fırlamak üzereydi gördüklerim karşısında.

"Bunlar ne?" diye sorarken avcunun içinde duran mücevher takımına bakıyordum. Karanlıkta bile ışıl ışıl parlayan, duruşuyla bile ne kadar pahalı olduğunu haykıran parçalardan birini elime aldım.

"Hediye," dedi Saruhan sırıtarak. "Burcu'nun doğum günü hediyesi..."

"Ama... Sen..." kekelemekten doğru düzgün kendimi ifade edememiştim resmen. "Bunlar... Nasıl?"

Kafam karışmıştı. Babamın sürprizini nasıl öğrenmişti ve öğrenmekle kalmayıp Saruhan'da ne işi vardı?

"Baban yarın doğum günü partisinde Burcu'ya verecek hediye bulamayınca bakalım neler olacak?" dedi keyifle.

"Bunu nasıl yaptın?" diye sordum tüm ciddiyetimle. Şaşkınlıktan sesim titremişti resmen.

Bir süre sessizliğini korudu ve öylece yüzüme bakmaya devam etti. Gözlerindeki tedirginliği görebiliyordum. Soruma cevap vermekle vermemek arasında yaşadığı tedirginlik gibiydi bu.

Çok geçmeden yeşillerine düşen gölgeler eşliğinde konuşmaya başladı.

"Ne iş yaptığımı sormuştun ya..." dedikten sonra avcunu kapattı ve yumruğunu havaya kaldırırken "İşte bu," dedi ve ağır ağır başını sallayarak yüzüme bakmaya devam etti.

Duyduklarım karşısında neye uğradığımı şaşırmış, ne söyleyeceğimi bilemediğim için öylece bakakalmıştım. Günlerdir, haftalardır merak ettiğim sorunun cevabı avuçlarının arasındaydı işte.

Saruhan Kalaycı bir hırsızdı!

*

Bölüm sonu.

Arkadaşlaaaaar! O kadar özlemişim ki... Öncelikle kısa bir açıklama yapmak isterim çünkü önemli. Biliyorsunuz yayınevinden ayrıldım ve bu aylardır uğraştığım bir durum olduğu için yeni başladığımız EPG'ye hiçbir şekilde odaklanıp bölüm yazamadım. Bu kurgu için ne kadar heyecanlı ve hevesli olduğumu biliyorsunuz fakat yaşadıklarımın zorluğu karşısında ne heyecan ne de heves kalmıştı. Son günlerde ayrılık ve yasal süreçle ilgili her şeyden kurtulduğum için yeni yeni kendime gelebiliyorum. Buraları çok boşladığım için kendimi çok rahatsız hissediyordum fakat şunu söyleyebilirim ki geri dönüyoruz. Çok yakında yeni bölüm gelecek, bekletmeyeceğim. Umarım hayatımda başka sorunlar çıkmaz artık ve rahatlıkla kitaplarıma odaklanabilirim. Resmen dertsiz tasasız huzur içinde bölüm yazmayı çok özlemişim arkadaşlar 😭😭😭

Neyse daha fazla bekletmemek için ne kadar konuşasım olsa da sözü kısa tutuyorum ve kaçıyorum. Umarım bölümü sevmişsinizdir, seri seri yeni bölümler gelmeye devam edecek. Hatta bir sonraki bölüm yarın ya da sonraki gün bile olabilir. Bu süreçte desteğiniz benim için çok önemli :,)

Hadi madem sizi çok seven eg, kaçar <3

instagram: _emregul
twitter: emregull

Continue Reading

You'll Also Like

5.7M 189K 98
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
462K 20.7K 15
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
2.2M 69.2K 54
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...
370K 9.7K 50
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!