Lord, don't move that, [Yizha...

By Nneoll

18.7K 2.1K 4.7K

"Atalarımın kanıyla yıkanmış kılıcım üzerine yemin ederim ki, lordumu her şeyden koruyacağım." ___ ~Victoria... More

1| Cesur bir yürek, bir de ateşli silah
2| Siz beni kurtardınız, her anlamda.
3| Galler arşidükünün sembolü.
4| Biz, farklı bir yüzyılda yaşamalıydık.
5| Sadece lorduma, benim lorduma.
6| Koca bir kış, tek bir öpücük.
7| Nasıl da acımasız.
8| Neden bu kadar çok canımı yakıyor?
10| Elini tuttu ve seninle dans etti.
11| Dene, cesaretin varsa.
12| Ben Kont Xiao Zhan.
13| Ben bir hayal kurdum ve orada, özlemek yoktu.
14|Öfke ve çaresizlik.
15| Geç gelen mektup.
16| Duyulan çocuk sesi ve tek bir an.
17| Bir damla kan, binbir endişe.
18| İkinci kez ölmeye yemin etmek.
19| Asla bitmeyen veda, durgun yaz ve ahengin bozulduğu nokta.
20 | Peri masalından sürgüne giden yol.
21 | İnsanın kendi kıyameti.
22| Bir kelepçenin özgürlüğüne mahkum olmak.
23| Londra.
24 | Ölüler mektup yazamazlar.
25| Ölüme ağlayan deliler, acıdan titreyen mezarlar.
26|Ellerime bak, ne görüyorsun?
27| Aklımdan çıkmıyor, kalbimi bir an olsun terk etmiyorsun.
28| Her şeyden bir adım öncesi.

9| Gönlümü put sanıp kıran da kim?

786 111 382
By Nneoll

"Hoşgeldiniz Baron."

Kendisine kapıyı açan kadına gülümsemek istedi. Bunu yapabildiğinden emin olamadı ve  üzerinde de durmadı. Tüm günün yorgunluğunu, hatalarını ve belki de, kalbindeki tuhaf sızıyı da omuzlarına alarak evinden içeriye girdi.

Ceketini yavaşça çıkartırken, evin herhangi bir yerinde Kont'un nefes aldığını bilmek ona garip hissettirmişti. Ne çok düşünmüştü bugün onu.

"Kont nerede?"

Kadın, " Eve geldiğinden beri odasından çıkmadı."diye cevap verdiğinde kaşlarını çattı, ifadesi keyifsiz bir hal alarak yüzünü düşürdü. "Akşam yemeği yemedi mi?"

Aldığı olumsuz yanıt endişeyle birlikte kocaman bir suçluluğu derine gömdüğü yerden çıkartıp en önüne koyduğunda başını salladı ve onun odasına doğru yürümeye başladı.

Yürürken ağırlaşan, ama inatla ritmini kaybetmeyen adımları koridora girdiğinde karşısına çıkan bedenle zorunlu bir şekilde durmuştu.

Zhuocheng kararlı ama üzgün bir yüzle karşısında dururken ona ilk kez selam vermemişti. Umursamadı, kendisine göre sebepleri olabilirdi.

"Kont odasındaymış ve hiç çıkmamış dışarıya. "Dedikten sonra ilerideki kapalı kapıya baktı, sonra yeniden gözleri yeniden önündeki bedenin gözlerini buldu. " Bugün görüşmelerde de durgundu, hasta mı yoksa?"

"Biliyorsunuz." Diye konusan Zhuocheng'in sesi açıkca suçlar gibi çıkmıştı. "Ona ne olduğunu biliyorsunuz, ve siz yaptınız Baron Wang."

Şüphesiz bu sözler cesaret gerektiriyordu. Yibo, Zhuocheng'in ilk gördüğünde andan beri onun sessiz ama gerektiğinde  çekingen olmayan bir genç olduğunu anlamıştı. Anladığı bir başka nokta ise kendisine neden suçlayıcı bakışlarıyla baktığıydı.

Biliyordu ki, bu bakışlar haklıydı.

Dili bir silah olmuş, düşündüğünden daha çok yaralamıştı Kont'u. Bunun ağırlığı o an, ona fazla gelirken soluğunun dudakları arasından acı çeker gibi çıkmasına müsaade etti.

"Onu görmem, onunla konuşmam gerek."

Bunları söyledikten sonra adımları bakışlarını alamadığı kapıya gitmek istedi, ama yeniden durduruldu. Önüne geçen gencin ifadesinin nasılda korumacı bir hal aldığını saniye saniye izledi. Hayret etti, Kont'u koruduğu kişi kendisi miydi?

"Kimseyle konuşmak istemediğini söyledi."

Ben kimseyim diye düşündü. Ben onun için kimse olmalıyım, beni görmemeli ve duymamalı. Aklı bunları söylerken yüreğinin niçin daha fazlasını istediğini sorgulamadı.  Biliyordu ki bu istek, üst üste koyduğu kararların, hayır olamazların temeline vurulmuş sağlam bir darbeydi. En derininden sarsılırken karşısındaki gence sadece başını salladı ve gerisin geri giderken kaskatı kesilen omuzlarının farkına vardı.

"Bugün bu evden gidecekti, ama gidemedi. "

Bu sözleri duyduktan sonra durdu, yüzünü yeniden ona çevirmedi ama dinledi. Zhuocheng ona bir şeyleri sakince, karmaşık ifadelerden uzak bir şekilde anlatmaya çalışıyordu.

"Onu hasta edecek kadar üzseniz de veda etmeden gitmek istemedi. Onun için ne kadar kıymetli olduğunuzu anlıyor musunuz?"

Tırnakları etinin içine gömüldü ve oraya silik izler bıraktı. Bir dağ, gelmiş önüne oturmuş, hiçbir şekilde geçit vermiyordu ona. Ağırdı, sancılı ve yoğundu.

Hafif bir onaylama hareketiyle koridoru dönerek oradan tamamen uzaklaşırken buruk bir ifadeyle ileriye bakıyordu.

Ve o an Kont'un, kaskatı kesilen omuzlarını yeniden fark etmesini istiyordu.

_________

Yaklaşan adım sesleri, hafifçe vurulan kapı ve odasına giren bir kişi.

Kont yatağında uzanırken gelenin kim olduğuna dönüp bakmamıştı. Zhoucheng sanıyordu ve kapı kapandıktan sonra boğuk bir sesle, gözlerini açmadan konuşmuştu.

"Bir şey istemiyorum Zhuocheng. Sadece uyumak istiyorum."

Yibo onu ilk kez böyle, en rahat haliyle görmenin  şaşkınlığını yaşarken elindeki tepsiyle kapının orada beklemeye devam etti. Zhan ise  konuşmasının devamını getirdi.

"Günler boyu, sadece uyumak istiyorum."

Sessizce bekledi ve  birden, Kont gelen kişinin Zhoucheng olmadığını anlayarak hızlıca doğruldu. Gözleri gözlerine temas ettiği ilk saniye ellerinden güç tükenir gibi olmuş ve tepsidekiler küçük titreşimlerle sarsılmıştı.

Ciğerleri soluduğu havayı reddetse de derince bir nefes aldı ve  yutkundu. Zorlanarak gözlerine bakmakta olduğu adama seslendi.

"Hasta olduğunuz için yemek yememişsiniz, bu yüzden." Bakışları elinde tuttuğu tepsiye düştü, ama hemen sonra kendisine sert bir ifadeyle bakan adama yeniden baktı. "Bu yüzden size yemek getirdim."

Ve reddetme erkenden geldi. "Hayır, hayır istemiyorum."

Yibo bunun olacağını önceden tahmin ettiğinden şaşırmadan durdu ve ileriye doğru yürüdü. Olanca suçluluğu üzerine alabilir, kendini günlerce suçlayabilir ve bu yüzden belki de o da hasta olabilirdi, fakat kararlıydı. Bu yemeği adama yedirmeden odayı terk etmeyecekti.

Onun ısrarını gören Kont yatağından kalkmak istedi. Yüzü solgun, ifadesi sert ve dudakları belki de ilk kez kırmızının tonlarından oldukça uzaktı. Sesi ise korkunç derece de soğuktu.

"Wang Yibo, neyin derdindesin?"

Yibo tepsiyi komodine koyarken sakindi. Omzundaki yükler yokmuşcasına, suçluluk soluğunu yakalayıp tutmuyormuşcasına durgundu. Mükemmel bir oyunculuk, acayip bir gizleyiş.

"Sadece yemek yemenizi istiyorum."diye cevapladı. Sonra kalkmak üzere olan adamın omzuna dokunarak onu durdurdu, ardından  yatağın ucunda oturdu ve saklandığı sakinlik duvarının ardından çıkmadan yüzüne baktı. Kulakları ise duyduğu sesle sancılandı.

"Git ne olursun, sana baktıkça kulaklarımda sözlerin çınlıyor."

Bu tek kelime, onu neredeyse ağlatacakken, saklandığı sakinliğinin duvarları daha ilk anda titredi. Belki de titreyen dudaklarıydı bilinmez ama onları birbirine bastırarak yüzündeki ifadenin bozulmamasını dilemişti.

"Gideceğim, ama önce yemek yiyin."

Biraz evvel kenara koyduğu tepsiye uzanırken Kont alayla gülmüştü. O an, sevmekten öleceğini zannederken tutup ona uzanamamak, kalbinin kırıklarını toplayamamak epey ağır geliyordu. Güçlü bir adamdı, gösterişli, heybetli ve aynı zamanda da yıkılmaz. Fakat şimdi, çoktan her türlü sıfatı hasta ve kırgın bakışlarının karanlığına saklamıştı.

Sadece Xiao Zhan, hasta, kırgın ve aşık adam.

Şüphesiz karşısındaki adamı da ilk kez kendisiyle eş derecede kırmak istiyordu.

Yibo sakince kaşığı çorbaya daldırıp dibindeki adama doğru uzattı. Kont o kaşığı kabul etmeden önce durdu, yeniden güldü. Buraya geldiği ilk gün söylediği ve içten içe çok fazla dilediği şey gerçek oluyordu. Bir tanecik lordu ona elleriyle yemek yediriyordu.

Mutlu olmaktan oldukça uzaktayken yeniden güldü ve Baron rica etti.

"Kont Xiao lütfen."

Bunun üzerine kaşığı kabul etti. Evet küskündü fakat değişmez gerçek, aşık olduğu adam ona lütfen derken geri çeviremeyecek olması, hala yerinde duruyordu. Daha en baştan yenildiğini hissederken sakince yemeğini yemeye devam etti ve artık midesi hiçbir şey kabul edemeyecek hale geldiğinde bir sonraki kaşığı kafasını yana çevirerek reddetti. Onun yediği yemekten tatmin olan Baron durdu.

"Peki, sizi fazla zorlamayacağım."

"Beni hep, fazla zorluyorsun."

Yibo boş tepsiyi koymak için uzandığı yerde donup kaldı. Bu olurken yapabildiği tek şey, kafasını çevirip yakınındaki adama bakmak olmuştu. Onun ciddi ifadesi tüm her şeyi karanlık bir renge boyadığı sırada, odanın görüntüsü loş sarı ışığını kaybetmiş ve gözünün önü kararmıştı.

Doğrulurken gözlerini kapatarak kendisine gelmeyi denedi ve gözlerini yeniden açtığında aynı ciddi ifadeyi tam karşısında buldu. Ne söyleyeceğini düşünüp dururken Zhan onu bu dertten kurtardı ve bir başka derdin kucağına bıraktı.

"Sen beni hep, biçare bırakıyorsun. "

Terlemeye başlıyordu ve bunda, bakmakta olduğu gözlerin kıvılcımlarının payı büyüktü. Bunu bekliyordu aslında. Evet, bu sözleri duymayi diliyor bile olabilirdi. Bunları duymak, sevgi sözleri duymaktan daha kolay gibi gelmişti düşüncelerinde. Nitekim bu, büyük bir yanılgıydı ve düştüğü hatanın bedelini o gece uykusuyla ödeyecekti.

"Kahroluyorum, biliyor musun?"

"Kont Xiao." Artık dayanma sınırını geçtiğini düşündüğünden, adama rica eder gibi baktı. Dursun, sussun ve sadece iyi olsun yeter diye geçirdi içinde. " Lütfen durun."

Lakin sınırına ulaşan tek kişi o değildi ve bir şekilde, Zhan da zehrini oraya akıtmalıydı. Yapacaktı da. "Peki, beni kahreden şeyden haberin var mı? "

Resmiyetten uzak konuşma öncekilerden epey farklıydı. Ne önceki kadar samimi geliyordu, ne de duyduğunda yüreğini rahatlatıyordu.

"Sevginin tek karşılığı sevgiydi ama sen bana kocaman bir azap yaşatıyorsun. Ne kollarımın arasına geliyorsun, ne de tümden gidiyorsun gözlerimin önünden."

Elleri yumruk haline gelirken, ince bir ter damlasının şakağından aşağıya, yanağına doğru süzüldüğünü hissetti. Sonra kulakları yeniden ruhunu delip geçen sesi duydu.

"Bile isteye yapıyorsun bunu."

Nefesini tuttu.

"Canımı yaktığında hepsi yok olur, geçer sanıyorsun ve yanılıyorsun Yibo."

O an, tuttuğu nefes, sanki ruhuyla birlikte çıkıp terk etti bedenini. Lakin buna rağmen Kont'un durmaya niyeti yoktu. Canı çok yanıyordu bunu Baron'a anlatması için bir miktar onunda canını yakmalıydı belki de. Çünkü tecrübe iyi bir öğrenme yoluydu.

"Korkaksın."

Baron kalkıp gitmek isterken ve bu isteğe karşı koyamayarak oturduğu yerden kalkarken aslında ona zor gelen şeyin ne olduğunu iyi biliyordu.

Dayanamıyordu, kendisine hep sevgiyle, kimseye bakmadığı şekilde bakan adamın soğuk bakışlarına ve en az bakışları kadar soğuk olan sözlerine karşı duramıyordu. Biliyordu korkaktı, ismi kadar emindi ki yanılmıştı. Bu bile içinde tutmaya devam ettiği itirafın bir diğer yüzüydü ama, vaziyet tam da o an, kendisi için müthiş derecede kötüyken bunu dile getirmekten çok korkuyordu.

"Size iyi geceler." Dedikten hemen sonra hızla geriye dönüp yürümeye başladığında ismini duymasıyla hiç istemiyor olsa bile durdu.

"Wang Yibo, gönlümü put sanıp kıran da kim?"

Bu soruyla önceden sırtına isabet eden kurşunla yeniden, aynı yerden bir kez daha vurulduğunu sandı. Dönüp adama bakamazken başını  yana çevirdi ve ona cevabı bilinen sorular soran adama, yüzünün eksik bir silüetini gösterdi.

Sorulan sorunun cevabı içinde yankılanırken Kont sanki o yankıyı işitmiş gibi acıyla güldü.

Ben dedi Yibo içinden ve Kont onayladı.

"Sen."Oraya yığılıp kalacak gibi hissettiği sırada, ardında bıraktığı adam son bir kez daha konuştu. " Sen bu sorumun cevabını iyi biliyorsun."

Saniyeler içinde yanıt vermeden kapının dışına attı kendisini. Nefes nefeseydi, vücudunu yakan bakışlar yoktu artık ve üşüyordu. Ateş bir anlıktı, yakmış geçmişti içini.

Titreyerek kendi odasına giderken, yoluna çıkan Fanxing ona endişeyle sordu.

"Baron, iyi misiniz?"

Normalde hem ailesine hem de hep yanında olana Fanxing'e belli etmezdi can sıkıntılarını. Ama o an gizleyememiş, sızlayan gözleriyle çocuğa bakmış ve başını usulca iki yana sallamıştı.

Fanxing ona ne olduğunu sorarken koluna girdi ve odasına giden yolu yürürken yardımcı oldu. Baron onun sorusuna cevap veremedi, kesik kesik nefesler alıp veriyor, göğsünü yakıp geçen hayali kurşunun kanattığı yerleri kestiremediğinden, sanki oluk oluk kan kaybediyordu.

Aslında ne olduğunu iyi bildiği halde bilmiyormuş gibi sorular soran Fanxing nihayet sessiz kaldığında yavaşça mırıldandı.

"Fanxing, büyükbabanın biz küçükken anlattığı bir hikaye vardı hatırlıyor musun? "

Odasının kapısını aralayan çocuk ona hangi hikaye olduğunu sorduğunda güldü. Bu gülüş biraz evvel Zhan'ın yüzünde olan gülüşün silik bir yansımasıydı. Acı dolu, çarpık, soluk ama hissedileni yansıtma konusunda çok başarılı.

"Bir adam vardı, tapındığı tanrıların heykellerini parçalara ayırıyordu." Derken zihninde çocukluğunun güzel anılarında hep var olan büyükbabasını hatırladı. Fanxing ile birlikte büyümüşlerdi ve büyükbaba onlara hep hikayeler anlatmıştı. Özlem her şey gibi, ağır geliyordu.

Kolundan tutarak onu destekleyen çocuk, giymesi için rahat kıyafetler çıkartırken o odanın ortasında öylece duruyordu. Bakışları boş, titreyişleri siddetliydi. Sanki ufak bir rüzgar esse, küçük bir zelzele vursa yeri, o an dayanamayıp düşecek gibi duruyordu.

"Ölmekten korktuğu için tanrılarını yok eden adamdan mı bahsediyorsunuz?" Yatağına giderken bu soruya ufak bir onaylama işareti verdi.

"O adam" Diye konuştu. "Tanrıları yok edersem ölmem sanıyordu. Heykeller kırılırsa bana kimseler ölümü getiremez diye düşünüyordu."

Fanxing, onun bu hikayeyi neden hatırladığını bilmeden söylediğini  onayladı. Yibo o sırada olduğu kıyafetleriyle yatağa uzanıyordu. Böylelikle giymesi için çıkardığı kıyafetleri geri yerine koydu ve çaresizlik içinde sessiz kaldı.

Baron soğuk örtülere sıkıca sarılırken sızlayan yerlerinden yükselen sessiz çığlıkları dinledi. O hikayenin içine düşmüş gibi hissettiğinden, canını yakması kaçınılmazdı ve yükselen çığlıklarına karşılık sesi, yok denecek kadar azdı.

Yanında duran çocuğa bakmayı bırakıp gözlerini kapattı ve uykusuz bir geceye merhaba demeden önce hikayenin finalini diline misafir etti.

"Ve ölmekten korkan adam, tanrıların heykelini yıktığı gün ölüyordu Fanxing."

________

Ayrılık günleri kaderden miydi, yoksa insanoğlunun bir çeşit kendi kendine oyunu muydu bilinmez, Kont'un başına sık sık geliyordu.

Hep aynıydı. Sıkıntılı ve sancılı.

Ama o gün, geri dönülmez bir yolu yürüyormuş gibi hissettiği ilk seferdi. Kırgınlığı üzerinde, hastalığı ise yüzünün solgun renginde hala duruyordu.

Zhuocheng o yorulmasın diye ceketinin düğmelerini iliklerken kafasını kaldırıp ona baktı. Dünden beri öfkeli ve üzgündü. Sebebi aşikardı çünkü arkadaşı, kardeşi ve lordu bir aşk için yataklara düşmüştü. Aşkın gücü hakkında bilgisi sınırlıydı ve bu yüzden garipseyip duruyordu durumu.

"Eğer kötüyseniz, yolculuğu yavaş yapar ve birkaç yerde durup konaklarız."

Xiao Zhan boşluğa dalıp giden bakışlarını endişeli gence çevirdi. Güven veren yorgun bir gülüş dudaklarına yerleşirken kolunu kaldırıp omzuna dokundu. " Merak etme, iyiyim. "

Bu sözler üzerine bu konuyu yeniden gündeme getirmeyi düşünmeyen Zhuocheng, Zhan'a kılıcını uzattı ve arabayı hazır etmek için aşağıya ineceğini söyledi. Bu esnada onun, Baron ile vedalaşağını biliyordu, bu yüzden işleri ağırdan alacaktı.

Kapıdan çıkıp gitmeden önce durdu. Yüzünü Zhan 'a döndü ve kısaca mırıldandı. Sesi genelde kullanmadığı bir samimiyete sahipti. O an ne yardımcı, ne sadık bir asker ne de ömrünü onun can sağlığına adamış bir yoldaştı. Sadece onun dostu olarak konuşuyordu.

"Xiao Zhan, ne yaparsan yap yanındayım biliyorsun değil mi?"

Xiao kemerine yerleştirdiği kılıcı bıraktı ve gülümsedi, başını salladı. En azından birileri ben ölene dek yanımda diye düşündü, sonra Zhoucheng gitti ve odada yalnız kaldı.

Bugün son kez Barondan kalbini kabul edip elinden tutması için rica edecekti. Korkuyordu. Ama sahiden de ona rahatsızlık veriyorsa bu işi bırakacaktı. Yapabilirdi, kimselere göstermeden de sadece kalbinde tutabilirdi bazı şeyleri.

Karmaşık düşünceler bir saniye onu rahat bırakmazken bir süredir kaldığı odadan çıktı ve aşağıya inerek birilerine Baron'un yerini sordu. Aldığı cevapla salona ilerlediği sırada ise ateşe düşmüş gibi yanan bedenine tezatlık eden kılıcının soğuk kabzasına tutundu.

Salona girdiğinde Yibo'yu orada, denize bakan camın önünde bulmuştu. Kendisini beklediğini biliyordu.

Ona doğru yürürken onun yanında ilk kez ne diyeceğini bilemez bi haldeydi. Bu yüzden hareket etmeyen adama yeterince yaklaşıp durdu ve düşündü.

Dün gece acımasız sözler söylerken sahip olduğu cesaretin hiçbir zerresini taşımıyordu. Açıkçası biraz suçlu da hissediyordu ve bu suçluluk, Baron'un yüzünü ona dönmesiyle katlanarak artmıştı.

Uykusuz gözleri, sadece dudakların görmeyi sevdiği soluk bir kırmızıyla çevrelenmişti. Yüzü her zamankinden daha solgun ve dudaklarındaki çizgi keyifsizdi. Bu yüz, az da olsa onun eseriydi ve bu sebepten konuşmak gittikçe zor bir hale geliyordu. Yine de bu zorluğa rağmen fazla beklemeden konuştu, belki de biraz mutlak bir sonuca ulaşmak için aceleciydi.

"Gidiyorum."

Yibo ona bakmaya devam etti. Tüm gece içinde boğulup kaldığı sıkıntıları birer birer önüne koyuyor, reddedemiyor ve dile de getiremiyordu. Ancak tanrı şahitti, çok istiyordu.

"Gitmeden önce son bir kez karşına geldim, çünkü."Yibo'ya yaklaştı, ve onun ışıksız gözlerinde kendi yorgun silüetini gördü. "Çünkü tek bir sözün yeterli buradan mutlu ayrılmam için."

Uzanıp büyük bir cesaretle elini tuttu. Yalvarıyor gibiydi, her şeyi ardında bırakmıştı. Gururu, statüsü, kırgınlığı ve kızgınlığı.. şimdi hiçbiri umrunda değildi. Son kez diyerek tekrar etti içinden.

"Bir hareketinle kırdığın yeri iyileştirebilirsin."

Yibo sustu. Geceden beri içine düştüğü o eski hikayede bir yerde, korkuyor ve inandığı her şeyi yok ediyordu. Kendi kendini kandırmasının kaçıncı seferiydi emin değildi ama, orada durup öylece bakarken düşünmekten delirecekti.

Ölmekten korkan o adamla kendisini benzer görmesinin bazı nedenleri vardı. O da korkuyordu, kendisini korkutan her şeyi yerle bir ettiğinde geçer sandığı hiçbir şey geçmemişti. Üstelik yıktığı inançlarının arasında öldüğü gün, her şeyi olduğu gibi kabul ettiği ve kaçamayacağını anladığı bugündü.

Ve bu noktada başka bir soru can buluyordu içinde.

Ölmek ile aşık olmak aynı şey mi denk düşüyordu?

Bu soruya verdiği evet cevabını unuttu. Ölmekten çekinmezdi ve kendisini de dinlemeyecekti. Ona ısrarla sorunun yanıtını dayatan tarafını bu sefer dinlemeyecekti. Konuşmak istiyordu.

"Wang Yibo bir şey söyle."

Gözlerini sıkıca kapattı ve konuşmak için hazır olmayı bekledi. Sadece birkaç saniye geçmişti, ağzını açıp nihayet konuşacaktı ama o an, elini tutan parmaklar kendisinden birden uzaklaştı. Kont'un bekleyecek sabrı yoktu ve çoktan paramparça olmuş halde bakıyordu ona.

Bu üzgün hali, Yibo'yu dilsiz bir adama çevirirken Zhan geriye çekilerek ondan uzaklaştı. " Aptal gibi senden bir küçük adım bekleyip duruyorum."

Odadan hışımla çekip gitmeden önce son kez konuştu ve Yibo bu sakinlikle söylenmiş sözleri duyduğunda kocaman bir kaybetme korkusunun içinde sıkışıp kaldı.

"Ama nerede sen de o cesaret."

Kendisinden uzaklaşan sert adımları bir süre daha duydu. Saniyeler uçup giderken, ne yapacağını düşündü. Gözleri salonun önemsiz detaylarında gezinip durduğu sırada içinde bir alev yanıyor, coşkun bir ırmak akıyor korkunç bir dalgalanma yaşanıyordu.

Her bi hücresi saniye saniye gerginligine kurban gitti ve kaç saniye ya da kaç dakika orada durduğundan emin olamadı. Sahiden asıl istediğinin bu olup olmadığını sorguladı.

Hep bunun bir son bulması gerektiğine inandırmıştı kendisini ve işte şimdi, her şey son bulmuş gibiydi. Öyleyse neden yolunu kaybetmiş gibi hissettiğini sordu kendi kendine.

Cevap açıktı, bu yüzden koştu.

Küçük bir çocuğun annesini bırakmak istememesi gibi, bir ihtiyarın yalnızlığına sırtını dönmeyi dilemesi ve bir sevgilinin aşığını bırakmamak için ölmeyi yeğlemesi gibi.

Bu ağır ve onu parçalara ayırmak isteyen hislerle koşturarak  evden dışarıya hızla çıktığında hiçbir yerde Kont'un arabasını göremedi. Peşinden gelen Fanxing ona ne olduğunu sorduğunda, o ileride kaybolmak üzere olan siyah arabaya baktı ve sonra aynı hızla atına binmek için, büyük bahçede ilerlemeye uzaklaşmaya başladı.

"Baron kötü bir şey mi oldu, ne oldu?"

Yibo ona cevap veremeyecek kadar çok telaşlıydı. Biraz önce susup kalan diline lanetler ederken, binmeyi hep çok sevdiği beyaz atına bindi ve ardındaki gence birazdan döneceğini söyleyerek ayrıldı oradan.

Yetişmek, böyle bırakmamak istiyordu.

Bu yüzden soğuk bahar rüzgarı içine işlerken ve saçlarını şiddetle geriye tararken atıyla aştığı yolun sonuna ulaşmak için daha çok hızlandı.

Rüzgar, ceketinin açık yakasını daha da açıyor, gömleğinin iplerini gevşetiyor ve göğsünün buz kesmesine sebebiyet veriyordu. Yolu henüz yarılamıştı, ama çoktan dağılmıştı.

Atın eyerine daha çok asıldığı sırada parmaklarını sızlatan sert ipe karşı koyamayacak durumdaydı. Umrunda da değildi, mutlaka yetişmesi gerekliydi.

Arabaya az bir mesafe kaldığında, henüz şehir merkezine giden yol bitmemişti ve çevrede ağaçlar dışında hiçbir şey yoktu. Bu iyiydi, bir başkası görmezdi ve istediği şey tam olarak buydu.

"Lordum!"

Arabayı süren Zhuocheng bile onu duymadığında son bir gayretle daha çok hızlandı ve bir kez daha bağırdı.

"Lordum!"

Kendini fark ettirme amacına ulaşırken Zhuocheng arabanın dışında oturduğu yerden ona bakmış ve istemeden yavaşlamıştı. Bu sırada araba ile aynı hizaya gelerek yeniden seslendi.

"Kont Xiao."

Arabanın küçük camından kendisine şaşkınlıkla bakan adama baktı. O an, cesaretini yitiriyor gibi hissetse de durmadı ve Zhuocheng'e durmasını söyledi.

Böylelikle araba yavaşlayarak durduğunda o da yavaşladı. Sonra da indi yorgun atının üzerinden. Dağılan saçlarını tek bir hamlede geriye çekti ve kıyafetlerini düzeltmeden kapıyı açarak kendisine sert gözlerle bakan adama yaklaştı.

"Xiao Zhan."

Çarpıcı görüntüsüyle ve ilk kez Kont'a ismiyle seslenmesiyle onu şaşkınlığa uğratsa da, Kont'un sert bakışları yok olmamıştı. Bunu halledip halledemeyeceğini bilemiyordu ama ilk kez korkmayı bir kenara bırakmıştı.

Ya da kendisini kandırıyordu.

Fakat korksa, birileri etini küçük küçük kıstırıp koparıyormuş gibi hissetse de sahiden de durmayacaktı. Sonunu, geleceğini düşünmediği ilk seferdi bu belki de.

Karşısındaki  beden açık araba kapısından kafasını uzatıp bakarken ona iyice yaklaştı ve tek bir hamlede, sahip olduğu tüm çevikliği kullanarak onun yakasına yapıştı.

Tek eliyle uzandığı siyah ceketin dar yakasına daha çok asılırken onu kendisine çekti ve, " Xiao Zhan." Dedi yeniden.

Büyüyen gözleriyle ona bakan Kont bir şey yapamazken, Zhuocheng ise arabadan inmeden ileriye bakıyordu. Böyle vakitlerde görünmezi oynamakta üstüne yoktu.

Yibo, yüz yüze durduğu adama aynı onun gibi sertçe baktı. Onu konuşmak istediği ilk seferde dinlemeden gitmiş olmasına kızgındı. Belki de kendisine kızıyordu bilinmez ama ne yaparsa yapsın pişman olmayacağından emindi.

"Beni dinlemedin. "Diye konuştu. Sızlayan parmakları siyah kumaşı mümkünmüş daha sıkı kavrarken devam etti. " Oysaki konuşacak, bir şeyler söyleyecektim."

Ardından nefes nefese sustu ve yakasından tuttuğu adamı kendisine çekmeden önce bir kez daha, fısıltıya benzer bir sesle konuştu. " Şimdi dinle beni."

Sonra, belki de sahip olduğu tüm cesareti kullandı, yine tüm gücünü harcayarak onu kendisine daha çok çekti ve bir süre önce yapacağı söylenseydi ölümüne reddedeceği bir şeyi yaptı.

Kont'u öptü.

Dudakları birbiri ile buluştuğu ilk anda boğum yerlerine kan gitmeyen eli gücü tükenerek gevşese de siyah kumaşın üzerinde durmaya devam etti.

Gözlerini kapatmıştı, Zhan'ı naziklikle alakası olmayan bir şiddette öpüyordu ve olağan bir şekilde karşılık almayı bekliyordu.

Kont bir an hissettiği şeyin bir hayal olup olmadığını düşündü. Biraz önceki tüm olumsuz hisleri aniden yokluğa karışırken, bir yandan da bu mutluluğu kaybetmekten korktu ve o an harekete geçti.

Yibo, sadece birkaç saniye sonra öptüğü dudakların onu kabul etmesiyle duraksamış olsa da, geriye çekilmedi. Bunun yerine beline uzanan el onu daha yakına çekti, bir yangını çağıran dudaklar onu derinden ve şiddetini kaybetmeden öpmeye başladı.

Alt dudağındaki sızı bile onun geriye çekilmesine neden olamazken, bir zaman sonra nihayet soluklanmak için geriye çekildi.

Üşüyen bedeninin sahici bir alevle yandığını zannetti bir süre ve ayrıldığı ama çok uzaklaşmadığı adama baktı. Anlamadığı bir şekilde ıslanan kirpiklerinin arasından Zhan'a bakarken, onun parlayan gözlerinde cesur kendisini gördü. Bu görüş ona biraz daha cesaret kattığı sırada, nemli dudakları ilk kez, içinde tutup durduğu itirafının sözcüsü oldu.

Zaman durdu, Kont soluğunu tuttu ve Baron itiraf etti.

"Seni seviyorum."

○○○○○○○○○

Evet böylelikle Yibo da kabul ettiğine göre, sırada KAOS.🙃

Şaka.

Önce biraz ilişkileri üzerinden ilerleyelim ama sonra KAOS. 🤣

Neyse, umarım iyisinizdir. Sınav haftam yaklaşıyor, bölüm atma düzenini bozmamaya çalışacağım. Umarım başarabilirim.

Yeniden görüşene dek, güzel bakın kendinize.

Continue Reading

You'll Also Like

186K 18.3K 21
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
11.6M 572K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
1.1M 112K 35
Oyunculuk kariyerinin dibe çöktüğü sırada bir gay dizisinden teklif alan Kim Taehyung ve ilk kez başrol olacak olan Jeon Jeongguk'un ortak projesi. |...
319K 25.7K 19
Hyunjin okulun en zorbasıydı. Tek bir kişi bile sevmezdi onu. O da tek bir kişiyi sevmezdi. Önüne gelen herkesi deli gibi zorbalar ve bazı kişilerin...