Casus

By rnctheloser

24.6K 3.5K 2.7K

"Prens Xiao Zhan da dilerse, onun eşi olmak, onunla bir ömür için söz vermek, benim kendisini gördüğüm andan... More

1. Bölüm - Başlangıç
3. Bölüm - Geç Gelen Ulak
4. Bölüm - Prens?
5. Bölüm - Kargaşa
6. Bölüm - İlk Gece
7. Bölüm - Gözlem
8. Bölüm - Öçeş
9. Bölüm - Gül Fidanı
10. Bölüm - Aslıdır, Başlangıcın
11. Bölüm - Bir An
12. Bölüm - Yara
13. Bölüm - Yüzündeki Sızı
14. Bölüm - Geç Gelen Özür
15. Bölüm - Kaderin Planı
16. Bölüm - Yar Yiraktim Kelgüçe
17. Bölüm - Kederde Annem
18. Bölüm - Kara Tuzkıya
19. Bölüm - Şenlik | 1
20. Bölüm - Şenlik 2
21. Bölüm - Şenlik 3
22. Bölüm - Şenlik 4
23. Bölüm - Kendini Tanır Ağrı
24. Bölüm - Merhem
25. Bölüm - Sevinçen
26. Bölüm - Ruh Asması
27. Bölüm - Bilun
28. Bölüm - Elim Kılıçta

2. Bölüm - Ok ve Yay

1.2K 167 209
By rnctheloser


"Ne?"

Başta Prens Zhan ve imparator olmak üzere herkes hayretler içinde kalmıştı. Odaya yayılan soğuk, açık salon kapısından değil, kağanın biraz önce kurduğu cümlelerden geliyordu. Prensin öfkeyle tepki vermesi bile birkaç dakika sürmüştü. Herkes gibi o da donakalmış, cümlelerini idrak etmesi için bir süre gerekmişti. İmparator, oğlunun öfkelenip saygılı konuşmayı, sesinin tonunu ayarlamayı unutmasına kızamadı.

Kağan, prensin elinin öfkeyle beline gittiğini gördü. İmparator öne atılıp ona engel olmak üzereyken kağan kolunu uzatarak imparatoru durdurdu ve prense doğru ilerledi. Prensin bir eli kılıcının kabzasındaydı, diğer eli uyaran bir şekilde Yibo'ya doğru uzanmıştı. "Sen... Ben..." Cümlelerini toparlamak için nefeslendi. Öfkesi bakışlarından, sesinden, hatta parmak uçlarından taşıyordu. "Ben senin dostun değilim! Saçma şakalarını babama yap."

İmparator nispeten kendine gelmişti. O da kağanın şaka yapıyor olabileceğini düşünmüştü. Buna rağmen oğlunu üslubundan ötürü uyardı. "Prens Zhan!"

Kağan onun saygısızlığına aldırmamış gibiydi. Tam aksine, içten bir tonla konuştu. "Evet, dostum değilsiniz." Prensin kendisine uzattığı işaret parmağının tenine değmesine birkaç santim kalana kadar yaklaştı. Bakışları ciddiydi. "O yüzden size şaka yapmıyorum. Sizinle ilgili şaka da yapmam. Eşim olmasını istediğim birisiyle ilgili asla şaka yapmam." Düşünceli bir ifadeyle duraksadı. "Tabii, eşimle şakalaşmayı da isterim. Dilerim şakalaşmaktan hoşlanıyorsunuzdur." Yeniden duraksadı. "Dilerim size eş olmak düşümü gerçekleştirirsiniz."

Kağanın yanında gelen sadık arkadaşlarıyla birlikte herkes hayret içinde dinlemeye devam ediyordu. Arkadaşları biliyordu, kağan evlilik gibi bir konuda şaka yapmazdı, ama bir erkeği eş olarak seçeceğini de hiçbir zaman düşünmemişlerdi.

"Sen..." Prens bakışlarını daha fazla karşısındaki adamın derin bir ifadeyle sarılı gözlerinde tutamayacaktı. Bu nedenle kağanın yanında gelen arkadaşlarına döndü. Kendisiyle alay ediyor olmalıydı. "Bu adam neler söylüyor? Devlet başkanınız bir deli mi?"

"Prens Xiao." Kağan, karşısındaki adamın özenle dizilmiş kirpiklerle çevrili gözlerinin kendisine dönmesini isteyerek, onun bakışları tenine değene kadar konuşmadan bekledi. "Düşünmenizi ve bir cevap vermenizi bekleyeceğim. İstemediğiniz hiçbir şeyi yapmak zorunda değilsiniz." Bedenini ve çenesini hafifçe imparatora çevirse de, bakışları prensin olduğu noktada takılı kalmıştı. "Fakat herkesin bilmesini isterim ki, bu salonda evlenmek dileğinde bulunabileceğim başka hiç kimse yok."

***

Prens, babası geniş ve büyük makamında otururken odada volta atıyordu. "Mümkün değil. Mümkün değil!"

"Şaka olmadığına gerçekten emin miyiz?"

Kuzeni Cheng hafif eğlenir ama bir yandan ciddi bir ses tonuyla konuştuğunda Zhan umut dolu bir ifadeyle babasına döndü.

"Değiliz. Değil mi, baba?"

İmparator derin düşüncelere dalmış gibiydi. Kendisinden bir cevap beklendiğini fark ederek oğullarına ve yeğenlerine baktı. "Ciddiydi."

"Delireceğim. Gerçekten delireceğim."

Zhan kendi kendisine sinirle yürümeye devam etti. Abisi, Prens Xuan konuşmak için öne atıldı. "Ne yapacağız peki? Hui'yi seçeceğinden emindik, fakat kağan, Zhan'dan başkasını istemediğini açıkça dile getirdi."

Babası hala düşünceli bir ifadeyle Zhan'ı izlerken, diğerleri kendi aralarında konuşmaya başlamışlardı. Xiao Zhan ise emindi. Tabii ki bu durumda yapacak bir şey yoktu. Evlilik bağını unutmak ve başka bir yol bulmak zorundalardı. Belki savaşırlardı? Başka bir devletle müttefik olabilirlerdi.

İmparatorun gür sesi odada yankılandığında, herkes o gün içinde ikinci kez donakaldı. "Dileğini gerçekleştirmek zorundayız."

"Ne?"

Zhan babasının önüne doğru hızla ilerledi ve çocukluğundan beri şahit olduğu kararlı, sert ifadesine şaşkınlık içinde baktı. İstemsizce sırtını dikleştirdi. "Ne söylediğinizin farkında mısınız, İmparator Xiao?"

"Prens Xiao Zhan." Babası sakin bir tonla devam etti. Oğlunun öfkesini anlıyor ve biliyordu. "Oğlum. Sen ve kardeşlerin, yıllarca, çocukluğunuzdan beri, bu ülkeye iyi bir asker, iyi bir lider olmak için eğitildiniz. Çin'in haklı ve kıymetli emellerini gerçekleştirmek için bu plana sadık kalmamız gerek." Oğlunun bakışlarındaki öfkenin tereddüde evrilmeye başladığını görüyordu. Sahip olduğu tüm değerler babasının bir cümlesine sığmıştı. "Yibo güçlü ve yetenekli bir kağan. Düşman devlet liderlerinin de onunla evlilik, dostluk bağı kurmak ve bize karşı birleşmek için can attığını biliyorum. Herkes onu yanına çekmek istiyor. Bizim onu yanımıza çekmemiz ve sırtından vurmaktan başka çaremiz yok." Yorgun ama cesaretlendirmek isteyen bir sesle devam etti. "Onlarla verilen savaşta kaybettiğimiz büyüklerimizi düşün. Kaybettiğimiz alanların, halkımız için ne kadar kıymetli güzelliklere sahip olabileceğini bir düşün. Ülkemizin açlık gibi türlü sıkıntılarla boğuşan insanlarını o zengin topraklara yerleştirebiliriz. Şimdi hepsini kurtarmak senin elinde."

"Baba.." Prensin öfkeyle çattığı kaşlarına zıt bir şekilde sesi çaresizdi. Fakat biliyordu. İmparator bir şeye karar verdiğinde, o karardan dönmesinin hiçbir yolu yoktu. Birisi emri uygulamak istemiyorsa kendini öldürmeliydi, aksi takdirde geriye kalan tek yol denileni yapmasıydı. Daha küçük bir çocukken kendilerini en az acı verecek şekilde öldürmenin yollarını öğrenmelerinin bir sebebi de buydu. Ya esir düştüğünde, ya da bir görevi yapmayı reddettiğinde kişi, bedenini ölüme terk ederdi. Babası ise göründüğü üzere kararını vermişti. Emir vermek yerine mantıklı sebeplerini sunmasının tek sebebi, prense duyduğu sevgi olmalıydı. İmparator durmadan konuşmaya devam etti.

"Kağan Yibo sana, istemediğin hiçbir şeyi yapmak zorunda olmadığını söyledi. Yeterli bilgiye ulaşana kadar," İmparator burada öksürerek duraksamak zorunda kalmıştı. "Onunla herhangi bir bağdan kaçınırsın. Seni zorlamayacaktır. Sadece Iraz Devleti'nde, senin çabalarından sonra sahibi olacağımız alanlarda, bir süre o adamla yaşaman gerekecek. Bu kadar. Hem belki, böyle bir evlilik birleşmesi, yakın devletlerinden ve halkından tepki toplayıp güçlerinin zayıflamasına sebep olur."

Oğlunun öfkesinin geçeceğini düşünmüyor, ama haklı inadının kırılacağını biliyordu. Kendisi de öfkelenmiş, kağanın, emellerini tahmin edip bozmak için böyle bir şey yaptığını düşünmüştü. Elbette bu evlilik teklifinin arkasında bir şey olabileceğini tahmin etmiş ve prensesler yerine hiç akılda olmayan bir prensi seçmiş olmalıydı. İmparator bu hareketi gerçekten hadsiz ve saygısızca bulmuştu. Fakat ülkesi, plansız hareket ederek onlarla yapılacak bir savaşı kaldıracak durumda değildi. Son savaşlarının üzerinden üç yıl geçmişti. Yibo bu savaş sırasında sadece iki yıldır devletin başındaydı. Buna rağmen Çin devleti o ve askerleri tarafından ağır hasarlar almıştı. Aslında oğlu Zhan, prensesten ve yardımcı casuslardan daha işe yarardı. Kızı Hui de en nihayetinde kalbini kağana kaptırabilir ve planlarına engel olabilirdi, fakat prens için böyle bir şey mümkün olmadığından her şey pürüzsüz ilerlerdi. Kağan belki akıllıca bir hamle yaptığını düşünmüştü, fakat ülkenin en yetenekli askerini eş olarak istemek onun sandığının aksine pek akıllıca bir hareket değildi. Teşvik eden bir ses tonuyla konuşmaya devam etti.

"Bir düşün. Her şey, ülkemiz için."

Prens, sinirli bir şekilde öğrenilmiş bir saygıyla eğildi ve odadan çıktı.

***

Prens Zhan kılıç çalışmaları için ayrılmış alanda duruyor, nereye olduğunun farkında dahi olmayarak kılıcını sürekli savuruyordu. Öfkesi içine sığmıyordu. Gözleri uykusuzluktan çökmüş, nefreti damarlarından taşıyordu.

Kağanı incelemişti. Elbette inceleyecekti. Düşmanını tanımak ve hareketlerini anlamak, bir askerin en iyi yapması gereken şey olmalıydı. İmparator her zaman Yibo'nun başını bedeninden ayıracak ve ülkelerine huzuru getirecek kişinin Xiao Zhan olduğunu söylerdi. Bir gün karşı karşıya geleceklerdi ve onu tanımalı, ona dair her şeyi bilmeliydi. Onu, aldığı nefesten, attığı adımdan tanıyacak kadar incelemeliydi.

Kağanın, içinde binlerce duygunun saklı olduğu aşikar gözleri vardı. O gözler bazen her şeyi açık ediyor, bazen en saklı sırları içinde barındırır gibi bakıyordu. Burnu düzgün, dudakları dolgun ve biçimliydi. Güldüğünde ortaya çıkan dişleri sağlam ve keskin görünüyordu. Bir gün esir düşerse ağzına bağlanacak kumaşın kalınlığına dikkat edilmeliydi, prens onun gülümsediği kısa bir anda bunu aklına not etmişti. Omuzları geniş, kolları ve gövdesi güçlüydü. Uzun, erkeksi parmaklarındaki nasırlar kılıç, ok ve yay kullanmada yeteneklerini ortaya seriyordu. Boyu Xiao Zhan'dan birkaç santim kısaydı, imparatordan da öyle. Buna rağmen babasına karşı bakışları çoğunlukla üsttendi. Kibir değil de, haklı ve korku veren bir gurur vardı bakışlarında.

Fakat şimdi, geceler boyu cenkte karşısına geçip öldürme planları yaptığı adamın eşi mi olması gerekiyordu? Kılıcını hızla önündeki ağaçlardan birine vurdu.

"Körelteceksiniz."

Tetikte bir şekilde kılıcını hızla ağaca sapladığı yerden çekip sesin geldiği yere döndü. Çenesi öfkeyle seğirirken tıslayarak terbiye kuralları gereği selamladı. "Kağan Wang Yibo."

Misafirini hoş bulmadığı açıktı. Kağan, prensin karşısında olduğu her zaman yaptığı gibi elini kılıcının kabzasından çekmişti. Gülümsedi.

"Prens Xiao Zhan." Kollarını önünde kavuştururken başıyla prensin kılıcını işaret etti. "Sizin gibi kıymetli bir askerin kılıcını böyle umarsızca etrafa savurması oldukça yanlış. Körelmesinden korkmuyor musunuz?"

Prensin gözleri öfkeyle parladı.

"Ben teslim olmadıkça, kılıcım ortasından kırılsa dahi düşman canı almaya devam edecektir Kağan Yibo. Endişe duymanıza gerek yok."

Kağan onun imasını görmezden gelerek başını onaylayan bir ifadeyle aşağı yukarı salladı. "Evet. Kılıcınız kuvvetli."

Prens, onun, her halinden yansıyan öfkesini yok sayıp içtenlikle buyurduğu övgüyü anlık bir şaşkınlık içinde dinledi. O an üstüne çöken şaşkınlık içinde ise kağanın, ülkelerinde attığı her adımda yanında olan iki sadık görevlisinin orada olmadığını fark etti. Onu öldürebilirdi, olanlardan sonra gerçekten yapabilirdi. Bunu yaparken tereddüt etmeyecek kadar öfkeyle kaplı olmasından korkmuyor muydu?

Kağan gülümseyen gözleriyle devam etti. "Ama belirtmeliyim ki, karşınızda kimsenin rakip olamayacağını söylerken yanıldınız, Prens Xiao."

Xiao Zhan'ın gözlerinden deli bir ışık geçti. "Dövüşmek mi istiyorsunuz?"

Kağan onun saklamadığı öfkesine karşın cesaretli adımlarla ona doğru ilerledi. "Sizin gibi yetenekli bir kılıç ustasıyla kılıç savurmak şerefine erişmekten bahsediyorsanız..." duraksadı. Bakışları, prensin gözlerini buldu. "...evet."

Prens alayla güldü. "Ne yazık ki ben istemiyorum." Kağanın soran gözlerle baktığını görünce sesine biraz öfke ve nefretinden katarak, yine alayla devam etti. "Çünkü sizi öldürmekten korkuyorum."

"Ölmemden korkuyorsunuz demek."

Prens, karşısındaki adamın sözlerini tamamen başka bir şekilde yorumlayarak utanmazca gülümsemesi üzerine yılları devirdiği hayatında ilk kez yanaklarının yandığını hissederek şaşkınlıkla geriye doğru adımladı. Kaşları yeniden öfkeyle çatılmıştı. "Öyle bir şey söylemedim."

"Sözler dilimizden kopan oklardır." Kağan prensin aralarında açtığı boşluğu bir adım atarak yarıladı. Elini kalbinin üzerine yerleştirirken devam etti. "Her asker okları atmak için yaylara ihtiyaç duyulduğunu bilir. Bir kağan da, dilden dökülen okların kaynağını..." İşaret parmağını kalbine vurdu. "...bilmelidir."

Prensle alay ediyor olmalıydı. Bu gülümseyen yüzünden belliydi zira prens onun ölümünden korkmuyor, onu elleriyle öldürmek istiyordu. Kağanın bunu hissetmemiş olması imkansızdı. Daha çok öfkelenerek ona istediğini vermek istemiyordu. Kağan gözlerini ayırmadan kendisini izlerken bir süre öfkesinin azalmasını bekledi, ardından kılıcını kınına sokarak konuştu. "Kağan Yibo, üzüntüyle söyleyeceğim ki," sesi bunun tam aksini gösterirken ve gitmek için hareketlenirken devam etti. "bir gün dövüşürsek, o 'kaynakla' ilgili hiçbir fikir sahibi olmadığınızı öğreneceksiniz."

İma ettiklerini ise dile getirmesine gerek yoktu. Bir gün dövüşürsek, sizin ölmenizin beni korkutmadığını açıkça göreceksiniz. Kılıcımın ucu sizi bulacak.


---

Yıllar sonra ilk defa bu platformda uzun soluklu olmasına niyetlendiğim bir hikaye yayımlıyorum o yüzden çok heyecanlıyım. Gönül isterdi ki kapsamlı, gerçekten tarihin o dönemlerinde yaşamış gibi hissettiren, Öz Türkçe kelimelerin yoğunlukta olduğu bir kurgu olsun... ama eski dil hem yazarken beni zorluyor, hem de okurken sizi zorlayabilir o yüzden çok bulaşmıyorum o işlere. Fakat genel anlamda zamanla yazım dilimin gelişmesini umuyorum (bissssürü kitap aldım geliştirmek için). 

Umarım sevmişsinizdir. Okuyan herkesin gözüne, gönlüne, harcadığı zamana sağlık, çok teşekkür ediyor ve sizi seviyorum. <3

Continue Reading

You'll Also Like

VAZİFE By ALGON

Historical Fiction

9.1K 550 24
Osman bey Alaeddine vazife vermişdir. Ama bu vazife onların planladığı gibi olmaz ve başka kötü şeyler olur
Algon Orhol By serro45

Historical Fiction

18.2K 708 52
arkadaşlar hikaye tamamen benim kurgum ve benim fikrimi
Mecburuz~Algon By Ecem Elden

Historical Fiction

4.7K 269 10
"Ben kalbini kalbimde saklıyorum bey oğlu"
806K 73.7K 59
Zalim bir babadan kalan lanetli bir isim. Dışlanmış bir adam... Aynı zamanda yapabileceği tek işi yapıyor. O bir ödül avcısı. Yeni işi Doğu Prensini...