MESEL

By Dilopervinova_

18K 1.2K 85

İbret alınacak bir söz ya da hikaye. "Seninle değil, senin için mücadele ediyorum," isyan dolu sesi dişleri... More

1.BÖLÜM: YIL DÖNÜMÜ
2.BÖLÜM: DUVAK
3.BÖLÜM: İLK TANIŞMA
4.BÖLÜM: HEDİYE
5.BÖLÜM: DOĞRU KİŞİ
6.BÖLÜM: FARKINDALIKLAR
7.BÖLÜM: DIŞARIDAN BAKILDIĞINDA
8.BÖLÜM: BAŞKA YOL YOK
9.BÖLÜM: ZAMAN
10. BÖLÜM: GÖLGESİ ALTINDA
11.BÖLÜM: KARŞILIKLI İTİRAFLAR
12.BÖLÜM: ACI YÜZLEŞME
14.BÖLÜM: LOTUS ÇİÇEĞİ
15.BÖLÜM: SENİN BEN OLDUĞUNU BİLİRİM
16.BÖLÜM: FARKLI PENCERELER
17. BÖLÜM: AMA DİLEYEBİLİRİM
18.BÖLÜM: BENİ DUYMUYORSUN
19.BÖLÜM: BENİM SEVEMEYECEĞİM BİRİ
20.BÖLÜM: İKİ BEDEN TEK RUH
21. BÖLÜM: DOĞRU VE YANLIŞ
22.BÖLÜM: GİTMEK Mİ KALMAK MI
23.BÖLÜM: CEVAPSIZ SORULAR
24.BÖLÜM: YENİ HAYATLAR
25.BÖLÜM: KÖTÜNÜN BULAŞTIĞI İYİ
26.BÖLÜM: KARŞILIKLI SUSKUNLUKLAR
27.BÖLÜM: ARKADA KALANLAR
28.BÖLÜM: BAZI ŞEYLER DİLE GELMEZ
29.BÖLÜM: SON PİŞMANLIKLAR
30.BÖLÜM: ARTIK VARDI
YENİ KURGUM: ISTAKOZ

13.BÖLÜM: BEDELİ VAR

459 32 1
By Dilopervinova_


Oy ve destekleriniz için teşekkür ederim, iyi okumalar!

*
Bedenimde üstüme atılmış bir toprağın ağırlığını hissederken, tam tersi bir şekilde hiç olmadığı kadar içimi boş hissediyordum. Beni ele geçiren ve günlerdir yakamı bırakmayan bu boşluğun nedeni neydi, çözemiyordum. Zihnimde dönüp dolaşan sesler kime aitti, karar veremiyordum.

Kendimi aynı anda hem bu kadar boş hem de bu kadar nasıl acı içinde hissedebildiğimi anlayamıyordum.

Beni bu hale sürükleyen kişiyi anımsamamak için, onu hayatımın bütün detaylarından silmek için her şeyi feda edebilirmişim gibi hissetmeme rağmen, nasıl olmuştu da benliğimdeki yeri daha da netleşmişti?

Bir belirsizlik içinde yıllardır yaşamımı sürerken ve hep bir netliğe kavuşmanın hayalini kurmuşken, bugün kavuşmuş olduğum o gerçekliğin canımı bu kadar çok acıtmasını kabullenemiyordum.

Kendimi istediğim zaman her şeyi yapabileceğime inandırdığım, o sarsılmaz kararlılık içinde tüm dünyayı yakabilecekmişim gibi hissettiğim zamandan, sadece kendimi yaktığımı hissettiğim bu zamana nasıl gelmiştim?

Neden hayatımdan çıkmasını sürekli arzuladığım kişinden sonunda kurtulmuş olmama rağmen ardından üzüntüsünü duyabiliyordum?

Neden tek başıma uzandığım bu koltukta, sadece kendimle olduğum halde, büyük bir kalabalık içindeymiş gibi hissediyordum?

Bu kalabalığı oluşturan kişilerden birinin babam olduğunu bilmeye tahammül edemiyordum. Onu düşünmek istemiyordum, en son gördüğümde bana savurduğu o cümlelerini hatırlamak istemiyordum. Yaptıklarına alışkındım ben, onun yüzünden hala üzülüyor olamazdım, hala onun üstümde bu kadar etki bırakmasına izin veremezdim.

Yoktu işte, benim için artık ölü bile değil sadece bir hiç olmuştu. Onu, karıştığı hiçliğinde bırakmalı ve arkamı dönerek ardıma bile bakmamalıydım ama sanki görünmez bir şeyle ona bağlanmışım gibi, her ileri doğru adım attığımda bir adım geriliyordum. Ben, kendimi ondan çekmeye çalıştıkça ona daha da yaklaşıyormuşum gibi hissediyordum ve bundan nefret ediyordum. Neden kurtulamıyordum ondan, neden yüzü gözlerimin önünden gitmezken sesi hala kulaklarımda yankılanıyordu?

Uzandığım yerde, üstümde herhangi bir örtü olmamasına rağmen ağırlığımın daha da arttığını hissettim. Bir çölü andıran gözlerimle baktığım hiçbir yeri görmeyerek öylece boşluğa dalmışken aslında tüm bu sorularımın bir cevabı olduğunu biliyordum. O gün, yaşanan tartışmadan sonra babamın büyük bir kararlılıkla beni tehdit ettiği o cümlesi yüzünden ondan kurtulamıyordum.

Öyle bir tehditti ki bu adeta tüm düşüncelerimin, tüm duygularımın, tüm hayallerimin hatta tüm geleceğimin önüne bir set çekmişti ve açıkça onun izni olmadan kendi hayatımda istediğimi yapamayacağım gerçeğiyle beni baş başa bırakmıştı.

Babamın dediği şeyi yapacağını o kadar iyi biliyordum ki günlerdir elimi kolumu bağlayan da buydu. Nejat'tan kurtulmamın bedelini beni annemden uzaklaştırmak olarak önüme sürmüştü ve beni bir girdabı andıran bu ikilemin içinde yapayalnız bırakmıştı.

O günden beri hiçbir haber alamadığım annemin bu tehditten haberi olup olmadığını bile bilmiyordum, varsa bile onun da hiçbir şey yapamayacağına adım gibi emindim çünkü babamın iradesi bükülmez bir demirden yapılmaydı.

O, karşısındaki insanları sadece birer oyun hamuru olarak görürdü; canının istediğini eline alır, yine istediği gibi bir şekle sokar ve tekrardan yerine bırakırdı. Bana olan öfkesinin temelinde yatan da buydu; hiçbir zaman onun beni istediği gibi bir şekle sokmasına izin vermemiştim. Bu farkındalığı, geçirdiğim bu günler içinde daha yeni yeni kabulleniyor olmama şaşıyordum çünkü bu zaten en başından beri apaçık bir gerçekti.

Belki ben, ne olursa olsun bu gerçeği görmezden gelmeye çalışmıştım, kendi kendime kimseye belli etmeden taşıdığım umutlarım bu gerçeği kabullenmemem için gözlerimi kör etmişti ama artık o umudun yerinden yeller estiği için, gözlerim hiç olmadığı kadar açılmıştı.

Artık görüyordum. Hayatımın hiçbir zaman istediğim şekilde ilerlemediğini ve bundaki tek engelin babam olduğunu görebiliyordum. Daha doğduğum anda bana yüzünü ekşiterek bakmış olan bu adamın, büyümeye başladığım yıllarda bana olan inancını çoktan kaybettiğini daha iyi görebiliyordum.

Benim hiçbir zaman kendim gibi olmama fırsat vermediğini, o emirlerini yerine getirmemi istemesindeki tek nedenin kendi çıkarları olduğunu artık görebiliyordum.

Beni sevmemesinin faturasını kendime kesmem için elinden geleni yaptığını ve hatta bunu başardığı zamanların olduğunu da şimdi çok daha iyi görebiliyordum. Defalarca, bana ceza vermek ister gibi gözlerimin içine bakarak Nejat'la yakınlaştığını hatırlıyordum ve tüm bunların, onun kendi beklentilerini yerine getirmek için kurduğu birer oyunun parçası olduğunu şimdi çok net bir şekilde görebiliyordum.

Bir tek, hırsından gözü kör olan babamla tam zıttı olan annemin evlenmesinin altındaki nedeni göremiyordum. Dünyanın en farklı iki insanını bir araya getiren kaderin ve annemin onu bir zamanlar sevmiş olmasındaki nedeni bir türlü göremiyordum.

Kimse belli bir kötülükle ya da iyilikle doğmamıştı. Çevredeki insanların, yaşadığı hayatın kişinin benliğini kazanmasındaki ilk adım olduğunu biliyordum. Babam için de aynı şey geçerli olmalıydı ama ben buna kendimi bir türlü inandıramıyordum. Sanki bu dünyaya saf bir öfke içinde gelmişti, o öfkesiyle büyümüştü ve en sonunda yanındaki herkesi de bu öfkesiyle boğarak, hayattaki amacını tamamlamıştı.

Babamın bir zamanlar sevgi dolu olduğuna inanamıyordum, zaten buna inanmamı sağlayacak bir nedenim de yoktu. Fark ediyordum ki ona dair, geçmişine dair bildiğim net bir şey bile yoktu, yıllarımız aynı evin içinde sanki birbirimizi tanımıyormuşuz gibi geçip gitmişti. Onun benim hakkımda hiçbir şey bilmemesi gibi benim de onun hakkındaki bu bilinmezliğime şaşmamam gerekiyordu. Bir an bu düşünceye güleceğimi sandım, yüzümdeki tüm kasları kaybetmişim gibi hissetmeydim belki dudaklarım yukarıya kıvrılabilirdi.

Düşündüğüm her şeyde komik bir yan var gibiydi.

Benim, annemin, babamın bir araya geldiği bu aile hayatı insana kötü bir şakadan başka hiçbir şey olarak gelmiyordu.

Derin bir nefes almak istesem de yapamadım. Bir an sonra bir haraketlilik sezer gibi oldum ama dönüp bakmadım, çok geçmeden saçlarımda bir el hissedince Çağan'ın yanıma geldiğini anladım. Bu dokunuşu içimdeki o boşluğu anında doldurdu, adını koyamadığım bir duygu karmaşası içinde dudaklarımı birbirine bastırdım ama dönüp ona bakmadım. Çağan'a, eve döndüğüm o günden beri tek bir kelime dahi etmemiştim. Elimde valizimle, beni kapısında gördüğünde şaşırmıştı ama o gözleri yüzümü bulunca şaşkınlığından eser kalmamıştı.

Öyle tarifsiz bir ifade belirmişti ki yüzünde, bugün bile hala net bir isim veremiyordum. Onu o halde görmek, peşimde sürüklediğim o öfkemin anında dinmesine ve zar zor beni ayakta tutan dizlerimin bağının çözülmesine neden olmuştu. Ona sarılıp da hiç dinmeyecekmiş gibi dakikalar boyunca ağladığım o an aklıma geldi, yeniden boğazımın düğümlendiğini hissettim.

O akşam bana tek bir soru sormayan, sanki beni bir şeylerden korumak istercesine kollarını bedenime sararak varlığına sığınmama izin veren bu adama sadece minnettardım. Aradan günler geçmiş olmasına rağmen, ona her şeyi anlatmayı düşünmüş olmama rağmen ağzımı bıçak açmamıştı. Biliyordum, tek bir kelime bile çıktığı an dudaklarımdan gerisi bir çorap söküğü gibi gelecekti ama bunlar gözyaşlarım eşliğinde olacaktı.

Ağlamak, adını dahi anmak istemediğim insanlar yüzünden onun karşısında yeniden gözyaşlarına boğulmak istemiyordum.

"Arya?" diyerek düşüncelerimin arasın girdi.

Sesini duymak içimdeki bir şeyleri dürttüğü için boğazımın daha da düğümlendiğini hissettim. Çağan, benden bir cevap alamadığı için yavaşça nefesini bıraktı ve dizlerini kırarak tam karşımda eğildi. Yüzü, onu rahatlıkla görebileceğim bir yerde olsa da ona asla bakmadım. Eli saçlarımdan kayıp yanağımın üstüne geldi, onun bu sessiz bakışlarında bir cevap aradığı belli oluyordu ama ona istediğini verebilecek kadar güçlü hissetmiyordum kendimi.

"Arya, benim gitmem lazım," diyerek yeniden konuştu, tenime değen yumuşak dokunuşu karşısında titrediğimi hissediyordum. "Açılış biter bitmez döneceğim, tamam mı?"

Neyden bahsettiğini anlayamadığım için hiçbir şey demeden öylece durdum. Onun bana bu kadar yakın olması beni her seferinde sarsmayı başarıyordu. Onun yanında kendimi dünyanın en savunmasız insanı gibi hissediyordum ve ona sığınmamak için kendimi çok zor tutuyordum. Beni engelleyen şey neydi, onu da bilmiyordum, sadece bunu yapamayacağımı hissediyordum ve bu düşünceden bir türlü kurtulamıyordum. Oysa bir kuş tüyü hafifliğinde yanağımda gezinin parmağı bile bunun aksini düşünmem için yeterli bir nedendi.

Ne olursa olsun, tüm duydukları karşısında Çağan'ın benim korktuğum gibi bir tepki vermeyeceğine emindim, zaten beni engelleyen o nedenin kaynağı bu değil, yalnızca bendim.

Kendimi aşamıyordum ve bu yüzden onun, bana ulaşmasına izin veremiyordum.

"Ben döndükten sonra hemen yola çıkacağız," dedi, kaşlarım belirsiz bir şekilde çatılınca Çağan'ın hareket eden parmağı duraksadı. "Bugün cuma, akşam üstü yola çıkıp Uludağ'a gideceğiz,"

Yaptığı bu hatırlatma karşısında bir an şaşırdığımı hissettim, aklımdan tamamen çıkmış olan tatilin bu kadar çabuk gelmiş olmasına canım sıkılsa da bunu ona belli etmedim. Adım atacak mecalim yoktu ama onun ve diğerlerinin elinden planlarını alamazdım. Benim yüzümden kimsenin keyfinin kaçmasını istemiyordum, o yüzden sessizlik içinde kalarak Çağan'ın onu onayladığımı anlamasını umdum.

"Ben valizini hazırladım," dedi, sessiz onayıanlamıştı. "Döndüğümde hemen yola çıkacağız." Çağan, bir an kararsızlık yaşıyormuş gibi sussa da saniyeler sonra devam etti. "Mutfakta bir şeyler  var, gidip ye, olur mu?"

Sanki duymaya katlanamadığım şeyler söylüyormuş gibi sıkıntı içinde nefesimi bıraktım ve kendimi geriye doğru çekmemek için çok zor tuttum. Çağan'ın ses tonunda herhangi kötü bir ima yoktu, sadece beni düşündüğünü belli eden cümleler kuruyordu ama ben neden böyle hissediyordum?

O, bana adım attıkça hissettiğim o acının daha da büyüdüğünü, bana her dokunduğunda elinin altında dağılacakmışım gibi hissediyordum. Onun tek amacının beni iyileştirmek olduğunu bilmeme rağmen düşüncelerimden kurtulamıyordum ve bu da kendime kızgınlık olarak geri dönüyordu.

Ona bakmasam da benden bir cevap beklediğini bildiğim Çağan'a en azından bunu hakkettiği için belli belirsiz de olsa başımı salladım. Bu hareketim karşısında rahat bir nefes verdi ve uzanıp şakağıma küçük bir öpücük bıraktı. Beni artık boğan bir his içinde dişlerimi sıktım, Çağan benden uzaklaşıp birkaç saniye daha yüzüme baktıktan sonra ayaklandı ve oldukça yavaş adımlarla salondan çıktı.

O, tamamen evden çıktıktan sonra dudaklarımın arasından sanki dakikalardır nefesimi tutuyormuşum gibi uzun bir nefes verdim, titreyen dudaklarıma yüz vermemeye çalışarak elimi yanağımın alından çıkardım ve koltuğu tutarak yavaş bir şekilde uzandığım yerden doğruldum. Yere değen çıplak ayaklarımda derman kalmamış gibi hissederken, kaldıramayacağım kadar bir ağırlıkta olan başıma parmaklarımı dayadım ve bir süre kendime gelmek için öylece durdum. Çağan gittiği için yeniden içine düştüğüm o boşluk hissiyle yalnız kaldım, ne kadar bir süre geçtiğine emin olamadığım bir zaman sonra yavaşça oturduğum yerden kalktım.

Günlerdir üstünde yattığım koltuğu sanki yeni fark ediyormuşum gibi baktıktan sonra önüme dönüp yürümeye başladım. Her yerimde hissettiğim o dengesizlik adımlardım da vardı, o yüzden sarsıntılı adımlar sonrasından salondan çıktım ve mutfağa girdim. Açlık namına hiçbir şey hissetmiyor olsam da Çağan için birkaç şey yemek istediğimi biliyordum. Adanın üstünde duran tabağı kendime doğru çektim, onun beni düşünerek yaptığı bu tabağın ağırlığı altında birkaç lokmayı almaya başladım. Taş yutuyormuşum gibi zorlanarak tabaktaki bazı şeyleri yedim ve yarısı bile azalmamış olmasına rağmen elimdeki çatalı bıraktım. Yutamıyordum, midem kaldıramıyordu.

Derin bir nefes bırakıp tabağı elime aldım ve içinde kalanları döktükten sonra tabağı ve çatalı makinaya yerleştirdim. Mutfaktan çıkmak için döndüğüm sırada kahve makinesini ve içinde olan kahveyi gördüm, sıcak bir şeyin iyi gelebilmesini umarak dolaptan beyaz renk fincan çıkardım ve içini kahveyle doldurdum. Sıcak bardağı kulpundan tutarak mutfaktan çıktım ve yeniden salona girerek az önce uzandığım koltuğa oturdum, arkasındaki pencereden dışarıya görebilmek adına bacaklarımı kendime çektim ve oraya doğru döndüm.

Hava o kadar kötüydü ki, esen rüzgarın şiddetini sallanan ağaçlardan anlamak mümkündü. Yine de bu manzara benim hoşuma gitmişti, kahvemden küçük bir yudum aldığım sırada bakışlarımı kara bulutlardan çekmemiştim. Kahvenin bıraktığı o kısa, güzel hissi yeniden tatmak için bir yudum daha aldım, ardından bir yudum daha...

Koca fincanı belki kesintisiz bir şekilde bitirebilirsem ancak o güzel hissin varlığını sürekli kılabilirdim ama dumanı tüten kahve, böyle bir şeyin imkansızlığını gözler önüne seriyordu. O hissettiğim ağırlığın omuzlarımı düşürmesine müsaade ettim ve yeniden pencereye bakındım ama bu sefer dışarıyı değil, kendi zihnimin içini görüyordum.

Nasıl bu hale geldiğimi, nasıl içtiğim kahveden bile medet umabilecek kadar çaresiz bir duruma düştüğümü sorgulamadan duramıyordum. Kim beni buraya getirmişti, hayatımın bu karmaşık noktasına nasıl gelebilmiştim? Durduramadığım sorularıma yine durduramadığım cevaplar yükselmeye başlamıştı zihnimden; Bu yaşadıklarımın tek sorumlusu belki de bendim, belki de sadece birilerini suçlamaya çalışarak, kendimi haklı görmeye çalışıyordum?

Ama bu hayata doğmayı, sahibi olduğum bu aileyi ben istememiştim ki. Zaten var olan bir düzenin içine doğmuştum ve o düzeni alt üst ettiğimin hissiyle ömrümü geçirmiştim. İnsanın kendisini ait hissettiği ilk yer doğduğu evi olmalıydı ama büyüdüğüm o evde, kendimi fazlalık olarak görmekten öteye gidememiştim hiçbir zaman.

Bunun sorumlusu kimdi?

Büyümeye başladıkça tek başıma yeni bir düzen kuracağıma, o düzende ait hissedeceğim bir yer bulacağıma inandırmıştım kendimi ama o hayalimi bile elimden söküp almışlardı.

Kim çalmıştı bu hayalimi benden?

Evlenmeyi bile benim gözümde bir çare olarak göstermiş olan babam yüzünden hayatımın en büyük hatasına boyun eğmiştim ve yıllarımı resmen bir hiç uğruna heba etmiştim.

Geçen bu yıllarımın hesabını kim verecekti?

Şimdi hatamı telafi etmek istediğim halde bana bunu bile çok görüyorlardı. Boşa geçen onca senemin olduğunu bilmenin ezikliği içinde boğulduğum anda, önümü yeniden görebilmeme sebep olacak bir umut ışığı girmişti hayatıma ama şimdi o da elimden alınmış gibi hissediyordum.

Beni, ne yaparsam yapayım değiştiremediğim bu düzenin içine itmelerine nasıl izin vermiştim? Şimdi önümü bile göremediğim bu karanlığın içinde mahsur kalmama neden olacak kadar kimin eline koz vermiştim? Hayattayken, yaşıyor, düşünebiliyorken neden böylesine ölü gibi hissediyordum? Bana bunları düşündüren, beni böylesine bir kedere boğan kimdi? Kim böyle bir şey yapabilecek kadar acımazdı, kim?

Titreyen elim yüzünden sarsılan bardaktan dökülen kahve hızlı hamle yapmama neden oldu, bacağıma düşen sıcak damla yüzünde canım yanmıştı. Her ne kadar bu kısa sürmüş olsa da benim için sönmek bilemeyecek bir yangının başlangıcı oldu, uzanıp elimde titreyen fincanı masaya bıraktım ve geri yerime oturur oturmaz bir elimle yüzümü kapattım. İçimde başlayan o yangının bütün olumsuz düşüncelerimi tutuşturarak küle çevirmesini bekledim ama sıçrayan alevler beklemediğim bir rota çizmeye başlamıştı; Her şeyin düzeleceğine, her şeyin eninde sonunda benim istediğim gibi olacağına dair var olan inancım tutuşmaya başladı, buna engel olmak istercesine başımı iki yana salladım.

Ama bu hareketim daha da körükledi ve inancımın üstünden geçtiği gibi geleceğe dair, Çağan ile olan hayallerime ulaştı. Korku içinde elimle dudağımı kapattığım sırada tıpkı içim gibi yanmaya başlayan gözlerimi hızla yumdum.

Böyle bir şey olamazdı, insan hayalleri olmadan hayatta kalamazdı. Ne olursa olsun elbette ki gizli beklentiler içinde olan biriydim, bunları bir yangında feda edersem asla geri dönüşü olmayacak bir sona kavuşacağımı biliyordum. En kötü anda, en umutsuz hissettiğim anda bile asla yarına karşı beklentisini kaybetmiş biri değildim, bunun şu anda olmasına asla izin vermezdim.

Hayallerimdeki bir anıya sıçramış olan yangını durdurmak için gözlerimi açtım ve ellerimi aşağıya indirerek kararlılık içinde kendimi bu andan kurtarmaya çalıştım. Bir ateşin beni kasıp kavurmasını ve ardımdan sadece küllerimi bırakmasına izin veremezdim, buna neden olan insanın amacının da zaten bu olduğunu biliyorken, kendimi koyveremezdim.

Kırgınlığım, acım, tüm geçmişim gözlerini dikmiş, beni asla yalnız bırakmayacaklarını söylüyor olsa dahi bir yangında yok olup gitmektense onların yakıcı varlığıyla hayatıma devam etmeyi yeğleyecektim. Onların yok olup gittiğini görmek için keder içinde boğulmam gerekse bile boğulacaktım ama kimseye istediğini kendi ellerimle vermeyecektim.

Sağlam olmayan bir köprünün üstünde olan kararlığım sallantı içinde gidip gelse de en azından orada olduğunu biliyordum. Derin bir nefes alıp vererek bacaklarımı indirdim ve sırtımı koltuğa yaslayarak sadece sessizliğe sığınmaya çalıştım. Belki de ihtiyacım olan tek şey zihnimin içinden çıkabilmek ve bir an olsun düşünmeden sadece bu sessizliği dinleyebilmekti. Büyük bir direnç göstererek kendimi sadece bu ana odaklamaya çalıştım, kulağıma hala ateşin tam olarak sönmediğini belli eden o çıtırtı sesleri geliyor olsa da aldırmadım.

Odada, kendimi bu ana bırakmaya çalışarak zaman geçirdim, tüm dikkatimle kendimi bunu yapmaya zorladığım için ayaklarıma bir şeyin değmesi korkuyla irkilmeme neden olmuştu. Ayaklarımı yerden kaldırdığım gibi eğilip baktım ve oturduğu yerde başını arkaya atmış, bana bakan Beyaz'ı gördüm. Sanki o bu evde yaşamıyormuş gibi bir şaşkınlık içinde ona baksam da bu kısa sürdü, başta ne yapacağımı bilemeyerek öylece durdum ama neyse ki Beyaz oturduğu yerden kalktı ve kolay bir hamleyle zıplayarak bacaklarıma çıktı. Uzun zamandan sonra gerçek bir şaşkınlık hissiyle, hareketsizlik içinde öylece dururken kedi gözlerimin içine bakıyordu, o da sanki bir an kararsızlık yaşıyormuş gibi kısa bir an ayakta dursa da en sonunda dizlerimin üstünde uzandı ve çenesini de patisinin üstüne koydu.

Hiç beklemediğim bu yakınlığı gösteren kediye sadece bakakaldım, ancak saniyeler sonra kendime gelebildim ve yavaşça uzanıp hala bir tedirginlik hissi içindeyken elimi başına koydum. Kedinin bir an kulakları dikleşse de onu sevmeye başladığım için yavaşça gevşedi, kısa bir gerinmeden sonra o gözleri hemen kapandı. Dudaklarım benden bağımsız gibi yukarıya büküldüğünde kedinin bu yakınlığı bana o kadar dokunmuştu ki engel olamadığım yaşlar gözüme birikti, uzun süreden sonra hissettiğim buruk sevinç içinde onu sevmeye devam ettim.

Kucağımda Beyaz, ikimiz de halimizden memnun bir şekilde uzun bir zaman geçirdik. Akşam olduğunu salona çöken karanlık sayesinde fark ediyordum ama umursamadım, beni saatler boyunca kendimden koparabilmiş Beyaz'a minnet içinde bakarken evin kapısının açıldığını duydum. Çok geçmeden Çağan'ın geldiğini anladığım için elim hareket etmeyi kesti. Bir telaşın içime düştüğünü hissetsem de bunu hareketlerime yansıtmadım, içeriye girip lambayı yakan Çağan'a bakmadan kıstığım gözlerimle sessizlik içinde durmaya devam ettim. Yine o rahatsızlık veren hisle dolmuştum ve buna bir türlü engel olamamak beni kızdırıyordu.

Çağan'a bakamayacak kadar cesaretimin kırık olması kalbimi de aynı şekilde kırıyordu ve emindim ki bu tavırlarım karşısında o da benzer duygular içindeydi.

"Arya," dedi bana doğru gelirken, sesindeki şaşkınlığın nedeninin biliyordum. "Sonunda birbirinize alıştınız demek?"

Çağan yanıma vardı ve tam karşımda durduktan sonra tıpkı sabah yaptığı gibi dizlerini kırarak yere çöktü. Tam bacaklarımın önünde durmuştu, o bana baksa da ben ona bakamadım. Boğazımı yakan bir his içinde kediyi sevmeye devam ettim, ta ki Çağan da uzanıp kediyi sevmek için hamle yapıncaya kadar.

Onun hamlesini anladığım anda elimi geriye çekmiş olmam Çağan'ı duraksatmıştı.

Onda bir kafa karışıklığı yaratmak gibi bir niyetim asla yoktu ama varlığına, bana olan bu yakın tavrına dayanamadığımı hissediyordum. Sanki artık daha fazla şişmemesi gereken bir balondum ve hala içime havayı çekmeye devam ediyordum. Sertçe yutkundum, onun bakışları altında ezildiğimi hissederken Çağan beklemediğim bir şey yaparak kediyi iki eliyle kucakladı ve hızla gözleri açılan kediyi yere bıraktı. Ne olduğunu anlamayarak kaşlarım çatılırken, Çağan yeniden bana döndü ve bu sefer o kollarını bacaklarımın üstüne koyarak iyice bana yaklaştı.

Anında kasılan bedenimle artık patlamama ramak kalmış bir haldeydim. Beni hem bedenen hem de ruhen adeta deşerek gün yüzüne çıkmaya çalışan duygularımın acısı içinde yanımda duran ellerimi yumruk yaptım, Çağan bunu fark eder etmez ellerimi tutarak kucağıma, kedi ellerini altına koydu. O sıcak ve söylenecek her sözde daha anlamalı gelen dokunuşu altında eridiğimi hissederken dudaklarımı birbirine sıkıca bastırdım ve artık boğazıma kadar çıkmış olan o can yıkıcı duyguyu içimde hapsetmeye çalıştım.

"Arya," dedi, sesi sanki yalvarıyor gibi çıkmıştı. "Bana bakar mısın?"

Bakmadım, aksini söylemiş gibi başımı daha da önüme eğdim. Onun bunu hakketmediğini biliyordum, tıpkı benim onun bu şefkatini hakketmediğim gibi. Onu kırmayı ya da tek bir olumsuzlukla dolmasını istemiyordum ama eğer ona bakarsam, eğer dudaklarımı aralayıp konuşmaya başlarsam çok daha büyük bir sarsıntı yaşamasına sebep olacaktım. Çağan, annemin evine gittikten sonra orada neler yaşadığımı bilmiyordu ama kötü bir şeylerin olduğunu anlıyordu.

Bunun ne olduğunu bilmeyi istediğini bilsem de ona yaşananları anlatmaya, babamdan duyduklarımı sesli bir şekilde dile getirmeye, hiçbir zaman istediğimiz gibi bir yaşam süremeyeceğimiz gerçeğini söylemeye cesaret edemiyordum.

"Amacım sana soru sormak değil," diyerek tekrardan konuştu, artık sesine yansıyan bir sıkıntı içindeydi. Elleri yumruk şeklindeki ellerimi sıkıca kavradığında aynı sıkılığı kalbimde de hissettiğime yemin edebilirdim. "Senden cevaplar duymak istemiyorum, ne olur sadece bir kere dönüp yüzüme bak."

Ellerimi mümkünü varmış gibi daha da sıktığımda tırnaklarım artık etime batmaya başlamıştı. Onun kulağa yakarıyormuş gibi gelen kelimeleri, hiç beklemediğim bir üzüntü doğurdu içimde. Kendimi saklayarak ona bir iyilik yaptığımı sanıyordum ama ellerimi tutan bu ellerin sahibi hiç de öyle olmadığını gösteriyordu. Onun bile farkında olmadığı bu sessizlik kalkanımı kaldırmayı isteyen bir yanım yok değildi ama ona bunu yapmaya razı olmayan yanım daha dirençliydi. Şimdi en azından bir belirsizlik içindeydi ve bu belirsizliğini istediği şekle sokabilirdi, ona her şeyi anlatırsam tüm gerçekliği gözler önün sererdim ve durumumuz kötüden daha başka hiçbir yere gidemezdi.

O zaman neden hala bunu isteyen bir yanım vardı? Onu üzmekten deli gibi korkuyorken üzüntüme ortak olmasını istemeyi durdurmamanın nedeni neydi?

Titreyen dudaklarımı bir an aralamayı düşündüm ama daha bunu düşünürken bile dilimin ucuna gelen cümlelerim beni parçalamıştı. Bu sessizliğimden kurtulamayacağımı biliyordum, Çağan'ın ellerimi tutan ellerimi bırakmayacağını da. Tüm sözcüklerimi yutmak ister gibi tekrardan sertçe yutkundum ve sonunda anlık bir cesaret hissiyle başımı kaldırarak ona baktım.

Çağan, sanki kendisi ona bakmamı söylememiş gibi bu hamlem karşısında şaşırdı, ardından bana öyle bir bakmaya başladı ki yüzümde nasıl bir ifade varsa sanki gördüğü şey onu dehşete düşürmüştü. Kalbim üstünde bir ağırlık varmış gibi zorlanarak atmaya başladı, uzun zamandan sonra ilk defa yüzünü bu kadar net gördüğüm için bir heyecanın içimde doğduğunu hissettim ama bu boynu bükük bir heyecandı.

Ona karşı içimde doğan tüm hislerimin bu kadar sakat olmasına inanamayarak keskin bir burukluk içinde alt dudağımı sertçe ısırdım ve artık havada tutamadığım başım yeniden önüme düştü.

Çoktan dolmuş olan gözlerimden bir damla yaş ellerimizin üstüne düştü, artık tamamen patladığımı hissediyorken peş peşe düşen gözyaşlarıma engel bile olamadım, zaten bunu umursamayacak kadar dağılmıştım. Çağan'ın yüzünü görmek nasıl bu kadar ıstırap dolu gelebiliyordu bana? Onun o güzel gözlerinde bana baktığı anda nasıl öylesine büyük bir korku belirmişti? Neyden korkmuştu, benden mi yoksa kendisinde mi?

Bu sorulara karşın cevapları gözyaşlarım veriyormuş gibi daha da fazlalaştı, Çağan elimi tutan elini çekerek bir an sonra yanağıma koydu ve zaten benden bağımsız gibi olan bedenim yüzünden kolay bir şekilde yüzümü yeniden onun görebileceği şekilde yukarıya kaldırdı.

O beni görse de ben onu göremedim, bir sel gibi yanaklarımdan akıp giden yaşları umursamayarak sanki tüm hislerimi kusuyormuşum gibi ağlamaya devam ettim. Çağan ne düşünüyordu, ne hissediyordu bilmiyordum, sadece o eli yanağımda donmuş gibi duruyorken aynı şeyin kendisi için de geçerli olduğuna emin olabiliyordum.

Dakikalarca ne o bir şey söyleyebildi ne de ben. Orada, o koltuğun üstünde büyük bir çaresizlik içinde ağladım, ta ki artık gözyaşlarım tükenene kadar. Yerinden bir an olsun kıpırdamamış olan Çağan'ın eli sanki bu anı bekliyormuş gibi yavaşça hareketlenip gözlerimi silmeye başladı. Zaten zar zor durabilmişken bu dokunuşu altında yeniden titrediğimi hissettim ama neyse ki akacak gözyaşım kalmamıştı. İç geçirerek bir elim hala onun elinin altındayken dayanamayarak diğer elimi de kaldırıp onun elinin üstünde koydum ve sıkıca tuttum.

Çağan bir an duraksadı, ardından yanaklarımı kurulamaya ve ona bakmasam da bakışlarını yüzümden çekmemeye devam etti. "Keşke neden ağladığını bilebilsem," dedi hiç beklemediğim bir anda, sesinin bu dalgınlığı bir an ona bakmama neden olacak sandım ama cesaretim buna yetmedi. "Keşke o nedeni bilsem ve bir daha seni bulamayacak şekilde yok edebilsem,"

Onun, beni bu halimden kurtaramadığı için kendisine kızdığını anlayabiliyordum. Aynı şeyi o yaşıyor olsaydı kendimin daha büyük bir tepki vereceğini de biliyordum. Onun benimle konuşması, bana kendisini açması nasıl ki bana iyi geliyorsa, ona da benden bir şeyler duymanın iyi geleceğine inandığını tahmin edebiliyordum ama söyleyeceğim hiçbir şey ona iyi hissettiremezdi.

Ona, zaten bir belirsizlik içinde devam eden boşanma konusunun daha da beter bir hale geldiğini, dava açılsa bile Nejat'tan kurtulmamın, istediğim gibi özgür bir insan olabilmem için yılların geçmesi gerektiğini, babamın beni tehdit ettiğini söyleyemezdim, bunlar ona iyi hissettiremezdi. Ben bile bu gerçeklerin varlığını kabul edemiyordum, Çağan'ın duyduklarını hemen hazmetmesi imkansızdı.

Ne şekilde olursa olsun hala kağıt üstünde evli görünen bir kadınla hayatına devam etmeye ne kadar katlanabilirdi ki?

Beni sevdiğini biliyordum, şu anda yanımda olmasının nedenini de ama onun da bazı beklentileri olduğuna emindim. Birlikteliğimizin başlama nedeni, onun benim bu evlilikten en kısa zamanda kurtulacağımı düşüyor olmasıydı ve ben ona bunun hiç de öyle olmayacağı gerçeğini söyleyemezdim.

Duymaya, bilmeye hakkı vardı ama ben onu kaybetme korkum yüzünden empati kuramayacak bir haldeydim. Hala tuttuğum eline daha da sıkı bir şekilde asıldım. Çağan'ın yanağımda olan eli sanki bir şeyleri kabullenmiş gibi aşağıya indi ve ayağa kalkarak, ellerimizi ayırmadan hemen yanıma oturdu. Birbirine değen kollarımızla birlikte, oluşan sessizliği sadece benim iç çekişlerimin böldüğü bu salonda öylece oturduk. Çağan'ın hala bana baktığını biliyordum, aynı şeyi kendimin yapamayacağını da. Sadece tuttuğum elinden destek aldım, uzun bir süre daha bu şekilde kalırken sessizliğimizi bozan diğer şey Çağan'a gelen mesaj olmuştu. Ceketinin iç cebinden telefonunu çıkardı ve gelen mesajı okudu, uzun bir soluk bıraktıktan sonra kapatıp bana döndü.

"Bizimkiler birazdan burada olur, yola çıkmak için hazırlanalım,"

Hiçbir şey demeyerek durdum, Çağan birkaç saniye sonunda yeniden nefeslenip ayağa kalktı ama elimi bırakmamıştı. Buna minnet duyarak ben de ayağa kalktım ve ele ele bir şekilde, hiçbir şey demeden salondan çıkıp yatak odasına girdik. Onunla ilk defa aynı anda odasına girdiğimi biliyordum, bu içimde belirsiz de olsa bir heyecan yaratmıştı. Kapının yanında duran valizlere baktıktan sonra yatağın üstünde duran kıyafetlere döndüm, hala ele eleyken oraya doğru gittik ve durduk.

Çağan hiçbir şey demeyerek yavaşça elini çekti, bir an onu bırakamayacağımı sansam da hiçbir şey yapmamıştım. Uzanıp kendi kıyafetlerini eline aldı, yeniden doğrulduğunda bana kısa bir bakış attı ve bir şey demeyerek yatak odasından çıkıp, kapıyı arkasından yavaşça kapattı. Öylece durup üstünde siyah bir örtü olan yatağı izledim, dışarıya çıkacak ve çocuklarla karşılaşacak olma fikrinin canımı sıkmasıyla baş etmeye çalıştım. Kısa bir soluk verip sakin hareketlerle üstümdekileri çıkarmaya başladım, ardından Çağan'ın çıkarmış olduğu kazağı ve pantolonu üstüme geçirdim.

Çıkardıklarımı nereye koyacağımı bilemeyerek kalsam da dolaba bırakma kararı verdim ve soluma doğru gidip kapağı yana doğru kaydırarak dolabı açtım. Evden getirdiğim bazı kıyafetleri katlı bir şekilde raflarda görmek şaşırmama neden olurken, çatılan kaşlarımla önce elimdekileri bıraktım, ardından kıyafetlerime bakındım. Çağan'ın valizimi boşaltıp kendi dolabına yerleştirmiş olması boğazımı düğümlerken beni asıl vuran şey o gün elimde valizimle geldiğimde üstümde sırılsıklam olmuş kıyafetlerimin yıkanıp kurutulmuş bir şekilde burada görmek olmuştu.

Gözlerimin önüne hızla Nejat geldi, birlikte yağmurun altındayken tuttuğu kolumla nereye gittiğimi sorduğundaki o ifadesi içimin yeniden aynı öfkeyle dolmasına neden oldu. Oysa arabaya binip onu orada bıraktığımda nasıl da her şeyi arkamda bıraktığıma inanmıştım. Sanki tüm zincirlerimden kurtulmuşum gibi kendimi dünyanın en özgür insanı hissettiğim o kısa anın değeri ne kadar büyükmüş, bunu şimdi daha iyi anlayabiliyordum.

Nejat'tan uzakta olmama rağmen, ondan günlerdir tek bir haber almamış olmama rağmen hala bakışlarının ağırlığını üstümde hissedebiliyor, sesinin zihnimde yankılanmasına engel olamıyordum. Onu bir türlü bu ayrılığa ikna edememenin şaşkınlığım öfkemi daha da körükledi, elimi hızla kıyafetlerimden çekip hırsla dolabın kapağını kapattım. Ona dair tek bir şey bile anımsamak istemezken böyle olur olmadık her anda aklıma düşmesine izin veremezdim. Tıpkı babam gibi hala canımı sıkıyor olmasını kabullenemezdim. Aralanan dudaklarımdan çıkan nefesimin sıcaklığının aynısını içimde de hissederken yatak odasının kapısını açtım, Çağan'ın kapının önünde beni bekliyor olmasını beklemediğim için bir anda irkilmeme neden olmuştu.

Gözlerimi hemen ondan çeksem de Çağan'ın da tıpkı benim gibi kaşlarının çatıldığını görebilmiştim. Uzanıp valizimi tuttum, kısa bir duraksamadan sonra o da gelip kendi valizini aldı ve birlikte dış kapıya doğru gittik. Zaten kendi ceketi üstünde olan Çağan yine de vestiyere doğru gitti ve geri döndüğünde elinde benim ceketim vardı. Yaklaştı, ceketi giymem için önümde kaldırdı, o öfkemin anında azaldığını hissederek kolumu kaldırdım ve sayesinde ceketi giydim. Teşekkür etmek istesem de onun karşısında mühürlenen dudaklarım yüzünden bir şey demeyip sadece elini tuttum, o da aynı karşılığı vererek teşekkürümü kabul etti. Kısa bir duraksamanın ardından yeniden valizlerimizi aldık ve kapıyı açarak, el ele bir şekilde evden çıktık.

Sitenin çıkışına doğru giderken bakışlarım tutuştuğumuz ellerimizde, aklım ise böylesine basit bir eylemin bana bu kadar iyi gelmesindeydi. Sanki o bana dokundukça dünyanın en kudretli merhemi yaralarıma sürülüyormuş gibi içimin rahatladığını hissediyordum.

Evet, ona söyleyemediklerimin ağırlığı altında eziliyordum ama ne olursa olsun yanında olmak, yanımda olması bir gün içinde başıma gelen tek iyi şeydi. Bu şekilde sitenin dışına çıktık ve hemen ileride siyah renk, lüks bir minibüsün durduğunu, açık kapısından da sarkan Yağız'ı gördüm. O henüz bizi görememişken elimi Çağan'dan çekmek istediğim ama Çağan bu hamleme izin vermedi. Beklemediğim bu tepkisi anında ona bakmama neden oldu ve onun kararlılık içinde bana baktığını gördüm. Bir ağrının girdiğini hissettiğim midemle önüme döndüm ve arabanın yanına gelmiş olduğumuz için durduk.

Geldiğimizi fark eden Yağız, Sevil ve İbrahim oturdukları yerden başlarını uzatarak bize doğru baktı. Hala ele ele olduğumuz için Çağan'a dönmek, arkadaşlarının bizi böyle görmesinden nasıl endişe duymadığını sormak istedim ama bunu yapamadım. Elimdeki valizin biri tarafından alındığını hissedince arkama döndüm ve bana gülümseyerek bakan şoföre valizimi teslim ettim. Aynı şeyi Çağan da yaptıktan sonra mecburen elimi bıraktı, bu beklemediğim bir korkuyu içimden doğururken araca bindim ve yerime oturdum. Çağan da yanıma oturunca kapı kapandı ve birkaç saniye sonrasın da araba hareket ederek yola çıktı.

Karşımdaki koltukta yan yana oturan arkadaşlarıma bir an olsun bile dönüp bakmamıştım, onların böyle bir muameleyi hak etmediğini biliyor olamama rağmen bakamamıştım. Suç işlemiş bir çocuk gibi oturduğum yerde başım önümde öylece dururken, birden Çağan'ın eli kucağımda duran elimin üstünü kapattı. Yine kendimi tutamayarak ona döndüm ve onu yine aynı kararlılıkta ama bu sefer belirsiz bir tebessüm için buldum. Bu sefer gözlerimi ondan hemen çekmedim, kimseyi umursamadan elimi tutan bu adamın ben de elini tuttum ve adeta yüreğimi dağlayan bir duygu içerisinde öylece durdum. Bizi arkadaşlarının gördüğünü biliyordum ama onların artık bu durumu yadırgamadığına emindim.

Elbette ki günlerdir Çağan'ın evinde kaldığımı biliyorlardı ve hiçbir şey sormadan sadece sessizlik içinde kalmaları aslında onların da her şeyi bildiğini gösteriyordu. Bu beni beklediğimden daha az bir şekilde gererken aynı anda üstümden bir yükün kalktığını hissetmeme neden olmuştu. En azından onların yanında artık düşünmeme gerek yoktu. Gözlerimin içine orada bir şeyler arıyormuş gibi bakan Çağan'a aradığı şeyi bulmasın diye bakışlarımı ondan çektim ve başımı omzuna yaslayarak gözlerimi yere diktim.

Bu şekilde saatlerimizi devirdik. Ben tek bir kelime etmemiştim, çocuklar ise arada sırada bir konu hakkında konuşmuşlardı ama her zaman ki gibi muhabbetleri uzun sürmemişti. Onlarda da bir durgunluk olduğunu sezsem de nedenini anlayamamıştım.

Saatler süren yolcuğumuz sona erdiğinde onca zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Sanki az önce binmişim gibi hissettiğim araçtan herkes indikten sonra inmiştim, yolculuğumuzun devamında bindiğimiz teleferikte bile o dalgınlığımdan kurtulamamıştım.

Zaman ilerledikçe, güya kafa dağıtmak niyetiyle geldiğimiz bu tatil beldesine yaklaştıkça ben kendimi daha da kötü hissediyordum. Bu engel olunamaz sıkıntımdan kurtulmak, çevremdeki insanları varlığımla rahatsız hissettirmemek istiyordum ama sanki kopmaz bir uzvum haline gelmişti, hemen dibimde buluyordum.

Yine ne ara geldiğimizi anlamadığım bu yolculuk da sona erince teleferikten inerek Sevil'in ayarladığı otele doğru yol aldık. Dışı kiremit ve kırmızı renkleriyle boyalı olan, çatısı yüzünden üçgen şeklinde görünen otelin lobisine döner kapısından geçerek giriş yaptık. Bizi anında karşılayan otel görevlisiyle Yağız konuştu, kısa bir süre sonra adamın önderliğinde sol tarafa düşen resepsiyona doğru gittik.

Yanımda, elini tutmuş olduğum Çağan ile dururken diğerleri kadın görevliyle konuşmaya başladı ve dakikalar sonunda odalarımızın anahtarlarını alarak yanımıza geldi. Yağız, ondan alışık olmadığım bir durgunluk içinde tek tek anahtarlarımızı verdi, Çağan ile ayrı odalarda kalacağımızı anlayınca garip bir hisle doldum ama bunu kimseye belli etmedim. Kısa sürede gelen valizlerimizle birlikte geniş ama basık tavanlı bu lobide yürümeye başladık.

Belirli noktalarda konulmuş olan koltuk takımlarında oturan insanların sanki hepsi dönüp bana bakıyormuş gibi hissetsem de böyle bir şeyin mümkün olmayacağını biliyordum. Kaldı ki tanıdık biri görse bile benim için neyi değiştirebilirdi? Cevabın hiçbir şey alarak aldığım bu soru en azından bir başkası yüzünden şüpheye düşmeme gerek kalmadığını gösterdi, o yüzden Çağan'ın elini daha da sıkı kavrayarak hep birlikte asansöre bindik.

Hala aramızda hakim olan bu sessizliğin bana artık rahatsızlık verdiğini hissetmeye başlamıştım. Bu bilinmezlik sanki benim yüzümdenmiş gibi hissediyordum ve bunun getirdiği yükü kaldıramıyordum. Başım hala önüme eğik duruyordu ve hala dönüp de birinin yüzüne bakamamıştım. Neyden bu kadar korktuğumu anlayamazken asansörün kapısı açıldı ve birlikte dar koridordan ilerlemeye başladık. Birkaç kapı geçtikten sonra durduk, hepimizin yan yana odalarda kalacağını anlamıştım.

Sağ taraftaki kapıyı açan görevli kenarı çekilip Sevil ve Yağız'ın odalarına girmesine izin verdi. Hemen onların yanındaki odaya da İbrahim girince sıra bize gelmişti. Önünde durduğum kapı açıldı, buranın benim odam olduğunu anlayınca Çağan'ın elini istemesem de bırakmak zorunda kaldım. Elindeki valizle içeriye giren görevli valizi odaya bıraktıktan sonra çıkıp hemen sol yanımdaki odanın kapısını açtı ama Çağan hala bana bakıyordu. Dayanamayarak başımı kaldırıp ona baktım, gergin olduğu her halinden belli oluyordu ama bunu bana göstermek istemiyormuş gibi ifadesini rahatlatmaya çalıştı.

"Biraz dinlen," deyip elini koluma koydu. "İstediğin zaman yanıma gelirsin,"

Onun hem benimle kalmasını hem de odama girerek tamamen yalnız kalmayı istiyordum. Bunun mümkün olmadığını bilsem de bu istek içinde saniyeler boyunca gözlerine baktım ama Çağan ben de her ne görüyorsa yalnız kalmama karar vermişti. Belki de haklıydı, zaten yanımda olduğunda ona hiçbir şey söylemiyor, neredeyse yüzüne bile bakmıyordum. Bu gerçeğin rahatsızlığı içinde bakışlarımı ondan çektim ve odama girdim, kapıyı kapatmadan onun artık ifadesizleşmiş yüzüne son bir bakış atmıştım.

Arkamı dönerek odanın içerisine doğru ilerledim. Duvarları krem rengi olan odanın, tüm zeminini kaplayan halısı da aynı renkleri barındırıyordu. Odanın hemen ortasında, sağımdaki duvara dayalı olan yatağın yanına gittim ve koyu mor rengindeki örtüsünün üstüne oturdum. Yatağın tam karşı duvarına koyulmuş olan televizyona, ardından ondan bir metre uzaklıkta konulmuş olan koyu renk ahşap tuvalet masasına bakındım. Bu boğuk renkler yüzünden odanın üstüme üstüme geliyormuş gibi hissettiğim için oturduğum yerden kalkarak, odanın sonunda bulunan pencereye doğru gittim ve önünde duran koltuğa dizlerimle çıkıp perdeyi sonuna kadar çektim.

Olduğum yerde aşağıya, her yeri kaplamış beyaz kar yığınına bakındım, karanlık olduğu için ışıklar sayesinde bazı bölümleri görünebiliyordu. Bu ürpertici karanlığa bir süre daha baktıktan sonra olduğum koltukta uzandım ve başımı rahatsız yastığa koyup tavana odaklandım.

Daha saatin erken olduğunu bilmeme rağmen olduğum yerde gözlerimi kapattım ve kendimden bir an önce kurtulmak için uykunun beni kollarına çekmesini umdum.

*

Ellerimin arasında tuttuğum içi kahve dolu bardak beni ısıtan tek şeydi, havanın soğukluğu yüzünden üşüyen burnumu çekip kahvemden bir yudum daha aldım. Şaşıracağım kadar geç bir saatte uyandığım için herkes çoktan kahvaltısını yapıp otelden dışarıya çıkmıştı. Başta odada kalıp dışarıya çıkmama kararı almıştım ama bunu yaparak dikkatleri daha da üstüme çekmek istememiştim, o yüzden mecburen ben de aşağıya inmiştim. Otelin en alt katında bulunan, dışarıdaki terasta yaklaşık on dakikadır oturuyordum, hemen karşımdaki sandalyede oturan Çağan da benimle birlikte aynı dakikaları geçirmişti.

Onun erkenden kalkıp arkadaşlarıyla zaman geçirdiğini biliyordum, beni uyandırmak için gelip kapıyı çaldığını ama benim açmadığımı da... Ona bunu bilerek yapmadığımı, sadece duymadığımı söylemek istemiştim ama hiçbir şey demeden sadece önüme bıraktığı kahvemden yudumlamıştım.

"Biraz daha iyi misin?" diye sordu Çağan, hala ona bakamıyor olduğuma göre iyi değildim.

Dün akşam gözlerimi yumduğumda dilediğim gibi sabaha yeni bir benlikle uyanamamıştım, hatta daha kötü bir ruh hali içindeydim. Rahatsızlığım o kadar büyüktü ki sanki dışarıya verdiğim o buğulu nefesimden bile sezilebiliyordu. Gözlerimi açtığım andan itibaren yapmam gerektiğini bildiğim ama bunun ne olduğunu bir türlü bulamadığım garip bir his içindeydim. Neydi bu yapmayı unuttuğumu sandığım şey, cevabını bulamıyordum. Öyle zannediyordum ki bunu hatırlayıp da yaptığım zaman ancak beni boğan bu ruh halinden kurtulabilirdim.

Neydi bu yapmayı unuttuğum şey?

"Tam anlamıyla gösterdiğin bu suskunluk içinde misin, merak ediyorum," Çağan'ın kendi kendisine mırıldanır gibi konuşması kaşlarımı çatmama neden oldu. "Ağzından çıkmayan o sözcüklerini kendine sakladığını biliyorum, senden her şeyi ortaya dökmeni beklemiyorum ama günlerdir sesini duymadım Arya," söylediği şeye kendisi de inanamıyor gibi güldüğünde gerildiğini hissedebiliyordum. " Bana hiçbir şey anlatmak zorunda değilsin. Herhangi bir şey söyle, sadece sesini duymak istiyorum,"

"Öyle değil," diyerek ansızın cevap verdim. Ona bir şeyler atlatmamamın nedenini kendisiyle alakalı olduğunu düşünmesine asla izin veremezdim.

"Nasıl o zaman?" dedi, bu anlayış dolu tavrının karşısında ezildiğimi hissettim. Derin bir nefes alıp yavaşça başımı kaldırdım ve ona baktım. Karşımda ne yapacağını bilemiyormuş gibi duran Çağan kalbimi kırdı, kendime düşünme fırsatı vermeden uzanıp masanın üstündeki elini tuttum.

"Çağan," dedim ama daha adını bile ağzıma almak dudaklarımı adeta yakmıştı. Hızla titreyen yüzüm az sonra gözlerimin dolacağının habercisiydi ve ben de bundan korkuyordum.

Onunla konuşmamamın en büyük nedeni buydu, ağzımı açtım an sözcüklerimden önce gözyaşları yerini alıyordu ve ben onun karşısında yeniden ağlamak istemiyordum. Bunu bana belli etmese de onun beni o halde görmekten rahatsız olduğunu biliyordum, her ne kadar sonunda kendi elleriyle ıslanan gözlerimi kuruluyor olsa da... Ona bunu yapamazdım, o yüzden yeniden sessizlik siperini aramıza koydum ve ona sadece aklımdan geçenleri anlayabilmesini umarak baktım. Çağan, bana bakarken bir umutsuzlukla doldu gözleri, bu umutsuzluğun sonucunda vazgeçmesinden korktum ama elimi tutması bu korkuma gereken cevabı vermişti.

"Tamam," dedi iç çeker gibi, sanki gerçekten de düşündüklerimi görebiliyordu. " Tamam."

"Ne oluyor bakalım burada?" aramıza giren Yağız'ın sesi korku içinde elimi Çağan'dan çekmeme neden oldu. Mahcup bir şekilde Çağan'a baksam da bir şey demeyerek yanımıza gelen arkadaşına döndü.

"Bu halin ne oğlum?" diye sordu Çağan, onun nefes nefese bir halde olduğunu fark edince ben de şaşırdım. "Otur şuraya,"

"Çok koştum," dedi ve sandalyeyi çekerek gürültüyle yerine oturdu. Yüzünde can çekişir gibi bir ifade varken aralanan dudaklarından bile ona yetmiyormuş gibi nefesler alıyordu.

"Niye koştun bu kadar, zorun neydi?"

"Olimpiyata hazırlık için değil herhalde," dedi Çağan'ı tersleyerek, aklına bir şey gelmiş gibi korku içinde arkasını dönüp geldiği yöne doğru baktı. "Az önce İbo'yu kartopu manyağı yaptım, eğer beni yakalarsa belamı siker,"

Çağan, sabır dilenir gibi başını sallarken gülmemek için direniyordu. Yağız, oturduğu yerde arada bir arkasına dönüp bakmaya devam etti, ona bunu son verdiren şey ise sonunda benimle göz göze gelmesi oldu. Burada olduğumu yeni fark ediyormuş gibi bende takılı kalınca ve artık göz göze gelmiş olduğumuz için ben de öylece kadım. Yağız, gevşeyen yüzüyle gülümsedi, bu tanıdık sıcak bakışları bana kendimi kötü hissettirmişti.

"Bugün daha iyi görünüyorsun," dedi, beresini çıkardığı için kıvırcık saçları alnına düşmüştü. "Bak, eğer kayarsan çok daha iyi hissetmeye başlayacaksın,"

"Sen iyi mi hissediyorsun yani?" diyerek araya girdi Çağan, benim arkadaşına bir cevap vermeyeceğimi çok iyi biliyordu. "Gördüm seni, sürekli yuvarlanıp durdun,"

"Ben bilerek kendimi yere atıyorum kardeşim," ukala bir tavırda gülümsedi, tam bu esnada arkasından buraya koşar adımlarla gelen İbrahim'i gördüm. Onu uyarmak istesem de ben daha ağzımı aralayamadan İbrahim adeta bir avcı gibi Yağız'ın omuzlarını üstüne atılmıştı.

"Hassiktir!" diye bağıran Yağız, İbrahim'in altında iki büklüm bir şekilde masaya yapıştı. "Deccal buldu beni!" sarsılan masa yüzünden kahvemin dökülmesinden korkarak geriye doğru çektiğimde şaşkınlık içinde Çağan'a bakıyordum.

"Şimdi, senin götünden kan alayım mı almayayım mı?" diye sordu İbrahim, bedeni Yağız'ın sırtının üstündeyken onu bu şekilde alt edebilmiş olmanın zaferiyle ama delici bakışları eşliğinde gülüyordu. "Cevap ver lan!"

"İbo," Yağız nefesi kesilmiş bir halde doğrulmaya çalıştı ama daha sert bir şekilde masaya yapıştı. "Allah belamı versin amacım sadece şakaydı,"

"Dur bir oğlum," diyerek araya girmeye çalıştı Çağan ama bu anın hoşuna gittiği belli oluyordu. "Zaten zor nefes alıyordu,"

"Soluğunu keseceğim ben onun!" dedi İbrahim ama çok geçmeden sert bir hareketle Yağız'ı bıraktı ve Çağan'ın yanındaki sandalyeye aynı sertlikte oturdu.

Zaten normalde de sert ifadeye sahip olan İbrahim, şimdi çattığı kaşlarıyla ve bu sinirli haliyle insanı baktığında korkutan bir hale bürünmüştü. Onu bu hale getirecek kadar ne yaptığını merak ettiğim için Yağız'a döndüm, o ise eli göğsünde nefes alamıyormuş gibi abartıyla soluklanıyordu.

"Madem bu kadar korkuyorsun, ne bok yemeye hala adamla uğraşıyorsun?" diye soran Çağan gerçekten de buna anlam veremeyerek gülüyordu. İbrahim de aynı merakla Yağız'a bakarken o sanki bunları duymuyor gibi hala nefesleniyordu.

"Bu yalı kazığı şakadan anlamıyorsa ben ne yapayım?" diye kendini savundu dakikalar sonunda, ters bakışları arkadaşlarındayken sonunda elini indirdi ve bacak bacak üstüne atarak onlara sırtını döndü.

"Kafama taş atmak mı şaka?" İbrahim o kendisine has olan yapay tatlılığıyla gülümsüyordu ama asıl hislerini anlatan o kıstığı gözleriydi.

"Kendinde misin sen, niye böyle bir şey yaptın?" Çağan bile bu duyduğuna inanamazken benim şaşırmış olmam çok normaldi.

"Ufacık taştı alt tarafı, kafasına gezegen yemiş Iron Man'e bağlama hemen,"

"Saçma sapan örnekler verme!" İbrahim, Yağız'a vurmak için hamle yapsa da başarılı olamamıştı. "Pezevenk bir de taşı karın içine saklamış, ben de kartopu atacak diye saf gibi ona bakıyorum! Alnımı yardı lale!"

"Neresi yarılmış be?" Yağız hala kendisini haklı çıkarmak istediği için yaklaşıp İbrahim'in yüzüne baktı, gerçekten de sol kaşında bir morluk olduğunu fark edince öylece kalakaldı. "Elimin ayarını sikeyim,"

İbrahim kendisini tutamayarak gülse de hala tam olarak kızgınlığından kurtulamamıştı. Yine de konuyu daha fazla uzatmadan arkadaşına iflah olmayacağını söyleyen bir bakış attı, montunun iç cebinden sigara paketini çıkardıktan sonra Çağan'a da uzattı ama o istemeyince sadece kendisine bir dal yaktı.

"Sevil nerede?" diye sordu Çağan, tam bu anda Sevil'in oturduğumuz yere doğru gelmeye başladığını gördüm. Çok geçmeden o da çatılı olan kaşları ve kızgın haliyle masaya geldi ve gelir gelmez İbrahim'e yaklaşıp, parmağını morarmış kaşına koydu.

"Çok acıyor mu?" dedi, sanki onun canı acıyormuş gibi yüzü buruşmuştu. "Şişer bu şimdi, keşke buz koysaydın,"

"Bir şey yok kızım," dedi bir elinde yaktığı sigarasını tutan İbrahim, Sevil pek ikna olmasa da elini çekerek doğruldu ve sevgilisine dönerek ona ters bir bakış attı. Bu ifadesi onda kızgınlıktan ziyade tatlı bir ifade oluşturmuştu.

"Senin bu yaptığını çocuklar bile yapmaz," Sevil, öğrencisini azarlayan bir öğretmen edasında kollarını önünde bağlarken, sevgilisine tepeden bakıyordu. "Ya gözüne gelseydi, o zaman ne olacaktı?"

"Ufacık taştı Hayatım," Yağız rahat bir ifade takınmaya çalışsa da yerinden rahatsızlıkla kıpırdandı. İbrahim sırıtarak Yağız'a bakarken, Çağan'ın kaşları bu tepkinin haklı olduğunu belli edercesine havalanmıştı. "Kaşının morardığına bakma sen,"

Sevil, tüm sözcükleri tükenmiş gibi sadece başını iki yana salladı ve kollarını çözerek yanımda boş olan sandalyeye oturdu.

"Şey," Yağız yutkunduktan sonra bakışları Sevil'de, ayağa kalktı. "Ben kahve alayım bize, sinirlerimizi yatıştırsın,"

"Al Koçum," dedi İbrahim, dudaklarının arasındaki sigarasına rağmen sırıtıyordu ve bu insanı gerçekten kızdırmaya yeten bir ifadeydi. "Benimki şekersiz olsun,"

"Bal gibi çocuksun zaten," Yağız oldukça zoraki bir şekilde gülümsediğinde İbrahim'e dönük olsa da yandan attığı bakışları sevgilisindeydi. "Şekere ihtiyacın yok, canım kardeşim benim,"

Sevil, yüzünü göstermemek için başını önüne eğdi ve kısaca güldü. Yağız, bunu göremediği için ve Sevil'den hiç ses çıkmadığı için o gülümsemesine son vererek kaşlarını çattı. Ayakta hepimize tek tek baktıktan sonra arkasını döndüğü gibi hemen ilerdeki bar kısmına doğru ilerlemeye başladı.

"Seni de görmedim zannetme," dedi Sevil, o da gülümsemeyi bırakmıştı ve bakışlarının hedefinde artık İbrahim vardı. "Birbirinizle uğraşmadan neden duramıyorsunuz?"

"Ben ne yaptım kızım?" diye sordu şaşkınlıkla. "Alnı yarılan benim, azar yiyen yine benim,"

"Yağız'ın kafasını Devekuşu gibi kara gömüp, havalandırdığı bacaklarını elinde tutan ben miydim?" dedi, bir an o halleri gözlerimin önüne gelince dudaklarım yukarıya doğru titredi. "Kardan çıkardığında soğuktan yüz felci geçirmesine on saniye falan kalmıştı herhalde!"

"Saçmalama," diyerek karşı çıktı İbrahim, gülmemek için dudaklarını yalasa da yaptığı şeyden pişman olmadığı belli oluyordu. " Dangalak kendi kendine düşmüştü zaten, benim suçum yok,"

"Sen düşürdün demedim ki,"

"Dedin, gözlerinden anlarım ben seni,"

"Gözlerimden başka bir şey daha anlıyor musun?" dedi Sevil, her neyi ima ettiyse İbrahim çoktan anlamıştı. Ağzının içinden belirsiz bir sesle homurdandı ve bitmemesine rağmen sigarasını küllüğe bastırdı. Sevil, bu tepki karşısında kendisini tutamayarak güldü ve İbrahim'le uğraşmayı bıraktı.

"Neyse ki yanına gelmemişim," Çağan halinden memnun bir şekilde arkadaşına döndü. " Yoksa kurunun yanında yaş da yanardı,"

"Aynen, ben yandım," İbrahim ters bir bakışı Sevil'e attı. "Sen de yanma!"

Sevil, bir şey demedi ve gülmeye devam etti. Bu tatlı sert halleri karşısında bir nebze de olsun rahatladığımı hissetmiştim. Tuttuğum bardağımı kaldırıp sıcak bir yudum daha aldım. Yanımda oturan Sevil kıpırdandı ve ona doğru dönük olmasam da bakışlarını ben de tuttuğunu anladım. Kahve boğazımdan geçmiyormuş gibi zorla yutkundum ve gerginlik içinde önüme bakmaya devam ettim.

"Sen kaymayacak mısın?" diye sordu, bir an ne yapacağımı bilemesem de ona karşı bir kabalık etmek istemiyordum. O yüzden yavaşça başımı döndürdüm, soğuktan kızarmış yanakları ve kafasında Yağız'la aynı renk bere takılı olan Sevil'e sadece başımı iki yana sallayarak cevap verdim. Buna şaşırsa da neyse ki üstelemedi ve anlayış içinde gülümsedi. Hem kayak yapmayı çok iyi bilmiyordum hem de bunu yapmaya hevesim yoktu.

İstediğim tek şey sessizce oturmak ve onları dinlemekti çünkü fark etmiştim ki ancak onlar konuştuğunda ben kendimden kopabiliyordum. Bu oluşan kısa sessizlikte bile zihnimde sesler yankılanmaya, gözlerimin önüne istemediğim görüntüler gelmeye başlamıştı.

Sıkıntı içinde yeniden önüme döndüm ve birden Çağan'la göz göze geldim. Sorgulayıcı bakışları bir şey olduğunu anlamış ama ne olduğunu çözmemiş gibi yüzümde gezmeye başladı. Şu anda hem onunla yalnız kalmak istiyordum hem de bundan delicesine korkuyordum. Onun, benimle konuşmasını istiyordum ama kelimelerinin üzerimde bırakacağı ağırlıktan kalkamam diye ödüm kopuyordu.

Onun, bana elini uzatmasını ve bir şekilde beni kendimden kurtarmasını istiyordum ama uzattığım elimi tutarsa kara bir çamura dönüşmüş olan düşüncelerimden ona da sıçramasından korkuyordum. Sanki hem onunla bir bütün olmayı hem de hiç olmadığı kadar benden uzaklaşmasını istiyordum ve bu zıtlıklarla dolu isteklerden, hislerden yakamı kurtaramıyordum. Endişe içinde gözlerimi ondan alıp masaya çevirdim.

Bu sessizliğim ne zamana kadar sürecekti? Daha haftalar öncesindeki o kararlı benliğime nasıl geri kavuşabilecektim? Ne zaman yeniden inançla dolacak, kendi kendime kurduğum hayallerimle teselli bulmaya başlayacaktım? Sorularıma inanamayarak elimi kaldırıp dudaklarımın üstüne koyduğumda bu halime karşılık eski halime bile özlem duymaya başlamıştım.

Oysa nasıldım eskiden? Yine düşünceler içinde, ikilemler içinde boğulmuyor muydum, yine üstümde gözlerin ağırlığını hissetmiyor muydum? O zamanlarda da o halimden şikayet ediyordum ve daha iyi bir benliğin hayalini kuruyordum ama şimdi o kanadı kırık halimden bile eser kalmamış gibiydi. Şimdi komple kanatlarımı elimden almışlardı, artık içimde teselli bulabileceğim tek bir duygu bile bırakmamışlardı. Böylesine bataklığı andıran düşüncelerimden ne zaman kurtulabileceğimi sorguladım ama buna hiçbir cevap bulamadım.

Sonsuza kadar bu halde kalacağıma, sonsuza kadar gerçekleşmeyecek şeylerin özlemini duyacağıma ve hiçbir zaman hayallerimi elde edemeyeceğime olan inancım adeta beni omuzlarımda tutarak zaten boğazıma kadar içinde olduğum o bataklığa doğru daha da bastırmaya başladı. Kendime hakim olamayarak çenemi yukarıya doğru kaldırdım ve elimi dudaklarımdan çekerek hızla ayağa kalktım.

Bir buğu halinde aralık duran dudaklarımdan çıkan nefesim bana yetmiyormuş gibi hissederken, üstümdeki şaşkın bakışlara aldırmayarak sandalyeden çıktım. Bastığım zemini hissedemeyerek yürüdüm ve iki yana açılan kapıdan hızla içeriye girdim. Beni boğan o bataklıktan kurtulmak istesem de debelendikçe daha da battığımı hissediyordum. Derin derin nefesler alıp vermeye başladım, bedenimin ısınmaya başladığını hatta alnımın nemlendiğini hissetmeye başlamıştım. Yutkunarak asansörlerin olduğu tarafa doğru dönmek için hamle yaptım, tam bu sırada bir el bileğimi kavrayarak beni döndürdü.

"Nereye?" diye sordu Çağan, çatık kaşlarıyla bana bakarken koştuğu için olsa gerek göğsü inip kalkıyordu. "Ne oldu Arya?"

Onu karşımda görmek tüm düşüncelerimin duvara toslamış gibi sarsılmasına neden oldu. Aynı sarsılmayı bedenimde de hissederken, ayakta durmaya mecalim kalmadığı için bileğimi ondan kurtararak gitmek istedim ama Çağan bırakmadı, eli elimi tutup parmaklarımı sıkıca kavrarken hala gözlerimin içine bakıyordu. Kasılmış çenesine, endişeyle parlayan yüzüne bakmaya tahammül edemediğimi hissederek başımı önüme eğdim ve ne kadar kendimi zorlasam da gözlerime yaşların birikmesine engel olamadım. Tıkanan nefesim, onunla birlikte lobinin ortasında öylece dururken

Çağan, hiç beklemediğim bir anda beni kendisine doğru çekti ve eli hala elimdeyken, kollarını belime sardı. Bir can yeleğiymiş gibi hızla ona sarıldığımda artık kontrolümü iyice kaybetmiştim. Hızla yanağımdan akmaya başlamış gözyaşlarımla birlikte ona daha da sıkı tutundum ve sanki kimsenin beni görmesini istemiyormuşum gibi yüzümü boynuna gömdüm.

Beni birden bu kadar sarsan şeyin onun arkamdan gelmiş olması olduğunu biliyordum. Ondan uzaklaşmaya çalıştıkça daha da yaklaştığımı biliyordum, buna memnun olduğumu da biliyordum ama içimi kemiren o duygudan bir türlü kurtulamıyordum. Şu anda ona böyle sarılmışken bile aklımı kurcalayan bu düşüncelerimden kurtulamıyordum.

Üstümüzde olan gözlerden birinin tanıdık çıkabilme olasılığının yarattığı korku ve bu düşünceye sahip olmak bile bana adeta işkence ediyordu. Kendimi sadece kandırıyormuşum gibi hissediyordum ve yaşadığım hiçbir şeyin gerçek olmadığını düşünmeye başlıyordum. Kurtulmayı istediğim o adamdan kilometrelerce uzakta olsam da, onu tüm benliğimden tamamen çıkardığımı bilsem de hala onun gölgesinin peşimde olduğunu biliyordum ve ben de buna dayanamıyordum.

Tertemiz bir zihinle, bana sıkıca sarılmış olan bu adama karşılık vermek istiyordum birlikte olduğumuz her anda ama bu zaman geçtikçe daha da imkansızlaşıyordu. Üstelik onun olan bitenden haberi bile yoktu... Yutkundum ve anlık bir kararla başımı kaldırıp ondan uzaklaşmaya çalıştım, belimdeki kollar gevşese de beni tam anlamıyla bırakmamıştı.

"Gitme," dedi, o ciddiyetine kime karşı olduğunu çözemediğim bir kızgınlık ekiliydi. " Ya da seninle gelmeme izin ver,"

"Gelme," dedim pürüzlü bir sesle, yeniden yutkundum ve zaten gevşek duran kolların arasından hızla çıktım. Onun bu saf şefkatini, bu yakınlığını hakkettiğime inanmıyordum ve sadece kendi bencilliğim yüzümden onu bu duruma hapsetmeyi daha fazla istemiyordum. Bir adım geriye doğru attığımda sanki ayaklarımız birbirine bağlıymış gibi Çağan da bir adım öne doğru geldi, elimi kaldırarak onu şaşkınlık içinde durmasını sağladım.

"Gelme," dedim yeniden, Çağan duyduklarına artık anlama veremiyor gibi gözlerimin içine bakarken dudaklarımı birbirine bastırdım ve onu öylece arkamda bırakarak oradan uzaklaştım.

Dengesizliğime karşın hızlı adımlarla karşımdaki asansöre gittim ve açılan kapıdan içeriye girdim, düğmeye uzandığım an dayanamayarak geldiğim yöne doğru baktım ve Çağan'ın hala aynı yerde durduğunu ve hala bu tarafa doğru baktığını gördüm. Bir yumru gibi boğazıma oturan bakışlarının etkisinden kurtulmak için düğmeye basarak kapının kapanmasına neden oldum ve onu orada, tamamen yalnız bir halde bıraktım.

Bunu, onun iyiliği için yaptığımı bilmeme rağmen içimde kıyametleri koparan tam tersi düşüncelerim eşliğinde yukarıya çıktım ve karmakarışık bir halde odamın kapısını açarak içeriye girdim. Dermansız kalan bacaklarım, kendimi yatağın üstüne attığım anda adeta hissedilmez bir hale geldi ama tam tersi bir şekilde Çağan'ın tuttuğu elim ateşe verilmiş gibi yanıyordu. Dişlerimi sıktım, onun endişeyle parlayan yüzünün gözlerimin önüne gelmesine müsaade etmemeye çalıştım.

Çağan bunların hiçbirini hak etmiyordu, hele benim yüzümden kendisini kötü hissetmesi bütün yanlışların en başındaydı. Bu halinin nedenin ben olduğumu, ondan uzak durarak umduğum o iyiliği yapmadığımı bilsem de yanında kalmak bana çok daha ağır geliyordu. En azından şimdi tek başınaydı ve beni görmeden, ağlayışlarıma maruz kalmadan sadece kendisi ve arkadaşlarının arasındaydı. En azından bunu hak ediyor diye iç geçirdim ve uzandığım yerde soluma doğru dönerek bakışlarımı pencereye diktim.

Beyaz bulutlarla kaplı hava adeta benimle dalga geçmek ister gibi parladı, ardından bir kırılma yaşandı ve ben artık kendimi uzandığım yatakla bir bütün gibi hissetmeye başlamışken, kısa bir zaman sonra gökyüzü yavaşça kararmaya başladı. Odaya çöken boğukluğun garip bir huzuru doğurduğuna inanarak kupkuru kesilmiş gözlerimi pencereden çekmedim, ta ki gök yüzü zifiri bir karanlığa bürünene kadar. Kendi içimde de tıpkı odaya hakim olmuş bu göz gözü görmez karanlığı hissederken, üşümeme neden olan o tanıdık boşluk hissiyle yeniden kavuşmuştum.

Saatler boyunca, sorgulamayı bırakmamış olan zihnimde yükselen o anlaşılmaz sesler eşliğinde karanlıkta zaman geçirmeye devam ettim, bir an sonra kapının çalma sesi odanın içinde yankılandı. Uzandığım yerden kıpırdamadan kapıya bakmaya çalıştım, bunu beceremeyeceğimi anlayınca yeniden pencereye doğru döndüm. Kapı çok geçmeden tekrardan çaldı, bu sefer peşinden Sevil'in sesi de gelmişti. Bu beklemediğim ses içimi titretse de aldırmamaya çalıştım ama Sevil yeniden kapıya çaldı, açana kadar gitmeyeceğini söyledi ve bir kere daha kapıya vurdu. İçimdeki boşluğa bir sıkıntı sızmaya başladığında yutkundum ve son bir direnç göstermeye çalıştım ama Sevil kapıyı açmadan gitmeyeceğine yemin etmiş gibiydi.

Dayanamadım ve onu daha fazla meraklandırmamak adına yerimden doğruldum. Ağrı içinde kıvranan bedenim, yüzümü buruşturmama neden olsa da yavaşça ayağa kalktım ve hala sağlam olmayan adımlarımla kapıya doğru gittim. Elimi yuvarlak kulpa koyduğum sırada kapı bir kez daha çalındı, derin bir nefes almaya çalışarak ama beceremeyerek kapıyı açtım. Koridorun gözlerimi alan ışığının altında bana bakan Sevil'in kaşları anında çatıldı, içeriye doğru girerken bakışları karanlık odada geziniyordu.

Bir şey demeden geriye çekildim, Sevil kapıyı kapatıp odanın ışığına açtı ve gözlerimin acıyla kısılmasına neden oldu. Anlam veremediği bir şey varmış gibi bana döndü ama yüzüme bakar bakmaz kendimi kötü hissetmeme neden olacak bir şaşkınlığa büründü. Bir an ne söyleyeceğini bilemeyerek bocaladı, ardından hızla ellerini önünde birleştirdi ve doğru yaklaştı.

"Neyin var?" diye sordu sakin bir sesle, bu sakinliğine rağmen sıkıntım git gide büyüyordu. "Bir şey mi oldu?"

"Yok," durdum, pürüzlü sesim kısaca öksürmeme neden olmuştu. Aklıma onları en son masada bırakarak kalkıp gittiğim geldiği için mahcup hissediyordum kendimi. Sevil de bunu anlamış olacak ki bir sorun olmadığını belli etmek için gülümsedi ama bu ondan görmeye alışık olduğum içten bir gülümseme değildi.

"Gel, elini yüzünü yıka," deyip hemen arkasındaki banyonun kapısını yana doğru kaydırdı ve açtı.

Onu başımla onaylayıp banyoya girdim, Sevil lambayı açtığı için direkt lavaboya doğru gittim. Aynadaki yansımamı görmek istemediğim için başımı önüme eğdim ve ancak o zaman üstümde hala şişme montumun olduğunu fark ettim. Kısa bir şaşkınlık içinde üstüme baktıktan sonra elimi çeşmenin altına doğru uzattım. Sevil'in de odanın içinde neden montla durduğumu sorguladığına emindim ama yapabileceğim bir şey yoktu. Ellerimi yıkadıktan sonra eğilip ılık suyu yüzüme çarptım, biraz iyi geldiğini hissettiğim için bir kere daha çarptım ve ardından musluğu kapatarak doğruldum.

Kendimden kaçmak için hızla sırtımı aynaya döndüm ve Sevil'in bana uzattığı havluyu alarak yüzümü kuruladım. Onun beni izlediğini, bu sessizliğinin altında kendi sorgulamasının yattığını biliyordum ama neyse ki beni soru yağmuruna tutacak kadar düşüncesiz biri değildi. Sonunda derin bir nefes alıp elimdeki havluyu yerine bıraktım, birlikte banyodan çıktıktan sonra üstümdeki monta yöneldim ama Sevil beni hızla durdurdu.

"Çıkarma, birlikte aşağıya inelim,"

"Sevil, gerçekten hiç halim yok,"

"Lütfen Arya," diyerek sevecen bir gülümseme sundu. "Aşağı geldiğinde kendini daha iyi hissedeceğine söz veriyorum," bu kadar emin olmasına şaşırsam da bu çok kısa sürdü. Onu kırmak istemediğim için başımı salladım, sevinçle ve bu sefer tanıdık bir ifadede gülümsedi.

"Hadi," dedi kapıyı açtığı sırada, onun bu hareketli hali yorgunluğumu daha da arttırıyordu. Yine de ona bunu yansıtmamaya çalıştım ve odadan çıktım, birlikte asansöre binip hemen aşağıya indik. Geçtiğim lobi anında gözlerimin önüne Çağan'ı ve saatler öncesinden onu burada arkamdan bırakıp gittiğimi getirdi.

Sertçe yutkunarak başımı iki yana salladım ve önüne odaklanınca Sevil'in bizi sabah oturduğumuz terasa götürdüğünü fark ettim. Birlikte kapıdan geçer geçmez yüzüme soğuk hava çarptı ama geldiğimiz masanın hemen yanında elektrikli bir soba konulduğu için üşüyemeden ısınmaya başladım. Ahşap korkuluğun hemen yanında düşmüş olan masanın küçük deri koltuğuna oturdum ve sobanın sıcaklığı eşliğinde gözlerimi etrafta gezdirdim. Bizim gibi terasa çıkmış olan insanların arasında tanıdık birilerini göremeyince Sevil'e döndüm, garip bir halde olduğunu sezdiğimde kaşlarım çatıldı.

"Neredeler?" diyerek kısaca sordum, Sevil iki elini havaya kaldırarak bilmediğini belli edercesine salladı. Bu bana abartılı gelen tavrını biraz yadırgasam da üstünde durabilecek bir ruh halinde değildim, o yüzden durumu hemen kabullenip arkama yaslandım ve kollarımı önümde bağladım. Dakikalar bu şekilde sessizlik içinde geçti, öne geçmek için birbirini ezip geçen düşüncelerimin arasına giren bir erkek sesine doğru döndüğümde bir garsonu elinde tuttuğu balonlarla bana bakarken buldum. Ne olduğunu anlamayarak Sevil'e döndüm, yine aynı tepkiyi vererek dudaklarını büktü ama o gözleri artık muziplikle parlıyordu.

"Bunu size gönderdiler efendim," dedi genç garson, gümüş renk iplerle bağlı olan rengarenk balonları bana doğru uzattı. Şaşkınlıkla ne yapacağımı bilemesem de ardından uzanıp ipleri tuttum ve balonları elime aldım.

"Kimden geldi?"

"Bizden,"

Sesin geldiğin yöne doğru döndüm ve yan yana duran İbrahim, Yağız ve Çağan'a anlamayan gözlerle baktım. Yağız, elinde tuttuğu yuvarlak tabakla bana doğru yaklaştı, gözlerinin içine baksam da o kocaman gülümsemesiyle elindeki tabağı aşağıya indirdi ve üstündeki küçük yaş pastayı görmeme neden oldu.

"Doğum günün kutlu olsun!" dedi ardından Sevil yüksek bir sesle, ne olduğunu ancak o zaman anlayabildim ve dudaklarımı aralık bırakacak bir şaşkınlık içinde kalakaldım. Yerinden kalkıp sevgilisinin yanına gelmiş olan Sevil uzanıp elimdeki balonları aldığında hiçbir tepki veremedim. Ne düşündüğümü ya da ne hissettiğime karar veremeyecek kadar kilitlenmiş bir halde onlara bakarken yaşanan an kadar bugün doğum günüm olduğunun farkında olmadığıma da inanamıyordum.

"Haydi," dedi Yağız, sabırsızlık içinde bana bakıyordu. "Kalk da erimeden mumları üfle,"

Hala tam olarak kendime gelemediğim için saniyeler boyunca yüzüne bakmaya devam ettim, Yağız bu tepkisizliğime başını iki yana sallayarak kahkaha attı, hemen yanımda olan Sevil ise elimi tutarak beni ayağa kaldırdı. Kendime neden gelemediğimi bilemezken sonunda yutkundum ve gözlerimi pastaya indirdim, bembeyaz görünen pastada yanan dört adet mumu üstümden atamadığım bir şaşkınlık içinde üfledim ve kulağıma dolan alkış sesleriyle birlikte doğruldum.

"Dilek tuttun, değil mi?" diye sordu Sevil merakla, tamamen aklımdan çıkmış olmasına rağmen başımı evet dercesine salladım. Şu anda dileyeceğim bütün dileklerden daha güzelini yaşıyordum ve bana böyle düşünceli yaklaşan insanlara, dünden beri ne kadar soğuk davrandığımı bilmek kendime kızmama neden oluyordu. Onların bu ilgisini hak edecek kadar bile ilgi gösterememiştim hiçbirine.

"Mutlu yıllar," dedi pastayı masayı bırakmış olan Yağız, içtenlikle gülümseyip bana yaklaştı ve sarıldı. Ona karşılık verirken boğazımın düğümlendiğini hissettim, Yağız, benden ayrılmadan önce saçlarıma kısa bir öpücük bırakmıştı. Onun yerine karşımda duran İbrahim bana göz kırparak sessiz bir mutlu yıllar diledi ve o da bana sarıldı, titrek bir nefes alıp ona karşılık verdim.

"İyi ki doğmuşsun," dedi Sevil tam karşımda durduktan sonra, öylesine bir ifade vardı ki yüzünde bana sanki kıyamadığı bir şeye bakıyormuş gibi bakıyordu. Ellerimin titrediğini hissederken göğsümde bir duygu şişmeye başlamıştı, Sevil kollarını bana dolayıp da sıkıca sarılınca birden dudaklarım aşağıya doğru bükülür gibi oldu. Buna asla izin vermek istemediğim için dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım ve o beni yanağımdan öpüp ayrıldıktan sonra buz tutmuş parmaklarımı avuçlarımın içine aldım.

Ona bakmaya cesaret edemesem de Çağan'ın şu anda karşımda olduğunu biliyordum ve artık bedenimin titremeye başladığını hissediyordum. Çağan, sessizlik içinde bana doğru yaklaştı, tüm hücrelerim merakla ayaklanmış beklerken bir elini sırtıma koydu ve bana üstün körü bir şekilde sarıldı. Yanımda yumruk şekilde olan ellerimi daha da sıktım ama kaldırıp da ona dokunacak kadar cesareti kendimde bulamadım.

Çağan, eli sırtımda öylece dururken sakallı yanağı yanağıma değecek şekilde yüzüme yaklaşıp kulağıma doğru sessizce konuştu. "İyi ki doğdun," dedi boğuk bir sesle, göğsümde artık patlak vermiş tüm hislerimle birlikte yandığını hissettim. "İyi ki benimlesin,"

Çağan durdu, sanki benden en ufak bir tepki bekliyordu ama ona istediğini vermeyecek kadar darmadağınık bir haldeydim. O burnundan uzun bir nefes verip benden uzaklaşırken, maruz kaldığım bu ilgiye dayanamadığımı hissediyordum. Günlerdir yüzlerine bile bakmadığım bu insanların beni düşünerek bir şeyler yapmış olması bana o kadar ağır gelmişti ki içimden bir ses adeta gülerek onları hakketmediğimi söylüyordu. İnsan arkadaşlarından sır saklamazdı, yalan söylemezdi ama ben günlerdir kendimi onlardan kaçırıyordum. Ona rağmen böylesine bir yaklaşım görmek kendimi ilk defa bu kadar şiddetli bir nankörlükle suçlamama neden oluyordu.

Kimseye, hakkettiği değeri veremeyen birinden başka hiçbir şey değildim.

"Sıra Kamber'e geldi mi?"

Düşüncelerimin arısına giren bu ses irkilmeme, ardından hızla sesin geldiğini yöne dönmeme neden oldu. Karşımda bana doğru gülerek gelen Betüş'ü görmek, küçük dilimi yutacak kadar bir şaşkınlık içinde dolmama neden oldu ve bana gelen arkadaşıma varlığına inanamayarak bakakaldım. Betüş, bu halime alayla güldü, artık tamamen yanıma geldiğinde içimdeki şaşkınlık hissi o kadar yakıcı bir hisse yerini bıraktı ki bana sarılan Betüş'e onun bile şaşırmasını sağlayacak kuvvette sarıldım.

Sanki günlerdir kaybolmuşum da tanıdık biri beni kaybolduğum yerde bulmuş gibi aynı anda hem korku hem de bir rahatlama hissiyle dolup taştım. Kollarını benden çekemeyen Betüş, başını geriye alarak yüzüme baktı, ben de ona bakınca o gülümsemesi yüzünde donakaldı ve gözleri hiç olmadığı kadar ifadesizleşti. Ela gözlerine resmen beni buradan alıp götürmesini dileyerek bakarken Betüş'ün ifadesizliğinde bir şaşkınlık belirdi ama daha çok yer alanı endişe olmuştu.

"Bunlar sabaha kadar ayrılamaz," diyerek takıldı Yağız, Betüş ancak o zaman ne yaptığının farkına varıyormuş gibi irkildi ve kollarını gevşetti. Birden onu daha da sıkı tutacağımı sansam da böyle bir şey yapmadım ve onun benden ayrılmasına izin verdim. Betüş yeniden güldü, artık eski neşesinden eser yoktu.

"Hasret gidermek uzun iş," deyip yutkundu ve kısa bir duraksamanın ardından yeniden bana baktı. "Gel, biz de oturalım haydi,"

Oturmak değil, sadece onunla yalnız olabileceğimiz bir yer istiyordum ama Betüş bunu anlamadı, kolumu tutarak bizi masaya doğru yönlendirdi. Kalktığım koltuğa geri oturduğumda yanımdaki Çağan'a çok yaklaşmamıştım. Hemen karşımda, İbrahim'in yanında oturan Betüş'e bakışlarımı diktim ama o herkese bakınıyordu.

"Ne zaman geldin?" diye sordum dayanamayarak, bütün yüzlerin aynı anda bana döndüğünü fark etsem de ben Betüş'e bakıyordum.

"İki saat önce," bana bakmıyor ve gülümsemeye çalışıyordu. "Ödüm koptu sana yakalanırım diye ama neyse ki böyle bir şey olmadı,"

Onunla karşılaşmamın nedeni kendimi odaya kapatmış olduğumu bilmiyordu. Aklıma yeniden sabahki, o kimseye bir şey demeden masadan kalkıp gidişim geldi, peşinden lobide bırakarak odama çıktığım Çağan sürükledi. Bana baktığını bildiğim Çağan'ın varlığı sırtımı bükecek bir ağırlık içinde dolmama neden olurken, bunun tek nedeninin aslında ben olduğumu biliyordum.

"İki saat önce gelse de biz günler öncesinden bunu planlamıştık," diyerek açıkladı Yağız, hemen yanımda, sandalyede oturuyordu. Bu kutlamanın bir tesadüf değil de planlı olmasına inanamayarak Betüş'e baktım. Kaçamak gülümsemesi onunla en son telefonda konuşurken neden tavırlarının bana garip geldiğini, neden o günden sonra beni bir daha aramadığını anlamama neden olmuştu. Ağzında bakla ıslanmayan arkadaşımın dayamayarak bana açık vereceğini biliyordum, o da bunu bildiği için günler boyunca iletişim kurmamıza engel olmuştu.

"Gelmesi çok iyi oldu," dedi Sevil, balonları bağlamış olduğu sandalyede Yağız'ın hemen yanına oturuyordu. "Hepimizin bir arada olması çok güzel," birden duraksadı, aklına düşenler yüzünden olsa gerek o gülümsemesi sönecek gibi olsa da buna izin vermeyerek daha büyük bir şekilde gülümsedi.

"Bence de gelmen çok iyi oldu," diyerek onayladı Yağız, bakışları Betüş'te olsa da bıyık altından gülümsüyordu. "Hasretinle yanan yalnızca bir kişi değildi,"

Betüş'ün kaşları merakla havalandı, hemen yanında oturan İbrahim ise Yağız'a o tanıdık delici bakışlarını sessiz bir şekilde atıyordu. "Öyle mi?" diye sordu, yapay bir heyecan vardı gözlerinde. "Kimmiş bu diğeri?"

Yağız, öyle bir ifade takındı ki bir isim söylemiş olsaydı bile ancak bu kadar net bir kişiyi hedef olarak gösterebilirdi. Bakışları hala Betüş'te olsa da hepimiz kimi kastettiğini anlamıştık, İbrahim de kendisinden bahsedildiğini anladığı için kaşları çatıldı ve ne zaman görsem yadırgadığım bir mahcubiyet içinde gözlerini masaya dikti. Betüş, buna karşılık içtenlikle gülümsedi ama yanındaki İbrahim'e dönüp bakmadı, yine de herkes anlayacağını anlamıştı.

"Neyse," dedi en sonunda, elini kaldırıp önüne düşen saçları geriye attı. "Buradayım artık, hasret gideririm herkesle,"

Başı önüne düşen İbrahim'in gülümsediğini benden başka kimse görmüş müydü, bilmiyordum. Oluşan kısa sessizliği gelen garson bozdu, pasta dilimleriyle dolu olan tabakları tek tek önümüze bırakmaya başladı. Önüme bırakılan kare şeklindeki tabağı iki elimle düzelttim ve boğazıma kadar biriken cümlelerim yüzünden doyduğum için pastadan bakışlarımı çektim.

"Kaç gün kalacağına karar verdin mi Betüş?" diye sordu Sevil, masada kalan bakışlarımı ikisine de döndürmedim.

"Uzun bir süre kalamam ama duruma göre değişebilir,"

"Geçen sefer ki gibi kısa olmaz umarım," dedi İbrahim, kendime engel olamayarak göz ucuyla ona baktığımda onun bakışlarının arkadaşımda olduğunu gördüm. Belirsiz bir şekilde kıvrılmış olan dudakları, tıpkı anlamını çözemediğim o bakışları gibi insanda merak uyandıran cinstendi.

"Dediğim gibi," Betüş duraksadı, aynı çözümlenemez bakışlar onun gözlerinde de vardı. "Duruma göre değişebilir,"

İbrahim, bir şey demedi ama ikisinin arasına giren sessizlikte hala konuşmaları devam ediyordu. Betüş, sanki hoşuna giden bir şey görmüş gibi gülümsediğinde İbrahim'in yüzü memnuniyetle parlamıştı.

"Bu arada," diyerek sessizliği bozdu Sevil. "Hediyelerini yarın mutlaka vereceğiz, unuttuk diye düşünme sakın,"

"Zahmet etmeseydiniz," sesimin bana bile bu kadar ruhsuz gelmesine inanamayarak yutkundum.

"Ne zahmeti?" gülse de Sevil'in sesinde bir kararsızlık seziliyordu. Onlar konuştukça, bana baktıkça sıkıntım o kadar büyük bir hızda artmaya devam ediyor ki oturduğum yere sığamıyordum. İstediğim tek şey odama gitmek ve kimsenin beni göremeyeceği o karanlığa kavuşmaktı ama görünen oydu ki bu dileğimi hemen yerine getiremeyecektim. Sabahki o tavrımın aynısın şimdi de sergilemeyi istemiyordum, o yüzden kendimi zorlayarak en azından onlar için katlanabileceğime inandırmaya çalıştım.

"Bugünün en güzel hediyesi Süper Ay oldu bence," dedi Betüş, gülümseyerek masadakilere bakınsa da kimsenin dediğini anlamamış olduğunu görünce kaşları çatıldı. "Bugün ayın dünyaya en fazla yaklaştığı gün, haberiniz yok mu?"

"Valla ben bir ara Dolunayı görmüştüm ama süper olduğunu anlayamamışım," dedi Yağız, büktüğü dudaklarıyla sevgilisine baktı.

"Ben de bilmiyordum," Sevil de aynı şekilde dudaklarını büküp Betüş'e döndü. " Gök olaylarına ilgilisin herhalde?"

"Evet," Betüş bu sorunun sorulmasına memnuniyetle gülümsedi. "Gezegenlerin kendi içindeki döngüsü her şeyi fazlasıyla etkiliyor,"

"Kusura bakma ama gezegen deyince bile tüylerim diken diken oluyor," araya giren Yağız yüzünü ekşitmişti.

"Neden?" Betüş onun bu haline gülerken çatalını pastasına batırmıştı. "Başına ne gelmiş olabilir?"

Yağız dertlenmiş gibi iç geçirdi. "Lisede bir fizik öğretmenimiz vardı, kadın da senin gibi ilgiliydi bu gök olaylarına. Neyse, alakalı alakasız her derste bu konu hakkında konuşmaya başlardı, anlattıklarının can sıkması yetmiyormuş gibi bir de öyle tiz sesli bir kadındı ki sırf onu duymamak için bütün devamsızlık hakkımı o derste kullanırdım,"

"Ay evet," diyerek onayladı Sevil, onun da yüzü aklına gelenler yüzünden ekşimişti. "Çok da aksi bir kadındı, onu dinlemediğimizi fark edince tüm sınıfı azarlamaya başlardı,"

"O gıcık sesiyle sürekli haksız mıyım çocuklar, diye sorması yok muydu?" Yağız sinir harbiyle başını sallarken burnundan soluyordu. "İnsanın avazı çıktığı kadar haksızsınız diye bağırası geliyordu,"

"Öğretmene olan kızgınlığın yüzünden mi Gökbilimine küstün yani?" diye soran Betüş hem gülüyordu hem de bu ihtimale şaşıyordu.

"Kimse kusura bakmasın ama evet, bunun tek suçlusu o kadındır," elini itiraz istemeyen gibi kaldırmış olan Yağız'ı Sevil de başıyla onaylıyordu. "Devamsızlıktan kalacağımı bilmeme rağmen gitmiyordum derslere diyorum, gerisini sen düşün,"

"Sanki diğer derslere girmeye can atıyordun," diyerek konuşan Çağan'a bir an dönecek gibi olsam da kendimi tutabilmiştim. O hava gibi soğuk çıkan sesiyle devam etti. "Bahane arıyorum desene sen şuna,"

"Notların iyi diye hoca seni seviyordu tabi, o yüzden böyle tuzun kuru konuşuyorsun,"

"Dangalak olmasaydın seninki de iyi olabilirmiş," dedi İbrahim, imalı bir şekilde sırıtıyordu.

"Hocasıyla fingirdeyerek dersleri geçmiş olan sen mi söylüyorsun bunu?" diye sordu Yağız, bunu beklemediğim için ben de şaşırmıştım.

İbrahim, bu dünyanın en normal durumuymuş gibi gülse de bir an sonra aklına bir şey düştü ve duraksayarak yanına oturan Betüş'e göz ucuyla baktı. "Saçama sapan konuşma," deyip kaşlarını çattı. "Olur olmadık her şeyi anlatma, sikerim belanı,"

Betüş, duyduklarının şaşkınlığı içinde İbrahim'e baktı. Derin bir nefes alıp verdim, normalde beni güldürmesi gereken bu diyalog karşısında olumlu hiçbir şey hissedemiyordum.

"Neden birader, çekindiğin birileri mi var?" Yağız meydan okuyan bakışlarını arkadaşına dikerken açıkça sırıtıyordu.

"Her şeyin anlatılacak doğru bir zamanı vardır güzel kardeşim," İbrahim tehdit dolu bir şekilde gülümsemeye çalıştığında Betüş'ün geçmişi hakkında bir şeyler öğrenmesinden çekindiğini anlamıştım.

"Öyle mi güzel kardeşim?" deyip güldü, Sevil de dayanamayarak gülünce İbrahim sabır dilenir gibi arkasına yaslandı ama yüzü gevşemişti.

"Senden çok öğretmenlerinin böyle bir şey yapmış olması daha şaşırtıcı," Betüş düşüncesini açıkça dile getirdiği için İbrahim hızla ona doğru döndü. "Yani, sen öğrenci kafasıyla her fırsatı kullanmış olabilirsin ama koskoca insanların buna göz yummuş olması daha yanlış,"

"Her hoca için geçerli değildi bu," dedi İbrahim, bir savunma halinde değildi ama kendisini açıklamak istediği anlaşılabiliyordu. " Sadece bazılarını ikna etmek daha kolaydı,"

"Bazı hocalar sana karşı koyamıyor muydu yani?" Betüş inanamıyormuş gibi gözlerini büyütmüştü, belli etmese de onun bir heyecan içinde olduğunu sürekli eliyle saçını düzeltmesinden anlamıştım.

"Herkesin bir kırılma noktası vardır," İbrahim omuzlarını silkti, Betüş'ün dikkatinin ondan olmasından dolayı memnun olduğu görünüyordu. "Bir iki hoca için de bu nokta bendim,"

Betüş, sessiz kalıp İbrahim'in gözlerine içine bakmaya başladı. Bir şeyleri kurcaladığı ve o şeylerden bir sonuç elde edebildiği belli oluyordu. Sanki haberi yokmuş gibi kendiliğinden yukarıya kıvrılan dudakları, İbrahim'in bakışlarının oraya düşmesine neden oldu. İkisinin arasında yine sadece onların anlayabildiği bu bakışma devam ederken İbrahim ansızın yamuk bir şekilde güldü, yeniden gözlerine baktığı Betüş'e, o karizmatik ifadesine cuk diye oturan çapkın bir bakış attı.

"Sen de son kez birinde kırılıp bir daha hiç bir araya gelemezsin umarım," diye bir temennide bulundu Yağız. Betüş zar zor bakışlarını İbrahim'den kopararak yutkundu ve önüne döndü.

"Beddua ediyormuşsun gibi geldi kulağa aşkım,"  Sevil güldü, Yağız biraz düşündükten sonra sevgilisiyle aynı karara varmış gibi başını salladı.

"Gerekiyorsa kırılırız," diyerek onayladı İbrahim, o da önüne döndüğünde hala dudakları yukarıya kıvrılmış duruyordu.

"Hayret," Yağız sevgilisinin kulağına doğru eğilmiş, sanki bir sır veriyormuş gibi sesini kısmıştı ama yine de onu rahatlıkla duyabiliyorduk. "Saçma sapan konuşma demedi,"

Sevil de bunu yadırgamış gibi başını sallayınca İbrahim dayanamayarak güldü. Onları böylesine eğlenirken görmek adlarına mutlu olmama yetiyordu ama bana hala rahatsızlık veren bir nokta olduğunun farkındaydım. O noktanın ne olduğunu, neden herkes gibi kendimi olayların akışına bırakamadığımı ve sadece kendi zihnime hapsolduğumu bilmiyordum. Onlar için burada kalmaya çalıştığımı bilsem de artık dayanacak gücüm kalmamıştı, benim gibi sessizliğe bürünmüş olan ve ona bir türlü dönüp bakamadım Çağan'ın varlığı bana ağır geliyordu.

Onu gelme diyerek ardımda bıraktığım o andan ve o anın doğurduğu yakıcı pişmanlıktan kurtulamıyordum. Onu böylesine bir ikilem içine düşürmeye hakkım yoktu, o yüzden şimdi yanında oturuyor olmaya bile dayanamıyordum. Bu, engel olmadığım sessizliğimin dikkatini çektiğine ve rahatsızlık verdiğine emindim, ondaki sessizliğin benim yüzümden olduğunu bilmek de kendime karşı bir öfke duymama neden oluyordu. Bir anda sinirlerim bozulduğu için güleceğimi sandım, kendime karşı duymadığım herhangi bir duygu daha kalmış mıydı, emin olamıyordum.

Elimi kaldırıp sıkıntı içinde dudağıma koydum ve artık tamamen kendi kabuğuma çekilerek, herkesten kendimi soyutladım. Bu şekilde saatler geçti; onlar güldü, konudan konuya geçti, tartıştı ama ben de hiçbir değişiklik olmadı. O boşluğun içimde doğmasına artık alışmış bir halde önümdeki masaya bakarken, bir elin koluma değmesi korkuyla irkilmeme, bu elin sahibinin Çağan olduğunu görmekse kendimi geriye çekmeme neden oldu. Yüzüne baktığım Çağan'ın hala hiçbir duyguya yer vermeyen ifadesinde sadece kaşları çatıktı, gözleri bir anlığına çektiğimi koluma düştü ama bu çok kısa sürdü.

"Kalkalım artık, hava iyice soğudu," diyerek durumu anlattı Sevil, bana yüzünü çevirmiş olan Çağan'dan bakışlarımı alamayarak onu başımla onayladım. Onların kalktıklarını görüyordum, birkaç saniye sonrasında uzaklaşmaya başladıklarında ben hala oturduğum için Çağan'ın da yerinden kalmasına neden olmuştum.

Bana bakmama kararından vazgeçmeyen Çağan sakin ama derinlerinde başka hisleri barındırdığı belli olan yüzüyle önüne bakıyordu. Bu halinin nedenini az önce elimi çekerek onu gocundurmuş olduğunu anladığımda kırılan kalbim canımı acıtmıştı. Yüreğimden bir şeyler sökülüyormuş gibi bir hisle dolarken, dayamayarak bacaklarının üstünde duran elinin üstüne elimi koydum. Şaşırdığı için olsa eli kasılan Çağan çok geçmeden gevşedi ama elimi tutmayarak öylece durmaya devam etti.

"Özür dilerim," dedim titreyen bir sesle, yüzüme çarpan soğuk sadece tenimi üşütmüyordu. Çağan, duyduğuna anlam veremeyerek sonunda bana doğru döndü, kaşları daha da derinden çatıldığı için alnının kırışmasına neden olmuştu.

"Neden özür diliyorsun?" diye sordu, bunu gerçekten de merak ediyordu.

Ondan özür dilemek için bir değil birden fazla nedenim vardı ama yanmaya başlayan gözlerim onunla hala konuşamayacağımı açıkça belli etmişti. Onun karşısında kendimi bu kadar kırgın hissetmeseydim belki her şey çok daha kolay olabilirdi, belki dilimin ucuna gelmiş olan sözcüklerim çok kolay bir şekilde dışarıya dökülebilirdi ama hissediyordum.

O kadar derinden hissediyordum ki bu kırgınlığı, sanki içimde bir maddeye dönüşerek kırıldığı yerden bana batıyordu ve canımı yakıyordu. Onu, oradan söküp atmayı günlerdir beceremediğimi ve beceremeyecek olduğumu anlayınca Çağan'ın hareketsiz elini sıkıca tuttum, ardından hızla bıraktım ve ayağa kalkarak onu yine ardımda bıraktım. Beni pişmanlığa düşüreceğini bildiğim bu tavrımı yeniden sergiliyor olduğuma inanamayarak içeriye girdim ve çoktan asansörün orada duran Betüşlerin yanına doğru gittim.

"Çağan nerede?" diye sordu Sevil, ona ne baktım ne de bir cevap verdim.

Bu sessizliğim karşısında hepsinin şaşırdığını hissettim ama elimden gelen sadece buydu. Kısa bir an sonra Yağız ve İbrahim yeniden terasa dönmek için yanımızdan ayrıldı, biz de birlikte asansöre bindik. Yanımda duran Betüş'ün merakla bana baktığını biliyordum ama ona bile bakacak yüzüm yok gibiydi. Eğdiğim başımla sabırsızlık içinde yere bakınırken, saniyeler sonra kapı açıldı ve onlardan önce dışarıya çıkarak odama doğru büyük adımlarla ilerledim.

"Hangi odada kalıyordun Betüş?" diye sordu Sevil, onun bile sesine bir donukluk işlemişti.

"Arya ile aynı odada," sesi hemen arkamdan gelen Betüş, yutkunmama neden olmuştu.

Titreyen ellerimle kapımı açarak kimseye bakmadan içeriye girdim ve hızla banyoya yöneldim. Ben banyo kapısını kapatırken Betüş de odanın kapısını ardından kapatmıştı. Neden girdiğimi bilmediğim banyonun kapısının önüne dizlerimin üstüne çöktüm ve buz tutmuş ellerimi tam tersi bir şekilde yanan gözlerime bastırdım. Ağlamak istemiyordum ama gözyaşlarım adeta göğsümü kazıyarak yukarıya doğru çıkmaya çalıyordu. Nefes alamıyormuş gibi hissederken, alt dudağımı sertçe ısırdım, tam bu anda kapı tıklatıldı. Hiç ses vermeden öylece dursam da Betüş ikinci bir hamleyi yaparak kapıyı açmaya çalıştı, dengesiz bir hızda ayağa kalktığım sırada o çoktan açtığı kapıda bana bakıyordu.

Altın belirsiz bir dehşeti barındıran o endişe dolu gözleriyle öylece bana baktı, o sustukça kelimelerinin ağırlığı üstüme çullandı. Bir an sonra o kadar fazlalaştı ki daha fazla ayakta kalamayacağımı bildiğim için hızlı bir hamleyle Betüş'ün yanında geçip odadaki yatağa doğru gittim ve kendimi üstüne bıraktım. Ayak sesleri bana doğru yaklaşan Betüş bir an sonra tamamen yatağın yanına geldi ve yine tek bir kelime etmeden bana bakmaya devam ederken, bir dizini koyup yatağın üstüne çıktı, kısa bir hamle sonrasında hemen yanımdaki yerini almıştı. Sırtımı dayadığım başlığa iyice bastırdığımda artık içimi kazıyan o gözyaşlarıma hakim olamayacağımı anladım. Daha ellerimi yüzüme götüremeden dolan gözlerimden bir yaş yanağımdan süzülmüştü.

Bir uğultu benzeri sesin yankılandığı zihnime ağzımdan kaçan hıçkırık sesleri eşlik ederken, ellerimin üstüne bir sıcaklık hissettim, bir an sonra aşağıya indirilen ellerim ıslak yüzümü ortaya çıkarmıştı. Betüş, beni görür görmez dişlerini sıktı ama onunda gözleri çoktan nemlenmişti. Sanki dayanamadığı bir şeye bakıyormuş gibi o yüzü sıkıntıyla parladı, ardından hiç düşünmeden bana sarıldı.

İhtiyacım olan tek şey buymuş gibi birden dalgalar halinde gözlerime vuran yaşlarla birlikte kendimi tamamen bıraktım. Kollarımı arkadaşıma dolanmış, yüzümü henüz dile getiremediklerini belli edercesine çarpan kalbinin üstüne koymuşken hiçbir şey söylemeyerek durduk. Onun yanında günlerdir biriktirdiğim her şeye karşı gözyaşı döktüm, bu kadar uzun sürdü ki artık gözlerim acıyla yanmaya başlamıştı ama hala oradan tek tük yaş dökülmeye devam ediyordu.

Kup kuru kesilmiş boğazımı ıslatmak için yutkunmaya çalıştım, çivi gibi batması yüzümü buruşturmama neden oldu. Akan burumu çekerken aynı şeyi Betüş'ün de yaptığını duymak endişeyle ona bakmama neden oldu. Daha ne olduğunu bile bilmediği halde benimle birlikte ağlamış olan arkadaşıma üzüntü içinde baktım ama o bunu umursamadı bile. Uzanıp gözlerimi silerken, o dudakları bir çocuğunki gibi aşağıya doğru bükülmüştü.

"Bu gözyaşları ne için?" diye sordu, gözlerimin içine değil yüzümün her ayrıntısına bakıyordu. "Kimin için Arya?"

"Her şey için," diyerek cevapladım, kelimelerim hiç olmadığı kadar sabırsızlık içindeydi. " Çok yanlış şeyler yaptım Betüş ve hiçbirine engel olamadım,"

"Ne yanlışı?" Betüş gözlerimi silmeyi bıraktı ve biraz geriye çekilerek hala parlayan bir endişeyle kaşlarını çattı. " Bilmediğim neler oldu?"

"Neler olmadı ki?" dedim birden gülerek, sinirlerimin bu kadar bozuk olmasına o da şaşırtmıştı. Oturduğum yerde kayıp sırtımı arkama yasladığımda ağlamanın insana verdiği o reddedilmez gevşeklik içindeydim.

"Bana anlatabilirsin," dedi yumuşak bir sesle, onun konuşabileceğim tek insan olduğunu ben de biliyordum. Betüş'e bile zamanında bahsetmeye korktuğum şeyleri artık saklamam için bir nedenim yoktu, artık ondan bile saklanmak zorunda kalırsam daha fazla dayanacak gücü bulamayacaktım.

"Nejat'a boşanma davası açtığımı hatırlıyorsun, değil mi?" diye sordum pürüzlü bir sesle, Betüş yavaşça başını salladı. "İşte öğrendim ki bu o kadar da kolay değilmiş,"

"Neden?"

"Geçen hafta ailemle birlikte bu konuyu konuştum," durup yutkunurken ailem kelimesi dilimi yakmıştı. "Babam, boşanmanın asla gerçekleşmeyeceğini çünkü Nejat'la aralarında bir anlaşma yaptıklarını, bunun da benim yüzümden bozulamayacağını söyledi,"

"Ne anlaşması?" Betüş duyduklarını anlayamıyordu. "Senin bundan haberin yok muydu?"

"Yoktu," deyip engel olamadığım yakıcı bir alayla kendime güldüm. "Daha geçen hafta öğrendim,"

"Nasıl bir anlaşma bu peki? Ne hakkında?"

"Evliliğimiz hakkındaymış, her detayını ben de bilmiyorum," diyerek başımı salladım, babamın söyledikleri kulaklarımda çınlasa da o sözleşmeyi içeren maddelerin ne olduğunu, neden bu evliliğin bitiminde aşılmaz bir engel olduğuna dair bilgi vermemişti. O an ki tek amacının canımı yakmak olduğunun birden daha iyi farkında vardım, bir kızgınlık hissi içimde uyanacak gibi olsa da buna engel olmaya çalıştım. "Sadece benim uğruma bozulamayacak kadar değerli olduğunu biliyorum,"

"Saçmalama," diyerek karşı çıktı hemen. "Bu anlaşma her neyse sen haricinde herkesin haberi var mıymış?"

Betüş'ün konuşulanlardan bir haber olduğu için babamın bizzat ağzından çıkmış olan cümlesini kabullenmemesine ses çıkarmadım. Herkesten kastının annem olduğunu anlamıştım, aklıma düşen babamın son sözü bütün bedenim kaskatı kesilmesine neden oldu. Onun yerine getirme olasılığı oldukça yüksek olan o tehdidi, yeniden gözlerime yaşların dolmasına neden olunca başımı arkaya atarak dudaklarımı sertçe birbirine bastırdım ve dile getirmekten kaçındım.

Keşke elime sihirli bir değnek geçebilseydi ve ben tek hakkımı babamın o cümleyi kurmasını engelleyebilmek için kullanabilseydim.

"Arya," diyerek elini koluma koydu ama ona dönemedim. "Annen de mi biliyormuş?"

"Biliyormuş ama..." duraksadım, onun her şeyin bir zamanı olduğunu söylediği cümlesi kulaklarımda çınlıyordu. "Ben sadece..."

"Sadece ne?"

"Sadece, neden herkes için yapması oldukça kolay olan şeyleri ben yapmaya kalkışınca bu kadar imkansızlaştığını anlayamıyorum." Bu isyanımın konuyu değiştirdiğinin farkında olsam da umursamayacak kadar doluydum. " Sadece özgür bir birey olmak ve aklımda tek bir soru işareti bile barındırmadan istediğim kişiyle birlikte olmak istiyorum ama bunu bile yapamıyorum,"

Betüş bir şey demedi, onun istediğim kişinin kim olduğunu sorguladığına emindim. Elimi tutan kolu gevşeyince bir cevabı olduğunu anlamıştım, yine de dönüp ona bakamadım.

"Çağan, değil mi?" bu, içinde birden fazla soruyu barındıran sorusu kalbimin korkuyla sıkışmasına neden olmuştu. Artık ondan hiçbir şeyi gizlemek istemediğim bir noktada olduğum için sessizlik içinde başımı onaylar şekilde anladım.

"Daha önce bilmen gerekiyordu," dedim, en yakın arkadaşımdan sakladığım bu gerçek pişmanlık olarak içimde doğmuştu.

"Söyleme böyle," o tutuşu sıkılaştığında bu anlayışlı tavrı pişmanlığımın üstüne bir gölge gibi düşmesine neden oldu. "İtiraf etmek gerekirse, sizi yan yana gördüğüm ilk anda aranızda var olan o elektriğe inanamamıştım. Her ne kadar düşünmeye hemen cüret edebileceğim bir gerçek olmasa da bunu daha o zamandan bile hissetmiştim Arya,"

Dışarıdan bakıldığında bu kadar belli bir izlenim yarattığımıza şaşırarak bakışlarımı ellerime düşürdüm. Eğer öyleyse Çağan'ın arkadaşlarıyla ilk kez bir araya geldiğim o doğum günüde onlar da buna benzer şeyler hissetmiş olmalıydılar? Bu kabullenmeyeceğim yeni gerçek karşısında ezildiğimi hissettim. Hepsi benim evli olduğumu biliyordu ve ona rağmen Çağan'la aramda öylesine bir yakınlık sezmiş olmaları kim bilir hakkımda neler düşünmelerine neden olmuştu.

Onları suçlayamazdım, ben bile kendimi, yaptıklarım ve hissettiklerim yüzünden sorgularken insanlar neden bunu yapmayacaktı? Belki harika bir ilişkim olmadığını biliyorlardı, belki Çağan'ın bir keresinde dediği gibi aşk evliliği yapmadığımı onlar da biliyorlardı? O zaman neden hala içimdeki bu suçluluk hissinden kurtulamıyordum? İnsanlara karşı kendimi hiç istemediğim bir pozisyona düşürdüğümü bildiğim için miydi tüm bunlar?

Ama ben öyle olmadığını biliyordum. Çağan'a olan duygularım, itiraz edilmeyecek noktaya geldiğinde hatta onun öncesinde bile Nejat'la arama bir mesafe koymuştum. Beni bu boşanma davasına iten tek güç Çağan değildi, ben zaten bu evliliğe evet dediğim ilk günde ne zaman ayrılacağımızın hayalini kurmaya başlamıştım. O zaman, kendimi suçlamam için bir nedenim olmamalıydı, sevdiğim insanlar bile olsa onların gözünde kafa karıştırıcı bir pozisyonda olduğumu düşünmemeliydim. Eğer buna bir son vermezsem hiçbir zaman bu döngüden kurtulamayacaktım; Çağan'a bakmaya, onunla eskisi gibi yakın olup, konuşmaya başlayamayacaktım.

" Seni rahatsız eden şeyin ne olduğunu tahmin edebiliyorum, bu boşanmanın gerçekleşememesi zorla bağlı olduğun yüklerinden kurtulamayacağını düşündürüyor sana," Betüş derin bir nefes alıp verdi. "Buna benzer haller içine daha önce de girmiştin ama seni ilk defa böyle gördüğümü söyleyebilirim," duraksadı, göz ucuyla ona baksam da yüzünü görememiştim. "Hatırlıyor musun, hayatın boyunca sadece tek bir erkeğe karşı sevgi beslediğini söylemiştin yıllar önce? O zaman bunu anlatırken gözlerinde çocuksu bir burukluk belirmişti, şimdi ise Çağan'ın adını duyarken bile farkında değilsin belki ama gözlerinin için parlıyor. İşte sendeki bu farklılığın, esiri olduğun bu hüznün nedeninin bu parıltı olduğunu düşünüyorum ve onun sen de bu kadar etki bırakabilmiş olmasına şaşırmadan edemiyorum,"

Sadece düşüncelerini dile getiren, tek bir yargılamada bulunmayan ve sadece beni anlamaya çalışan arkadaşıma yavaşça döndüm, bir destek görmenin getirdiği güveni hissederken duyduklarım ve artık hatırlamakta zorlandığım o anı ve o kişiyi anmak içimi burkmuştu.

"O zamanlardaki hislerimin bir karşılığı yoktu, daha doğrusu vardıysa bile ben bilmiyorum," başımı iki yana salladığımda uzaktan uzağa gördüğüm, sadece tavırlarında ve gülümsemesinde bana dokunan detayı olan birine karşı nasıl sevgi beslediğimi bilmeyerek o halime şaşırdım. " Şimdi Çağan'la birlikte bir ilki yaşıyorum," geri döndüğüm çalkantılı gerçekliğe karşın sertçe yutkundum ve boğazımın düğümlenmesini görmezden gelmeye çalıştım. " Onun da benimle benzer hisleri paylaştığını biliyorum ve bana çaresizliği hissettiren de bu,"

"Böyle hissetmeni gerektirecek bir neden yok ortada,"

"Bilemiyorum, buna engel olamıyorum. Çağan'ı kendi yaşadığım ikileme hapsettiğim gerçeğini, ona hakkettiği değeri veremediğimi bir türlü aklımdan atamıyorum ve ne kadar istesem de bunu yapamıyorum. Söylesene Betüş, ona bunu yapmaya ne hakkım var?"

"Boş yere yükleniyorsun kendine, kimseye istemediği bir şeyi zorla yaptıramazsın Arya,"

"O kadar kolay değil," başımı iki yana sallarken ağzımdan çıkan kelimelerim, izlerini ruhumu kanatarak bırakıyordu. "Her şeyi göze alarak kendisini bana açtığı o zamanlarda bu evlilikten kolayca kurtulacağımı zannediyordu. Şimdi ise böyle bir şeyin imkansızlığını ben bile kabullenmişken, ona bunu nasıl söyleyebilirim? Söylediğimde nasıl karşılık verecek, düşünemiyorum bile,"

"Neyden korkuyorsun?" dedi Betüş kararsız bir sesle. "Seni bırakıp gitmesinden mi?"

"Hayır," diye karşı çıktım dengesizlik içinde, ruhumdan sızan kanlar içimde bir gölet oluşturmaya başlamıştı. "Onun kendisini böyle karmaşık bir durum içinde beni yüz üstü bırakacağını düşünerek çekinmesinden, yanımda kalmayı bir zorunluluk olarak görmesinden ve bu yüzden gidememesinden endişe ediyorum. Bunu yapsa onu kim suçlayabilir ki? Kendisini, benimki gibi nereye gideceği belli olmayan bir hayata bilerek mahkum etmesini kim bekleyebilir?"

"Onunla bu konuları hiç konuştun mu? Sana böyle hissettirecek bir şey mi söyledi?"

"Olacakları bildiğim için konuşamıyorum,"

"O zaman bu söylediklerin sadece birer varsayım ve kusura bakma ama bunlar çok acımasız cümleler Arya," dedi, bu karşı çıkışındaki nedeni anlamayarak baktım, ifadesi sertleşmişti. " Sadece en kötüsünü düşünerek kendini bu kadar üzmeye nasıl razı olabiliyorsun?"

"Böyle ya da benzeri bir şekilde olacak," bu sefer ben ona karşı çıktım. " Olmasa bile bu bencilliği ona yapamam,"

"Neden buradasın peki? Neden hala onun yanındasın?" diye sordu, o kararlılıkla parlayan gözlerine hiç beklemediğim kadar bir kararsızlık içinde bakmakla kaldım. Betüş, bir şeyde haklı çıkmış gibi ruhsuzca gülümsedi. "Onun seni bırakmasını istemiyorsun ama yanında kalmasının da haksızlık olacağını söylüyorsun. Böyle olmaz, iki şeyi değil sadece tek bir şeyi elde edebilirsin ve bunun ne olacağı da senin elinde."

"Gitmesini istemiyorum," dedim artık titreyen bir sesle, yeniden yaşlarla dolan gözlerime dudaklarımdan kaçan bir hıçkırık eklenmişti. " Ama bu istediğin getirdiği bencillik ettiğim düşüncesinden de kurtulamıyorum,"

"Belki de ödemen gereken bedeldir bu," dedi Betüş, yeniden dağılmış bir ifadeye kavuştuğunda onun da gözleri dolmuştu. "Onunla birlikte olmanın bedeli, bu histen kurtulamamaktır belki de? Buna, onun için katlanmayı göze alabilir misin?"

"Neden sürekli bir bedel ödemek zorundayım?" derken canımı yakan hislerim bir gülüş olarak dudaklarımın arasından dökülmüştü. "Neden bir şeyi kaybetmeden başka bir şeyi elde edemiyorum?"

"Böyle bir şey imkansız Arya, bu gözyaşlarını akıtmak için bile mutluluğunu geride bırakmak zorunda kalıyorsun. Çağan'ı kazanmak istiyorsan ona değer bir şeyi kaybetmeyi göze alabilmen gerekiyor,"

Betüş'ün bu cümlesi aklıma anında annemi, ardından da babamın tehdidini düşürdü. Tüm bu bencillik düşüncesinin altında çok daha başka bir neden daha yatıyordu.

Bir bedel vermek için, Çağan için annemden mi vazgeçmem gerekiyordu?

Böyle bir şeyi nasıl seçebilirdim? Böyle bir şeyi seçmek zorunda nasıl bırakılabilmiştim? Sevdiğim iki insan arasında birini ardımdan bırakmayı göze alabilecek kadar yürekli biri miydim? Her şeyi göze alarak Çağan'la konuşabilecek kadar kendimden kurtulabilir miydim?

Bir bedel unsuru olduğundan haberlerinin bile olmadığı bu iki insanın yüzleri gözlerimin önüne geldi: başımı omzuna dayayarak ağladığım annemin, şefkatle saçlarımı okşamasına bana dokunmaya bile kıyamıyormuş gibi bakan Çağan karıştı. Öyle bir harman çıktı ki ortaya bu iki insanın hayatta vazgeçemeyeceğim, ardımda bırakamayacağım iki insan olduğunu hemen anladım, ikisi arasında bir tercih yapamayacağımı da... Yakıcı bir öfke içimde doğdu ve beni bu ikileme düşüren herkese içimden lanetler yağdırdım. Onların da istediğinin zaten bu olduğunu biliyordum.

Bunlar benim ödemem gereken bedeller değildi, bunlar onların zaten olması gereken bir şeyi bana bahşetmeleri için benden ödetmek istedikleri bedellerdi. Buna neden izin verecektim? Ne annemi ne de Çağan'ı geride bırakmak zorunda değildim, bir şekilde bunun doğru yolunu bulabilirdim ve beni bu hale sürükleyenlere, başarısızlıklarını bir madalya gibi boyunlarına takabilirdim.

"Onunla konuşman lazım," diyerek yeniden sessizliği bozdu Betüş, uzanıp destek olmak ister gibi elimi tutunca anında karşılık verdim. "Bırak, onun ağzından çıksın bazı cümleler, belki hiç ummadığın bir gerçeği duyarsın. Bu ihtimal bile konuşmaya değmez mi Arya?"

"Belki de konuşmalıyım," dedim düşünceli bir sesle, akan burnumu çekerken bakışlarımı ondan çektim. "Ona tüm gerçekleri, benim için hiçbir şey yapmaya zorunlu olmadığını söyleyerek anlatmalıyım."

"Bu kadar karamsar olma," Betüş yapma dercesine başını salladı. " Ben bile korktuğun gibi bir tepki vermeyeceğine daha eminim,"

"Buna emin olunamayacağını biliyorsun Betüş," amacım ona karşı çıkmak değildi, sadece birikmiş olan korkularım gün yüzüne çıkıyordu. " Onun da bir hayatı var, tüm dünyası benden ibaret değil. Kendisi her şeyi kabul etse bile ailesine karşı ne söyleyeceğini ya da durumumuz tamamen ortaya döküldüğünde, insanların ona neler diyeceği konusunda endişeye kapılmadığını mı sanıyorsun? Bunu bana belli etmese de ben eminim çünkü herkesin duymaya korktukları vardır,"

"Senin de var ama hiç olmadığı kadar kararlı görünüyorsun. Aynı kararlı tavrın onun gösteremeyeceğini nereden biliyorsun? Tamam, belki dediğin gibi olur, belki korkularının esiri olur ama bunlar sadece birer belkiyken, senin bu kadar net bir yaklaşım göstermeni anlayamıyorum,"

"O korkuyla yaşamanın nasıl olduğunu çok iyi biliyorum ve aynı şeyi onun da yaşamasını istemiyorum,"

"Ona bencillik etmekten korktuğunu söylüyorsun ama çoktan en büyük bencilliği yaptığını göremiyorsun," dedi Betüş, böylesine bir gerçeği göremediğime inanamayarak başını salladı. "Onu düşünerek aldığını söylediğin kararlar yüzünden hayatının en büyük bencilliğini yapıyorsun çünkü bu kararların altında bile onu değil, kendini düşünüyorsun. Çağan'ın, senin yüzünden istemediğin o duruma düşmesinden çok, o halinin sende bırakacağı vicdan azabından korkuyor gibisin Arya,"

"Hayır," diyerek itiraz ettiğimde ondan duyduklarım tüm düşüncelerime birer darbe indirmişti ve en başköşedeki yerini almasını sağlamıştı. "Öyle değil,"

"Öyle değilse bırak o zaman, bu kararı birlikte alın. Burada benimle konuşarak, kendinle konuşarak değil, ancak onunla konuşarak net bir sonuca varabilirsin. Eğer amacın gerçekten ona bencillik etmemekse, bunu yapmak zorundasın Arya,"

Başımı başka bir tarafa çevirdiğimde söylediklerinde kabullenemeyeceğim kadar haklılık payı olduğunu biliyordum. Haklıydı, bu konuyu onunla konuşmadığım müddetçe hiçbir sonuca varamayacaktım ve o içinde mahsur kalmaktan korktuğum döngüden bir türlü kurtulamayacaktım. Her şeyi göze alarak; belki onu kaybetmeyi, belki kazanmayı, belki de korktuğum o bencilliği yapmalıydım. Bunu hem o, hem de aramızda var olan ilişki hak ediyordu. Derin bir nefes alıp içimin kararlılıkla dolmasını bekledim, çok daha başka hislerle şişen göğsüm buna kolayca yer vermeyeceğini açıkça gösterdi. Yutkundum ve en azından bunu Betüş'e söyleyebilecek cesareti kendimde bulmaya çalıştım.

"Onunla konuşacağım," dedim, Betüş bir tepki vermeden dinlemeye devam etti. " O bedel her neyse ödemeyi göze alacağım ve onunla her şeyi konuşacağım,"

"Kaybetmek kulağa korkutucu geliyor, biliyorum," Betüş tanıdık bir gülümseme sunarak başını yana doğru eğdi. " Ama bazen bırakırken, aslında hiç ummadığı bir kazancı elde edebiliyor insan, " Betüş aklına bir şey düştüğü için güldü. " Geçen seferki gelişimde, sana söylememiştim ama nasıl akla karayı seçmek zorunda kaldığımı tahmin bile edemezsin. Eğer patronlarımın tehditlerine kanıp benden almayı söylediklerini kaybetmekten korksaydım, o gün yanına gelemezdim ve bugün tanıdığım insanları tanıyamazdım,"

"İbrahim'i tanıyamazdım," diyerek onu düzelttim, Betüş itiraz etmedi ama başka bir tepki de vermedi. " Onun yüzünden pişmanlık duymayacak kadar değerli mi senin için?"

"Öyle sanırım," diyerek her zamanki kaçamak cevabını verdi ama gözleri net olan cevabı almama yetmişti. "İyi ki o gün gelmişim diyorum, iyi ki kimseye boyun eğmemişim,"

"Bunu, bu kadar açık yüreklilikle söyleyebilmen ne kadar güzel," dediğimde içerlendiğim bir şeyler olduğunun farkındaydım. "Ben de buna benzer cümleler kurabilirim umarım,"

"Kuracaksın," diyerek daha büyük bir şekilde gülümsedi ve beklemediğim bir anda bana sarıldı. Bu sefer o kafasını göğsüme dayarken, ona karşı duyduğum sevginin içimde var olmasına izin verdim. "Betüş söylemişti dersin,"

O güldü, bir şey diyemeden bu haline ben de tebessüm ettim ve Betüş'e kollarımı dolayarak, varlığına sığınmaya çalıştım.

Hala kara bir duman gibi içimde var olan korkumun, kararlığım karşısında dağılacağı o anı bekleyerek çenemi Betüş'ün saçlarına dayadım ve bu güzel sessizliğin içinde onunla birlikte öylece kaldım.

Continue Reading

You'll Also Like

Kayıp Parça By Rabikce

General Fiction

103K 8.1K 15
Balım. Kalabalık bir ailenin en küçük üyesiydi. Babasının göz bebeği, abilerinin prensesi. Ancak annesinin hataları yüzünden hayatı bir anda değişti...
1K 156 6
yarı zamanlı market çalışanı jeon, paramparça olmuş ailesini düzeltmeye çalışan chaeyoung.
2.9K 591 12
Mezopotamya' nın Nabzında Atan Efsunlu Bir Aşk Hikayesi. Bu hikaye, Wattpad Elçileri Bahar Festivali Yarışması için özel olarak yazılmıştır. Hikaye...
3.4M 168K 67
Hayatı boyunca kimseyi sevmemiş, tek derdi vatan, bayrak ve ülkesi olan asker ile hiç sevildiğini hissetmemiş, kalabalık içinde yalnızlığı hisseden b...